Türk Hukuk Sözlüğü (L-Ö)

L
LÂFZ [aim. Wortlaut. — fr. la lettre (d'une disposition legale). — ing. letter. — lât. verba ac lit-terae, seriptum (legis) ].
1 — Yazılı bir hukuk kaidesinin veya hukukan önemli bir vesikanın, metninde kullanılan kelimeler bakımından anlamı (MK. 1). Lâfzın mukabili, metnin ruhu [aim. Sinn, Geist (des Gesetzes). — fr. l'esprit. — ing. spirit. — lât. sententiaj dur.
2 — Lâfz (laf?) (Es. H.) Lügatte, yazılı ve yazsız söze denir. Vakıfta ise aşağıdaki anlamlarda kullanılır :
Lâfz-ı muhtemel (laf z-i mul.Uamal ) İki veya daha ziyade mânaya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangisinin kasdolunduğu mücerret rey ile değil deliller, karineler ile tayin olunur.
Lâfz-ı müfesser (laf?-i ruufassar) Tahsis ve tevile ihtimal bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vacip olur.
Lâfz-ı müşterek (laf? i muşt arak) Mütaaddit müsemması bulunan lâfızdır ki, hangi mâna kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânâsız addolunur, onunla amel olunmaz.
Lâfz-ı zâlıir ( laf z-i zahir ) Teemmül ve tefekküre muhtaç olmaksızın dinleyenin derhal mânasını anladığı sözdür ki bunun zıddına «hafi» denir.
LÂFZİ TEFSİR bk. Tefsir.
LAĞV* (lağıv) (lagv) (Es.H.) Söylenip söylenmemesi itibara lâyık olmıyan sözdür.
LAHEY KAİDELERİ 1922 [aim Haager Regeln (1922). — fr. regies de la Hay e (1922). - ing. Hague rules (1922)/.
1921 de toplanan Lahey konferansında ; deniz nakliyatında kiralıyanla kiracının karşılıklı mükellefiyetlerini konşimento olmadan belirlemek ve bilhassa nakliyecinin mesuliyetinin şümulünü tayin etmek hususunda kabul edilen kaideler. Bu kaidelerin metni 1924 de Brüksel'de toplanan milletlerarası komisyonla İngiliz ve Belçika kanunları tarafından hemen hemen aynen iktibas edilmiştir.
LAHEY MUKAVELELERİ [aim. Haager Abkom-men, Haager Konventionen. — fr. Conventions de la Haye. — ing. Hague Conventions/.
1899 ve 1907 tarihli Lahey mukaveleleri milletlerarası hukukun inkişafında mühim bir merhale teşkil eder.
Birinci Lahey konferansı 18/5/1899 da toplanmış ve )ki buçuk ay kadar devam etmiştir. Bu konferansta tetkik edilen mevzular şunlardır : 1 — Milletlerarası ihtilâfların sulh yoliyle halli, 2 — Kara harbleri kanun ve teamüllerine dair nizamname, 3 — 1864 tarihli Cenevre mukavelesinin deniz harbleri hakkında da tatbikine dair mukavelename.
İkinci Lahey konferansı 15/7/1907 de toplanmış ve üç ay kadar sürmüştür. Bu konferansta tetkik ve tesbit edilen mevzular şunlardır: 1 — Milletlerarası ihtilâfların sulhen halli, 2 — Hususi mukavelelerden doğan borçların tediyesini temin için kuvvet kullanılmaması, 3 — Kara harbleri kanun ve teamülleri, 4 — Bir kara harbi vukuunda bitaraf devletlerin hak ve vazifeleri, 5 — Muhasematın başlangıcında düşman ticaret gemileri hakkında tatbik olunacak rejim, 6 — Ticaret gemilerinin harb gemisi haline konması, 7 — Denizlerin altına kendi kendine müteharrik mayinler koymak, 8 — Harb zamanında deniz kuvvetleri tarafından bombardımanlar,
H. L. 14
210 LAHEY MUKAVELELERİ - LİMİTED ŞİRKET
9 — Cenevre mukavelenamesi esaslarının deniz h&rble-rine de tatbiki, 10 — Deniz muharebelerinde ganimet hukukunun tatbikatında vaz olunan tahditler, 11 — Milletlerarası bir deniz müsadere mahkemesi ihdası, 12 — Deniz harblerinde bitaraf devletlerin hukuk ve vazifeleri, 13 — Balonlardan infilâk edici maddelerin atılmasının men'i.
Yukarda yazılan mevzular üzerine on üç mukavelename tanzim edilmiştir. Bunlardan on ikisi bugün meridir.
LAHEY SULH KONFERANSI bk. Lahey mukaveleleri.
LAKAP [aim. Beiname. — fr. surnom. — ing. surname. — lât. cognomen].
Bir şahsın örf ve âdet dolayısiyle takındığı veya soyunun takınagelmiş olması sebebiyle sahip bulunduğu isimdir.
Bu da öz ad ve soyad veya müstear ad gibi insanları biribirinden ayırt etmiye yaramak itibariyle Medenî Kanunumuzca himaye görür (MK. 25).
LAKIT (laklt) (Es. H.) İnfakden âciz bulunmak veya töhmet altında kalmak gibi bir sebeple ehli tarafından öteye beriye bırakılan çocuk demektir, müennesi lakitadır. Eğer bırakılan çocuğun helakini mucip olacak ise onu oradan kaldırmak -gören kimseye vacip olur. Bu gibi bulunmuş çocukların nüfusa kayıtlarına dair 14 ağustos 1330 tarihli Nüfus Kanununda (20, 21) hükümler vardır.
LAYENAZİLLIK [aim. UnabsetzbarkeîU —fr. ina-movibilite. — ing. irremovability (from office].
Yargıçların bağımsızlıklarını sağlamak için kendilerine tanınmış bir imtiyaz olup bunların idari mülâhazalarla vazifelerinden alınmamalarını tazammun eder (Anayasa 56; Hâkimler K. 79-82, 86, 91,92).
LÂYİHA l — bk. Kanun lâyihası.
2 — (HMU) [alın. Schriftsatz. — fr. memoire. — ing. written statement.] Dâvada tarafların iddia ve müdafaalarını teşrih ve dermeyan etmek üzere mahkemeye veya tahkikat yargıcına verdikleri yazılı beyanlarıdır.
Davacı tarafından dâvanın başında verilen lâyihaya «dâva arzuhali», dâva edilen tarafından buna karşı verilen lâyihaya «cevap lâyihası» ; Yargıtaya verilen ve hükmün temyizini tazammun eden lâyihaya «Temyiz lâyihası» denilmektedir. Asliye mahkemeleriyle yargıtay ve idarî kaza mercilerine lâyiha tevdii ve hasma tebliği mecburidir.
LÂYİKLİK [aim. Trennung von Staat und Kir-che, Laizismus. — fr. laicite. — ing. secularism].
Devlet idaresinde ilim ve fen icaplarının ve münhasıran dünya ihtiyaçlarının göz önünde tutulmasına ve dinin ancak vicdaiıa taallûk edip dünya ve siyaset işle rinde müdahalesi doğru olamıyacağıua ve bu kanaatle tesis edilen bir idarenin hakiki terakkiyi temin edeceğine inanıştır ki, Cumhuriyet Halk Partisinin ana vasıflarından beşinci maddeyi teşkil etmekte iken 5 Şubat 1937 tarihinden itibaren Anayasaya alınmıştır (C. H. P. Programı 5 ; Anayasa 2 ).
LÂZIM-ÜL-İCRA HÜKÜM VE KARAR bk. Ka-ziye-i muhkeme.
LEVHA 1 — Avukatlar levhası [aim. Rechtsan-waltsliste. — fr. tableau d'un barreau. — ing. Law List]: bir Baro mıntakası içinde bütün avukatların adlarını ve bürolarını muhtevi olmak üzere baro idare meclisi tarafından her adlî yıl başlangıcında tanzim edilen defterdir (Avukatlık K. 51 vd.).
2 — Sokak levhası [aim. Strassenschild. — fr. plaque de rue. — ing. name-plat]•' sokak veya meydanın ismini muhtevi ve belediye tarafından sokak veya meydanın münasip yerine asılan yazıdır.
3 — Ticarethane levhası [aim. Ladenschild, Aus-hângeschild. — fr, enseigne. —/ : ticari müessesenin iştigal mevzuunu ve ticaret unvanını muhtevi olmak üzere methaline asılan yazıdır (TK. 42).
LEVSÜL'KATL Üavşul-katl) (&»• H.) Birisini katletmekle ınüttehem olan şahısta katlin nişanesi yahut maktul ile aralarında zahir bir adavet bulunması gibi alâmet ve karinelerden ibarettir. Bu hale, beyyine i zaîfe denir.
LEX FORI bk. Mahkemenin kanunu.
LlAN (li'ân) (Es.H.) Lügatte, lânetleşmek demektir. İstılahta, zina isnat veya çocuğunu inkâr ederek karısına kazfeden kimse ile karısının hâkim huzurunda usulüne uygun olarak dörder defa şahadet ettikten sonra nefis-.lerine lanet ve yalan şahadetleri takdirinde Allanın g-azabını üstlerine davet etmeleridir.
LİBERALİZM [aim. Liberalismus. — fr. libera-lisme. — ing. liberalism].
Siyasi hürriyetlerde ve iktisadi meselelerde genişlik ve serbestlik ifade eden doktrinlerin hepsine birden verilen addır.
Evvelleri liberalizmin mânası pek kati idi ve terakkiyi hürriyetten bekleyip kıratlıkla kilisenin mutlak hâkimiyetine karşı gelenlere liberal denirdi. Bu günkü mânasında liberalizm ruhban aleyhtarı radikalizm ile devlet sosyalizmine ve komünizme muhalif olan mesleği ifade eder.
LİMAN [aim. Hafen. — fr. port. — ing. port. — lât. portus, refugium].
1 — Suların kara içine tabii veya suni olarak girmesi sayesinde gemilerin barındığı ve yük alıp boşalttığı yerlerdir.
Harb limanı [aim. Kriegshafen. — fr. port mili-taire. — ing. naval port or station]: harb gemilerinin muhtaç oldukları malzeme, tesisat ve müdafaaları ihtiva eden limandır.
Serbest liman [aim. Freihafen. — fr. port franc. — lnS- free-port]: ticaret mallarının gümrüğe tabi olmaksızın serbestçe depo ve transit edilebileceği limandır.
Türkiyede limanlar 618 No. Kanuna müsteniden başlıca limanlarımız için neşrolunan liman talimatname-leriyle tanzim edilmiştir. Meselâ : 1926 ve 1931 tarihli İstanbul Liman Talimatnamesi.
2 — bk. Bağlama limanı.
LİMİTED ŞİRKET [aim. Gesellschaft mit 6e-schrankter Haftung (G. m. b. H. ).— fr. societe â res-ponsabilite limitee. — ing. limited (liability) company].
LİMÎTED ŞİRKET — LOTUS MESELESİ
211
Verdikleri muayyen miktarda sermaye hissesinden fazla mesul olmamak şartiyle iki ilâ elli kişi arasında bir unvan altında ve Ticaret Bakanlığının müsaadesiyle kurulan ve sermayesi aksiyonlara taksim edilmemiş bulunan ticari şirketlere denir.
Bu nevi şirketlere « mahdut mesuliyetli şirket ) dahi denir.
Limited şirketler, sigortacılıktan başka her türlü ticari muameleler ile iştigal edebilir (TK. 121, 503 vd.).
LİSANS [aim. Erlaubnis, Erlaubnisschein, Lizehz,
— fr. licence. — ing. licence ].
Umumi mânada: her hangi bir işin veya ticari muamelenin icrası için devlet makamları tarafından verilen müsaadedir.
Hususi mânada : bir memleketten ihraç edilecek veya bü memlekete ithal olunacak malların çıkması veya girmesi için alâkalı makamlara verilen istisnaî müsaadedir (Gümrük K. Muaddel 16 ).
LOKAVT [aim. Aussperrung (von Aıbeitern). — fr. lock-out.— ing. lock-out].
İş verenlerin, işleri durdurmak için fabrikaları ve ticarethaneleri aynı zamanda kapamak hususunda işçilere karşı aralarında yaptıkları anlaşmadır ki, bizde yasaktır. Bunun zıddı grevdir ( İş. K. 72 vd. ).
LOMBART MUAMELESİ [aim. Lombardgeschaft.
— fr. pret ou avance sur gages ( lombard) . — ing. lombard - business].
Menkul kıymetler veya ticari emtia terhini mukabilinde temin olunan kısa vadeli bir nevi banka kredi 9İdir.
LONCA bk. Esnaf cemiyetleri.
LONDRA BEYANNAMESİ [aim. Londoner See-rechtsdeklaration. — fr. declaration de Londres. — ing. Declaration of London],
Deniz harbi hukukuna taallûk eden meseleler arasında denizde müsadere hukukuna ait olan esaslar ve kaideler deniz kuvvetlerine sahip olan devletlerden bazılarını alâkadar ederek bu husus için 1908 senesinde Londrada bir konferans akdi kararlaştırılmıştır. Bu konferansta tespit olunan esaslar 26 Şubat 1909 tarihli Londra beyannamesiyle âkit devletlerin murahhasları tarafından kabul edilmiş ise de, beyanname hiçbir devlet tarafından tasdik edilmemiş ve binaenaleyh devletlerarası hukuku bakımından bir mukavelename mahiyetini almamıştır. Bununla beraber bu beyannamenin ihtiva ettiği hükümler devletlerarası hukukunun umumi esaslarına tam bir mutabakat arzetmesi noktasından hukuki bakımdan ehemmiyeti haiz olduğu gibi denizlerde müsadereye ait örf ve âdet hukukunun da ehemmiyetli bir vesikasını teşkil eder. Bu örf ve âdet hukuku bazı devletler tarafından dahilî kanunlariyle kabul ve tasdik edilmiştir (Denizde Zabt ve Müsadere Kanunu).
1930 tarihli Londra beyannamesi şu hükümleri ihtiva eder : 1 — Harb zamanında abluka, 2 — Harb kaçağı, 3 — Bitaraflığa uymıyan himaye ve yardım, 4 — Bitaraf gemilerin ve malların tahribi, 5 — Bayrak değiştirme, 6 — Düşmanlık sıfatı, 7 — Refakat, 8 - Mukavemet, 9 — Tazminat.
LOTUS MESELESİ [aim. Lotusfall. — fr. affaire du Lotus. — ing. Lotus case],
2 Ağustos 1926 tarihinde gece yarısına doğru İstanbul'a giden Fransız ticaret gemisi «Lotus» ile kömür nakliye vapuru Türk sancağını taşıyan «Bozkurt» arasında Midilli adasında Sığrı burnunun 5-6 mil açığında bir çatışma olmuştur. Bu çatışma neticesinde ikiye bö. lünen «Bozkurtv batmış ve içinde bulunanlardan sekiz Türk boğulmuştu. «Lotus» kazaya uğrayanlardan on kişiyi kurtardıktan sonra yoluna devam etmiş ve 3 Ağustosta İstanbul'a varmıştı.
Çatışma esnasında «Lotus» de nöbetçi zabiti olarak Fransız tabaasından «Demons» ve «Bozkurt» ta da geminin kaptanı olup kurtarılanlar arasında bulunan «Hasan» manevraları idare ediyorlardı.
Bu iki kaptan, dikkatsizlikle ölüme sebebiyetten zanlı olarak, tevkif edilmişti.
Dâvanın rüyetine 28 Ağustos tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde başl nmıştı. Demons . Türk mahkemesinin salâhiyetsizliğini iddia etmiş ise de mahkeme bu iddiayı reddetmişti. 11 Eylülde ikinci celsede «Demons» un kefaletle salıverilmesini istemesi üzerine altı bin Türk lirası kefaletle 13 Eylülde tahliye edilmişti. 15 Eylülde mahkeme « Demons » u 80 gün hapse ve 22 lira para cezasına «Hasan» ı da biraz daha fazla bir cezaya mahkûm etmişti.
«Demons» aleyhine Türk adliyesinin bu hareketi Fransa hükümeti tarafından diplomasi yolu ile protesto edilmiş ve «Demons» un tahliyesi ve Türk mahkemesinin salâhiyetsizliği iddiasiy.e Fransız mahkemesi lehine meseleden el çekmesi istenilmişti.
Bu teşebbüsler üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 2 Eylül 1926 da bu «kaza ihtilâfı» nin Lahey Milletlerarası Daimî Adalet Divanına havalesine mümanaat etmiyeeeğini beyan etmişti. Fransız hükümeti de buna muvafakat etmekle Cenevrede bir tahkimname imza edilerek ihtilâf Adalet Divanına havale olunmuştu. Tahkimname şu iki meseleyi ihtiva ediyordu :
1 — Türkiye, 2 Ağustos 1926 da açık denizde Fransız gemisi «Lotus» ile Türk gemisi «Bozkurt» arasında husule gelmiş olan çatışma dolayısiyle Fransız gemisinin İstanbul'a gelmesinde Türk gemni kaptanı ile birlikte, çatışma esnasında «Lotus» te nöbetçi zabiti olan «Demons» aleyhine Türk tabaasından sekiz taife ve yolcunun ölümü ile neticelenen «Bozkurt» un ziyaı sebebiyle Türk kanunlarına tevfikan murtabıt suç takibatı icra etmekle ikamet ve adlî salâhiyete mütaallik 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan mukavelenamesinin 15 inci maddesine muhalif olarak Milletlerarası hukuku esaslarında mugayir hareket etmiş midir? Ve etmiş ise bu hareketi hangi esaslara mugayirdir ?
2 — Müspet cevap takdirinde, mümasil meselelerde Milletlerarası hukuk esaslarına göre nakdi bir tazmin tahassül ettiği halde, «Demons» lehine ne gibi bir tazmin mükellefiyeti vardır ?
Murafaa yoliyle muhakeme icra eden ve on iki azadan mürekkep olan Divan reylerde müsavat hasıl olmtsına binaen Reisin bulunduğu tarafın tercihi suretiyle aşağıdaki kararı vermiştir:
2 Ağustos 1926 tarihinde açık denizde Fransız gemisi « Lotus » ile Türk gemisi « Bozkurt » arasında husule gelmiş olan çarpışma neticesinde sekiz Türk
212 LOTUS MESELESİ — MABEYİN SENEDİ
tabaasının ölümüne sebep olan «Bozkurt» un ziyaı dolayısiyle ve Fransız gemisinin İstanbul'a varmasında çatışma esnasında «Lotus» de nöbetçi kaptan bulunan kaptan mülâzimi «Demons» aleyhine Türk kanununa tevfikan, Türkiye cezai takibat icra etmekle ikamet ve adlî salâhiyete mütedair 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan mukavelenamesinin 15 inci maddesine mugayir olarak Milletlerarası hukuk esaslarına muhalif hareket etmemiştir.
Bu suretle, Lotus meselesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin tezinin kabulü ile neticelenmiştir.
LOZAN SULH MUAHEDESİ [aim. Laasanner Friedensvertrag,— fr. traite de Lauıanne.— ing. Treaty of Peace, signed at Lausanne].
«İstiklâl mücadeleleri» namını alan savaşların Türk milletinin kat'i surette zaferi ile neticelenmesi' üzerine bir tarafta 1914-1918 Cihan Harbine giren müttefik ve müşarik devletlerle Karadehizde veya kapitülâsyonlarla alâkası olan devletler ve diğer tarafta Türkiye olmak üzere İsviçrenin Lozan şehrinde aktedilen 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan sulh muahedenamesiyle her bakımdan tam istiklâli teslim olunmuş, millî hudutları tâyin edilmiş, kapitülâsyonların tamamen ilgası bütün devletlerce kabul olunmuş ve bunun neticesi olarak âkit Devletlerin Türkiye toprağındaki tabaasının şahsı ve malları itibariyle devletler umumi hukukuna tevfikan muamele göreceklerine dair hükümler konulmuştur. Lozan muahedesi mucibince ecnebi devletler tabaasının Türkiyede devletler umumi hukuku dahilinde muamele görmeleri için Türklerin de aynı devletlerin memleket-
lerinde bu suretle muamele görmeleri şarttır. Vaktiyle fiilen Osmanlı devletinden ayrılmış olan Mısır, Kıbrıs ve on iki ada üzerindeki fiilî vaziyetleri Türkiye tasdik ve teyidetmiş, İmroz ve Bozca ada için Türkiye hâkimiyeti altında mahılli bir idare kurulması kabul edilmiştir (304 No. K. ).
LÜKATA 1 — (lûkata) (Es.H.) Yolda ve sair mahalde bulunup hakikaten veya hükmen maliki bilin, miyen ve mubah dahi olmiyan maldır.
2 — bk. İktisap ve yolları.
LÜLE Sekiz masura su miktarını ifade eden ölçüdür.
LÜZUM Üuzüm) (Es. H.) Hukukî tasarrufun tarafların rızası olmaksızın ref'i mümkün olmaması halidir. Meselâ, hıyardan âri bey-i nafizde taraflardan hiç birisi diğerinin rızası olmaksızın bey'den dönemez.
LÜZUMLU GEÇİT bk. Mürur hakkı.
LÜZUM-U MUHAKEME Eski Usulü Muhakematı Cezaiye Kanununa göre ceza işlerinde, yapılan tahkikat neticesinde işin mahkemeye tevdii lüzumunu ifade eden kararlardır.
Fiil kabahat veya cünha nevinden olursa müstan-tik tarafından «lüzurh-u muhakeme kararı» denilen bir kararla ve eğer cinayet ise «heyet-i ittihamiye» ce verilmiş bir «lüzum-u muhakeme mazbatası» ile salahiyetli mahkemeye tevdi olunurdu (Usulü Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu 124 vd. ).
LÜZUMU VAKF (1 .züm-i vakf) Vakfın rücuu kabil olmıyacak surette kat'i bir hale gelmesidir.
M
MAARİF VEKÂLETİ (Millî Eğitim Bakanlığı ) falm. Unterrichtsministerium. —• fr. ministere de l'ins-truction publique. — ing. Ministry of Public Instruction (Board of Education].
İlk defa « Mekâtib-i Rüştiye Nezareti» adiyle kurulmuştur (1254-1838). Bundan önce bu iş Babı Meşihata bağlı «Ders yekâleti» tarafından yürütülmekte idi. Sonraları Mekâtibi Umumiye Nezareti teessüs etmiştir.
Cumhuriyetten sonra birçok kanunlarla Bakanlığın adı sırasiyle : Maarif Vekâleti, Maarif Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı olmuştur. 3 nisan 1927 günü ve 789 sayılı kanun Maarif teşkilâtına dairdir ve okullardan bahseder. 22 nisan 1933 tarihli ve 2287 sayılı Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı Vazifeleri hakkındaki kanun hükümlerine göre Bakanlığın Merkez Teşkilâtı:
Müsteşar, Meslekî ve Teknik öğretim Müsteşarı, Teftiş Heyeti Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu, Yüksek öğretim Umum Müdürlüğü, Orta öğretim Umum Müdürlüğü, İlk öğretim Umum Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğü, Eski Eserler ve Müzeler U. Müdürlüğü, Neşriyat Müdürlüğü, Kitaplıklar Müdürlüğü, Okul Müzesi Müdürlüğü, özel Okullar Müdürlüğü, Zat İşleri Müdürlüğü, Levazım Müdürlüğü, özel Kalem Müdürlüğü, Beden Terbiyesi ve İzciler Müdürlüğü, Kız Teknik öğretim Müdürlüğü, Erkek Teknik Öğretim Müdürlüğü, Ticaret öğretim Müdürlüğü, Yapı İşleri Müdürlüğü, Teknik Büro Müdürlüklerinden ibarettir.
Bakanlığın katma bütçe ile idare olunan bir de Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü vardır.
MAAŞ (Aylık) [aim. Gehalt. — fr. traitement- — ing salary].
Devletin aslî hizmetlerinde çalışan ve devlet sicilinde mukayyet olmakla beraber Memurin Kanununun bahşettiği haklardan istifade eden ve Devlet bütçesinden tekaüt maaşı almak hakkını haiz bulunan memurlara verilen aylık paradır.
MAAŞLARIN TEVHİD VE TEADÜLÜ Devlet memurları maaşlarının tevhit ve teadülü hakkındaki 3656 sayılı kanun tatbikatta «Barem Kanunu» adını almıştır. Bü kanun ile memurlar belirli derecelere tefrik ve her derecedeki maaşın aslı ve tutarı ayrı ayrı tayin edilmiştir.
Tahsiline göre her memurun alacağı derece ile yukarı dereceye geçmek ve ihtisas mevkilerine alınmak şartları, Devlet memuriyetine girmek için imtihan veya müsabaka yapılması ve odacı, kolcu, bekçi, evrak mü-vezzii, gemi mürettebatı, ücretli ve aidatlı tahsildar, daktilo, steno gibi müteferrik müstahdemlerin, Barem esaslarına tabi olmadığı, mülhak bütçeli idarelerle, hususi idare ve belediyelerin de Barem hükümlerinden hariç olduğu ve saire zikredilen kanunda izah edilmiştir.
MABEYİN SENEDİ Gayrı menkulün tasarru. funa taallûk etmek üzere mahsus memuru huzurun-
212 LOTUS MESELESİ — MABEYİN SENEDİ
tabaasının ölümüne sebep olan «Bozkurt» un ziyaı dolayısiyle ve Fransız gemisinin İstanbul'a varmasında çatışma esnasında «Lotus» de nöbetçi kaptan bulunan kaptan mülâzimi «Demons» aleyhine Türk kanununa tevfikan, Türkiye cezai takibat icra etmekle ikamet ve adlî salâhiyete mütedair 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan mukavelenamesinin 15 inci maddesine mugayir olarak Milletlerarası hukuk esaslarına muhalif hareket etmemiştir.
Bu suretle, Lotus meselesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin tezinin kabulü ile neticelenmiştir.
LOZAN SULH MUAHEDESİ [aim. Laasanner Friedensvertrag,— fr.'iraite de Lauıanne.— ing. Treaty of Peace, signed at Lausanne].
«İstiklâl mücadeleleri» namını alan savaşların Türk milletinin kat'i surette zaferi ile neticelenmesi' üzerine bir tarafta 1914-1918 Cihan Harbine giren müttefik ve müşarik devletlerle Karadehizde veya kapitülâsyonlarla alâkası olan devletler ve diğer tarafta Türkiye olmak üzere İsviçrenin Lozan şehrinde aktedilen 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan sulh muahedenamesiyle her bakımdan tam istiklâli teslim olunmuş, millî hudutları tâyin edilmiş, kapitülâsyonların tamamen ilgası bütün devletlerce kabul olunmuş ve bunun neticesi olarak âkit Devletlerin Türkiye toprağındaki tabaasının şahsı ve malları itibariyle devletler umumi hukukuna tevfikan muamele göreceklerine dair hükümler konulmuştur. Lozan muahedesi mucibince ecnebi devletler tabaasının Türkiyede devletler umumi hukuku dahilinde muamele görmeleri için Türklerin de aynı devletlerin memleket-
lerinde bu suretle muamele görmeleri şarttır. Vaktiyle fiilen Osmanlı devletinden ayrılmış olan Mısır, Kıbrıs ve on iki ada üzerindeki fiilî vaziyetleri Türkiye tasdik ve teyidetmiş, İmroz ve Bozca ada için Türkiye hâkimiyeti altında mahılli bir idare kurulması kabul edilmiştir (304 No. K. ).
LÜKATA 1 — (lukata) (Es.H.) Yolda ve sair mahalde bulunup hakikaten veya hükmen maliki bilin, miyen ve mubah dahi olmıyan maldır.
2 — bk. İktisap ve yolları.
LÜLE Sekiz masura su miktarını ifade eden ölçüdür.
LÜZUM (luzüm) (Es. H.) Hukukî tasarrufun tarafların rızası olmaksızın ref'i mümkün olmaması halidir. Meselâ, hıyardan âri bey-i nafizde taraflardan hiç birisi diğerinin rızası olmaksızın bey'den dönemez.
LÜZUMLU GEÇİT bk. Mürur hakkı.
LÜZUM U MUHAKEME Eski Usulü Muhakematı Cezaiye Kanununa göre ceza işlerinde, yapılan tahkikat neticesinde işin mahkemeye tevdii lüzumunu ifade eden kararlardır.
Fiil kabahat veya cünha nevinden olursa müstan-tik tarafından «lüzurh-u muhakeme kararı» denilen bir kararla ve eğer cinayet ise «heyet-i ittihamiye» ce verilmiş bir «lüzum-u muhakeme mazbatası» ile salahiyetli mahkemeye tevdi olunurdu (Usulü Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu 124 vd. ).
LÜZUMU VAKF (1 .züm-i vakf) Vakfın rücuu kabil olmıyacak surette kat'i bir hale gelmesidir.
M
MAARİF VEKÂLETİ (Millî Eğitim Bakanlığı ) [aim. Unterrichtsministerium. —• fr. ministere de l'ins-truction publique. — ing. Ministry of Public Instruction (Board of Education].
İlk defa « Mekâtib-i Rüştiye Nezareti» adiyle kurulmuştur (1254-1838). Bundan önce bu iş Babı Meşihata bağlı «Ders yekâleti» tarafından yürütülmekte idi. Sonraları Mekâtibi Umumiye Nezareti teessüs etmiştir.
Cumhuriyetten sonra birçok kanunlarla Bakanlığın adı sırasiyle : Maarif Vekâleti, Maarif Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı olmuştur. 3 nisan 1927 günü ve 789 sayılı kanun Maarif teşkilâtına dairdir ve okullardan bahseder. 22 nisan 1933 tarihli ve 2287 sayılı Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı Vazifeleri hakkındaki kanun hükümlerine göre Bakanlığın Merkez Teşkilâtı:
Müsteşar, Meslekî ve Teknik öğretim Müsteşarı, Teftiş Heyeti Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulu, Yüksek öğretim Umum Müdürlüğü, Orta öğretim Umum Müdürlüğü, İlk öğretim Umum Müdürlüğü, Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğü, Eski Eserler ve Müzeler U. Müdürlüğü, Neşriyat Müdürlüğü, Kitaplıklar Müdürlüğü, Okul Müzesi Müdürlüğü, özel Okullar Müdürlüğü, Zat İşleri Müdürlüğü, Levazım Müdürlüğü, özel Kalem Müdürlüğü, Beden Terbiyesi ve İzciler Müdürlüğü, Kız Teknik öğretim Müdürlüğü, Erkek Teknik Öğretim Müdürlüğü, Ticaret öğretim Müdürlüğü, Yapı İşleri Müdürlüğü, Teknik Büro Müdürlüklerinden ibarettir.
Bakanlığın katma bütçe ile idare olunan bir de Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü vardır.
MAAŞ (Aylık) [aim. Gehalt. — fr. traitement. — ing salary].
Devletin aslî hizmetlerinde çalışan ve devlet sicilinde mukayyet olmakla beraber Memurin Kanununun bahşettiği haklardan istifade eden ve Devlet bütçesinden tekaüt maaşı almak hakkını haiz bulunan memurlara verilen aylık paradır.
MAAŞLARIN TEVHİD VE TEADÜLÜ Devlet memurları maaşlarının tevhit ve teadülü hakkındaki 3656 sayılı kanun tatbikatta «Barem Kanunu» adını almıştır. Bü kanun ile memurlar belirli derecelere tefrik ve her derecedeki maaşın aslı ve tutarı ayrı ayrı tayin edilmiştir.
Tahsiline göre her memurun alacağı derece ile yukarı dereceye geçmek ve ihtisas mevkilerine alınmak şartları, Devlet memuriyetine girmek için imtihan veya müsabaka yapılması ve odacı, kolcu, bekçi, evrak mü-vezzii, gemi mürettebatı, ücretli ve aidatlı tahsildar, daktilo, steno gibi müteferrik müstahdemlerin, Barem esaslarına tabi olmadığı, mülhak bütçeli idarelerle, hususi idare ve belediyelerin de Barem hükümlerinden hariç olduğu ve saire zikredilen kanunda izah edilmiştir.
MABEYİN SENEDİ Gayrı menkulün tasarru. funa taallûk etmek üzere mahsus memuru huzurun-
MABEYİN SENEDİ — MAHBUS
213
da yapılmıyarak akitler arasında tanzim edilen senet ki, 1317 (1901) senesinden sonra bu kabil senetlere müsteniden hak iddiası usulü kaldırılmıştır.
MADALYA bk. İstiklâl madalyası.
MADDE [aim. Artikel, Paragraph. — fr. article. — ing. article. — lât. caputf.
Kanunların, nizamnamelerin ve talimatnamelerin sıralanan ayrı ayrı hükümlerini göstermek için kullanılan bir bölüm işaretidir.
Maddeler; fıkra, cümle veya bentlerden mürekkep, tir. Bir maddenin satırbaşı olarak başliyan kısımlarına *fıkra» [aim. Absatz. — fr. paragraph.— ing. paragraph] ve bu kısımların nokta ile ayrılan parçalarına «cümle» [aim. Satz. — fr. phrase. — ing. phrase] denir. Bir fıkrada harf ve rakam ile ayrılmış kısımlara da «bent» [aim. Absatz, Ziffer.— fr. alinea. — ing. sub-paragraph] denir. Meselâ, Medenî Kanunumuzun birinci maddesi iki fıkralı ve birinci fıkrası iki cümleli, sekizinci mad. desi yalnız bir fıkralı ve iki cümleli ve iki yüz on altıncı maddesi üç fıkralı ve birinci fıkrası beş bentlidir.
Eski kanunlarımızın bazılarında ve kanun mânasına kullanılan eski nizamnamelerimizde madde yerine bent ve daha eski kanunnamelerimizde «kanun » tâbirleri kullanılmıştır. Yeni kanunlarda fıkraların rakamlarlı ve bentlerin harflerle gösterilmesine başlanmıştır.
MADDÎ EDA [aim. sachliche Leistung, Sachlei. stung. — fr. prestation materielle].
Şahsî olmıyan eda demektir. Mamelekten yapılan bütün edalar bu kabildendir Bu mahiyeti haiz edaların üçüncü bir şahıs tarafından yerine getirilmesinden alacaklı bir zarar görmez. Bu itibarla üçüncü şahsın edasını kabul etmemiye alacaklının hakkı yoktur (BK. 67).
Şümul bakımından maddi eda, borçlunun kabiliyetiyle, yani malî kudretiyle, tahdit edilemez. Borçlu iflâs etmiş olmadıkça herhangi bir dâvada tediye kabiliyeti bahis mevzuu olmaz. Bu kaidenin iki mühim istisnası vardır: birisi nafaka mükellefiyeti (MK. 315), diğeri zarar ve ziyan dâvası (BK. 44 f. 2) dır.
MADDÎ HATA [aim. Tatsachenirrtum — fr. erreur de fait. — ing. error of fact. — lât. error in factis].
Maddî veya hukuki bir hâdisenin olup olmadığında veya şart ve vasıflarında yanılmadır.
Hukuki hataya karşılık olarak kullanılır.
Hükümlerde, maddî hata Yargıtayca hükmün nakzını muciptir. Bazı kayıtlar ve şartlar altında muhakemenin iadesine sebep olur (HMUK. 428, 445) [ bk. Adlî hata; hukukî hata.
MADDÎ MESELE (Mesele-i maddiye) [aim. Tat. frage. — fr. point de fait. — lât. quaestio facti *].
Bir dâvada iddianın mevzuunu teşkil eden gerek maddî, gerek hukukî hadiselerdir. «Hukukî meseleler» karşılığı olarak kullanılır. Mahkemenin nihai kararında, tetkik ve müzakere olunan maddi meselelerin gösterilmesi lâzımdır. Yargıcın maddi meselenin takdirinde hata etmesi bozma sebebi teşkil eder (HMUK. 213, 388, 428).
MADDİ OLAN VE OLMIYAN MALLAR bk. Mal.
MADDİ ZARAR bk. Tazminat.
MADEN HUKUKU [aim. Bergrecht. — fr. legislation sur les mines. — ing. legislation in relation to mines, minerales and quarries].
Madenlerin ve taşocaklarının mülkiyetine, zilyetliğine, bunların keşif ve açılmasiyle işletilmesine mütaallik kanun ve nizamname hükümlerine ve bunların istinat ettiği esaslara taallûk eden hukuk sahasına denir.
MADEN (nıa'dan) (doğrusu ma'din) (Es. H.) Lügatte, ikamet mânasına olan «adn» dan gelir. Esasen, bir şeyin istikrar üzere duracağı mahal demektir. Cem'i «Maâdin» dir.
Istılahta, yaratıldığı gündenberi yer altında müstakar bulunan bir kısım ecza ve ecsamdan ibarettir ki, başlıca üç kısma ayrılır:
1 — İzabesi, yani ateş ile eritilmesi kabil olan madendir. Altun, gümüş, demir, bakır, kalay, cıva gibi. Bunlar arazi-i öşriye veya haraciyede zuhur ederse beşte biri beyt-ül-male, mütebakisi arazi sahibine ait olur.
2 — İzabeye kabiliyeti olmıyan maden: kireç, alçı, yakut, zümrüt gibi. Bunlar tamamiyle arazi sahibine aittir.
3 — Mayi bir halde bulunan madendir: su, tuz, zift, neft gibi. Bunların da tamamı arazi sahibine aittir.
MADERŞAHÎLİK [aim. Mutterrecht, Matriarchat. — fr. matriarchat. — ing. matriarchy]. Ailede ana hâkimiyeti sistemi. MADUT bk. Adedî.
MÂ'FİL-YED (ma-fVl-yad) (Es.H.) Münasahadaki İlk meselelerde varislerden her birine isabet eden ve o murisin veresesine taksimi lâzım gelen miktardır ki, mâ'fil-yed diye gösterilir.
MAGBUN (magbün) (Es. H.) Muamelede aldan-' mış adama denir. bk. Zalim.
MAĞDUR [aim. Verletzter. — fr. partie lesee, victime. — ing. injured party].
Suçtan veya haksız fiilden zarara uğrayan kimse.
MAGSUB (nıagşüb) (Es. H.) Gasbolunan mal demektir.
MAGSIBUN MİNH (ıııagşübun nıinh) (Es. H.) Gasbolunan malın sahibi demektir.
MAĞRUR (magrür) (Es. H.) Aldatılmış olan şahıs demektir.
MAHAKİM-1 NİZAMİYE (Nizamiye mahkemeleri) bk Adliye mahkemeleri.
MAHALLE MUHTARI bk. Muhtar.
MAHALI.-l AKI) K4NUNU bk. Akıt yeri kanunu.
MAHALL-İ BEY (ıııaball-i bay') Satılan şeyden ibarettir.
MAIULL-İ SADAKA (mahall-i sadaka) (Es. H.) Sevap için bağışlanan malı şer'an almıya ehil olan kimsedir.
MAHALLİ VAKF Mevkuf lâfzının müradifidir.
MAHALLÎ İDARE [aim. Lokalverwaltung. — fr. administration locale. — ing. local government].
Bir bölgeyi ilgilendiren yahut o bölge dahilinde yapılması lâzım gelen bir kısım kamu hizmetlerini görmek üzere o yer halkı tarafından ve kendi aralarında ihdas edilen uzuvlar ve bunlara bağlı teşkilâttan ibaret idaredir.
MAHBUS [aim. Strüfling. — fr. prisonnier. — ing. prisoner. — lât. noxius ad opus damnatus].
Ceza evinde, mahkûm olduğu cezayı çeken kimse.
MABEYİN SENEDİ — MAHBUS
213
da yapılmıyarak akitler arasında tanzim edilen senet I ki, 1317 (1901) senesinden sonra bu kabil senetlere müsteniden hak iddiası usulü kaldırılmıştır. MADALYA bk. İstiklâl madalyası.
MADDE [aim. Artikel, Paragraph. — fr. article. — ing. article. — lât. caput].
Kanunların, nizamnamelerin ve talimatnamelerin sıralanan ayrı ayrı hükümlerini göstermek için kullanılan bir bölüm işaretidir.
Maddeler; fıkra, cümle veya bentlerden mürekkeptir. Bir maddenin satırbaşı olarak başlıyan kısımlarına «fıkra» [aim. Absatz. — fr. paragraph.— ing. paragraph] ve bu kısımların nokta ile ayrılan parçalarına «cümle» [aim. Satz. — fr. phrase. — ing. phrasef denir. Bir fıkrada harf ve rakam ile ayrılmış kısımlara da «bent» [aim. Absatz, Ziffer.— fr. alinea. — ing. sub-paragraph] denir. Meselâ, Medenî Kanunumuzun birinci maddesi iki fıkralı ve birinci fıkrası iki cümleli, sekizinci maddesi yalnız bir fıkralı ve iki cümleli ve iki yüz on altıncı maddesi üç fıkralı ve birinci fıkrası beş bentlidir.
Eskî kanunlarımızın bazılarında ve kanun mânasına kullanılan eski nizamnamelerimizde madde yerine bent ve daha eski kanunnamelerimizde «kanun » tâbirleri kullanılmıştır. Yeni kanunlarda fıkraların rakamlarlt ve bentlerin harflerle gösterilmesine başlanmıştır.
MADDÎ EDA [aim. sachliche Leistung, Sachlei. stung. — fr. prestation materielle].
Şahsî olmıyan eda demektir. Mamelekten yapılan bütün edalar bu kabildendir Bu mahiyeti haiz edaların üçüncü bir şahıs tarafından yerine getirilmesinden alacaklı bir zarar görmez. Bu itibarla üçüncü şahsın edasını kabul etmemiye alacaklının hakkı yoktur (BK. 67).
Şümul bakımından maddi eda, borçlunun kabiliyetiyle, yani malî kudretiyle, tahdit edilemez. Borçlu iflâs etmiş olmadıkça herhangi bir dâvada tediye kabiliyeti bahis mevzuu olmaz. Bu kaidenin iki mühim istisnası vardır: birisi nafaka mükellefiyeti (MK. 315), diğeri zarar ve ziyan dâvası (BK. 44 f. 2) dır.
MADDÎ HATA [aim. Tatsachenirrtum.— fr erreur de fait. — ing. error of fact. — lât. error in factis].
Maddî veya hukuki bir hâdisenin olup olmadığında veya şart ve vasıflarında yanılmadır.
Hukuki hataya karşılık olarak kullanılır.
Hükümlerde, maddî hata Yargıtayca hükmün nakzını muciptir. Bazı kayıtlar ve şartlar altında muhakemenin iadesine sebep olur (HMUK. 428, 445) bk. Adlî hata; hukukî hata.
MADDÎ MESELE (Mesele-i maddiye) [aim. Tat-frage. —• fr. point de fait. — lât. quaestio facti */.
Bir dâvada iddianın mevzuunu teşkil eden gerek maddî, gerek hukukî hadiselerdir. «Hukukî meseleler» karşılığı olarak kullanılır. Mahkemenin nihai kararında, tetkik ve müzakere olunan maddi meselelerin gösterilmesi lâzımdır. Yargıcın maddi meselenin takdirinde hata etmesi bozma sebebi teşkil eder (HMUK. 213, 388, 428\
MADDÎ OLAN VE OLMIYAN MALLAR bk. Mal.
MADDÎ ZARAR bk. Tazminat.
MADEN HUKUKU [aim. Bergrecht. — fr. legis-lation sur les mines. — ing. legislation in relation to mines, minerales and quarries].
Madenlerin ve taşocaklarının mülkiyetine, zilyetliğine, bunların keşif ve açılmasiyle işletilmesine mütaallik kanun ve nizamname hükümlerine ve bunların istinat ettiği esaslara taallûk eden hukuk sahasına denir.
MADEN (ma'dan) (doğrusu ma'din) (Es. H.) Lügatte, ikamet mânasına olan «adn» dan gelir. Esasen, bir şeyin istikrar üzere duracağı mahal demektir. Cem'i «Maâdin» dir.
Istılahta, yaratıldığı gündenberi yer altında müstakar bulunan bir kısım ecza ve ecsamdan ibarettir ki, başlıca üç kısma ayrılır :
1 — İzabesi, yani ateş ile eritilmesi kabil olan madendir. Altun, gümüş, demir, bakır, kalay, cıva gibi. Bunlar arazi-i öşriye veya haraciyede zuhur ederse beşte biri beyt-ül-male, mütebakisi arazi sahibine ait olur.
2 — İzabeye kabiliyeti olmıyan maden: kireç, alçı, yakut, zümrüt gibi. Bunlar tamamiyle arazi sahibine aittir.
3 — Mayi bir halde bulunan madendir: su, tuz, zift, neft gibi. Bunların da tamamı arazi sahibine aittir.
MADERŞAHÎLİK [aim, Mutterrecht, Matriarchat. — fr. matriarchat. — ing. matriarchy]. Ailede ana hâkimiyeti sistemi. MADUT bk. Adedî.
MÂ'FÎL-YED (ınâ-fi-'l-yad) (Es.H.) Münasahadaki ilk meselelerde varislerden her birine isabet eden ve o murisin veresesine taksimi lâzım gelen miktardır ki, mâ'fil-yed diye gösterilir.
MAGBUN (magbüıı) (Es. H.) Muamelede aldan-' mış adama denir. bk. Zalim.
MAĞDUR [aim. Verletzter. — fr. partie lesee, victime. — ing. injured party].
Suçtan veya haksız fiilden zarara uğrayan kimse.
MAGSUB (nıagşflb) (Es. H.) Gasbolunan mal demektir.
MAGSLBUN MİNH (nıagşûbun mirth) (Es. H.) Gasbolunan malın sahibi demektir.
MAĞRUR (mugrür) (Es. H.) Aldatılmış olan şahıs demektir.
MAHAKİM-t NİZAMİYE (Nizamiye mahkemeleri) bk Adliye mahkemeleri.
MAHALLE MUHTARI bk. Muhtar.
MAHALL-I AKD KANUNU bk. Akıt yeri kanunu.
MAHALL-t BEY (ııınliall-i bay') Satılan şeyden ibarettir.
MAHVLL-t SADAKA (mahall-i sadaka) (Es. H.) Sevap için bağışlanan malı şer'an almıya ehil olan kimsedir.
M AH ALL t VAKF Mevkuf lâfzının müradifidir.
MAHALLÎ İDARE [aim. Lokalverwaltung. — fr. administration locale. — ing. local government].
Bir bölgeyi ilgilendiren yahut o bölge dahilinde yapılması lâzım gelen bir kısım kamu hizmetlerini görmek üzere o yer halkı tarafından ve kendi aralarında ihdas edilen uzuvlar ve bunlara bağlı teşkilâttan ibaret idaredir.
MAHBUS [aim. Strâfling. — fr. prisonnier. — ing. prisoner. — lât. noxius ad opus damnatus].
Ceza evinde, mahkûm olduğu cezayı çeken kimse.
214
MAHCUR - MAHKEMELER TEŞKİLÂTI
MAHCUR 1 - (mahcflr) (Es. H.) Hacrolunan şahıstır : sağır, mecnun ve matuh ile yargıç tarafından hacrolunan sefih ve borçlular gibi.
2 — Mahcur bk. Hacir.
MAHCUP bk. Hacb.
MAHCUZ [aim. gepfândeter Gegenstand. — fr. chose saisie. — ing. seized goods for property). — lât. pignus ablatum, pignora ablataf.
Haczedilen şey.
MAHDUT (nıahdnd) (Es. H.) Hudut ve sınırlarının tâyini kabil olan akardır.
MAHDUT ARTIRMA bk. Artırma ve eksiltme.
MAHDUT EHLİYET [aim beschrankte Handlungs-(Geschâfts-) fâhigkeit.— fr. capacite restreinte].
Şahsın eksik ehliyetli olması halidir. Eksik ehliyetliler ivazsız iktisaba, şahsa sıkı sıkıya bağlı bulunan hakları kullanmıya ve bunların icabettirdiği muameleleri yapmıya salahiyetli ve haksız fiillerinden doğan zararları tazmine mecburdurlar. Fakat kendilerine vazife ve vecibe yükleten akitleri yapamazlar. Mümeyyiz gayrı reşitlerle, mümeyyiz mahcurların ehliyeti bu neviden mahdut bir ehliyettir (MK. 16).
MAHDUT MESULİYETLİ ŞİRKET bk. Limited şirket.
MAHDUT ORTAKLIK [aim. Fahmisgemeinschaft (AL); beschrankte Gütergemeinschaft ([s.).— fr. com-munaute reduite aux acquits. — ing. community of goods and chattels].
Mal ortaklığının bir nevidir ki, bunda eşler, bazı çeşit malların ve eşyanın ortaklık dışında kalacağını evlenme mukavelesinde şart koşarlar. Meselâ, gayrimen-kullerin ortaklık dışında kalacağı mal ortaklık mukavele sinde tespit edilmiş bulunursa bu ortaklık rejimi «mahdut ortaklık» olur. Bu suretle mal ortaklığına dahil olmiyan mallar kanuni mal ayrılığı rejimine tabidir (MK. 233).
MAHFUZ HİSSE [aim Pflichtteil. — fr. reserve (heredîtaire).— ing. compulsory portion, legal portion. — lât portio debitaj.
Kanunda belli edilmiş olan mirasçıların (füru' , ana, baba, kardeş, eşler), muris tarafından ölüme bafclı tasarruflarla mahrum edilemiyecekleri miras paylarından kanun ile muayyen kısımdır. Bu kısmı tecavüz eden ölüme bağlı tasarruf tenkise tabidir (MK 453).
MAHFUZ MALLAR [aim. Sondergut ([s ); Vorbe-haltsgut (Al.). — fr. biens reserves (Is.) . — ing. separate estate/.
Malbirliği veya mal ortaklığı rejimlerinde birlik ve ortaklık mallarından ayrı kalarak eşlerin kendi şahsi tasarruf, idare ve intifama tabi bulunan, yani üzerinde mal ayrılığı hükümleri cereyan eden mallarına denir.
Mahfuz mallar, ya eşlerin mukavelesinden, ya üçüncü şahsın tasarrufundan, yahut kanundan doğar (MK. 182 - 185, 204, 217).
MAHKEME [aim. Gerichi. ~ fr. tribunal. — ing. court. -- lât. iudicium].
1 —Devletçe, objektif hukuk kaidelerine göre, kaza tevzii görev ve yıtkisi ile vazifelendirilmiş olan mercilerdir. Bunlar vazifelerini kullanılan kaza hakkının nevi ve mahiyetine göre bir veya birden ziyade yargıçlardan mürekkep heyetler halinde yaparlar.
2 — İkinci meşrutiyetin ilânından evvel Rumelinin Selanik, Kosva ve Manastır vilâyetlerinde bazı mahkemeler kurulmuş'ur. Bunlara «Muhâkim-i Fevkalâde» denirdi. İkinci meşrutiyetin ilânı üzerine bu mahkemeler 31 temmuz 1324 tarihli irade-i seniye ile ilga edilmiştir.
MAHKEME DIŞI MUAMELELER [aim. ausser-gerichtliche Handlungen.— fr. actes extra - judiciaires.
— ing. extrajudicial acts).
Bir hakkı muhafaza etmek veya bazı hukuki neti. çeler husule getirmek için dâva ikamesinden evvel kanuni şekillerin yerine getirilmesidir:
Bazı hakların muhafazası için hasma protesto (ihtarname) göndermek gibi (TK. 570, 713).
MAHKEME İÇTİHATLARI bk. İçtihat.
MAHKEME-1 EVKAF Evvelce evkaf müfettişliği denilen daireye ikinci meşrutiyetin ilânından az sonra Mahkeme-i Evkaf adı verilmiştir. Bu mahkemenin vazifesi cihad tevcih etmek, muhtelif vakıflar arasındaki gayrimenkul ihtilâflariyle, vakıf gediklerine bir gayrimenkulun mülk veya vakıf olduğuna ait dâvaları ve saireyi görmek idi.
MAHKEME-1 TEMYİZ bk. Temyiz mahkemesi.
MAHKEMELERİN DERECELERİ [aim. Instanzen.
— fr. instances. — ing. instances].
Bir dâvayı fiili ve hukuki bakımlardan tekrar tetkik ettirmek maksadiyle kanun yollarına muvazi tarzda ve yukarıya doğru daha yüksek salâhiyetle mahkemeler arasında tesis edilmiş olan derecelerdir.
Mahkemeler teşkilâtı hukukunda birinci derece mahkemelere bidayet, ikinci derecedeki mahkemelere
istinaf ismi verilir. Dâvaları yalnız hukuki bakımdan tetkik ve hükme bağladığı için Temyiz mahkemeleri bir derece olarak kabul edilmemiştir.
Adlî ve askerî mahkemeler Türk usul hukukunda istinaf yolu olmadığından bir derecelidir.
MAHKEMELERİN SALÂHİYETİ bk. Vazife ve salâhiyet.
MAHKEMELERİN TATİLİ [aim. Gerichtsferien.
— fr, vacances judiciaires; vacation. — ing. vacation].
Yargıçların istirahatlerine zaman ayırmak için, mühiın ve müstacel haller müstesna olmak üzere, mahkemelerin senenin muayyen bir kısmında faaliyetlerini durdurmalarıdır ( HMUK. 175 ; CMUK. 423; Devlet Şûrası K. 57).
MAHKEMELERİN VAZİFESİ bk. Vazife ve salâhiyet.
Mahkemeler teşkilati [aim. Genchtsver-
fassung. — fr. organisation judiciaire. — ing. judicial organisation ].
MAHKEMELER TEŞKİLÂTI — MAHZAR
215
Kaza salâhiyetini kullanan makamların kuruluşunu ve aralarındaki münasebetleri vazife ve salâhiyetlerini, derecelerini ve mertebelerini tayin eden hukuk sahasıdır.
Türkiyede mahkeme teşkilâtı adliye mahkemeleri (Asliye, sulh mahkemeleriyle bunların üstünde temyiz rrahkemesi), idari mahkemeler (Danıştay, il, ilçe idare heyetleri, Sayıştay, vergi itiraz ve temyiz komisyonları), Hususi mahkemeler (Askerî mahkemeler), İstisnai mahkemeler (Yüce Divan, Sıkıyönetim mahkemeleri, kadastro mahkemeleri, Millî Korunma mahkemeleri ) den ibarettir.
MAHKEMENİN KANUNU (lex fori) [aim. Recht des Prozessgerichtes; lex fori. — fr. loi du tribunal saisie.— ing. law o the court (in which a case is tried); lex fori/.
Lex fori, devletler hususi hukukunda dâvaya bakan mahkemenin kanunu demektir. Bu kanunun gerek dahili hukuka, gerek devletler hukukuna taallûk eden ahkâmı «lex fori» ıstılahına girer.
Kanunlar ihtilâfında dâvaya bakan mahkeme kanununun ehemmiyeti büyüktür ve ihtilâflara ekseriya bu kanun tatbik edilmektedir. Bir mahkeme evvelâ devletler hususi hukuku kaidelerinden mensup olduğu devletçe kabul edilmiş olanlarını tatbik eder ve daima kendi âmme intizamını gözetir.
Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun 76 ıncı maddesinde yargıcın resen Türk kanunlarına göre hüküm vereceği ve ecnebi hukukunun tatbiki lâzım olan hallerde buna istinat eden tarafın o kanun hükmünü ispat ile mükellef olduğu ve ispat edemediği taktirde gene Türk kanunları mucibince karar verileceği yazılıdır.
MAHKÛM ( Hükümlü ) [aim. Verurteilter. — fr. condamne. — ing. convict/.
Hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiş olan kimse.
MAHKÛMLARIN HİMAYESİ (Patronaj) [aim. Gefangenenfürsorge. — fr. patronage (des condamnes liberes). — ing. patronage/.
Hükümlülerin ceza evlerinde cezalarını çekmekte iken himaye görmelerinin suçluları İslah faaliyetini kolaylaştırıcı bir unsur olduğu anlaşılması üzerine meydana getirilmiş teşekküllerdir. Bu teşekküller hükümlülerle ceza evinde iken meşgul olur ve onları serbest hayata dönüşe hazırlar. Hükümlünün ailesinin dağılmamasını, hükümlülerin tahliyesi sonunda iş ve barınacak yer temini, icabında para yardımı gibi yardımlarda bulunur.
Bu teşekküllerin kuruluşuna ve işlemesine bazı memleketlerde devlet müdahale eder (İtalyada olduğu gibi ), diğer bazı memleketlerde ise bu teşekküller hususi şahısların faaliyetine inhisar etmektedir (Belçikada olduğu gibi).
MAHKÛM-ÜN-ALEYH (mahkumun'alaylı) (Es. H.) Bir dâvada taraflardan aleyhine hükmolunan, yani dâvayı kaybeden kimsedir.
MAHKÛM-ÜN-BİH 1 — Dâva neticesinde hüküm altına alınan şeydir. Meselâ : bir alacak dâvasında alacağın tahsiline veya heıhagi bir dâvanın refine karar
verilse alacağın tahsili ve dâvanın reddi mahkûm - ün -bihtir.
2 — (Mahkûmun hih) (Es. H.) Hâkimin kendisi ile mahkûmünaleyhi ilzam eylediği şeydir.
MAHKÛM-ÜN-LEH 1 — Bir dâvada taraflardan lehine hüküm verilen, yani dâvayı kazanan kimsedir.
2 — (Mahkûmun lalı) (Es. H.) Lehine hükmolu-nan kimsedir.
MAHKUN-ÜD-DEM (mahkûn uJ-dam) (Es. H.) Katli memnu, hayatı mahfuz olan kimsedir. Dar-ı harbde islâmiyeti kabul eden bir şahıs, mahkun-üd-dem olmuş olur.
Müslim ve zimmî müebbeden, müstemin muvakkaten mahkunüd-demdir.
MAHLÛF-ÜN ALEYH (mah|fif,m 'alaylı) (Es. H.) Yemin edilen husustur.
MAHLÛL (mahlûl) (Es.H.) Mutasarrıfının intikal sahibi bırakmaksızın vefatından dolayı vakfı canibine rücu eden müstegallat-ı vakfiyedir.
MAHLÛL-Ü SIRF (mahlûl-i şirf) (Es. H.) H.kkı intikal ve hakkı tapu eshabı bırakmaksızın mutasarrıfının vefatiyle mahlûl kalan arazidir.
MAHMİ DEVLET bk. Himaye.
MAHPUS bk. Mahbus.
MAHREÇ (mahrac) (Es. II.) Terekenin kaç kısma (aksim olunduğunu gösteren adettir.
Mahreç veresenin sehimlerîne göre tâyin olunur.
Şöyle ki, meselede muayyen bir hisse bulunursa onun mahreci meselenin mahrecini gösterir. Bu halde nısıf (1/2) ın, mahreci 2 ve rub'u (1/4) un mahreci 4 ve sümün (1/8) ın mahreci 8 ve sülüs (1/3) ve sülüsan (2/3) ün mahreci 3 ve südüs (1/6) ün mahreci 6 olur.
Bir meselede mütaaddit sehimler bulunursa her biri için mahıeç teşkil edebilecek olan en küçük adet meselenin mahreci olur.
Meselâ, meselede rubu' (1/4) ve nısıf (1/2) olsa en küçük mahreç 4 olur.
MAHREÇ İŞARETLERİ bk. Menşe işaretleri.
MAHSUR bk. Takas.
MAHSURU UMUMİ KANUNU Millî hükümet tarafından Osmanlı Hükümetine ait bir kısım dahili borçların yerine hazinenin belli bir müddete kadar olan bir kısım alacaklariyle takas ve mahsubu esasına dayanan metinleri muhtevi ve « Mahsubu Umumi Kanunu » adını taşıyan bir kanundur.
Bu mevzuda tedvin edilmiş olan ve mahsubun şümulünü, müddetleri, iskat-ı hak hükümlerini, deyn ilmühaberi ve mahsub-u umumi tahvillerinin verilme şekil ve zamanlarını gösteren kanunların numaraları şunlardır : (459, 726, 731, 1137, 1138, 1139, 1274, 1661 No. kanunlarla 1932 senesi Muvazenei Umumiye K. 12 ve 16).
MAHTUBE (mahlûba) (Es. H.) Evlenmek için istenilen kadındır.
MAHZAR ( mahzar ) (Es. H.) Lügatte, huzur maddesinden nıahal-li huzur demektir.
216
MAHZAR - MAL ĞAYRILII
örfte, tarafların huzuru ve ber-tafsil müddei ve müddeaaleyhin dâva ve cevapların ve gösterdikleri delillerin ve muhtasaran hükmün yazıldığı varakaya denir. Zamanımızda buna ve kezalik ikrar ve tasdik ve emsali muamelât kaydolunan varakaya zabıtname denir.
Bundan başka birçok kimseler tarafından müştereken imza olunarak bir makama takdim olunan istidanameye de «mahzar» tesmiye olunur.
MAKABLE ŞÜMUL [aim. Rückzcirkung. - fr. ritroactivite. — ing. retroaction].
Bir kanunun, bir hükmün, bir hukuki muamelenin tahaddüsünden evvelki vakıalara tesiri.
Kanunların makable şamil olmamaları esastır. Bu esas bizde Ceza Kanunundan gayri kanunlarda beyan edilmemekle beraber yeni bir kanunun ona takaddüm eden hâdiselere tatbik olunmaması, müktesep hakları ihlâl etmemesi umumi bir hukuk kaidesidir.
Suçlunun lehinde olan kanunlarla, muhakeme usulüne taallûk eyliyen kanunlar makable şamildirler ( CK. 2; HMUK. 578; Medeni Kanunun Sureti Meriyeti Hakkında K. 1 vd.).
MAKAM TAHSİSATI Valilere, kaymakamlara, yargıçlara, ilk öğretim müfettişlerine ve sair bazı memurlara, bu makamlarda bizzat vazife gördükleri müddetçe kendilerine has kanunlara istinaden ve maaşlarına ilâveten evvelce verilmekte olan makam muhassasatıdır.
MAKAR-RI HÜKÜMET bk Hükümet merkezi.
MAKBUZ [aim. Quittung. — fr. quittance. — ing. receipt, — lât. apocha].
Borcun eda edildiğini gösteren ve alacaklı tarafından imza edilerek borçluya teslim olunan vesikadır (BK. 85 vd.).
MAKBUZ ÂLA SEVMİNNAZAR (makbuz 'alâ-savm in-nazar) (Es. H.) Görmek veya göstermek üzere kabzolunan maldır.
MAKBUZ ÂLA SEVMlŞŞİRA (makbuz 'ala savm iş.-şjrâ) (Es H ) Satın alınmak üzere kabzolunan maldır.
MAKLÛAN KIYMET bk. Kıymet.
MÂKUD-ÜN-ALEYH (ma'küdıın 'alaylı) (Es.H) Akit kendisi üzerine vaki olan şeydir. Meselâ, bir hane satıldığında o hanenin aynı, kiraya verildiğinde o hanenin menfaati, bir kimse nefsini icar ettiğinde o kimsenin âmeli mâkud-ün-aleyhtir.
MAKULE (ma'kula) (Es.H.) Âkile tarafından tediye edilen diyet demektir. Cem'i «Meâkil» dir.
Şöyle ki, aşireti veya ehl-i divanı bulunan bir kimsenin yaptığı cinayetten dolayı lâzım gelen diyeti bu aşiret efradı veya ehl-i divan aralarında tevzi ve taksim ederek üç sene içinde veliy-i cinayete tediye ederler. İşte bu suretle verilen diyete «ma'kule» denilmiştir.
MAKZIYYÜN ALEYH (makiiyyun col»yb) (Es.H.) Mahkûm-ün-aleyh demektir.
MAKZUF (makzuf) (Es.H.) Kendisine zina isnat edilen kimsedir. Velevki berhayat olmasın.
MAL [aim. Gut, Güter, Gegenstand. — fr. bien, biens. — ing. goods, chattels, property. — lât. bona, res].
1 — Mülkiyet mevzuu olabilen bütün maddi eşya ile bir mameleke girebilen bütün haklara hukukan «mal» denir. Arazi, evler ve akarlar, menkul eşya, irtifak hakları, alacaklar, ticaret sermayesi ve kredisi keşif ve ihtira beratı üzerindeki haklar, telif ve tercüme hakkı gibi.
A — Mallar, menkul ve gayrimenkul olmak üzere ikiye ayrılır :
a ) Menkul mal [aim. Mobilien, bewegliche Habe, Fahrnis. — fr. meubles, biens meubles. — ing. movables goods. — lât. res mobiles]: kıymet ve mahiyetine halel gelmeksizin bir yerden diğer bir yere naklolunabilen mallardır. Mobilya, banknot, kıymetli evrak gibi.
Esasen menkul olan gemiler icra noktasından gayrimenkul sayılır.
b ) Gayrimenkul mal [aim. İmmobilien, Liegen-schafien, Grund und Boden, unbewegliche Güter. — fr. fonds, biens immeubles. — ing. immovable. — lât. res immobiles]: tarla, ev, apartman gibi yerini değiş-tiremiyen şeylere denir.
B — Malları maddi ve gayrimaddi diye de ayırmak mümkündür:
a ) Menkul veya gayrimenkul olsun ayni bir hak mevzuu olan şeylere « maddi mallar » [Sim. körperliche Gegenstande. — fr. biens corporels — ing. corporeal goods. — lât. res corporate*] denir : evler, apartmanlar, mobilya, kıymetli senetler, zinet eşyası gibi.
b) «Gayrimaddi mallar» [aim. unkörperliche Gegenstande, immaterielle Güter, Immaterial gut. — fr. biens incorporels, biens immateriels.— ing. incorporeal goods. — lât res incorporates], fikrî faaliyet ve yaratıcılığın meydana getirdiği mallardır. Telif ve tercüme eserleri, keşif ve ihtira beratı gibi.
2 — (Mal! (Es. H.) Tab-ı insanî mail olup ta vakt.ı hacet için iddihar olunabilen şeydir ki menkul ve gayri-menkule şamil olur.
Maliyetin tahakkukunda hemen tab-ı insanînin meyelanı, hem de vakt-ı hacet için iddihar şanından olması lâzımdır.
Binaenaleyh, lâşe gibi tab-ı insanî kendisine mail olmıyan ve bir tane buğday ve bir avuç toprak gibi vakt-ı hacet için iddihar şanından olmıyan ve menafi gibi iddihar ve hıfzı mümkün olmıyan şeyler mal değildir.
Bazı islâm hukukçuları «mal» tâbirini şu sureti^ tarif ederler: «kendisine bez! (yani ita ve temlik) ve münafese (yani meni') cereyan eden şeydir».
MAL AYRILIĞI [aim. Gütertrennung. — fr. separation des biens].
Karı kocadan her birinin bütün mallarının mülkiyet, idare ve intifa haklarını muhafaza etmeleri usulüdür.
Karı koca evlilik mukavelesiyle kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri taktirde, veya kabul edip te kanunda gösterilen sebeplerden birinin
MAL AYRILIĞI - MAL KAÇIRMAK
217
huduau halinde aralarında mal ayrılığı kanuni usul olarak cari olur (MK. 186 ).
MAL BEYANI [aim. Abgabe eines Vermögensver ¦ zeichnisses {Al. ¦; Angabe der Vermögensgegenstönde (İs.). — fr. declaration des biens (İs.) ] .
Para borcundan dolayı mahkûm olan, yahut hakkındaki ilamsız takip, usulü dairesinde katil eşen borçlunun gerek kendisinde, gerek üçüncü şahıslar elinde bulunan mal, alacak ve haklarından borcuna yetecek miktarın, nevi ve mahiyet ve vasıflarını ve her türlü kazanç ve gelirlerini ve yaşayış tarzına göre geçim menbalarını ve buna nazaran borcunu ne suretle ödiye-bileceğini yazı ile veya ağızdan icra dairesine bildirmesidir.
Mal beyanında bulunmayan borçlu, alacaklının talebi üzerine, beyanda bulununcıya kadar icra memuru tarafından bir defaya mahsus olmak üzere hapis ile tazyik olunur. Ancak bu hapis üç ayı geçemez ( İc. If. K. 74 - 77 ve 337, 339, 354).
MAL BİRLİĞİ [aim. Verwaltungs - und Nutznies-sungsgemeinschaft (Al.), Güferverbindung (Is). — fr. union des biens].
Evlenmede eşlerin getirdikleri malların mülkiyeti kendilerine kalma.*] usulüdür. Fakat Koca, evlilik birliğinin reisi sıfatiyle, gerek kendi mallarının ve gerek karının mallarının idare ve intifama sahip olur (MK. 191, 198).
MALDAN EDA bk. Maddi eda.
MALEN MESUL 1 - ( CH) İslâm hukukunda, zarara sebep olanın müteammit olmadıkça malen mesul olmaması; zararı yapanla ona sebep olanın birleşmeleri halinde yalnız yapanın mesul tutulması kaideleri yeni hukuk telâkkilerine ve halkın ihtiyaçlarına uygun olmadığından, başkasının yaptığı zarara tedbirsizlik, dikkatsizlik ve sair suretlerle sebep olanların da malen mesuliyetleri esası mülga Usul ü Muhakematı Cezaiye Kanunu (178- 184) ve muhtelif demiryollarına ve tramvaylara ait zabıta usulü nizamnameleri ile kabul edilmişti. Bugünkü Ceza Kanununa göre hakiki ve hükmi şahısların hizmetinde bulunanlar, vazife ve hizmet sırasında tedbirsizlik, dikkatsizlik, acemilik, nizam, talimat ve emirlere riayetsizlik ile ölüme veya sıhhatin ihlâline sebep olurlarsa bundan o kimse veya şirket malen mesuldür. Bu suretle mesul olan kimseye veya şirkete «malen mesul» denir (CK. 465 ).
2 — (MB) bk. Mesuliyet.
MALINI VE HAKKINI KULLANMA bk. Tasarruf.
MALİ GAYRİ MÜTEKAVVİM (mâl i gayr-i mu-lakavvim) (Es. H.) întifaı mubah olmayan veya mubah olup ta ihraz edilmemiş olan maldır.
Meselâ, şarEp mal ise de müslümanlara göre onunla intifa ınübah olmadığından mütekavvim değildir. Lâkin dinlerince istimali mubah olanlara nazaran mütekavvimdir.
Keza toplanmayan hüda-i nabit otlar, tutulroıyan balıklar mubah mallardan olmakla beraber muhrez olmadıkları cihetle mütekavvim değildir.
MAL-I MESRUK bk. Çalınan mallar.
MALI MESULİYET SİGORTASI 6*. Mesuliyet sigortası.
MALÎ MUVAZENE bk. Bütçe.
MALİ MÜTEKAVVİM (mâl-i ınutakavvim) (Es. H.) İki mânada kullanılır : biri intifaı mubah olan şeydir, diğeri mal-i muhrez demektir.
Meselâ: denizde iken balık gayri mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta mal-i mütekavvim olur.
Keza, şira ile intifa mubah olduğundan mal-i mütekavvimdir.
MALÎ SENE bk. Yıl.
MALİYE VEKÂLETİ (Bakanlığı) [aim. Finahz-ministerium. — fr. ministere des finances. — ing. Ministry of Finance ( Treasury Exchequer) ].
Umumi masrafları karşılayacak gelir kaynaklarını bulmak ve gelirleri toplamak ve bu masrafların tediyelerini temin etmek, para ve kredi işlerini umumun menfaatine uygun şekilde idare eylemek, umumi ve mülhak bütçelere bağlı daire ve müesseselerle; il ve belediye gibi resmî teşekkülleri, sermayesinin tamamı veya bir kısmı devlete ait müesseselerle imtiyazlı şirketler ve alelumum cemiyetleri malî bakımdan murakabe altında bulundurmak, devletin malî idaresini, memleketin iktisadi kalkınmasına ait mesai ite ahenkli olarak yürütmek vazife, salâhiyet ve mesuliyetini taşıyan bir bakanlıktır.
MALİYET FİATI [aim. Gestehungskosten, Ge-stehungspreis, Selbstkostenpreis. — fr. frais (prir) de revient. — ing. prime cost, cost price].
Bir malın istihsalinde kullanılan ham madde ve emek ile (idare masrafları, makina amortismanı, sermaye faizi gibi) istihsal masraflarının ve nakliye, sigorta ve depo gibi diğer masrafların tutarıdır. Bir malın istihsalden istihlâke kadar her istihsal veya tevzi safhasındaki maliyeti başkadır. Çünkü her safhada muhtelif maliyet unsurlarının tutarı değişir. Meselâ, fabrikada maliyet, toptancı maliyeti, perakendeci maliyeti, müstehlik maliyeti diye muhtelif safhalar ve muhtelif maliyetler tespiti mümkündür. Maliyet fiyatı tâbiri, bu bakımdan, «herhangi bir safhadaki maliyet fiyatıdır» demek daha doğru olur.
MAL KAÇIRMAK [aim. Verheimlichen, Bei&eite* schaffen, Entöusserung von Vermögensstücken (durch Gemeinschuldner oder- Erblasser). — fr. detournement, soustraction de biens (par le failli ou en droit succes-soral) ].
Alacaklılar için müşterek rehin makamında olan ve haczi caiz ve paraya çevrilmesi kabil bulunan mallarını ve mevcudunu, taahhütlerinden kurtulmak veya alacaklılarını zarara sokmak ve alacağın tahsiline tamamen veya kısmen imkân vermemek maksadiyle, borçlunun tamamen veya kısmen elinden çıkarması, hakiki veya suni surette eksiltmesidir.
İcra ve lilâs hukukunda malı kaçırmaya hazırlanmak, alacaklıya vâdesi gelmemiş alacaktan dolayı ihtiyatî haciz istemek salâhiyeti verir ve alacağın derhal ödenmesini iç^bettirir ( Ic. If. K. 257).
İflâstan evvel veya sonra malını kaçıran borçlu hileli müflis sayılır ve cezalandırılır (Ic. If. K. 311; CK.
MAL KAÇIRMAK — MANDA
506). Haciz yolu ile takip olunan borçlunun malını kaçırması da cezayı icabettirir (İc. If. K. 331).
Miras hukukunda : murisin ; mahfuz hisseli mirasçılarını bu hisselerinden mahrum etmek maksadiyle yaptığı bağışlama ve temliklere ve mirasçılardan birinin diğer mirasçılara ait hisseyi azaltmak kasdiyle terekeye ait bir malı gizlemesine ve bu mal üzerinde tasarruf etmesine tatbikatta «mal kaçırmak» denir. Birinci halde, bağışlama ve temlik tenkise tabi tutulur ( MK. 507 No. 4). ikinci halde, mal kaçıran mirasçı aleyhine «miras sebebiyle istihkak» dâvası açılır (MK. 577).
MAL ORTAKLIĞI /a/m. Gütergemeinschaft. — jr. communauie de biensj.
Karı ve kocanın ortaklığa giren mallara ve gelirlere şayian sahip olması ve hiç birinin hissesinde müs-takilen tasarruf edememesi usulüdür (MK. 211. vd.).
MAL ORTAKLIĞIMIN UZATILMASI [aim. fori, gesetzte Gütergemeinschaft. — fr. communauie pro-longeej.
Hayatta kalan karı veya koca tarafından müteveffadan olan çocuklariyle birlikte kararlaştırılan mal ortaklığının devamı (MK. 225 vd. ).
MAL SANDIĞI [aim. Findnzkasse, Staatskasse. — fr. caisse publique, caisse d't'taf. — ing. financial office (of collection of taxes etc)].
Devlet gelirlerinin, pul ve kıymetli evrakın ve emanet mahiyetinde tevdi edilen para ve ayniyatın saklandığı ve hesaplarının tutulduğu maliye dairelerine denir. Askerî birlikler ve müstakil müesseseler nezdinde mevcut mesul muhasipliklerden ve maliye tahakkuk ve tahsil şubelerinden ziyade bu tabir otedenberi maliye teşkilâtı içinde bulunan defterdarlıklarla ilçe mal müdürlüklerine alem olmuş bulanmaktadır.
MAL SİGORTASI [aim. Sachversicherung, Gü-ferversicherung. — fr. assurance de biens. — ing. insurance].
Sigorta ettiren kimsenin vücudu ile ilgili olmıyan ve fakat bu kişinin sahip olduğu mallar üzerindeki hak ve menfaatlerin korunmasını istihdaf eden sigorta.
Meselâ, yangın sigortası, nakliyat sigortası gibi Mal sigortası şahıs sigortasının [aim. Personenversiche-rung, — fr. assurance de personnes. — ing. assurance] zıddıdır. Şahıs sigortasına hayat sigortası, kaza sigortası, hastalığa karşı aktedilen sigortalar dahildir (TK. 934 -975).
¦ MALULİYET (malûllük) [aim. Invalidity, Siech-tum,—fr. invalidity (Is.) infirmite.— ing. disablement, infirmity].
Bir şahsın harici bir tesir ııeticesiyle veya bir kaza veya bir hastalık sonunda faaliyet kudretini tamamiyle veya kısmen kaybetmesi halidir.
Borçlar Kanunu (46) buna « cismani zarar » [aim. Körperverletzung. — fr. lesions corporelles. — ing. bodily injuries] hali der. Cismani zarara uğrayan şahsın ya büsbütün, yahut da kısmen çalışma İktidarını kaybetmesi gerektir. Yargıç, zarar görenin ne miktar tazminata hakkı olduğunu derhal tâyin edebileceği gibi, haksız fiilin sebep olduğu zarar miktarı dâva sırasında
malûm değilse, hakiki tazminat miktarını bilâhare tâyin edeceğine karar verebilir.
MALULİYET SİGORTASI [aim. Invaliden - (In. validitats -) versicherung. — fr. assurance invalidite, assurance contre İinvalidite. — ing. insurance of the disabled].
Sigortalıyı, kaza veya hastalık neticesinde, kısmen veya tamamiyle çalışamıyacak hale sokacak olan maluliyetlere karşı temin eden sigortadır. Ekseriya içtimai sigorta şeklinde yapılır (TK. 1002-1006; İş kazalarlyle meslek hastalıkları ve analık sigortaları K. ).
MALÛLLÜK bk. Maluliyet.
MAMELEK [aim. Vermbgen. — fr. patrimoine, biens. — ing. property, estate. — lât. universum ius, universitas].
Bir şahsın hukuki bir bütünlük teşkil eylemek üzere sahip veya mükellef olabileceği, para ile ölçülebilen mal, hak ve borçlarının tamamıdır. Bu tâbir bazan hususi bir mahiyeti haiz bulunan birtakım mallan tavsif için de kullanılır. O vakit bir nevi «hususi mamelek» [aim. Sondervermögen. — fr. fonds particulier. — lât. universitas iuris ] kasdolunur. Mal birliği rejiminde birliğe dahil mallar ve haklar ayrı ve mahfuz mallar ayrı, bir tesiste buna tahsis olunmuş bulunan mallar ve haklar ayrı birer kısmi ve hususi mamelek teşkil ederler (MK 717, 738).
MAMELEK HAKLARI [aim. Vermogensrechte. — fr, droits de patrimoine, droits patrimoniaux].
Mameleke taallûk eyliyen haklara denir. Bu haklar umumiyetle iktisadi mahiyeti haiz bulunan sübjektif haklardır ki, şunlardır: mülkiyet ve mülkiyetin gayri ayni haklar, gayri maddi haklara mütaallik haklar (meselâ ihtira hakkı, telif hakkı), alacak hakları gibi haklardır.
Mamelek hakları umumiyetle başkasına devir ve ferağ olunabilirler, miras yolu ile intikal edebilirler ve bu suretle şahsiyet ve aile haklarına karşılık teşkil ederler.
MAMELEKTEN EDA bk. Maddî er)a.
MANDA [aim. Mandat. — fr. mandate — ing. mandate],
1914-1918 Harbinden sonra, Milletler Cemiyeti misakının 22 nci maddesine göre, «Modern dünyanın bilhassa güç şartları içinde kendi kendilerini idare et-miye henüz ehil olmıyan milletlerin» iyi yaşamalarını ve inkişaflarını temin maksadiyle bunları Milletler Cemiyetinin vekili sıfatiyle vazife görecek olan, ilerlemiş milletlerin vesayeti altına vermek usul olarak kabul edilmiştir.
Mandanın icra tarzı vesayet altına konan milletlerin inkişaf derecelerine göre değişmektedir. Bu bakımdan manda altına konacak devletler, seviyeleri itibariyle A ( Osmanlı imparatorluğundan ayrılanlar); B (Afrikadaki Alman müstemlekeleri); C (Güney batı Afrika ve Pasifikteki bazı adalar ahalisi) gruplarına ayrılmıştı.
Emperyrlist emellerinden vaz geçmemiş devletler elinde manda sistemi asıl maksadından inhiraf ederek gizli bir müstemlecilik halini almıştır.
MANEVÎ CEBİR
— MASUNİYET
219
MANEVÎ CEBİR /aim. moralischer (psychischer) Ztvang, psyckologische Einwirkung. — fr. contrainte morale. — ing. compulsion, constraint. — lât. vis com-pulsiva].
Manevî cebir, bîr kimsenin iradesi üzerine tazyik yapacak hareketlerde bulunarak ona istemediği bir şeyi yaptırmak veya istediği bir şeyi yapmasına mâni olmaktır.
MANEVÎ ZARAR bk. Tazminat,
MANİFESTO /aim. Manifest. — fr. manifeste.
— ing. manifeste].
Kaptanın gemisi ile naklettiği yükün neden ibaret olduğunu gösteren ve varılan yerin gümrük idaresine yapılan beyandır Gümrük idaresi bu beyana göre resim alır ve icabında sıhhatini tahkik edebilir.
MÂNİ-1 İRS (mani-'i irş) (Es H.) İrse mani' olan haldir ki, dört kısımdır: Rık, Katil, İhtilâf-ı din, İhtilâf-ı dâr
MANİ TEDBİRLER bk. Önleyici tedbirler
MANSUP MİRASÇI bk. Mirasçı.
MANTL'K (manltik) (Es. H.) Lâfzın beyan sahasında delâlet eylediği şeydir. Hanefî fukahasına göre, nasın ibaresi, işareti, iktizası hep bu mefhuma girer.
MARAZ-I MEVT (maıaz-i mavi) (Es. H.) Erkeği evin dışında ve kadını evin içinde iş görmekten meneden ve başladığı tarihten itibaren en az bir yıl zarfında ölümle neticelenen hastalıktır.
MARODAJ bk. Çapulculuk.
MARRE (rnârru) (Es. H.) Tarik-i âmdan gelip geçenlerdir.
MASARİF (Feraizde) (m;,şanf) (Es H.) Terekeden teçhiz ve tekfin, borçlar ve vasiyetler ifraz olunduktan sonra kalan miktarın itası icabenen mahallerdir ki, sırasiyle şunlardır :
Eshab-ı ferâiz, asabe-i nesebiyye, asabe-i sebebiyye, ıed-zevil-erham, mevlel-müvalât, mukarrün-leh, binneseb alel gayr sülüsten fazla ise musâleh - beyt-ül-mal.
MASLAHAT (maslahat) (Es. H.) Lügatte, mucip i menfaat olan şey demektir.
Istılahta, kıyas-i terkle nâsin ihtiyacına muvafık olan ciheti ihtiyar etmektir. Fukaha-yı Hanefiyye buna «istihsan» ve Malikler «maslahat-ı mürsele» ıtlak ederler.
Eski Hukukta maslahat kaidesi gayet mühimdir. Birçok mesail buna binaen tecviz kılınmıştır.
MASLAHATGÜZAR bk. Elçi.
MASRAFLAR /alın Aufuendvngen, Auslagen, Kösten, Veruendungen.— fr. impenses, depenses, frais.
— ing. expences, — lât. impensaej.
Masraf, bir kimsenin bir şey uğrunda veya üçüncü şahıs lehine ihtiyaren kendi mamelekinden vukua getirdiği bir eksilmedir ki, onun istirdadı kanunda gösterilen hallerde istenebilir. Masrafları üç nevide toplamak mümkündür:
1 — Zaruri masraflar [aim. notuendige Veruen-dungen. — fr. impenses necessaires. — ing. necessary
expences. — lât. impensae necessariae] : bir şeyin muhafazası maksadiyle ihtiyar edilen ve menfaatini bilen ve koruyan, bir mal sahibinin de işlerini bizzat gördüğü taktirde aynı suretle hareket edeeeği kabul olunmak lâzımgelen masraflar bu kabildendir. Yapılan masrafın sonradan husule gelen- hâdiseler dolayısiyle tamamen faydasız bir hale gelmesi zarurîlik vasfının ziyaını intaç etmez.
2 — Faydalı masraflar [alın. nützliche Veruendungen. — fr. impenses utils, — ing. useful expenses. — lât. impensae utiles] : zaruri olmamakla beraber bir menfaat elde etmek ve bilhassa bir şeyin kıymetini çoğaltmak için yapılan masraflardır.
3 — Zevk ve süs masrafları [fr. İmpenses voluptuai. res.— lât. impensae volaptuariae]: bunlar, yalnız zevk ihtiyaçlarını temin veya bir şeyin manevi ve hissi kıymetini çoğaltmak için yapılan masraflardır. Bunlar istirdat edilemezler. Fakat, masrafı yapan kimsenin, mala zarar vermemek şartiyle, ilâve ettiği ziyadelikleri iadeden evvel söküp almıya hakkı vardır (MK. 725, 907, 908; BK. 8, 64, 193, 205, 292, 293, 301, 394, 405, 407; TK. 869, 901).
MASAR11 -1 VAKF (maşârif-i vakf) (Es. H.) Vâkıf tarafından vakıf menfaatlerinin şart ve tahsis edildiği cihettir. «Meşrut-un-leh» , « mevkuf-ün-aleyh » tâbirlerinin müradifidîr.
MASLM-ÜD-DEM (ma';rı-ııd-dam) (Es.H.) Kısası müstelzim bir cinayette bulunmamış olan herhangi bir müslim veya zımmî demektir.
MASUNİYET ( Dokunulmazlık) /aim. Immunitât, Unverletzliçhkeit, Unantastbarkeit. — fr. immunite. — ing. exemption, tmmunity].
Bazı kimselere muhtelif maksatlarla ve istisnaî mahiyette, cezai bir muafiyet tanınmak suretiyle bu kimselerin kanunen hususi bir himayeye mazhar olmasıdır.
1 — Diplomasi masuniyeti [aim. Exterritorialitat, diplomatisehe Exemption (Immunitât) — fr, immunite diplomatique. — ing. diplomatic privilege): diplomasiye mensup kimselerin, içinde bulundukları memleket otoritesine ve kanunlarına karşı haiz oldukları mütekabil himaye ve muafiyettir.
Bu masuniyet diplomatların sırf şahıslarına münhasır kalmayıp, karılarına, çocuklarına ve elçiliğin resmî memurlarına da şamil olur. Diplomasi masuniyeti kaide, since, bütün bu kimseler, bulundukları memleketin değil, kendi memleketlerinin hükümetine tabi kalırlar. O suretle ki, bazı haller müstesna olmak üzere, bunlar hakkında cezai takibat yapılamaz, bu kimseler şahit sıfa-tiyle mahkemelere çağırılanıaz, hattâ bazı nevi vergilerden mual tutulurlar.
2 — Teşrii masuniyet (Milletvekilliği dokunulmazlığı) [aim. parlamentarische Immunitât. —' fr. immunite parlementaire. — ing privilege of the members of Parliament]: Milletvekillerinin görevlerini tam bir bağımsızlıkla ifa edebilmeleri için kendilerine geniş bir söz ve fikir hürriyeti temin etmek ve onları gerek hükümetçe ve gerek eşhas tarafından yapılaeak cezai takibata karşı korumak maksadiyle tesis olunan kanuni bir himaye sistemidir ki, mutlak ve muvakkat olmak üzere iki şekil alır :
220 MASUNİYET
a) Mutlak masuniyet: milletvekillerinin görevlerini ifa sırasında ve ifadan dolayı mutlak ve daimi surette «adem-i mesuliyet» yani ne milletvekilliği süresi içinde ve ne de milletvekilliği bittikten sonra haklarında hiçbir veçhile cezai takibat icra edilememesi demektir. Bu nevi masuniyete «teşriî adem-i mesuliyet» de denir.
b) Muvakkat mesuliyet : suçüstü müstesna olmak üzere, milletvekillerinin vazifelerinin ifasına taallûk et-miyen ve kanunen suç teşkil eden fiillerinden dolayı, meclis kararı olmadıkça, Haklarında yalnız milletvekilliği süresi İçinde, cezai takibat icra edilmemesi demektir. Meclis karariyle bu masuniyet kaldırılınca, yahut herhangi bir sebeple milletvekilliği sıfatı zail olunca takibatın icrasına mani kalmaz ve milletvekilliği süresi içinde takip ve ceza müruru zamanı cereyan etmez. Bu türlü masuniyete, «tecavüzden masuniyet» de denir.
3 ~— bk. Mesken masuniyeti; Müdafaa masuniyeti.
MASUNİYETİ ŞAHSİYE (kişi dokunulmazlığı) /aim. Unantastbarkeit, Unverletzlichkeit der Person — fr. inviolabilite — ing. inviolability/.
Ferdin kanunun tayin ettiği hal ve şekilden başka bir suretle yakalanmaması, tevkif, hapis edilmemesi ve cezalandırılmamasıdır. Bu esasın icabı olarak işkence, eziyet, müsadere ve angarya yasaktır (Anayasa 72, 73).
MASNU (ınuŞnü') (Es. H.) İstisna akdinin mevzuunu teşkil eden ve yapılan şeydir.
MASURA Dört çuvaldız miktarını gösteren ölçüdür. Alelekser suda masura itibariyle tasarruf olunur.
MATAL (matal) (Es. H.) Mümatale manasınadır.
MATBAALAR [aim. Druckereren. — fr. imprime-ries. — ing. printing houses/.
Gazete, kitap, risale, ve sair yazılarla resim, musiki eserleri gibi matbuaların basıldığı yerlerdir. Bu yerlerin açılması ve işletilmesi için açılacakları yerin en büyük mülkiye memuruna beyanname vererek bir ilmühaber almak lâzımdır ( Matbuat K 3 ).
MATBUA [aim. Druckschriften, Presserzeugnis-se, Erzeugnisse der Buchdrukpresse. — fr. production de la presse. — ing. printed publication].
Gerek matbaa, gerek başka türlü mihaniki ve kimyevî vasıtalarla veya el ile çoğalttırılarak neşredilen yazı, resim, güfteli güftesiz musiki eserleridir (Matbuat Kanunu 1 ).
MATBUAT / aim. Presse. — fr. presse. - ing. press].
Fikirleri yazı, matbua veya resim ile yaymaya yarıyan vasıtaların hepsidir (Matbuat Kanunları No.
1831, 3518).
MATBUAT CÜRÜMLERİ [aim. Pressevergehen. —¦ fr. delits de presse. — ing, offences aga'nst the press laus].
Matbuat vasıtasiyle işlendikleri için ayrı bir takip ve muhakeme usulüne tabi tutulan cürümler; yalnız matbuat vasıtasiyle ika olunabilen cürümlerdir (Matbuat K. 55 vd.).
MATBUAT (Basın) HUKUKU [aim. Presserecht. — fr- legislation sur la presse. — ing, laws governing the press].
- MEBUSAN
Gazete, kitap ve sair matbualarla matbaalara mü-taallik hukuki hükümleri ihtiva eden hukuk şubesidir (Anayasa 70; Matbuat K. ) .
MATBUAT HÜRRİYETİ (aim. Pressfreiheit. — fr, liberie de la presse. — ing. liberty of the press/.
Şahsın, fikrini yazılı veya basılı olarak ve bir makamın iznine veya daha evvel sansüre tabi olmaksızın yayması hakkıdır. Matbaacılık, nâşirlik ilâncılık, matbua satıcılığı matbuat hürriyetiyle alâkadar haklardır. Bizde matbuat kanun dairesinde serbest olup neşredilmeden evvel teftiş ve muayeneye tabi değildir (Anayasa 70, 77).
MATLUBATI MEŞKÛKE bk. Şüpheli alacaklar.
MATLUBUN TEMLİKİ bk. Alacağın temliki.
MATLUP bk. Alacak.
MATUH (ma'lüh) (Es. H.) Fehmi, anlayışı kıt, sözü müşevveş ve tetbiri bozuk olan kimsedir.
MAZANNEİ SU' Ağır cezayı mucip suçlarla hırsızlık, yankesicilik, gâsıplık, hırsızlara yataklık ve sair birtakım suçlardan dolayı en az iki defa mahkûm olan ve hareketleri şüpheli görülen kimselere denir ( Serseri ve mazannei su eşhas hakkında K. 10).
MAZERET (Özür) [aim. Ablehnunggrund, Ent-schuldigunsgrund, Hinderungsgrand.— fr, empechement, cause de dispense.— ing. excuse, ground of exculpation].
Bir vecibeyi veya bir vazifeyi yerine getirmek ve bir muameleyi yapmak iktidarım haiz olan kimsenin bunları yapmaktan çekinmesine hak veren sebeptir: vasilikten itizara sebep olan mazeretler, şahitlikten, ehl-i vukufluktan çekilmiye sebep -olan mazeretler (MK. 367; HMUK. 245, 246, 278; CMUK. 47 - 50, 69) gibi.
MAZMUN (mazmun) (Es.H.) 1 — Bir şeyin müş-temel ve muhtevası demektir. Bir ilâmın mazmunu; havi olduğu dâva, cevap, beyyine ve hüküm vakıalarının heyet-i umumiyesidir.
2 — ödenmesi lâzım gelen borçtur
MAZNUN (Sanık) [alnı. der Beschuldigte, Ange-schuldigte, Angeklagte. — fr, le prevenu, inculpe, ac. cuse-— ing. the defendant, accused.— Z(5r. reus; is qui accusatur; rei capitalis reus, iudicii capitalis reus J
Hakkında ceza dâvası açılan kimse.
MEBİ (nıabi') (Es H.) Satılan şey ki, beyde taayyün eden ayındır ve bey ide asıl kastolunan odur. Zira intifam mevzuu ancak ay n olup semen ise bir vasıtadır.
MEBİDE AY IB DÂVASI bk.- Ayıb dâvası.
MEBNİYYEN KIYMET (ıııabniyyan kiymal) bk. Kıymet.
MEBTUTE (ınabıüta) (Es. H.) Üç talak ile boşanmış olan kadındır.
MEB'US (Milletvekili, saylav) [aim. Abgeoraneter. — fr. depute. — ing. member of Parliament].
Her memlekette Millet Meclisleri azasına verilen addır, bk. intihap; Parlamento; Büyük Millet Meclisi.
MEBUSAN bk. Heyet-i mebusan.
MECBUB - MECLİS-Î VÜKELÂ
221
MECBUB (macbûb) (Es. H.) Uzv-u mahsusu dibinden kesilmiş olan kimsedir. Buna «hadım ve tavaşi» de tabir olunur.
MECBURİ İNİŞ [aim. Notlandung. — fr. atteris-sage force. — ing. forced landing/.
Sebebi ne olursa olsun kendisini veya başkasını derhal vukubulacak bir tehlikeden korumak için, yani ıstırar halinde hava gemisiyle yapılan iniştir. Bu inişte, hava gemisini innliye mecbur eden sebepler filhakika pilotun kudret ve iradesi haricindeki âmillerdir. Bununla beraber, pilotun hareketlerinde bir ihtiyar mevcuttur. Zira o, iradesini kullanarak hava gemisini evvelce arzu ve tahmin etmediği bir yere indirir.
MECBURİ SİGORTA [aim. Zwangsversicherung, obligatorische Versicherung.— fr. assurance obligatoire. — ing. obligatory insurance/.
Sigorta sözleşmesinin akdi kanuni bir mecburiyet olarak ilgililere yüklenmiş olan sigoıta; mükerrer sigorta gibi. İhtiyari sigortanın zıddıdır (1160 sayılı K.).
MECCANEN FERAĞ (maccanan farâg) (Es. H.) Mutasarrıfı tarafından bedelsiz yapılan ferağdır.
MECCANEN İNTİKAL (maccanan intikâl) (Es.H.) Arz-ı mirinin intikal esbabına bir şey ödemeksizin ha-lefiyet yolu ile geçmesi demektir.
MECELLE (macalla) (Es. H.) 1 — Lügat mânası mücellet kitap, hikmeti havi sahife.
2 — Mecelle-i ahkâm-ı adliye : (macalla-i ahkârn-i 'adliyya) Osmanlı saltanatında Gülhane hattı ile açılan devrin en mühim kanunu, Ahmet Cevdet Paşanın reisliği altında toplanan ilmî heyetin tanzim eylediği medenî kanundur. Tebaanın bazı medeni muamelelerinde tatbik edilecek esaslar bir mukaddeme ile (büyüğ) , (icar), (kefalet), (havale), (rehin), (emanet), (hibe), (gasp ve itlaf), (hacir, ikrah, şuf'a) , (envai şirket), (vekâlet), (sulh ve ibra), (ikrar), (dâva), ( beyyinat ve tahlif, kaza) kitaplarını teşkil eden bin sekiz yüz elli bir maddede toplanmıştır. Bu kitapların her biri muhtelif tarihlerde kanuniyet kesbetmiştir ki ; birinci kitap Zilhicce 1285, sonuncu kitap Şaban 1293 senelerinde iradei »eniyeye iktiran ettiğine göre mecellenin tanzimi yedi seneden fazla bir zaman sürmüştür.
Mecellenin ihtiva eylediği bazı esaslar islâm dinine ve Hanefî mezhebine dayandığından din ve devleti birbirinden ayıran Türkiye Cumhuriyeti 1926 senesinde Medenî Kanunu ve Borçlar Kanununu kabul ile Mecelleyi ilga eylemiştir.
MECHUL-ÜN NESEB (maclıül un-nasab) (Es. H.) Bir kimsenin doğduğu yerde babası bilinmemektir.
-MECLİSİ ÂLİ-1 TANZİMAT Tanzimatın icabettir-diği kanun ve nizamnameleri hazırlamak, memleketin İslah ve imarı için alınacak tedbirleri müzakere ve ittihaz etmek, mevcut nizamnamelerden İslaha muhtaç görülenler hakkında mütalâa beyan etmek ve bunların tadillerini hazırlamak, nazırların memuriyet vazifelerinden dolayı mesuliyetleri halinde, muhakemelerini bida-yeten yspmak vazifeleriyle mükellef olmak üzere 1854 tarihinde ihdas ve teşkil olunan meclistir.
Bu meclise «Meclisi Ahkâm-ı Adliye» nin bir kısım vazifeleri verilmiş olduğu için onu «Meclisi Ahkâm-ı
Adliye» nin tecezzisinden doğmuş bir meclis saymak mümkündür, «Dâr-ı Şûrayı Âli» nin yerine kaim olmuş da sayılabilir meclisin reyleri istişari idi. Nazırların j mesuliyeti hakkında verdiği ka-rarlar da ikinci derecede «Meclisi Vükelâ» da tetkik olunabilir ve ancak padişahın kabul ve tasdiki ile tenfiz kabiliyetini iktisabederdi.
Meclis-i Âliy-i Tanzimat 1278 tarihinde tekrar Meclisi Ahkâm-ı Adliye ile birleştirilmiştir.
MECLİS-1 BEY' (maclis-i bay') (Es. H.) Satış akdinde pazarl k için'yapılan içtimadır.
MECLİS-1 EMANET İstanbul'da ilk belediye teşkilâtı yapıldığı zaman Şehremanetinde ihdas edilen, Hükümet tarafından tâyin edilmiş altı azadan müteşekkil meclis idi.
Meclisin vazifeleri mahdut iken 1296 ( 1878 ) tarihinde «Cemiyet-i Umumiye-i Belediye» lâğvedilerek bunun vazifeleri de Meclisi Emanete verilmiş ve bu meclis bugünkü belediye meclislerinin vazifeleriyle, salâhiyetleri mahdut olmak üzere, tavzif edilmişti.
MECLİS-İ HASS-I VÜKELÂ bk. Meclis-i Vükelâ.
MECLİSİ İDARE bk. İdare heyeti.
MECLİS-İ İDARE-İ EMVALİ EYTAM Eytam malları hakkındaki muameleleri tetkik ve murakabe etmek üzere 21 Şaban 1291 tarihli nizamname ile teşkil ve sonraki nizamnameler ve hususiyle 4 Rebiülevvel 1324 ve 3 nisan 1322 tarihli Emval-i Eytam Nizamnamesi ile âzası adedi tezyit ve vazaifi tevsi olunan meclis idi.
MECLİS 1 MEBUSAN bk. Heyet-i Mebüsan.
MECLİS SORUŞTURMASI bk. Meclis tahkikatı.
MECLİSİ ŞER5 (maclis-i şar') (Es. H.) Yargıcın muhakeme veya bir takrir istimal için akdeylediği celse demektir. Meclisin şer'a izafesi ahkâm-ı seriye tatbik olunmak itibariyledir.
MECLİS-1 TETKİKAT-I SERİYE Mülga Meşihat Dairesinde bir reisin riyaseti altında* müteşekkil heyeti âliye idi ki, 21 Muharrem 1290 tarihli talimatname ve zeyillerinde yazılı olduğu üzere kendisine tevdi olunan işlerle fetvahaneden havale olunan ilâmların vakii hale ve zabıtnamelerine muvafık olup olmadığını tetkik ederdi.
MECLİSİ VALÂY I AHKÂM I ADLİYE (maclis-i vâlâcyi alıkâm-i 'adliyya ) İkinci Mahmut devrinde İslahat hareketlerinin icabettirdiği yeni nizamnameleri hazırlamak, memurların muhakemesiyle meşgul olmak, bazı devlet işlerinde rey vermek üzere ihdas olunan meclistir. Bu meclisin vazifeleri çoğalmış ve Tanzimattan sonra «Meclis-i Âliy-i Tanzimat» teşkil edilerek bir kısım vazifesi bu meclise verilmişti. Fakat 1278 tarihinde «Meclis-i Âliy-i Tanzimat» ve «Meclis-i Ahkâm-ı Adliye» tekrar birleştirilerek gene «Meclis-i Valây-ı Ahkâm-ı Adliye» namı altında bir meclise kalbedilmiş ve bu meclis idare, tanzimat, adliye namiyle üç kısma ayrılmıştır. İdare kısmı mülkî ve malî işlerle, tanzimat kısmı kanun ve nizamnamelerin tetkik ve tanzimiyle, adliye kısmı da bazı dâvalarla meşgul oluyordu. 1284 tarihinde bu meclis tekrar « Divan-ı Ahkâm-ı Adliye » ve..«Şûray-ı Devlet» olmak üzere iki kısma ayrılmıştı.
MECLİS İ VÜKELÂ Osmanlı İmparatorluğunda nezaretlerin ve nazırların ihdasından sonra şeyh-ül-islâ-
222
MECLİSİ VÜKELÂ - MEDENÎ HUKUK
mın ve nazırların sadraâzamın reisliği altında toplanma-siyle teşekkül eden ve hükümeti iç ve dış siyasetine ve bazı mühim hususlara taallûk eden, padişah ve sadrâzam tarafından havale olunan işlere bakan meclistir.
Meşrutiyet rejiminde bu meclis kanun ve nizamlarla kendisine verilen vazifelerle mükellef ve devletin iç ve dış siyasetine ve umumi vazifelerine mütaallik hususlardan padişaha ve Mebusan meclisine karşı müştereken mesul bir meclis vaziyetine girmiştir.
MECLİS TAHKİKATI (Meclis soruşturması) [alın. parlamentarische Untersuchung. — fr. enquete parlementaire. — ing. parliamentary inquiry].
Bakanlar kuruluna dahil olanların ya genel politikadan yahut her bakanın bakanlığına ait cezalı veya akçalı sorumluluğunu gerektiren işleminden dolayı, hakkında Büyük Millet Meclisi tarafından verilen karara dayanılarak başlanılan araştırmaya denir. Bu araştırma ya Anayasa komisyonu ile Adalet Komisyonu tarafından birlikte yahut beşten on beşe kadar Kamutaydan seçilmiş üyelerden meydana gelecek bir heyet tarafından yapılır. Bu heyet sorgu yargıcı görevini yapar. Heyetin kararları Kamutayca onanır veya reddedilir yahut değiştirilir (Anayasa 22 vd.; İçtüzük 169, 170).
MECNİY-YÜN ALEYH (macniyjun 'olaylı) (Es.H.) Kendisi üzerine cinayet vukubulan kimsedir: maktul, mecruh gibi.
MECNUN (nıucnün) (Es. H.) Deli olan kimsedir ki, iki kısımdır : biri mecnun-u mutbik, diğeri mecnun-u gayrı mutbiktır.
MECNUN-U MUTBİK (nıucnîin-i mııtbik) (Es.H.) Cünunu, bütün zamanını kaplıyan kimsedir.
MECNUN-U GAYRI MUTBİK (macnün-i gayri mutbik) (Es.H.) Kâh mecnun olup kâh ifakat bulan kimsedir.
MECRALAR İki hukuki anlamı vardır: 1 — [alın. Ablauf, Wasserablauf. — fr. ecoulements des eaux. — ing. mains, course] kendi kendine akan suların geçtiği yerlerdir. Bu arazinin tabiî, jeolojik hususiyetleri icabı olarak yüksekte bulunan arzın yağmur, kar ve tutulmamış kaynak suları gibi kendi kendine akan suların alçakta bulunan aızın sahibi, mülküne kabule ve bunun için icabeden tetbirleri almaya, suyollarını ve yarıkları yapmaya mecburdur.
2 — [alnı. Leitungen, Durchleitungen, Zuführung. — fr. conduites.— ing. ducts, conduits] Zaruri mecralar geçirmek hakkı : gayrimenkul sahipleri, yapılacak zarar tamamiyle ve peşin tazmin olunmak şartiyle, mülkünün altından ve üstünden suyolu, kurutma kanalı (cetveli), yeraltından, yer üstünden ve havadan mecralar ve
borular geçirilmesine müsaade etmiye mecburdur (MK. 666, 668).
MECUR [aim. Mietsache. — fr. chose louee]. Kiraya verilen yani kiralanan şey demektir.
MECUS (maeüs) (Es. H.) Ateşe tapan insanlardır. Bunlardan her birine «mecusî» denir.
MEDEO (madad) (Es. H.) Muharebe sahasındaki mücahitlere yardıma koşup iltihak eden cemaattir ki, ganimete iştirak ederler. Cem'i «emdad» dır.
MEDENÎ HAKLAR [aim. biirgerliche Rechte, Privatrechte. — fr. droits civils. — ing. civils rights].
Bir cemiyette her ferdin kaide olarak, tabiiyet ve cinsi ayrılmaksızın şahıs sıfatiyle haiz bulunduğu sübjektif haklardır : nişanlanmak, evlenmek, isim sahibi olmak, satın almak, satmak, malları üzerinde tasarruf eylemek gibi. Medenî haklar siyasî hakların [aim. biirgerliche Ehrenrechte, biirgerliche Rechte und Ehren.— fr. droits civiques. — ing. civic rights] zıddıdır.
MEDENÎ HAKLARDAN İSKAT [aim. Entziehung der bürgerlichen Ehrenrechte. — fr. degradation des droits civiques. — ing. loss of civic right (honorary civic function) ].
Bugünkü ceza mevzuatımızda medenî haklardan iskat diye bir ceza yoktur. Yalnız Eski Ceza Kanununda sayılan cezalar arasında böyle bir ceza da vardı. Bugün bu cezanın yerine «âmme hizmetlerinden memnuiyet», «hacir altına alınmak», «babalık veya kocalık sıfatlarına bağlı hakları kaybetmek» gibi ferî talâkki olunan eczalar ve mahkûmiyetin neticeleri kaim olmuştur. -
MEDENÎ HAKLARDAN İSTİFADE EHLİYETİ
[aim. Rechtsfahigkeit. — fr. capacite civile de jouis-sance (Fr.), capacite de jouissance des droit civils (Is.), ing. legal capacity].
Medenî hakların süjesi olmak, yani sübjektif haklarla vazifeleri haiz veya onlara sahip olmak ehliyetidir. Prensip itibariyle herkes medenî haklardan istifade eder.
Bununla beraber, medenî haklardan istifadenin yaş (vasiyet yapmak, evlenme, din intihabı, vasi olabilmek, evlât edinebilmek), cinsiyet (aile birliğinin reisi kocadır, karı ve çocuklar kocanın ismini taşırlar ve kocanın ikametgâhı onların da ikametgâhıdır, velayet hakkı ihtilâf halinde kocaya aittir....), «şeref ve haysiyet» ve «evlenme dışında doğmuş olmak» bakımlarından az çok tahditleri vardır (MK. 21, 88, 152, 253, 263, 266, 363, 366, 449).
MEDENÎ HAKLARI KULLANMA (muamele) EHLİYETİ [aim. Ceschüftsfâhigkeit (Al.), Hand-lungsfâhigkeit (Is.). — fr. capacite civile d'a gir (Fr.), capacite d'exercer les droits civils, exercise des droits (Is.). — ing. disposing capacity] .
Bir şahsın bizzat kendi faaliyet ve muameleleriyle medenî haklar ve vazifeler tesis eylemesi hususunda haiz olduğu kudrettir.
Bu kudret iki yanlı bir neticeyi haiz olabilir. Hukuk süjesi bu kudret sayesinde herhangi bir iradesine uygun ve hukukan hüküm ifade edici bir hareket tarzı ihtiyar eder, başka deyim ile bir hak veya bir vazife tesis edebilir ki, buna «hukukî muamele ehliyeti» ve «mukavele ehliyeti» [aim. Rechtsgeschaftsfâhigkeit. — fr. capacite de contraeter] de denir.
Diğer yandan bu kudret hukuk süjesine, hukuka mugayir fiillerinden doğan zararların tazmini mecburiyetini yükletir ki, buna da haksız fiile ehliyet [aim. Deliktsfâhigkeit. — fr. capacite delictuelle] denir.
Medenî hakları kullanmanın iki şartı vardır: reşid olmak ve temyiz kudretini haiz bulunmak (MK. 9, 10, 16).
MEDENÎ HUKUK [aim. Bürgerliches Recht, Zivilrecht, Privatrecht. — fr. Droit civil. — ing. Civil Law. — lât. ius civile].
MEDENÎ HUKUK - MEHİL
223
Objektif hukukun bir şubesi olan medenî hukuk geniş mânasında, hususi hukuk tâbirinin müradifidir. Bu mânada, şahıslar arasındaki bütün hususi münasebetleri tanzim eder.
Dar mânada, medenî hukuk; hususi hukukun aileye, mirasa ve eşyaya, malların intikaline, mukavelelere ve borçlara mütaallik hukuk kaidelerini ihtiva eder.
MEDENÎ (manevi ) ÖLÜM /aim bürgerlicher Tod. — fr. morte civile. — ing. civile death. — lât. mors civilis].
Kürek ve müebbed kalebentlik cezalarına mahkûm olanlar hakkında, evlenmeler münfesih olmak, miraslar açılmak gibi birtakım tesir ve neticeler hasıl eder bir mevhume idi. Bu ceza bugünkü hukuk âleminde artık mevcut değildir.
MEDENÎ SEMERELER bk. Semere.
MEDYUN (madyün) (Es. H.^ Boıçlu, yani zimmeti meşgul olan kimsedir.
MEDYUNU MÜFLİS (madyün-i müflis) (Es. H.) Düyunu malına müsavi, yahut ziyada olan borçludur.
MEDYUNU MÜMÂTIL (madyuni mumatıl ) (Es. H.) Kudreti varken borcunun edasını uzatıp geciktiren borçlu demektir.
MEFHUM (nıafhüm) (Es H.) Lâfzın söz haricinde delâlet eylediği mânadır ki, iki kısımdır: birine mef-hum-u muvafakat, diğerine mefhum-u muhalefet denir.
Mefhum-u muvafakat: meskût bırakılmış olan şeyin ınantuka, yani söylenen şeye hükümde ispaten veya nefyen muvafık olmasıdır. Buna Hanefîler «delâlet-i nâss» ve Şafiîler -«Fehvâ-ı hitap» derler. Meselâ, «ana ve babanıza uf demeyiniz* mealinde olan nazm-ı celil döğme ve sövmenin memnu olduğuna delâlet eder.
Mefhum-u muhalefet: meskût bırakılan şeyin hükmü, beyan olunan şeyin hükmüne ispaten veya nefyen mugayir olmaktır. Buna Hanefîler «tahsis biz-zikir» ve Şafiîler «delil-i hitııp» derler. Meselâ, «bugün bana filân geldi» dediğinizde burada bir mantuk bir de meskût-ün-anh vardır. Mantuk filân ve meskût-ün-anh filânın maadasıdır. «Filân geldi» denildikte meskût-ün-anh olanların gelmedikleri anlaşılır. İşte bu mefhum-u muhalefettir.
Mefhum-u muhalefet; mefhum-u lakap, adet, sıfat, şart, gayet, istisna, mefhum-u has gibi kısımlara ayrılır. Yukarıdaki misal mefhum-u lakaptan bir misaldir. Mefhum-u muhalefetle istidlal caiz olup olmaması mühim bir badis teşkil eder ki usul-ü fıkıh kitaplarında tafsi-len yazılıdır.
MEFHUM-U MUHALEFETLE İSTİDLAL 1 — (Es. H.) Mefhum u muhalifi hüküm çıkarmakta delil ittihaz eylemektir.
2 — bk. Kıyas.
MEFHUMU TASNİF (mafhüm-i tasnif) (Es. H.) Bir şeyin başka aksam ve envai bulunmadığı, zikredilen aksam ve envaiyle sabit olmaktır, ki mefhum-u muhalefet kabilindendir.
Meselâ, bir vakfın gailesi için vakfiyesinden üç sınıf cihet eshabı gösterildi mi artık bu gailenin dördüncü bir sınıf müstelıikkı bulunmadığı anlaşılmış olur.
MEFKUT (mafküd) (Es. H.) Mekânı, hayat ve mematı malûm olmıyan gaiptir. Buna «gaybeti münkatıa ile gaip» de denir.
Berhayat olduğuna dair haber alınan gaip, mefkut sayılmaz.
Mefkudun vefatı iki veçhiledir:
1 — Hakikaten vefattır, ki bu beyyine ile sabit
olur.
2 — Hükmen vefattır, ki bu da mefkudun tevellüdünden itibaren doksan sene geçmiş olmasına mebni yargıcın hükmetmesiyle olur.
Bununla beraber, ölüm tehlikesi bulunan yerlerde mefkut olup ta mematı gcip zannolunacak mertebe müddet geçer ve zuhur etmezse vefatına hükmolunabilir,
MEFRUC-UN-BİH (mafrügun bih) bk. Ferağ.
MEFRUC UN-LEH (mafrügun lah) bk. Ferağ.
MEGAZİ (magâzi) (Es. H.) Düşman ile yapılan muharebelerdir. Müfredi, gazve mânasına olan «magza» veya «magzat» tır.
Megazi tâbiri gazilerin menâkıbi mânasında da kullanılır.
MEHAMİ bk. Avukat.
MEHÂRİM BEYNİNİ CEM ( nıalıarim beynini cam') (Es. H.) Biribirine mahrem olan kadınları nikâh veya milk ile mukarenette cem demektir ki caiz değildir. Bunda kaide iki kadının herhangi birisi erkek farz olunduğu taktirde diğeriyle evlenmesinin haram olmasıdır : meselâ, iki hemşire, iki hala, iki teyze gibi. Fakat bunlardan menkûha olan kadın vefat etse hürmet zeval bulur, diğerinin nikâhı sahih olur.
MEHİL / aim. Frist, Termin, Zeit. — fr. delai, ierme. — ing. time, term. — lât. dies, terminus/.
Bir vecibenin yerine getirilmesi veya bir muamelenin yapılması için kanun veya yargıç veya alâkalı şahıs tarafından tâyin edilen zamandır. Aynı anlamda olmak üzere Medenî Kanun ve Borçlar Kanunu «ecel, vâde, müddet»; Ticaret Kanunu «vâde, müddet»; Hukuk Muhakeme Usulü Kanunu «müddet»; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu «mehil, mühlet» ; İcra ve Iflâs Kanunu «müddet, mühlet» terimlerini kullanmıştır: bir borç için tâyin edilen ecel (müddet), bir senedin vâdesi, cevap müddeti, itiraz müddeti (mühleti), ödeme emrine itiraz müddeti, mal beyanında bulunmak müddeti gibi (BK. 76-81; TK. 558-562, 658; HMUK. 159-165, 167, 177; CMUK. 39-44, 423; İc. İf. K. 19, 20, 56). Mehiller ekseriyetle gün olarak ve bazan, saat, ay veya sene olarak tespit edilir.
a) Kazai mehil (müddet):
Yargıç tarafından usule ait olmak üzere verilen mehildir. Aksine karar verilmedikçe bu mehli geçirmiş olan taraf yenisini istiyebilir. İkinci mehil kat'îdir.
b) Kat'î mehil (müddet):
Kanun tarafından tâyin olunan veya yargıç tarafından kat'î olarak verilen usule ait mehildir. Bu ınehil içinde yapılması lâzımgelen muamele yapılmazsa o hak düşer (HMUK. 163).
e) Feshin ihbarı mehli (müddeti):
224
MEHİL — MEMNU MINTAKALAR
Müddeti muayyen olmıyan adi veya hasılat kirasında ve iş akdinde akdin feshi için tarafların riayete mecbur oldukları mehildir (BK. 262, 285).
MEHR (mahr) (Es. H ) Karının nikâh ile müs tehik olduğu maldır.
MEHR-1 MİSL (mahr i misi) (Es. H.) Karının emsaline nazaran müstehik olnuğu mehrdir.
MEHR-1 MUACCEL (mahr-i mu'accal) (Es. H.) Peşin verilmesi mukarrer olan metildir, örfümüzde buna «ağırlık» denilir.
MEHR-1 MÜECCEL (mahr-i mu'accal) (Es. H.) Peşin olmıyan mehrdir. (Bu mehr ecelin hululü veya talal^ yahut eşlerden birisinin vefatiyle muaccel olur).
MEHR-1 MÜSEMMA (mahr-i musamma) (Es.H.) Karı için iki tarafın rızasiyle ve nikâh akdi sırasında tâyin olunan mehrdir.
MEKFUL-ÜN-ANH (maktulun 'anlı) (Es. H.) Kefilin kendisine kefil olduğu kimsedir (Asıl).
MEKFUL-ÜN-BİH (maktulun bih) (Es. H.) Kefilin taahhüt ve iltizam eylediği şeydir. Kefaletin mevzuudur.
MEKFUL-ÜN-LEH (makfülun lalı) (Es. H.) Le-hine Jrefalet olunan kimsedir. Meselâ, borca kefalette, mekfûl-ün-leh alacaklı olan kimsedir, nefse kefalette mekfûl-ün-leh, mekfûl ün-bih olan şahısta hakkı olan kimsedir, teslime kefalette mefkûl-ün-leh, malı kendisine teslimi lâzım olan kimsedir.
MEKİL (makîl) (Es.H.) a) bk. Keylî b) Mekilât «mekil» in cem'dir.
MEKKÂS (makkâs) (Es. H ) Tüccarın emvalinden öşür ve baç denilen vergileri cibayete memur olan kimsedir ki gümrükçü denir. Alınan öşre veya baça «meks» denildiği gibi bunları cibayet etmeye de «meks» denilir.
MEKS bk. Baç.
MEKTEP [alnı. Schule. — fr. ecole.— ing. school. — lât. scolaj.
Muayyen bir doktrin (içtihad) mensuplarınca ileri sürülen, yahut muayyen bir ilmî telâkkiden çıkan nazariyelerin toplu olarak ifadesidir: Glossatörler mektebi, Tabiî Hukuk Mektebi gibi. Tarihî mektep, Tabiî Hukuk mektebinin ideal ve aklî hukukuna karşı hukukun tekevvününü tarihî tekâmüle ve örf ve adete bağlıyan mekteptir. Belli başlı mümessilleri Savigny, Puchta'dır.
MEKTUPÇU Vilâyetin merkez teşkilatındaki idare şubelerinden vilâyetin yazı ve muhabere işlerine bakan şubenin âmiridir (Vilâyet İdaresi K. 5).
MELCE HAKKI bk. İltica hakkı.
MELÎ (mali) (Es. H.) Zengin manasınadır.
MEMLEKET DIŞİİNA ÇİKARMA [aim. Auszuei-sang. — fr. interdiction de sejour, expulsion. — ing. expulsion j.
Bir memlekette oturan veya dolaşan ecnebileri, Hükümetçe görülecek lüzum üzerine derhal o memleketi terketmeye zorlıyan idare tetbirine denir.
Bizde İçişleri Bakanlığı, memlekette kalmalarını umumun emniyeti veya siyasî ve idarî icaplar bakımlarından zararlı gördüğü ecnebileri tâyin edilen müddet içinde memleketten çıkmıya davet edebilir. Bu müddet içinde memleketi terketmiyen ecnebi sınır dışı edilir. Sınır dışı edilmesine lüzum görülen ecnebi Türk ırkından ise Bakanlar Kurulu karan lâzımdır (Ecnebilerin Türkiyede İkamet ve Seyahatleri Hakkında K. 22-25).
MEMLÛK (manılük) (Es. H.) Bir kimsenin alelıtlak mülküne dahil olan şey demektir. Müennesi «mem. lûke» dir ; Mal-i memlûk, arazi-i memlûke gibi.
Memlûk tâbiri bilhassa bir kimsenin mülkünde bulunan köle ve cariyeye denir.
MEMLÛK OLAN ENHAR-I ÂMME (mamlûk olan enhâr-i 'amma) (Es. H.) Suyu ortaklar arasında tefrik ve taksim edilmiş nehir. Fakat onların arazisinde tamamen mahvolmayıp bakiyesi umuma mubah olan. kırlara akar. Bu kabilden olan nehirler bir bakıma umuma ait olduğundan bunlara «nehri âm» da denilir.
MEMLÛK OLMAYAN ENHAR-I ÂMME (mamiûk olmıyan anhâr-i 'amma) (Es. H ) Bir cemaatin mülkü olan mecralara dahil olmıyan nehirlerdir. Nil, Fırat, Tunca ve Tuna nehirleri gibi.
MEMNUAT-I SERİYE ( mamnü'ât-i şar'iyya) (Es. H.) İşlenmesi şer'an men ve nehyedilmiş olan şeylerdir.
MEMNU HAKLARIN İADESİ [aim. Reh&bilitie-rang; Wiedereinsetzung in friihere Rechte* — fr. rehabilitation judiciaire /.
Bazı şartlar altında hidemat-ı âmmeden memnuiyet ve ceza mahkûmiyetlerinden doğan diğer ehliyetsizliklerin kaldırılması gayesiyle ceza hukukunun mahkûmun lehine olarak vazetmiş olduğu bir usul.
Yukarıdaki cezalar eğer şahsî hürriyeti bağlayıcı bir cezaya merbut ise mahkûm asıl cezasını çektiği veya ceza af veya müruru zaman ile ortadan kalktığı, değil ise, hüküm katileştiği tarihten itibaren muayyen bir müddet (müruru zamanda yedi sene, af ve infazdan veya hüküm katileştiğinde beş sene) geçtikten sonra böyle bir talepte bulunabilir.
Memnu hakların iadesi için bu müddet zarfında mahkûmun işlediği suçtan nedamet etmekte olduğunu ihsas edecek surette bir salâh eseri göstermesi şarttır Bu salâhın tetkik ve tesbiti mahkûmun ikametgâhı mahkemesine ait ve muayyen bir usule tabidir (CK. 121-123; CMUK. 416-420; As. CK. 52).
MEMNUİYET MÜDDETİ bk. İddet müddeti.
MEMNU MINTAKALAR [aim. verbotene Zone; Militârzone. — fr. zone interdite. — ing. prohibited (military) zone).
Bazı askerî tesislerin emniyetlerini muhafaza için bunların etrafındaki araziden muayyen bir kısmı ayrılarak buralara girmek ve bu araziyi tasarruf ve temellük etmek hakları men veya takyid edilmiştir.
1 — -Müstahkem mevkilerin etrafında «birinci ve ikinci memnu mıntaka» namiyle iki memnu rnıntaka ihdas edilmiştir. «Birinci memnu mıntaka », müstahkem mevkiin etıafına yapılacak tahkimat hattından veya
MEMNU MINTAKALAR — MEMURİN MUHAKEMATI USULÜ 225
müstahkem mevkideki diğer münferit askerî tesisatın harici muhitinden itibaren üçyüz ilâ altıyüz metre uzağından alınan noktaların yekdiğerine birleştirilmesiyle hasıl olan hatla çevrili mıntakadır. Bu mıntakaya hiç kimse giremez. Bu mıntakadaki gayrimenkul mallar istimlâk olunur, veya buralardan çıkacak olanlara mübadele yolu ile gayrimenkul diğer bir mal verilir. «Ikinr-i memnu mıntaka», birinci memnu mıntakanın sınırından itibaren arazinin haline göre ancak on beş kilometre mesafeye kadar tesbit edilecek noktalardan geçirilen hat dahilinde kalan mıntakadır. Bu mıntakaya hiçbir ecnebi giremez; yerli halkın ikamet, seyahat, ziraat etmeleri serbesttir.
2 — Türk askerî tayyarelerinden başka bütün hava nakil - vasıtalarının üzerinden uçması ve dahiline inmesi memnu olan mıntakalar da memnu mıntakalar-dandır.
3 — Mühimmat ve infilâk edici maddelere ait depoların muhafazaları için bu müesseselerin etrafında bulunan ve çevreleme beş yüz metreye kadar uzayan emniyet mıntakalarına da hiç kimse giremez.
4 — Şehir ve kasabalarda ve bunların dışında bulunan .askerî ikametgâhlar ile sair askerî binaların etrafında çevreleme elli metre mesafeye kadar uzanan mrntakada hususi binalar inşa ve bu arazi işgal edilemez. Fakat bu sahadan geçmek serbesttir. Buradaki emlâk istimlâk olunur (K. No. 1110, 1655, 1744, 1764)
MEMNU SİLÂHLAR [alnı. verbotene Waffen. — fr. armes prohibees.— ing; prohibited (forbidden/ arms].
Askere, subaylara, zabıta memurlarına tahsis edilmiş olan silâhlar, alelıtlak ha/b tüfekleriyle namlusu onbeş santimetreden uzun olan tabancalardır (CK, 265).
MEMORANDUM bk. Muhtıra.
MEMUR 1 — [aim. Beamier. — fr. fonctionnaire. — ing official. — lât. magistratus ]. Geniş mânada memur, resmî bir vazife sahibine denir.
788 sayılı Memurin Kanununa göre «kendisine devlet hizmeti tevdi olunan ve sicili mahsusunda mukayyet olarak umumi veya hususi bütçeden maaş alan kimse » dir.
Ceza kanunun tatbiki bakımından memur'un tarifinde daha geniş bir ölçü kabul edilmiştir (Memurin K. 1 ; CK. 279); bk. Memurin muhakematı usulü.
2 — (Es. H.) Kendisine eınroluoan kimse.
3 — bk. Tüccar memuru.
MEMURİN MUHAKEMATI USULÜ [aim. Ver-fahren über die Zulassigkeit der Einleitung oder Durch-führung eines Strafverfahrcns gegen Beamte. — fr. procedure de mise en jugement ou de poursuiie des fonctionnaires].
Memurların vazifelerinden doğan veya vazifelerinin ifası sırasında imledikleri suçlar hakkında tatbik edilen usul hükümleridir.
Bu usule göre, yukarda beyan edilen mahiyette bir suçtan sanık memur, merkeze mensup ise hakkında hsğh olduğu Bakanlık veya daire; il memurlarından ise vali, kaymakam yahut bağlı olduğu idare şubesi tarafından iptidaen tahkikat yapılır,' yahut yaptırılır. Bu iptidai
tahkikat evrakı üzerine sanık memurların derecelerine göre, ilce, İl idare heyetleri veya Danıştay tarafından lüzum veya men'i muhakeme kararı verilir. Lyzum u muhakeme kararlarına karşı sanığın ve meni muhakeme kararlarına karşı memurun mensup olduğu idare başkanının ve suçtan zarar görenin itiraz hakkı vardır.
Meni muhakeme kararları itiraz vâki olmasa da üst heyete gönderilir. Bir heyetin kararı aleyhindeki itiraz üst heyette ve il idare heyeti kararları aleyhindeki itiraz Danıştay da tetkik edilir.
Merkeze mensup memurlardan millî irade ile tâyin olunanlar hakkında tahkikat icrası Bakanların kendi daireleri erkânından teşkil edecekleri heyetlere ve lüzum veya meni muhakemeye dair karar itası Danıştay Mülkiye Dairesine ve bu kararlara karşı vâki olacak itirazların tetkiki de Danıştayın genel kuruluna racidir. Merkeze mensup memurlardan millî irade ile tâyin edil-miyenler hakkında lüzum veya meni muhakeme kararı vermek daireleri erkânından teşkil edilen heyetlere ve bu heyetlerin kararları aleyhindeki itirazların tetkiki Danışt»y Mülkiye Dairesine aittir.
Lüzum-u muhakemelerine karar verilen memurların muhakemeleri kararı veren idare kurulunun bulunduğa yerin adliye mahkemesinde yapılır, ilce idare kurulunca muhakemesine lüzum görülen memurun suçu, ağır ceza mahkemesinin vazifesine giren bir fiil ise muhakemesi ilçenin bağlı olduğu ağır ceza mahkemesinde görülür.
Danıştay Mülkiye Dairesince muhakemelerine karar verilen memurların muhakemelerine bu kararda tasrih edilen en yakın il merkezindeki mahkemede bakılır.
Elçilerin, valilerin, Bakanlık müsteşarlarının lüzum veya meni muhakemelerine karar vermek Danıştay Mülkiye Dairesine ve bu karara vâki olacak itirazın tetkiki Danıştay genel kuruluna ve muhakemeleri de Yargıtaya aittir.
Müştçıek suçlarda sınıfı aşağı memur, yukarı sınıftaki memurun mahkemesine tâbidir. Memur olmıyan şerikler memurun mahkemesine tabidirler.
Yiyicilikten, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para geçirmekten, gerek doğrudan doğruya, gerek memuriyet vazifesini suiistimal suretiyle, kaçakçılıktan ve resen yapılan artırma ve eksiltmelere ve alım ve satıma fesat karıştırmaktan ve devlet hariciyesine ait gizli evrakı veya şifreleri ifşa veya ifşaya sebebiyet vermekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu cari olmayıp millî irade ile tâyin edilen memurlar hakkında Cumhuriyet savcılığınca takibat icrasına mensup olduğu Bakanlık, illerin millî irade ile mensup olmıyan memurlariyle talî memurlar hakkında lüzum görülürse savcılar hazırlık soruşturması yapmakla beraber bunları sorguya çekmiyerek bunun için validen muvafakat alır. Vermediği takdirde memurun mensup olduğu Bakanlıktan müsaade alınır ( Bazı Cürümlerden Dolayı Memurlar ve Şerikleri Hakkında Takip ve Muhakeme Usulüne Dair 1609 No. lı K.; Memurin Muhakemat K.; 1255 sayılı B. M. M. Tefsir Karan).
Yargıçların vazife ile alâkalı suçlarının takip ve muhakemesi hususi bir usule tâbidir (Hâkimler K. 102 vd. ).
H. L. 15
226 MEMURİYETTEN İHRAÇ — MEN ALEYH İN-NAFAKA
MEMURİYETTEN İHRAÇ [aim. Amtsentsetzung, Dienstentlassung, Entfernung aus dem Amte. — fr. revocation (d'un fonctionnaire). — ing. removal of public officer; remove magistrate from office}.
Kumar oynatmak, sarhoşluğu itiyat edinmek, uta nılacak hareketlerde bulunmak ; harb, ihtilâl, isyan gibi fevkalâde hallerde emirsiz ve zaruretsiz vazifesini bırakmak, memuriyetine ait gizli dosyalar münderecatını ifşa etmek gibi hallerden dolayı memurun bir daha devlet memuriyetinde kullanılmamak üzere inzibat komisyonu karariyle memuriyetten çıkarılmasıdır.
Ceza Kanununun müebbeden hidemat-ı âmmeden memnuiyet cezasına mahkûmiyet de bu neticeyi verir (CK. 20 f. 1; Memurin K. 26 f. 5).
MEMURİYET VE MEVKİ NÜFUZUNU SUİİSTİMAL [aim. Amtsmissbrauch, Gewaltmissbrauch, Miss-brauch der Amtsgewalt. — fr, abus de pouvoir abus d'autorite (du fonctionnaire) . — /.
Devlet memurlarının bir şahıs veya diğer bir memur hakkında, memuriyetine ait vazifeyi kötüye kullanmak suretiyle keyfi muamelede bulunmasıdır.
Memuriyet ve mevkiin nüfuzunu suiistimal Türk Ceza Kanunu ile Askerî Ceza Kanununa göre devlet idaresine ve askerliğe karşı birer suç teşkil eder (CK. 228 vd.; As. CK. 108 vd.).
MEMUR SİCİLİ [aim. Personalakten, Personal-nachweise (des Beamten). — fr. dossier du fonctionnaire. — ing. civil servant's register) .
Her memur için, kendi adı ile baba ve anasının adını doğduğu gün ve yeri, tahsilini, mükâfat ve ceza larını, bulunduğu memuriyetleri, şahsi hallerini, eserlerini ve saireyi göstermek üzere tertibedilen, numunesine uygun resmî vesikadır ( Memurin K. 10 vd. ).
MEMUR-UN-BİH (ma mûrun bih) (Es. H.) Emr-olunan iştir.
MEMURUN ŞAHSİ KUSURU [aim. persönliches Verschulden des Beamten. — fr. faute personnelle du fonctionnaire. — ing. civil liability for misfeasance by public officer).
Memurun, memuriyet vazifesini görürken kasten veya o vazifenin icaplariyle, hizmetin unsurlariyle hiçbir alâkası ve rabıtası olmayan fiiller işlemek suretiyle yaptığı kusurdur. «Şahsi kusur» denilen bu kusurdan doğan sorumluluk «hizmet kusuru» [aim. Amtspflicht-verletzung. — fr. faute de service. — ing. negligence of public officer; neglect of duty by public officer] nun aksine olarak, memurun şahsi sorumluluğnu icabet-tirir. Bu sorumluluk Medenî Hukuk ve Ceza Hukuku hükümlerine tâbidir.
MENAFİ-İ EMİRİYE (manâfi'-i amiriyya) (Es.H.) Istılah olarak kullanıldığı zaman şu menfaatlerin umumunu ifade eder:
1 — Ziraatle tasarruf olunan yerlerin eşear ve gürüm dikilerek bağ ve bahçe ittihaz edilen mahallerin mahsulünden istifa kılınan öşür (1/10) ve Irak'ın bazı mahallerinde humus (1/5) miktarı hisse;
2 — Ebniye ve harman yerlerinden ve kışlak ve
yaylak ve koru ve ormanlardan mezru ve müsmir ağaçlar, mağrus olmiyan herhangi bir arz-ı mirîden mukataa resmi, öşür bedeli, zemin icaresi namlariyle senevi alınan resimler ki, bir zamanlar bedel-i ferağın bindesi üzerinden otuz para ve izinsizleri ipkada altmış para ve gayri sahih mevkutede kıymeti üzerinden binde yüz para olmak üzere takdir ve tâyin olunurdu;
3 — Arz-ı mirî yaylak ve kışlaklarından alınan ve yaylak ve kışlak resimleri denilen maktu resimler;
4 — Arz-ı mirînin ferağında alınan ferağ harcı;
5 — Arz-ı mirînin kanunen muayyen hısımlara meccanen intikalinde alınan intikal harcı;
6 — Müstehik-ı tapu ve mahlûl-ü sırf olan arazi-i emirîyenin ihalesinde alınan muaccele ki, mahlûllerde bedel.i misildir. Sırf mahlûl olanda bedel-i misilden dûn olmamak kaydiyle mukayyet müzayede bedelidir;
7 — Arz-ı mirînin hakk-ı karar ile teffizinde verilecek senetler için istifa olunan harç ;
8 — Arzı mirînin taksiminde müceddeden verilen senet harcı.
Bunlardan bir kısmı rüsum-u emiriyeden maduttur.
MENAFİ-İ HAZİNE (manâfi'-i hızîna) (Es. H.) Menafi-i emirîye tâbirinin müradifidir. Istılah olarak kullanıldığı zaman menafi-i emirîye tâbirinin şümulüne giren bütün menfaatleri ihtiva eder.
MENAFİ-İ UMUMİYE KARARI /aim. Beschluss (Entscheidung) über die Gemeinnützigkeit (bei Enteig-nung oder Verein). — fr. decision (arret) d'utilite publique. — ing. award (decision) of public utilities).
1 — Umumi menfaatler için yapılan' istimlâklerde istimlâk edilen gayrimenkulun tahsis edileceği işin, istimlâk tasarrufunun saikının umumi menfaatlere uygun olduğuna dair yetkili merci tarafından verilen idari karardır. Bu karar istimlâk muamelelerine esas teşkil eder. Kanunlar umumi menfaatin tesbitini takdiri mahiyette saydıkları için umumi menfaat kararı da takdiri ve katî mahiyette bir idari karar sayılmaktadır. ( bk. istimlâk).
2 — Bir cemiyetin umumi menfaatlere hadim cemiyetlerden sayılmasına dair Cemiyetler Kanunu mucibince Danıştayın oyu ile Bakanlar Kurulu tarafından verilen karardır (Cemiyetler K. ).
MENAFİ-İ UMUMİYEYE HADİM MÜESSESELER bk. Umumi menfaatlere hadim cemiyetler.
MENAFİ-İ VAKF (manâfi'-i vakf) (Es. H.) Vakıf aynın temin ettiği menfaatlerdir. Süknayı ve emsali tabiî ve medenî semereleri şamildir.
MEN ALEYH-İD-DİYE ( man 'alaylı id-diya ) (Es. H.) Üzerine diyet verilmesi lâzım gelen kimse.
MEN ALEYH-İL-KISAS ( man 'alayh il-kişâş ) (Es. H.) Üzerine kısas icrası icabeden şahıstır. Kaatil gibi.
Hakkında kısas hükmü bilfiil icra edilmiş olan şahsa ve uzva ; «Muktassun-minh» denir.
MEN ALEYH-İN-NAFAKA (man 'alaylı in-nafaka) (Es. H.) Diğer bir şahsın nafakası kendi üzerine vacip olan kimsedir.
MEN ALEYH-İN-NAFAKA — MENKUL MÜLKİYETİ 227
Meselâ *. babanın nafakası oğlu üzerine lâzım geldikte oğula «men aleyh-in-nafaka» denir.
MENAT (mınât) (Es. H.) Lügatte, ilişip asılacak mahal demektir.
Usuliyyun ıstılahında, «illet» demektir. Hükmün menatı, yani illiyeti ya nâstan münfehim olur veya olmaz da içtihat suretiyle istinbat olunur. Bu istinbat keyfiyetine «tahriç-i menat» denir. Müçtehit bu illeti istinbat ettikten sonra bunun feride mevcut olup olmadığını araştırır. Buna da «tahkik-ı menat» itlak olunur.
MENBA bk. Kaynaklar.
MENEA (rnana'a) (Es. H.) Cemaat ve kuvvet demektir.
Menea lâfzı; hem isim, hem mastar, hem de mâ. nün cemi olabilir. Cem' olduğuna göre bir şahsın aşireti, hâmisi olan kimseler demek olur ki, o şahsa başkalarının tecavüz etmesine mâni olurlar.
Lâakal on, ve bir kavle göre, dört kişiden müteşekkil bir kuvvete malik olan kimseye «zi-menea, sahip-i menea» denir.
MENFAAT {aim. Interesse. — fr. intirit. — ing. interest. — lot. utilitasj.
1 — Bir şeyin istimal kabiliyeti derecesinin para ile ölçülmeline «maddi kıymet» denir. Bu kıymet, objektif veya sübjektif olur. Bir şeyin zaman ve mekân itibariyle herkes için haiz olduğu kıymet objektif ve muayyen bir kimse için ifade eylediği kıymet sübjektiftir. Bu sübjektif kıymete hukukta «menfaat» denir. Zarar ve ziyan mütalebesinde tazmine konu olan kıymet alâkalının menfaatidir.
2 — Sigorta hukukunda menfaat, muayyen tehlikelere karşı korunması arzu edilip de para ile ölçülebilecek bir münasebettir [aim. versichertes Interesse. — fr. interet assure.— ing. insured interest} (TK. 934, 1319; bk. Sigorta değeri).
3 — Cemiyet nizamının muhafazası hukukun başlıca gayesi olduğundan bu hususta konulan hükümlerin kıstasına «âmme menfaati ) denir. Ve bu mefhum « hususi menfaat» veya «ferdi menfaat» in zıttı olarak kullanılır.
4 — (Manfa'a) (Es. H.) Aynın istimaliyle elde edilen fayda demektir ki, ayne ve deyne mukabildir: bir hanenin içinde oturmak, bir ata binmek gibi.
MENFAAT DEĞERİ bk. Sigorta değeri.
MENFAAT DEĞERİNDEN DUN SİGOR TA bk. Sigorta değeri.
MENFAAT DEĞERİNDEN YÜKSEK SİGORTA bk. Aşkın sigorta.
MENFAAT-İ UMUMA AİT MALLAR bk. Âmme hükmi şahıslarının malları.
MENFÎ ZARAR bk. Zarar ve ziyan.
MEN HU HAT KOMİSYONU Yunanlılar tarafından işgal ve sonra istirdat edilen yerlerimizde işgal müddeti zarfında cürümden mütevellit olmıyarak gasbedilmiş olan ve bin liraya kadar kıymeti bulunan menkul ve gayrimenkule ait her türlü dâvalaıı ve bin liradan az veya çok istihkak dâvalarını görmek üzere muvakkat surette teşkil edilen ve kaza yetkisini haiz olan
komisyonların adıdır (Yunanlılardan istirdat Olunan Mahallerde Menhubat Komisyonlarının Suret-i Teşkil ve Vezaifine Dair K. ) .
MEN-Î MUHAKEME KARARI bk. Muhakemenin men'i kararı
MENİ MÜDAHALE DÂVASI bk. Müdahalenin meni dâvası.
MENKUL (manko') (Es. H.) Bir mahalden diğer bir mahale nakli mümkün olan şeydir ki, nükut ve ur uza ve hayvanat ve mekilât mevzunata da şamildir.
MENKUL DÂVASI [aim. Mobiliarklage. — fr. action mobiliere. — ing. action concerning goods and chattels (personal action) J.
Mevzu, menkul bir mal üzerindeki mülkiyet'veya aynî bir hak olan dâvadır (MK, 686, 887 . 904; HMUK. 8, 20).
MENKUL KIYMETLER [aim. Börsenpapiere; (börsenfahige) Wertpapiere.—fr. valears mobilieres. — ing. stocks and shares].
Borsada kote olsun veya olmasın sahip veya hâmiline, zilyet! olmadığı bir mal üzerinde bir hak veya tüzel kişilerden bir alacak temin eden senettir.
Bu tâbir, umumiyetle, devlet tahvilleri ve rantları, hazine bonoları, şirket hisse senetleri ve şirketler veya âmme müesseseleri tarafından ihraç edilmiş bulunan tahvilleri ifade için kullanılır (Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları K. ; TK. 399, 441).
MENKUL MALLAR lk. Mal.
MENKUL MÜLKİYETİ [aim. Fahrniseigentum; Eigentum an bemeglichen Sachen. — fr. propriite mobiliere. ing personal property; movable property. — lât. rıs movenies; res quae moveri possunt].
Menkul mallar ile gayrimenkul mülkiyetine dahil olmıyan ve temlike salih bulunan tabii kuvvetler üzerindeki mülkiyet hakkına denir (MK. 686).
Buna göre menkul mülkiyetinin konusu toprağa sıkı sıkıya bağlı olmadıklarından dolayı (hayvanlar gibi) kendi kuvvetleriyle veya (cansız eşya gibi) harici bir fiil ve tesir ile bir yerden diğer bir yere götürülebilen maddi eşyadır. Medenî hukukumuzun anlayışına göre mülkiyete konu teşkil edebildikleri nispette elektrik enerjisi, radyo aktivite kudretleri gibi tabiat kuvvetleri de menkul mülkiyete konu olabilirler. Bu türlü tabiat kuvvetlerinin bazan müstakil aynî haklara konu olması da mümkündür. Netekim umumi sular üzerinde verilmiş imtiyaz ve müsaadelere dayanılarak enerji elde edilmiş olması halinde durum böyledir.
Esasen menkul olan gemiler icra noktasından gayrimenkul sayılır (bk. Gemi rehni) .
Menkul mülkiyetinin kazanılması asli ve ferî ikti sap yolları ile olur. Ferî iktisap devir ve teslim ile meydana gelir (BK. 182; MK. 687, 890). Asli iktisap ihraz, lukata, enkazın elde edilmesi, hukuki tağyir, birleşme ve karışma, hüsnü niyetle iktisap ve iktisabi müruru zaman yolları ile olur (MK 675, 676, 691 -702).
Menkul mülkiyetinin kaybedilişi ise ya terk, şeyin telef olması, şeyin hususi mülkiyet alanından çıkarak (lukata veya yakalanmış ve ehlileştirilmiş hayvanlarda
228 menkul mülkiyeti — meremmet-i gayrı müstehleke
olduğu gibi) sahipsizleşmesi veyahut menkul mülkiyet mevzu unun bir başkasının lehine mülkiyet kurmak üzere elden çıkışı şekillerinde olur.
MENKUL REHNl /aim. Pfandreckt an bewegli-chen Sachen (Al.), Fahrnispfandrecht (İs)— jr. gage, gage mobiliere. — ing. pledge. — lât. pignus].
Bir borcun tediyesi için menkul bir malın teminat olarak verilmesidir. Hayvan rehninden başka menkul rehni ancak teslimi meşrut şekilde olur [aim. Faustpfand. —- fr. nantissement. — ing. dead pledge]. Menkul olan veya menkul hükmünde sayılan eşya veya haklarla bir alacağın temini Şeklindeki rehinde, bu suretle temin olunan alacağın ödenmemesi halinde bu şey veya hak üzerinde alacak istifa edilebilir. Medenî Kanunumuza göre menkul rehni şu şekillerde olabilir: 1 — Teslimi meşrut şekilde rehin, 2 — Hapis hakkı, 3 — Hayvan rehni, 4 — Alacak hakkı ve diğer haklar üzerinde rehin, 5 — Rehin mukabilinde ikraz müesseselerince yapılan muameleler, 6 — Rehinli tahvilât (MK. 853, 854, 864, 868 vd.; 876 vd.; 884).
MEN LÂ-YÜREDDÜ ALEYH (Feraizde) (man lâ-yuraddu 'alayh) (Es. H.) Kendilerine red yapılmıyan varisler ki, karı ve kocadan ibarettir.
MEN-LEH-ÜD DÎYE (manahud-diya) (Es. H.) Diyete müstehîk olan kimsedir: maktulün veresesi gibi.
MEN-LEH-ÜL-'HAK (man lah ul-hakk) (Es. H.) Hak sahibi olan kimsedir.
MEN-LEH-ÜL-HIDÂNE ( man lah ul hizana ) (Es. H ) Hidâna hakkına malik olan kimsedir.
MEN-LEH ÜL-İSTİGLÂL (man lah ul-isligiâl) (Es. H.) Bir vakıf mahallin gailesi kendine meşrut olan kimsedir.
MEN-LEH-ÜN-NAFAKA ( man lah un nafaka ) (Es. H.) Nafakası diğer kimse üzerine lâzım gelen kimsedir. Meselâ, baba üzerine oğlunun Dafakası lazım geldikte, oğula «men-leh-ün-nafaka» denir.
MEN-LEH-ÜS SÜK.NÂ (man lah us-suknâ) (Es.H.) Bir vakıf akarın süknasına müstehik olan kimsedir ki, o akarda bizzat oturur, onu başkasına icar edemez ve o akarı lüzum görüldükçe - vakfiyede hilâfına bir şart yoksa - kendi malından tamir eder.
MENN (maun) (Es. H.) Esir edilen düşmanı bir lütuf olarak meccanen salıvermek, düşmanın dar-ı harbe gitmesine bilâbedel müsaade eylemek demektir.
Ülül -emr bir maslahata mebni bazı esirleri meccanen azat edebilir.
İki rıtla, yani iki yüz altmış dirhemlik bir miktara da men denir ki, batman demektir.
MENŞE İŞARETLERİ [alm.Herkunfts-,Ursprungs-zeichen. — fr. indication d'origine (de provenance). — ing. indication of origin].
Üzerine konulduğu mahsul ve mamulâtın muayyen bir memleket, bölge, il, ilce, köy ve saire hudutları içinde istihsal veya imâl edildiğini gösterir bir tanıtma vasıtasıdır. Meselâ: «Türk malı» ibaresi, «T. M.» remzi ve bunlara eklenen ayyıldız gibi (Yerli sınaî mamulâtın işaretlenmesi N. ).
MENŞE ŞAHADETNAMESİ [aim. Ursprangs-zeugnis.— fr. certificat d'origine. — ing. certificate of origin].
Bir malın muayyen bir yer veya memlekette yapıldığını ve istihsal edildiğini göstermek üzere, o malı yapan yahut istihsal eden tarafından tanzim,edilen ve ekseriya idari makamlarca tasdik olunan vesikadır ( 1499 No. K. 29j.
MENŞUR (nıanşür) (Es. H,) Padişah tarafından tevcih olunan vezirlik ve müşirlik ve kazil-kuzatlık (Kâzi '1-kuzât) rütbelerinin tevcihini havi fermandır.
MEN YÜREDDÜ ALEYH (Feraizde) (man yu-raddu 'alaylı) (Es. H.) Muayyen hisselerden artan miktar kendilerince reddolunan vârislerdir ki, bunlar kan ve kocadan maada muayyen sehim sahibi olanlardır.
MER'A [aim. Weide, Weideland. — fr. pâturages. — 'nS- pasturage, common of pasture. — lât. ager compascuus; pascuum].
Gayrimenkul mülkiyetinin mevzuu olan arazi nevinin bir kısmı olup tahsis ciheti bakımından böylece adlandırılmış ve bazı mevzuatımızda otlak, yaylım yeri sadece yaylım diye de anılmıştır. Buna göre mer'a, üzerinde hayvan otlatılacak arazi demektir. Mer'alar üzerindeki mülkiyet hakkı hem gerçek ve hem de tüzel kişilere ait olabilir. Ferdi mülkiyete mevzu olan meralar hakkında umumiyetle mülk hükmü cereyan ederse de kanunen menedilmiş olmadıkça örf ve adete göre herkes başkasının mer'asına girebilir ve mantar ve ufak tefek yabani meyvalar toplayıp temellük edebilir.
Mer'alara taallûk eyleyen hakkın irtifak hakkı şeklinde kurulması da mümkündür. Hilâfına hususi hükümler mevcut olmadıkça kamu mülkiyeti konusu olan mer'alarm Medeni Kanunca sahipsiz veya menfaati umuma ait ve devletin hüküm ve tasarrufu altındaki şeylerden sayılmakla bu hükümler dairesinde kamunun istifadesine bırakılmış sayılır.
Hakkında hususi hükümler konulmuş olan kamuya ait mer'alardan kamu tüzel kişilerinin istifadesi bu hükümler dairesinde olur (MK. 574, 641,. 675, 703; Toprak K. 4, 8; Köy K. 2, 4, 6).
MERAKÎB 1 BAHRİYE bk. Deniz nakil vasıtaları.
MERASİM bk. Protokol.
MERBUTAT-I HADÎSE (Es. H.) Kadimden beri tapu ile tasarruf olunagelirken sonradan bir takrib ile ruhban eline geçmiş ve manastıra merbut olmak üeere tapusuz tasarruf olunmakta bulunmuş olan arazi demektir ki, banlarda arazi-i emirîye hükümleri tatbik olunur, manastır namına tasarrufa müsaade edilmez.
MERBUTAT-I KADÎME (Es. H.) ^ir manastıra kadimden beri merbut olan ve merbutiyeti defterbanede mukayyet bulunan arazi demektir ki, tapu ile tasarruf olunmaz ve alınıp satılmaz.
MERCİ İHTİLÂFI bk. İhtilâf No. 2; ihtilâf mahkemeleri.
MERCUH TARAF (Es. H.) Diğer tarafın beyyinesi kendi beyyinesine tercih olunan Icimsedir.
MEREMMET-I GAYRI MÜSTEHLEKE (Es. H) Çürük tahtanın yerine başkasını koymak yahut çürümüş
MEREMMET-Î GAYRI MÜSTEHLEKE - MESKEN ZAMMI 229
merdiveni yeniden yapmak gibi sonradan sökülüp alına bilmesi kabil olan ilâvedir
MEREMMET-İ MÜSTEHLEKE (Es H.) Duvara badana, boya vurmak gibi sökülüp alınması kabil olmıyan fazlalıktır.
MERHALE (Es. H ) Bir konaklık mesafedir Yani bir yolcunun mutedil bir yürüyüş ile bir günde gidebileceği yol demektir ki, setiz saat takdir olunmuştur.
Cem'i «merahil» dir.
Tul mikyasatına nazaran sekiz fersah yani: altmış bin zira-ı mimarîdir.
MERHUN /aim. Pfand — fr. gage. — ing. pledge. — lât. pignus],
Rehnedilen maldır. Buna «ıehin» de denilir.
MERHUN A TEMELLÜK ŞARTI /aim. Ver fall, klausel, Verfallsvertrag.— fr. pacte commissoire.— lât. lex commissoria/.
Menkul rehinde borcun vâdesinde ödenmemesi takdirinde, mürtehinin merhuna malik olmasını tazammun cyliyen bir şaıt olup batıldır (MK. 863; TK. 769).
MERHUN-ÜN-BÎH (marlıflnun bili) (Es. H.) Rehnedilen malın mukabili olan haktır.
MER'İYET bk. Kanunların neşir ve ilânı.
MERKEZ bk. İkametgâh No. 4, Şube.
MERKEZ BANKASİ bk. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası.
MERKEZÎYET bk. Ademi merkeziyet sistemi.
MERTEBELER SİLSİLESİ (Muratebe) [aim. Rangordnung, Hierarchic — fr. hierarchic — ing. hierarchy, hierachical order].
Memurların «madun» veya «mafevk» olmalarından doğan hukukî ve idarî bir vaziyettir ki, bunda mafevkin maduna karşı emir ve talimat verme, madunun muamelelerini murakabe ve mafevkin maduna karşı inzibati eez» tâyini iktidarı ve madunun terfii için mafevkin mütalâasının alınması gibi salâhiyetler vardır. Bu salâhiyet en küçük memur ile en büyüğü arasında derece derece bir bağ ve muamelelerde insicam teşkil eder.
Meratip silsilesinin temin ettiği hak ve salâhiyetler kanunla muayyendir (Anayasa 94; Memurin K. 40).
MESAİL-İ CEMİLE bk. Dostane teşebbüs.
MESAİL-İ MÜSTEHHİRE bk. Mesele-i müstehhire.
MESAJ /aim. Botschaft — fr. message. — ing. message/.
Devlet reisinin memlekete, mebusan ve ayan meclislerine, yahut diğer bir devlet reisine veya diğer bir memlekete hitaben yaptığı beyanattır.
Devlet büyük adamlaıının beyanatı için de bu terim kullanılmıştır.
MESALİHİ MESCİT (maşâlih i nıascid) (Es. H.) Mescitten maksud olan gayenin tahakkuku için imam, hatip, müezzin, kayyım tâyini ve mescidin tenvir ve tefrişi için muktazi malların mubayaası gibi şeylerdir. Binaenaleyh bir mescidin mesalihine meşrut olan gaile bunlara sarfedilir.
MESCİT (nıascid) (Es. H.) Müslümanlara mahsus ibadethanedir. Cem'i «Mesacit» (masâcid) gelir.
Büyük ibadethanelere «cami» (cami') ve mescid-i cami (mascid.i cami') (cami mescidi) denir. Bunun da cem-i «cevâmi» (cavâmi') dir.
MESELE (mas'ala) (Es. H.) Halli lâzım gelen bir husustur ki delilleri ancak taallûk ettiği ilim sahasından getirilir. Meselâ, «bey, milk ifade eder» sözü bir mesele-i fıkhiyedir ki burada bey isbat-ı milke mevzudur. İsbat-ı milke mevzu olan her şey milk ifade eder, diye delil ikame olunur.
MESELE-t MÜSTEHHİRE /aim. prâjudizielles Rechtsverhâltnis, Vorfrage. — fr. question prejudi-cielle ].
Esas dâvanın tetkiki sırasında meydana çıkıp halli o mahkemenin vazifesi haricinde ve esas dâvanın halline tesiri olan nizalar, ihtilâflardır: Sulh mahkemesinde mirasçı sıfatiyle açılan alacak dâvasında davacının mi-rasçılık sıfatını tâyin meselesi, adliye mahkemelerinde tetkik edilen bir dâvada idarî bir kararın iptali lâzım gelip, gelmiyeceği meselesi, taksim ve izale-i şuyu dâvasında sulh mahkemesinin vazifesini tecavüz eden mülkiyet ve aidiyet ihtilâfları gibi...
Fiilin suç olup olmaması umumi hukuka ait bir meselenin halline bağlı işlerde, ceza mahkemesi bu meseleyi, ceza usulü kaidelerine göre, karar altına alır.
Bununla beraber mahkeme, muhakemeyi, hukuk dâvası açmaları için taraflara bir mehil vernuk suretiyle, talik edebilir. Bu gibi hallerde, o mesele hakkında hukuk mahkemesi hükmüne kadar, ceza dâvası durur.
MESELE-İ NAS (mas'ala-i nâs) (Es. H.) Nasdan teseül edilerek alınan mal demektir.
MESKEN 1 — Şahsın barındığı yer (Konut) [aim Wohnung. — fr. habitation. logement. — ing. house. — lât. sedes, domicilium].
2 — Şahsın fiilen oturduğu mahal (MK- 20) /aim. Aufenthalt. — fr. sejour, residence — ing. place of sojourn, residence. — lât. sedes et domicilium].
MESKEN-İ ŞERÎ ( maskan-i şar'î ) (Es.H.) ikamete elverişli, mutfak ve saire gibi teferruatı havi olan meskendir. Şer'i tabiri ile tavsifi ancak böyle bir mahalle mesken denilebileceğinden dolayıdır. Bu şartları haiz olmıyan mahal mesken olarak kabul edilemez.
MESKEN MASUNİYETİ (konut dokunulmazlığı) [aim. Underletzlichkeit der Wohnung. — fr. inviola-bilite du domicile. — ing. inviolability of one's house; security of domicile].
Kanunda yazılı usul ve haller dışında konuta gi-rilememesi, vatandaşların kamu haklarındandır. Konut dokunulmazlığını ihlâl suçtur (Anayasa 76; CK. 194,195).
MESKEN (konut) ZAMMI [aim. Wohnungsgeld-zuschııss. — fr. indemnite de logement. — ing. allowance for lodging].
Daimi olarak Aukara'da bulunan memurlara bulundukları derecelere göre artmak üzere maaşlarına ilâve olarak verilen muvakkat tazminata denir. Miktarı on ilâ altmış liradır.
Mesken zammı, bankalar ve devlet müesseseleri memurlarına da verilmektedir.
230
MESKUKÂT — MESULİYET
MESKUKÂT /aim. Münzgeld, Metallgeld, klin-gende Mânze, gepragtes (gemiinztes) Geld. — fr. mon-naie metalliçue, especes sonnantes. — ing. coins, metal currencies. — lât. nummi/.
Madenden basılan para.
MESLEK [aim. Beruf. — fr. profession, metier.
— ing. profession, career].
1 — Maişetini tedarik etmek maksadiyle sürekli olarak icra edilen faaliyet.
2 — Aynı faaliyet grubunda bulunan kimselerin teşkil ettikleri içtimaî topluluk, mes'ekten yetişmiş kimseler ibaresinde kullanıldığı gibi.
MESLEK HASTALIKLARI (Mesleki hastalıklar) [aim. Berufskrankheiten — fr. maladies professionelles.
— ing. occupational diseases ].
Bir iş yerinde bulunan işçinin çalıştırıldığı işin mahiyetine göre tekrarlanan bir sebep veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya daimi hastalık veya sakatlık halleri. İş Kanununun 55 ve 58 inci mad-deleri gereğince tesbit edilmiş olan hastalıklar listesi dışında hergangi hir hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmaması üzerinde çıkabilecek uyuşmamazlıklar Yüksek Sağlık Şûrasınca kesin karara bağlanır. İş Kanununun 25 inci maddesi gereğince, her iş veren işten dolayı hastalanan işçilerini tedavi ettirmeğe ve ücretlerini yarım vermeğe mecbur olmuşsa da işbu mecburiyet «iş kazslariyle meslek hastalıkları ve analık sigortaları kanunu» oun yürürlüğü ile 1 Temmuz 1946 gününden itibaren hükümden düşmüştür.
MESLEKÎ ÖĞRETİM bk. Maarif Vekâleti.
MESLEKİ SIR bk. Sır.
MESLEK VE SANATIN TATİLİ İCRASI [aim. Berufs ..und Geuerbeverbot. — fr. interdiction fprovi-aoire) d'exercise d'un metier, d'une profession. — ing. prohibition of practice of a profession].
Muayyen bir meslek veya sanatın icrasını menede.n bir cezadır. Asli bir 'eza olarak verildiği gibi, ceza mahkûmiyetinin kanuni neticesi de olabilir. Müddeti üç günden iki seneye kadardır (CK. 11, 20, 25, 35).
MESTURE (mastûra) (Es H.) Sırran, yani gizli olarak şahitleri tezkiye için müzekkilere gönderilen varakadır, bk. Tezkiye
MESUL BİLMAL bk. Malen mesul, mesuliyet.
MESULİYET (Sorum) [alın. Haftung, Haftpflicht, Verantzıortlichkeit, Schuld. — fr. responsabilite,— ing. responsability, liability. — lât praestare; in ius vocare].
Lügatte: riayeti lâzım kaideye aykırı hareketin hesabını verme hali. Istılahta : I - HH:
1) Tazminatla mükellef olma hali : kasıt, ihmal ve teseyyüp, yahut tetbirsizlik ile veya kanuDun tâyin ettiği hal ve faaliyetten doğan bir tehlike ile (Iş kazalarında olduğu gibi) ika olunan, yahut vukuuna sebebiyet verilen zararı tazmin borcudur
A — Haksız fiilden doğan mesuliyet;
Umumiyetle hakiki ve hükmi şahıslar hukuka aykırı fiilleriyle sebep oldukları zararlarda n mesuldürler (BK. 41 vd.).
Hususi hukuk hükümlerine tabi hükmi şahısların mesuliyetleriyle âmme hukuku hükmi şahıslarının âmme hizmeti yaparken işledikleri haksız fiillerden doğan mesuliyetlerini biribirinden ayırmak lâzımdır:
a) Bütün hükmi şahıslar hususi hukuk alanına giren muamele ve fiilleriyle sebep oldukları zararlardan hakiki şahıslar gibi mesuldüler (MK. 48). Elverir ki, bu haksız fiil hükmi şahsın uzuvları tarafından irtikâp edilmiş olsun.
b) Başta devlet olmak üzere, âmme hükmi şahıslarının mesuliyeti âmme kanunlarına veya âmme hukuki prensiplerine göre tâyin olunur. Meselâ, tapu sicillerinin tutulmasından doğacak bütün zararlardan, ilgililere rücu hakkı mahfuz kalmak üzere, doğrudan doğruya devlet mesuldür (MK. 917). Vesayet uzuvlarının haksız fiillerinden doğan zararlardan birinci derecede bu dairelerin azası ve ancak fer'î şekilde devlet mesuldür (MK. 409-413).
Bundan başka, âmme hükmi şahısları mensuplarının kusur, hata ve tekâsülünden meydana gelen zararların tazmini bu hükmi şahsa ait olacağı esası Medeni Kanundan evvel de kabul edilmişti. (Devlet Demiryolları Zabıta nizamnamesi 6) İcra ve İflâs memurlarının kusurlarından doğan zaraıları da devlet tazmin eder (-İc. If K. 5, 6).
c) Başkasının fiilinden mesuliyet:
istihdam edenin, istihdam edilen tarafından hizmet esnasında sebebiyet verilen zararı tazmin etmesi borcudur. Borçlar Kanunundaki bu mesuliyeti bertaraf eden (kurtuluş beyyinesi) g;tirebilmek hakkı, içtihat yolu ile, ceza hukukuna da teşmil edilmiştir (BK. 55; CK. 465). bk. Malen mesul.
ç) Hayvanların yaptıkları zararlardan mesuliyet: Hayvan tarafından sebebiyet verilen zararın hayvan idare eden tarafından tazmin edilmesi borcudur ( BK. 56, 57 ).
d) Bina ve diğer şeylerden mesuliyet:
Bir binanın veya yapılan herhangi bir şeyin fena yapılmasından, yahut muhafazasız bırakılmasından ileri gelen tazmin borcudur (BK. 58, 59).
B — Kanundan doğan mesuliyet:
Kanunun tâyin ettiği hallerdeki tazmin borcudur: İş kazalarından dolayı patronların ve vesayetleri altındaki şahıslara karşı vasilerin ve vesayet dairelerinin mesuliyetleri gibi (MK. 320, 409, 410).
C — Akidden doğan mesuliyet :
a) Akde müstenit borcunu tamamen ifa etmiyen yahut edas:nı noksan olarak ifa eden borçlunun mesuliyetidir (BK. 96 vd. ).
b) Muavin şahısların mesuliyeti :
Bir vecibe hükmünün yerine getirilmesi için, borçlu tarafından ker-dilerine tevdi olunan kimselere muavin şahıs ( yardımcı şahıs) denir. Bu suretle, velev bir defa olsun bir şahsa iş verilmesi onu, muavin şahıs addetmiye kâfi gelir. Ancak, istihdam eden kimsenin mesuliyetinden farklı olarak burada borçlunun mesuliyeti edanın tevdi edilmesi keyfiyetinden doğar. Bu itibarla, istihdam olunan kimse, borçlunun muvafakati olmaksızın eda fiiline karışır ve bundan bir zarar doğarsa iş sahibinin mesuliyeti Borçlar Kanununun 1C0 üncü maddesine göre değil, 55 inci maddesine göre taktir edilmek lâzımgelir.
MESULİYET — MEŞRU MÜDAFAA
231
2 — Bir hareket tarzının muayyen bir şahsa tahmil edilebilme hali: borçlu, umumiyet itibariyle her kusurdan mesuldür (BK. 98). Mesuliyetin genişliği, işin hususi mahiyetine göre çok veya az olabilir. (Meselâ : BK. 321, 390, 478, 528; TK. 134, 644).
3 — Alacaklının, hakkını istifa için bir mameleke el koyabilmesi : borçlu, umumiyet itibariyle bütün mameleki ile yani gayrimahdut bir surette mesuldür. Buna mukabil bazı hallerde mahdut mesuliyet vardır. Bu anlamda mahdut mesuliyet demek bir alacaklıya karşı bir kimsenin yalnız mamelekinin bir kısmı ile mesul olması demektir. Mahdut mesuliyet ya muayyen bir meblâğa kadar uzanan bir mesuliyettir ki burada mesul olan kimse bütün mamelekiyle ve fakat ancak azami bir meblâğa kadar mesul olur (meselâ komanditer gibi). Yahut aynî mesuliyet tarzında tecelli eder ki burada bir kimse mamelekinin yalnız muayyen bir şeyi (meselâ rehin) ile veya hukuki bir kül teşkil eden hususi bir mamelek (meselâ deniz serveti ) ile mesuldür. Şahsî mahdut mesuliyet ticaret şirketlerinde, aynî mahdut mesuliyet deniz ticaretinde önemlidir.
II — (CH) Ceza hukukunda mesuliyet, işlemiş olduğu bir suçun gerektirdiği tenkili bir müeyyideye bir kimsenin maruz kalabilmesidir.
Ceza sahasında mesuliyetin, biri içtimaî, diğeri manevi olmak üzere iki çeşidi vardır. Kanuni mesuliyet de denilen içtimaî mesuliye , t sasını kanundan alır. Her fert, sırf bir topluluk içinde yaşadığı için, o topluluğun düzenini bozan fiillerinden sorumlu tutulmaktadır. Manevi mesuliyet, suç işleyen kimsenin iradesinin serbest olmasına ve fark ve temyiz kudretini haiz bulunmasına dayanır. Fark ve temyiz kudreti yoksa veya irade serbest değilse mesuliyet yoktur. Fark ve temyiz kudreti varsa veya irade serbest ise, bunların derecesine göre mesuliyet de tam veya eksik olarak vardır.
Bizim ceza kanunumuz manevi mesuliyet sistemini kabul etmiştir.
III — (EH) Parlamentonun itimadını kaybeden bir bakanın veya bakanlar kurulunun iktidar mevkiini terketmeleri mecburiyetidir ki, buna «siyasi mesuliyet» denir (Anayasa 46, 47).
Bu mesuliyet ayrıca iki netice meydana getirebilir:
a) Malî mesuliyettir ki, bakanların idaredeki hataları yüzünden devlete ve fertlere karşı sebeboldukları zararları şahsi mamelekleriyİc ödemeleri mecburiyetidir.
b) Cezai mesuliyettir ki, bakanın ceza kanununa muhalif olan hareketinden dolayı hayptına, hürriyetine, mallarına veya şarefine müessir olacak bir cezaya uğramasını muciptir. Bu. mesuliyet bakanın vazifesinden doğmuş ise «Divanı Ali» ye şevkine Büyük Millet Meclisçe karar verilir (Anayasa 50, 61).
MESULİYET SİGORTASI [aim, Haftpflichtver. sicherung. — fr. atsurance de la resj onsabilite civile. — ing. liability insurance].
Sig-o; talinin üçüncü şahıslara yapacağı zararlar dolayısiyle bu üçüncü şahıslar tarafından vâki olacak talepleri karşılamak üzere bu zararları sigorta ettirmesidir. Bir bina veya bir otomobil yüzünden üçüncü şahısların uğrayacakları zararlardan dolayı bina maliki veya otomobil sahibinin mesuliyetini sigorta ettirmek gibi (TK. 1003).
Bazı memleketlerde nakil vasıtaları kullanan kimseler için bu sigortalar mecburidir.
MEŞED-Dİ MÜSKE (masadd i muska) (Es. H.) Bir kimse için başkasının arazisi üzerinde sabit olan ve rüçhan ifade eden istihkaktır. Yani başkasına, meselâ bir vakfa ait araziyi sürüp aktarmak, onun su yollarını kazarak İslah etmek üzere o arazide bir kimseye verilmiş olan ziraat ve hıraset hakkıdır ki, bu arazi o kimsenin elinden alınarak başkasına icar edilemez.
Bu istihkaka sadece; «meşed» , yahut «müske» de
denir.
'Meşed, kuvvet mânasına olan şiddetten gelir. Müske de temessük edilecek bir vesika demektir. Arazi bu veçhile İslah edenin elinde bu hususa dair istinad ve temessük edeceği bir vesika bulunacağından bu cihetle buna ; «meşed-di müske» denilmiş oluyor.
MEŞFU' (maşfu ) (Es H.) Hakk-ı şufanın taallûk eylediği akardır.
MEŞFU-UN BİH (maşlü'un bih) (Es. H.) Şefiin şuf'a hakkını doğuran milkidir.
MESHUD ÜN ALEYH (maşl.üdun alayh) (Es. H.) Aleyhine şahadet olunan kimsedir.
MEŞHTJD ÜN BİH (meşhudun bih) (Es. H.) Şahadet edilen, yani şahadet mevzuu olan haktır.
MEŞHUD-ÜN LEH (maşhüdun lah) (Es. H.) Lehine şahadet olunan kimsedir.
MEŞHUT SUÇ (Suçüstü) [al.A. frische Tat, frisch begangene Straftat. — fr. flagrant delit. — ing, flag-rante delicto ; on the very fact].
işlenmekte olan suç meşhut suçtur. Bundan başka henüz işlenmiş suç ile suçun işlenmesinden hemen sonra zabıta veya suçtan zarar gören şahıs yahut başkaları tarafından takip edilerek veya suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle yakalanan kimsenin işlediği suç da meşhut suç sayılır.
Failinin bir an evvel cezalandırılabilmesi maksadı ile meşhut suçlar hususi bir kanunla seri bir muhakeme usulüne tabi tutulmuşlardır (CMUK. 127 ; Meşhut Suçların Muhakeme Usulüne Dair K.).
MEŞİHAT ( maşîhal ) (Es. H.) Şeyh-ül islâmlık makamıdır, bk. Şeyhülislâm.
MEŞRU (Yasalı) [aim. gesetzlich, rechtmassig, erlaubt, zulSssig. — fr. legitime, licite. — ing lawful, legitimate, licit, legal — lât. iustus, legitimus].
Hukuk nizamına uygun olan bir durumu, veya bir hareketi anlatan tâbirdir: meşru çocuk, meşru müdafaa gibi.
MEŞRUİYET 1 — (HH) bk. Meşru.
2 — (DUH) [aim. Legitimismus. — fr. legitimisme. — ing. legitimism]. Bir memlekette teessüs eden hükümdar hanedanının muhafazası prensibini müdafaa için 1815 Viyana Muahedesinden sonra bazı hallerde tatbik edilen bir siyaset idi. Bu siyasetin taraf tatlarına «legi-timistc» namı verilmişti.
MEŞRU MÜDAFAA I - (MH) [aim. Notwehr.-fr. legitime defense. — ing. necessary defence, in self-
232
meşru müdafaa - mevhume
defence; se defendendo. — lût. vim vi repellere; vi vim illatam def endere ] Kendisinin veya bir başkasının şahsına veya mallarına [aim. Notstand. — fr. etat de necessity. — ing'. distress) müteveccih, halen mevcut ve haksız bir taarruzdan doğacak zararları önlemek üzere bir kimsenin yapmak zorunda kaldığı fiil ve hareketlere denir.
Böyle bir korunma sebebiyle yapılan fiil ve hare. ketler hukuka aykırı sayılmamakla bu yüzden mütecavizin şahsına veya mallarına verdirilen zararlardan dolayı haksız fiil tazminatı isteyemez.
Bir tecavüze karşı başvurulabilecek korunmanın meşru sayılması için şu unsurların varlığı gerektir: Birincisi ortada gerek müdafaacının ve gerekse üçüncü bir kişinin (meselâ can, mal, hayat, sıhhat, hürriyet, şeref, haysiyet gibi) şahsına veya mali menfaatlerine bir tecavüz olmalıdır, ikincisi bu tecavüzün halen mev. cut olması şarttır. Binaenaleyh geçmiş, bitmiş, durdurulmuş veya gelecek bir tecavüzden dolayı meşru müdafaa yoluna gidilemez. Üçüncüsü tecavüzün objektif mânada haksız olması gerektir.
Meşru müdafaa hakkının kullanılmasında ve bu husustaki fiil ve hareketlerin ölçüsünün tayininde hakkın suiistimali prensibine tutunmak zarureti vardır (BK. 52; M K. 2, 894).
II — (CH) Cezasızlık sebeplerinden biridir Meşru müdafaanın şartları : taarruzun haksızlığı, nefis veya ırza yöneltilmiş olması, «filhal» yani müdafaanın taarruzun devamı sırasında yapılmış olmasıdır.
Müdafaa sınırının aşılması halinde fail tahfif edilmiş bir cezaya çarpılır (CK. 49, 50).
MEŞRUTEN TAHLİYE [aim. vorlaufige (bedingte) Entlassung (aus der Strafhaft). — fr. liberation condi-tionnelle (provisoire) ].
Cezalarının muayyen bir kısmını çekmiş ve « iyi hal» sahibi olduğu tespit edilmiş bulunan hükümlülerin mahkûmiyet müddetlerinden evvel tahliye edilmeleridir. Meşruten tahliye edilmiş olan hükümlünün şahsi hürriyeti bağlayıcı cezayı müstelzim bir suç işlemesi veya şartlara riayet etmemesi halinde tahliye kararı geri alınır. Ceza müddeti tahliye kararı geri alınmaksızın geçmiş ise, ceza çektirilmiş sayılır (CK 16, 17).
MEŞRUTÎ HÜKÜMDARLIK bk. Monarşi.
MEŞRUTİYET 1 — bk. Monarşi.
2 — Osmanlı saltanatında padişahlık nüfuz ve kudretinin kanun-u esası ile bağlandığı, devirlerdeki devlet şekline denilmiştir.
Osmanlı Devleti, biri 23 Kânunuevvel 1876 da, diğeri 23 Temmuz 1908 tarihlerinde başlıyan iki meşrutiyet devri yaşamıştır.
MEŞRUT MÜTEVELLİ (ma^ıüt mutavalll) (Es. H.) Mütevelli olması, şart-ı vâkıf iktizasından olan mütevellidir. Meşrut-ün.leh mütevelli tâbirinin müra-difidir.
MEŞRUT-UN LEH (maşıütun lah ) (Es.H.) Mevkuf-ün aleyh lâfzının müradifidir.
MEŞRUT-UN LEH MÜTEVELLİ (n-ıasrütun lah mutavalli ) (Es. H.) Meşrut mütevelli demektir.
METÂ' ( mala' ) (Es. H.) Aynı baki kalmak üzere kendisinden intifa' ve istifade olunan kumaş, esvap, esliha, altın ve gümüş kaplar gibi şeylerdir. Cem'i «emtia (amti'a)».
Binaenaleyh ayınları istihlâk edilmek suretiyle kendilerinden intifa olunan şeyler, meta'dan sayılmazlar.
METRE [aim. Meter. — fr. metre. — ing. metre).
Esas uzunluk ölçüsü. Milletlerarası metre prototipinin, buzun eridiği ısıda, nihayet çizgileri arasındaki mesafe bîr metredir ( ( Içüler K. ).
MEVANİ-İ HİSSİYE (mavâni'-i hissiyya) (Es.H.) Küçüklük veya zararlı hastalık gibi sebepler ile karı kocanın mukarenetine mani olan hallerdir.
MEVAİNİ-İ SERÎYE (mnvaııi'i sar'irya) (Es. H.) Karı ile kocadan birinin hac için ihrama girmesi, ramazanda, oruçlu olması, farzolan namazda bulunması ve karının hayz ve nifas halinde olması gibi hallerdir ki eşler arasında mukarenete mani olur,
MEVCUDAT (aktif) [a!m. Aktiva, Aktiven, Aktiv-kapital, Aktivvermögen.—fr. aetif. — ing. asset, assets).
Bir mâmelek'in veya bir hukuki bütünlüğün cüzlerinden olup para ile kıymetlendirilmesi mümkün bulunan mallara ve haklara denir. Zıddı düyünat «passif» [aim. Passiva, Passiven, Schulden. — fr. passif. — ing. liabilities, debts) dir ki mamelek'e veya hukuki bütünlüğe yükletilmiş borçlardır.
MEVCUDAT VE MUVAZENE DEFTERİ (Müfredat defteri) [aim. Inventarverzeichnis, Bestandsbuch. — fr. inventaire — ing. inventory].
Bir tâciıin menkul ve gayrimenkul malları, aksiyon ve obligasyon gibi kıymetli evrakı sair kıymetleriyle birlikte kaydetmiye mecbur olduğu defter (TK. 70).
MEVDUAT [aim. Depositen. — fr. depots. — ırı^r deposits].
Vedia olarak verilen şeydir.
Bankacılık istilahında, ekseriya faiz getirmek üzere, bankulara yatırılan kıymetlere denir (Bankalar K.).
MEVHUR (mavhüb) (Es. H ) Bağışlanan maldır.
MEVHUB-ÜN LEH (nıavi.ubıın lah) (Es. H.) Lehine bir mal hibe olunan kimse.
MEVHUME [aim. Fiktion. -r- fr. fiction. - ing. fiction].
1 — Bir hukuk tekniği usulüdür ki bununla haki. kat olmamasına rağmen bir vakıa veya durum doğ u imiş gibi kabul edilir ve buna birtakım neticeler izafe olunur. Meselâ Borçlar Kanununun 154 üncü maddesinde tahakkuk etmiyen . bir şeyin tahakkuk etmiş gibi sayılması kanuni bir mevhumedir. Kezalik yine Borçlar Kanununun 201 inci maddesinde müşterinin imkân hasıl olur olmaz mebîi muayene etmemesi onun kabulü mânasına gelir ve nihayet bazı kanun hükümlerinin kanunun neşrinden evvelki muamelelere tatbik edilmesi de bu mahiyettedir.
2 — İlmi içtihatlarda da mevhume yoluna gidilir. Netekim hükmi şahsiyet de bazı hukukçular tarafından bu teknik ile izah edilmiştir. Fakat bunun ilmi bir yol olarak kullanılması doğru değildir.
MEVKUF - MEZUNİYET
233
MEVKUF 1 — lalm. Höftling, Arrestant, der Verhaftete.— fr. detenu.— ing. prisoner; arrested person]. Tevkif kararma müsteniden hürriyetinden mahrum edilmiş olan kimse.
2 — (Mavküf) (Es. H.) Vakfedilen ayndır.
MEVKUF ÜN ALEYH (nıavknfun 'alaylı) (Es.H.) Vâkıf tarafından kendisine vakfın menfaatleri şart olunan cihettir. Buna «meşrut-ün-leh» de denir.
MEVKUT RİSALELER bk. Risale.
MEVLÂ (mavlâ) (Es. H.) Mamlûkünü âzadetmiş olan zat, ve âzadedilmiş bulunan köledir. Cem'i «mevâli» dir.
Azadedilmemiş memlûkün sahibine de «mevlâ »
denir.
MEVLEL'ITAKA (ınavla Vıtâka) (Es H.) Bir köle veya cariyeyi azadeden şahıstır. Erkek olsun kadın olsun.
Azadedene « mu'tık » ve âzadolunana «mu-tak» ve « atiyk » denir.
MEVLEL MÜVALÂT ı'mavla '1 mııvllât) (Es. H.) Akd-ı velâ' eden şahıslardan « mevlâ-yı a'Iâdır. » Şöyle ki: bazı ulemaya göre meçhul-ün-nesep olan bir kimse bir şahsa hitaben «sen benim evlâdım ol, vefat ettiğimde, malıma vâris ol, bir cinayet işlersen âkilem olup tarafıma lâzımgelen ma'kuleyi (borcu) tesviye et» diyip o da kabul etse velâ.i müvalât münakit olur.
0 şahıslardan icabda bulunan şahsa «mevlâ-yı es-fel» kabul edene «mevlâ-yı a'lâ » denir.
Velâ-yi müvalât bazan iki taraftan olur. Şöyle ki meçhul-ün-nesep olan iki şahıstan her biri bunlardan evvelki fıkrada beyan olunduğu veçhile icabda bulunup diğeri kabul eylerse her biri diğerinin âkilesi ve vârisi olur.
Hangisi bir cinayet işlerse diğeri lâzımgelen ma'kuleyi ifa eder. Ve hangisi evvel vefat ederse derecede mukaddem başka mirasçı olmadığı halde diğeri ona vâris olur.
MEVLİ (mavlî) (Es H.) Taht-ı vilâyette bulunan kimsedir. Müennesi «mevliye» (mavliya) dır.
MEVSUK bk. Tasdik.
MEVSUK TARİH bk. Tarih.
MEVT fmavt) (Es. H.) ölüm demektir. Mirasta üç nevi mevt vardır :
1 — Mevt-i Hakiki (nıavi-i hakiki) Murisin hakikaten vefat etmiş olmasıdır.
2 — Mevti Hnkmî (mavl-i hükmi) Mefkut olan yani kaybolup hayat ve mematı malûm olmıyan kimsenin vefatına yargıç tarafından hükmolunmasıdır.
Meselâ: mefkudun velâdetinden itibaren doksan sene geçip hakikaten vefat eylediği ispat olunamazsa mezkûr müddetin mürurundan sonra ölümü ile hükmo-lunur.
3 — Mevt-i Takdirî (mavl-i takdiri) Iskatı halinde gurre lâıımgelen ceninin sanki sağken öldürülmüş gibi sayılması halidir.
Mesela, bir kimse gebe olan bir kadının karnına tekme ile vurur ve o kadın müteessiren müstebin-il-hilha
bir cenin düşürürse o kimseye gurre lâzım gelir. Cenin ölü olarak sukut ettiğinden bunun mevti takdiridir.
MEVZU' (mavzu ) (Es. H.) Konulmuş şey.
Mantık ıstılahında, bir kaziyyenin ilk cüzüne mevzu ikinci cüzüne mahmul denir. «Filân geldi» dediğimizde «filân» mevzu', «geldi» mahmuldür.
İstılahta, bir ilmin mevzuu o ilimde ahval ve ârâz-ı zatiyesinden bahsolunan şeydir. Meselâ, usul-ü fıkıh ilminin mevzuu edille ve ahkâmdır. Bu ilim bunların ârâz-ı zatiyesinden bahseder.
MEVZUAT [aim. Gesetzgebung, die Gesetze (eines Staates). — fr. legislation — ing. the laws of the country].
Kanun, Nizamname -Kararname, Talimatnamelerin ihtiva ettiği hükümler.
MEVZU HUK.UK. [aim.positives (gesetztes) Recht, — fr. Droit positif. — ing. positive law].
Tabiî hukukun aksine, âmme kuvveti müeyyidesi altında fertlere yüklenen hukuk kaidelerinin kümesidir. Buna «Müsbet Hukuk» da denir.
Geniş mânada müsbet hukuk, bir memlekette mer'i olan mevzuatla, yazılı olmıyan örf ve adet hükümlerinin heyeti mecmuasıdır.
Dar mânada müsbet hukuk, bir memlekette meri bulunan ytzılı mevzuat hükümleridir.
MEVZUN (Es.H.) Veznî yani tartılan şey demektir. Cem'i «mevzunat» tır.
MEZARLIK [aim Frieûhof, Kirchhof. - fr. ci-metiere. — ing. cemetery, gruveyard],
ölülerin gömülmesi için ayrılan yerdir. Mezarlık ve müştemilâtını tahrip etmek ve kirletmek, muhafaza ve tezyinleri için konulan şeyleri çalmak, suçtur.
Her şehir ve kasaba belediyesi mezarlık vücuda getirmiye mecburdur (CK. 177, 492; Umumi Hıfzıssıhha K. 212, 213).
MEZBAHA bk. Salhane.
MEZHEP bk. lmam-ı Ahmed; İmarri-ı Âzam; îmam-ı Malik ; fmam-ı Şafiî ; Tarihi Mektep.
MEZHEP HÜRRİYETİ lalm. Bekenntnisfreiheit, Konfessionsfreiheit. — fr. liberie de confession, droit de choisir une confession. — ing. freedom of confession of faith].
Ferdin dilediği bir dinin şubesine intisap etmekte serbest olmasıdır (Anayasa 71).
MEZRAA (mazra'a) (Es. H.) Ziraate tahsis edilmiş olan yerdir Ekseriya geniş arazi için kullanılır.
MEZRU' (mazı ü') (Es.H.) Zer'î yani, arşın ile ölçülen şeydir. Cemide «mezruat» denir.
MEZUN (mu'zün) (Es. H.) Kendisine izin verilmiş kimse.
MEZUNİYET ( İlin ) [aim. Urlaub, Ferien. — fr. conge. — ing, leave, permission].
Askerî şahısların senede bir buçuk aydan, maaşlı memurların senede bir aydan ve üeretli memurların senede 15 günden ibaret istirahat hakkıdır (Memuıin K. 78 vd.; İzin K.; Maaş K. 13). Bk. İzin.
234 MINT AK A - MİLLETLERARASI ADALET DİVANI
MINTAKA (Bölge) [aim. Bezirle, Zone. — fr. zone. — ing. district, zone].
Hukuk bakımından mıntaka; üzerinde hukuki bir tesir veya nüfuz tesis edilmek maksadiyle memleket topraklarından tâyin ve tahsis edilmiş olan muayyen bir sahadır; bir mahkemenin kaza dairesi, bir askerî mıntaka gibi.
1 — İdarî mıotaka [aim. Verıtaltungsbezirk — fr. circonscription administrative. — ing. administrative district/: idare organlarının vazife ve salâhiyetlerinin cari olduğu memleket kısmıdır.
2 — Kazaî mıntaka [aim Geichtsbezirk, Gericht-sprengel. — fr. ressort ju liciaire, furidietion — ing. circuit, juridietion] : bir mahkemenin kaza hakkının cari olduğu memleket kısmı (bk Vazi.'e ve salâhiyet).
3 — Askerî mıntaka [aim Militârzone. — fr. zone militaire. — ing. military zonı]: askerî komuta veya idare itibariyle tefrik edilmiş olan memleket kısmıdır.
4 — örfî idare mıntakası : örfî idare kanunu hükümlerinin cari oldı.ğu memleket kısmıdır.
5 — Askerlikten tecrit edilmiş olan mıntaka: [aim. entmilitarisierte Zone. - fr. zone demilitarisee. — ing. demilitarized zone]' siyasi sebepler altında milletlerarası mukavelenamelerle bir devletin, üzerinde askerî tesisat ve tahkimat yapmamayı ve asker bulundurmamayı taahhüt ettiği muayyen bir kısım arazidir.
6 — Bitaraf mıntaka [aim. neutrale Zone. — fr. zone neuire. — ing. neutral zone]: muhariplerin mütareke akdi veya bir nıükâleme memuıu vasıtasiyle münasebette bulunmaları, yahut askerî veya insanî sair sebeplerle üzerinde muhasama yapmamayı taahhüt ettikleri arazi parçasıdır.
7 — Riayet olunacak mıntaka: harb zamanlarında gayri muharip ahalinin ve tarihî kıymeti olan âbidelerin korunması maksadiyle hava muharebeleri hakkında bazı memnu mıntakalar ihdası düşünülmüş ve bu mıntakalara bu isim verilmiştir. Bu mmtakaların muhasamatın başlangıcında tesbit olunarak ilân olunacağı ve herhangi devlet tabiiyetinde olursa olsun buralara hiçbir tayyarenin giremiyeceği temenni edilmiştir. Fakat bu hususta devletlerarasında henüz hiçbir mukavelename ve taahhüt mevcut değildir.
8 — bk. Memnu mıntakalir.
MÎL 1 — (mü) (Es. H.) Dört bin zirâ-i mimaridir. Cem'i «emyâl» dir. Lügatte med-di basarın müntehasına denir.
Uzunluk ölçülerine göre bir mil iki bin beşyüz zirâ-i mimaridir ki, oıta yürüyüş ile yirmi dakikalık bir mesafe eder.
2 — [aim. Meile. — fr. lieue. — ing. mile]. Muhtelif devletlerde ebat itibariyle aynı olmiyan bir tul mikyası (meselâ İngi/u nizami mili 1523,986 metredir).
3 — Deniz mili (bahri mil) [aim. Seemeile. — fr. lieue marine. — ing. nautical mile]. Denizci! kte mesafeyi ifade etmek için mutaden kullanılan vohittir ki 1852 metreden ibarettir.
MİLK (milk) (Es. H.) Lügatte mânası, bazılarına göre: kudret ve tasarruf etmektir. (Mülk) ün lügat mânası da aynıdır. Bazılarına göre «mülk», Zevil ukııle yani, insanlara ve gayrisine şamil olarak tasarruf-u mutlakadan ibarettir. «Milk» ise insanların gayrisinde
tasarruf etmiye mahsustur. Milkin bir şeye malik olmak mânasından isim olduğu ve bu şey filânın milkidir denileceği ve mülkün de melik olmak mânasından isim olduğu da lisancılar tarafından iddia edilmiştir. Fıkıh ıstılahında «milk», iki mânada istimal olunur:
1 — Gerek ayn ve gerek menafi olsun insanın malik sıfatiyle yani ihtisas ve istiklâl ile üzerinde tasarrufa kadir olduğu şeydir.
2 — İnsan ile bir şey arasında hasıl olan ittisal-i hukukiye denir ki bu ittisal sebebiyle insanın o şeyde müstakilen tasarrufu caiz ve başkasının tasarrufu memnu olur. Meselâ, insanın malik olduğu ayn veya menfaat ile kendisi arasında bir i tisal-i hukuki vardır ki bu ittisal sebebiyle o insan ayn yahut menfaatte dilediği veçhile tasarruf edebilir ve başkası tasarruf edemez. Bu ittisale de «milk» denir.
MİLK Bt-SE 3EB-İN (nıulk bi-sababin) (Es. H.) Milk-i mukayyet demektir.
MİLKİ MUKAYYET (mülk i mukayyad) (Es H.) İrs ve şirâ gibi esbab-ı milkten biriyle takyid ve beyan olunan milkiyettir «Bu mal bana babamdan miras kaldı» yolundaki iddiada olduğu gibi.
MİLK-1 MUTLAK (mulk-i mutlak) (Es. H.) İrs ve şirâ gibi esbab ı milkten biriyle takyid ve beyan edilmiyen milkiyettir. «Bu saat benim mukimdir» yolunda i iddiada olduğu gibi.
MİLLET [aim. Nation, Volk. - fr. nniion — ing. nation].
a) Devletin bir unsuru olup muayyen araziye yerleşmiş ve aynı hükümetin otoritesine tabi bulunmuş olan insanların topluluğundan meydana gelir, bk. Devlet.
b) Fransız ihtilâlinden çıkan klâsik nazariyeye göre Devleti teşkil eden fertlerin mecmuundan meydana gelen, fakat bu fertlerden ayrı olan ve sübjektif hâkimiyet hakkını haiz bulunan her hükmi şahıstır
MİLLETLERARASI AKİTLER bk. Muahede.
MİLLETLERARASI [aim. international, zwischen-staatlich. — fr. international. — ing. international].
Birden ziyade millbt münasebetlerini ilgilendiren veya birden ziyade milleti ilgilendiren hususlar.
Bu tabir «Devlet er atası» anlamında da kullanılmaktadır.
MİLLETLERARASI ADALET DİVANI [fr. La Cour de Justice Internationale. — ing. International Court of Justice],
26 haziran 1945 de Sanfransisko da imzalanmış olan Birleşmiş mil etler antlaşmasının 7 inci maddesi, yeni derneğin başlıca uzuvları arasında Milletler Arası Adalet Divanını da, saymakda ve aynı antlaşmanın XIV inci faslı, bu Divana dair hükümleri ihtiva etmektedir.
Divan Birleşmiş milletlerin başlıca Adalet uzvudur. Statüsü, milletler arası daimi Adalet Divanı statüsüne uyğıın o'arak hazirlanmış olup, Sanfransisko antlaşmasına bağlıdır. Bil leşmiş milletler üyesi olanlar Divanın da Ipso facto üyesidirler.
Birleşmiş milletler üyeleri, taraf oldukları anlaş, mazlıklarda, milletler arası Adalet Divanının hükümlerine uymayı taahhüt etmişlerdir. Birleşmiş milletler genel kurulu veya güvenlik meclisi hukukî meseleler hakk nda Divandan istişari mütalaa istiyebilirler. (Antlaşma, 92 - 96 ).
MİLLETLERARASI ADALET DİVANI — MİLLETLERARASI MAHKEMELER
235
Divan, Birleşmiş Milletler genel kurulu, güvenlik | meclisi tarafından dokuz yıl için seçilen onbeş hâkimden mürekkeb olup, merkezi Lâhey şehridir.
Divana yalnız devletler baş vur bilir. Divan tarafların kendisine sunacakları her anlaşmazlığa bakmaya yetkilidir. Devletler, hukukî mahiyetdeki anlaşmazlıklar için, Divana baş vurmayı önceden taahhüt edebilirler. (Antlaşma 36 ).
Divan anlaşmazlıkları Devletlerarası hukukuna uygun olarak hal etmek maksadiyle, milletlerarası sözleşmeleri, milletlerarası teamülü, hukukun medenî milletlerce tanınmış genel prensiplerini ve, yardımcı vasıta olarak da, mahkeme kararlariyle muhtelif milletlerin en yetkili müelliflerinin ictihadlarını tatbik, eder. Taraflar mutabık kaldıkları takdirde, Divan, hak ve nasafet lex aequo et bono) esaslarına göre de kar.r verebilir.
Divanın resmi dilleri Fransızca ve İngilizcedir. Mahkeme usulü yazılı ve sözlü cereyan eder.
MİLLETLERARASI DAİMİ ADALET DİVANI
/aim. Stöndiger internationaler Gerichtshof im Haag. — fr. Cour permanente de justice internationale de la Haye.— ing. Permanent Court of International Justice/.
Milletler cemiyeti misakının 14 üncü maddesi ge reğince tesis edilmiştir. Divanın statüsü 1920 de cemi. yetin meclisi tarafından tanzim ve umumi heyetçe kabul olunmuştur. Divan daimi bir mahkeme olup onu asıl ve beşi yardımcı onbeş âzası vardır. Bu âzalıkların namzetleri her milletin Lahey daimi hakem mahkemesindeki azaları tarafından tanzim edilen listelerde gösterilir, ve âzalığa Divanın Gcnelkurulunca bunlar arasından dokuz sene için seçilirler. Tekrar seçilmeleri caizdir. Divanın merkezi Lahey'dir, ve altmış dört maddelik bir nizamnamesi vardır ki birinci faslı teşkilâta, ikincisi salâhiyete, üçüncüsü muhakeme usulüne dairdir. Adalet divanının âzası siyasi ve idari hiçbir memuriyette bulunamazlar ve milletlerarası bir mesel.nin müdafaasını yüklenemezler.
Divanın salâhiyetini kabul bir devlet için mecburi olmayıp bu mecburiyet ancak bu salâhiyetin imza edilen bir protokol ile kabul edildiği, yahut mukavelelere sarih hükümler konulduğu hallerde mevcuttur. Milletler cemiyetinin teknik organları tarafından tanzim edilen kollektif mukavelelerde ve 1919 - 1920 tarihinde yapılan sulh muahedelerinde divanın kaza salâhiyetinin kabul edildiğine dair hükümler vardır.
Devletler aşağıda gösterilen hukuki anlaşmazlıkların hepsi veya bir kısmı için Divanın salâhiyetini kabul ettikleri halde ayrıca mukavele yapılmasına ihtiyaç ol maksızın divan o işde kazai bir salâhiyet almış olur. Bu işler bir muahedenin tefsirine, devletler hukukunun herhangi bir noktasına, subutü halinde milletlerarası bir taahhüdün nakzını tazammun eden herhangi bir vakıanın tahkikine, milletlerarası bir taahhüdün ihlâli yüzünden verilmesi lâzım gelen tazminatın mahiyet veya genişliğine dair olanlardı:.
Divan kararlar ittihaz eder ve Milletler Cemiyeti Genelkurulunun isteği ile istişari reyler verir. Bir işle
alâkalı olan devlet o işde yalnız bir âza haztr bulundurabilir.
Divan ihtilâfları sıra ile, mukavelelere, milletlerarası teamüllere, medeni milletler' tarafından tanınmış olan hukuk kaidelerine ve hukuk kaidelerinin subutuna yarıyan adli kararlarla en salahiyetli müelliflerin doktrinlerine göre halleder.
Divanın resmi dili İn gilizce ve Fransızcadır. Bu dillerin yalnız birisiyle muhakeme yapılır. Divan başka bir dil kullanılmasına da müsaade edebilir. Muhakeme alenidir Bunun aksine de karar verilebilir. Divan şahit ve ehlihibreye müracaat edebilir. Müzakere gizlidir ve kararlar kesindir. Bir kararın şümul ve mahiyetinde ihtilâf olursa tavzihi divana aittir. Üç üncü bir devlet divanın karariyle dâvaya dahil olabilir.
Milletler cemiyetinin lığvı sırasnda, cemiyetin umumi heyeti, Milletlerarası Daimi Adalet Divanın n da ilgasına karar vermiştir.
Bu teşkilât yerine, 26 haziran 1945 tarihinde San Fransisko'da imzalanmış olan Birleşmiş Milletler And-laşması ile, Milletler Arası Adalet Divanı adı ile yeni bir milletler arası mahkeme kurulmuştur.
MİLLETLERARASI HUKUKU [aim. internatio-nales (zwischenstaatliches) Recht.— fr. Droit internati. onale. — ing. international law}.
Umumiyetle, muayyen bir devlet hâkimiyeti dışında kalan münasebetleri tanzim ey üyen kaidelerin mecmuunu ifade etmek için kullanılan bir ıstılahtır. Bu tâbir kullanıldığı zaman devletler umumi hukuku ve devletler hususi hukuku ayırdedilmeksizin devletler arasındaki münasebetlerin hepsi anlaşılır.
MİLLETLERARASI İŞ HUKUKU [aim. interna-tionales Arbeitsrecht. — fr. Droit internationale de travail. — ing. International Labour Law}.
Her milletin, iş hukukuna ait meseleleri diğer milletlerle ahenkli bir surette tanzim etmesi maksadiyle hazırlanan esasları ihtiva eden hukuktur. Muhtelif milletlerarası konferanslara mevzu teşkil eden bu hukuk Versay Sulh MuahedenamesL in on üçüncü kısmında münderiç teşkilâta istinadettirilmiş ve 1919 senesinden beri Vaşington, Cenova ve Cenevrede akdolunan mütaaddit milletlerarası konferanslarla, haftada kırk sekiz saat çalışılması, gebe kadınların himayesi, on dört yaşından küçük çocukların umumiyetle, kadınların ve on sekiz yaşından küçük çocukların gece işlerinde çalıştı-rılmamaları ve meslekî hastalıklara ve kazalara karşı sigorta gibi esaslar kabul olunmuştur. Bu teşkilât umumi konferans, yönetim kurulu ve daimi milletlerarası iş bürosundan ibaret uzuvları ihtiva eder.
MİLLETLERARASI MAHKEMELER [aim. internationale (zwischenstaatliche) Gerichte.— fr. tribunaux internationaux. — ing. international courts).
Devletlerarası hukukuna mensup şahıslar arasında çıkan anlaşmazlıkları halletmek üzere kurulan kaza uzuvlarına denir.
Kaza fonksiyonunun iki mümeyyiz vasfı daimilik ve mecburilik olduğuna göıe, Lahey daimi adalet diva-
236
MİLLETLERARASI MAHKEMELER — MİLLETLER CEMİYETİ
nının teessüsiyle daimi bir kaza uzvuna kavuşulmuşsa da müddeaaleyh için milletlerarası mahkemeler huzuruna çıkmak henüz mecburi bir hale getirilemediğinden devletlerarası mahkemenin tam teşekkülü iddia edilemez. Daimi adalet divanı statüsünün 36 ıncı maddesini kabul etmiş olan devletler için bu ikinci vasıf da tahakkuk etmiş denebilir. Fakat, bu halde dahi, kazaların icrasını temin edecek devletlerden üstün müşterek bir âmme kudretinin eksikliği hissolunmaktadır. (bk. Milletlerarası daimi adalet divanı, muhtelit hakem mahkemeleri).
MİLLETLERARASI NEHİRLER /aim. intemati-onale Ströme (Flüsse), — fr. fleuves internationaux.— ing. International rivers (streams) ] .
1815 Viyana konferansında kabul edilmiş olan tarife göre: «İki veya daha ziyade devletin toprağından geçen, yahut, iki veya daha ziyade devleti yekdiğerinden ayı. ran nehirler» dir .
19^1 Barselon ve 1923 Cenevre mukavelelerinde şu tarif kabul edilmiştir: Denizden kaynağa doğru veya kaynaktan denize doğru tabiî olarak seyrüsefere müsait bulunan kısımda muhtelif devletleri yek diğerin d en ayıran veya muhtelif devletler topraklarından geçen sular, «milletlerarası ehemmiyeti haiz sular» dır.
Ren, Tuna gibi büyük nehirlerin bazıları hakkında hususi mukaveleler mevcut olmakla beraber bugünkü umumi temayül, m'lletlerarası nehirlerde seyrüsefer serbestliğini kabul etmektedir.
MİLLETLERARASI POSTA İTTİHADI /aim. Weltpostverein- — fr. Union Postale Üniverselle. — ing Universal Postal Union/.
Milletlerarası posta münasebetleri için irtibat uzvu olmak üzere, 9 ekim 1874 mukavelesi ile ihdasedilen teşekküldür.
MİLLETLERARASI TEAMÜL [aim. intemationa-ler Brauch. — fr. coutume internationale. — ing. international custom/.
Milletlerarası münasebetlerde, hukuka uygunluğu kanaatiyle, oldukça devamlı bir surette tatbik edilen kaidelerdir.
MİLLETLERARASI TEDİYAT BANKASI /aim. Bank fiir internationalen Zahlungsausgleich (B. I. Z. ).
— fr. Banque des reglements internationaux (B. R. I).
— ing. Bank of international settlements (B. t. S.)}.
Merkez Bankalarının işbirliğini teşvik ve milletlerarası mali muamelelerde daha ziyade kolaylık temin etmek ve alâkalı âkiller arasındaki itilâfnamelerle kendisine verilen milletlerarası mali tediyata mütaailik hususlarda vekil (Trustee) veya acenta sıfatiyle hareket eylemek gayesiyle 1931 senesinde faaliyete geçmiştir; idare merkezi îsviçrenin Bâl şehridir.
MİLLETLERARASI TİCARET HUKUKU [aim. Internationales Handelsrecht. — fr. droit commercial international.— ing. international mercantil law/.
Şu üç anlamda kullanılır:
1 — «Milletlerarası Hususi Hukuk» alanında ticari işlerden doğan kanun ihtilâflarına mütaailik hü kümler (meselâ TK. 601 - 603).
2 — Milletlerarası, hususiyle deniz aşırı ticareti dolayısiyle devletler arasında doğan münasebetleri tanzim eden kaideler (meselâ milletlerarası denizyolları, hava seferleri, tediyat hakkındaki-antlaşmalar).
3 — Evveldenberi kozmopolit mahiyet arzeden deniz ve kambiyo gibi ticaret münasebetlerine tatbik olunacak bütün kaideleri birleştirme y olunda sarfedilen mesai sayesinde kanunların ve mukavelelerin gitgide birbirine benzetilen müşterek ve birleştirilmiş hükümlerinin bütünü ( meselâ gemilerin çatması, denizde kurtarma ve yardım, poliçe ve çek hakkındaki antlaşmalar; büyük avaryaya mütaailik York - Anvers kaideleri).
MİLLETLER CEMİYETİ /aim. Völkerbund. — fr Societe des Nations. — ing. Leage of Nations/.
Amerika Birleşik Devletleri Cumhur Reisi Wood-row Wilson'un nüfuz ve tesiriyle kurulması ve esasları 1919 Paris sulh konferansında karşılaştırılarak Versay Sen Jermen, Triyanon, Nöyyi sulh muahedelerinde âkit devletlerce kabulü resmen tcyidolunan ilk, devletlerarası siyasi teşekkülüdür. Bu itibarla Milletler Cemiyeti misakı sulh muahedelerinin mütemmim bir cüzünü teşkil eder.
Cemiyetin gaye ve mahiyeti misakta şöylece' hülâsa edilmiştir: Milletlerarası işbirliğini genişletmek ve sulh ve emniyeti sağlamak yolunda harbe girişmemek için bazı vecibeleri kabul etmek; adalet ve şeref esaslarına dayanan milletlerarası münasebetleri açıkça idame eylemek, bundan böyle; hükümetlerin fiili hattı hareketi olarak tanınmış olan milletlerarası hukuk hükümlerine tamamen uymak, milletlerin karşılıklı münasebetlerinde adaleti hükümran kılmak ve muahedelerin bilcümle vecibelerine riayet etmek. Bu gayelere erişebilmek mâksadiyle cemiyet aşağıdaki vazifeleri ifa ile mükelleftir :
1 — Harici herhangi bir taarruz karşısında cemiyet azasının mülki tamamiyetini ve siyasi istiklâlini korumayı ve böylece harbin mümkün mertebe önüne geçmeyi temin edecek vasıtalara müracaat eylemek (misak 10), sulhun idamesi mâksadiyle milletlerarası ihtilâfların mecburi tahkim yolu ile halledilmesi prensibini kabul ve tatbik etmek (m. 11-15), misakın hü. kümlerini ihlâl eden devlete karşı siyasi, iktisadi ve askerî müeyyedeler tatbik etmek (m. 16), cemiyet azasının akteylediği milletlerarası muahede ve mukavelelerin icrasını murakabe eylemek ( m. 18, 20).
2 — İnsani ve sosyal ehemmiyet ve kıymetteki müesseseleri teşkilâtlandırmak veya yürütmek hususunda gayretler sarfetmek; meselâ, müstemlekeler üzerinde mandalar kurmak, işçilerin ve zencilerin istismarı ile mücadele etmek.
3 — Milletlerin müşterek menfaatlarını alâkadar eyliyen hizmetleri teşkilâtlandırmak; meselâ, silâh ticaretinin kontıolü, posta, hizmete veya işçilere müteallik teknik mahiyetteki tedbirlerin takviye ve inkişafını temin.
Milletler Cemiyetinin, kendine has icrai uzuv mahiyetinde bir meclisi (Conseil) ile yine kendine has teşrii uzuv mahiyetinde bir umumi heyeti (Assemblee)
MÎLLETLER CEMİYETİ - MİRAS
237
vardır. Cemiyet Umumi kâtipliği bu iki heyetin yardımcı bir bürosudur ( misak 2). Cemiyet misakının 14 üncü maddesiyle kurulan ve Lahey Milletlerarası Daimi Adalet Divanı adını taşıyan müessese ile Milletler Cemiyetinin bir nevi kazai uzvu vücud.» getirilmek istenilmiştir. Cemiyetin, Milletlerarası İş Bürosu ve Daimi Komisyonları gibi diğer teknik mülhak teşekkülleri de vardır.
Türkiye Cumhuriyeti, 1932 yılında cemiyet tarafından yapılan davet üzerine cemiyete azâ olmuştur.
1946 yılı nisan ayı içinde toplanan umumi heyet 18 nisan tarihinde cemiyetin tasviyesine karar vermiştir.
MİLLE 1 VEKİLİ bk. Meb'us.
MİLLETVEKİLİ DOKUNULMAZLIĞI bk. Masuniyet.
MİLLİ HÂKİMİYET [aim. nationale Ünab-hön. gigkeit. — fr. souverainete nationale.— ing. sovereignty of the nation].
Ferdi iradelere hâkim olan, tecezzisi ve başkasına devri kabil olmıyan, zaman geçmesiyle de sukut etmi-yen, milletin geçmiş ve bugünkü ve gelecek nesillerinin tarihî, içtimaî kıymetini taşıyan ve üstünde hiçbir kuvvetin nüfuzu cari olmıyan ve ancak millet taıafından kullanılan yüksek iradeye denir.
MİLLÎ HUKUK (İç Hukuk) [aim. internes (nati-onales) Recht. — fr. Droit interne (national). — ing. national law J.
Devletler hukuku teriminin zıddı olarak kabul edilen umumi bir tâbirdir. Bununla hem her devletin dahili teşkilâtını tayin eden esaslar ve hem de devletle fertler arasındaki münasebetlerde tatbik olunacak kaideler anlaşılır.
MİLLÎ KORUNMA Olağanüstü hallere münhasır olmak ve millî iktisat ve müdafaaya müteallik bulunmak üzeıe hükümetin vazifelendirilmesidir. Bunun için hükümet, Millî Korunma Kanununun ihtiva ettiği yetkileri koordinasyon heyetinden geçirerek Bakanlar Kurulu karariyle icra eder (3780 No. K. ).
MİLLÎ MARŞ bk. İstiklâl marşı.
MÎLLÎ MÜCADELE bk İstiklâl harbi.
MİLLÎ MÜDAFAA HUKUKU [aim. Wehrrecht. — fr. legislation sur la defense nationale. — ing. legislation on national defence].
Son zamanlarda hukuk ilminin bir şubesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu hukuk sübjektif mânada, bir milletin dünyada bizzat kendi emniyetini talep ve iddia etmesini sağlayan kaideleri anlatır. Objektif mânada ise, bir milletin kendisini müdafaa etmeye, millî mukavemetin ve müdafaa vasıtalarını kuvvetlendirmeye yarıya-cak esasları bir araya toplar.
Millî Müdafaa hukuku iki mühim kısma ayrılır:
1 — Umumi surette müdafaa hukukuna, yani müdafaa kuvvetlerinin himayesine ve çoğaltılmasına taallûk eden hukuktur. Buradaki müdafaa kuvvetlerinden maksat, halkın maddi ve manevi kudret ve kuvvetidir.
2 — Husu i surette müdafaa kuvvetlerine has olan hukuktur. Buradaki müdafaa kuvvetleri, insanlar-
dan ve vasıtalardan teşekkül eden silâhlı kuvvettir. Bu bakımdan müdafaa hukuku şimdiye kadar kullandığımız askerî hukuk mefhumunu karşılar.
MİLLÎ MÜDAFAA MÜKELLEFİYETİ Seferberlik hali veya seferberlik hazırlığı gibi fevkalâde hallerde orduların tatbikına mezun oldukları bu mükellefiyet, normal vasıtalarla temin edilemiyen askerî ihtiyaçların ve hizmetlerin kıymeti ve bedeli mukabilinde temini için orduların müracaata mezun oldukları bir askerî icraat vasıtasıdır. Bu mükellefiyet aynî ve bedenidir.
Bunun başlıyacağı zamanı Bakanlar Kurulu tayin
eder.
Onbeş yaşından aşağı, altmış beş yaşından yukarı olanlar, malûller ve bakıma muhtaç çocuğu olan ve gebe bulunan kadınlar şahsi mükellefiyete tabi değildir (Millî Müdafaa Mükellefiyeti K 1-7).
MİLLÎ MÜDAFAA VEKÂLETİ ( Millî Savunma Bakanlığı) [aim. Wehrministerium; Ministerium für die nationale Verteidigung. — fr. ministere de la defense nationale.— ing. ministry of national defence].
Ordu bütçesinin tanzim ve idaresi, orduya taallûk eden kanunların tanzim, takip ve hükümlerinin icrası ve Genelkurmay Başkanlığının lüzum göstereceği teşkilât ve kuruluşların tesis ve yine bu makamın lüzum gösterece'ği teslihat ve teçhizatın tedarik ve temini, erlerin yemek, ısınmak, barınmak, bakılmak ve umum ordu mensuplarının tedavi edilmek ihtiyaçlarının temini, tayini, terfi, tahvil, tekaüt işlerinden dolayı ordu mensupları ve askerlik mükellefiyetine dahil bütün vatandaşlar ile ordu arasındaki askerî ve hukuki münasebetlerin mevzuat dairesinde tanzim ve icrasının temini ve askerî adliye teşkilât ve muamelelerinin teftiş ve murakabe vazifeleriyle mükellef olan Bakanlıktır.
MİLLÎ MÜDAFAA VERGİSİ Teşviki Sanayi Kanunu ile 1942 Haziranına kadar, kazanç vergisinden de muaf tutulan sınai müesseselerin bu muafiyetlerinin devam ettiği müddete münhasır kalmak üzere kazanç vergisi esas ve nisbetlerme göre hesap ve 1940 haziranından itibaren 3828 sayılı kanunla ihdasedilen bir vergidir.
MİLLİYETÇİLİK [alın. Nationalismus. — fr. naiionalisme. — ing. nationalism].
Milleti dil, kültür ve mefkure birliğiyle biribirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği içtimai ve siyasi bir bütünlük tanımaktan ve bu suretle Türk içtimai heyetinin hususi seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmaktan ibaıet olan ve C. H. P. nin ana vasıflarından ikincisini teşkil eden esas olup 5 şubat 1937 tarihinde Anayasaya girmiştir ( C. H. P. Nz. 5 ; Anayasa 2 ).
MİLLİYETLER PRENSİBİ Ondokuzuncu asırda İtalya'da ve Almanya'da uyanan birlik duygularını gerçekleştirmek için ileri sürülen bir nazariyedir ki, (Man-çini nazariyesi) tarihleri, dilleri, his ve temayülleri müşterek olan insan topluluklarının, müstakil bir devlet kurmak haklarının tanınması iddiasını ihtiva eder.
MİRAS 1 — [aim. Erbschaft, das Erbe, Nachlass, Verlassenschaft — fr. heritage, heredite, hoirie, succession. — ing. inheritance, residuary, estate. — lât.
238
MİRAS - MİRASIN REDDİ
hereditas]: bir şahsın ölümü anında mirasçılara ve musalehlere intikal edebilecek bütün malları, hakları, borçları ve hukuki vaziyetleridir.
Buna «tereke» de denir.
2 — (Mirâş) (Es. H.) Mevrus terikedir. Cem'i «Mevaris» (mavaris) tir.
MİRASA EHLİYET /aim. Erbfâhigkcit. - fr. capacite successorale. — ing. capasity of succeeding. — lât. hereditatem capere (non) posse]
Mirasın iktisabı şartlarından birisi olup hükmi veya hakiki şahıs olmak veyahut hiç olmazsa - birçok kimselerin iştirak halinde malik bulunmaları takdirinde olduğu gibi - şahıslar topluluğu mahiyetini haiz bulunmak demektir. Mirasa ehliyet hukuka ehliyetin bir cüzüdür. Binaenaleyh her şahıs veya şahıslar topluluğu kanun hükmü ile veya vasiyet yahut miras mukavelesi yollariyle mirasçı veya musaleh olabilir (MK. 519, 623, 629).
MİRASÇI /alın. Erbe, Erbin. — fr. heritier, heri-tiere. — ing. heir, heiress, successor. — lât. heresj.
Murisin mirasına konmak hakkını haiz olan şahıs veya şahıslardır.
Bunlar iki kısmn ayrılır : kanuni mirasçı, mansup mirasçı.
a) Kanuni mirasçılar [aim. gesetzliche Erben, — fr. heritiers ab intestat; heritiers legals (Is.); heritiers legitimes (Fr.). — ing. statutory heir; heir at law. — lât. heres ab intestato] da üç kısımdır :
1 — Murise tabiî bir münasebetle bağlı bulunan mirasçılardır ki bunlar murisin kan hısımlarıdır.
2 — Murise akdi münasebetle bağlı bulunan mirasçılardır ki, bunlar da sağ kalan eş ile evlâtlıktır.
3 — Murisin bir âmme hukuku münasebetiyle (vatandaşlık bağı ile) kendisine bağlı bulunduğu hükmi şahıstır ki, bu da devlettir.
b) Mansup mirasçı [aim. eingesetzter Erbe, Testa-mentserbe. — fr. heritier institute. — ing. testamentary heir.— lât heres institutus]: bir kimsenin, ölüme bağlı bir tasarrufla mirasının tamamını veya şayi bir cüzünü almak üzere tâyin ettiği mirasçı veya mirasçılardır. Mansup mirasçı da mirasın gelişi prensibine göre tevarüs eder, yani kanuni mirasçı gibi mirasın borçlarından mesuldür. Buna mukabil vasiyet yoliyle kendisine bir mal bırakılan kimse borçlardan mesul olmaz; çünkü onun tevarüsü küllî değil, cüz'î bir tevarüstür.
MİRASÇI NASBİ bk. Mirasçı.
MİRAS HUKUKU [aim. Erbrecht (im objektiven Sinne). — fr. Droit des successions, legislation succes-soriale. — ing. rules of inheritance/.
Bir kimsenin gerek sağlığında ölümüne bağlı olmak üzere malları üzerinde yaptığı tasarrufların şekil ve şartlarını ve hukuki neticelerini gerek ölümünden sonra mal, hak ve borçlarının kanuni veya mansup mirasçılara veya musalehlere intikal şekil ve şartlarını ve hukuki neticelerini tanzim eyliyen kaidelerin hepsidir.
MİRASIN AÇILMASI /aim. Eröffnung des Erb-gangs. — fr. ouverture de la succession].
Bir kimsenin ölümü ile mirasının, mirasa ehil şahıslara intikalinin tahakkuk eylemesi demektir. Mirasın açılması için hem murisin ve hem mirasçıların şahsına bağlı şartların tahakkuk etmesi icabeder : murisin şah. sına bağlı şart onun ölümüdür.
Mirasçının şahsına bağlı şartlar ise şunlardır: tevarüste hayatta bulunmak, veya, sağ doğmak şartiyle hiç olmazsa kendisine gebe kalınmış bulunmak, mirasa ehil olmak ve mirastan mahram bulunmamak (MK. 517,
519, 522, 524, 525, 623, 629).
MİRASIN İKTİSABI [aim. Erwerb der Erbschaft (İs.); Erbanfall, Erbschaftsanfall (Al.). — fr. acquisition de la succession ([s); saisine (hereditaire), devolution (Fr.).— ing. devolution (accrual) of an inheritance].
Murisin bıraktığı bütün malların, hakların ve borçların mirasçılara geçmesidir. Miras hukukumuzun sistemine göre mirasın iktisabı murisin ölümü ile doğrudan doğruya kanundan ötürü mirasçıların malûmat ve İradelerine ihtiyaç olmaksızın vâki olur (MK. 539).
MİRASIN KABULÜ [aim. Erbschaftsannahme ; Annahme der Erbschaft. — fr. acceptation de la sue. cession].
Mirasın kabulü umumiyetle mirascılık hakkını kazanmak için yapılan beyandır. Miras sistemimizde mirasın iktisabı doğrudan doğruya ve kanundan ötürü olduğundan mirasçı tarafındau mirasın kabulü yolunda bir irade beyanına ihtiyaç yoktur; ancak red için kanuni müddeti zarfında beyanda bulunmak icabeder. Bununla beraber mirasçıların ayrıca bir de mirası kabul eyledikleri hususunda irade beyanında bulunmalarına kanuni mâni mevcut değildir. Bu takdirde onların mirası reddetmek istemedikleri ve kanuni red müddetinden de vazgeçtikleri mânasını çıkarmak icabeder.
Mirasın bizde kanundan ötürü vâki olan iktisap tarzının bazı istisnaları da yok değildir.
Medeni kanunumuz beş halde miras iktisabının mutlaka sarih bir kabul beyanına dayanması esasını tesbit eylemiştir :
1 — Murisin borca batık olduğunun şayi' veya sabit olması (MK. 545 );
2 — Mirası iktisaba hakkı olan mirasçıların mirası kendilerinden sonraki mirasçılar lehinde reddeylemiş olmaları (MK. 554);
3 — Murisin fuıuğu mirası reddedip de furuğun yerine mirası kabul edip etmiyeceğiniıı murisin sağ" kalan eşinden sorulması (,MK. 553);
4 — Mirasın en yakın kanuni mirasçılar batnına mensup mirasçıların hepsi tarafından reddi halinde sağ kalan eşten mirası.kabul edip etmiyeceğini bir ay zarfında beyana davet olunması (MK. 552 j;
5 — Defter tutma muamelesinin (559-571) sonunda mirasçıların karar ittihazına davet edilmeleri (556-567).
MİRASIN REDDİ [aim. Erbausschlagung, Aus-schlagung der Erbschaft, — fr. repudiation de la
MİRASIN REDDİ - MİRASTAN MAHRUMİYET 239
succession. — ing. disclaimer of inheritance.— lât. repu-diatio ].
Mirasın iktisabından sonra mirasçı tarafından mirası istemediği yolunda Sulh yargıcına yapılan irade beyanıdır.
İktisap, kanundan ötürü olduğundan mirasçı, mirasın açılmasından itibaren üç ay zarfında, mirası red-deylediğini kayıtsız ve şartsız olarak ve sarih bir surette sözle veya yazı ile beyan eylemek suretiyle mirasçı olmaktan kurtulabilir. Murisin ölümünde terekesinin borca batık olduğu şayi' ve sabit ise açık red beyanı olmaması halinde dahi miras hükmen reddedilmiş sayılır ( MK. 545, 558 ).
MİRASIN TAKSİMİ [aim. Erbteilung, Teilung der Erbschaft. — fr. partage de la succession. — ing. sharing of the inheritance..— lât. actio familiae er-ciscandaej .
Mirasın mirasçılar arasında kanunun koyduğu esaslar dairesinde paylaştırılmasıdır. Taksim ancak birden fazla mirasçı bulunduğu taktirde bahis mevzuu olabilir (MK. 581 vd.).
MİRAS MUKAVELESİ [aim. Erbvertrag. — fr. pacte successorale. — ing.. contract of inheritance, testamentary contract. — lât. pactio hereditaria/.
Mirasçı nasbi, mirasçıların mirastan feragati, mirasçı nasbini tazammun etmeksizin muayyen vasiyette bulunulması gibi ölüme bağlı tasarrufları ihtiva eden bir mukaveledir. Meselâ, muris.bu suretle mirasını veya muayynn bir malını mukavele yaptığı bir şahsa teberru edebilir veyahut bu suretle muris mirasçılarından birini mirasından vazgeçirebilir.
Miras mukavelesinin resmi şekilde yapılması ve yapanların muamele (medeni hakları kullanma) ehliyetini haiz.bulunması şarttır (MK. 450-474, 492 vd. ).
MlRAS SEBEBİYLE İSTİHKAK DÂVASI [aim. Erbschaftklage. — fr. action en petition d'heredite. — lât. hereditatis petitio/.
Terekeyi veya bir kısmını ele geçirmiş olanlara karşı kanuni veya mansup mirasçı sıfatiyle üstün bir hakka sahip olduğunu iddia eyliyen kişinin ikame eylediği dâva. Bu dâvanın hususiyeti şudur : bununla terekeye dahil olan birçok şeylerin veya bütün mirasın iade ve istirdadı istenebildiği gibi bu bir tek dâva ile lüzumu halinde tapu sicillinin tashihi, ayni haklar tesisi, alacak haklarının terki gibi mutalebeleıde ileri sürülebilir. Terekeyi teşkil eden her türlü menkul ve gayrimenkul üzerinde böylece miras sebebiyle hak iddia eyleyen kimsenin hakkının sebebi bir ve müttehit olduğundan bunların bulundukları yerlere bakılmaksızın mirasın açıldığı yerin mahkemesinde bir tek dâva konusu olabilir. Bu vasıflarından dolayı bu dâvaya külli dâva denir.
Böyle bir dâvanın sübutu halinde hasım taraf elinde bulunan malı zilyetlik hükümlerine göre davacıya geri vermekle mükelleftir.
Kendisine bir mal vasiyet edilmiş kimsenin de istihkak dâva51 ikamesi mümkün ise de bunun dâvasının vasfı yukarıki gibi yani mirascınmki gibi olmayıp şahsi hak vasfındadır, yani külli değil cüzi vasıflı bir dâvadır (MK. 577 - 580).
MİRAS ŞİRKETİ /aim. ungeteilte Erbengemein-schaft. — fr. communaute hereditaire, communaute des heritiers, communaute entre coheritiers].
Mirasın açılmasından taksimine kadar mirasa dahil olan mallar, haklar ve vazifeler bir topluluk teşkil eder ki, buna kanunda «miras şirketi» denilmiştir.
Miras şirketi, hukuki mahiyeti itibariyle aile şirketi emvalinin ve evlenme mallan sistemlerindeki mal ortaklığının aynıdır.
Miras şirketine dahil bulunan şeylerin maliki topluluk halindeki bütün mirasçılar olup bunlar ayrı ayrı bu mallara bizzat ve müstakilen malik ofamazlar ve hiçbir ayrı hisseye sahip değildirler.
Mirasçılar miras şirketini müştereken idare etmek, ona müştereken zilyed bulunmak, müştereken intifa eylemek, mirasın idaresi için bir mümessil tayinini istemek, miras şirketinin tasfiyesini talep eylemek, taksime iştirak etmek ve nihayet taksim neticesinde muayyen bir hisseye konmak gibi haklara sahiptirler.
Miras şirketinde mirasçılar murisin borçlarından müteseUilen mesuldürler (MK. 581, 585).
MİRASTA İADE bk. İade.
MİRASTAN FERAGAT MUKAVELESİ /aim. Erb. verzicht, Erbverzichtvertrag, Erbauskauf (Is.). — fr. pacte de renunciation â succession. — ing. renunciation of the inheritance/.
Bir kimsenin kanuni mirasçılarından biriyle karşılıklı ( ivazlı) veya karşılıksız (ivazsız ) olarak yaptığı irs (miras) mukavelelerinden biridir ki bu akit ile.mirasçı, mirascılık hakkından vazgeçer ve bu suretle mi-rajcılık sıfatını zayi eder. Mukavele kaışılıklı yapılmış ise mirasçının furuuna da müessir olur. Mirastan feragat mukavelesi miras mukavelesinin tabi olduğu şekle, yani resmi vasiyet şekline tabi tutulmuştur (MK. 475, 477, 492, 496).
MİRASTAN ISKAT /aim. Enterbung — fr. exhe-redation. — ing. disinheritance, exheridation. — lât. exheriditatioj.
Mahfuz hisse sahibi mirascılann muris tarafından mahfuz hisselerinden mahrum edilmesine denir. Bu da iki türlü olur : birisi cezai iskattır ki, murise karşı aile vazifeleri icaplarına mugayir hareket edenler hakkında kullanılır.
Diğeri koruyucu iskat olup mahfuz hisseli mirasçıyı korumak ve mirasını alacaklılarının eline düşürmekten kurtarmak mâksadiyle yapılır. Her iki iskat da ölüme bağlı tasarrufla yapılır (MK. 457, 460).
MİRASTAN MAHRUMİYET /aim. Erbuntuürdig-keit. — fr. indignite successorale, indignite d'heritier. — ing. debarring from inhering, unworthiness to inherit. — lât. indignitas].-
Mirastan mahrumiyet bazı kimselerin murise karşı irtikâp eyledikleri gerek cezai gerek gayri ahlâki ve haksız fiillerden dolayı mirastan veya ölüme bağlı bir tasarrufun lehlerine temin eyliyeceği bir teberrudan kanun tarafından mahrum edilmeleri demektir. Binaenaleyh, gerek kanuni gerek mansup mirasçılar ve gerek musalehler veya miras mukavelesi akitleri muayyen sebeplerin mevcudiyeti halinde mirastan kanunen mahrum sayılırlar. Mirastan mahrumiyete mirasa liyakatsiz-
240 MİRASTAN MAHRUMİYET - MODUS VİVENDİ
lik dahi denir. Mahrumiyetin sebepleri muhteliftir. Murisi haksız yere ve kasden öldürmek, onu kasden ölüme bağlı bir tasarrufu yapamıya'cak bir hale koymak gibi.
Mirastan mahrum olmamak mirası iktisabın şartlarından birisidir (MK. 520, 521).
MİRAS-ÜL-MÜKÂTEB (miras ul-mukâlab) (Es. H. ) Kitabete kesilmiş olan memlûke ait terekenin veresesine intikali demektir, ki şu veçhile olur: ınükâtebin terekesinden evvelâ yabancılara ait borcu varsa o tesviye olunur. Sonra ınevlâsıııa borcu varsa bu verilir, daha sonra bedel-i kitabetten mütebaki kısım tediye edilir, bundan sonra ne kalırsa o da veresesine kalır.
MİRAS VERGİSİ bk. Veraset ve intikal vergisi.
MİSAFİR Memleketin bir yerinde sanat, ticaret, memuriyet ve tahsil gibi bir iş için muvakkaten bulunanlara denir. Askerlik Kanununda, yerli olarak nüfusa kaydedilmeyenler hakkında «yabancı» kelimesi kullanılmıştır ( Nüfus K. 1 ).
MİSAK bk. Muahede.
MİSAK-I MİLLÎ Türk istiklâl dâvasının temel taşını teşkil eden ve Atatürk'ün Reisliği altında toplanan Erzurum, Sivas kongrelerinde tesbit edilip Osmanlı mebusan meclisince 28 Kânunusani 1920 tarihinde kabul ve bütün milletçe son haddine kadar tatbikine azmedilen 6 maddelik millî alıidnamedir ki sureti şudur :
(Osmanlı Meclisi mebusan azalan, istikiâl-i devlet vc istiklâl-i milletin haklı ve devamlı bir sulha nailiyeti için ihtiyar edebileceği fedakârlığın haddi âzamisini mutazammın olan esasat-ı atiyeye temami-i riayetle mümkün-ü temin olduğunu ve esasat-ı mezkûre haricinde payidar bir Osmanlı saltanat ve eemiyetinin devamı vücudu gayri mümkün bulunduğundan kabul ve tasdik eylemişlerdir :
Madde 1 — Devleti Osmaniyenin münhasıran arap ekseriyetle meskûn olup, 30 teşrinievvel 1918 tarihli mütarekenin aktiude muhasını tarafların işgali altında kalan aksamının mukadderatı, ahalisinin serbestçe beyan edecekleri âıaya tevfikan tayin edilmek lâzımgele-ceğiuden mezkûr hattı mütareke dahil ve haricinde dinen, ııkan, emclen müttehit ve yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile ve fedakârlık hissiyatiyle meşbun ve hukuk-u ırkiye ve içtimaiyeleriyle şerait-i mukitiye-lerine tamamîyle riayetkar Osmanlı islâm ekseriyetiyle meskûn bulunan aksamının heytti mecmuası hakikaten veya hükmen hiçbir zaman tefrik kabul etmez bir küldür.
Madde 2 — Ahalisi ilk serbest kaldıkları zamanda arayı âmmeleriyle ana vatana iltihak etmiş olar. elviyc-i selâse için ledelicap tekrar serbestçe arayı âmmeye müracaat edilmesini kabul ederiz.
Madde 3 — Türkiye sulhuna talik edilen garbi Trakya vaziyeti hukukiyesinin tesbiti de sekenesinin kemali hürriyetle beyan edecekleri araya tebaan vâki olmalıdır.
Madde 4 — Makam hilâfet-i islânıiye ve payıtaht-ı saltanat-1 seniye ve merkez-i hükümet-i Osmaniye olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin emniyeti her türiü halelden masun olmalıdır. Bu esas mahfuz kalmak şartiyle Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının ticaret ve mü-
nakalât-! âleme küşadı hakkında bizimle sair bilumum alâkadar devletlerin müttefikan verecekleri karar muteberdir.
Madde 5 — Düvel-i itilâf iye ile muhaslmları ve bazı nıüşarikleri arasında takarrür eden esasatı atiye dai-f sinde akalliyetler hukuku -memâliki mütecaviredeki müslüman ahalinin de aynı hukuktan istifade etmeleri ümniyesiyle - tarafımızdan teyid ve temin edilecektir.
Madde 6 — Millî ve iktisadî inkişafatımız dairei imkâna girmek ve daha asri bir idare! muntazama şeklinde tedviri umura muvaffak olabilmek için her devlet gibi bizim de istiklâl ve serbesti-i tâmma mazhar olmamız üs-sül-esası hayat ve bakamızdır. Bu sebeple siyasi, adli, mali vesaire gibi inkişaf atımıza mâni kuyuda muhalifiz.
Tahakkuk edecek düyunatımızııı şeraiti tesviyesi de bu esasata mugayir olmıyacaktır).
MİSİLLEME bk. Mislile mukabele.
MİSKAL ( nıişksl ) (Es.H.) Yirmi Kırat, yani yüz arpa ağıılığıdır. Bir mıskal, vezince bir dirhem ile bir dirhemin yedide üçüne müsavidir. Binaenaleyh yedi miskal on dirhem şerî ağırlığındadır. Cem'i «ınesakil» dir.
(Türkiye'de evzan i mutavassıta mikyası sayılan bir miskal, bir buçuk dirheme muadildir: bir dirhem dört denk'e, bir denk dört kırata, bir kırat dört buğdaya müsavidir. Bu halde bir miskal doksan altı buğdaya müsavi demektir.
Bu mikyaslar altın, gümüş ve mücevherat gibi kıymetli şeyleri tartmakta kullanılır).
MİSKİN (miskin) (Es.H.) Hiçbir şeye malik bulunmıyan kimsedir. Cem'i «mesakîn» (masâkin) dir.
MİSLEN EDA [aim. vertreibare Leistung. — fr. prestation fungible].
İstimalleri, istihlâk edilmelerine mütevakkıf olan malların iadesinde kullanılan bir tâbirdir. Meselâ, para borcu mislen eda olunur.
MİSLİ (misli) (Es. H.) Çarşı ve pazaıda mu'ted-dün bih yani bahanin ihtilâfını mucip tefavütsüz misli bulunan şeydir. Mekilât ve mevzuat ile ceviz ve yumurta gibi adediyat-ı rnütekaribe hep misliyattır.
Bir cins çuha ve fabrika mamulâtı olan bezler gibi efradı beyninde tefavüt olmayıp ta zirai şu kadar kuruşa diye satılan zeriyat ve basma kitaplar dahi mislidir.
MİSLÎ ŞEYLER [alın. vertreibare Sachen. — fr. choses fungibles.— ing. fungibles.— lât. res fungibiles]. Sayı, tartı veya ölçü ile tayin olunabilen şeylerdir.
MİSLİYLE MUKABELE [aim. Retorsion. — fr. retorsion, — ing. retortion ]¦
Bir devletin, aslında meşru ve haklı fakat, diğer bir devletin menfaatlerini ihlâl edici hareketlerine karşı menfaatleri ihlâl edilen devletin aynı suretle mukabe-lesidir.
"modus VİVENDİ [alnı. fr. ing modus vivendi}.
Bir devletin diğer bir devletle kat'î muahede yapıncaya kadar aralarında kararlaştırdıkları muvakkat hükümlerdir ( 1873 No. K. m. 1; 2294 No. K. ).
MONARŞİ — MUAHEDE
241
MONARŞİ [aim. Monarchic — fr. monarchic — ing. monarchy].
Bütün siyaai nüfuz ve kuvvetlerin hiç kimseye karşı mesul olmiyan bir şahısta (hükümdar [alm.Herr-scher. — fr. monarque, souverain. — ing. monarch, sovereign] da ) toplanması rejimidir.
Bu nüfuz ve kuvvet, hükümdara bir intihap ile veya irs suretiyle verildiğine göre « intihaplı monarşi» [aim. Wahlmonarchic — fr. monarchic elective. — ing. elective monarchy], «irsî monarşi» [aim. Erbmonarchie.
— fr. monarchic hereditaire. — ing. hereditary monarchy] namlarını alır.
Bundan başka monarşiler, aşağıdaki suretlerde de görünürler :
Mutlak monarşi [aim. absolute Monarchic — fr. monarchic absolue.— ing. absolute monarchy] (mutlak hükümet) hükümdarının iktidar ve salâhiyeti hiçbir kanunla tahdit ve takyit edilmemiş olan monarşidir.
Meşrutî monarşi [aim. konstitutionelle Monarchic
— fr. monarchic constitutionnelle. — ing. constitutional monarchy]; (Meşrutiyet hükümeti) hükümdarının kudret ve salâhiyeti esas teşkilât kanuniyle gösterilen monarşidir.
Parlamentolu monarşi [aim. parlamentarische Monarchic— fr. monarchic parlementaire.— ing. parliamentary monarchy] ; hükümdarın kudret ve salâhiyeti karşısında parlamento kudret ve salâhiyetinin yer aldığı monarşidir.
MONDROS MÜTAREKESİ Osmanlı imparatorluğu ile itilâf devletleri arasındaki 1914-1918 harbine nihayet veren bu mütarekename 30 ilkteşrin 1918 tari. hinde Limni adasmın Mondros limanında imzalanmıştır.
MONROE KAİDESİ [aim. Monroedoktrin. — fr. doctrine de Monroe.— ing. Monroe Doctrine].
Amerika Cumhurbaşkanı Monroe'nin 2 aralık 1823 tarihli mesajında Amerika Birleşik Devletlerinin idaresi için göstermiş olduğu prensiplerin mecmuudur. Bu prensiplerin hedefi Amerika kıtasındaki bütün devletleri, Avrupa devletlerinin siyasi müdahalelerine karşı korumak ve Amerika topraklarının yeniden sömürgelenmesine mâni olmak ve Amerika devletlerini de Avrupa devletlerinin işlerine karışmaktan meneylemekti.
MORATORYUM [aim. Moratorium, allgemeiner Zahlungsaufschub. — fr. moratoire.— ing. moratory].
Olağanüstü iktisadi buhran zamanlarında kanunla yapılan borç tecilidir. Kanunu vazedenlerin gördükleri lüzuma göre bu tecilin şekli ve şartları türlü türlü olabilir.
MORG [aim. Leichenschauhaus, Leichenhalle, — fr. morgue. — ing. morgue].
ölüm sebepleri üzerinde otopsi ve sair tetkikat yapılması ve hüviyeti meçhul ölülerin tanınması için cesetlerin getirildiği bir adlî tıp müessesesidir.
MOTORLU NAKİL VASITALARI bk. Nakil vasıtaları.
MUACCELIYET bk. İfa zamanı.
MUADDÜN LlLlSTlGLÂL (mu'addun li-'I-istiglâl) (Es. H.) Kiraya verilmek üzere ihzar ve tâyin olunmuş şeydir ki fil'asıl kiraya verilmek üzere yapılmış veya alınmış han ve hane ve hamam ve dükkân gibi akarat ile kira arabası ve kira beygirleri gibi şeylerdir.
MUAFİYET (Vergilerde, resimlerde) [aim. Befrei-ung, Freistellung (von Steuern und Abgaben ). — fr. exemption, immanite fiscale. — ing. immunity (from taxation), exemption ( from taxes)].
Mükelleflere kanunun müsavi olarak yüklettiği vergi ve resimlerden siyasi, iktisadi, içtimai adalet, imara teşvik ve himaye gibi sebepler altında bazılarının istisna edilmesidir.
Diplomasi memurlarının, malûllerin, erlerin, yeni yapı yaptıranların, beş çocuk sahibi olanların bazı resim ve vergilerden muaf tutulmaları gibi.
MUAHEDE (Antlaşma) [aim. Staatsvertrag, völ-kerrechtlicher Vertrag, Abkoınmen. — fr. traite (international). — ing. treaty. — lât. foedus, pactioj.
İki veya daha ziyade devletin yetkili mümessilleri tarafından, hukuki neticeler elde etmek maksadiyle, tanzim edilen mukavele.
Muahedeler umumiyetle, milletlerarası objektif hukuk kaideleri koyan « muahede - kanun» [ fr. traite-loi] ve sübjektif mahiyette hükümler ihtiva eden «muahede-mukavele» [ fr. traite - contrat) olmak üzere iki nev'e ayrılmaktadır.
Muahedeler müzakere, imza ve tasdik olmak üzere üç safhadan geçer ve kaidetan tasdik edildikten sonra mer'i olur.
a) Hakem muahedesi [aim. Schiedvertrag. — fr. traite d'arbitragc — ing. arbitration agreement] : bu muahede ile, iki veya daha ziyade devlet aralarında çıkmış veya çıkacak olan bütün ihtilâfların yahut bunlardan bir kısmının hallini temin için hakeme müracaatı taahhüd ederler. Muahede mevcut bir ihtilâfın halline taallûk ediyorsa buna «tahkimname» [aim. Schiedsab-rede.— fr. compromis.— ing. bond of arbitration] denir.
1928 senesinde Milletler Cemiyeti Umumi Heyeti tarafından tanzim ve âza devletlerin imzasına arz edilen «umumi hakem senedi» hakem muahedelerinin tam bir nümunesidir.
b) İttifak muahedesi [aim. Bündnisvertrag. — fr. traite d'alliancc— ing. alliance agreement.— lât. foedus]: tamamen siyasi olan, diplomatik ve icabettiği takdirde askerî bir iş birliği derpiş eden bir muahededir.
c) Ticaret muahedesi [aim. Handelsvertrag, Han-delsabkommen. —• fr. traite de commerce. — ing. commercial convention]: âkit devletler vatandaşları arasındaki ticari muamelelerin ve mal mübadelesinin tanzimini istihdaf eden bir muahededir.
ç) İkamet muahedesi [aim. Niederlassüngsabkom-men. — fr. traite d'etablissement. — ing. convention respecting conditions of residence and business]: âkit devletler vatandaşlarının, yekdiğerinin ülkesi üzerinde ikamet, ticaret ve umumiyetle iktisadi faaliyet şartlarını tanzim eden bir muahededir. Konsolosların yetkilerine mütaallik kayıtlar da çok defa bu muhadede yer alır.
H. L. 16
242
MUAHEDE - MUDANYA MÜTAREKESİ
d) Sulh muahedesi [aim, Friedensvertrag. — fr. traite de paix. — ing. treaty of peace.— lât. pads fo-edas] : bir harbe katî surette nihayet vererek savaşçı devletler arasında normal münasebetleri tekrar tesis eden bir muahededir.
e) Dostluk muahedesi [aim. Freundschaftsabkom-men. — fr. traite d'amitie. — ing. treaty of friendship. — lât. amicitia et socletas] : âkit devletler münasebetlerinin samimî dostluk hissiyatından mülhem olacağı ve ihtilâiiarının sulh yoliyle halledileceği hususunda taahhütleri ihtiva eden bir muahededir.
Bizde muahede Büyük Millet Meclisinin tasdikiyle tamam olur ( Anayasa 26 ).
MUAHEDENAME ( mu'ahada-nâme ) (Es. H.) Sulh şeraitini bildiren ve iki muhasım taraitan bil-kabul imza edilen müsalâha vesikasıdır.
Buna «ahitname» de denir. Bununla beraber ahitname tâbiri daha ziyade bir taraftan verilen ahit ve emanı müş'ir vesikaya ıtlak olunur.
MUALLÂK BİŞŞART (mu allak bi-'g-sart) (Es. H.) Talikteki cezadır, bk. Ceza No. 2.
MUALLÂK-UN-ALEYH ( mu'ullakun 'alaylı) (Es.H.) Üzerine talik vâki olan şarttır. «Borçlun gelirse ketilim» gibi. Burada borçlunun gelmesi muâllak-un-aleyh, yani şarttır.
MUAMELÂTI TİCARİYE bk. Ticari muameleler.
MUAMELE bk. Hukuki muamele; idari muamele; mahkeme dışı muameleler.
MUAMELE VERGİSİ [aim. Umsatzsteaer. — fr. impât sur le chiffre d'affaires.— ing. tax on turnover].
Ticari muamelelerden bunların başlamasından itibaren son muameleye, yani müstehlike varıncaya kadar geçirdiği her safhada ayrı ayrı alınan bir nevi umumi istihlâk vergisidir. Bu vergi vasıtalı vergilerin, bilnassa istihlâk vergilerinin hususiyet ve mahiyetini ve mahzurlarını taşır. 3843 No. K. esasları dairesinde :
1 — Türkiye dahilinde imal edilen maddelerden;
2 — Yabancı memleketlerde imal edilip Türkiyeye ithal edilen maddelerden ;
3 — Banka, banker ve sigorta şirketlerinin bilûmum muamelelerinden alınmaktadır.
MUÂR (mu'ar) (Es. H.) Ariyet verilmiş olan şey.
MUARAZA (mu'âraza) (Es. H.) Lügatte birçok mânalara geldiği gibi tasaddi mânasına da gelir. Bu cihetle bir hak talebine tasaddiye muaraza denir. Ve ilâmlarda bilâ-beyyine veya bilâ-veçhin muarazadan meni talebiyle itade olunur. Meselâ biri, diğerinden bir alacak dâva edip de inkâra mukarin beyyine ikamesinden izhar-ı acizle bittalep müddeialeyh, verilen yemini eda eylese hüküm «müddei, müddeialeyhe bilâ -beyyine muarazadan menolundu» diye yazılır.
MUARAZANIN MENİ DÂVASI Bir kimseye ait menkul veya gayrimenkul bir mal üzerinde başka bir kimse tarafından iddia edilen hak veya yapılan müdahale ve taarruzun kaldırılması talebiyle açılan dâvadır.
MUARRİF (mu'arrif) (Es. H.) Yargıç veya noter, yahut memur-u mahsus huzurunda bir şahsın şahıs ve hüviyetini beyan ve tasdik eden kimse.
MUAVİN ŞAHISLARIN MESULİYETİ bk. Mesuliyet,
MUAYENE bk. Keşif ve muayene.
MÜBADİL bk. Ahali mübadelesi; Muhtelit mübadele komisyonu.
MUBAYAACI bk. Borsa acentası.
MUCEB-İ AKİT (mücab-i 'akd) (Es. H.) Akit sebebiyle lâzım olan şeydir. Meselâ bir aşçı isticar olunduğunda o aşçının yemek pişirmesi icar akdinin rnuce-bidir.
MÜCEB-İ CİNAYET (müceb-i cinâyat) (Es.H.) Cinayetin hükmü demektir ki, üzerine terettübeden kısas, diyet, hükümet i adil gibi şeylerden ibarettir.
MUCER (mucur) (Es. H.) Kiraya verilen şeydir. Buna müstecer de denilir.
MUCİB-İ KISAS (mücib-i kişâş) (Es. H.) Kısasın istifasını icabettiren şeydir.
MUCİB-İ TAHRİRİ TEREKE (Es.H.) Mirasçılar arasında gaip, melkut, sagir bulunduğu veyahut mirasçılardan biri tarafından talep vuku bulduğu taktirde
şer'iye mahkemesi maritetiyle yazılması icabeden terekeye denir.
MUCİP (MUCİBİNCE) Devlet teşkilâtında, karar yetkisini haiz makamın tasvibine arzolunan hususa o makamın muvafakat beyanıdır.
Eskiden «mucibince» tâbiri kullanılırdı. Bugün «muvaıık» veya «onay» tâbiri kullanılmaktadır,
MUCİP SEBEPLER (Esbabı mucibe) ( Gerekçe) [alın. Begriindang, Motive, türünde, Erwagungen.— fr. expose des motifs; motifs, considerants. — ing. leading motives, main reasons. — lât. ratio; argumenta].
1 — (EH) Bir kanun teklir veya tasarısını, bir kararı, bir takriri izah etmek maksadiyle zikredilen sebeplerdir ( İçtüzük 56).
2 — (CMU) Aleyhine kanun yollarına müracaat mümkün olan veya bir talebin reddine dair bulunan kararların gerekçeli olması lâzımdır.
Bundan başka son tahkikatın açılmasına veya açılmamasına, tevkife, zabıt varakalarının okunmasına dair olan kararlarda gerekçenin gösterilmesi icabeder (CM UK. 32, 106, 197, 200, 244, 260, 348 ).
3 — (HMU) Hukuk ve ticaret işlerinde mahkeme veya hakemler tarafından verilen kararlar «esbab-ı mu-cibeyi» ihtiva eder (HUMK. 388, 439, 530). «Mülâhaza» tâbiri aynı anlama gelmektedir.
MUCİR Kiraya veren.
MUDANYA MÜTAREKESİ İstiklâl Harbinde Türk ordularının, Yunanlıları katî surette mağlûbetmeleri üzerine İtilâf devletlerinin müracaatları neticesinde Türk, İngiliz, Fransız, italyan murahhaslariyle Mudanya'da aktedilen mütarekedir.
Mudanya mütarekenamesi mucibince, imzayı takib-eden on beş gün içinde Şarki Trakya, Edirne de dahil olmak üzere, tahliye edildi, Boğazlarla İstanbul'un mülki idaresi Türklere geçti ve Türklerle Yunanlılar arasındaki muhasamata nihayet verildi.
Yunan murahhasları Mudanya'ya kadar geldikleri halde vapurdan çıkrnadilar ve mütarekenameyi imza etmediler. Bununla beraber, İtilâf Devletleri mütareke ahkâmını Yunan Hükümetine kabul ettirdiler.
MUDAREBE — MUHAKEMELERİN ALENİYETİ 243
MUDAREBE (muzâraba) (Es.H.) Bir taraftan sermaye ve diğer taraftan sây ve amel olmak üzere bir nevi şirkettir ki « mudarebe-i mutlaka» ve «mudarebe-i mukayyede» namlariyle iki kısma ayrılır:
a) Mudarebe-i mukayyede (muza abu-i mu kayyada) Zaman veya mekân veya bir nevi ticaret ile, yahut bayi veya müşteriyi tâyin ile mukayyet olan mudarebedir. Meselâ, «filân vakit veya filân yerde, yahut filân cins mal al, sat, yahut filân kimselerle veya filân belde ahalisi ile alışveriş et»'dese mudarebe-i mukayyede olur.
b) Mudarebe-i mutlaka (muzâraba-i mutlaka) Zaman ve mekân ve bir nevi ticaret ve bayi ve müşteriyi tâyin ile mukayyet olmıyan mudarebedir.
MUDARİB (muzârib) (Es H.) Mudarebede âmil olan, yani sermaye olarak sây-ü âmelini koyan kimsedir. bk. Rabbülmal.
MUDİ 1 — [aim. Einlagerer, Hinterleger. — fr deposant — ing. bailor, depositor. — lât. tradensj : Saklamak için başkasına mal bırakan kimsedir.
2 — (Mudi') (Es. H.) Vedia veren kimsedir.
MUFAV1Z (mufaviz) (Es. H.) «Şirket-i mufavaza» da şerik olan kimseye denir.
MUHABERAT SIRRI bk. Sır.
MUHABERE HÜRRİYETİ [aim. Postgeheimnis (Brief-, Telegraphen - , Fernsprechgeheimnis). — fr. inviolabilite du secret de la correspondence, secret de lettres.— ing. secrecy of the postal service].
Şahsın posta, telgraf, telefon ve sair vasıtalarla yaptığı muhabere /e mikâlemelere, yargıcın kararı veya sıkıyönetim mevcut olmadıkça, başkasının ve devletin mümanaat ve müdahale etmemesi ve bunlardaki sırları ihlâl eylememesi (Anayasa 81).
MUHACERET bk. Göçmenlik.
MUHACİR (Göçmen) bk. İskân.
MUHAFAZA TEDBİRLERİ [aim. vorsorgliche Anordnungen ( Massnahmen) , Sicherungsmassregeln, Erhaltungsmassnahmen.— fr. mesures conservatoires.— ing. measures of conservation; precautionary measures].
Bir şeyin aynen mevcudiyetini temin etmek veya zıyaına meydan vermemek, bir vaziyetin değişmesine mâni olmak için yetkili mercilerin emriyle alınan tedbirler: ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz; mühürleme, tahrir, deftere geçirme, ceza takibinde sübut vasıtası olan eşyanın muhafazası, emniyet altına alınması, zaptolun-ması gibi.
MUHAKEMAT DAİRESİ Danıştayda görülecek dâvaların muhakeme mercii olmak üzere 1286 tarihli Devlet Şûrası Dahilî Nizamnamesiyle ihdas edilen dairedir. Bu daire bir dâvanın rüyet mercii hakkında adlî makamlarla idari makamlar ve şahıslarla idare arasında çıkan ihtilâfları bidayeteu veya istinafen görüyor, bir de memurların yargılanmalarına bakıyordu.
1303 tarihinde adliye mahkemeleriyle idare mahkemeleri arasında çıkan merci ihtilâflarının halli yetkisi Danıştaydan alınarak «Encümen-i İhtilâf» namiyle teşkil edilen bir kurula verilmiş ve Muhakemat Dairesi-
nin vazifesi de memurin muhakematına inhisar ettirilmişti. 1312 tarihinde Muhakemat Dairesiyle ona b^ğlı olarak teşkil edilmiş olan Bidayet Mahkemesi lâğvedilerek yerine yalnız memurların muhakemelerine bakmak ve nezareti Devlet Şûrası Reisliğine ait olmak üzere bidayet, istinaf ve temyiz mahkemeleri vücuda getirilmiştir.
MUHAKEMAT MÜDÜRLÜĞÜ [aim. Rechtsabtei-lung (einer Behörde). — fr, direction du service du contentieux].
idare leh ve aleyhine açılan dâvalar ve sair yargı işleriyle uğraşmak üzere kurulan teşkilâta verilen isimdir.
Evvelce İstanbul'da Maliye Nezareti Hukuk Müşa-virliğince takip edilen hazine dâvalarının defterdarlığa devrini müteakip istanbul'da bir Muhakemat Müdürlüğü teşkil edilmiştir. Ancak bu müdürlüğün görev ve yetkileri hakkında idarî emirler dışında kesin hükümler konmamıştır. Bilâhare bu hükümler 2265 sayılı kanunun 11 inci ve müteakip maddelerinde yer almıştır.
2573 sayılı kanunla bütün devlet dâvalarının takibi vazifesi Maliye Bakanlığına devredilince Ankara ve İzmir'de de birer Muhakemat Müdürlüğü kurulmuştur. Fakat bu kanun da bu müdürlüklerin yetkilerini tayin etmemiştir. Bu husustaki hükümlere son defa neşredilen 4353 sayılı kanunda rastlnır.
MUHAKEMAT UMUM MÜDÜRLÜĞÜ Genel bütçeye dahil daireler leh ve aleyhine ikame olunan dâvaların bir elden takibi prensibi 2573 sayılı kanunla kabul edilmiş olmasına rağmen mevcut teşkilâtın bu ödevi yerine getirmeğe kâfi gelmediği tecrübe ile anlaşıldığından 4353 sayılı kanun ile Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Umum Müdürlüğü teşkil olunmuştur Hukuk müşavirliği vazifesiyle muhakemat vazifesinin kesin bir tefrik ve taksime tabi tutulması imkânsızlığı karşısında bu iki görev aynı teşkilâtta toplanmıştır.
MUHAKEME (Yargılama) MASRAFLARI [aim. Gerichtskosten. — fr. frais de justice. — ing. Court fees ] .
Adlî bir takip zımnında yapılan usuli masraflarla adlî takibin icabettirdiği harçlardır (Adliye Harç Tarifesi K.; HMUK. 413 - 427).
MUHAKEMELERİN ALENİYETİ ( Yargılamanın açıklığı ) [aim. Offentlichkeit der Gerichtsverhandlun-gen. — fr. publicite des debats. — ing. publicity of the proceedings].
Yargılamaların aleniyeti, hürriyetin teminatı sayılır. Anayasa, mahkemelerde yargılamaların herkese açık olduğu esasını koymuştur. Aleniyet kaidesinin ihlâli kanuna muhalefet teşkil eder ve katî temyiz sebeplerinden biridir.
Ancak kanuni sebeplere (umumi âdap, emniyeti muhafaza) dayanılarak mahkemelerce yargılamanın kısmen veya tamamen kapalı olmasına karar verilebilir. Duruşmanın gizli olması kararı ve sebepleri alenen tefhim olunur; hükmün de alenî tefhimi lâzımdır.
On beş yaşını bitirmemiş çocuklara ait duruşmaların gizli yapılması mecburidir, bu türlü duruşmalarda hüküm de gizli tefhim olunur, bk. Aleniyet prensibi
244 MUHAKEMENİN İADESİ - MUHASAMATIN TATİLİ
MUHAKEMENİN İADESİ /aim. Wiederaufnahme des Verfahrens.— fr. revision (İs.), requite civile (Fr.).
— ing. re-opening of a case; revision of a judgment)'.
Katî olarak verilmiş veya katiyet kesbetmiş olan hukuk ve ceza mahkemesi kararlariyle Danıştay ve diğer hususi mahkeme kararlarının, kanunda muayyen maddi sebeplerin mevcudiyeti halinde, aynı kaza mercilerinde yeniden tetkikine, tekrar yargılama yapılmasına ve kararların tebdiline imkân veren olağanüstü kanun yolu (HMUK. 445-454; CMUK. 327 -342; Devlet Şûrası K. 48-49; As. MUK. 258 -260).
MUHAKEMENİN MEN'İ KARARİ /aim. Einstel-lung des Strajverfahrens. — fr. ordonnance de non -lieu — ing, nonsuit).
İlk tahkikat neticesinde maznunun cezayı mucip bir fiil işlediği zannını verecek kâfi sebepler görülmiyeıek son tahkikatın açılmasına lüzum olmadığına dair sorgu yargıcı tarafından verilen karardır ( CMUK. 197 ; As.
MUK. 126)
MUHAKEMENİN TALİKİ bk. Talik.
MUHAKEMENİN TEHİRİ bk. Tehir.
MUHAKEME USULÜ bk. Usul hukuku.
MUHAKEMEYİ GECİKTİREN SEBEPLER bk. Mesele-i müstehhire.
MUHAL (muhal) (Es. H.) Muhakün-lehtir.
MU HALE A (muhâla'a) bk. Hul'.
MUHALEFET VARAKASI /aim. Zahlungsverbot.
— fr. acte d'opposition.— ing. prohibition of payment].
Hâmile muharrer hisse senedini ve tahvillerini her ne suretle olursa olsun kaybeden kimsenin, bu senetleri ihraç etmiş olan müesseseye, senet bedellerinin ve kuponlarının başkalarına ödenmesini istemek için noter vasıtasiyle yapacağı tebliği ihtiva eden kâğıttır (TK. 435).
MUHALLELÜN LEH (mııhallaiun lal.) (Es H.) Uç talâk ile tatlik eylediği kadını, mahzâ kendisine helâl olmak üzere, başkasına tezvice razı olan kimsedir.
MUHALLİL (mulıallil) (Es. H.) Üç talâk ile mutallâka olan bir kadını, mahzâ eski kocasına helâl kılmak için, tezevvüceden kimsedir. Bu hareket kötü sayılır.
MUHAL-ÜN ALEYH 1 — bk. Havale.
2 — (Muhalim 'alaylı) (Es. H.) Havaleyi üzerine alan kimsedir.
MUHAL-ÜN BİH (mubahın bili) (Es. H.) Havale olunan maldır ki muhilin zimmetindeki borçtan ibarettir.
MUHAL-ÜN LEH 1 - bk. Havale.
2 — (Mubahın lalı) (Es. H.) Lehine havale yapılan kimse, yani alacaklıdır.
MU HAMİ (mııhâmT) (Es.H.) bk. Avukat.
MUHAMMİN [aim. Schatzer.— fr. estimateur, taxateur. — ing. estimator].
Menkul veya gayrimenkul bir malın değer pahasını tâyin ve tahmin için hususi surette veya idari makamlarca tavzif edilen ihtisas sahibi kimsedir.
(Menafii umumiye namına istimlâk kararnamesi 6, askerî memnu mıntakalar kanunu).
MUHAREBE {aim. Schlacht. — fr. bataille. — ing. battle — lât proelium, acies/.
Harb halinde bulunan devletler arasıuda karada, denizde, havada cereyan eden dövüşme faaliyetleridir.
MUHARİP 1 — /aim. Kriegführender (Staat). — fr. (Etat) belligerant. — ing. belligerent, combatant (State)]: harb halinde bulunan devlettir.
2 — [aim. Kombattant, Mitglied der bewaffneten Macht, Soldat. — fr. combattant. — ing. combatant/: harb halinde bulunan devletleıde ordu mensuplariyle başlarında maiyetlerinden mesul bir kimse bulunan, uzaktan tanınması kabil ve muayyen ve farik bir alâmeti bulunan, silâhlarını açıktan açığa taşıyan \e hareketlerinde harb kanunlarına ve teamüllerine riayet eden milisler ve gönüllü heyetler muharip sıfatını haizdirler.
İşgal altında bulunmıyan bir yerde sakin olup da düşmanın yaklaşması anlarında yukarda bahsedildiği veçhile intizam altına girmeye vakit bulamıyarak müstevli askerlere karşı mukavemet için kendiliklerinden silâha sarılan ahali, silâhlarını eçıktan açığa taşıdıkları ve harb kanun ve teamüllerine riayet ettikleri takdirde, muharip sayılırlar ve muhariplik haklarından istifade ederler. Meselâ harb esiri muamelesi görüıler (1907 tarihli Lâhey Mukavelenamesi).
MUHARREMAT (ınuharrnmât) (Es, H.) Nikâh ve istitraşı memnu olan kadınlardır.
MUHARREMAT I SERÎYE (mu'.Urraıııât-i şar' iyya) (Es. H.) Şer'an menedılmiş olan şeylerdir ki bir kısmı dünyevi ceza tehdidi altındadır; zina gibi. Bir kısmının cezası ise tamamen uhrevi mahiyettedir; kesilmeden ölen hay 'anın etini yemek gibi.
MUHARRİK bk. Tahrik ve teşvik.
MUHASAMA [aim. Feindseligkeiten. — fr. hosti-litis. — ing. hostilities. — lât. hostilia].
Birbirlerine karşı harb ilân eden iki veya daha ziyade devletin giriştikleri döğüşme faaliyetleridir. Muhariplerin kullanacağı muhasama vasıtalarını harb hukuku nispî surette tahdidetmiş ve meselâ bazı insani düşünceler harb hareketlerine doğrudan doğruya İştirak etmiyen eşhas ve eşya hukuki himaye altına alınmak istenmiştir. Harb esirleri ve yaralıları ve düşman tebaası ile bunların mal ve eşyaları her türlü hasmane hareketlerden masun tutulmuştur (Kara harbleri kanun ve teamüllerine dair olan 18 teşrinievvel 1907 tarihli Lâhey mukavelesi).
MUHASAMATIN TATİLİ [aim. Einstellung der Feindseligkeiten. — fr. cessation des hostilites. — ing. suspension of hostilities. —- lât. ab armis recedere; ar. mis ab sister e/.
Harb halinde bulunan devletlerin sulh haline geçerken katî surette veyahut muharip ordu komutanlarının anlaşmaları neticesinde muayyen bir mahalde.hususi bir maksatla, yaralıları ve ölüleri toplamak, ordu mensuplarını dinlendirmek gibi bir ihtiyaç dolayısiyle muayyen bir zaman için döğüşme faaliyetlerini durdurmalarıdır.
MUHASEBE-t UMUMİYE KANUNU — MUHTELİT MAHKEME 245
MUHASEBE-1 UMUMİYE KANUNU Devletin bilumum mallarının idare ve muhasebesinin tâbi olduğu bir kanundur (1050 No. K 1).
MUHASİIİ-1 MESUL [fr. comptable responsable/.
Varidatı tahsil, nukut ve ayniyatı muhafaza, masarifi istihkak sahiplerine tediye ve teslim ve bu işlere mütaallik her türlü mürasele ile buna müteferri nakdî ve ayni bilcümle malî muamelâtı ifa ve Sa)ıştaya zaman hesabı ita edenlere denir ıMuhasebei Umumiye K. 9).
MUHASSİL (ıımhaşşil) (Es. H.^ Bir kaza veya sancağın, yahut vilâyetin zabturaptına ve devlete ait malları tahsile memur olan kimsedir..
MUHATA HA (muhat.bı) (Es. H.) Bir muamele hakkında tarafların şifahen görüşmeleridir.
MUHATAP [aim. der Bezogene — fr. le tire. — ing. the drauee}.
Keşideci tarafından poliçe veya çek üzerinde senet bedelini ödiyeceği gösterilmiş olan şahıs.
MUHATARA bk. Riziko.
MUHAYYERLİK [aim. Ersetzungsbefugnis. — fr. benefice d'option/.
1 — Bir akitle tâyin olunan edanın yerine bir diğerini ikame edebilmek salâhiyetidir. Meselâ, borçlu tediye mahallinde ravici olmiyan bir paıa borcunu memleket parasijle ödiıebilir (BK 83). Yine bu veçhile mirasçı, ölünün nestbi sahih olmiyan çocuğuna nafaka verecesi yerde, çocuk tanınmış olduğu takdirde, mi a«çı sıfati\ le istiyebilereği parayı verebilir (MK. 309) (Diğer misaller: TK 643, 694 f. 2, 714». Bütün bu misallerde esaslı bîr eda mevzuu vardır. Ancak, borçlu dicer bir edada bulunabilir ve alacaklıda bu edayı ka-bule mecbur olur Muhayyerlik hakkı kanunen bazen alacaklı, bazen borçlu için tanınmıştır ve bazen her ikisinin de muhayyerlik hakkı vardır (BK. 118 vd),
2 — (Mııhayynrlik) (Es H.1 Diğer tarafın rızasına hacet kalmaksızın kendisi için hıyar sabit olan kimsenin akdi feshe kaadir olmasıdır.
MUHİK SEBEPLER [aim. v ichtige Gründe; 6e-rechtigter Weise — fr. justes motifs. — ing, cogent grounds/.
Muhik veya mühim sebepler; yargıcın takdir hakkını kullanmasını istilzam evliv-n sebepler demektir Bu sebeplerin mevcut olması halinde varçrıç vazivetleri ve münasebetleri bizzat ölçüp biçerek obiektif kıymet hükümleri vermekle ve kararlarımı bu hükümlere davandır-makla mükelleftir (MK 4, 26 f. 1, 58 f.3, 65 f.2. 84).
MUHİL 1 — bk Havale.
2 — (Muhil) (Es. H.) Havale eden kimse, yani borçludur.
MUHSAN (ırmhşan) (Es. H.t Akıl, bulûğ, İslâmiyet, hürriyet, nikâh-ı sahih ile teehhül ijibi evsafı cami olan kimsedir.
MUHTÂL (nıuhtâl) (Es. H.) Muhal-ün lehtir.
MUHTÂL-ÜN ALEYH 'muluâîıın 'alaylı) (Es. H.) Muhal-ün aleyhtir.
MUHTÂL-ÜN LEH (mııhtâlıın lah) (Es. H.) Mu-halün lehtir.
MUHTAR falm. Ortsvorsieher, Gemeindevorste-her. — fr, maire. — ing. alderman/. 1 — Köyün, köy derneği tarafından seçilen ve köy ihtiyar meclisinin kararlarını tatbik ve köye ait âmme hizmetlerini ifa ile mükellef bulunan icra uzvudur, (Köy K.).
2 — Belediye teşkilâ+ı içinde en küçük bir cüzü teşkil eden mahallenin mümessili ve icra uzvu (5682 No. lu K.).
MUHTARİYET (Özerklik /aim. Selbstverwaltung (recht). Autonomic, Selbstandigkeit. — fr. autonomic— ing. right of self-government, autonomy/.
Sosyal bir topluluğun vej a tüzel kişilerin kendisini idare eden kaidelerin tamamını veya bir kısmını bizzat tesbit edebilmek veya devletçe konulan rizamla-rın çizdiği hudutlar dah linde hareket serbestliği yetkisi. Muhtariyet mutlak olluğu zaman istiklâlin müsbet tezahürü sayılır. Mutlak muhtariyet, hâkimiyet kavramına muadildir.
Muhtariyet, taallûk ettiği işlere göre milletler arasında (devlet ve mürekkep devletlere dahil âza devletler gibi) anayasa işlerinde teşriî ve idari (iller, belediyeler gibi) ve malî (iktisadi devlet teşekkülleri gibi) mevzularda yar alır. Türk Üniversite ve Fakülteleri bilim ve yönetim özerkliğine sahiptirler (4936 No. K.).
MUHTEKİR (muhiakir) (Es.H) Buğday, arpa gibi insanların zaruri ihtiyaçlarını karşılran maddeleri müzayaka vaktinde yüksek bedelle satmak için saklıyan kimsedir. Böyle saklanan mallar Zaruret görüldüğü takdirde bedeli kalille zorla sattırılır.
MUHTELİT HAKEM MAHKEMESİ falm. Ge-misehtes Schiedsçericht. — fr. Tribunal mixte d'arbi-trage. — ing. Joint Tribunal of Arbitration/.
Muhtelit hakem mahkemesi Umumi Harbin (1914-1918) sonunda ak^olunan sulh mnahedeleriyle kurulan bir teşekkül idi. Bu mahkemeler müh-rebeden veyahut sulh muahedelerinden çıkan ihtilâfları hal için teşekkül etmişlerdi. Muhtelit hakem mahkemeleri, başkanı Umumi Harbe iştirak etmiven devlete; ve iki üvesi, dâvalarda tebaası veya bizzat kendileri alâkalı devletlere mensup üç kişiden teşkil edilmişti Memleketimizde kısa bir zaman için kurulmuş olan bu mahkemelerin salâhiyetlerini Lozan Muahedesinde (92. 98) gösterilmiştir.
MUHTELİT HAYAT SİGORTASI bk. Hayat sigortası.
MUHTELİT MAHKEME Osmanlı Devletinin kapitülâsyonları kabul ettiği devirde, Osmanlılarla ecnebiler arasındaki ticaret ve hukuk dâvalarına bakmak üzere, teşekkül eden mahkemeve verilen isimdir. Bu mahkeme Osmanlı Devleti tarafından nasbedilen bir reis ve iki âza ile alâkadar ecnebinin mensup olduğu devletin sefareti veya konsolâtosu taı afından gönderilen iki ecnebi azadan İstanbul'da teşekkül ederdi. Bu mahkemeye «Birinci Meclis-i Ticaret» de denilirdi. Dâva ile ilgili yabancının mensup olduğu devlet elçiliğinden gönderilen bir tercüman da mahkemede bulunurdu.
246 MUHTELİT MÜBADELE KOMİSYONU - MUKAYYET
MUHTELİT MÜBADELE KOMİSYONU Türk ve Rum ahalisinin mübadelesi için Lozan'da Türkiye ve Yunanistan arasında aktedilen mukavele mucibince, 1914-1918 Harbine iştirak etmiyen hükümetler tebaası arasından Milletler Cemiyetince seçilen üç azadan teşekkül edip, mübadele mukavelenamesinde zikredilen muhacerete nezaret etmek ve bunu kolaylaştırmak, mübadele edilenlerin menkul ve gayrimenkul mallarının kıymetlerini takdir ve hak ve menfaatlerini muhafaza eylemek salâhiyetlerini haiz komisyon idi.
MUHTIRA [aim., fr., ing. memorandum]. Diplomatik müzakerelerin mevzuunu teşkil eden bir mesele hakkında kendi hükümetinin görüşünü ihtiva eden ve diplomasi memuru tarafından nezdinde vazife gördüğü hükümete verilen yazılı bir notadır.
MUÎR (mu'ir) (Es. H.) Ariyet veren kimsedir.
MUKABELE BİLMİSİL bk. Misliyle mukabele.
MUKABELE-1 BlZZARAR bk. Zararla mukabele.
MUKABİL DÂVA bk. Mütekabil dâva.
MUKADDEME-! BEYYİNE (Beyyine başlangıcı) [aim. Indiz. — fr. commencement de preuve].
Hasımdan sâdır olmuş bir varakadır ki iddia edilen şeyi tamamen ispat etmemekle beraber bu şeyin vukuuna delâlet eyler.
Senetle ispatı lâzım gelen hususlarda tahrirî mu-kaddeme-i beyyine mevcut olursa tanık (şahit) dinlenilir (HMUK. 292).
MUKADDERAT (mukaddarâl) (Es. H.) Keyl, vezin, sayı, zira' yani ölçü. tartı ve sayı ile miktarı tâyin olunabilen şeylerdir. Mekilât ve mevzunata, adediyat ve mezruata şâmil olur.
Mukadderat «mukadder» in cem'idir.
MUKALLİT fmukallidi ^Es. H.) Delilini bilmeksizin başkasının reyi ile âmil olan kimsedir. Mukabili «müçtehit» tir.
MUKARR-ÜN BİH^mukarrun bih) (Es. H.) İkrar olunan haktır
MUKARR-ÜN LEH (mukarrun lah) (Es. H.) Kendisi için bir hak ikrar olunan kimsedir.
MUKARR-ÜN LEH BlNNESEP ALEL GAYR (mukarrun lah bi-'n-rmsab 'al-a'l-ğnyr) (Es.H.) Nesebi meçhul olan o kimsedir ki müteveffa onun nesebini başka bir şahsa isnadedecek surette kendi akrabasından olduğunu ikrar etmiş ola.
Meselâ, bir kimse nesebi meçhul olan bir şahsın kendi kardeşi veya amcası olduğunu ikrar etse o şahsın nesebini birinci misalde babasına ve ikincide dedesine isnadetmiş olur.
Fakat böyle birinin nesebini kendisine isnadederse, meselâ, «bu benim oğlumdur» veva «kızımdır» derse gayr üzerine isnad-ı nesep etmeyip kendisine nispet etmiş olur.
MUKASEME TARÎKİ (Feraizde) ( mukasama tariki) (Es. H.) Vereseden bazısı bir vârisi ikrar ve bazısı inkâr ettikten sonra ikrar eden vârisin hissesi kendisiyle ikrar olunan arasında taksim olunur. Buna mukaseme tariki denir.
Meselâ : aşağıdaki meselede görüldüğü gibi müteveffanın iki oğlu olsa, üçüncüyü biri inkâr, diğeri ikrar edip hakikati hal ispat edilemese mesele inkâr farziyle tashih edilip ikrar edene isabet eden sehim kendisiyle ikraT olunan arasında taksim olunur.
1 1/2 İnkâr eden İkrar eden
Mes- ele
Oğul Oğul Oğul 2
2 1 12
~~4
MUKATAA (mııkâta'a) (Es. H.) Istılahta arsası vakıf ve üzerinde inşa edilen binaları ev dikilen ağaçları mülk olan akara denir. Burada bina veya ağaçların maliki arsa için senevi bir kira vermek mecburiyetindedir. Buradaki kira yerin icarı olduğundan buna icarei zemin (yani yer kirası) de denilir.
MUKATAAİ HADİMELÎ VAKIF bk. Vakıf.
MUKATELE (mukâtala) (Es.H.) bk. Kıtal.
MUKATlLÜN fmukâtilün) (Es.H.) Düşman ile harb eden mücahitlerdir, iki sınıfa ayrılır r
1 — Mürifzika (murtazikp): bunlar eshab-ı divandır. Yani divan-ı askerîde mukavvet olrp kendilerine bevt-ül-malden münasip miktar tahsisat verilen cihad ehlidir.
2 — MütPiflvvia (mntatxvvi'a) (gönüllü): divan-ı askerîden hariç olup mahzâ riza-i hak için cihada iştirak eden şehir, koy, badiye ahalisidir.
MUKAVELÂT MUHARRİRİ bk. Noter.
MUKAVELE Ekseri hallerde akit mânasına gelirse de kanun terimlerinde bazan mânası defrişir, meselâ evlenme mukavelesi 'MK 170^ evlenme »kdi demek değildir; umumi mukavelenin de ( BK. 316 ) umumi akit mânasına gelmediği gibi. bk. Akit.
MUKAVELENAME [aim. Vertraasurleunde. — fr. acte, instrument du traite. — ing. deed, indenture. — lât. insf'rumenfumj İki veva daha ziyade kimseler arasında bir hakkın ihdas, tadil veva izal°si maksadivle vapılan anlaşmayı ihtiva veva ispat eden vazıva verilen isimdir: rehin mukavelenamesi, kira mukavelenamesi, şirket mukavelenamesi gibi.
MUKAYESELİ HUKUK İLMÎ [aim. Veralehhen-de Rechtsvissesıhaft Rnhts vergleiihung, — fr. Dreif fompare. ing lomvaratine Laurf.
Muhtelif Hukuk Nizamlarında avnı içtimai meselelerin halline yaradan Hukuk Müesseselerinin yaşavan hükümleri arasındaki benzerlik ve farkları gösteren karşılıklı irtibat ve münasebetleri (obiektif izafet rabıtasını) muayven usul ile b"lmak ilmidir Bu ilmin başlıca kolları zaman vahdeti içinde yapılan Mukaveseli Huhuk Tarihi ve mekân vahdeti içinde yapılan Mukayeseli Sistematik (Dogmatik) Hukuktur, bk. Usul.
MUKAYYET (mukayyad) (Es. H.1 Şüyuu kısmen tahdit olunan lâfızdır. Meselâ : at mutlaktır. Şüyuunda takyit yoktur. Fakat Arap atı dersek mukayyet olup at medlulünün şüyuu «Arap» vasfiyle tahdidedilmiş olur.
MUKAYYET - MURTABIT SUÇLAR
247
«Mukayyet takyidi üzre cari olur» denir ki kayda riayet olunur demektir. Binaenaleyh bir kimse diğerine bir Arap atı al dese Macar veya İngiliz atı alamaz.
Bugünkü hukukta da takyit kaideten muteberdir.
MUKIR (mukirr) (Es. H.) İkrar eden kimsedir.
MUKRİZ [aim. Darleiher, Darlehensgeber. — fr. preteur. — ing. lender. — lât. creditor; qui pecuniam mutuam dat].
1 — ödünç olarak para veya mislî şeyler verendir (BK. 306 vd.).
2 — (Mukriz) (Es, H.) İkraz eden, yani ödünç veren kimsedir.
MUKSEM-ÜN BÎH (mııksaınun bili ) (Es. H.) Üzerine yemin edilen isim veya sıfattır İslâm hukukunda Cenabı Hakkın ismi, zatı veya sıfatları üzerine yemin edilir ki bu takdirde isim, zat veya sıfat muksem-ün bih olur.
MUKTEZA İLÂMI ( ınuktaza i'lâm' ) (Es H.) Cihet tevcihi ve hüccete merbut alacak gibi muhakeme ve hükme muhtaç olmıyan hususlarda vuku bulan talep ve istida üzerine hükümdara veya icra kuvvetini haiz makama hitaben mukteza bevanını muhtevi olarak yazılan derkenar ve ilâmlara denir.
MÛLÂMİNHÂ (mülâ minha) (Es.H.) îlâ olunan zevcedir.
MÛLÎ (müli) (Es.H.) ilâ eden zevçtir.
MUNİSE (Nafakada) (münisa) (E«.H.l Can yoldaşı demektir. Meselâ: kocanın intihabettiği mesken tenha mahalde olup da karı yalnız ikametten tevahhuş ederse «munise tedariki lâzımdır» denir ki tevahhuşa mâni olacak bir hayat yoldaşı bulundurmak lâzımdır demektir.
MUNTAZAR HAKLAR bk. Beklenen haklar.
MUNZAM KESİR [aim. Steuerzuschlâge. — fr. centimes additionnelsj'.
Mahallî hizmetlerin ifası karşılığına yardım olmak üzere, belediye ve hususi idareler ve T. C. Ziraat Bankası namına, vasıtasız vergilere mahsus kanunlarında yazılı muayyen nispetler dairesinde ilâve edilerek bu daireler hesabına varidat dairelerince tahsil edilen munzam vergilere verilen bir isim olup, 1929 malî senesine kadar ayrı ayrı alınmakta iken bu tarihten itibaren 1451 sayılı kanunla bu kesirler birleştirilmiştir.
MUNZAM SİGORTA bk. Ek sigorta.
MUNZAM TAHSİSAT [aim. Zusatzkredite (Bud-get). — fr. credit supvlementaire.— ing. supplementary estimates).
Bütçede terti'»i mevcut olduğu halde yetişmemesinden dolayı ilâve olarak alınan tahsisata denilir ( Muhasebei Umumiye K. 36 ).
MURABAHA [aim. Zinswuchergeschaft. — fr. usure. — ing. usury. — lât, feneratio; fenus iniquumj.
Yüzde dokuzdan fazla faiz şartını ihtiva eden ödünç para verme mukavelesidir. 22 Mart 1303 tarihli Murabaha Nizamnamesi mucibince yüzde dokuzdan fazla faiz alınamaz. Ve aradan kaç sene geçerse geçsin resül-
mal miktarını aşan faizleri hüküm altına almaktan yargıçlar menedilmişlerdir. Bü nizamnamenin hükümleri âdi borçlar için sarahaten mahfuz tutulduğu halde ticari borçlar hakkında mülga sıyilmak lâzımdır (BK. 72; MK. 767; TK. 654; ödünç Para Verme İşleri K. ).
MURABAHA TARİKİYLE BEYİ (murabaha tarikiyle bay' ) (Es. H.) Bir şeyin kaça mal olduğunu söyliyerek ondan fazlaya satmaktır.
MURAHHAS [aim. Deleglerter. — fr. delegue, envoye. — ing. delegate, envoy).
Bir devleti, bir cemiyeti diğer bir devlet nezdinde, yahut milletlerarası bir toplantıda temsile memur şahıstır.
MURAHHAS ÂZA [aim. delegiertes Mitglied. — fr. administrateur delegue. — ing. managing director)'.
Anonim şirketlerde idare meclisinin haiz olduğu yetki ve iktidarın tamamını veya bir kısmını bu meclis karariyle üzerine alan bir veya birkaç âzadır (TK. 347).
MURAKABE (Deneıleme) [aim. Aufsicht, Kon-trolle, Übermachung. — fr. contrâle. — ing. control, Supervision].
1 — Geniş mânada murakabe, devletin âmme işleri üzerinde haiz olduğu nezaret hakkını kullanmasıdır. Bu, siyasi ve idari olur.
Büyük Millet Meclisinin icra kuvveti üzerindeki murakabesine «siyasi» , icra kuvvetlerinin yine icra müesseseleri üzerindeki murakabesine de «idari» denir. Bpzi memleketlerde, kanunların Anayasaya uygun olup olmadıklarını tetkik bakımınd n Amerika'da, Yunanistan'da, Romanya'da kazai murakabe usulü ihdas edilmiş ise de bizde bu usul kabul edilmemiştir.
2 — bk. Divanı Muhasabat; Teftiş ve murakabe MURAKIP ( Denetçi ) / aim. Aufsichtsbeamter,
Revisor, Prüfer, Kontrolleur, — fr. contrâleur. — ing. supervisor, auditor).
1 — (AH.) Bilhassa hesap işlerini murakabe etmek üzere tavzif edilmiş memurlardır.
2 — (HH.) Hususi hukuk hükümlerine göre kurulmuş müesseselerin defterlerini, hesaplarını ve bilançoları ile kâr ve zarar hesaplarını tetkik ve murakabe etmek üzere mezkûr müesseselerin umumi heyet veva diğer bir organı tarafından tâyin edilmiş kimselerdir (TK. 348 vd. ).
MURİS [aim. Erblasser.— fr. defunt; de cufus. — ing. testator; deceased. — lât. de cuius successione agitur; testator).
1 — ölümünden veya gaipliğine karar verilmiş olmasından dolayı mirası açılan kimseye denir (MK. 517, 526).
2 — (Mürlş) (Es. H.) bk. Tevris.
MURTABIT CEZA DÂVALARI ofc.Murtabıt suçlar.
MURTABIT İLLİYET ( mütelâhik illiyet ) bk. İlliyet.
MURTABIT SUÇLAR [aim. zusammenhângende Straftaten. — fr. delits conneres. — ing. connected offences].
248
MURTABIT SUÇLAR — MUTATABBİP
1 — Herbiri müstakil birer suç olmalarına rağmen aralarında mevcut olan rabıta dolayısiyle biribirine bağlanmış sayılan suçlardır. Hangi hallerde suçların murtabıt sayılacağı hususunda kesin kaideler konulamaz.
Bir kimsenin birkaç suçtan sanık olması (suçların içtimai ) hali ile mütaaddit kimseler tarafından ( suça iştirak şartları mevcut olmasa bile) bir suçun işlenmiş olması halinde, suçlar arasında irtibat mevcut sayılır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununca vaz'edilen bu kaide bu türlü suçların mutlaka murtabıt sayılacağını göstermekte ve fakat murtabıt suç halini tahdid etmemektedir.
2 — Herbiri muhtelif mertebeli mütaaddit mahkemelerin vazifesi dahilinde olan dâvalar arasında irtibat bulunduğu takdirde hepsi birleştirilerek yüksek vazifeli mahkemede görülebilir. Herbiri muhtelif mahkemelerin yetkileri dahilinde bulunan murtabıt dâvalarda bunlardan birine bakmağa yetkili mahkemelerden herhangi birinde birleştirilerek görülebilir (CMUK. 2, 3, 12)
MÜSÂ BİH (mü?â bib) (Es. H.) Vasiyet olunan mala veya menfaate denir.
MUSADEME-t BAHRİYE bk. Çatma.
MUSALÂHA (muşâlaha) (Es H) Müsalemet, ba-rışmak, iki tarafın harbe nihayet verip bir muahede vap-masıdır. Mukabili; muhasama. muharebe, mukateledir.
MÜSÂ LEH [aim. Bedachter, Vermöcktnisnekmer. — fr. legataire. — ing. legatee. — lât. legatarius].
1 — Vasiyetten istifade edendir. Bu bir şahıs olabileceği gibi şahsiyeti haiz olmıyan bir topluluk veya bir müessese de olabilir.
2 — (Müşâ lah) (Es. H.) Lehine vasiyet olunan kimsedir.
MUSALEH-ÜN ALEYH (muşâiahun 'ala- h) (Es. H.) Bedel-i sulh demektir.
MUSALEH ÜN ANH (muşâlnhun -anh) (Es. H ) Müddeabih olan şeydir. Meselâ, bin kuruş alacak dâvasında sekiz yüz kuruşı sulh olundukta müsaleh-ün anh müddeabih olan bin kuruştur.
MUSALİH (muşglih) (Es. H. ) Sulh akteden kimsedir.
MUSHAF (Mushaf) bk. Kuran.
MUSÎ (müşi) (Es. H.) Vasiyet eden kimse.
MUSLİHANE ABLUKA bk. Abluka.
MUTABAKAT BEYANNAMESİ [fr. declaration de conformitef.
Bütçe tatbikatının Büyük Millet Meclisi tarafından denetlenmesine esas olan ve Sayıştayca hazırlanan gerekçeli bir cetveldir.
Muhasip hesaplarından çıkarılan hazine hesab-ı umumisiyle bakanlıkların kesin hesaplarının mukayese edilerek mutabık olup olmadığını gösteren ve sarfiyat noktasından bakanların sorumluluğunu icabeden hususlar varsa teşriî heyete arzına hizmet eden bu cetvelin takdimi için kabul edilen müddet, kesin hesap kanunu tasarısının takdiminden itibaren, altı aydır (Anayasa 101).
MU'TAK (mu'lak) (Es. H.) Mevlâsı tarafından azadedilmiş köledir. Müennesi «mıı'taka» dır.
MUTALLÂKA (mutaHaka) (Es. H.) Boşanmış olan kadındır.
MUTALEBE (Mutalebe hnkk)) [aim. Anspruch, Forderungsrecht. — fr. droit d'exiger; pretention. — ing. claim, title, demand. — lât. actio/.
1 — Medeni hukukta mutalebe, bir hakkın, muhtevası itibariyle, sahibine verdiği muayyen bir talepte bulunmak hakkıdır. Bu talep hakkı, dâva ikame edilmeksizin (meselâ ihbarda bulunmak suretiyle) veya dâva ikame edilerek kullanılabilir. Roma hukukunun «actio» mefhumundan ilham alınarak vücuda getirilmiş olan mutalebe mefhumu dâva açılmaksızın da dermeyan edilebileceğine göre Roma hukukunun «actio» mefhumundan daha geniştir.
Usul hukukunda mutalebe, davacının mahkemeye karşı vâki olan taleplerini ifade eder. Bu talepler medeni hukukun mutalebelerine istinadedebileceği gibi usul hukukuna istinaden de dermeyan edilebilir.
Mutalebeler, istinadettiği haklara göre muhtelif mahiyettedir. İzafi bir hak olan alacak, «şahsi bir mu-talebe» doğurur ve fakat alacak ile mutalebe aynı ma-hivette değildir. Alacak muaccel olurca mutalebe husule gelir. Vutlak haklarda hakkın tecavüze mâruz kalması halinde « a' ni mutalebe» vücut bulur. Hak sahibinin hukuki vaziyetinde değişiklikler meydana getiren ve kullanılması hak sahibinin ihtivarına bırakılmış olan haklarda (ihdas hakları ) mutalebe yoktur. Zira bu haklarda başka bir veva mütaaddit şahısların muayyen bir fiili yapıp yapmamalarını istemek bahis mevzuu değildir, ihdas haklarının kullanılması neticesinde hukuki vazivt değişince bu yeni hukuki vazivete göre. mutalebe hakkı husule gelir. Mutalebe, taallûk ettiği haktan ayrı olarak tasarruf mevzuu olamaz. Mutâlebe müruru zamana tâbidir.
2— Alacaklının, borçlusundan edayı isteme hakkıdır. Bu hak borçlunun eda mükellefiyetine tekabül eder. Bu itibarla, ilmî içtihatlarda ve kanunda « mutalebe » ile «alacak» aynı manavı anlatan tâbirlerden sayılır (BK. 66, 126, 128, 131. 137, 363). Fakat, bu iki tâbir arasında iki esaslı fark bulunduğu da meydandadır :
a) Vecibenin doğumu ile beraber alacaklı lehine bir hak tahakkuk eder ki; buna «alacak.» denir. Fakat mutalebe hakkının doğumu için alacağın muacceliyet kesbetmesi lâzımdır.
b) Bir alacak hakkının alacaklıya verdiği salâhi. vetlerin en esaslısı hiç şüphesiz mutalebedir. Fakat alacaklının bundan baskı birtakım salâhiyetleri daha olabilir. Meselâ, tazminat istemek (BK. 96, 102), alacağa bağlı defi hakkını kullanmak (BK. 81) ?ibi. Demek ki mutalebe mefhumu şümul bakımından «alacak» mefhumundan daha geniştir.
MUTALLİK (mutallik (Es. H.) Karısını boşiyan kimsedir.
MUTASARRIF-l ARZ (mutaşarrif. i arz) (Es.H.) Arz-ı mirîyi teffiz veya ferağ akdiyle, yahut mevat-ı arzı ihya yoliyle menfaati mülkiyetini ihraz eyliyen kimsedir.
MUTATABBİP [aim. Kurpfuscher, Quacksalber. — fr. medicastre.— ing quackJ.
Hekimlik eMivet ve yetkisini iktisap için lâzım gelen tahsili yapmaksızın ve mezuniyeti haiz olmaksızın hasta tedavi edenlere verilen isimdir.
MUTATÂBBİP
MUVAZAA
249
Türkiye Cumhuriyeti dahilinde tababet icra ve herhangi suretle olursa olsun hasta veya diş tedavi edebilmek ve sünnetçilik yapmak için alâkalı fakülte veya mekteplerden diploma almak ve Türk olmak şarttır (Tababet ve Şuabatı Sanatlarının İcrasına Dair K. ).
MUTEDDE (mu'ladda) (Es. H.) İddet bekliyen kadındır.
MU'TEKAL ÜL LİSAN (mu'lakal ul lit ân) (Es.H.) Evvelce söyler olduğu halde sonradan bir marazdan dolayı söylemeye muktedir olmıyacak surette dili tutulan kimsedir.
MU'TİK (mıı'lik) (Es.H) Mülkünde bulunan köle veya cariyeyi azadetmiş olan kimsedir.
MUTLAK (mutlak) (Es.H) Mâna ve medlulü şa\ i olup hiçbir kayıtla şümulü tahdit ve ferdi tâşin edilmemiş lâfızdır. Meselâ at diyince bu mefhum kül halinde her at için vâritse de bütün atlara şümulü yoktur ve hepsini içine almaz. Şu halde mutlak olarak zikroluuan at kelimesi efradından herbirine isnadı muhtemel olduğuna göre muayyen olmiyan bir at murad-olunur.
«Mutlak ıtlakı üzerine caridir» denir. Yani «nassan veya delâleten takyit delili bulunmazsa ıtlakı üzerine hareket olunur» demektir. Meselâ: biri diğerine «bana bir at satın al» dese takyit delili bulunmadıkça vekil herhangi bir at alabilir. Fakat emir veren kimsenin nakli.eci olması gibi takyit delili bulunursa vekil kıymetli bir binek atı alamaz.
MUTLAK BUTLAN bk. Butlan.
MUTLAKIYYET bk. Monarşi.
MUTLAK HAKLAR falm. absolute Rechte. - fr. droits absolusj.
Herkese karşı müdafaa edilebilen hakhrdır: isim üzerindeki hak, mülkiyet hakkı, aile münasebetinden doğan (karılık, kocalık, babalık, evlâtlık) haklar, gibi.
Bunlara mutlak hak denilmesi sahiplerinden başka herkese menfi bir eda mükellefiyetini, yani o haklara tecavüz etmemek vazifesini tahmil etmesinden ilerigelir.
MUVACEHE (mu(âr»lıa) (Es H ) Vecih maddesinden yüzyüze gelmek manasınadır. «Şahitler muvacehe edildi» denir ki yüzyüze getirildi demektir, ilâmlarda, yani hükmü havi vesikalarda müddei ve müddeialeyhin mahkemede karşılaşmaları muvacehe tabiriyle ifade olunur.
ikrar ve tasdik gibi hususlara mütaallik olup hükmü havi olmiyan vesaikte tarafların mahkemede bulunmaları «mahzar» tabiriyle ifade olunur. Bugünkü usul hukukunda da bu tâbir kullanılmaktadır.
MUVAFAKAT bk. Rıza
MUVAKKAT BÜTÇE bk. Bütçe.
MUVAKKATEN İCRA falm.vorlaufige Vollstrek. kung.— fr. execution provisoire. — ing. provisional e -ecution].
Mülga Usul-ü Muhakematı Hukukiye kanununun madde 130 zeylinin A3 üncü maddesi mucibince muayyen sebeplere dayanarak bir ilâmın katiyet kesbetmezder. önce icrasına dair, ilâma dercolunan bir icra hükmüdür.
Mer'i Hukuk Muhakemleri Usulü Kanunu: gayrimen-kule ve buna ait ayni haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair ilâmlar müstesna olmak üzere, bir ilâmın icrasının tehirine dair Yargıtaydan karar çıkmadıkça icrasına cevaz verdiğinden bugün muvakkat icra usulü yoktur. Yalnız ilamsız takipte ödeme emrine karşı borçlu tarafın'lan vâki olan itirazın tetkik merciince muvakkaten refine karar verilmesi halinde ödeme emrindeki müddet geçince alacaklının talebi üzerine bo çlunun malları muvakkaten haczolunur. Görünüşe rağmen bu hal muvakkaten icra değildir (HMUK. 443; tc İf. K. 69, 108).
MUVAKKAT SİGORTA İLMÜHABERİ (»enedi) falm. vorlâufiger Versicherungsschein, Deckungszusage, vorlâufige Polize, Versicherungszertifikat. — fr. note de couverture, police provisoire. — ing. provisional policy}.
Sigorta mukavelenamesinden müstakbel sigortalıva verilen iğreti bir poliçe. Bu senet sayesinde henüz sigorta mukavelenamesi yapılmamış olmakla beraber ara yerde hasar vukua gelmişse, sigorta şirketi tazminat tediyesiyle mükellef olur (TK. 966).
MUVAKKAT TAZMİNAT bk. Mesken zammı.
MUVAKKAT TEMİNAT falm. vorlâufige Sicher-heit (Kaution). — fr. garantie provisoire. — '"g. pro. visional warrant],
Devlet daireleri tarafından açılan artırma ve eksiltmelerde taleplerdeki ciddiyeti temin ve taliplerin sermaye ve itibar vaziyetini murakabe ve ihaleye müncer olduğu takdirde, akdi yapmaya ve katî teminatı yatırmaya talibi mecbur etmek ve nihayet hadis olacak zararı karşılamak maksadiyle eksiltme ve artırmalara talibolanların iştirak edebilmeleri için muhammen bedelin kanunda yazılı nispetlerine göre bilhesap alınarak emaneten hazinede saklanan nevi ve evsafı özel kanunda yazılı kıymetlerin mecmuuna denir (2490 No. K. 16 vd). bk. Katî teminat.
MUVAKKAT TESCİL bk. Tescil
MUVAZAA falm. Scheingeschâft, Simulation. — fr. simulation. — ing. simulation; fictitious transaction. — lât. simulatio].
1 — Hukuki bir muamele zımnında birden ziyade kimselerin hakiki iradeye uymıyan bir beyanda bulunmayı kararlaştırmalarına denir. Burada, aşağıdaki ihtimaller hatıra gelebilir:
a) Hukuki muameleden istifade eden kimse yerine diğer bir şahıs ikame etmek. Meselâ: malı temellük etmiş bulunan A herhangi bir sebeple malik vaziyetinde görünmek istemez ve ortaya diğer bir şahıs çıkararak mal sahibi imiş gibi gösterir. Hukuki muamelenin aktif süicsini gizlemeye matuf bu harekete «nispî muvazaa» denir.
b) Hukuki muamelenin ivaza mütaallik şartını hakikate aykırı bir tarzda göstermek. Bu şuf'a hakkı sahibinin kanuni hakkını ihlâl etmek kasdiyle yapılır. Buna «ivazda muvazaa» denir.
c) Bir hukuki muameleyi başka bir hukuki muamele ile gizlemek: hibeyi, satış şeklinde göstermek gibi. Buna «akitte muvazaa» denir.
250
MUVAZAA - MÜCAZAT-I TEDİBİYE
ç) Taraflar hiçbir hukuki muamelede bulunmadıkları ve bu itibarla durumlarında veya taahhütlerinde bir değişiklik husule gelmediği halde bir akit yapmış gibi görünmek isterler. Buna «mutlak muvazaa» derler.
Borçlar Kanunu madde 18 de yalnız akitlerdeki muvazaaya temas eder. Filhakika bir aktin şekil ve şartlarını tâyinde iki tarafın hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tâbirlere ve isimlere bakılmıyarak onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lâzımdır. Şu halde, muvazaada kaideten, gizli tutmak istenilen irade, izhar olunan iradeye tercih olunur. Muamele tarafların hakiki iradelerine uygun olduğu nispette muteberdir.
2 — Zihnî takyit /aim. Mentalreservation: gehei-mer (stiller) Vorbeha.lt. — fr. reservation mentale. — ing. mental reservation. — lât. reservatio mentalis *): İrade beyanında bulunmak istiyen kimsenin, beyan ettiği şeyi arzu etmediği halde bunu karşı tarafa söylememesi ve sanki hakiki iradesini izhar ediyormuş gibi bir beyanda bulunması haline «zihnî takyit» derler ki bir taraflı olması itibariyle muvazaadan ayrılır.
3 — (Muvâza'a) (Es. H.) İki kimsenin aralarında olmıyan bir tasarrufu herhangi bir garaz ve maksatla olmuş gibi göstermeyi gizlice kararlaştırdıktan sonra bu tasarrufu yapmalarıdır.
MUVAZENE DEETERÎ bk. Ticari defterler.
MUVAZENE 1 UMUMİYE KANUNU bk. Bütçe.
MUVAZENE VERGİSİ (aim. Ausgleichsteııer. — fr, impât d'equilibre).
Fikrî ve bedenî bir hizmet mukabili ödenen ücret ve yevmiyeleri istihdaf eden vasıtasız ve muvakkat bir vergidir. Bidayette matrahın yüzde onu iken 1938 malî senesinden beri yüzde sekizi üzerinden alınmaktadır
(1980 No. K).
MUZIHA (mııiiha) (Es. H.) Bir yaradır ki, et ile baş kemiği arasındaki zar gibi olan deri yırtılıp kemik meydana çıkmış olur Hükmü, amden ise kısastır, hataen ise diyetin yirmide biridir.
MÜBADELE bk, Ahali mübadelesi.
MÜBADİL bk. Ahali mübadelesi; muhtelit mübadele komisyonu.
MUBAH (mubah) (Es. H.) İşlenip işlenmemesi müsavi olan şeydir.
MÜBÂNE (nıubâna) (Es. H.) Talâkı bâinle boşanmış olan kadındır.
MÜBAREZE (mııbSraza) (Es. H.) Biribirinin dengi sayılacak iki muharibin harb meydanına atılarak mukabele ve mukataleye ikdam etmeleridir.
MÜBAŞERETEN KATİL (mııbâşaratan kati) (Es. H.) Bir kimsenin bir şahsı amden veya hataen bizzat vu'Up öldürmesidirki bu hem sureten, hem de manen katildir.
İkrah tarikiyle olan katil dahi mükrih-i mülciye nazaran mübaşereten katilden sayılır. Çünki mükreh, ikrah edenin bir icra aleti mesabesindedir.
Mübaşereten katlin mukabili tesebbüben katildir ki manen katil jsede sureten katil değildir,
MÜBAŞERETEN SİRKAT (mubâşarataı. sirkai) (Es. H.) Bir şahsın mahal-li hırsa, yani mahfuz yere gizlice girerek çaldığı malı bizzat harice çıkarmasıdır.
MÜBAŞİR [aim. Gerichtsdiener, Weibel, Gerichts-weibel. — fr. haissier. — ing. usher].
1 — Adlî evrakı tebliğ, mahkemenin idare ve inzibatına ait yargıç tarafından veıilen emir ve tedbirleri tatbik ile vazifeli adliye memurudur. 3560 No. Kanunla adlî evrakın tebliği P. T. T. idaresine verilmiş, müstacel ve teehhüründe zarar umulan hallerde ve aynı yerde bulunan mahkemelerle adlî daire ve müesseseler arasında ve bu müesseselerde bulunan şahıslara yapılacak tebligatın mübaşirler vasıtasiyle yaptırılabileceği kabul edilmiştir.
2 — (Mübaşir) (Es. H.) Bir fiili bizzat işliyen kimsedir.
MÜBAYAAT KOMtSYONU [aim. Einkaufskom-mission (Ausschuss). — fr. commission d'achats.— ing. purchasing commission].
Devlet ve diğer âmme idareleriyle âmme müesseselerinin alım ve satım işlerini usulü dairesinde görmek ve bu alım ve satımlarda alıcı ve satıcılar tarafından dermeyan edilen teklif ve şartların resmî formüllere ve usule uygun olduğunu tesbit ederek ihaleye karar vermekle mükellef idari komisyondur. Bu komisyon her idarenin kendi teşkilât kanun, nizamname ve talimatnamelerine göre kurulur Bu komisyon bugün «artırma, eksiltme ve ihale komisyonu» adını almıştır, bk. İhale.
MÜBAYENET [aim. Widerspruch, Unvereinbar-keit. — fr. contrariete. — ing. divergence].
Birbirine zıt olan şeyler, kaideler, iddialar, hükümler arasındaki görünüştür. Mahkeme kararındaki mübayenet «hükümlerin tavzihi» voliyle, Yargıtay ilâmları arasındaki mübayenet «tevhidi içtihat» karariyle, şahitlerle suçluların ifadeleri arasındaki mübayenet «muvacehe» suretiyle halledilir (HMUK. 265, 428, 455 ; CMU K. 54).
MÜBDİ ( mubzi' ) (Es. H.) İbda akdinde sermaye veren kimsedir.
MÜCADELE-Î MİLLİYE bk. İstiklâl Harbi.
MÜCAMELE [aim. internationale Höflichkeit, Courtoisie. — fr. courtoisie.— ing Comity of Nations. — lât. comitas gentium].
Milletlerarası mücamele, riayeti hukukan mecburi olmadığı halle devletlerin biribirleriyle, yalnız bir nezaket, bir cemilekârlık, bir dostluk, bir karşılık eseri olarak idame ettikleri münasebetlerdir. Bidayette, cemilekârlık ve nezaket icabı olarak riayet edilen kaidelerin zamanla hukuk kaidesi haline inkılâbettiği düşünülürse, milletlerarası mücamelenin milletlerarası hukukun ilerlemesine ne derecede yardım ettiği kolayca anlaşılır.
MÜCAZAT-I TEDİBİYE Eski ceza kanununda cünha cezası idi. Bir haftadan fazla hapis, muvakkaten nefiy, memuriyetten tard, cezayı nakdi mücazat-ı tedibi-yeyi teşkil ederdi (Eski Ceza Kanunu 4).
MÜCAZAT-I TEKDİRİYE - MÜDAFİ
251
MÜCAZAT I TEKDİRİYE Eski ceza kanununda kabahat cezası idi. Yirmi dört saatten bir haftaya kadar hapis ve yüz kuruşa kadar cezayı nakdi mücazat-ı tekdiriyeyi teşkil ederdi (Eski Ceza kanunu 5 ).
MÜCAZAT-I TERHİBİYE Eski ceza kanununda cinayet cezası idi. ölüm, müebbet veya muvakkat kürek, kalebentlik, nefyi ebet, müebbeden rütbe ve memuriyet-t en mahrumiyet, hukuku medeniyeden iskat cezaları mücazat-ı terhibiyeyi teşkil ederdi (EskiCeza Kanunu 3).
MÜCAZEFE (mucâzafs) (Es.H.) bk. Cüzâf.
MÜCBİR (mücbir) (Es. H.) İkrah ve icbar eden kimsedir.
MÜCBİR SEBEPLER [aim. habere Gewalt. — fr. force majeure. — ing. vis major, force-majeur, superior power. — lât. vis maior].
önceden nazara alınmasına ve bunun neticesi olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmıyan ve haricf bir tesirden ilerigelen hâdisedir. Bu hâdise tabiî bir kuvvetten (fırtına, zelzele, su basması gibi), veya üçüncü bir şahsın fiilinden (haksız fiillerde olduğu gibi), yahut resmî bir memnuiyetten ilerigelebilir. Böyle hallerde borçlu borcundan kurtulur ( BK. 117 f. 1 ). Bu mefhum, Borçlar Kanununda bazan »mücbir kuvvet» (293), bazan «esbab-ı mücbire» (478, 481) tabirleriyle ifade edilmiştir.
FrBnsız hukukçularının çoğu « mücbir sebep » ile « umulmıyan hal » arasında bir fark görmezler. Fakat İsviçre ve Alman hukukçuları arada bir fark bulmaktadırlar, bk. Umulmıyan hal ; beklenilmiyen vaziyet.
MÜCEHHİZ bk. Donatan.
MÜCERRET ALACAK [aim. abstrakte Forderung. — fr. creance abstraite. — ing. abstract claim, — lât. cautio iadiscretaj.
illeti (hukuki sebebi) mukavelede gösterilmiyen alacaktır. Meselâ « A ya şu tarihte şu krdar lira vermeyi taahhüdediyorum » yolundaki bir smedin sahibi olan A mücerret alacaklıdır (tahrirî borç ikrarı).
Borçlar Kanununa göre «borcun sebebi bildirilmemiş olsa bile bir borcun tanınması muteberdir» (BK. 17, 66; f. 2 ).
MÜCMEL (mucmal) (Es. H.) İcmal maddesinden-dir. Müphem manasınadır.
Usul ıstılahında, mütekellim tarafından bir beyan olmadıkça ne kastedildiği anlaşılmıyacak derecede kendisinde hafa, yani kapalılık olan lâfızdır.
Bu hafa, ya lâfızdaki garabetten, veya lâfızdan başka mâna kastolunup mâna-yı maksut tâyin olunamamasından, veya lâfız mütaaddit mânalar beyninde müşterek olup hangisinin kastedildiği anlaşılmamasından neşet eder.
MÜCRİMtYET KARARI Eski ceza usulünde « cinayet mahkemesi » nce muhakemesi bitirilen şahsın cürmü sabit görülürse cezasını tâyinden evvel ittihaz ve tefhim olunması mecburi olan esbab-ı mucibeli karardır.
MÜCTEHED-ÜN-FİH (muctahadıın fîh) (Es. H.) Hakkında katî delil bulunmıyan meseledir. Buna « me-sele-î içtihadiye» de denir.
MÜÇTEHİT (muctahid) (Es. H.) İçtihadeden demektir.
MÜÇTEHİT FİL-MESELE (muctahid f i-'l-mas ala) (Es. H.) Mezhepte ahkâmı mevcut olmıyan mesailde içtihada muktedir olan fukahadır ki, meşayih-i hanefi-yeden Tahavî-Ebu-Hasan-Il-Kerhî, Şems-ül - eimmet - il-Hulvânî, Şems - ül - eimme - tis - Serahsî, Fahr . ül - İslâm Pezlevî ve emsali gibi.
MÜÇTEHİT FlL-MEZHEP (muctahiJ fi-'l-maz-hab) (Es. H.) Doğrudan doğruya edille-i şer'iyeye müracaatla ahkâm istinbatı iktidar ve ehliyetini haiz olmakla beraber sahib-i mezhebin tesis eylediği usul ve kavait üzerine hareket eden müctehittir:
İmam-ı Azam'ın tilmizlerinden tmam-ı Ebu-Yusuf, İmam-ı Muhammet, İmam-ı Züfer ve emsali gibi.
MÜÇTEHİT FİŞ-ŞERt (mu.tuhid fi-'s-sar.') (Es. H.) Ne füruda ne de usulde b şka bir müctehidi takli-detmeyip usul kaideleri tesis ve füruun hükümlerini şer'î delillerden istinbat eden zevattır:
İmam-ı Âzam Ebu.Hanife, İmam-ı Mâlik, İmam ı Şafiî, 1 mam-ı Ahmet ve bunların emsali gibi. Bunlara «Sahib-i mezhep» denir.
MÜÇTEMt SUÇLAR bk. İçtima.
MÜD (mııdd) (Es. H.) Mekûlâta mahsus bir mikyastır. Hicazilere göre bir «rıtl » ile rıtlın üçte birine müsavidir. Irakilere nazaran iki rıtl miktarıdır.
Cem'i «emdad, midad » dır.
MÜDAFAA HAKKI [aim. Recht zur Verteidi-gung; das heilige Recht des Angeklagten. — fr. droits sacres de la defense. — ing. right of defence/.
İnsanın en kutsi hakkı olup ferdin mahkeme huzurunda hak ve menfaatini muhafaza için lüzum gördüğü meşru vasıtaları kullanmakta serbest olmasıdır (Anayasa, 59; HMUK. 59 vd.; CMUK. 136 vd.).
MÜDAFAA MASUNİYETİ Dâvada tarafların yazılarında veya sözlerinde kullandıkları «elfazı tahkiriye» den dolayı haklarında takibat yapılamamasıdır. Bu suretle müdafaa hakkı kuvvetlendirilmiş ve taraflara serbestçe müdafaada bulunmak imkânı verilmiştir. Bu masuniyetten müdafiler de istifade eder.
Bu masuniyet müdafaa hakkının suistimalini himaye etmez (CK. 486).
MÜDAFAA VERGİSİ [aim. Wehrsteuer. — fr. taxe de la defense nationale. — ing. tax for the benefit of national defence],
2460 Numaralı Kanunla tütün, enfiye ve tömbeki ve ispirtolu içkiler satışlarına ve 3828 Nnmaralı Kanunla da kibrit ve çakmaklara ve 4040 Numaralı Kanunla da bina vergilerine ve posta ve telgraf ve telefon muame-lerine zam vapılmak suretiyle ihdas ve tatbik edilmekte olan vergidir.
MÜDAFt [aim. Verteidiger. — fr. defendeur. — ing. counsel (for the defendant). — lât. patronua, defensor].
Ceza usulü hukukunda, maznunun beraatı veya hafif bir ceza ile cezalandırılması mevzuları üzerinde kanun namına faaliyette bulunmak vazifesiyle mükellef âmme hizmeti gören bir uzuvdur (CMUK. 136 vd. ; HMUK. 204 vd.).
252
MÜDAHALE - MÜECCELİYET
MÜDAHALE [aim. Intervention, Einmischung. — fr. intervention. — ing. intervention].
1 — (DUH) Müdahale, bir devletin müstakil bir devlete karşı onu muayyen bir hareket hattı kabul etmeye, yahut muayyen bir işi yapmaya, veya yapmamaya icbar için nüfuzunu kullanmasıdır. İstiklâl bir devletin en esaslı hakkı olduğundan müdahale meşru bir vasıta olamaz. Bilâkis adem-i müdahale, yani müstakil bir devletin işlerine karışmamak her devlet için bir vazifedir. Monroe, Drsgo kaideleri adem i rrüdi-hale prensi, pinden doğmuş, Milletler Cemiyetinin müdthale edebileceği haller de bu Cemiyet misakiyle tahdidedilmiştir. Muhtelif müdahale nevileri vardır: diplomatik veya silâhlı, doğrudan doğruya veya dolayısiyle, müspet veya menfi, tek veya toplu, açık veya gizli, tahrirî veya şifahi müdahale gibi.
XIX uncu asır imtidadınca, Avrupa devletleri muhtelif vesilelerle Osmanlı Devletinin işlerine müdahalede bulunmuşlardır: Mısır meselesinde, 1854, 1860, 1875, 1878; 1895, 1896, 1902, 1903, 1909, 1912, 1913 yıllarında vâki müdahaleler gibi.
2 — (Mııdâhala) (Es. H.) Duhul, yani girmek manasınadır.
Hukuk edebiyatında bir mal üzerinde mülkiyet veja başka bir hak iddiasında bulunmak mânasına da olup daha ziyade gayrimenkulde müs'ameldir.
Meselâ : bir kimse « malik olduğum tarlama filân müdahale ediyor, men'ini isterim » diye dâva eder ve müdahalenin haksız olduğu sabit olursa müddeabih mahalle müddeaaleyhin müdahale etmemesi kendisine tembih olunmasına hüküm ve ilâmı da bu veçhile tahrir olunur.
3 — Âmme dâvasına müdahale bk. Müdahale yo-liyle dâva No. 3.
MÜDAHALENİN MEN'İ DÂVASI /aim. Besitz-störungsklage, Abwehrklage, Unterlassungsklage. — fr. action negatoire (Fr.) ; action en raison du trouble de la possession (İs). — ing action of (claim for) trespass (action to legal protection of redress on the occasion of disturbed possession). — lot. actio negatoria].
Menkul veya gayrimenkul mala karşı yapılan maddi müdahale ve taarruzun kaldırılmasını veya önüne geçilmesini tazammun eden ve ayni hakka istinadeden dâvadır (MK. 896, 897).
MÜDAHALE YOI.ÎYLE DÂVA /aim. Drittinter-vention, Nebenklage. — fr. action par voi d'intervention. — ing. law - suit by intervention).
1 — İki taraf arasındaki dâvada ihtilâf konusu olan hakkın kendisine ait olduğundan bahisle bu hakkı korumak, zıyaına meydan vermemek için üçüncü bir şahsın, dileği üzerine, dâvaya kabulü ile iddiasının tet. kik edilmesidir. Buna « asli müdahale » /aim Hauptin-tervention. — fr. intervention principale] denir.
2 — Hakkı veya borcu bir dâvanın neticesine bağlı olan üçüncü şahsın, dâvayı kazanmasını temin ve ona yardım maksadiyle, iki taraftan birine iltihak et mesidir. Buna « fer'î müdahale » [aim. Neheninterven-tion, Beitritt, Beteiligung eines Dritten (am Prozesse) . — fr. intervention accessoire, intervention d'un tiers (tierce) ] denir.
3 — Ceza muhakemeleri usulünde suçtan zarar gören şahsın şahsi hak talebiyle âmme dâvasına iltihak etmesidir [aim. Nebenklage, — fr. action civile). Müdahale devlet namına açılan dâvayı takviye eden yardımcı bir dâvad.r (CMUK. 365-372).
MÜDAYENE Para borçlanmaktır. Eski hukukumuzda kullanılan «müdayene senedi» tâbiri «borç senedi» mânasına gelir.
MÜDDEA (nıııdda'a) (Es. H.) Müddeinin dâva eylediği şeydir.
MÜDDEA ALEYH Dâva edilen kimsedir, bk. Dâva edilen.
MÜDDEA BİH Dâva olunan şeydir.
MÜDEBBER (mudabbar) (Es. H.) itki mevlâsının ölümüne muallâk bulunan köledir. Müennesi; « müdeb-bere » dir.
MÜDEBBİR ( mudabbir ) (Es. H.) Menkulünün itkini kendisinin ölümüne talik etmiş olan mevlâdır.
MÜDDEİ Dâva eden kimsedir ; bk. Dâva eden.
MÜDDE İ ŞAHSİ bk Şahsi dâva.
MÜDDEİUMUMİLİK (Savdık) [aim. Staatsan-ııaltschaft, — fr. ministere public, parquet. — ing. attorney-generalship, public prosecutor's office, Director of Public Prosecutions /.
Adalet Bakanının emri ve murakabesi altında olmak üzere ve mafevklerinin talimatiyle bağlı olarak, kaza kuvveti nezdinde, icra kuvvetini bir birlik halinde temsil eylemek üzere teşekkül eden adlî idare makamlarıdır.
Müddeiumumilik esas itibariyle : 1 — ceza mahkemelerinde âmme dâvasını, 2 — hukuk ve idare mahkemelerinde devletin menfaatlerini temsil, 3 — hükümlerin icrasını takip ve temin etmek vazifeleriyle mükelleftir. Müddeiumumilik makamları kaza kuvveti nezdinde müstakil bir birlik halinde daima bir ve aynı şahsiyeti, yani devleti temsil ettiğinden dolayıdır ki müddeiumumilik memurları bitaraf ve müstakil olan yargıçlardan ayrı bir mahiyeti haizdirler. Bunlar Adalet Bakanının emri altında bulunur, tâyin, tahvil ve azilleri Adalet Bakanının takdirine bağlıdır, mahkemelerde taraf teşkil ettiklerinden yargıçlar gibi reddolunamazlar.
Bizde adlî mahkemelerde müddeiumumilik teşkilâtı 5 Haziran 1295 Tarihli Mahakim-i Nizamiye Teşkilatı Kanunu ( 56, 57 ) , ile ihdas Hâkimler Kanununun 18 inci maddesiyle de yargıçlıktan ayrı bir meslek olduğu tasrih edilmiştir.
Danıştay, Askerî Yargıtay, Sayıştay gibi hususi mahkemeler nezdinde dahi hususi surette müddeiumumilikler ihdas edilmiştir.
MÜDDET-İ SEFER (mııddat i safar) (Es. H.) Seyr i mutedil ile üç günlük, yani on sekiz saatlik me-safed ir.
MÜDDETLER VE MEHİLLER bk. Mehil. MÜDLÂ (mııdlâ) (Es. H.) bk. İdlâ.
MÜECCELİYET Borcun muayyen bir ecele bağlanmış olması halidir ki bunun zıddı «muacceliyet» tir.
MÜESSESAT-I HAYRİYE - MÜHDİ
253
MÜESSESAT-I HAYRİYE 1 — (mu'assasât-i lıayriyya) (Es. H ) Varidatiyle değil aynı ile intifa olunan vakıflardır. Mabetler, mektepler, imaretler, hastaneler gibi.
2 — bk. Hayır müesseseleri.
MÜESSESE [aim. tnstitut. Institution, Anstalt. — fr, institution, institut, etablissement. — ing. institution] •
1 — Hukuk ilminde muayyen hukuki münasebetlere taallûk eden hüküm ve kaidelerin mecmuuna «hukuki müessese» [aim. Rechtsinstitut. — fr. institution juridique. — ing. juridical institution] denir.
Mülkiyet, evlenme, beyi ve karz birer hukuk müessesesidir. Hukuk müesseseleri de daha umumi mahiyette müesseseler halinde toplanır ve bu suretle hukuk müesseselerinin mecmuu olan «hukuk sistemi» [aim. Rechtssystem. — fr. systeme juridique. — ing. judicial system] vücuda gelir.
Nişanlanma, evlenme, boşanma, vesayet ilh. müesseselerinin bir araya gelmesiyle «aile hukuku»; şahsiyet hukuku, aile hukuku, miras hukuku, ayni haklar ve borçlar hukukunun bir araya gelmesiyle de «medeni hukuk» sisteminin meydana gelmesi gibi.
Hukuk ilminin vazifesi hukuk sistemini bulup göstermek ve hukuk hüküm ve kaidelerini bu sistem çerçevesinde bir bütünlük olarak ihata ve ifade eylemektir.
2 — İktisadi devlet teşekküllerine ait kanuna göre ticari mahiyeti haiz ve bir hükmi şahıs olan «teşekkül» ler tarafından, hususi hukuk hükümlerine tâbi olarak idare edilmek, kendilerine bağlı olmak ve hükmi şahsiyeti haiz bulunmak üzere kurulacak mahdut mesuliyetli «teşebbüs» lere de « müessese » denir (3460 N. K. ).
3 — İçtimai veya idari bütünlüklere ve onların maddi varlıklarına da umumi mânada «müessese» denir [aim. Anstalt, Unternehmen. — fr. etablissement, ins-titut. — ing. establishment, enterprise].
MÜESSİR FİİL [aim. Körperverletzung, Miss-handlung, tatlicher Angriff. — fr, violence et voies de fait. — ing. assault and battery].
Bir kimseye cismen zarar veren, bedenî selâmet ve sıhhatini ihlâl eden, akli melekelerinde teşevvüş husulüne sebebolan ve cezayı icabettiren fiildir : dövmek, yaralamak, beden uzuvlarını tahribetmek gibi (CK. 456 - 460).
MÜESSİS [aim. Cründer. — fr. fondateur. — ing. founder].
Geniş mânada: bir müesseseyi, bir teşekkülü, bir teşebbüsü, veya hükmi şahsiyeti haiz herhangi bir topluluğu meydana getiren veya getirenlere denir.
Dar mânada: hükmi şahısları kuranlara denir (MK. 54; TK. 276 vd.; Cemiyetler K.).
MÜEVVEL İKRAR bk. İkrar.
MÜEYYİDE [aim. Sanktion, Sanktionitrung. — fr. sanction. — ing. sanction. — lât. sanctio].
1 — Hukuk kaide ve esaslarının kabul ve tatbik edilmesini zorlamak için kanunlara konulan hükümlerdir. Bu hükümler zarar veya ceza görülmesi tehdidini ihtiva eder. Tazminat, müsadere ve her türlü cezalar birer müeyyidedir.
2 — İrade ve mukavele serbestisine istinaden yapılan hukuki muamelelerin hukukan bir kıymet ifade ttmesi için bu hukuki muamelelerin yapılmasına müsait kanun hükümletinin mevcut olması veya onların kanuni memnuij etlere muhalif olmaması lâzımdır. Aksi takdirde mezkûr hukuki muameleler hükümsüz kalır.
MÜFÂDÂT-I ÜSERA (muiâdat-i usarâ) (Es. H.) İki muharip kavmin esirlerini mütekabilen mübadele etmesidir.
MÜFARAKAT (mufar-aknl) (Es. H.) Kari kocanın talâk veya fesih ile yekdiğerinden ayrılmasıdır.
MÜFEVVAZA (mufavvaza) (Es. H.) Velisi tarafından mehir tesmiye edilmeksizin tezvicedilen kadındır.
MÜFEVV1ZA (mufavviza) (Es. H) Nikâhını velisine teftiz edip de mehir tesmiye olunmaksızın tezvic-olunan kadındır.
MÜFLİS [aim. Gemeinschuldner, Kridar, Kon-kursit. — fr. failli. — ing. insolvent, bankrupt].
İflâsına hükmolunan şahıstır.
MÜFREDAT CETVELİ bk. Mevcudat ve muvazene defteri.
MÜFTEKIR (Vakıfta) (muftakir) (Es. H.) Fakir manasınadır.
MÜFTİ (mufj) (Es. H.) Fıkıh meseleleri hakkında sorulan suallere cevap veren zattır.
MÜHÂYEE (muhâya'a) (Es. H.) Münavebe ile tasarruf usulüdür, Menafiin taksiminden ibarettir.
Meselâ : bir hanede müşterek olan iki kimsenin bir sene biri ve diğer sene öbürü intifa etmek üzere münavebe yapmaları gibi.
Mühâyee iki nevidir:
a) Mekânen Mühâyee ( makânan muhâya'a ) Menafii mekân itibariyle taksim etmektir : iki kişi beyninde müşterek olan arazinin yarısını biri ve yarısını diğeri ziraat etmek ve müşterek konağın bir tarafında biri ve diğer tarafında diğeri, yahut üst katında biri ve alt katında diğeri ve müşterek iki hanenin birisinde biri ve diğerinde diğeri oturmak üzere mübâyeeleri gibi.
b) Zarıııen Mühâyee ( zıımâııan muhâya'a ) Menafii zaman itibariyle taksim etmektir: iki kişi beyninde müşterek araziyi bir sene biri ve diğer sene diğeri ziraat etmek ve bir müşterek konak sahiplerinden herbiri münavebe ile o konakta birer sene oturmak üzere mühâyeeleri gibi.
MÜHDA İLEYH (muhdâ ilaylı) (Es. H.) Kendine hediye verilen kimse demektir.
MÜHDERrÜD-DEM (muhdar ud-dam) (Es. H.) Kanı heder olup kısası, diyeti müstelzim bulunmıyan şahıstır: dâr-ı harbde gayrimüslimler arasında bulunan ve onlara atılan kurşunla tele! edilen bir müslim gibi
Ehl-i harbden oldukları halde katilleri şer'an helâl olmıyan kadınlardan, çocuklardan biri mücahitler tarafından katledilmiş bulunsa bunlarda mühder-üd-dem olmuş olur.
MÜHDİ (ınulıdi) (Es. H.) Hediye eden kimsedir .
254
MÜHLET — MÜKERRER İSKONTO
MÜHLET bk. Mehil.
MÜHÜR 1 — [aim,' Siegel, Amtssiegel. — fr. sceau, scelle. — ing. seal. — lât. sigillum[: Resmî makamların yaptıkları muameleyi, muhafaza ettikleri -eşyayı tevsik için kullandıkları kazılı damgadır (resmî mühür).
2 — [aim. Stempel, Siegel, Petschaft. — fr. cachet. — ing. seal. — lât. signum, sigillumj: Bir yazıyı tevsik için imza yerine kullanılan kazılı damga ve alettir ki kanunca muayyen ve mahdut hallerde muteberdir (BK. 14, 15; HMUK. 297).
3 — [aim. gestempelter (gedruckter) Namenszug, mechanisch hergestellte Unterschrift, f aksimilierte Unterschrift. — fr. griffe. — ing. mechanically pro-ducet facsimiles of an autografic signature ] : Kazılı damga ve alet vasıtasiyle eşya üzerine veya yazı altına konulan imza, yani kazılı damga ve aletin eşya veya kâğıda çıkartılan şeklidir.
MÜHÜRLEMEK [aim., siegeln, versiegeln, unter Siegel nehmen — fr. sceller, cacheter, apposer son cachet. — ing. to seal, to stamp with a seal].
1 — Bir makam tarafından kanunun müsaadesi veya emriyle bir yerin, veya şeyin muhafazasını, yahut aynen mevcudiyetini temin için mühür altına alınmasıdır. Aynı anlamda «temhir, mühür vaz'ı, tahtim» terimleri de kullanılmaktadır :
ihtiyati tedbir olarak terekenin mühürlenmesi gibi (MK. 531, 532).
Yargıç tarafından yapılan mühürlemede takibedi-lecek usul hakkında bk. Hukuk Muhakeme Usulü K. 546, 552.
Mühürlemeyi icabettiren sebebin ortadan kalkması halinde mühür aynı makam tarafından kaldırılır ki buna «mührün fekki» denir. (bk. Fek No. 2).
2 — Bir vesikayı imza yerine mühür ile tasdik etmektir.
MÜKÂLEME MEMURU [aim. Parlamentar. — fr. parlementaire. — ing. officer with the flag ot truce].
Muhariplerden biri tarafından diğer muharip tarafla konuşmaya memur edilen ve beyaz bir bayrağı yanında bulundurarak gelen şahıstır. Gerek mükâleme memurları ve gerek bunların yanındaki borazan veya trampetci ve sancaktar ve tercümanlar şahsi masuniyeti haizdirler.
(Kara harbleri kanun ve teamülüne dair olan 20 Haziran 1920 tarihli Lâhey mukavelenamesi 32, 34. )
MÜKÂRİ (mukâri) (Es. H.) Kiraya veren kimsedir. Buna «mükri» de denilir.
MÜKÂRM MÜFLİS (mukârî-i müflis) (Es. H.) Parası ve hayvan tedarikine kudreti olmadığı halde kiralık binek veya yük hayvanım, vardır diye yolcuları aldatarak paralarını alan kimsedir.
MÜKÂTEB (mukâtab) (Es. H.) Mevlâsiyle kitabet akdinde bulunmuş olan köledir. Mü d ne si «mükâtebe» dir.
MÜKÂTEBE (mukâtaba) (Es. H.) Bir muamele hakkında tarafeynin mektuplaşmağıdır: muanven ve mersun olarak iki kimsenin biribirine bir şey yazması gibi.
MÜKÂTEB-1 MEZUN (mukât»b-i ma'zün) (Es. H.) Ticarete mezun olan memlûkü kitabete kesmektir. Bu caizdir. Şu kadar var ki memlûk borçlu bulunduğu takdirde gurema kitabeti reddedebilirler.
MÜKÂTEBE TÜL-MÜKÂTEB (mukâtaba-i mukâtab) (Es. H.) Mükâtebin kendi kölesini kitabete kes-mesidir ki - bu muvazaa kabilinden olduğundan - caizdir.
MÜKÂTEBE - TÜL-VAıl (mukâtabal ul-vaşTyy) (Es. H.) Vasinin tahtı vesayetindeki yetime ait memlûkü kitabete kesmesidir.
MÜKÂTEBE - TÜS - SAĞİR (mukâtabal uş-şagir) (Es. H.) Henüz baliğ olmıyan rakikın kitabete kesilmesi demektir.
Eğer âkil - yani kitabetin ne olduğunu müdrik, alışverişe müstait • ise kitabet sahih olur, değilse sahih olmaz.
MÜKÂTİP ( mukâtib) (Es. H ) Memlûkünü kitabete kesmiş olan mevlâdır.
MÜKELLEF (mukalla'f) (Es. H.) Âkil ve baliğ olan kimsedir.
MÜKELLEFİYET (ödev) [aim. Last, Belastung, Auflage, Beschwerung, Verpflichtung. — fr. charge, charges, service. — ing. charge; imposition of duties; obligatory service. — lât. onus].
Umumi olarak bir şahsa veya bir şeye yükletilen bir külfet, bir eda, bir vazife, bir şart veya içtinap.
1 — (HH): hukuki muameleler ve münasebetlerde tarafların birbirine, yahut taraflardan yalnız birinin diğerine karşı yüklettikleri vazife, eda, külfet veya şartlar.
Bu mükellefiyetlere medeni hukuk alanında, bilhassa ölüıne bağlı tasarruflarda (MK. 462), tesiste \MK. 79), hibede (BK. 240 - 242), gayrimenkul mükellefiyetinde (MK. 754 vd.) raslanır.
2 — (AH): bir şahsa bir kanunla yükletilen bir hizmet, bir eda, bir iş, bir mükellefiyet veya medeni veya siyasi hakları tahdideyliyen kayıtlar.
Askerlik, yol, millî müdafaa, çalışma ve iş mükellefiyetleri veya akit ve ticaret serbestliklerine konulan takyitler gibi.
(Askerlik Kanunu, Mükellefiyet-i Ziraiye Kanunu, Şoseler ve Köprüleı Kanunu, Millî Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu, Millî Korunma Kanunu.)
MÜKERRER ISKONTO [aim. Rediskontierung.— fr. reescompte. — ing. re-discountingj.
Bir banka muamelesi olup bununla bir banker veya banka iskonto etmiş, yani bedelini ödemiş olduğu ticari bir senedi diğer bir bankere veya bankaya iskonto ettirerek bedelini istifa eyler.
Türkiye Cumhuriyeti" Merkez Bankası ticari ve zirai senetlerle hazine bonolarını bazı kayıt ve şartlar altında tekrar iskonto etmek salâhiyetine maliktir . (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası K. 34, 38, 39; bu kanunu tadil eden 3492 No. K ; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Esas Nz, si 20 eylül 1931).
MÜKERRER POLİÇE - MÜLKİYETİN GAYRI AYNİ HAKLAR 255
MÜKERRER POLİÇE bk. Retret.
MÜKERRER SİGORTA [aim. Rückversicherung. — fr. reassurance. — ing. re-insurancej.
Sigortacının diğer bir sigortacı ile yaptığı bir mukaveledir ki onunla ilk sigortacı üzerine aldığı rizikoların tamamını veya bir kısmını diğer bir sigortacı nezdinde sigorta ettirir ve bu suretle rizikoların tamamından veya bir kısmından kurtulmuş olur. Memleketimizde şirketler Millî Reasüransta kendilerini sigorta ettirmekle mükelleftirler. Mükerrer sigorta yapan müessese sigorta ettiği miktarı olduğu gibi kendi üzerinde bırakamıyarak kendisini başka müesseseler nez. dinde sigorta ettirirse «mükerıer sigoı tanın sigortası» bahismevzuu olur. (1160 ve 1173 No. Kanunlar; TK. 968: «tekrar sigorta»).
MÜKERRlR bk. Tekerrür.
MÜKRÂ (mukrâ) bk. Müstekrâ.
MÜKREH (mukralı) (Es. H.) İkrah ve icbar olunan kimsedir.
MÜKREH-ÜN-ALE YH (ınukruhun 'alayh) (Es. H.) Bir kimsenin işlemek üzere icbar edildiği işıir.
MÜKREH-ÜN-BlH (mukrahun bih) (Es. H.) İkrahta havfı, yani korkuyu mucip olan şeydir.
MÜKRÎ (mukrî) bk. Mükârî.
MÜKRİH (mukrih) (Es. H.) Cebreden kimsedir.
MÜKTERÎ (muktarî) bk. Müstekrî.
MÜKTESEP HAK (aim. wohlerworbenes Recht.— fr. droit acquis. — ing. vested interest. — lât. ius quaesitum *].
1 — (MH) Evvelce yürürlükte olan hükümlere göre bir şahıs lehine sabit olan hak demektir. Yargıç bu hakkı yeni bir kanun hükmünü tatbik ile ihlâl edemez (MK. Tatbikatı K. 2, 3, 4 vd.; HMUK. 578).
2 — (DHH) Salâhiyettar memleketin kanunu ile katî bir hak olarak kurulan ve âmme nizamına aykırı olmamak üzere her yerde tesirini gösterebilen haktır.
Meselâ: Belçikalıların Belçikada karşılıklı rızalariyle istihsal eyledikleri boşanmanın Türkiyede tanınması, Umumi Harbde Fransaya katılan topraklarda daha evvel kurulmuş olan papaz cemiyetlerine - Fransız huku. kuna rağmen - hükmi şahsiyet tanınması, islâm hukukunun hâkim olduğu Mısır, Cezair gibi memleketlerde yapılan boşanmaların Türkiyede tanınması gibi.
MÜKTESEP MALLARA ORTAKLIK bk. Mal ortaklığı.
MÜLHAK BÜTÇE bk. Bütçe.
MÜLK EDİNME bk. Temellük.
MÜLKİ TEŞKİLÂT bk. İdare teşkilâtı.
MÜLKİYET DÂVASI bk. Ayni dâva.
MÜLKİYET HAKKI [aim. Eigentum, Eigentums. recht,— fr. droit de propriite.— ing. property right. — lât. proprietas, dominium].
Ferdin bir şey üzerindeki hâkimiyeti demektir.
Bir şeye malik olan kimse o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf edebilir (MK. 618). Bu suretle tasarruf malike münhasır bir hak olduğundan- mülkiyet mutlak haklardan sayılır, bk. Mutlak haklar.
Anayasa (76) da müeyyidesini bulan bu hak Medeni Kanunun ayni haklara mütaallik dördüncü kitabında tanzim edilmiştir.
Mülkiyet hakkı mülkiyetin taallûk ettiği şeyin mütemmim cüzülerini, tabiî veya medeni semerelerini ve teferruatını ihtiva eder ( MK. 619-621). Yukarda yazılı esaslar mülkiyet mevzuunu teşkil eden malın menkul veya gayrimenkul olması halinde değişmez. Fakat mülkiyet hakkının iktisabı, zıyaı ve bilhassa hudutları bakımından menkullerle gayrımenkuller arasında pek çok farklar vardır:
1) Mülkiyet hakkının iktisabı: bk. İktisap ve yolları.
2) Mülkiyet hakkının zıyaı : a) Menkul mallarda mülkiyet hakkı ya sahibi tarafından terk edilmek (MK. 702) veya bir başkası tarafından hüsnüniyetle iktisap olunmakla (MK. 901) zayi olur.
b) Gayrimenkullerde gayrimenkul mülkiyeti sicil kaydının terkini veya gayı imenkulün tamamen zıyaı halinde zail olur, bk. istimlâk.
3) Mülkiyet hakkının hudutları: Medeni Kanun bu hakkın hudutlarını genel olarak iki bakımdan tak-yideder: bir kere her ferdi haklarını kullanırken hüs. nüniyet kaidelerine riayetle mükellef tutar, sonra da bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suistimalini himaye etmez ( MK. 2 ). Ancak gayrimenkullerin hususiyetleri onlar üzerindeki mülkiyet hakkının iradi ve kanuni olmak üzere iki şekilde takyidini icabettirmiştir :
aj İradi takyit, bk. iştira, vefa, şuf'a hakları.
b) Kanuni takyit: hususi menfaatler için yapılan takyitlerdir ki bunlarda ikiye ayrılır: bu takyitlerden bir kısmı gayrimenkul üzerindeki mülkiyet hakkını tak-yideder: gayrimenkul muayyen kimselerden başkasına devrolunamaz (MtC. 657, 659); bir kısımda tasarruf salâhiyetini fiilen daraltır : malik hakkini serbestçe kullanamaz (MK. 661).
Umumi menfaatler için yapılan takyitlere gelince (MK. 678, 684), bunlar ilga veya tadil olunamazlar ve bunların tesciline lüzum yoktur (MK. 657 f, 1, 3).
MÜLKİYET-1 EDEBİYE bk. Fikrî haklar.
MÜLKİYETİ MUHAFAZA MUKAVELESİ (aim. Eigentumsvorbehalt. — fr. pacte de riserve de proprir ite. — ing, reservation of ownership].
Başkasına naklettiği mülkiyeti nakleden kimsenin uhdesinde saklamak için yapılan mukaveledir. Böyle bir mukavelenin muteber olması için menkulü alan kimsenin ikametgâhındaki noter tarafından tasdik ve hususi sicilline kaydedilmiş olması lâzımdır (MK. 688 ; TK. 704).
MÜLKİYETİN GAYRI AYNİ HAKLAR (aim. die beschrânkten dinglichen Rechte. — fr. les autres droits reals (â Vexception de la propriite) (Is.) ],
Mülkiyetin dışında kalan ayni hakları ifade eden
256
MÜLKİYETİN GAYRİ AYNİ HAKLAR - MÜNASEHA
tâbirdir: irtifak hakkı, gayrimenkul mükellefiyeti, rehin hakkı, ipotek gibi.
Buradaki hususiyet tek bir ayn üzerinde - birinin mutlak, diğerinin mahdut olmak üzre - iki kimsenin hakkı bulunmasıdır. Rehnolunan mal üzerinde mal sahibinin mülkiyet hakkı olduğu gibi alacaklının da rehin hakkı vardır.
MÜLKİYETİN NAKLİ bk. Teslim, tescil.
MÜLTECİ bk. İltica hakkı.
MÜLTEKA-YI NESEP (Feraizde) (muhakü-yi nasab) (Es. H.) İki veya mütaaddit kimsenin neseple-ıinin birleştiği şahıstır. Aşağıdaki şemada görüldüğü üzere Zeynep ve Ahmet ile Veli ve Fatmanın neseplerinin birleştiği dedeleri Bekirdir.
Bekir
II..
Mustafa Hüseyin
İlli
Fatma Veli Zeynep Ahmet
MÜLTEKIT (multakit) (Es. H.) Lukatayı, lâkit veya lâkıtayı bulup alan kimsedir.
MÜLTEZİM (multazim) (Es. H.) Bir köy veya kasabanın aşar ve rüsumunu deruhte ve ütizam edip buna mukabil hazineye maktuan para veren kimsedir.
MÜMATALE (mumâtala) (Es. H.) Deynin edası-uı uzatıp geciktirmektir.
MÜMELLEK (mumallak) (Es. H.) Temlik olunan şeydir.
MÜMELLEK ÜN LEH (mumallakıın lalı) (Es. H.) kendisine bir şey temlik olunan kimsedir.
MÜMELLİK (mumallik) (Es. H.) Temlik eden kimsedir.
MÜMESSİL (temsilci) [aim. Vertreter. — fr. re-presentant. — ing. representative].
Bir diğerini temsil eden kimse demektir. Bu salâhiyet, ya kanundan (velayet, vesayet gi )i) veya akitten (temsil akdi veya vekâlet gibi) doğar (BK. 32 vd. ).
MÜMESSİL İŞÇİ [aim. Arbeitervertreter. — fr. delegue ouvrier. — ing. workers representative].
Bir iş yerinde çalışmakta olan işçiler ile iş veren arasında çıkacak tek başlı, yahut toplulukla iş ihtilâflarını halletmek üzere iş veren veya vekili ile konuşup anlaşma ve meseleyi uzlaştırmaya çalışmak ödevini yapan işçilerdir (İş. K. 78 vd.).
MÜMEYYİZ 1 — ( M H ) {aim urteilsföhig, der Urteilsfâhige. — fr. capable de discernement (İs.) /. Temyiz kudretini haiz olan kimse.
Mümeyyiz olmak medeni hakları kullanmanın şartlarından biridir (MK. 13).
2 — (UH) Dâvasını temyiz edene denir.
MÜNAKALÂT VEKÂLETİ (Ulaştırma Bakanlığı) [aim. Vtrkehrsministerium. — fr. ministere des transports. — ing. Ministry of Communications/'.
Vazifeleri Bayındırlık Bakanlığına bağlı iken 3613 No. lu Kanunla ayrılarak müstakil bakanlık haline konulmuştur.
Kara, deniz, hava ve demiryollariyle nakliyat ve liman ve balıkçılık ve sair su mahsulleri işlerine bakar. P. T. T. İdaresi de bu bakanlığa bağlıdır.
MÜNAKALE {aim. Ûbertragung, Ûbertrag. — fr. viremenf. — ing. transfer],
1 — (Bankacılıkta) İki şahıstan herbiri bir üçüncü şahıs nezdinde, mûtat olarak bir banka nezdinde hesap sahibi bulundukları takdirde birinin hesabından diğerinin hesabına para nakli muamelesidir.
2 — (Bütçe muamelelerinde) Bütçenin tatbiki sırasında tahsisatın bir fasıldan diğer fasla veya bir maddeden diğer maddeye nakledilmesine denir. Tahsisatın bir fasıldan diğer fasla nakli kanun ile, aynı faslın muhtelif maddeleri arasında münakalesi Maliye Vekâletinin muvafakati ile yapılabilir (Muhasebei Umumiye Kanunu 56).
MÜNAKALE-1 VAKF Vâkıfın bir maldan vakfi-yeti diğer malına nakletmesidir ki, istibdal mahiyetindedir. Meselâ: mütaaddit arsa ve evi olan bir kimse bu arsa veya evlerden birini vakfettikten sonra vakfiyeti diğer arsaya veya* eve nakletse eğer vakıf yapıldığı esnada kendisi için istibdal hakkı şart etmiş ise muteber olur. Buna münakale-i vakf denir,
MÜNAKAŞA bk. Artıma ve eksiltme.
MÜNAKKILE (munakkila) (Es. H.) Bir yaradır ki kemik kırılıp yerinden oynamış veya ufalanmış otur.
Hükmü, diyetin onda biridir.
MÜNASEBATIN KAT'I bk. Kesilme.
MÜNASEHA (munâgalja) (Es. H.) Nakil \e tahvil mânasına olan «nesih» ten müştaktır, Feraiz ıstılahında, terekenin taksiminden evvel vereseden birinin veya birkaçının vefatiyle bunlara isabet eden hisselerin kendi vârislerine mevrus olmasıdır.
Meselâ: aşağıda görüldüğü veçhile bir şahıs bir karı, bir oğul ve bir kızını terk ederek vefat edip terekesi taksim edilmezden evvel kızı da vefat etse birinci müteveffanın meselesi münaseha suretiyle tashih olunur. Yani birinci batında mesele tashih ve sehimler tâyin olunduktan sonra sonradan ölene isabet eden sehim bunun vârislerine verilir,
7
Sümün 1/8 Mehmet fevt
Karısı Oğlu Kızı 8
Hüsniye Ahmet Zeynep X 3
3 14 7 24
X 4 X 4 X 4
12 56 96
1 3 7
Rubu 4 4 Zeynep fevt
Mes---ele
Kocası Oğlu 4
Ali Hasan (4 ile 7) Mübayin
7 21
MÜNASEHA - MÜRURU ZAMAN
257
Görülüyor ki bu meselede babasından sonra vefat eden Zeynebe babasındau isabet eden 7 sehim kendisinin meselesinin mahrecine mübayin. olduğundan mahreç meselesi olan 4, birinci meselenin mahrecine ve cüzüle-rine ve 7. ikinci mahrecin cüzülerine darbolunarak iki mesele bir mesele haline konulmuştur.
MÜINAZİÜNFİH [aim. Streitgegenstand. — fr. objet litigieux, objet du litige. — ing. litigious question, cause, object at issue (in dispute) ].
Aidiyeti münazaalı olan, niza ve ihtilâfın mevzuunu teşkil eden mal veya haktır. Usul hukukunda aynı anlamda «dâva olunan şey», «müddeabih» terimleri de kullanılmaktadır.
MÜNFERİT HÂKİM bk. Asliye mahkemeleri. MÜNFERİT HAPİS bk. Hücre hapsi sistemi.
MÜRABATA (murâbata) (Es. H.)
Islâmı takviye, müslimanları düşmanlarının serinden siyanet ve muhafaza maksadiyle serhatte ikamet etmektir. Bu maksatla hudutta aled - devam ikamet eden ehl - î islâma «mürabitin» denir. Serhatlerde tavattun eden ahali - i islâmiye dahi oralarda bu maksatla ikamet ettikçe mürabitlerden sayılır.
MURAFAA — bk. Duruşma.
2 — (Mfirfifaa) (Es. H.) Huzur.u hâkimde duruşmadır.
MURAFAA TALEBİ [aim. Antrag auf mündliche Verhandlung. — fr. demande de debat oral].
Kaza merciinden bir husus hakkında karar verilmeden önce şifahi izahları dinlenmek üzre davet edilmelerini iki tarafın veya taraflardan birinin istemesidir. Aynı anlamda «duruşma talebi, mahkemeye çağrılmasını istemek» terimleri de kullanılmaktadır (HUK 438; tc tf K 18, 70; Devlet Şûrası K 43). Ağır cezalı işlerde sanık, «yargıtayda duruşma» talebinde bulunabilir (CMUK 318, 319).
MURAFAAYA VEKÂLET: Davaya vekâlet «murafaaya vekâlet» i de tazammun eder.
MÜRAHİK (murâhik)(E8. H.) Oniki yaşım tekmil edip de baliğ olmiyan erkektir.
MÜRAHİKA (murâhika) (Es. H.) Dokuz yaşını tekmil edip de baliğ olmiyan kız çocuktur.
MÜRASELE (murâsala) (Es. H.) Haberleşme, mektuplaşma demektir.
Kazil - kuzat ve Anadolu ve Rumeli Kadıaskerleri tarafından mülhakata ve mülhakat naipleri canibinden nahiye naiplerine suret.i tâyini ve salâhiyetlerini mü-beyyin olarak yazılan resmî mektuba denildiği gibi bir husus zımnında hâkimler tarafından yazılan resmî mektuplara da denir, gurebadan vefat eden fakir bir kimsenin teçhiz ve tekfini için belediyeye yazılan mektup gibi.
MÜRÂVEZÂ (murâvaia) (Es. H.)
Mükâleme-i sulhiye demektir. Lûgatta, nıüdara etmek, bir kimseyi bir hud'a ile veya kahr suretiyle ikna eylemek manasınadır.
MÜRDİ (murii') (Es. H.) Süt emziren kadındır.
MÜRDIA (murzi'a) (Es. H.) Süt ana demektir.
MÜRETTEBAT bk. Gemi adamları.
MÜRETTEP (mumttab) (Es. H ) Hizmet mukabili olmaksızın bir kimseye, salâhı (eyiliği), ilmi, fakrı gibi bir sebepten dolayı meccanen verilen şeydir. «Zevait» tâbirinin müradifidir.
MÜRETTEP ADED Herhangi bir meclisi veya heyeti teşkil eden rey sahibi azanın hazır olsun olmasın topunun hâsıl ettiği adeddir. (Anayasa 25, 102; İçtüzük 82; Belediye K 59; tdarei Hususiye! Vilâyet K 120).
MÜRETTEP ÂZA bk. Mürettep mahkeme
MÜRETTEP MAHKEME Ağır cezaya ait dâvaları görebilmek üzre asliye mahkemesi reisinin başkanlığı altında iki azadan, yahut asıl vazifelerine ilâveten diğer iki hâkimden teşekkül eden mahkemeye denirdi, bk. Ağır ceza mahkemeleri.
MÜRSAD (murşad) (Es. H.) Vakfın tamirinden mütevellit bir borçtur; yani tâmirata muhtaç olduğu halde gailesi mevcut olmiyan ve tamirata kâfi bir ücret-i muaccele ile isticar da edilmiyen bir vakıf yeri, ileride vakfe rucu' etmek üzre kendi malından tamir eden bir müstecirin bu yüzden o vakıfta olan alacağıdır ki bunu ya bedelât-ı icareye mahsup suretiyle, veya vakfın sair gailesinden mukassatan istîfa eder. Mürsad, vakfın sair masarifi üzerine takdim edilir.
MÜSPET HUKUK bk. Mevzu Hukuk.
MÜRSEL-ÜN İLEYH 1 — (mursalun ilayh) (Es. H.) Söz kendisine tebliğ olunan kimsedir.
2 — Nakliyat mukavelesi mucibince malı tesellüm etmeğe salahiyetli kimse. Ona «gönderilen» [aim. Emp. fanger. — fr. destinataire. — ing. consignee, addressee) de denir.
MÜRSİLİ- (mursil) (Es. H.) Sözünü tebliğ etmek üzre bir kimseyi diğerine gönderen kimsedir.
2 — Nakliyat mukavelesinde gönderen [aim. Ab-sender. — fr. expediteur. — ing. sender, consignor].
MÜRTEHİN (murlâhin) Rehin alan kimsedir.
MÜRTES (murtaş) (Es H.) Saf-fı harbde yaralanıp henüz teslim-i ruh etmeden mâreke haricine nakledildikten biraz sonra terk-i hayat eden islâm mücahidi demektir.
MÜRTEŞl bk. Rüşvet.
MÜRTET (murladd) (Es. H.) İslâm dininden çıkan şahıstır.
MÜRTEZİKA (murtazika) (Es. H.) Vakfın menfaatleri kendilerine şart olunan kimselerdir. Ehl-i vezaif tâbirinin müradifidir.
MÜRUR HAKKI (Geçit hakkı) [aim. Wegerecht-fr. droit de passage. - ing. right of passage. — lât. iter, actus, via].
Bir gayrı menkul üzerinden diğer bir gayrı menkul sahibinin geçebilmesi şeklinde tesis olunan ayni bir haktır ki tapu sicili ile hüküm ifade eder (MK 671-672).
MÜRURU ZAMAN (Zaman aşım ,) [aim. Verjüh-rung — fr. prescription.— ing. prescription.— lât. proe. scriptio).
1—Kanunun tâyin ettiği şartlar altında bir zamanın geçmesi üzerine bir hak kazanma veya bir külfetten kurtulma yoludur. Bir hak kazanma haline ikiisabi mu-
U H. 17
258
MÜRURUZAMAN - MÜSADERE
rnru zaman [aim. Ersitzung. — fr. prescription acquisitive. — ing. prescription. — lat. praescriptio longi temporis] ve bir külfetten kurtulma haline ıskatı müruru zaman [aim. Verjâhrung.—fr. prescription extinctive, liberatoire. — ing. limitation of actions of law] denilmektedir. Müruru zaman ile hakkın sukutunu birbirlerine karıştırmamalıdır. Borçlar Kanunu müruru zamanı borcun sukutu sebepleri arasında zikretmekle beraber, müruru zamana uğramış bir borcun ödenmesi halinde yapılan tediyeyi muteber saymaktadır.
Hususi hukukta alelade müruru zaman müddeti on senedir (BK 125). Fakat bazan ceza hukukunun müruru zamanı bu on senelik müddeti uzatabilir (BK 60 f 2). Bununla beraber, bir kısım alacakların beş senelik müruru zamana tâbi olduğnnu kanun tasrih eder (BK 126). Ticaret Kanununa nazaran bir kısım alacaklar üç sene (TK 417 f 2, 597, 606, 818), bir kısım alacaklar iki sene (TK438, 491, 509, 1012) ve bir kısım alacaklar da bir senelik müruruzamana tâbi tutulmuş (TKİ 10, 886, 889) ve bazı alacaklar da ise altı aylık bir müruru zaman müddeti kabul edilmiştir (Iskati zaman aşımı, TK 634).
Medeni Kanuna göre bazı haklar altı aylık (MK119, 129, 130), bazı haklar da bir senelik (436, 437, 501, 513, 579) müruru zamana tâbidir (ıskatî müruru zaman).
Ayni haklarda iki nevi müruru zaman vardır:
a) Adî müruru zaman: [aim. ordentliche Ersitzung (Is.). — fr. prescription ordinaire (Is).]: haklı bir sebep yokken tapu sicilinde uhdesine malik sifatiyle kayıtlı bulunan bir gayrı menkulü fasılasız ve nizasız on sene müddetle ve hüsnü niyetle elinde bulunduran kimsenin o gayrı menkul üzerindeki hakkına itiraz olunmaz (MK 638). Buradaki on senelik müddet Medenî Kanunun 932 nci maddesindeki sakatlığı ortadan kaldırır (iktisabı müruru zaman).
b) Fevkalâde müruru zaman/a/m. aasserordentliche Ersitzung (İs).—fr. prescription extraordinaire (İs.) ]: ki tapu sicilinde kayıtlı olmıyan veya kayıtlı olup da malikinin kim olduğu anlaşılamıyan bir gayrı menkulü nizasız ve fasılasız yirmi sene müddetle ve mâlik sıfatiyle yedinde bulundurmuş olan kimse o gayrimenkulun ken-di mülkü olmak üzre tescili talebinde bulunabilir (MK 639).
2 — Ceza Hukukunda, resen nazara alınması mecburi bir âmme nizami kaidesidir. Bu sebeble müruru zamanın neticelerinden vazgeçmek hakkına ceza hukukunda yer verilmemiştir.
Her âmme davası ve her mahkûmiyetin müruru zamana tâbi olması kaide olmakla beraber Ceza Kanunumuzda müruru zamana uğramayan dâvalar (CK 102, f. 2) ve mahkûmiyetler (CK 118) mevcuttur.
Müruru zaman âmme dâvasını ve cezayı düşüren sebeplerden biridir:
a) Amme davası müruru zamanı: işlenen suçun müstelzim olduğu cezanın şiddetine göre kanunda tâyin edilmiş olan (CK 102) müddetin geçmesi ile âmme dâvasının düşmesi halidir.
b) Ceza müruru zamanı: Mahkûmiyetin müstelzim olduğu cezaların, şiddetlerine göre, kanunda tâyin edilmiş olan (CK 112) müddetin geçmesi ile, infaz edilememeleri halidir.
3 — (murür-i zaman) (Es. H.) Dâvaya salâhiyet varken dâvanın istimaına mâni bir zamanın özürsüz geç-
miş olmasıdır: Deyin dâvasının on beş sene, asıl vakfa ait dâvanın otuz altı sene, arazi-i emiriyede tasarruf dâvalarının on s;ne terkedilmesi gibi.
MÜRURU ZAMAN (Zaman aşımın) A TÂBİ OLMIYAN HAK [aim. unverjahrbares Recht. -- fr. droit, imprescriptible. — ing. indefeasible right, imprescriptible right].
Bazı haklar müruru zamana tâbi tutulmazlar. Bunları birkaç gurup etrafında toplamak mümkündür:
1) Şahsa bağlı olan haklar: nafaka istemek hakkı, isim üzerindeki hak, karılık kocalık haklan gibi.
2) Gayrı menkul rehni ile temin edilmiş bulunan bir alacak müruru zamana uğramaz (MK 779). Bnna mukabil menkul rehni ile temin edilmiş bir alacak müruru zamana uğrarsa da alacaklının merhun üzerinden hakkını istifa etmesiee mâni teşkil etmez (BK 138).
MÜSADAKA ALEL - İSTİHKAK (muşâdaka ala-'1-istihkak) (Es. H.) Muayyen bir hakka hangisinin mâfıkiyeti hususunda İki kimsenin ittifak etmesidir.
Meselâ; bir vakfiye mucibince kendisine gaile - i vakıftan şu kadar sehim verilmesi icabeden (A), bu sehmin hiçbir kimseye ait olmayıp yalnız (B) ye ait bir hak olduğunu onun tasdikine mnkarin olarak ve karşılığında bir ivaz almıyarak ikrar etse aralarında musadaka bulunmuş olur.
Bu halde (A) nin ikrarı yalnız kendi hakkında muteber olduğundan o sehim (B) ye verilir.
Fakat (A) ile (B) den hangisi evvel vefat etse o sehim (A) dan sonra meşrutun lehi olan cihete ait olur. Bunlardan sağ olana verilemez.
MÜSADERE (Zor alım) [aim. Beschlagnahme, Einziehung. — fr. saisie, capture, confiscation. — ing. confiscation, seizure, capture].
Bir kimsenin menkul veya gayrı menkul bir malının kendi rızası olmaksızın hükümet kuvvetleri tarafından elinden alınmasıdır. Kanuni bir sebep olmaksızın yapılan müsadereyi Anayasanın 72 nci maddesi menetmiştir.
Bazı hukuki sebeplere müsteniden tecviz edilmiş olan müsadere hükümleri şunlardır:
1 — (CH) Ceza Kanununun kabul ettiği emniyet tetbirlerinden biridir.
Suçda kullanılan, suçda kullanılmak üzere hazırlanan veya suçdan husule gelen eşya, fiilde ilgisi olmı-yanlara ait bulunmamak ve mahkûmiyet hükmü verilmiş olmak şartı ile müsadere olunurlar. Müsadere mahkeme kararı ile yapılır.
Kendisi suç teşkil eden eşya (kullanılması, yapılması, taşınması, bulundurulması ve satılması suç sayılan eşya) da müsadereye tâbidir. Bu çeşit eşyanın müsaderesi için mahkûmiyet kararının verilmiş olmasına ve eşyanın faile ait olmasına lüzum yoktur (CK 36).
2) (D U H) Düşman malı olan veya kendisi harb kaçağı olan veya harb kaçağı eşya taşıyan gemilerle, mutlak ve meşrut şekilde harb kaçağı addolunan eşya müsadereye tabidirler. Bu müsadere deniz müsadere mahkemelerinden verilecek bir hüküm ile icra olunur (Denizde Zapt ve Müsadere K 10-12 ve 79).
3) (CMU) Müsadere hakkında objektif mahiyette hususi bir muhakeme usulü mevcuttur. Bu usule göre muayyen bir şahsın takibi ve cezalandırılması kabil olmıyan hallerde dahi müsadereye müstakillen hükmolu-nur (CMUK 392, 394).
MÜSAHBRET - MÜSTECER-UN FİH
259
MÜSAHERET (mıışiharat) (Es. H.) Nikâh-ı auhih ile husule gelen karabettir.
MÜSAKAT (musâkat) (Es. H.) Eşçar bir taraftan ve görüp bakmak diğer taraftan olmak ve hâsıl olacak meyve aralarında taksim edilmek üzre yapılan bir nevi şirkettir.
MÜSAKKAFAT (müsakkafât) (Es. H.) Damlı binaları' müştemil olan müstegallattır. «Musakkaf» ın cemidir.
MÜSAVAT (Eşitlik) [aim. Gleichhett, Gleichbe-rechtigang. — fr. egaliti. — ing. equality. — lât. ae-qualitas].
Bütün vatandaşların şahısları, doğuşları, sınıfları, din ve mezhepleri, servetleri tefrik edilmeksizin kanunun tâyin ettiği hak ve vazifelere sahip olmalarıdır. Müsavat terimi şu anlamlarda kullanılır :
1) Hukuki müsavat [aim. Gleichheit vor dem Gesetz, Rechtsgleichheit. — fr. egaliti devant la loi] tır ki, medeni, eezai ve idari kanunlar karşısında müsavatı ifade eyler. Hukuki müsavat devlet tekâlifinde (vergi, askerlik. ) mahkemeler huzurunda ve devlet hizmet ve memuriyetlerine tâyin edilmekte müsavatı temin eder.
2) Siyasi müsavat [aim. politische Gleichberech-tigung. — fr. egaliti politique] tır ki, vatandaşların âmme idaresine iştirakte müsavi olmalarını ifade eyler (Anayasa 69, 84, 85, 92).
MÜSAVEME (musâvama) (Es. H.) Bir şeyi evvelki bahasını nazara almıyarak herhangi bir baha ile satmaktır ki mutat olan da budur.
MÜSAVİM BİNNAZAR (müsavim bi - 'n- naz?ar) (Es.H.) Görmek veya göstermek üzre aldığı malı götüren kimsedir.
MÜSAVİM BİŞŞİRA (müsavim bi-'ş-şirâ) (Es.H.) iştira etmek üzre aldığı malı götüren kimsedir.
MÜSEMMEN (muşamman) (Es.H.) Semen mukabilinde satılmış şeydir. Buna «rriüsmen» de denir.
MÜSENNÂT (musannât) (Es. H.) Sınır ve su harklarının kenarları demektir. Cem'i «Mûsenneyât» tır.
MÜSEVVİGAT-I SERİYE (musavvigât-i şar'iyya (Es. H.) Beyt - ül - mal ile kaasırlara ve terekeye ait gayrı menkullerin satılmasını caiz kılan hallerdir ki şunlardır:
1) Bir akara iki kat kıymetle talip bulunmak, bu Kaide beyt-ül-malin ve küçüğün gayrı menkulü satılabilir.
2) Müteveffanın borçlarına diğer malları kifayet etmemek, bu surette müteveffanın terk etmiş olduğu gayrı menkullerinden deynini ödiyecek miktarı satılabilir.
3) tnfak zarureti, küçüğün infakı akarının satılmasına mütevakkıf ise bu halde akarı satılıp nafakasına sarfolunmak caiz olur.
4) Vasiyet - i mürseleyi infaz zarureti, meselâ: bir kimsenin üç bin lira vasiyeti olup da emvali menkulesi-kâfi gelmese vasiyeti infaz için akarlarından kifayet edeeek miktarı satılır,
5) Bir akartn varidatı sarfiyatını korumamak,
6) Akarın az vakit içinde harap veya kıymetine noksan arız olması melhuz bulunmak. Bu iki halde de gerek kaasır ve gerek beyt-ül male ait akar satılabilir.
7) Akar müşterek olup da taksim halinde kaasır veya beyt - ül - mal hissesiyle intifa kabil olmamak.
MÜSKİRAT (müskirat) (Es. H.) Yenilmesiyle veya içilmesiyle sarhoşluk veren şeylerdir. İki kısma ayrılır;
1) Mekûlât-ı müskire; afyon, esrar gibi insana fütur veren, aklı ifsad eden şeylerdir ki bunların tedavi haricinde istimali haramdır. Bunlardan mütevellit sarhoşluk, haddi icabetmezse de taziri müstehim olur.
2) Meşrubat-ı müskire; başlıca üzümden, hurmadan, buğday ve arpa gibi hububattan ve meyvelerden ve sa-ireden istihsal edilen müskir mayiattır.
MÜSLEM - ÜN FİH (muslamun f Mı) (Es. H.) Selemde mebi' olan maldır.
MÜSLEM-ÜN İLEYH ( muslamun iinyh) (Es.H.) Selemde malı verecek oUn bâyi'dir.
MÜSPET HUKUK, bk. Mevzu Hukuk. MÜSPET ZARAR, ZİYAN bk. Zarar ve ziyan.
MÜSTACELİYET KARARI (İvedilik kararı) [aim. Dringlichkeitsbeschluss. — fr. decision de declaration d'urgence. — ing. declaration (vote) of urgency]
İki defa görüşmeye tâbi olan kanun tasarısı ve tekliflerinin bir defa görüşmeye tâbi tutulması yolunda kanun veya teklifin görüşülmesine başlanmazdan evvel hükümet veya komisyon veya teklif sahibi tarafından gerekçeli ve yazılı olarak vuku bulan istek üzerine meclisçe verilen karara denir. Böyle bir karar, tasarı ve teklifi bir görüşmeye tâbi tutar ve en az beş gün kazandırır (İçtüzük 70-73).
MÜSTAGRAK BİDDEYN (mustagrakun bi-'d-dayn) (Es. H.) Borca ancak kâfi gelecek veya borcu ifaya kifayet etmiyecek derecede malı olan kimsedir : Müteveffanın bin liralık terekesi ve bin lira veya daha çok borcu olması gibi.
MÜSTAHDEM [aim. Angestellter. — fr. employe. — ing. employee, servant],
1 — (HH) İş sahibinin yanında çalıştırdığı işçi demektir.
2 — (İH) Devlet işlerinde ücretle kullanılan ve memurlar hukuk ve salâhiyetinden istifade etmiyen kimsedir (Memurin K 1 f 2)
MÜSTAHKEM MEVKİ [aim. Festung. — fr. place fortifiee. — ing. fortified place. — lât. locus muni-tus].
Memleketin müdafaası noktasından ehemmiyetli olan yerlerde hususi ve fennî surette tahkim edilmiş olan mevkilerdir. Kaleler, istihkâmlar, köprü başları gibi.
MÜSTANTİK bk. Sorgu hâkimi.
MÜSTASN'İ (mustafni') (Es. H ) İstisna' akdinde yapılacak şeyi yaptıran kimsedir.
MÜSTEAR (musta'âr) (Es. H.) Ariyet alınan şeydir.
MÜSTECER (must'acir) bk. Mucer.
MÜSTECER-ÜN FİH (musta'cirun fîh) (Es. H.) Ecirin akd-ı ieare ile iltizam eylediği ameli ifa için müs-tecir tarafından kendisine teslim olunan malıdır, elbise
260
MÜSTECER-ÜN FİH - MÜSTEGALLAT
dikmek üzre terziye verilen kumaş ve nakil için hamala verilen hamule gibi.
MÜSTECİR bk. Kiralayan no: 1
MÜSTEHCEN NEŞRİYAT[alm.unzüchtige Schrif-ten und Darstellungen. — fr. publications obscenes,— ing. obscene publications].
Gazete, kitap, mecmua, ilân, reaim, fotoğraf, sinema, gramafon plakı gibi vasıtalarla umumi âdap ve ahlâka aykırı olarak yapılan ve cezayı, müstelzim olan neşriyattır (CK 426, '427, 428; Müstehcen Neşriyatın Men.i Hakkında 1923 tarihli Cenevre Anlaşmasının kabulüne dair 886 No. K;1117 No.lu Küçükleri Zararlı Neşriyattan Koruma K.)
MÜSTEHİK-KI KISAS (mustahikk-i kişâş) (Es. H.) Caniyi kıssas suretiyle cezalandırmak hakkına malik olan kimsedir: Mecniyyün aleyh ve vârisi gibi. Şöyle ki: Kısas icabedecek şekilde bir uzvu cerh veya kat olunan kimse sağ ise bizzat kendisi bu hakka maliktir. Maktul olduğu takdirde bakılır; eğer hür ise bu hakka vârislerinden herbiri maliktir. Ve eğer azatlı memlûk olup da vârisi mevcut değilse bu hakka mevlel. itâkası malik olur. Hem mevlâsı, hem de vâfisi mevcut ise ve-liyyül kısasta iştibah vücuda gelmiş olacağından kısas icrası kabil olamaz.
Maktul velâ-i müvâlât tahtında olup da vârisi mevcut bulunmazsa hak-kı kısasa veliy-yi müvâlâtı malik oluı\ Hem vârisi bem de veliy-yi müvâlâtı mevcut ise kısas icra edilemez.
Maktulün ne vârisi ne mevlel-itâkası, ne de mevlel-müvâlâtı bulunmadığı takdirde kısas hakkı hükümete ait bulunur.
Maktul, rakîk olduğu takdirde ise kısas hakkına mevlâsı maliktir.
MÜSTEHİK-KI TAPU ARZ (mustahikkri tapu arz) (Es. H.) Sahih özürlerden biri olmaksızın müteva-liyen üç sene ekilmiyerek tatil edilen tarladır.
MÜSTEHİK-KI TAPU OLAN MAHLÛL (musta-lııkk-i tapu olan mahlûl) (Es. H.) Arz-ı miri mutasarrıfının vefatında intikal hakkına nail kimsesi olmayıp ancak hakkı tapu sahibi bulunan arazidir. Bunlar müzayede olunmaksızın bigaraz erbab-ı vukufun tâyin ve takdir edecekleri tapu-yı misil ile, talip olduğu takdirde, tapu hakkı sahibine teffiz olunur.
MÜSTEHİKKULKAL' OLARAK KIYMET (mus-taj'ikk ul-kal' olarak kiymet) bk. Kıymet.
MÜSTEKRÂ (mustakrâ) (Es. H.) Kiraya verilen eşyadır. Buna «mükterâ» (mustakrâ) ve «mükrâ» (mukrâ) da denilir.
MÜSTEKRÎ (müstakrî) (Es. H.) Kira ile tutan kimsedir. Buna «mukterî» (muktari) de denilir.
MÜSTEMİN (musta'min) (Es. H.) Başkasının ülkesine eman ile - yani mosaadei mahsusa ile • dâhil olan kimsedir, gerek müslim ve gerek zımmi veya harbi olsun. Buna «müstemen» de denir.
MÜSTEMLEKE [aim. Kolonie. — fr. colonie. — ing. colony]
Ecnebi bir devletin tam hâkimiyeti altında bulunan ve Avrupa telâkkisine göre medeniyet itibariyle geri kalmış sayılan insanlarla meskûn yerlerdir.
MÜSTENKİF (çekinser) [aim. Stimmenthalter.— fr. abstentionnitte. — ing. abstainer].
Rey verilmesi iktiza eden hususlarda muvafık veya muhalif olarak reyini vermekten çekinen kimseye denir. Müstenkiflerin sayısı reylerin adedi üzerine tesir icra etmez, yalnız nisabın tâyininde hesaba , katılır. (İçtüzük 137).
MÜSTERDI (mustarzi1) Ücret ile süt ana tutan kimsedir.
MÜSTEŞAR [aim. Staatssekretar, Unterstaatsse-kretör. — fr. sous - secretaire d'Etat. — ing. Under -Secretary of State].
Bakanlıklarda Bakanlardan sonra gelen en büyük idare âmiridir. Müsteşar, siyasi bir şahsiyet olan Bakanın aksine olarak memurin kanunu hükümlerine tâbi bir idare memurudur. Görevi Bakanlık işlerinde Bakaua yardım etmek ve Bakanın kendisine vereceği vazifeleri onun namına görmektir. Kaide olarak her Bakanlıkta bir müsteşar vardır. Fakat Millî Savunma, Milli Eğitim gibi çeşitli işler gören Bakanlıklarda birkaç müsteşar bulunmaktadır.
MÜSTEVDA 1 — [aim. Verwahrer. — fr. diposi-taire. — ing. depositary, depositee, bailee. — lât. de-positarius]. Kendisine, saklanmak için verilen malı kabul eden kimsedir.
2 - (mustavda*) (Es. H.) 6*. Vedi'.
MÜSTEVLEDE (mustavlada) (Es. H.) Çocuğunun nesebi, malikinden sabit olan cariye.
MÜSKİTAT-I CİZYE (muskitât-i ciıya) (Es. H.) Cizyenin edasını badel. vücup "ıskat eden sebepler demektir.
Mükellefin islâmiyet'i kabulü, kablel eda vefatı, kablel eda tam bir senenin geçip diğer senenin girmesi gibi.
MÜSKITAT-I HUDUD (muskitât. hudud) (Es.H.) Hududu badel - vücup iskat eden sebepler demektir ki mütaaddit envai vardır.
İkrardan rucu', şahadetten rucu', şahadete ehliyetin butlanı, vukuu cinayeti tekzip bu cümledendir. Meselâ; bir şahıs zinada veya sirkatte, yahut şürb-ü hamrda bulunduğunu ikrar edip de mucibince hükmo-lunduktan sonra henüz had icra edilmeden bir ikrarın, dan rucu' etse kendisinden had sakit olur.
Kezalik bir kimse bir kadınla gayrı meşru münasebette bulunduğunu ikrar ettiği halde o kadın kendi, sini tekzip eylese had icra edilemez. Çünki bu rucu' ve tekzip ile husule gelen şüphe haddin icrasına mânidir.
Kazifte ikrardan rucu'; haddi iskat etmez, çünki bunda abdin de hakkı vardır.
MÜSKITAT-I KİSAS (muskitât-i kişfis) (Es. H.) Kısası iskat eden sebepler demektir: Mahal • li kısasın, yani kısas olunacak nefis veya uzvun fevt olması, veliy-yi cinayetin caniyi affetmesi gibi.
MÜSTEBD1' (mustabii') (Es. H.) ibda' akdinde sermaye alan kimsedir.
MÜSTEGALLÂT (ınustagallât) (Es. H.) Vakfa varidat getirmek üzre tavanlı, damlı veya damsız vak-
mustegallat - müşterek nehirler 261
fedilmiş olan mal mânasına gelen «müstegahin cemidir. Bağ, bahçe, han, hamam, arazi gibi gayrı menkulü ve istirhahı meşrut nükut ve sair vakfı mütearef menkulleri ve gedik tâbir olnnan ticaret ve sanata lâzım aletleri ihtiva eder. Mamafih musakkarat ve müstegallat-ı mevkufe denilerek müsakkafata mukabil olarak kullanılırsa müstegalattan musakkaf olmıyanlar kasdedilir.
MÜSTEHAK (mustahakk) (Es. H.) İstihkak ile zaptolunan maldır.
MÜSTEHİK (mustahikk) (Es H ) Başka bir kimsenin elinde bulunan malın kendisine ait olduğunu ispat eden şahıstır.
MÜSTEİR (musta'îr) (Es. H ) Ariyet alan kimsedir.
MÜSTEKBİZ (mustakriz) (Es. H.) ödünç alan kimsedir.
MUŞA' (muşa') (Es. H.) Şayi hisseleri havi olan şey demektir: İki kişi arasında müşterek bir hane veya bir at gibi.
MÜŞAHERE-TEN İCARE (mugaharatan icara) (Es. H.) Aylık olarak yapılan icar akdidir: Bir Akarı her aylığı elli liraya olmak üzre kiraya vermek gibi.
MÜŞAVİR 1 — (MH) [aim. Beistand (Al.); Beirat (is.). — fr. conseil ligdi. — ing. adviser, consultant,— lât. consilium/. Hacrine kâfi sebep mevcut olmamakla beraber medenî haklarını kullanma salâhiyetinden kısmen mahrum edilmesi menfaati icabından olan reşide kanunun tâyin ettiği muayyen işlerde reyi alınmak üzre hâkim tarafından nasbolunan kimsedir (MK 379).
2 — (CMU) [aim. Beistand. — fr. conseil judici-aire], Maznnnun, duruşma sırasında muhakemeyi dinlemek ve dinletmek ve icabında delil ikame etmek hık. kını haiz kanuni mümesillerine veya kocasına denir. (CMUK 145).
3 — (İH) [vim. Berater. — fr. conseiller. — ing. counsellor]. Bazı idare âmirleri nezdinde iht sasa taallûk eden hususlarda mütalâa beyan etmekle tavzif edilmiş mütehassıs memura denir. Hukuk müşaviri, adıî müşavir, malî müşavir, askerî müşavir, sıhhi müşavir, idari müşavir gibi.
MÜŞEVVİK bk. Tahrik ve teşvik.
MÜSRİF (muşril) (Es. H.) Vakıf malı muhafaza eden kimsedir. Bazı yerlerde «nazır» mânasına da kul-, lanılmaktadır.
MÜSRİF - 1 VAKF (müsrif - i vakf) (Es. H) Mütevellinin tasarrufunu murakabe altında bulundurmak üzere tâyin edilen kimsedir. Buna «nazır-ı vakf»da denir.
Maamafih müsrifin vazife ve salâhiyeti, bulunduğu yerin örf ve âdetine göre ihtilâf edebilir.
MÜŞTEHAT (muştahâl) (Es. H.) Erkeklik hissini tahrik edecek hale gelmiş olan kızdır.
MÜŞTEMİLÂT [aim. NebengebSude, Zubehör. — )r. accessoires, dependances. — ing. out houses, out. offices/.
Akar ve mesken halinde inşa edilmiş olan gayrimenkullerin kullanış maksatlarından herhangi birini tamamlıyan bina ve yapılardır: Binadan ayrı kömürlük, ahır, kümes, çamaşırlık gibi.
MÜŞTEREK BAHİS bk Piyango.
MÜŞTEREK BORÇLU [aim. Mitschuldner, Mit-verpflichteter. — fr. codibiteur, cooblige. — ing. co-debtor].
Bir borcun yerine getirilmesinde diğerleriyle birlikte mesul tutulan kimse demektir. İki kimsenin bir adamdan yüz lira Ödünç alması halinde bu iki kimse alacaklıya karşı müşterek borçlu mevkiinde bulunur ve alacaklı her birinden alacağının yarısını ister. Eğer eda mevzuu parçalara ayrılmıyan bir mala taallûk ediyorsa - bir halının veya bir atın tesliminde olduğu gibi • alacaklı edanın tamamen yerine getirilmesini her iki borçludan istiyebilir.
MÜŞTEREK DÂVA bk. Müşterek hak dâvası.
MÜŞTEREK FAİL (hemfiil) bk. Fail.
MÜŞTEREK HAK DÂVASI (müşterek davu) [aim. Gesamtklage. — fr. action collective}.
1) Şirket, Cemiyet, sendika gibi hükmi şahsiyeti haiz bir topluluğun kendine ait hakların temini ve menfaatlerin muhafazası için açtığı dâvadır.
2) [aim. gemeinschaftliche Klage. — fr. action intcntee par ou â plusieurs personnes simultanimcnt] Müddeabih olan hakkın veya borcun müşterek veya iştirak halinde bulunmasından veya akitten, veya kanuni mecburiyetten dolayı davacı ve dâva edilen sıfatiyle birlikte hareket eden kimselerin açtıkları veya kendilerine karşı açılan dâvadır (HMUK 43 vd).
MÜŞTEREK HÂKİMİYET [aim. Ko ndo minium. -fr. condominium. — ing. condominium].
Aynı arazi üzerinde iki devlet tarafından müştereken kullanılan salâhiyettir.
MÜŞTEREK HUKUK bk. Umumi hukuk.
MÜŞTEREK İLLİYET bk. İlliyet.
MÜŞTEREK MÜLKİYET [aim. Miteigentum, Bruchteilseigentum, Eigentum nach Bruchteilen. — fr. coproprieti. — ing. co-ownership. — lât. communio pro partibus indivisis}.
Bir malı birden ziyade kimselerin temellük etmeleri şekillerinden biridir ki bu kimselerden herbiri muayyen ve şayi' bir hissenin malikidir. Bu hissenin temlik ve terhini caiz olduğu gibi hissedarın borcundan dolayı haczi de kabildir. Ancak; mühim idari tasarruflar müşterek, mülkün yarısından fazlasına mâlik olan ve aded itibariyle de ekseriyeti teşkil eden hissedarların reyleri içtima etmedikçe yapılamaz. Müşterek mülkü temlik etmek veya üzerinde ayni bir hak kurmak veya intifa tarzını değiştirmek için kaide olarak, bütün hissedarların muvafakati şarttır.
Hissedarlardım herbiri müşterek menfaatler için diğer hissedarları temsil edebilir ve diğer hissedarların haklarıyle uygun oldukça müşterek maldan istifade eder ve onu kullanır (MK 623628).
Şayi' mülkiyet, şuyulu mülkiyet terimleri de aynı anlamda kullanılır, bk. İştirak halinde mülkiyet.
MÜŞTEREK NEHİRLER bk. Milletlerarası nehirler.
262 MÜŞTEREK SİGORTA — MÜTEKABİL DÂVA
MÜŞTEREK SİGORTA [aim. mehrfache Versi. eherung. — fr. assurance conjointe, coassarance. — ing. joint insurance].
Bir menfaat için birkaç sigorta şirketi tarafından aynı zamanda ve aynı tehlikelere karşı aktedilmiş sigorta. Sigorta mukavelelerinin bütünü ancak sigorta olunan menfaat değerine kadar muteberdir. Sigorta şirketlerinin her biri sigorta bedellerinin toplamına nazaran sigorta ettiği bedel nisbetinde mesul olur (TK 947).
MÜŞTEREKÜL MENFAA İDARE [aim. Regie-verwaltung. — fr. regie co-interessee. — ing. under state supervision with a joint interest].
Bir âmme hizmetinin emaneten ve fakat mütaah-hidi, hizmetin zararına iştirak ettirmeksizin ifasında, elde edilecek hasılattan istifade ettirmek suretiyle gördürülmesidir. Bu şeklin emanet suretiyle idareden farkı mütaahhide maktu bir ücret verilmiyerek hizmetin hasılatından mütehavvil bir surette istifade ettirilmesi ve imtiyazlı âmme hizmetlerinden farkı ise müteahhidin bir sermaye koymak ve bu suretle hizmetin ifasından hâsıl olabilecek zararlara katlanmak mecburiyetinde bulunmamasıdır.
MÜŞTERİ [aim. Kâufer. — fr. acheteur. — ing. buyer. — lât. emptor].
Satış akdinde satın alana denir.
MÜŞTERİLER [aim. Kundschaft, Kunden- — fr. clientele, achalandage. — ing. customers, clientelage, clientage]
Bir ticaret eviyle devamlı surette muamele yapan ve alışverişte bulunanlara denir.
Kanunlar, ticaret evlerini, müşterilerine yapılacak tecavüzlere karşı himaye eder. Bir tacirin müşterilerini kendisinden ayırmak için başka tacirlerin yaptıkları yolsuz hareketler «gayrı kanuni rekabet» telakki edilir.
Müşteri mefhumu « ticarethane » anlamına giren esaslı unsurlardan biridir (TK 59, 60; BK 48).
MUT'A (muta) (Es. H.) Mehr tesmiye olunmıyari ve duhul ve halvet vâki olmıyan mütallakaya verilen bir takım elbiseden ibarettir. Ve her beldenin örfüne göre değişir.
MÜTAADDİT SİGORTA bk. Çifte sigorta, kısmi sigorta, müşterek sigorta.
MÜTAAHHİT /aim. Unternehmer. — fr. entrepreneur. — ing. contractor, purveyer. — lât conductor operis/'
1 — Geniş mânada herhangi bir mükellefiyeti (her türlü edayı) üzerine alan kimsedir.
2 — bk. İstisna akdi.
MÜTAREKE [aim. Waffenstillstand. — fr. armistice. — ing. armistice. — lât. armistitium]. Muhariplerin muhasamata nihayet verme kararında olduklarını ve bo kararın ne suretle tatbik edileceğini tâyin ve tesbit eden, aynı zamanda askerî, siyasi veya iktisadi bir mukaveledir. Mütarekename yalnız askerî hareketleri alâkadar eden hükümler ihtiva ettiği zaman başkumandan tarafından resen akdedilebilir. Ayrıca siyasi veya iktisadi hususlara mütaallik hükümleri de ihtiva ettiği takdirde, mütarekenameyi imzalıyacak murahhaslar hususi bir salâbiyetnameyi haiz olmalıdırlar.
2 — (mutaraka) Nikâh-ı fasitte (mukarenet vaki olsa da olmasa da) tarafların ayrılmalarıdır.
MÜTEBÂYİAN (mutabâyi'ân) (Es. H.) Bayi ile müşteridir.
MÜTEBENNA (mutabnnnâ) (Es. H.) Tebenni' olunan, yani evlât edinilen çocuktur.
MÜTEBENNİ (mutabannî) (Es." H.) Tebenni eden yani nesebi malûm bir çocuğu evlât edinen kimsedir.
MÜTECAVİZ (aim. Angreifer.— fr. agresseur.— ing. aggressor].
Devletlerarası hukukuna göre meşru müdafaa dışında olarak diğer bir devlete silâhla tecavüz eden devletin durumudar.
Türkiye de dâhil olmak üzre (2357 ve 2358 No. K) on bir devlet tarafından kabul edilen 4 Temmuz 1933 tarihli Londra mukavelenamesine göre mütecaviz: diğer bir devlete harb ilân eden; silâhlı kuvvetleriyle harb ilân etmeksizin diğer bir devlet arazisini istilâ eden; kara, deniz veya hava kuvvetleriyle harb ilân etmeksizin diğer bir devlet arazisine, gemilerine veya tayyarelerine hücum eden; diğer bir devletin sahil veya limanlarını denizden abluka eden; arnzisinde teşekkül ederek diğer bir devletin arazisini istilâ eden silâhlı çeteleri himaye eden veya istilâ edilen devlet tarafından Vâki talebe rağmen bu çeteleri bilumum muavenet ve himayeden mahrum bırakmak için kendi arazisinde iktidarı dâhilinde olan bütün tedbirlerin ittihazından imtina eyliyen devlettir.
MÜTEDAHIL VERGİ (Bakaya) [aim. Steuerrâek-stânde. rûckstândige Şteuern.— fr. arrieres d'impöts.— ing. arrears of taxes, outstanding taxes].
Taallûk ettiği yıl içinde tarhedilemiyen veya tarh-edildiği halde tahsil olunamıyarak tedahülde kalan vergilere denir.
Mütedahil vergi tâbiri pek müstamel değildir. Bu tâbir yerine daha ziyade «bakaya» kelimesi kullanılmaktadır.
MÜTEDÂİYEYN (mutadaiyayn) (Es. H.) Müddei ile müdeaaleyhtir.
MÜTEDAVİL SERMAYE (aim. Betriebskapital.-fr. fonds de roulement. — ing. working capital].
Adi bütçe içinde idare olunan sınaî ve ticari müessese ve idarelerin iptidai maddeler ve malzeme satın alma bedellerile uzman ve işçi ücretlerini tedvir ve tesviye etmek üzere bütçelere konulan tahsisat (1050 No. K. 49). Katma bütçeli veya muhtar bütçeli olan ve çeşitli mahiyetler gösteren devlet işletme ve kurumlarına da (meselâ Üniversitelere) mütedavil sermaye verilmektedir.
MÜTEFERRIĞ (mutafarriğ) (Es. H.) Arazi-i memlekette mefruğ-un leh tâbirinin müradifidir. Ferağ akdiyle arz-ı memleketi teferruğ eden kimsedir.
MÜTEFEVVİZ (mutafavviz) (Es. H.) Arz-ı miriyi devletten tefevvüz eden kimsedir.
MÜTEHASİMEYN (mutahâşimayn) Husumetleşen müddei ile müddeaaleyhtir.
MÜTEKABİL DÂVA [aim. Widerklage, Gegen. klage.— fr. demande reconventionnelle. — ing. counterclaim; cross-action].
MÜTEKABİL DÂVA - MÜTESELSİL ALACAKLILAR 263
Hukuk muhakemeleri usulünde: Davacının açtığı dâvaya karşı bu dâva ile beraber halledilmek üzre dâva edilen tarafından açılan dâvadır. Takas ve mahsup talebinden başka mütekabil dâva asli dâvaya murtabıt ise tetkik ve kabul olunur (HMUK 203-207).
Ceza muhakemeleri usulünde: şahsi dâva yoluyla takip edilen dâvalarda suçlu tarafından davacı aleyhine mütekabil suç isnadı suretiyle açılan dâvadır (CMUK 357).
Aynı anlamda «mukabil, karşılıklı dâva» terimi de kul lanı (maktadır.
MÜTEKABÎLÎYET(karSıbk)ESASİ. {aim. Gegen. seitigkeitsgrundsatz. — fr. principe de reciprocite. — İng. rale of. reciprocity].
Bu esas, bir devlet ülkesinde oturan ecnebiler hakkında o devlet tarafından tatbik edilecek usulün karşılıklı olacağını ifade eder. Bu karşılık siyasi, teşrii ve yerlilerle müsavat şekillerinde olur.
Siyasi karşılık: ecnebilerin ancak siyasi bir muahede ile kendilerine tanınan hakları haiz olmasıdır. Şu şartla ki bu hakları tanıyan devletin tebaasına diğer devlet de aynı hakları tanımış olsun.
Teşrii veya fiilî karşılık: bir devletin memleketteki ecnebilere, vatandaşlara mahsus hakları bir kanun ile veya fiilen temin etmesidir. Şu şartla ki o devletin tebaasına ecnebi devletlerce de aynı haklar verilmiş olsun.
Yerlilerle müsavat: ecnebinin tebaaya mahsus.hakları bihakkın haiz olmasıdır. Bu şekilde siyasi veya teşrii karşılık aranılmaz.
Bir ecnebi d evlef~ tebaasının Türkiyede medeni haklardan istifade etmeleri için Türklerin de müteka-bilen o ecnebi devlet memleketinde aynı haklan haiz olması esasini kabul ettiğimizden ve bu esasın tatbiki zımnında bir devletle akdedilecek muahede T.B. M. M.nin tasdiki ile tamam olabileceğinden sistemimiz hem siyasi, hem teşrii karşılık şeklindedir.
MÜTEKABİL RİAYET HAKKI [aim. Recht aaf Achtang. — fr. respect mutuel. — ing. mutual respect]. Devletin asli haklarındandır. Her devletin anayasası ve kanunları ile - bunlar devletler umumi hukukuna aykırı olmamak şartıyla - vücut bulan haklarına diğer devletlerce riayet olunur. Bir devletin ecnebi memleketlerdeki elçilerine riayet edilmek o devlet için bir haktır. Siyasî mümessillere riayetsizlik bazan bir harp sebebi olabilir. Cezayir şehrindeki Fransız konsolosuna 1830 senesinde yapılmış olan hareket bu şehrin Fransa tarafından işgaline sebep ve fırsat teşkil etmiştir.
MÜTEKABİL SİGORTA [aim. wechselseitige Versicherung. — fr. assurance reciproque. — ing. re. ciprocal insurance].
Karı kocadan birinin ölümü halinde sağ kalana muayyen bir miktar para verilmek üzere yapılan sigortadır (TK 997 vd).
MÜTEKABİL YARDİM [aim. gegmseitige ünler, stützung. — fr. assistance mutuelle, — ing. mutual assistance, mutual help, mutual support].
Karşılıklı yardım misakiyle birbirlerine yardımı taahhüt etmiş olan devletlerden, birinin tecavüze mâruz kalması halinde diğer âkidin veya akitlerin bu taahhütlerini yerine getirmeleridir.
MÜTEKELLİM ALEL-VAKF (mutakalllmW'I-vakf) (Es. H.) Mütevelli demektir.
MÜTELÂHIME (mütalâbima) (Es. H.) Bir yaradır ki deri ile beraber epeyce de et kesilmiş olur. Hükmü; hükümet-i adildir.
MÜTEMADİ SUÇ [aim Dauerverbrechen, Dau-erdelikt. — fr. delit continu].
Failin harekete geçmesiyle hitam bulmıyarak, icrası bir müddet uzıyan suçtur: Kanuna muhalif olarak bir kimseyi tevkif ve hapsetmek, «memnu silâh taşımak gibi.
MÜTEMMİM CEZA bk. Ceza.
MÜTEMMİM CÜZÜ [aim. wesentlicher Bestand-teil. — fr. partie integrante. — ing. essential (integral) component part].
Mahallî örfe göre, bir şeyin daimi olarak esaslı bir unsurunu teşkil eyliyen ve telef, tahrip veya tağyir edilmedikçe ayrılması kabil olmıyan cüzülere denir.
Mütemmim cüzüler asıl Şeyin tâbi olduğu hukuki hükümlere tabidirler. Meselâ, bir binada kurulmuş bulunan kalorifer ve su tesisatı, bir damın kiremitleri bir divarın tuğlaları bir binadan tahripsiz ayrılmıyan, yahut ayrıldıkları takdirde tesis ve inşa gayretlerinin ziyama vesile olan makinalar gibi (MK 619)
MÜTEMMİM YEMİN bk. Yemin.
MÜTENAZİAYN (mutaııazi'ayrO (Es. H.) Nizala-şan müddei ile müddeaaleyhtir.
MÜTERAFİÂN (mutarâLStı) (Es. H.) Huzur-u bakimde duruşarak dâvalarını hâkime arz-eden müddei ile müddeaaleyhtir.
MÜTERAKKİ VERGİ bk. Mütezayit vergi.
MÜTESADDIK (mutaşaddik) (Es. H) Sadaka veren kimsedir.
MÜTESADDAKUN ALEYH (mutaşaddikun 'alayh) (Es. H.) Sadakayı kabul eden kimsedir.
MÜTESARİ ÜL -FESAT Çabuk bozulan şeyler demektir: el, balık, taze sebze ve meyveler, gibi (TK 712 f 3).
.MÜTESAVÎYEN İNTİKAL (mutasâviyan intikâl) (Es". H.) İntikal sahiplerinin erkek ve kadınlarına arz-ı mirinin ikili.birli olarak değil dc müsavi bir surette geçmesidir.
MÜTESEBBÎP (nıutasabbib) (Es. H.) Bir şeyin husulüne sebep olan fiili vücuda getiren kimsedir: Birinin tarla ve bahçesinin suyunu haksız olarak kesip mez/uatın telefine veya ahırının kapısını açıp da içindeki hayvanın kaçmasiyle zayi' olmasına, yahut kafesin kapısını açıp da içindeki kuşun uçmasına sebebiyet veren kimse gibi.
MÜTESELSİL ALACAKLILAR [aim. Gesamtglâa-biger (Al); SolidarglSubiger (Is.) — fr. creanciers soli-daires. — ing. joint creditors. — lât. correi; in solidam creditores].
Bir alacağın tamamının birden ziyade kimseler tarafından, taleb edilebilmesi halidir. Burada her alacaklı diğerinden müstakil olarak aynı borçludan muta-
264
MÜTESELSİL ALACAKLILAR - MÜZAKERE
lebede bulunabilir. Fakat borçlu bu alacaklılardan herhangi birine borcunu öderse alaeak sakıt olur (BK148). Alacaklılar arasındaki teselsül bir mukaveleden doğar, fakat bazen bu mahiyetteki bir teselsüle kanunun vücut verdiği de vardır. (BK 259 f 2, 391).
MÜTESELSİL BORÇLULAR [aim. Gesamtschuld-ner (Al.); Solidarschuldner (ît.) .— fr. debitears soli, daire». — İng. joint debtor*. — lât. correi; in solidum debitores]
Kanun hükmüne göre alacaklıya karsı herbiri boreun tamamından mesul olmayı iltizam ettiklerini beyan eden birden ziyade kimseler arasında «teselsül» vardır (BK 141 f 1). Fakat, bazan borçlular arasında teselsüle kanun dahi vücut verir (BK 179, 302, 395 f 2, 469). Boreun' tamamen ifasına kadar bütün borçlular alacaklıya karsı bağlı kalırlar. Müteselsil borçlulardan hiçbiri hilâfına bir anlaşma bulunmadıkça, kendi fiili ile diğerlerinin vaziyetini, ağırlaştıramaz. Şu halde, müteselsil borçlulardan birinin faiz nispetini yükseltmesi veya vâdeyi kısaltması diğeılerine karşı müessir olmaz (BK144; TK 642).
müteselsil kefil bk. Kefil.
MÜTESELSİL MESULİYET [aim. gesamtschuld-nerische Hajtung (AL); Solidarhaftung (/s.). — fr. responsabilite solidaire. — ing. joint liability].
Birden ziyade kimselerin bir zararın tamamından ayrı ayrı mesul tutulmaları halidir. Birden ziyade kimselerin birlikte bir zarara meydan vermeleri halinde bunların hepsi müteselsilen mesul tutulur (BK 50). Fakat, bu madde hükmüne girmemekle beraber, birden ziyade kimselerin aynı zarardan dolayı mesul tutuldukları haller pek çoktur.
MÜTESELSİL SUÇ [aim. fortgeaetztes Verbre-chen, Sammelvergehen. — fr. delit continue],
Herbiri müstakil birer suç olduğu halde, suç işleme kararındaki birlik ve kanunun aynı hükmünün ihlâl edilmesi göz önünde tutularak tek suç sayılan fiillerdir. Bu mütaaddit suçların tek suç sayılmaları dolayısıyla suçlu hakkında içtima hükümleri tatbik olunmaz, fakat ceza, kanunun gösterdiği nispet (CK 80) dairesinde artırılır.
MÜTEVALl TESLİM MUKAVELESİ [aim. Suk. zessivlieferungsvertrag. — fr. contrat de livraison â execution Successive. — ing., contract for successive performance].
Tek bir mukaveleye istinaden muayyen bir bedel mukabilinde ve muayyen veya .sonradan tâyin edileeek miktar ve mehillerde mal teslimine ait alım satım mu-kavelesidir.
MÜTEVELLİ (mulavallî) Vakıf işlerini görmek için tâyin olunmuş olan kimsedir. Mütevelli olması hakkında vâkıf taralından bir şart dermeyan olunmıyan veya meşrut-un lehi münkariz olup da hâkim tarafından nasbolunan mütevelliye «mansup mütevelli»(uif nşüb muta-valli) denir.
MÜTEZAYİT VERGİ [aim. progressive Steuer, progressive Besteuerung. — fr. imp öt progressif.— ing. progressive taxation].
Vergiye matrah olan irat veya servetin miktarı yükseldikçe nispeti de yükselen vergilere «mütezayit» veya «müterakki» vergi denir.
İki türlü mütezayit vergi vardır:
a) Basit mütezayit vergi: matraha göre yükselen nispet tek olur. Meselâ : bin liraya kadar yüzde beş, bin liradan fazlası için tamâmından yüzde altı vergi alınması gibi.
b) Mürekkep mütezayit vergi: Matraha göre nispet yükselir ve değişirse de, her grupta kendi nispeti muhafaza olunur. Bin liraya kadar yüzde beş, bin liradan yukarı yüzde altı vergi olsa bin beş yüz lira matrahın
. . 1000X5 , 500x6 vergisi —— + 1fın— = 80 lira olmak lâzım gelir.
100
MÜTTEHEM Eski «Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye» kauuuu hükmünce bir cinayet maznununun, müstantiklikten verilen «cinayetle lüzum-u muhakeme kararı» mafevki olan «heyeti ittihamiye» tarafından kabul ve tasdik olunduğu veya başka yoldaki kararı bu şekilde tadil ile cinayet mahkemesine sevk edildiği takdirde tanzim olunan «ittiham mazbatası» ndan itibaren cinayet mahkemesince muhakemesi sonuna kadar, taşıdığı addır.
MUVACEHE (Yüzleştirme) [aim. Gegenaberstel-lung, Konfrontation. — fr. confrontation. — ing. con. frontation].
Dâva ile alâkalı kimselerin (davacı, müddeaaleyh, maznun, şahit gibi) birbirlerile yüzleştirilmesidir (CMUK 54; HMUK 233, 265).
MÜVÂDEA (muvSdaca)(Es.H.) Mütareke demektir. Müsalaha ve müsalemet yerinde de kullanılır.
MÜVEKKEL-ÜN BİH (muvakknlun bih) (Es. H.) Vekile teffiz olunan iş demektir.
MÜVEKKİL [aim. Auftraggeber. — fr. mandan d.— ing. client, mandator.— lât. mandator].1 — Başkasına vekâlet vermiş olan kimsedir.
2 — (muvakkil) (Es. H.) İşini bir kimseye tefviz eden ve o kimseyi o işte kendi yerine ikame eden kimsedir.
MÜVELLÂ (muvallâ) (Es. H.) Bir kazada vaki' bazı muayyen dâvaları o kaza hâkiminin görmesinde mahzur veya mâni' bulunduğu surette yalnız mezkûr dâvaları istima ve fasletmek üzere tâyin olunan hâkimdir.
MÜVERRİS (muvarriş) bk. Tevris.
MÜZAHARET-I ADLİYE bk. Adlî müzaharet.
MÜZAKERAT RUZNAMESl bk. Ruzname.
MÜZAKERE (görüşme) [aim. Beratung, Verhand-lung (en). — fr. deliberation, debat, negociation (s).— ing. debat (s), negotiation (s), discussion (s) ].
1 — Bir mesele hakkında karar vermeden evvel karar verecek kimseler arasında görüşlerin ortaya atılmasıdır. Kazai salâhiyeti haiz heyetlerde müzakere gizli yapılır (HMUK 382-385; CMUK 382, 383).
Teşriî meclislerde müzakere, aksine karar verilmedikçe, alenan yapılır (Anayasa 20).
2 — Bir hukuk muamelesinin veya bir mukavelenin yapılmasında tarafların veya taraflardan yalnız bitinin
MÜZAKERE — NAFİA VEKÂLETİ
265
hukuki muamelenin veya sözleşmenin muhtevasını hazırlayıcı mahiyette olmak üzere tahriklerde veya beyanlarda bulunmalarıdır.
Müzakereler hukukan ehemmiyeti haizdir. Umumiyetle böyle müzakereler açmak ve konuşmalara girişmek, tarafları hüsnü niyet kaidelerine uygun hareket tarzları ihtiyarına ve önemli sayılan ve normal ]ş münasebetlerine göre, karşı tarafça bilinmesine 'mkân bulunmıyan hal ve şartları bildirmeğe mecbur kılar. Bu vazifelerin yerine getirilmemesi halinde karşı taraf için zarar ziyanın tazminini istemek hakkı doğar. Bu tazminat mübadeleleri ya akdin yerine getirilmemesi veyahut haksız fiil ile izrar esaslarına dayanır (BK. 2, 22, 213, 41, 96, 192; TK 950j.
MÜZARAA (rauzâra'a) (Es. H.) Bir taraftan arazi ve diğer taraftan amel (yani ziraat) olarak ve hasılat beyinlerinde taksim olunmak üzere bir nevi şirkettir.
MÜZAYEDE bk. Artırma ve eksiltme.
MÜZAYEDE İLE SATIŞ /a/m. Auktion; Verkauf durch Versteigerung, öffentlicher Verkauf an den Meistbietenden. — fr. vente aux encheres. — ing. sale by auction}.
Bir malın en çok arttırana verilmek üzere herke-
sin iştirak edebileceği surette satışa çıkarılmasıdır (BK 225 - 231; MK 633; İc If K 114 - 116, 123 - 136: HMUK 570, 571).
MÜZAYEDEYE FESAT KARIŞTIRMAK [aim. Abhalten vom Bieten (bei öf fent lichen Versttigerun. gen). — fr. entrave â la lib erte des encheres. — ing. impidine the liberty .of auction].
Müzayedelerin doğru ve normal seyrini cebir, tehdit, menfaat vâdi veya kabulü gibi, kanuna veya ahlâka aykırı müdahalelerle bozmak ve şaşırtmaktır.
Fesat karıştırılan müzayedelere karşı ilgililerce mahkeme nezdinde itiraz olunabilir. (BK 226; CK 366 -368; Artırma ve Eksiltme K 70, 72).
MÜZEKKt (muzakkİ) (Es. H.) Şahitleri tezkiye için hâkim tarafından intihap olunan kimsedir.
MÜZE [aim. Museum. — fr. musee. — ing. mu. seum].
Antika eserlerin nevilerine güre düzene konularak muhafaza ve teşhir edildiği yerlerdir (1 Mayıs 1305/1889 tarihli Müzeler Nz: 15 Hazir n 1333 tarihli Nakışlı Eserler ve Asarı Nakşiyeye Mahusus Nz).
N
NAFAKA i — lulm. Unterhalt, Alimenle.— fr ali-ments, pension alimentaire, dette alimentaire. — ing. maintenance, subsistence, allowance. — lât. alimenta]. Nafaka zaruret jçinde bulunan kimseye nakdi ve istisnai hallerde ayni olmak üzeri yapılan yardımdır. Bir kimsenin kimlerden nafaka istiyebileceğini kanun tâyin eder (MK 315).
2 — (Nafaka) (Es. H) Nafaka lügat bakımından kişinin iyaline yani beslemeğe mecbur olduğu kimselere infak ettiği nesnedir. Istılahta yiyecek, giyecek şeylerle meskenden ibarettir.
NAFAKA-1 EKARİP (nafaka-i akârib) (Es. H.) Usul ve füru ve havâşi nafakalarıdır.
NAFAKA-1 IDDET (nafuk-i-'iddad) (Es.H.) Kadının ıddeti içinde lâzım gelen nafakadır. Çünki koca boşa-dığı karısını ıddeti bitinceye kadar intakla mükelleftir.
NAFAKA-1 MAKZlYE (nafaka-i makziyya) (Es. H.) Hâkim tarafından takdir olunan nafakadır.
NAFAKA-1 MARZİYE (ııafaka-i nıarziyya) (Es. H.) Men-leh-ün nafaka, yani nafaka alacaklısı ile men-aleyh-in nafaka, yani nafaka borçlusunun rızalariyle aralarında kararlaştırdıkları nafakadır.
NAFAKA-1 MEFRUZA (nafaka-i mafrüza) (Es. H ) Kaza veya rıza ile takdir ve tâyin olunan nafaka demektir.
NAFAKA-1 MEM ALİK (nafaka-i mamâUk) (Es. H.) Köle ve cariye nafakaları demektir.
NAFAKA-1 MUACCELE (nafaka-i muaccele) (Es. H.) İşlemeden verilen nafakadır. Meselâ koca baş-
ka bir mahalle giderken karısının bir senelik nafakasını birden verse bu nafaka-i muacceledir.
NAFAKA-1 MÜSTEDÂNE (nafaka-i nıustadâna) (Es.H) Borç ile tedarik olunan nafakadır. Veresiye mal almakla olabileceği gibi ödünç para almakla dahi olur.
NAFAKA MÜKELLEFİYETİ [aim. Unterhalts-pflicht, Alimentationspflicht. — fr. action en demande de pension alimentaire. — ing. duty to furnish maintenance, duty as to maintenance].
Muhtaç karı ve kocanın birbirini, ana ve babanın küçük çocuklarını, usulün füruu ve füruun usulü, refahta olan kardeşin kardeşlerini zarurete düştükleri halde infak ve onlara muavenet etmek mecburiyetidir.
NAFİA (Bayındırlık) İŞLERİ [aim. öffentliche Arbeiten. — fr. travaux publics. — ing. public works}.
Devlet, vilâyet, belediye ve devlet müesseseleri nam ve hesabına, umumun menfaati için yapılan bir* takım işlerdir. Bu işlerin mevzuunu gayri menkullerin inşası, işletilmesi, tamiri ve muhafazası teşkil eder. Nafıa işlerinin bariz vasfı, istisnai bir hukuk rejimine tâbi olmalarıdır. Bu rejimin neticesi olarak nafıa işlerinin kolaylıkla yapılabilmeleri için, «menafii umumiye namına istimlâk» kaidesi cari olur.
NAFİA VEKÂLETİ (Bayındırlık Bakanlığı) (aim. Ministerium der Offentlichen Arbeiten. — fr. Mints, tere des travaux publics. — ing. Ministry of Public Works].
Devlet teşkilâtı içinde ve bir Bakanın emir ve idaresi altında, memleketin imarına ve ticari, iktisadi inkişafına ve içtimai kaynaşmasına hizmet eden ve devlet
MÜZAKERE — NAFİA VEKÂLETİ
265
hukuki muamelenin veya sözleşmenin muhtevasını hazırlayıcı mahiyette olmak üzere tahriklerde veya beyanlarda bulunmalarıdır.
Müzakereler hukukan ehemmiyeti haizdir. Umumiyetle böyle müzakereler açmak ve konuşmalara girişmek, tarafları hüsnü niyet kaidelerine uygun hareket tarzları ihtiyarına ve önemli sayılan ve normal ]ş münasebetlerine göre, karşı tarafça bilinmesine 'mkân bulunmıyan hal ve şartları bildirmeğe mecbur kılar. Bu vazifelerin yerine getirilmemesi halinde karşı taraf için zarar ziyanın tazminini istemek hakkı doğar. Bu tazminat mübadeleleri ya akdin yerine getirilmemesi veyahut haksız fiil ile izrar esaslarına dayanır (BK. 2, 22, 213, 41, 96, 192; TK 950j.
MÜZARAA (rauzâra'a) (Es. H.) Bir taraftan arazi ve diğer taraftan amel (yani ziraat) olarak ve hasılat beyinlerinde taksim olunmak üzere bir nevi şirkettir.
MÜZAYEDE bk. Artırma ve eksiltme.
MÜZAYEDE İLE SATIŞ [aim. Auktion; Verkauf durch Versteigerung, öffentlicher Verkauf an den Meistbietenden. — fr. vente aux encheres. — ing. sale by auction}.
Bir malın en çok arttırana verilmek üzere herke-
sin iştirak edebileeeği surette satışa çıkarılmasıdır (BK 225 - 231; MK 633; lc If K 114 - 116, 123 - 136: HMUK 570, 571).
MÜZAYEDEYE FESAT KARIŞTIRMAK [aim. Abhalten vom Bieten (bei öf fent lichen Versteigerun. gen). — fr. entrave â la lib erte des encheres. — ing. impidine the liberty .of auction}.
Müzayedelerin doğru ve normal seyrini cebir, tehdit, menfaat vâdi veya kabulü gibi, kanuna veya ahlâka aykırı müdahalelerle bozmak ve şaşırtmaktır.
Fesat karıştırılan müzayedelere karşı ilgililerce mahkeme nezdinde itiraz olunabilir. (BK 226; CK 366 -368; Artırma ve Eksiltme K 70, 72).
MÜZEKKt (muzakkİ) (Es. H.) Şahitleri tezkiye için hâkim tarafından intihap olunan kimsedir.
MÜZE [aim. Museum. — fr. musee. — ing. mu. seumj.
Antika eserlerin nevilerine güre düzene konularak muhafaza ve teşhir edildiği yerlerdir (1 Mayıs 1305/1889 tarihli Müzeler Nz: 15 Hazir n 1333 tarihli Nakışlı Eserler ve Asarı Nakşiyeye Mahusus Nz).
N
NAFAKA i — lulm. Unterhalt, Alimente.— fr ali-ments, pension alimentaire, dette alimentaire. — ing. maintenance, subsistence, allowance. — lât. alimenta}. Nafaka zaruret jçinde bulunan kimseye nakdi ve istisnai hallerde ayni olmak üzere yapılan yardımdır. Bir kimsenin kimlerden nafaka istiyebileeeğini kanun tâyin eder (MK 315).
2 — (Nafaka) (Es. H) Nafaka lügat bakımından kişinin iyaline yani beslemeğe mecbur olduğu kimselere infak ettiği nesnedir. Istılahta yiyecek, giyecek şeylerle meskenden ibarettir.
NAFAKA-1 EKARİP (nafaka-i akârib) (Es. H.) Usul ve füru ve havâşi nafakalarıdır.
NAFAKA-1 İDDET (nafuk-i-'iddad) (Es.H.) Kadının ıddeti içinde lâzım gelen nafakadır. Çünki koca boşa-dığı karısını ıddeti bitinceye kadar infakla mükelleftir.
NAFAKA-1 MAKZİYE (nafaka-i makzivya) (Es. H.) Hâkim tarafından takdir olunan nafakadır.
NAFAKA-1 MARZtYE (ııafaka-i ınarziyya) (Es. H.) Men-leh-ün nafaka, yani nafaka alacaklısı ile men-aleyh-in nafaka, yani nafaka borçlusunun rızalariyle aralarında kararlaştırdıkları nafakadır.
NAFAKA-1 MEFRUZA (nafaka-i mafrüza) (Es. H ) Kaza veya rıza ile takdir ve tâyin olunan nafaka demektir.
NAFAKA-1 MEM ALİK (nafaka-i mamâUk) (Es. H.) Köle ve cariye nafakaları demektir.
NAFAKA-1 MUACCELE (nafaka-i muaccele) (Es. H.) İşlemeden verilen nafakadır. Meselâ koca baş-
ka bir mahalle giderken karısının bir senelik nafakasını birden verse bu nafaka-i mnaeeeledir.
NAFAKA-1 MÜSTEDÂNE (nafaka-i nıusladSna) (Es.H) Borç ile tedarik olunan nafakadır. Veresiye mal almakla olabileceği gibi ödünç para almakla dahi olnr.
NAFAKA MÜKELLEFİYETİ [aim. Unterhalts-pflicht, Alimentationspflicht. — fr. action en demands de pension alimentaire. — ing. duty to furnish maintenance, duty as to maintenance/.
Muhtaç karı ve kocanın birbirini, ana ve babanın küçük çocuklarını, usulün füruu ve füruun usulü, refahta olan kardeşin kardeşlerini zarurete düştükleri halde infak ve cnlara muavenet etmek mecburiyetidir.
NAFİA (Bayındırlık) İŞLERİ [aim. öffentliche Arbeiten. — fr. travaux publics. — ing. public works}.
Devlet, vilâyet, belediye ve devlet müesseseleri nam ve hesabına, umumun menfaati için yapılan birtakım işlerdir. Bu işlerin mevzuunu gayri menkullerin inşası, işletilmesi, tamiri ve muhafazası teşkil eder. Nafıa işlerinin bariz vasfı, istisnai bir hukuk rejimine tâbi olmalarıdır. Bu rejimin neticesi olarak nafıa işlerinin kolaylıkla yapılabilmeleri için, «menafii umumiye namına istimlâk» kaidesi cari olur.
NAFİA VEKÂLETİ (Bayındırlık Bakanlığı) [aim. Ministeriam der Offentlichen Arbeiten. — fr. Minis, tere des travaux publics. — ing. Ministry of Public Works}.
Devlet teşkilâtı içinde ve bir Bakanın emir ve idaresi altında, memleketin imarına ve ticari, iktisadi inkişafına ve içtimai kaynaşmasına hizmet eden ve devlet
266
NAFÎA VEKÂLETİ - NAKLİYAT RESMÎ
daire ve müesseselerine ait her türlü bina ve inşaatın ve Türk mimarisinin tarzını tayin ve birlik temin eyle mek, umumi ve hususi kanunların tahmil eylediği diğer işleri yapmakla mükellef Bakanlıktır. (Nafıa Vekâletinin Teşkilât ve Vazifelerine Dair K.)
NAFIA VE MALİYE DAİRESİ Devlet Şûrasının 1324 tarihli teşkilâtta ayrıldığı dört daireden biridir. Bu daire, nafıa ve maliye ile buna bağlı işler hakkındaki kanun ve nizamname lâyihalarını tetkik eder, ha.
zırlar ve bu işler hakkında istişari mahiyette reyler verirdi.
Bu daire 1925 tarihli, teşkilâtta da Maliye ve Nafıa Dairesi adiyle muhafaza edilmiş ve son teşkilâtta dairelerin unvanları kaldırılarak birer numara alması üzerine bu dairenin yerine vazifesi daha genişlemiş olan Üçüncü Daire kaim olmuştur (Şûrayı Devlet ~K.)
NAHİYE (Bucak) [aim. Siadtbezirk, kleinster Verwaltungsbezirk. — fr. canton. — ing. township, sub-districtf.
Ülkenin idari taksimat derecelerinin üçüncüsü ve en küçüğüdür. Kaza gibi nahiye de sadece ülkenin merkeziyet bakımından idari taksimatının bir cüzünü teşkil eder. Hükmi şahsiyeti ve muhtariyeti yoktur. Nahiye mıntakası bir veya birçok köyleri ihtiva edebilir (Anayasa 89).
NAHİYE MECLİSİ 1292 tarihli «İdare-i Nevahi Nizamnamesi» ile her nahiye dairesinde ihdas edilen dörtten sekize kadar seçilmiş azadan mürekkep meclistir. Nahiye halkı Müslüman ve Hırıstiyanlardan mürekkepse meelis azasının yarısı Müslüman ve yarısı Hıristiyan olmak lâzımdı.
NAHİYE MÜDÜRÜ [aim. Bezirksvorsteher. — fr. directeur du canton. — ing.*governor of a sub-district or township].
Nahiyenin idare âmiridir. Nahiye müdürü kaymakamın madunu olan bir merkez memurudur.
NAİP 1 — bk. İstinabe.
2 — (na'ib) (Es.H.) Haiz olduğu salâhiyete binaen hâkimin, vazifesine mütaallik işlerde nasbettiği kimsedir.
NAKDİ TEMİNAT [aim. Barkaution, Barsicher-heît. — fr. garantie pecuniaire,— ing. pecuniary warrant (or guaranty)].
Hükümete ve hükümet daire ve müesseselerine karşı deruhte edilen herhangi bir hizmetin yapılmasını temin için, cezai şart mahiyetinde ve tahmin edilen bedelin veya ihale bedelinin kanunla muayyen nispeti tutarınca depozito olarak yatırılan paralarla, müteahhitlere istihkakına mahsuben peşin ve avans olarak ve-rilen paralara mukabil aynı miktarda tevdi edilen ve kezalik bu paranın karşılığını temin maksadiyle hazineye irat kaydedilen tedavüldeki akçalardır. Nakit teminatı devlet taahhütleri ve avans tediyeleri hakkında olduğu gibi ticaret ve borçlar hukukuna ve Medeni Kanuna ve usul kanunlarına göre mahkemelere karşı da gösterilebilir.
NAKIS BORÇLAR [aim. unvollkommene Verbind. lichkeiten, Naturalobligationen. — fr. obligations im-parfaites. — ing. unperfect obligations, — lât. obligations imperfectae, natarales obligationes].
Kanunun alacaklıya dâva ve takip hakkı vermediği borçlardır. Fakat bu mahiyetteki bir borç ifa edilirse geri alınamaz (BK 504, 505).
NAKIS TEŞEBBÜS bk. Teşebbüs
NAKIS TRAMPA AKİTLERİ bk. Akid.
NAKİL VASITALARI [aim. Fahrzeuge. — fr. moyens de transport. — ing. means of transport].
Karada işleyen nakil vasıtaları için hemen bütün medeni memleketlerde kabul edilmiş bulunan bir esas, nakil vasıtasile bir zarara sebebiyet verilmesi halinde yalnız onu kullanan kimsenin değil, aynı zamanda nakil vasıtasının işleticisinin de mal en mes'ul tutulmasıdır.
Bunun için de tasavvur nazariyesi değil, hasar nazariyesi göz önünde tutulmak suretile işleticinin kusuru bulunup bulunmadığına bakılmaksızın zarar ve ziyanı tazmine mahkûm tutulur.
Sularda veya sabit raylara tabi olmaksızın karada motor kuvvetile hareket eden nakil vasıtalarına «motorlu nakil vasıtası» [aim. Kraftahrzeug. — fr. (vehi-cule) automobil — ing. motor vehicle), denir.
NAKİT bk. Para.
NAKL-1 ŞAHADET bk. Kitapı hükmi..
NAKLİYAT [aim. Beförderung, Transport, Fracht. geschöft. — fr. transports. — ing, carriage, transports, forwarding].
İnsan veya eşyanın demiryolu, gemi, araba, hayvan, tayyare gibi vasıtalarla bir yerden başka bir yere taşınmasıdır. Hukuk bakımından kıymeti olan nakliyat bir mukaveleye müsteniden yapılanıdır. Üç kısma ayrılır:
1 — Kara nakliyatı: [aim. Landfrachtgeschâft.— fr. transport par terre. — ing. carriage by landf bir ücret mukabilinde ve nakliye mukavelesine göre karada, göl ve nehirlerde yapılan nakliyattır. Nakli üzerine alan kimseye «nakliyeci» veya « nakliye müteahhidi » [aim. Frachtfiihrer. — fr. voiturier. — ing. carrier] denir. Nakliye mukavelesi hiç bir şekle bağlı değildir. Bununla beraber gönderen, nakliyeciye isteği üzerine iki nüsha olarak bir «nakliye senedi» vermiye mecburdur (TK 887 vd; BK 431 vd).
Demiryolları ile nakliyatta, demiryolları işletme nizamnameleri tatbik olunur (TK 931).
2 — Deniz nakliyatı bk. Navlun mukavelesi.
3 — Havada nakliyat bk. Hava nakliyatı.
NAKLİYAT SİGORTASI [aim. Transportversiche-rnng. — fr. assurance de transport. — ing. insurance against risks of carriage].
Bir yerden başka bir yere taşınan eşyanın yahut bu eşyayı taşıyacak olan vasıtalar ile umumi olarak nakliye malzemesinin uğrıyebilecekleri maddî zararlara ve kayıplara karşı akdolunan sigortadır. Otomobiller hakkında yapılmakta olan sigortalar o kadar tekemmül etmiştir ki, nakliyat sigortası poliçesi bazı hallerde «her türlü riziko» poliçesi şeklinde ortaya çıkmakta ve hem eşya sigortası, hem de mesuliyet sigortası ve hem de eşhas sigortası olarak teminat teşkil etmektedir (T K 983 - 988).
NAKLİYAT RESMİ /(z/m, Transportsteuer, Beför-derungssteuer, Verkehrssteuer. — fr. impöt sur le transport].
NAKLİYAT RESMİ - NAVLUN MUKAVELESİ
267
Gerek devletçe, gerek şirketler ve eşhas tarafından muayyen tarifeye göre seyrüsefer ettirilen şümen-düfer, tramvay ve tünel ile deniz nakliyatında vapurla seyahat eden yolcuların bilet paralarından mevkilere göre farklı bir nispette alınan ve nakliye kumpanya veya idareleri tarafından hazineye yatırılan bir vergidir.
NAKLİYECİ bk. Nakliyat.
NAKLİYE KOMtSYONCUSU /aim. Spediteur. — fr. commissionaire de transport. ing forwarding agent, carrier J.
Kendi namına ve bir müvekkil hesabına emtia naklettirmeyi kendisine meslek edinen kimselere denir (TK 879 vd; BK 447 vd).
NAKLİYE MUKAVELESİ bk. Nakliyat.
NAKLİYE MÜTEAHHİDİ bk. Nakliyat.
NAKLİYE SENEDİ /aim. Frachtbrief. - fr. lettre de voiture. — ing. letter of carriage; way bill].
Eşya naklinde, eşyayı gönderen tarafından iki nüsha olarak kanunda yazılı şekilde tanzim ve nüshalardan biri gönderen tarafından, diğeri nakliyeci tarafından imza edilen senettir. Nakliye senedi emre veya hâmile muharrer ise nakliyecinin imza etmiş olduğu senedin cirosu veya teslimi eşyanın mülkiyetini nakleder (TK 890 vd). Buna «irsaliye mektubu» da denir.
NAKZ bk. Bozma,
NAMA MUHARRER SENETLER bk. Nama yazılı senetler.
NAMA YAZILI SENETLER [aim. Namenspapiere, Rektapapiere. — fr. titreş nominatif s. — ing.. personal shares, registered shares (not to the bearer). ]
Muayyen bir şahsın adına yazılı olan ve ancak usulüne uygun olarak devrolunabilen kıymetli evraktır.
NAM-I MÜSTEAR [alnı. Pseudonym. — fr. pseu-donyme. — ing. pseudonym],
1 — Bir şahsın sanat, edebiyat, ticaret hayatında yahut faaliyette bulunduğu herhangi bir işde hüviyetini gizlemek için ihtiyaryile seçtiği nama denir.
2 — (nâmı musta'âr) (Es.H ) Ariyet isim ve nam demektir. Bir senette bir kimsenin adına yazılı alacak hakkında o kimsenin «bâ senet filân kimse zimmetinde olan şu kadar kuruş alacak her ne kadar senette benim namıma yazılı ise de o para filânındır, senetteki ismim müsteardır» demesinde olduğu gibi.
NAMZET bk. İkame; namzetlik.
NAMZETLİK (Adaylık) /aim. Kandidatur. — fr. candidature. — ing. candidateship, candidature. — lât. manus candidatorium].
1 — Seçimle kurulan meclis ve kurullara üye olmak üzere gerek şahsan ve gerek seçimle alâkalı meclis ve kurullar tarafından, seçilmeleri seçenlerden alenen istenilen kimsenin yani «aday» [aim. Kandidat. — fr. candidat. — ing, candidate, — lât. candidatus] ıu halidir : Büyük Millet Meclisi üyeliğine, belediye, vilâyet idare heyetine, bir cemiyet idare heyetine veya başkanlığına namzetlik gibi.
2 — Memuriyet veya yargıçlığa ilk girişte geçirilen bir nevi staj ve alıştırılma devresidir ki bu devrede namzet /aim. AnwSrter, Bewerber, Beamtenanwarter,
Stellenanwarter. — fr. aspirant, candidat. — ing. applicant] ancak maaş ve ücret bakımından hakiki memurdan ayırdedilir.
NASAFET 1—(HH) /aim. Billigkeit, Rechtlichkeit, Recht und Billigkeit. — fr. e quite. — ing. justice, equity. — lât. aequitas],
Nasafet (hakkaniyet), fertlerin kanun karşısında müsavil iği ve onların haklarına riayetin zaruri bulunduğu esaslarından tabiatiyle çıkarılan bir adalet prensibidir.
Meselâ : hâkim fahiş gördüğü cezai şartı (muka. vele cezasını), kendi takdir hakkına dayanarak, azaltabilir. Ancak bu azaltma da böyle bir cezanın ne vakit fahiş sayılacağını, hangi miktara indirilmesinin hakkaniyetli ve doğru olacağını, bu cezanın korumayı istihdaf eylediği menfaata, cezayı ödemekle mükellef olanın malî kudret ve durumuna ve hâdisenin hususiyetlerine göre araştırarak en âdil olan hal tarzını bulmaya çalışacaktır (MK 4; BK 43, 47, 54).
2 — (DUH) : Hakkında teamül ve mevzu hukuk kaideleri tatbik edilemiyen ihtilâflarda hakemin veya hâkimin hukukun umumi esaslarından ve siyasî vaziyetten mülhem olarak hakkaniyet prensibine müsteniden verdiği karara hâkim olan telâkkidir. Milletlerarası Daimî Adalet Divanı bu yolda bir kararı ancak tarafların mukaddem rizalariyle verebilir. Bu takdirde hakem ve hâkim (mahkeme) ihtilâfı her iki taraf için müsavi ve doğru bir hal suretine bağlar.
NAŞÎZE (nâşiza) (Es. H.) Nüşuz maddesinden müştaktır. Nüşuz lügatte, karının kocasından nefret edip kaçmasıdir. Istılahta, kocasının evinden bi-gayri hakkın çıkıp itaat etmiyen karıdır.
Meskenin müstakil olmaması veya kadının fena muameleye mâruz kalması gibi haklı bir sebeple terke-den kadın naşize sayılmaz.
NAVLUN [aim. Fracht, Schiffsfracht (lohn). — fr. fret; prix du loyer dun navire. — ing. freight. — lât. veetura].
Denizde mal nakli için navlun mukavelesine veya kanuna müsteniden verilen ücrettir. Kiralıyapın navlundan dolayı yük üzerinde kanunî rehin hakkı vardır (TK 1085, 1105, 1155, 1164).
Pişmanlık navlunu: (aim. Fautfracht. — fr. faux fret.— ing. deadfreight]. Kiracının yolculuk başlamadan evvel navlun aktinden cayması halinde ödemeye mecbur olduğu paradır (TK 1121 vd).
Mesafe navlunu [aim, Distanzfracht — fr. fret de distance, — ing. distance freight]. Umulmıyan bir hal yüzünden gemisinin ziyaa uğramasiyle navlun mukavelesi de sona erer. Fakat bir miktar mal kuıtarıl-mış ise bunlar için, gidilen yolun bütün yolculuk nispetine göre navlun ödenir ki, buna. da mesafe navlunu denir (TK 1171 -1177).
NAVLUN MUKAVELESİ [aim. Seefrachtvertrag-fr contrat d'affrğtement. — ing. contract of affreightment, charter - party. — lât. conducfio navis].
Öyle bir akittir ki onunla: a — Kiralıyan gemisinin tamamını veya bir cüzünü kiracının emrine terk etmeyi, b — kiracının yükliyeceği yükü bir yerden diğer bir yere nakletmeyi bir ücret mukabilinde taahhüdeder.
268
NAVLUN MUKAVELESİ - NESEBİN REDDİ
Hukuki çeşitleri:
1) Tam gemi kiralaması (bizde ıskarça).
2) Yarım veya baş veya kıç ambara münhasır kiralama.
3) Kırkambar yani «parça mal» [aim. Stückgüter.— fr. cueillelte.— ing. parcels, piece goods, sundry goods/. nakil mukavelesi.
Ticari çeşitleri;
1) Taym carter [aim. Zeitcharier. — fr. affrete-ment â temps. — ing. time charter/: zaman üzerine navlun,
2) Trip carter [aim. Reisecharter. — fr\ affrete-ment au voyage, — ing. trip charter/: yolculuk üzerine navlun. Bugünkü mevzuatımıza göre geminin tamamının veya bir cüzünün kiralanmasında navlun mukavelesi ne resmî ne de yazılı şarta tâbi değil ise de taraflardan her biri mukavelenin yazılı olmasını istiyebilir. Kırkambarda konşimento tanzimi âdettir (TK 1097 vd).
NAZARİYE [aim. Theorie. — fr. theorie. — ing. theory. — lât. ratio, dodrinaj.
1 — İlimde, kısmen veya ittifakla kabule mazhar olmuş esaslara metotlu bir surette dayanan düşüncenin mevzuu olan şeydir.
2 —- İçtimai hayatta, hukuk şeniyetinin (realitenin) tatbikat sahasında oluşunun ilmî usul ve kaidelere göre doğru olarak ifadesidir.
Nazariye tatbikatın ilmî ifadesi olduğuna göre tatbikata uymıyan nazariye, indî ve ilim noktasından değersizdir.
NAZIR 1—(nSzır) (Es.H.) Vasinin idaresini murakabe eden kimsedir. 2— bk. Nezaret
NAZIR-I VAKF (nâşır-i vakf) (Es. H.) Mütevelliye vakfa ait işlerde nezaret etmek ve bu işlerde rey bakımından mütevelliye merci olmak üzere nasbolunmuş olan zattır. Bazı memleketlerde nezaret lâfzını tevliyet makamında istimali müteariftir. Bu yerlerde mütevelli mânasını ifade eder.
NEBBAŞ (nabbâ?) (Es. H ) ölülerin kefenlerini definlerinden, sonra gizlice çalan kimsedir ki, had veya tâ'ıiri muciptir.
NEBZ-1 AHİD (nabz-i' afıd) (Es. H) Muahedeyi feshetmektir. Nebz kelimesi lûgatta «ilka», «ilâm»; «az bir şey» manasınadır. Muharibe «nâbiz» denir.
NECM (nacm) (Es. H.) Bir borcun taksitlerini ödemek için hulul eden muayyen vakit ve vakti hulul eden muayyen borçtur. Cem'i «nücum»dur.
Necm, yıldız demektir. Bir zamanlar yıldızların doğumiyle vakitler tâyin edilegeldiği cihetle hulul eden vakitlere, ve vakti gelen borçlara, vazifelere mecaz tarikiyle «necm» denilmiştir. Bahusus mükâtebin mevtasına tediyesini deruhte ettiği bedel-i kitabetin her taksitine bir necm denir.
NEFAN LİL-KANUN NAKZ 1 -(nal on Ji-Ikânün nakz) (Es. H.) Prensip namına yapılan bir nakızdır. Eski Usul-ü Muhakeme-i Cezaiye Kanununa göre baş-müddeiumuminin talebi üzerine cinayetten beraet hakkındaki kararlar bozulabilirdi. Bu nakızlar beraet kararına tesir etmez, yani beraet kararı baki kalırdı.
2—Hukuk Usulüne göre 2500 kurusa kadar olan dâvalara ait kararların Nefaan 1 il- Kanun temyizen tetkiki Başmüddeiumumi tarafından istenebilir (HMUK 427).
NEFAZ (nafâz) (Es. H.)Tasarrufat ı hukukiye üzerine o tasarruf hükmünün terettübetmesidir. Meselâ bey-i nafizde bu akdin eseri olan mülkiyet filhalterettübeder yani satışın yapılması ile müşteri mebia, bayi semene hemen malik olur.
NEFEL (nafal) (Es. H.) Ülülemrin müsaadesini istihsal etmeden düşmana karşı çıkan adedleri az bir cemaattır. Buna: «nüfel (nufal)» de denir. Cem'i «enfal (anfâl) » dir.
NEFER (nafar) (Es. H.) Üçten ona kadar olan efrattır. Mutlaka cemaat ve nefis mânasına da kullanılır.
NEFİ bk. Sürgün.
NEFİR (nnfir) (Es. H.) Lûgatta cemaat manasınadır. Istilahta «canlarına, mallarına, çoluk ve çocuklarına, saldırmak üzere düşmanın gelmekte olduğunu belde halkına bildirmektir».
NEFİR-İ ÂM (nafl'i 'âm) (Es. H.) Harb mınta-kasında bulunan bütün efradın harb için seferber hale gelmesi demektir ki, ihtiyaca göre bunun dairesi tevessü eder.
NEFİR-1 HAS (nafîr-i hnaş) (Es.H.)Muharebe için yalnız bir kısım efradın seferber hale gelmesi demektir. Bu, fazla kuvvete lüzum görülmediği takdirdedir.
NEF-Yİ MİLK (nafy-i milk) (Es. H.) Mülkü başkasına ikrar ile kendisicden nefyetmektir. Meselâ; bir kimse «şu dükkânın içindeki bütün mallar ve eşya filân oğlumundur, benim alâkam yoktur» dese o vakit mezkûr dükkân içinde mevcut olan bütün emval ve eşyayı o oğlu lehine ikrar ile kendi mülkiyet hakkını nef-yetmiş olur.
NEF-HASAR bk. Hasar.
NEHRİ HAS (riahr-i hâşş) (Es. H.) Suyu muayyen kimselerin arazisine müteferrik ve münkasim olup mefazelere, yani kırlara cari olmiyan nehirdir.
NEHYEDİCİ HÜKÜMLER [aim. Verbate, Ver-botsvorschriften. — fr. dispositions prohibitives. — ing. prohibitions, restraint/. Kanunun yapılmasına cevaz vermediği hususlara dair koyduğu hükümlerdir. Kanun bazen âmme intizamı mülâhazası ile bazı akitlerin yapılmasını menneder; bu takdirde yapılan muamele tema-men batıl olur, hürriyetin ferağ edilememesine dair olan hüküm gibi (MK 23); bazan da muayyen muamelelerin birtakım kimseler tarafından yapılmasına müsaade etmez, bu suretle yapılan muamele muteberdir, fakat yapan kimse inzibati bir cezaya mâruz kalır, memurların ticaretle iştigalden memnuiyetleri hakkındaki hüküm gibi (Memurin K 8,32). bk. Âmir hükümler.
NESEBİN REDDİ [aim. Anfechtung der Ehelich-keit (eines Kindes). — fr. desaveu de paternitej.
Kanunun baba saydığı kimsenin bu babalık karine hükmünü ortadan kaldırmak için açtığı' dâvaya verilen isimdir. Dâva aşağıdaki hususiyetleri arz eder;
1. Nesep koca tarafından reddedilir. Kocadan başkasının meselâ ana veya çocuğun nesebi redde hakları
NESEBİN REDDİ - NİFAS
269
yoktur (MK. 242, 243). Kocanın dâva ikame edemiye-eeği hallerde kanunun tâyin ettiği kimselerin de dâva açmağa hakları vardır;
2. Dâva ancak bir ay zarfında açılabilir. Bu sukutu hak müddetinin uzatılması muhik sebeplerin vücuduna bağlıdır (MK 242, 246).
3. Nesebin reddi ancak hâkimin hükmiyle olur.
NESEBİN TASHlHt [aim. Ehelichkeitaerklârung.
— fr. legitimation. — ing. declaration of legitimation.
— lât. legitimatioj.
Evlilik dışında doğan çocukların evlilik içinde doğmuş gibi bir hale konmasıdır. Nesebin tashihi ana ve babanın yekdiğeri ile evlenmeleriyle tanıma suretiyle veya hâkimin hükmü ile yapılır. (MK. 247-252)
Nesebi tashih edilen çocuk ana ve babasına ve onların hısımlarına karşı nesebi sahih olan çocuğun hukukunu haizdir.
NESEBİ SAHİH ÇOCUK [alın. eheliches Kind.-fr. enfant ligitime. — ing. legitimate child/. Evlilik mevcut iken veya zevalinden itibaren üç yüz gün içinde doğan çocuktur (MK. 241.246).
NEŞEME (nasama) (Es.H.) Lûgatta, nefes, insan, her şeyin iptidası manasınadır. İstılahta; azadedilmek üzere satın alınan köle demektir.
NESEP (nasab) (Es. H.) Lûgatta, hısımlık manasınadır. Istılahta çocuğun ana, baba cihetlerinden olan iştirak ve ittisalidir.
NESEB-BİL AMUD (nasab bi-'l-'amüd) (Es. H.) Aşağıya doğru inen neseptir ki, çocuklar ve torunlar ve bunların çocukları arasındaki hısımlık gibi.
NESEP-BİL ARZ (nasab bi-T-carz) (Es. H.) Arzan olan neseptir ki, kardeşler ve oğulları ve amcalar ve oğulları arasında olan hısımlıktır.
NESEP-BİL TUL (nasab bi-'ı-lül) (Es. H.) Yukarıya doğru uzanan neseptir ki babalar ve dedeler arasında olan ittisaldir.
NESEP DÂVALARI [aim. KindschafUprozesse.— fr. actions concernant la filiation. — ing. petitions concerning legitimacy/.
Umumiyetle, evlilik içinde veya dışında doğmuş olanların neseplerinin tesbiti yolunda açılan dâvalara denir: Nesebin reddi dâvası, nesebin tashihi dâvası gibi (MK 242 vd, 249 vd).
NESEP /aim. Abstammung. — fr. filiation. — ing. affinity/.
Biri diğerinin sulbünden gelmiş olmak veya böyle kabul edilmekten dolayı hakiki şahıslar arasında mevcudiyeti kabul edilen hısımlık rabıtasına nesep denir. Nesep; ikiye ayrılır:
1— Sahih nesep: [aim. eheliche Abstammung. — fr, filiation legitime]. Dört şekilde husule gelir: a) evlenme içinde doğmakla, b) evlenme dışında doğan bir çocuğun ana ve babasının sonradan evlenmesi ile, e) hâkimin hükmü ile (MK 241-252), ç) evlât edinms yolu ile (MK 253-258)
2 — Sahih olmıyan nesep [aim. aussereheliches Kindesverhâltnis. — fr, filiation illegitime, filiation naturellej ise evlenme dışında doğmakla beraber tashih olunmamış veya olunamamış halde kalan nesep demektir.
NESİL (nasil) (Es H.) Bir kimıenin evlâdı ve ilfi-nihaye evlâdının evlâdıdır, erkek olsun, kız olsun.
NESLİ VÂKIF (nasl-i vâkiO (Es. H.) Vâkıfın çocuklarını ve torunlarını ifade eder. «Zürriyet» tâbirinin müradifidir.
NEŞİR (Yayım) MUKAVELESİ [aim. Verlagsver. trag. — fr. contrat d'edition. — ing. publishing contract/
Bir akittirki onunla edebi, ilmi ve bedii bir elerin müellifi veya halefleri o eseri bir naşire terk etmeği taahhüt ve naşir de o eseri çoğaltarak halk arasında neşretmeği iltizam eder (BK. 372).
NEŞİR HÜRRİYETİ bk. Matbuat Hürriyeti.
NEVADIR (navâdir) (Es. H.) Zahir-i rivayata dair lmam-ı Muhammed tarafından yazılan kitapların gayrisinde tmam-ı Azam, lmam-ı Ebu Yusuf, tmam-ı Muhammed'ten rivayet olunan mesaildir.
Bu mesail lmam-ı Muhammed'in Keysâniyyan, Hâ-runiyyan, Cürcaniyyan, Rakkiyat gibi kitaplarında ve lmam-ı Hasan tbn-i - Ziyad'ın muharrer namındaki kitabında ve tmam-ı Yusuf'un (Emâli) sinde mezkûr bulunan meselelerdir.
NEVAZİL (navâzil) bk. Vakıat
NEVİYLE TÂYlN OLUNAN BORÇLAR [aim. Guttungsschulden. — fr. dettet d'une chose inditerminie; dettes determinies par leurs genre. — ing. contract of fungible things. — lot. genus].
Eda mevzuunun, ferdiyle değil, nevi ile tâyin olunması halidir. Bu yoldaki bir mukavelenin hüküm ifade edebilmesi için miktarın da söylenmesi lâzımdır. Miktarı gösteren bir kayıt bulunmadıkça (bir kilo şeker, yüz kuruşluk kahve gibi) yalnız nev'in tâyini bir borca vücut vermez. Bu mahiyeti haiz bir borcun borçluya yüklediği mükellefiyet o neve dâhil olan malları orta vasfından muayyen miktarının alacaklısına teslim edilmesidir (B K 70 T K 660).
NEZARET 1 — Osmanlı Devleti zamanında icra kuvvetinin birer uzvu olan dairelere verilen isimdir. Bu dairelerin başında bulunanlara «Nazır» denirdi. Bilâhare «Vekâlet» ve «vekil» denmiştir. Halen Bakanlık ve Bakan denir,
2 — (nazSrat) (Es.H.) Vakfa ait işlerde rey almak hususunda mütevelliye merci olan makamdır. Bazı memleketlerde nezaret lâfzı tevliyet müradifi olarak kullanılır. Mütevelliye «vakfın nazırı» itlak olunur.
3 — bk. Murakabe No, 1
NIKZ-I-VAKF (n«kz-i vakf) (Es. H.) Asıl vakfın taş, kereste, kireç gibi döküntüleri demektir ki bunlar rakabe-i vakıftan sayılır. Binaenaleyh bunlar kabil ise vakfın imaretine sarf için saklanır, kabil değilse veya ziyamdan korkutursa satılarak semeni vakf olarak kalır.
NİFAK (nifak) (Es. H.) Küfrünü saklıyarak Müslüman görünmektir. Kalben münkir olduğu halde kendisini zahiren Müslim gösteren kimseye «münafık» denir ki zahir - i - haline nazaran hakkında islâm ahkâmı cari olur.
NİFAS (ni/as) (Es. H.) Kadından vaz-ı hamli mü-
27ö
NİFAS — NİZAMNAME
taakıp zuhur eden kandır ki ekser-i müddeti kırk gündür. «Lohusahk» denir.
NİHAİ KARAR bk. Karar.
NİKÂH (nikâh) (Es. H.) Kasten mülkü .mut'ayı müfit olan bir akittir.
NİKÂH BİL-KTTABE (nikâh bi-'l kitaba) (Es.H.) Şahitlerin münderecatını işitmeleri veya mazmununa muttali bulunmaları şartiyle gaip hakkında mektup ile akdedilen nikâhtır. Şöyleki: Erkek kadına hitaben «Seni tezevvüç ettim» diye bir mektup yazıp kadın dahi şahitlere aynen okuduktan sonra «nefsimi filâna tezviç ettim» dese, yahut mazmununu anlatarak «filân kimse mektup yazmış beni hıtbe ediyor ben de nefsimi ona tezviç ettim» dese nikâh münakit olur.
NİKAH-1 HEZL (nikâh-i hazl) (Es. H-) Hakiki veya mecazi mâna kasdolunmıyarak lâtife suretiyle yapılan nikâhtır ki gerçekten yapılan nikâh gibi sahihtir.
NİKÂH-I FASİT (nikâh-i fâsid) (Es H.) Sıhhat şartlarını câroi olmıyan nikâhtır: Şahitsiz veya bir şahitle veya hürmet (haramlık) sebeplerinden biri mevcut iken akdedilen nikâhlar gibi.
NİKÂH-İ FUZULİ (nikâh-i fuzûlî) (Es. H.) Asîl veya veli veya vekil olmıyan kimsenin başkası namına akdettiği nikâhtır.
NİKÂH-İ GAYR-I LÂZIM (nikâh-i gayri lâziın) (Es. H.) Sahih olmakla beraber feshi kabil olan nikâhtır.
NlKÂH-I BATIL (nikâh-i Bâtil) (Es. H.) nikâhı fasit demektir.
NİKÂH-1 LÂZIM (nikâh-i lâzim) (Es. H.) Feshi kabil olmıyan nikâhtır.
NİKÂH-İ MEVKUF (nikâh-i mavkflf) (Es. H.) Başkasının icazetine bağlı olan nikâhtır.
NİKÂHI MUALLAK (nikâh-i mu'aîlak) (E. H.) Şarta talik eden nikâhtır.
NİKÂH-I MUVAKKAT (nikâh-i muvâkkat) (Es.H.) Müddet beyan edilerek akdedilen nikâhtır ki caiz değildir.
NİKÂH-1 MUT'A (nikâh-i mul'a) (Es. H.) Mut'a veya temettü gibi intifa mânasına olan bir lâfız ile icra edilen nikâhtır. Bu nikâh bâtıldır.
NİKÂH-1 NAFİZ (nikâh-i nafiz) (Es. H.) Sıhhat şartlarını tamamen cami olup icazete mevkuf olmıyan nikâhtır.
NİKÂH İ RAKIYK (nikâh-i rakik . (EsH.) Köle ve cariyenin nikâhıdır ki nafiz olması malikinin icazetine mevkuftur.
NİKÂH-I SAHİH (nikâh-i sahih) (Es. H.) Sıhhat şartlarını cami olan nikâhtır.
NİKÂH-1 TENEZZÜHİ (nikâh-i tanazzuhî) (Es. H.) Mevlânın cariyesini kendisine nikâh etmesidir ki buna «uikâh-ı, ihtiyari» de denir.
NİSAB-1 SİRKAT (nişâb-i sirkat) (Es. H.) Bir dinar veya halis gümüşten on dirhem sikkedir. Kıymetçe bu miktardan az olan bir malı çal.ı-.ak haddi sirkati icab etmez.
NİSAP (yetersayı) [aim. fr. ing .Quorum}.
Bir mecliste, bir kurulda görüşmeye başlıyabilmek yahut karar verebilmek için bulunması şart olan üye miktarıdır.
NİSEB-İ A'DAD (nisab-i a'dûd) (Es.H.) Adedlerin nispeti adedler beyninde mukayesedir.
iki adet yekdiğeriyle mukayese edildikte dört nispet hâsıl olur: Temasüİ, tedahül, tevafuk, tebayündür.
NİSPİ BUTLAN bk. Butlan.
NİSPİ HAKLAR bk. İzafi haklar.
NİSPİ MUVAZAA bk. Muvazaa.
NİSPİ TEMSİL /aim. Proportional - Wahlrecht, Proporz. — fr. representation proportionnelle. — ing. proportional elections],
Parlemento ile idare edilen memleketlerde ekseriyet partisinin haricinde kalan partilerin de kuvvetleri nispetinde âza intihabetmelerini temin eden bir intihap sistemidir.
NİŞANLANMA/aZm. VedSbnis.— fr. fiançailles.— ing. betrothal. — lât. consensus sponsalicius].
Biri erkek diğeri kadın iki kimsenin yekdiğeriyle evlenmek hususunda verdikleri karşılıklı vaitle doğan mukaveledir.
Nişanlanmanın akdedilebilmesi için tarafların mümeyyiz olmaları lâzımdır.
Nişanlanma, tarafları evlenmeye icbara hak vermez, şukadar ki nişanın haksız olarak bozulması halinde maddî veya mânevi tazminat talebi mümkündür (MK 82 vd).
NİYABET /alın. Regentschaft. — fr. re gence. — ing. regency].
Hükümdarlıkla idare edilen memleketlerde hükümdarlık makamının boş kalmasından veya hükümdarların küçüklük veya diğer bir sebeple kaasır olmasından dolayı hükümdarlık vazifesinin diğer bir şahıs veya meclis tarafından ifa edilmesi halidir.
Bu şahsa «Naip» [aim. Regent. — fr. regent. — ing. regent] ve meclise «Niyabet meclisi [aim. Regent-schaftsrat. — fr. conseil de regence. — ing. Council of Regency], denir.
NİZAM [aim. Ördnung. —fr. ordre, — ing. order regulation.— lât. ordo, instituta].
Bir cemiyetin içtimai bünyesinden doğan Ve o cemiyetin idamesi için riayet edilmesi zar 3 i bulunan düstur ve kaidelerin devlet tarafından konulan hükümlerle müeyyidelendirilmesi suretiyle meydana gelen düzenidir.
NİZAM-I CEDİT DEFTERDARLIĞI Osmanlı İmparatorluğunda «Nizam-ı Cedit» namı altında askerî teşkilât kurulduğu zaman tütün, enfiye, pamuk, afyon ve ispirto resimleri Nizam 1 Cedit hazinesine varidat olarak tahsis ve bunun idaresi de «şık ki sani defterdarına tevdi olunmuş ve bu defterdarlığa «Nizam-ı Cedit Defterdarlığı» denilmeye başlanmıştır. Nizam-ı Cedit teşkilâtının lâğviyle beraber hu defterdarlık-da ortadan kalkmıştır.
NİZAMNAME (Tüzük) [aim. Rechtsverordnung; Siatut, Satzung. — fr. reglement. — ing. regulation, statut].
NİZAMNAME -
1 — Kanunların tatbik suretlerini göstermek yahut kanunun emrettiği hususları tesbit etmek ve kanunlara muhalif hükümleri ihtiva etmemek üzere Bakanlar Kurulunca Danıştayın tetkikinden geçirilmek ve Cum. hurbaşkanının onamına iktiran etmek suretiyle, tedvin edilen kaidelerdir (Anayasa 52).
2 — Bir cemiyetin veya anonim şirketin kuruluşuna ve işleyişine mütaallik esaslı hükümleri koyan ve ihtiva eden hukukî tasarruf ve vesikadır.
NİZAMNAME-İ ESASI bk. Esas Nizamname
NİZASİZ KAZA (İhtilafsız kaza) {aim. freiwil-lige (Nichtstreitige) Gerichtsbarkeit. — fr. juridiction gracieuse (non contentieuse). — ing. voluntary jurisdiction];
Ferdin menfaatini korumak veya birbirine zıt olmıyan menfaatleri tanzim etmek için idari mahiyeti haiz olmakla beraber mahkemelere, tevdi edilmiş olan işlerde karar verme, tedbir alma veya muamele yapma, dır: vesayet, tereke işleri, tesisin tescili, ticaret sicilleri, anonim şirketlerin tasdiki, şifahi vasiyetname tanzimi, mirasın reddini tescil, mirasın resmî tasfiyesi, evlâd edinmeye izin, eşyanın temhiri, tahriri, taksimi, şuyuun izalesi, bazı akitlerin tasdiki, tescili veraset senedi verilmesi, zayi olan ticari senedin iptali gibi (MK 31, 38, 74, 95, 96, 132, 157, 159, 161, 164, 177, 179, 190, 201, 394, 445, 554 556, 559-565 , 572-575, 581, 590, 591, 592. 597. 602, 732, 734, 730-783, 809, 833, 839, 840, 921, 925; TK 26 vd, 299, 637-641; HMUK 546-570).
Nizasız kazada basit muhakeme usulü tatbik olu. nur (HMUK 507.511).
NOKSAN-I ARAZ (nukşan-i arz) (Es. H.) Bir yerin ekilmezden evvel değeri olan ücretle ekildikten sonra değeri olan ücret arasındaki farktır.
NOKSANI SEMEN (nukşân-i şaman) (Es. H.) Bigaraz ehli vukufun ihbariyle malûm olan semen noksanıdır.
NOTA /aim. Note. — fr. note. — ing. note]. Hariciye vekilleriyle elçiler arasında teati edilen yazılı vesikadır. İki türlü nota vardır:
a) İmzalı nota: resmî müracaatlarda kullanılır. Gönderen tarafından daima imzalanır. Doğrudan doğruya hariciye vekiline veya elçiye yahut murahhasa hi-tabeder. Bir iş mektubu şeklinde yazılır ve mutat nezaket tabirleriyle sona erer. Bazı hükümetler bu notalarda üçüncü şahsa hitap tarzını kullanmaktadırlar.
b) Sözlü nota: sözle yapılan bir beyanın hatırlanmasına yardım veya böyle bir beyanı teyidetmek veya böyle bir beyanın yerine kaim olmak üzre verilir, imzasızdır. Üçüncü şahsa hitabeder. Elçi Veya murahhas heyet adına yazılır. Nezaket tâbirleri kullanıp kullanmamak hususu takdire kalmıştır.
Bu iki nevi notadan herbirinin hangi hallerde kullanılacağı hususunda yerleşmiş bir kaide yoktur Ciddi ve mühim hallerde imzalı nota, ikinci derece ehemmiyeti' olan meselelerde sözlü nota kullanılacağı umumi/etle kabul edilmekle beraber, tatbikatta pek mühim meselelerde de sözlü nota kullanılmaktadır.
Sözlü nota, imzasız olduğundan elçi icabında bunu tasvip etmediğini söyliyebilir. İmzalı nota inkâr ve reddedilemez.
NÜFUS SAYIMI 271
NOTER (aim. Notar. — fr. nataire. — ing. no. tary public/.
Her asliye mahkemesi nezdinde, Noter Kanunu ile diğer kanunlarda gösterilen işleri, muayyen ücretleri mukabilinde görmekle mükellef, Adalet Bakanlığınca tâyin edilen ve hususi bir statüye tâbi memurdur. Ehliyet, tâyin usulleri, vazife ve mesuliyetleri «Noter Kanunu» ile tanzim edilmiştir. Eski kanunlar aynı anlamda «Kâtibi Adil, Mukavelat Muharriri» terimini kullanmışlardır.
NÖBET (aim. Turnus, Ablösung, Reihe. — fr. tour, tour de röle (service). — ing. turn].
Müşterek vazifenin temadisini temin için alâkalılar arasında bu vazifenin zaman ölçüsü ile taksimidir.
NÖBETÇİ (Askerlikte) (aim. Schildwache, Wacht-posten. — fr. sentinelle. — ing. gaard, sentry, sentinel).
Hazarda ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin ve gözetme maksatlariy le bir yere konulan ve muayyen bir mıntakası ve talimatı bulunan silâhlı tek veya çift askerdir (Ordu Dahilî Hizmet Kanunu 72-78; As CK15).
NUKUD (nukûd) (Es. H.) «Nakd»ın cemi olup altın ve gümüşten ibarettir. Rayici olan mağşuş akçe ve kaime nakit hükmündedir.
NUKUD-U MEVKUFE (nuküd-i mavküfa) (Es. H.) Vakfolunan paralardır.
NÜFUS [aim. Bevölkerung, Einwohnerschaft, Einzüohner, — fr population, habitants. — ing. population, inhabitants]',
Bir memlekette yaşıyan insanlardır. Nüfus kanununa göre bu insanlar yerli ve misafir olmak üzere iki kısma ayrılır. Yerliler bir yerin asıl ahalisiyle sonradan gelip orada yerleşmiş ve o yerin bağlı bulunduğu nüfus idaresindeki nüfus kütüğüne ve siciline kaydedilmiş bulunanlardır.
Bir sanat, ticaret, memuriyet, tahsil gibi sebeplerle muvakkaten oturan ve o bölgenin nüfus kütüğüne mukayyet olmıyanlar misafirdir (Nüfus K 1).
NÜFUS HÜVİYET CÜZDANI [aim. Geburts. schein. — fr. acie d'etat civil. — ing. certificate of birth].
Bir kimsenin nüfus kütüğündeki (ahvali şahsiye sicilindeki) kaydının suretidir (Nüfus K).
NÜFUS MEMURU (Ahvali şahsiye memuru) [aim. Personenstandsbeamter (Al.); Zivilstandsbeamter (İs) — fr. officier d'etat civil — ing. registration-office].
Şahsi haller kütüklerinin tutulması ve bunlara dair vukuatın yürütülmesi vazifeleriyle mükellef olan memurlara denir. Yabancı memleketlerdeki Türk vatandaşlarının nüfus memurluğu vazifesini Türk konsolosluğu yapar (MK 35 dv).
NÜFUS SAYIMI [aim. Volkszöhlung. — fr. re-censement (de la population). — ing. census. — lât. census].
Bir memleketin yerli ve yabancı umumi nüfusunun miktarını ve bu nüfusun cins, yaş ve meslek gibi hususiyetlerini tesbit etmek üzere muayyen zamanlarda devletçe yapılan sayımlardır. Bizde her beş senede bir kere yapılır (893 No. K).
272
NÜFUZU SUİİSTİMAL - ORDİNO
NÜFUZU SUİİSTİMAL 6*. Memuriyet ve mevki DÜfuzuuu suiistimal.
NÜKÛL (yeminden) (nukül) (Es. H.) Kendisine yemin teveccüh eden kimseye yemin teklif olunduğunda «yemin etmem» diye sarahaten yahut özürsüz sükût ile delâleten yeminden imtina etmesidir ki esbab-ı hükümden birisidir.
Şu halde müddei dâvasını ispat edemiyerek talebiyle müddeaaleyhe yemin verildiğinde müddeaaleyh yeminden nükûl ederse hâkim bununla hüküm eder.
NÜMAYİŞ [aim. Demonstration. — fr. demonstration. — ing. demonstration].
Tehdit veya ültimatom mahiyetinde olmak üzere bir devletin diğer devlete karşı silâhlı gösterisidir.
NUMUNE (Örn(*) ÜZERİNE SATIŞ [aim. Kauj nach Muster. — fr. vente sur echantillon. — ing. sale according to pattern].
Nevile tâyin olunan bir malın verilen numuneye göre teslimini taahhüt etmektir. Bu mahiyetteki bir satışta, numune kendisine verilen taraf, elindeki numunenin kendisine teslim edilen numune olduğunu ispata mecbur değildir. Fakat diğer taraf hilafını ispat edebilir (BK 218; TK 708).
NÜZUL ANİL VAZÂİF (nuzûl an-il-vazâ'if) (Es. H.) Mütevelli, nazır, câbi gibi cihât sahiplerinin uhdelerindeki hizmetlerden - başkalarına verilmek üzere-istifa etmeleridir.
Bu suretle cihetin kendisine verilmesi matlup olan kimseye «Menzul - ün leh» denir.
O
OBJEKTİF HUKUK [aim. objektives Recht, Recht im objektiven Sinne. — fr. Droit (objektif). — ing. Law. — lât. ius).
Cemiyet halinde yaşıyan insanların münasebetlerini tanzim eden müeyyedelendirilmiş kaidelerin heyeti mecmuasıdır.
Objektif hukuk kaidelerinin mesnedinin ne olduğu hususunda hukukçular arasında görüş ayrılığı vardır: Bir kısmı, bu kaidelerin muhtevasına ehemmiyet vermi-yerek sadece dış alâmetlere (amme kudretince konmuş olmak, müeyyide gibi) bağlanmakta ve tariflerini bu bakımdan yapmaktadırlar ki bunlar alelumum «Müspet veya Mevzu Hukuk Mektebi»nin türlü temayüllerine mensup olanlardır. İkinci bir zümre (sosyal hukuk ve tabii hukuk taraftarları gibi), şekilden ziyade kaidelerin muhtevasını göz önünde bulundurarak objektif hukukun irade mahsulü olmadığını ve muayyen bir gayeye teveccüh eylediğini söylemektedir. Diğer bir kısım hukukçular ise, terfiki bir metodla hem şekli, hem de muhtevayı tariflerine esas yapmaktadırlar. Bu sonuncu bakımdan objektif hukuk; salâhiyettar makam tarafından umumun faidesi veya topluluğun müşterek iyiliği için konmuş, ve müessirliğini temin maksadiyle kaide-ten, müeyyide ile teçhiz edilmiş bir içtimaî hayat niza-zamıdır.
OBJEKTİF HÜSNÜNİYET bk. Hüsnüniyet.
OBLİGASİYON bk. Borç, Tahvilât.
OCAKLIK bk. Timar, Zaamet, Has, Yurtluk.
ODA HAPSİ [aim. Stubenarrest. — fr. arrits (simples ou domestiques). — ing. confinement to one's room].
Askerî disiplin cezalarından biridir. Hem subaylara ve hem de erlere tatbik olunur. Son haddi dört haftadır.
Subaylar bu cezayı tek başına bir hapis odasında geçirirler, emir veremezler, umumî hizmetten . mahrumdurlar.
Oda hapsi cezasını erler, muayyen bir hapis odasında topluca geçirirler. Erbaşlar hizmetten mahrum-
durlar. Onbaşı ve erler ağır hizmetlerde kullanılabilirler (As. CK 23, 25).
OKIYYE (ukkiyya) (Es. H.) Seran kırk dirhem miktarıdır. Bazılarınca yedi veya dokuz miskale de ıtlak olunur.
Halk tarafından « okka = Kıyye » diye kullanılan vezin miktarı beldelere göre tebeddül eder.
Okka bk. Okkiyye.
OKTRUVA (Duhuliye resmi) [aim. stâdtische Abgabe, Oktroi. — fr. octroi. — ing. octroi, city toll, ton dues].
İstihlâk eşyasının şehir ve kasabalara girmelerinde alınan ve Belediye Vergi ve Resimleri kanununda «duhuliye resmi» adiyle teyit ve matrah ve nispeti mahalleri belediyesinin karariyle tâyin olunan ve belediyeler gelirlerinden olan bir resimdir. 2256 No.lu Kanunla kaldırılmış ve buna karşılık olmak üzere, gümrük resimlerine belediyeler hissesi olarak yüzde on zam edilmiş ve bu zamların geliri, İçişleri Bakanlığına nüfusları nisbetinde belediyelere dağıtılmak usulü konmuştur.
OLGUNLUK İMTİHANI [aim. Reifeprüfung. jr. examen de maturite. — ing. matriculation examination].
Lise öğrencilerinin Üniversiteye ve yüksek mekteplere girebilmesi için muayyen derslerden vermeğe mecbur olduğu devlet imtihanıdır.
OLİGARŞİ [aim. Oligarchic. — fr. oligarchic. — ing. oligarchy].
Devlet nüfuz ve kuvvetini bir kaç kişinin bir kaç ailenin veya bir sınıfın ellerinde tutmalarından ibaret olan siyasî rejime denir.
Aristokrasi, oligarşinin bir nevidir. Demokrasi ve monarşi, oligarşiye zıt rejimlerdir.
ONDALIK bk. Aşar.
ORDİNO [alın. Bordzettcl, vorlâujiger Empjangs. schein, Steuermannsquittung, Matesreeeipf, — ing, mate's receipt].
272
NÜFUZU SUİİSTİMAL - ORDİNO
NÜFUZU SUİİSTİMAL bk. Memuriyet ve mevki DÜfuzuuu suiistimal.
NÜKÛL (yeminden) (nukül) (Es. H.) Kendisine yemin teveccüh eden kimseye yemin teklif olunduğunda «yemin etmem» diye sarahaten yahut özürsüz sükût ile delâleten yeminden imtina etmesidir ki esbab-ı hükümden birisidir.
Şu halde müddei dâvasını ispat edemiyerek talebiyle müddeaaleyhe yemin verildiğinde müddeaaleyh yeminden nükûl ederse hâkim bununla hüküm eder.
NÜMAYİŞ [aim. Demonstration. — fr. demonstration. — ing. demonstration].
Tehdit veya ültimatom mahiyetinde olmak üzere bir devletin diğer devlete karşı silâhlı gösterisidir.
NUMUNE (Örn(-k) ÜZERİNE SATIŞ [aim. Kauf nach Muster. — fr. vente sur echantillon. — ing. sale according to pattern].
Nevile tâyin olunan bir malın verilen numuneye göre teslimini taahhüt etmektir. Bu mahiyetteki bir satışta, numune kendisine verilen taraf, elindeki numunenin kendisine teslim edilen numune olduğunu ispata mecbur değildir. Fakat diğer taraf hilafını ispat edebilir (BK 218; TK 708).
NÜZUL ANİL VAZÂİF (nuzûl an-il-vazâ'if) (Es. H.) Mütevelli, nazır, câbi gibi cihât sahiplerinin uhdelerindeki hizmetlerden - başkalarına verilmek üzere-istifa etmeleridir.
Bu suretle cihetin kendisine verilmesi matlup olan kimseye «Menzul - ün leh» denir.
O
OBJEKTİF HUKUK [aim. objektives Recht, Recht im objektiven Sinne. — fr. Droit (objektif). — ing. Law. — lât. ius).
Cemiyet halinde yaşıyan insanların münasebetlerini tanzim eden müeyyedelendirilmiş kaidelerin heyeti mecmuasıdır.
Objektif hukuk kaidelerinin mesnedinin ne olduğu hususunda hukukçular arasında görüş ayrılığı vardır: Bir kısmı, bu kaidelerin muhtevasına ehemmiyet vermi-yerek sadece dış alâmetlere (amme kudretince konmuş olmak, müeyyide gibi) bağlanmakta ve tariflerini bu bakımdan yapmaktadırlar ki bunlar alelumum «Müspet veya Mevzu Hukuk Mektebi»nin türlü temayüllerine mensup olanlardır. İkinci bir zümre (sosyal hukuk ve tabii hukuk taraftarları gibi), şekilden ziyade kaidelerin muhtevasını göz önünde bulundurarak objektif hukukun irade mahsulü olmadığını ve muayyen bir gayeye teveccüh eylediğini söylemektedir. Diğer bir kısım hukukçular ise, terfiki bir metodla hem şekli, hem de muhtevayı tariflerine esas yapmaktadırlar. Bu sonuncu bakımdan objektif hukuk; salâhiyettar makam tarafından umumun faidesi veya topluluğun müşterek iyiliği için konmuş, ve müessirliğini temin mâksadiyle kaide-ten, müeyyide ile teçhiz edilmiş bir içtimaî hayat niza-zamıdır.
OBJEKTİF HÜSNÜNİYET bk. Hüsnüniyet.
OBLİGASİYON bk. Borç, Tahvilât.
OCAKLIK bk. Timar, Zaamet, Has, Yurtluk.
ODA HAPSİ [aim. Stubenarrest. — fr. arrits (simples ou domestiques). — ing. confinement to one's room].
Askerî disiplin cezalarından biridir. Hem subaylara ve hem de erlere tatbik olunur. Son haddi dört haftadır.
Subaylar bu cezayı tek başına bir hapis odasında geçirirler, emir veremezler, umumî hizmetten . mahrumdurlar.
Oda hapsi cezasını erler, muayyen bir hapis odasında topluca geçirirler. Erbaşlar hizmetten mahrum-
durlar. Onbaşı ve erler ağır hizmetlerde kullanılabilirler (As. CK 23, 25).
OKIYYE (ukkiyya) (Es. H.) Seran kırk dirhem miktarıdır. Bazılarınca yedi veya dokuz miskale de ıtlak olunur.
Halk tarafından « okka = Kıyye » diye kullanılan vezin miktar] beldelere göre tebeddül eder.
Okka bk. Okkiyye.
OKTRUVA (Duhuliye resmi) [aim. stâdtische Abgabe, Oktroi. — fr. octroi. — ing. octroi, city toll, ton dues].
İstihlâk eşyasının şehir ve kasabalara girmelerinde alınan ve Belediye Vergi ve Resimleri kanununda «duhuliye resmi» adiyle teyit ve matrah ve nispeti mahalleri belediyesinin karariyle tâyin olunan ve belediyeler gelirlerinden olan bir resimdir. 2256 No.lu Kanunla kaldırılmış ve buna karşılık olmak üzere, gümrük resimlerine belediyeler hissesi olarak yüzde on zam edilmiş ve bu zamların geliri, İçişleri Bakanlığına nüfusları nisbetinde belediyelere dağıtılmak usulü konmuştur.
OLGUNLUK İMTİHANI [aim. Reifeprüfung. jr. examen de maturite. — ing. matriculation examination].
Lise öğrencilerinin Üniversiteye ve yüksek mekteplere girebilmesi için muayyen derslerden vermeğe mecbur olduğu devlet imtihanıdır.
OLİGARŞİ [aim. Oligarchic — fr. oligarchic — ing. oligarchy].
Devlet nüfuz ve kuvvetini bir kaç kişinin bir kaç ailenin veya bir sınıfın ellerinde tutmalarından ibaret olan siyasî rejime denir.
Aristokrasi, oligarşinin bir nevidir. Demokrasi ve monarşi, oligarşiye zıt rejimlerdir.
ONDALIK bk. Aşar.
ORDİNO [alın. Bordzettel, vorlâufiger Empfangs. schein, Steuermannsquittung, Matesreeeipf, — ing, mate's receipt].
ORDİNO - OY
273
Deniz yoluyle yapılan mal nak'iyatında acentadan alınan vesikadır ki bu, yük gemiye verilirken eşyayı alan gemi zabitine tevdi edilir Ordinonun bir nüshası gemide k«ldığı halde diğer nüshası imza edilerek yük-letene iade edilir. İşbu nüsha mukabilinde konşimento ihdas edilir. Yük ordinosuna «yükleme ruhsatnamesi» veya «gemi ilmühaberi» de denir.
ORDU /aim. Armee, Heer. — fr. armee. — trig-. army].
Devletin varlığını, istiklâl ve şerefini diğer bir devlete karşı korumak esas vazifesi o'an kara, deniz, hava silâhlı kuvvetlerinin mecmuudur.
Ordu kuvvetleri, memlekette zuhur edecek bir iğ-tişaş ve isyanı bastırmakla mükellef olan emniyet kuvvetlerine kanuna göre bazan yardım vazifesiyle de mükellef tutulurlar.
Ordu diğer bir mâna ile, kara ordusunun en yüksek teşkilâtına da denir.
Hazerde ordu müfettişliği teşkilâtı, seferde ordu komutanlığı teşkilâtına çevrilir ve ordu müfettişliği adı ordu komutanlığı olur (Ordu Dahili Hizmet KanuLU 24, 34; Vilayet idaresi K 27).
ORDU EMRİ [aim. Armeebefehl, HeeresbefehL — fr. ordre du jour. — ing. order of the day, general orderJ.
Askerî hizmetler hakkında Ordu komutanlarınca yapılan tamimlere bu isim verildiği gibi, askerî kanunları, nizamnameleri, talimatname ve talimatları ve askerî mukarreratı muhtevi olarak her ay neşredilmekte olan mevkut askerî mecmuaya da «ordu emirnamesi» ismi verilmiştir.
ORDU TEŞKİLÂTI [aim. Wehrverfassung. — fr. organisation milîtaire. — ing. army organisation].
Ordu, müsellâh hizmet, ordu idaresi ve askerî kazadan ibaret üç esaslı uzuv üzerine kurulmuştur.
1 — Müsellâh hizmetin mevzuu; millî müdafaa için askerî teşkilât yapmak, asker yetiştirmek ve icabında askeri kullanmaktır. Müsellâh hizmete, ordunun teşekkülünde vatandaşlar üzerinde müessir olan askerlik mükellefiyeti, askerlerin ve askerlik işlerinin, terakki ve inkişafı noktasından, teftiş ve murakabesi ve nihayet
diğer müteferri bazı millî müdafaa hizmetleri de dahildir.
2 — Ordu idaresi; esas'itibariyle askerî kıta ve müesseseler için zarurî olan maddî ihtiyaçların ve malzemenin tedarik ve ihzarına taallûk eden hizmetlerdir.
Bundan başka ordudan ayrılanlara yardım, onlan himaye (tekaüt, maluliyet vesaire) de ordu idaresine taallûk eden mühim vazifelerdendir.
3 — Askeri kaza; Askerî ceza kanununda yazılı suçları muhakeme, askerî cezaları hükmetmek ve askerlerin zatî işlerine taallûk eden idarî dâvaları görmek salâhiyetini tazammun eden ve umumî kazadan ayrılmış olan adlî hizmetlerdir ki bunlar adlî âmirlerle askerî adlî hâkimler ve askerî mahkemeler tarafından görülür.
ORMAN HUKUKU [aim. Forstrecht — fr. legislation sur les forets. — ing. forest - laws, forest regulations].
Ormanlarımızı her bakımdan ilgilendiren hukuk kaidelerinin topluluğu Yurdumuzda ormanlarda medeni kanunun kabulivle tam ferdi mülk'ıvet esasına bağlanmış ve bunlar üzerinde her türlü kişilerin mülkiyet hak-
ları kabul edilmişti. Yalnız 3116 sayılı Orman Kanunu gerçek kişilerin malik olacakları ormanların Devlet ormanları ile yakınlıkları ve uzaklıkları bakımından Orman üzerinde gerçek kişilerin mülkiyetine ehemmiyetli takyitler koymuş ve bu yüzden yani Devlet ormanlarına yakınlık ve münasebetleri bakımından bazı hususî ormanların kamulaştırılması cihetine gidilmiştir.
9 temmuz 1945 tarih ve 4785 sayılı kanun ise Ormanlar üzerindeki mülkiyet hakkının yalnız devlete ait olabileceği esasından hareketle, gerçek veya tüzel kişilerle vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişilerine ilişkin bütün ormanların devletleştirileceğini kararlaştırmıştır.
En son hukuki durumumuza göre ormanda bazı istisnalar hariç olmak üzere Devletten başka hiç bir gerçek veya tüzel kişi mülkiyet hakkı kazanamaz ve eskiden kazanılmış olanlar da adı geçen kanun hükümleri gereğince kamulaştırılır.
Bu suretle tamamı devletleştirilmiş olan ormanlarımızın işletilmesi, korunması, imarı, geliştirilmesi işi, Tarım Bakanlığına bağlı Orman Umum Müdürlüğüne verilmiştir (3116,3204,3445, 3818,3904,4767, 4785,no.lu K)
OROS Bir şaphane veya memlehanın, tuzlanın muayyen olan satış bölgeleridir.
ORTAK bk. Şerik; Suçta iştirak.
ORTAKLIK bk. Şirket.
OSMANLI BANKASI [aim. Ottomanbank. - fr. Banque Ottomane. — ing. Ottoman Bank],
Memlekette mahdut miktarda (azami iki yüz yetmiş dokuz bin altmış dokuz liralık) bankanot ihracı imtiyazını ve bazı muafiyetleri haiz olmakla beraber bankacılık muamelâtı mahdut olmıyan ve anonim şirket halinde kurulmuş bulunan (kurulduğu tarih 1863) bankadır. Son vaziyeti 2292 ve 3341 No.lu kanunlarla tesbit edilmiştir.
OTARŞİ bk. İktisadi Yeterlik.
OTLAK bk. Mer'a.
OTOPSİ [aim. Leichenschau, Obduktion. — fr. autopsie. — ing. post-mortem examination, autopsy, coroner's inquest. — lât. sectio, corpus mortui aperire].
Ölünün hem zahiri, hem de dahili muayenesini gerektiren ve Ceza Usulünde «keşif» sayılan bir araştırma vasıtasıdır. Otopsi yargıcın ve tehirinde zarar umulan hallerde Cumhuriyet Savcısının huzurunda iki hekim - birinin adli hekim olması lâzımdır - tarafından yapılır. Zaruret halinde kanun, otopsinin bir hekim tarafından yapılmasına müsaade ed-er. Ölüyü son hastalığında tedavi eden hekim otopsi yapamaz.
Otopside başın, göğsün, ve karnın açılması lâzımdır (CMUK 79).
OTORİTE [aim. Staatsgewalt, Macht; Behbrde, Obrigkeit. — fr. autorite. — ing, authority. — lât. auctoritas].
1 — Hâkimiyeti kullanma, emretme kudretidir.
2 — Hâkimiyeti kullanma, emretme kudret ve salâhiyetini kullanabilen devlet ve idare uzuvları ve memurlarıdır.
OTURUM bk. Celse OY bk. Rey.
H. L. 18
274
ÖDEME - ÖLÜM CEZASI
o
ÖDEME 6*. İfa.
ÖDEME EMRİ /aim. Zahlangsbefehl. — fr. com-management de payer. — ing. order of payment, warrant].
Para veya teminat borcu için bir şahıs aleyhinde vâki olan ilamsız takip talebi üzerine o şahsa icra dairesinden tebliğ edilen emirdir (İc İf K 60).
ÖDEME KABİLİYETİ /aim. Zahlungsfâhigkeit.— fr. solvabilite. — ing. solvency].
Borçlunun borçlarını ödiyebilecek bir halde olmasıdır. İllâs hükümlerine tâbi olup ilamsız takip neticesinde itlâsi istenen şahsın takip olunan borcu ticaret mahkemesinden verilen on günlük mühlet içiode öden mesi, yahut rr.ahkeme veznesine depozito etmesi, aciz halinde olmadığına yani ödeme kabiliyetine delil sayılır Bu halde, aleyhindeki illâs talebi mahkemece reddedilir (1c İf K 158, 173, 177 f 4).
ÖDEMELERİN TATİLİ [aim. Zahlamseinstel-lung. — fr. cessation (suspension) de payen ent. — ing. suspension (stopping) of payments, insolvency/.
Bir şahsin borç ödemek işini bırakıvermesidir. Borçlarımı tamam olarak ödiyemiyeceğim diye açıktan beyanda bulunması, yahut fiilî olarak birden ziyade ödemelerini kesmesi bu hususta aynı neticeyi hâsıl eder. Borçlunun bu söz veya hali aczine delil tutulur. Borçlunun taahhütlerinden kurtulmak için kaçmış olduğunun anlaşılması da ödemelerini kestiğine delil olur (İc if K 177 No. 2).
ÖDENEK bk. Tahsisat.
ÖDÜNÇ PARA VERME Paraya taallûk eden bir karz muamelesidir. Faizden para kazanmak istiyen ve bu sebeple ödünç para verme işleriyle uğraşan hakiki ve hükmi şahıslar hükümetten izin almağa mecburdurlar. İzin almadan faizle ödünç para vermeği itiyat etmiş olanlara «tefeci» denir. Tefecilik bir suçtur (ödünç Para Verme İşleri K.).
ÖLÇÜ VE AYAR MEVZUATI [aim Mass - und Gewichtsrecht. — fr. legislation sur les mesures et poides. — ing. legislation governing the weights and measures].
Her nevi ölçülerin ayarlanmasını esas ittihaz eden mevzuat, ölçüler K; ölçüler Nz.).
ÖLÜ GÖMMEK [aim. Bestattung, Beerdigung.— fr. enterrement. — ing. burial, interment].
Şehir, kasaba ve köylerde mezarlıklara ölülerin gömülmesidir. Yalnız Bakanlar Kurulu, fevkalâde hallerde ve sıhhi mahzur olmadığı takdirde muayyen ve malûm mezarlık dışına ölü gömülmesine müsaade edebilir. Müsaade almadan muayyen ve malûm mezarlık dışına ölü gömmek suçıur. (CK 262; CMUK 152; Umumi Hıfzıssıhha K 211 - 220, 299).
ÖLÜLERE HAKARET VE SÖCME [aim. Ver-leumdung Verstorbener. — fr. outrage aux morts; man-quement de respect au souvenir d'un mortj'.
1) Kendisine karşı hakaret veya söğme suçu işlenmiş olan kimsenin şikâyetname vermezden evvel ölmesi veya hakaret veya söğme suçunun ölmüş bir kimsenin hatırasına karşı işlenmesi halinde, ölünün karısı, kardeşleri, usul ve furuğu, veresesi şikâyetname verebilirler. (C K 488); bk. Hakaret ve söğme.
2) Bir ölünün ceset ve kemikleri üzerinde hakaret sayılan -fiillerde bulunmak veya hakaret maksadı ile bir ölünün kısmen veya tamamen cesed veya kemiklerini almak cürümdür (C K 178).
ÖLÜLER HUKUKU [aim. Totenrecht. - fr. droits des morts.].
1 — Umumiyetle iki mânası vardır: a) Objektif mânada ölüler hukuku, ölü ile alâkalı münasebetlere taallûk eden kaidelerin umumudur, b; Sübjektif mânada ölülerin hakları, ölüm ile nihayet bulmıyarak, örf ve âdetçe tanınmak veya kanun hükümleriyle tanzim edilmek suretiyle, ölümden sonra dahi devam eden, şahsiyete bağlı haklardır. Telif hakkı nasıl ölümden sonra da himayeye mazhar oluyorsa, ölünün başka şahsiyet hakları da müstakildir, varlık iktisabeder ve himaye olunur: ölünün namus ve şerefi, terekesi, cesedi gibi. bk. ölülere hakaret ve söğme.
2 - Hususi hukukta ve âmme hukukunda: a) Miras hukukundaki hakları bilhassı ehemmiyeti haizdir. Tereke ölümle intikal eder. Cenaze masrafları terekeden indirilir. Son arzuları ölümünden sonra yerine getirilir. Namzet tâyin etmek suretiyle ölümünden sonra dahi terekesi üzerinde tasarruf edilebilir vs.... b) Bizzat ceset himaye görür. Cesedin usulü dairesinde gömülmesi lâzımdır. Mirasçıları naaşı satmak suretiyle tasarruf edemezler, e) Mezarında dahi himaye olunur. Aynı mezara bir başkası gömülemiyeceği gibi makul ve muhik bir sebep olmaksızın mezarından çıkarılarak bir başka yere gömülmesi de caiz değildir,
ÖLÜM [aim, Tod, Ableben. Todesfall, Sterbefall.— fr. dices, mort naturelle. — ing death. — lât. mors].
Bir insanın hayatının sönmesidir. ölümün doğurduğu en mühim hukuki netice ölenin mirasının açılmasıdır (MK 517).
Hangisinin evvel veya sonra öldüğünü tâyin mümkün olmaksızın ölenler bir anda ölmüş [aim. Kommo-rienten. — fr. comourants, commorientes. — Ing. com-morientes. — lât. commorientes] sayılırlar (birlikte ölüm karinesi MK 28).
ÖLÜM CEZASI [aim. Todesstrafe. — fr. peine de mort, peine capitate — ing. pain of death, capital punishment. — lât. ultima poena capitalis, poena vitae, poena capitalis],
1) ölüm cezasının meşru' bir ceza sayılıp sayılmayacağı doktirinde ihtilaflıdır, Bir çok memleketlerin ceza kanunlarında ölüm cezası muhafaza edilmekte ise-de, bu cezanın ilgası hakkındaki fikir cereyanı diğer bazı memleketlerin ceza kanunlarından bu cezanın çıka* rılması neticesini meydana getirmiştir.
ÖLÜM CEZASI - ÖRF VE ADET
275
2) Türk Ceza Kanununa göre ölüm cezası hükümlü, nün hayatının kanunen, muayyen şekilde izalesini tazammun $den, cürümlrre mahsus, en ağır cezadır, Kesinleşen ölüm cezası hükümlerinin yerine getirilip getirilmemesine karar vermeğe T. B. M. M. yetkilidir (Anayasa 26; CK 12,43; As. CK 20; Nüfus K. So).
ÖLÜME BAĞLİ TASARRUFLAR (ölüm sebebiyle tasarruflar) [aim. Verfügungen von Todes wegen; leiziwillige Verfügungen. — fr. dispositions (a) pour cause de mort; actes â cause de mort; actes de derni-ere volonti. — ing. dispositions mortis causa. — lât. negotia mortis causa}.
Hakiki şahısların, hukuki tesir ve hükümlerini Ölümlerinden sonra husule getirmek üzere, yaptıkları hukuki muamelelerdir, ki onların hüküm ifade edebilmesi için tasarrufta bulunan kimsenin ölümü zaruri bir rükündür. Halbuki bir satım muamelesinde semenin ödenmesi veya mebiin teslimi veya her iki edanın yerine getirilmesi ancak âkitlerden birinin ölümünden sonra yapılacağı kararlaştırılmış olduğu takdirde bu mukavele hüküm ifade eder, yalnız ifası tecil edilmiş veya ölümün tahakkukuna tabi kılınmış olduğundan ölüme bağlı bir tasarruf sayılmaz.
ölüme bağlı tasarruflar iki nevidir: Vasiyet, miras mukavelesi (MK. 449 Vd).
ÖLÜM SİGORTASI 6İ:. Hayat sigortası.
ÖLÜNCEYE KADAR BAKMA AKDİ [aim. Ver. pfründungsvertrag (İs), Altenteilsvertrag (AL), Aus-zugsvertrag (Al), Leibzuchtsvertrag (Al.), Leibgedinge (AL). — fr. contrat d'entretien viager. — ing. agreement for lifelong support].
Öyle bir akittir ki; burada taraflardan birinin giriştiği taahhüt diğer tarafı yaşadığı müddetçe görüp gözetmek ve ona bakmaktan ibaret olduğu halde diğer tarafın taahhüdü ona muayyen bir bedel vermekten ibarettir. Bu akdin hususiyeti, bakmayı taahhüt eden tarafın aldığı bedel muayyen olduğu halde, kendisine bakılacak olan kimsenin ne kadar müddet bakılacağının bilinmemesinde ve böylece karşılıklı ivazlardan birinin şümulü tesadüfe bırakılmış olmasındadır (BK 511 vd).
ÖNCEDEN HALLİ LÂZIM GELEN MESELELER [aim. Vorfrage. — fr. questions preliminuires. — ing. preliminary question].
Mahkemenin kendisine arz olunan esas dâvayı halledebilmesi için daha önce hal ve bertaraf etmeye mecbur olduğu nizalar, ihtilâflardır: İptidaî itiraz mevzuları, müruru zaman meseleleri; taksim ve izale i şuyu dâvasında sulh mahkemesinin vazifesini geçmiyen mülkiyet ihtilâfları gibi.
ÖNERGE bk. Takrir.
ÖNLEYİCİ TED BİRLER [aim. Vorbeugungsmass-nahmen. — fr. mesures preventives. — ing. preventive measures (prevention of crime)].
Suçlu hakkında bir ceza teşkil etmekten ziyade onun tarafından ileride işlenmesi melhuz suçlara karşı cemiyeti koruyan tedbirlerdir ki bunlar suçlu hakkında hükmedilen asli cezaya mütemmim veya fer'i bir tedbir olmak üzere hüküm ve tatbik olunur.
On bir yaşını biürmiyen veya akıl hastalığına müptelâ olan suçlunun bir müesseseye konulması, mem-
nu silâhların müsaderesi (CK36.46.53 f.2), bazı memleketlerde cinsi suçlarla ağır cezalara mahkûm olanlar hakkında tatbik olunan kısırlaştırma tedbirleri önleyici tedbirlerden sayılabilir.
Ö.N ÖDEME Anime dâvasını düşüren sebeb-lerden biridir. Yukarı haddi elli lirayı aşmayan hafif para cezasını müstelzim kabahat failleri, suçun kanunen muayyen eezasımn en yüksek haddini teşkil eden miktarı ödemek suretile kamu dâvasının düşmesini te nin -edebilirler. Fakat bu neticeyi husule getirebilme-i için tediyenin duruşmadan evvel yapılması şarttır (CK 119).
ÖRF Curf) (Es H.) Maruf yani bilinen manasınadır ki insanlarca hüsnü telâkki ve kabul olunan şey demektir. Fukahâ-yı hanefîye örfü «aklen veya seran müstahsen olan ve akl-ı selim eshabı indinde münker olmıyan şeydir» diye tarif ederler. Adet ve teamül ile aralarında fark vardır.
Mâruf daima müstahsen olan âdetlere ıtlak olunur Halbuki âdet ve teamül bâtıl ve fena itiyatlara da denir. Bunun içindi rki iyi âdet, kötü âdet, iyi teamül, fena teamül denir İyi örf, fena Örf denmez.
Bundan başka örf, kavi ve fiile şamil olduğu halde âdet ve teamül fiile münhasırdır.
ÖRF-1 ÂM Curf-i 'âm) (Es. H.) Vazıı müteayyen olmayıp beldelerinin hepsinde veyahut ekserisinde cari olan örftür.
ÖRF-1 HÂS ('urf-i hâjş) (Es. H) Bir meslek müntesiplerine yahut bir kavim veya bir belde ahalisine mahsus olan örflerdir.
ÖRF-1 KAVLÎ Curf-i kavli) (Es. H.) Bir cemaatin bir lâfzı bir mânada kullanmalarıdır ki o lâfzı işiten kimsenin aklına başka mâna gelmez. Meselâ «sobayı veya lâmbayı yak» denilmesinde olduğu gibi.
ÖRF-I TÂRI (W-i t.rl) (Es.H) örf ve âdete hamlolunacak şeyin vukuu zamanında ve ondan evvel bulunmayıp sonradan hadis olan örftür,
ÖRFİ İDARE [aim. Beslagerungszustand, Ausnah-mezustund. — fr. etat de siege. — ing. state of siege; martial law. — lât obsidio).
Devletin mevcudiyetini tehlikeye düşürecek kadar ciddi ve vahim bir tehdit karşısında millî varlığı himaye ve müdafaa için idare ve adliye organlarının mevzuatı ve vasıtaları kâfi gelmiyen hallerde, müracaat olunan ve fevkalâde tedbirleri tazammun eden idare sistemidir.
Anayasaya göre örfî idare harb halinde veya harbi icabettirecek bir vaziyet çıkınca veya isyan zuhurunda yahut vatan ve cumhuriyet aleyhinde kuvvetli ve fiilî teşebbüsleri teyideden emareler görüldükte ilân olunur.
örfî idare altına alınan yerlerde umumi emniyet ve asayişe taallûk eden zabıta salâhiyetleri ve vazifeleri askerî makamlara intikal eder. örfi idare altına alınan yerlerde askeri idare masuniyet ve hürriyetleri takyitte salahiyetlidir (Anayasa 86; Örfi İdare K).
ÖRF VE ÂDET [aim. Gewohnheit, Brauch, Ver-kehrssitte. Usance. — fr. usage, coutume.— ing. usage and custom. — lât. consuetudo, mos].
Kuvvetini kanundan değil teamülden alan kaide, lerdir. Bu itibarla «yazılı hukuk»un tam zıddını teşkil eder. Bir meslek mensupUrı arasında yerleşen âdete «meslekî âdetler» derler. Ticari âdetler [aim. Handeh'
276
ÖRF VE ÂDET — PARA CEZASI
brauche, Handelssitten. — fr. usages commerciaux. — ing. commercial pratice], bu mahiyeti haizdir. Bu izahata göre herhangi bir kaidenin örf ve âdete istinat ettiği kabul edilebilmek için onun bu isme liyakat kesbedecek kadar devamlı ve sabit olması ve hukuki ehliyeti haiz olanların bunu hukuki mahiyette tanımaları lâzımdır. Diğer bir bakımdan âdetler umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır. Umumi âdetler /aim. Verkehrssitte, Brauch. — fr. coutume generale. — ing. general custom] meslek farkı gözetmeyen âdetlerdir; hususi âdetler [aim. spezieller Brauch. — fr. usages speciaux. — ing. special practice] de daha ziyade meslekî mahiyet göze çaıpar.
Mahallî âdetlere /aim. Ortsqebrauch. — fr. usages locaux. - ing. local custom] gelince, bunlar memleketin muayyen bir mahallinde yerleşen âdetlerdir. Bazı malların Istanbulda aded ile Ankarada kilo ile satılmasında olduğu gibi. Milletlerarası örf ve âdet, /aim. internatio-naler Brauch. — //'. coutume internationale. — ing. international custom, international practice], milletlerarası münasebetlerin tesis ettiği vaziyetlere aykırı bulunmadıkları için milletler arasında tatbik edilegelen
kaidelerdir ki bunlar ileride yapılacak mukavelelere ve muahedelere kaynak teşkil ettiği gibi beynelmilel meselelerin halline de yarar, buna «milletlerarası teamül» denir.
ÖRFÜ ÂDET "HUKUKU [aim. Gewohnheitsrecht. — fr. Droit coutumier. — ing. consuetudinary law (İngilUrede: «common law»). — lât. mores et consue-tudo].
örf ve âdetle teessüs eden ve âmme kudretiyle teyit olunabilen hukuk kaideleridir.
ÖŞÜR bk. Aşar.
ÖZ AD bk. Ad.
ÖZÜR 1 — bk. Mazeret
2 — (Arz-ı mirînin tatilinde) (uzr) (Es H.)
Arazi mutasarrıfının define âdeten muktedir olmı-yacağı herhangi bir mâniin araya girmesidir: Mümbit olmiyan tarlayı dinlendirmek gibi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...