Türk Hukuk Sözlüğü (A-Ç)

turk hukuk lügati
Türk Hukuk Kurumu tarafından hazırlanmıştır.
Başbakanlık
Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğünce yayımlanmıştır.
3. Baskı
ANKARA 1991 - BAŞBAKANLIK BASIMEVİ
TURK HUKUK LÜGATİ ÜZERİNE ...
Cumhuriyetin kuruluş ve gençlik yıllarında, ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim adamları, resmî devlet yapısı içinde çok önemli görevler yüklenerek, çok partili demokratik parlamenter sisteme geçişi kolaylaştırırken, ayrıca, resmî görevleri dışında da bir araya gelerek, yeni düzenin hukukî yapısının yerleşmesini sağlayacak çalışmaları da devam ettirmekten geri kalmamışlardır.
Denilebilir ki, gece gündüz çalışarak Osmanlı-Türk Devletinin yıkıntılarından, bir millî devlet sistemini ortaya çıkarıp yaşatmışlardır. Bu sistemin insan yapısı ile hukuk yapısını kaynaştırıp bütünleştirmek için yorulmayan bir gayretle çalışmışlardır.
Türk toplum yapısı ve tarihi ile Avrupa hukuk ve siyasî yapısını uyumlu hale getirmek ve bu günlere gelmek, böyle bir çalışma sonunda gerçekleşebilirdi.
İşte bu yüksek inançla 1934 yılında "Türk Hukukçular Cemiyeti" adı ile bir araya gelen ve Türkiye'nin her yanında görev yapan tanınmış hukukçular, "Türk Hukuk Lügati" gibi abide bir eseri meydana getirip yayınlamayı başarmışlardır.
Bugün bile, Türk hukukunun anlaşılması ve uygulanmasında büyük bir kaynak görevi yapan bu değerli eserin aradan geçen yıllar içinde yeniden yayınlanamayışından büyük bir üzüntü duydum.
Yeni Türk Hukuku ile İslâm Hukuku terimleri yanında, Fransızca, İngilizce, Almanca, Latince hukuk terimleri ile beş dilde bir hukuk abidesinin yeniden yayınlanmasına yardımcı olmaktan gurur duyuyorum.
Bunun yanında, Lügatin günün değişen şartlarına göre yeniden hazırlanmasını kararlaştıran Türk Hukuk Kurumu mensuplarını tebrik ediyorum.
"Türk Hukuk Lügatı"nın üçüncü baskısını gerçekleştiren Türk Hukuk Kurumu'nun üye ve yöneticileri ile basımı gerçekleştiren Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü ve Basımevi mensuplarına teşekkür ediyor; Türk Hukuk Lûgatı'nın üçüncü baskısının Türk Hukukçuları ve Milletimize faydalı olmasını diliyorum.
A. Mesut YILMAZ
Başbakan
YENİ BASKI NEDENİYLE KISA BİR AÇIKLAMA
Önce şunu söylemeliyim: Bugün kamu yararına çalışan dernek statüsünde olan Derneğimiz, 9 Nisan 1934 tarihinde "HUKUKÇULAR CEMİYETİ" adı altında kurulmuş; 5 Nisan 1935te "TÜRK HUKUK KURUMU" adını almıştır. 31 Mayıs 1973 Genel Kurulunda adı "Türk HUKUK DERNEĞİ (KURUMLU" olarak değiştirilmiştir.
Tüzüğünde yazılı olduğu gibi, derneğimizin amaçları arasında başta geleni, "HUKUK BİLİMİNİN, ÖZELLİKLE ATATÜRK DEVRİMLERİNE DAYANAN TÜRK HUKUKUNUN GELİŞMESİNE HİZMET ETMEKTİR." Kuruluşundan bu yana Derneğimizin sürekli sosyal-hukuksal-bilimsel çalışmaları olmuş; Kurulumuzca toplantılar düzenlenmiş, kitaplar çıkarılmış, bildiriler yayımlanmıştır.
Kurumun eserlerinin en başında kuşkusuz "TÜRK HUKUK LÜGATİ" gelir. Bu çalışmaları başlatan ve başarıyla yürüten dönemin Kurum Başkanı rahmetli Refik İn-ce'yi hemen anmalıyım. Elinizdeki değerli eserin "ÖNSÖZ"ve"SONSÖZ" ünde açıklanan o dönemlerin yöneticilerine; sözlüğün tam bir özveriyle eksiksiz hazırlanmasında tüm emeği geçenlere; basılmasında, dağıtılmasında unutulmaz maddi-manevi katkıları olanlara minnet ve saygılarımı sunarken, artık aramızda bulunmayanlarına rahmet diliyorum.
Aradan kırk yılı aşan bir süre geçtiği için bugün Türk Hukuk Lügatinin mevcudu kalmamıştır. Roma Hukuku ve İslâm Hukukunu, Cumhuriyet döneminin kısmen dünde kalan yazılı hukukunu ve hukuk anlayışını yansıtan; bunun yanında Dünyaca ünlü, o tarihte üniversitelerimizde bulunan yabancı öğretim üyelerine hazırlattırılan "latin-ce, ingilizce, almanca, fransızca" terim ve kavramları içeren bu sözlüğün hukukçularımız ve aydınlarımız için hâlâ bir değer taşıdığı inancındayız. Bu nedenle yeniden beşbin adet olarak basılmasını Yönetim ve Bilimsel Araştırma kurullarımız uygun görmüştür.
Hemen şunu da eklemeliyim: Geçen uzun zaman dilimi içinde - doğal olarak - ülkemizde anayasalar, yasalar değişmiş; yeni kavramlar, terimler ve hukuksal kurumlar oluşmuş; dilimizde ciddi gelişme ve zenginleşmelere ulaşılmıştır. Bu nedenlerle Türk Hukuk Sözlüğünün YENİDEN ele alınması, işlenmesi ve dolgun bir içerikle hukuk yaşamımıza olabildiğince kısa zamanda maledilmesi gerekmektedir.
Kurumumuzca bu çalışmalara da başlandığını duyurmaktan ayrıca kıvançlıyım.
Elinizdeki bu Lügatin basılması için ilgililere talimat veren; büyük emek, uzun zaman ve maddi olanaklara bağlı, tamamen bilimsel içerikli YENİ TÜRK HUKUK SÖZLÜĞÜ çalışmalarında umutlarımızı pekiştiren, bu çalışmalar için de Derneğimize maddi yardım sağlayan Başbakanımız sayın Mesut Yılmaz'a gönülden teşekkürlerimi belirtmeyi yerine getirilmesi gerekli görev sayıyorum. Saygılarımla.
Ağustos 1991
TÜRK HUKUK DERNEĞİ (KURUMU) BAŞKANI KÂZIM YENİCE
İNSANLAR arasında en eski devirlerden beri kurulmuş sosyal münasebetlerin en çetin anlaşamamazlıklara konu olması, Hak dediğimiz kıymete Kelime adını verdiğimiz klişe içinde sınır kazandırmayı zorunlu kılmıştır. Onun için kelimesi olmryan bir hak mevcut değildir; başka bir deyişle kelime ile ifade edilmedikçe her hangi bir hak, cemiyet içinde müeyyideli bir değer kazanmış sayılamaz. Hak, kendi olarak belki değişmez bir anlamdır; fakat hukuk bilimleri onları tedvin ederken bu değişmiyen anlamın meydana çıkışında cemiyetle beraber ve hayatla başbaşa türlü anlayışlar şekline girmiştir. Hattâ hakkın değişmez tarafını düşünüş bile asırlar ve devirler içinde birçok değişmelere uğramıştır. Onun içindir ki cemiyet içinde hukuk kıymetlerinin kabuğu olan sözler de bu türlü değişmeler göstermiştir. Dinlerin hâkim olduğu zamanlarda hukuk dili o dinin kitabından ve kitabının dilinden çıkmıştır. Bizde Medeni Kanuna kadar hukuk sözleri islâmca idi ve cümle arasında «olur, bulur» gibi Türkçe kelimeler, sıralanmış Arapça sözleri biribirine bağlamakla kalırdı.
BİR memlekette millî bir hukuk ve onun bu vasıfta dili olmadıkça millî bir dil tam var bellenemez. Hususiyle demokrat esaslara dayanan bir cemiyet, halkının yabancısı klişelerle kurulmuş bir yaşayış binası halinde ise bu cemiyetle o cemiyetin yaşama esasları arasında tehlikeli bir karşıtlık var demektir. Demokratlık anlayışını ancak millî özler ve millî şekiller besliyebilir. Bunun içindir ki dünya tarihinde büyük reforma hareketleri insan ruhunun derinlerine sinmiş dinle dış münasebetleri sağlıyan hukuku ilk ağızda millîleştirmeye teşebbüs etmiştir Bizde Medeni Kanunun kabulü, insanlık tarihine bu ana kuralın başarılı örneklerinden birini verdi. Medeni Kanunun dilindeki eğilim, hukuk dilimizin millîleşme ihtiyacına bir işarettir. Fakat onu daha geniş sınırlara götürerek her yöniyle Türk hukukunu Türk dilinde söyliyebilmek ihtiyacı bugün de bir ilke olmaktan çok, bir ülkü halinde devam ediyor. Bu yolda bilgili çalışma ve uğraşma zorunda bulunduğumuz mutlaktır.
TÜRK hukukunun şekilce ve dilce de millî olması yolunda yalnız bir noktadan değil, her cepheden harekete geçmeliyiz. Hukuk inkılâbının kıymet olmaktan çok, terim olarak idame ettirdiği klişeleri tesbit etmek, bu çalışma kademelerinden biridir. Türk Hukuk Kurumu bu terimleri kısa ve kesin izahlı bir lügat halinde toplamakla söylediğim çalışma cephelerinden birini ger-
VIII
çekleştirme yolundadır. Kuruma bu yönden teşekküre borçluyuz. Harcanan emeklerin derecesini yakından bilmiş olarak bu işe kendini verenleri her Türk aydınının takdirle karşılamasını dilerim. Fakat unutmamalıdır ki bir kademedir diye vasıflandırdığım bugünü tesbit mahiyetinde olan bu eser yanında İkinci Maarif Şûrasının aldığı karar ile Ankara ve İstanbul Hukuk Fakültelerine düşen hukuk terimlerini millîleştirme dâvası henüz mahfuz tutulmaktadır. Diğer yandan kanunlarımızın dili ve tedvin kılığı bu ruha uyabilmek için bütün kanunların kaynağı olan Ana Kuruluş Kanunumuz da Türk milletinin öz diline intibak etmelidir. Bütün bu alanlarda büyük çalışmalar olması bize ümit ve huzur veriyor. Türk milletinin en kutsal kıymetlerini toplıyan hukuk, kısa zamanda öz dilde kendini söyliyecektir inanındayız.
14 Birinci kânun 1943 Maarif Vekili
Hasan-Âli YÜCEL
ÖNSÖZ
Türk Hukuk Kurumu (eski adiyle Hukuk İlmini Yayma Kurumu), 11-2-1937 tarihinde bir «Türk Hukuk Kamusu (Ansiklopedisi)» meydana getirmeye karar verdi ve işe başladı. Bu başlama, bütün ilim muhitlerimizde takdirle ve alâka ile karşılandı. Teşebbüsün müspet veya menfi neticeleri üzerinde faydalı mülâhazalara rasladık. Bu arada en çok dikkati çeken:
«Lügat yapılmadan kamus olamaz. Kamusun ihtiva edeceği ıstılahların hukuki mahiyetleri bilinmedikçe, o kamustan istifade eksik kalır. Bilhassa kamusun bir cildinin islâm hukukuna ayrılacağı kararlaştırılmış olduğuna göre, bu hukuka ait ıstılahları anlıyamıyan yeni nesilden bir gencin müracaat yeri neresi olacak? Böyle bir yeri bulamadıktan sonra o kamustan ne fayda elde edilir? Aynı endişe hukukun diğer şubelerine ait ıstılahlar için de varit değil midir? şeklindeki mütalâa oldu. Bu mütalâanın aksi de ileri sürülebilir ve lügatten evvel kamusa ihtiyaç bulunduğu söylenebilir. Fakat biz bu fikirleri tercih veya münakaşa vesilesi değil, bir hareket sebebi yaptık.
Bir taraftan «Türk Hukuk Kamusu » hazırlıklarına devam ederken, diğer taraftan bir «Hukuk Lügati» meydana getirmeyi 6-5-1939 tarihinde kararlaştırdık. Bu suretle «Türk Hukuk Kamusu» nun çok ağır yükü üstüne kurum yeni ve ağır bir vazife daha almış oluyordu. Ağır vazifelerin güç elde edilen ebedî zevkleri için çok yorulmak icabedeceğine tam bir kanaatle işe başladık.
ff programı:
Böyle esaslı bir karar verilince yapılacak işin mahiyetini, hududunu, şeklini tesbit etmek ve bir çalışma plânı yapmak gayet tabiî idi. Bu lügat de aşağıdaki esasları ihtiva etmek üzere çerçevelendi:
1 — Devlet ve millet hayatında hukuki bir mâna ifade eden ve bu mâna dolayısiyle hukuk alanında az veya çok bir mevki tutan hukukun bütün şubelerine, felsefesine ait eski ve yeni ıstılahları içine almak,
2 — İslâm ve Roma hukuklarının tarihî ve ilmî bakımlardan ehemmiyetleri göz önünde tutularak lügati bu yönden de ihtiyacı tatmin edecek bir halde meydana getirmek,
3 — Türk milletinin medeniyet âlemi hukukiyle münasebetlerini muhafazaya ve devam ettirmeye medar olan Almanca, Fransızca, İngilizce ve Lâtince ile - mümkün olduğu kadar -her hukuk ıstılahının karşılığını göstermek,
4 — Türk hukuk ıstılahlarının karşısında muhtelif yabancı dillerden karşılık bulundurulunca bu defa bunların aksini alarak lügate, bir «Almanca - Türkçe », « Fransızca - Türkçe», «İngilizce - Türkçe », hukuk lügatlerini ilâve eylemek.
Hukuk ıstılahlarının toplanması:
Bu ıstılahları geniş surette toplıyan bir esere şimdiye kadar tesadüf edilmediği için her şeyden evvel yeni baştan bir tarama yapmak mecburiyetinde kaldık. Buna da Fransa enstitüsü âzasından ve Paris Hukuk Fakültesi profesörlerinden müteveffa Hehri Capitant'ın idaresi altında meşhur profesör ve âlimlerden mürekkep 120 kişilik heyetin hazırladığı «Vocabulaire Juridique» den başladık. Bundaki ıstılahları tercüme ederek toplamak vazifesini Konya Mebusu Doktor Galip Gültekin'in başkanlığı altında Siyasal Bilgiler Okulu Doçentlerinden Doktor Necmi Osten ve Fethi Çelikbaş'a havale ettik. Bir taraftan da kamus hazırlığı münasebetiyle mevzu seçmek üzere hemen Türkiyedeki bütün hukuk profesör, doçent ve asistanları nezdinde evvelce yapmış olduğumuz anket neticesinde elde ettiğimiz ıstılahlardan istifade ettik. Bunlardan maada, şu eserleri de baştan aşağı taradık:
X
1 — Üçüncü tertip düstur fihristi.
2 — Serkis Karakoç'un " Direktif „ i,
3 — Ahmet Ziya'nm " Rehber „ i,
4 — Zühtü Hilmi'nin "Medeni Kanun fihristi„,
5 — Andon B. Tınlar ve Kirkor Sınapyan'ın «Istılahat lügati»,
6 — Şemsettin Sami'nin «Kamus-ı Türki» si,
7 — Yine Şemsettin Sami'nin «Kamus-ı Fransevi * si,
8 — " Borsa rehberi „,
9 — Türk Dil Kurumu'nca hazırlanan "Hukuk ıstılah müsveddesi„, 10 — Mehmet Ekrem'in «Istılahat-ı hukukiye ve siyasiye lügati».
Profesörler ve doçentlerle asistanlardan kamus mevzuları üzerinde yaptığımız anketin " Umumi ve Hususi Devletler Hukuku „, " Hukuk Usulü Muhakemeleri „, " Teşkilâtı Esasiye „, "Türkiye Büyük Millet Meclisi dahilî nizamnamesi,, ıstılahları yönünden cevapsız kaldığını görünce hukukun bu kısmı üzerinde tarama yapmaları vazifesini hukuk doktoru ve Maliye Vekâletinde nakit işleri kontrolörü Kemal Gürsoy ile gene Maliye Vekâleti umum muhasebe müdürlüğü mümeyyizlerinden (şimdi evrak müdürü) bayan Şem'inur lnanc'a verdik.
Bu suretle hazırlanan ıstılahların yekûnu 4000 i buldu. (Bu rakama islâm hukukuna taallûk edenler dâhil değildir).
Bu (4000) ıstılahın karşısına yabancı dillerdeki mukabilleri de yazılarak bastırıldı. Bunların tabı ve tashihlerini ve lüzum gördüğü takdirde diğer tashihleri de yapmak salâhiyeti İstanbul Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Yavuz Abadan'a verildi.
Meydana gelen bu ıstılahlar koleksiyonu kendisinden istifade edebileceğimizi tahmin ettiğimiz profesör, doçent, asistan, hâkim, avukat, idareci, hukukçu, maliyeci ve muhtelif meslek mensubu (456) kişiye gönderilerek bunlardan,
1) noksan görülen ıstılahların ikmali,
2) tekrarların ve lüzumsuzların çıkarılması,
3 ) karşılık olarak konmuş olan yabancı diller üzerinde de tasarruf edilmesi, 4) biribirine atfı lâzım gelen ıstılahlara işaret edilmesi,
5 ) kanun, nizam ve sair hukuki tesislerde yazılı olmıyan ve fakat her hangi bir meslek örfünde mevki alan ve mahiyeti itibariyle hukuki bir vaziyet ihdas eden ıstılahların da lügate ilâvesi (borsa, ticaret, işçilik âlemlerinde olduğu gibi),
6) hükümleri ilga edilmiş olsa bile bir zamanlar tatbik edilen idari, adlî her türlü hükümlerin de lügate yazılması rica olundu. Bu ricamızı kabul ederek bize ilmî yardımlarını esirgemiyen (67) kişiyi hürmetle selâmlarız.
Bu ankete bir taraftan cevap beklerken, diğer taraftan da " İlim Heyeti „ (eski adı kamus ve lügat bürosu») ayrıca bu lügatler üzerinde yukardaki anket dairesinde tarama ve tasfiye çalışmalarına devam etti. Bu çalışmalar esnasında (67) zatın mütalâalarından da istifade edildi. Neticede meydana gelen ve bu eserin muhtevasını teşkil eden ıstılahlar "Hukuk Lügati,, nin hakikî malzemesini teşkil etti. Bu miktar az veya çok bir değişikliğe uğramış olsa bile eserin kıymeti üzerinde müessir olacak derecede değildir.
Bu suretle esas ve yabancı dillerle karşılığı hazırlanan ıstılahların hukuki, kanuni ve örfi mânalarını yazabilecek bilginlerin de bulunup seçilmesi işin ehemmiyetli kısmını teşkil ediyordu. Hazırlanmış olan ıstılahları, ihtiva ettikleri hukuk şubesine göre ilim heyetimiz mütehassıslarına 11 Haziran 1941 tarihinde dağıttı ve her birine yazılarında takibedecekleri metoda numune olmak üzere Henri Capitant'ın «Vocabulaire Juridique» inden dört ıstılahın tercümesi gönderildi. Bu lügat yazıcılarının burada, adlarını alfabe sırasiyle bildirmek suretiyle takdimi vicdan borcu sayarım:
XI
Abadan, (Yauz) Adam, (Tahsin) Akgüç, (Âtıf) Aral, (Namık Zeki) Arsebük, (Ahmet Esat) Ayıter, (Dr. Ferit)
Belbez, (Dr. Hikmet) Belgesay, (Mustafa Reşit) Berki, (Ali Himmet) Bilgisin, (Şevket Mehmet Ali) Bilmen, (Nasuhi) Demirelli, (Fuat Hulusi) Erim, (Nihat) Esen, (Bülent) Gönenli, (Mehmet) Göknil, (Mazhar Nedim) Göktürk, (Hüseyin Avni) İnce, (Refik) Karaoğlan, (Fahrettin) Kuyucak, (Hazım Atıf) Mardin, (Ebülûlâ) Metya, (Nusret) Onar, (Sıddık Sami) Öktem, (İmran) Taner, (Tahir) Tarhan, (Mümtaz) Taşkın, (Rifat) Tüzel, (Cafer Tayyar) Uman, (Osman Nuri) Yekebaş, (Vehbi) Yunt, (Şevket)
Profesör Hukuk Doktoru Bursa Mebusu
Cumhuriyet Merkez Bankası Malî Müşaviri Ordinaryüs Profesör
Ticaret Vekâleti Hukuk Müşaviri, eski Dar-ül-fünun Müderrislerinden Hâkim
Ordinaryüs Profesör
Temyiz Mahkemesi Reislerinden
Ordinaryüs Profesör
İstanbul Müftülük Müsevvidi
Temyiz Mahkemesi Reislerinden
Profesör
Doçent
Temyiz Mahkemesi Azasından
Profesör
Profesör
Manisa Mebusu
Temyiz Mahkemesi Reislerinden Zonguldak Mebusu Ordinaryüs Profesör Profesör
Ordinaryüs Profesör Ankara Asliye Hâkimi Ordinaryüs Profesör İzmir Defterdarı
General, Hâkim, Askerî Temyiz Başmüddeiumumisi Maliye Vekâleti Baş Hukuk Müşaviri Cumhuriyet Merkez Bankası Hukuk Müşaviri Temyiz Mahkemesi Âzasından
Avukat, eski Dar-ül-fünun Müderrislerinden
Bu eseri - muayyen zaman içinde hazırlamış olsak bile -, nasıl başarabileceğimiz endişesi kurumun meşguliyet mevzuunu teşkil ediyordu. Matbaacılığın bütün inceliklerini taşıması icabeden bu büyük eseri bastırmak kurumun küçük bütçesinin tahammül edebileceği işlerden değildi. Fakat Maarif Vekâleti'nin ve onun kıymetli mümessili Bay Hasan - Ali Yücel'in ilim ve irfaıîı kollıyan himayesi bizi nihayet bu endişeden de kurtardı.
Hukuk Lügatinin ilim âlemimizdeki boşluğu doldurmak hususundaki kıymetini ve böyle bir eseri meydana getirmek için tertip ve tanzim ettiğimiz programı yüksek Vekilliğe bildirerek bize yardım elini uzatması ricasında bulunmuştuk. Fiihakika Vekillik 8 Eylül 1940 tarih ve 82/8002 Neşriyat Müdürlüğü ifadesiyle, müracaatımıza verdiği cevapta eserimizi üniver-siter mahiyette görerek basılması yolundaki ricamızı kabul eylediğini bildirdi. Esere bir taraftan kıymet verilmesi, diğer taraftan basım külfetinin göze alınması, kurumu daha çok çalıştırmaya ve bu suretle Hukuk Lügatine tam mânasiyle üniversiter mahiyet vermeğe ayrı bir sebeboldu. Burada Vekâlete ve ilimsever vekâlet mümessili Hasan - Ali Yücel'e derin minnet ve şükranlarımızı bir defa daha bildirmeyi borç sayarız.
Aradan pek az zaman geçince dağıttığımız ıstılahların cevapları gelmeye ve 23/6/1941 tarihinden itibaren başkanlığım altında hemen fasılasız toplanan «İlim Heyeti», mütehassıslardan gelen bu cevaplar üzerinde birer birer incelemeler yapmaya başladı. Bu incelemeler esnasında yazı sahibinin fikrine hürmeti baş vazife saymakla beraber şu esaslara sadık kalmaya çalıştık:
XII
1 — Fazla tafsilâttan çekinerek maksadı kamusluk bir dil ile değil, lûgatlik bir dil ile kısa ifade etmek,
2 — Noksan görülen cihetleri tamamlamak,
3 — İstanbul Üniversitesi ıstılah komisyonunca tertibedilen talimatnameyi aynen kabul ederek:
a) Kanunlarda yazılı olup tatbikatta yerleşmiş bulunan ıstılahlar, mühim ilmî bir zaruret olmadıkça, muhafaza edilerek tatbikatta yanlışlığa meydan vermemek,
b) Halk arasında yerleşmiş olan kelimeleri tercih etmek ve bu suretle hukuki müesseselerin halka daha kplay tanıtılmasını temin eylemek veya halkın tanıdığı bir müessese hakkında yanlış iltibas ve telâkkilere meydan vermemek,
c) Henüz kanunlara geçmemiş veya halk arasında intişar etmemiş olan ıstılahlar hususunda münevverlerce en kolay anlaşılabilecek menşelerden gelen ve lisanımızın bünyesine en uygun olan ecnebi kelimeleri tercih etmek,
d) Milletlerarası bir mahiyet iktisabetmiş olan ıstılahları aynen kabul eylemek.
4 — Mümkün olabildiği kadar ecnebi ıstılahlar mallanmamak hususunda taassup gösterilerek karşılığı bulunmıyan veyahut mevcut karşılığı hakikî maksadı temin edemiyen bu gibi lügatlere bir karşılık bulmak,
5 — İfade hususunda kabil olduğu kadar sade bir dili tercih etmek (31 kişilik bir yazı heyetinin şahıslarına ait beyan tarzındaki hususiyetlere riayet ve islâm hukukunun asırlarca muhafaza edilmiş ve artık klişe haline gelmiş olan bazı ibarelerine dokunmamak mecburiyetleri dâhilinde).
6 — imlâ hususunda da Türk Dil Kurumu'nun 1941 de çıkardığı «İmlâ kılavuzu» nu esas ittihaz etmek.
«ilim Heyeti» nin sabırlı ve derin bir aşk ile üç bine yakın ıstılah üzerinde (İslâm hukukunun ayrı ve hususi bir tetkika tâbi tutulduğu aşağıda gösterilecektir) yaptığı tetkik ve tashihler tamamlanınca, ıstılahlar alfabe sıralı bir tertip dâhilinde makine ile hukuktan mezun zatların nezareti altında fiş haline getirildi.
Bütün bu dikkat ve ihtimama ve hatasız iş çıkarma azmimize rağmen husulü tabiî görülen fikir, tertip, imlâ hatalarının bir defa da fişler üzerinde tetkik edilmesi, eserin ehemmiyeti ile mütenasip görülerek bu tetkik vazifesi Profesör Nihat Erim ile Ankara Asliye Hukuk Hâkimi Imran öktem'e havale edildi. Bütün lügatler her ikisinin ayrı ayrı tetkikinden geçtikten sonra görülen hatalar üzerinde yeniden ilim heyetinde müzakereler yapıldı ve verilen son karar üzerinedir ki, "Hukuk Lügati,, fişlerden kitap haline sokuldu.
Söyliyen hukukçularla, daktilografların her hangi bir hatada bulunmaları ihtimalini de göz önünde tutarak hazırlanan kitap üzerinde de yeni bir tashih ameliyesi yapılması işi, bu defa da bunlarla evvelden beri meşgul olduklarını söylediğimiz, Nihat Erim ve Imran öktem'e verildi.
Gerek fiş ve gerek kitap halinde iken ıstılahlar üzerindeki incelemelerin hepsi başkanlığım altında yapılmıştır. Beşerî hatalar hesaba katılmak şartiyle, bu çalışmalar sayesinde ciddî bir eser meydana getirildiği iddia olunabilir.
İslâm ve Roma hukuku:
Bu " Lügat „ te, asırlarca Türk hayatında esaslı rol oynamış olan islâm hukukuna yet vermemek kabil olamazdı. Bir defa bu hukukun mühim bir kısmı bugünkü ve yarınki nesil için meriyetini muhafaza etmektedir (Kanun-u Medeninin Sureti Meriyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun: madde 1). Diğer taraftan hukuk tarihi bakımından bu malûmata bütün Türkler için esaslı bir ihtiyaç vardır. Nerede kaldı ki, Türklerin uzun zamanlar hukuk nizamını teşkil eden islâmi hükümler, bazı müstesnalar dışında, tedvin edilmiş de değildir. Meselâ, vakfa ait bir kanunu veya bir vakfiyeyi okuyarak ondan mâna çıkarmanın, mutlaka bundaki hukuk ıstılahlarının anlaşılmasına bağlı olduğu malûm iken bunu temin edecek elde - maalesef -bir esaslı müracaat yeri bulunmadığı gibi mevcutlar da hep eski harflerle ve dağınık bir halde olduğu için bu ihtiyacı ancak bu lûğat ile karşılamak kabil olacaktır.
XIII
Roma hukukunun da, milletlerarası hukuk tarihi ve yeni hukukun temel taşı olmak bakımlarından kıymeti aşikâr olduğuna göre bu lügatin o kısım hakkında bir noksanlık göstermesi doğru olamazdı. Hukuk fakültelerinde müstakil bir surette okutulmakta olan bu derse ait malûmatı çoğaltmak bize ayrı bir vazife göründü.
Bu bakımlardan her iki hukuka ait hususi bir çalışmayı da programına koyan kurumumuz, İslâm hukuku ıstılahlarını ve bunların mânalarını şu suretle, temin etti:
1 — Bu ıstılahları toplayıp yazmak vazifesi, ihtisaslarında şüphe olmıyan İstanbul Hukuk Fakültesi ordinaryüs profesörlerinden Ebülûlâ Mardin'in başkanlığı altında temyiz reislerinden Ali Himmet Berki, temyiz âzasından Mehmet Görienli, eski Dar-ül-fünun müderrislerinden avukat Şevket Yund, istanbul Müftülüğü müsevvidlerinden Nasuhi Bilmen'den mürekkep beş kişilik heyete havale olundu.
2 — Bu heyet âzası arasında iş bölümü yapılarak her âza kendisine düşen ıstılahları tesbit etti ve mânalarını yazdı.
3 — Yazılan ıstılahlar üzerinde tstanbuldan Ankara'ya davet edilen Şevket Yund ve Nasuhi Bilmen ile Ankara'da bulunan diğer iki azanın iştirakiyle başkanlığım altında toplanan heyet tarafından tetkikler ve tashihler yapıldı.
4 — Bu suretle hazırlanan ıstılahlar, bir defa da, "İlim Heyeti„ nin tetkik gözünden geçirilerek orada bilhassa dil ve ifade bakımından mümkün görülen tashihler yapıldı.
5 — Fiş halindeki bu ıstılahlar, üçüncü defa olarak, Temyiz mahkemesi âzalığından mütekait Ali Rıza Kiper'in tetkikinden geçirildi.
6 — Bu suretle hazırlanan ıstılahlar, diğer ıstılahlarla alfabe sırasına konduktan sonra hepsi Profesör Nihat Erim ve asliye hukuk hâkimi İmran öktem'in sonuncu defa murakabesine tâbi tutuldu.
islâm hukukuna ait ıstılahların transkripsiyonla gösterilmesi bunların doğru okunmalarını ve tetkik ve tetebbu mevzuu olan eski metinler ile karşılaştırılmalarını temin etmek bakımından faydalı sayıldı.
Roma hukukuna gelince:
Bunun hazırlanması vazifesi heyete verilmeyip münhasıran ( İlim Heyeti» âzasından Doktor Ferit Ayıter'e havale edildi. Yapılan her hangi bir işin murakabesiz ve ikinci defa tetkiksiz kalmasından hâsıl olacak boşluğu doldurmak ve kurumun ilmî hüviyetine lâyık bir surette inceleme programına sadık kalmak maksadiyle Ferit Ayıter'in hazırladığı bu lügatler, Roma hukukundaki ihtisası malûm olan istanbul avukatlarından Doktor Şemsettin Talip Diler'in tetkikinden geçirildi ve bu kısım, lügate müstakil bir halde ilâve olundu.
Görülüyor ki bu «Hukuk Lügati»; zamanımıza, islâm ve Roma hukuklarına taallûk eden ıstılahların hemen hepsini ihtiva etmek arzu ve ülküsiyle sarf edilen ciddî emeklerin mahsulü olarak meydana gelmiştir.
Istılahların yabancı diller ile karşılıkları:
Hukuk ıstılahlarının yabancı dillerdeki karşılığını bulmak meselesi kurumumuzun mühim meşguliyetlerinden birini teşkil etmiştir:
1 — Bu kadar çok miktarda ıstılahın Lâtince, Fransızca, ingilizce, Almanca karşılıkları şimdiye kadar katî surette tesbit edilmiş değildi. Muhtelif profesörlerin, lûgatçilerin bir ıstılaha verdikleri ayrı ayrı mânalara nihayet verip o ıstılahın yabancı dildeki hakikî karşılığını göstermek ve hiç olmazsa ilim muhitinde ıstılahlar üzerinde istikrar temin etmek icabediyordu. Bu zor işi başarmak için " ilim Heyeti „ evvelâ kendi unsurları ile ve ondan sonra malûmatlarından istifade edilecekler arasında yaptığı anketler ile hazırlıklarını yaptı.
2 — Kurum, hazırlanan bu dört dildeki karşılıklar üzerinde istanbul Hukuk Fakültesi Ordinaryüs Profesörlerinden Â. B. Schwarz'i Lâtince ve ingilizce; Profesör E. Hirsch'i Almanca; Profesör Crozat'yı Fransızca kısımlarında nihai derecede karar vermek salâhiyetiyle tercih etti ve her birine bütün ıstılahları (islâm hukuku hariç olmak üzere) gönderdi.
XIV
3 — Her birinin ayrı ayrı hazırlayıp gönderdiği bu karşılıkların bir defa da her üçünün huzuriyle tekrar tetkiki ilmin ve ona ait çalışmaların zaruri ve tabii neticelerinden sayılarak, bu üç profesör yaz tatili esnasında Ankaraya davet olundu. Kendilerine yardımcı olarak iştirak eden doktor hâkim Hikmet Belbezle bidayeten çalışıldı. Istanbulda nihayet bulan bu çalışmalar neticesinde yalnız karşılıklar hususunda değil, diğer ana ıstılahlar ve yazılar üzerinde de bu üç profesörün ilimlerinden istifade edildi.
Bu şekli de ihtiva etmek suretiyle hazırlanmış olan bu «Hukuk Lügati» nde yabancı dillerden birine vakıf olanlar, derhal o ıstılahın buldukları karşılığı sayesinde yabancı eserlerden de istifade etmiş ve bu suretle milletlerarası hukukunda mukayeseler imkânını elde eylemiş olacaklardır. Bilhassa genç neslin tetebbu arzu ve kabiliyetini artıracak böyle bir usulün «Hukuk Lügati» nde ihdasiyle « Lügat» e ilmi mahiyeti ile milletlerarası bir kıymet verdiğimize kani bulunuyoruz. Şurasını da kayda mecburuz ki, tam karşılığı bulunduğuna kanaat getirilmiyen ıstılahlar olduğu gibi bırakılmış, mutlaka bir karşılık bulmak maksadiyle icat yoluna gidilmemiştir.
Yabancı dillerdeki hukuk ıstılahlarının türkçe karşılıkları t
Bundan evvelki bahiste ihdas ettiğimizi söylediğimiz yabancı dil usulü bize, her türkçe hukuk ıstılahının karşılığı olarak üç yabancı dilden hukuk ıstılahlarını hazırlanmış bir hale getirmiş oldu. Her hangi bir Türk veya ecnebinin yabancı dil ile bildiği bir ıstılahın türkçe-sini bulabilmesini temin için bu defa o hazırlanmış ıstılahları her dile göre alfabe sırasına koyarak « almanca - türkçe », «fransızca - türkçe», «ingilizce - türkçe » hukuk lügatleri meydana getirdik.
Bu suretle bugün türk ilim ve irfan âlemine takdim etmekle büyük bir zevk ve iftihar duyduğumuz bu « Hukuk Lügati» ni:
1) Cumhuriyetin bu sahada ilk eseri olmak,
2) her hukuk ıstılahı hakkında eski ve yeni telekkilere göre ifade ettiği mânaları ve bu mânalar şayet tedvin edilmiş bir kanunla teyidedilmiş ise bu kanun veya nizamın maddelerini göstermek,
3) İslâm ve Roma hukukunu da ihtiva ederek bizi alâkalandıran hukuki, tarihi ihtiyaçları tatmin eylemek,
4) her ıstılahın karşısında yabancı dillerle karşılığı gösterilmek suretiyle hukuka ait tetebbu, tetkik, bilgi kuvvetini artırmak,
5) yabancıların dahi Türk hukukundaki bilgilerini genişletmeye medar olacak surette yabancı dillerden türkceye hususi bir lügati haiz olmak,
noktalarından, muhteviyat itibariyle çok faydalı eser olarak ifadede cesaret değil, hakikat görmekteyiz.
Kanaatimize göre hukukun teknik dili demek olan bu eser sayesinde:
1 — Başta kanun vazu olmak üzere bütün devlet uzuvları; asker, sivil hepsi kendi hukuki ihtiyaçlarını temin ve tatmin edecek - kısa bile olsa - bir eseri ellerinde bulundurmuş olacaklar ve bu sayede halletmek istedikleri meselenin mevzuatımızda yerini ve mânasını bulacaklardır.
2 — Profesör, hâkim, avukat, hukuk müşaviri gibi hukuk ilmine müntesip olanlar bu eserden her halde en çok istifade edenlerden olacaklardır.
3 — Bilhassa eski harflerle ve eski mevzuatla gün geçtikçe alâka ve münasebeti kesilen genç nesil bu lügat sayesinde o münasebeti idame ederek bir daimi zincirleme halinde bulunan milli hayata ve hukuka bağlılığını muhafaza edecek ve derslerinin noksanlarını tamam-lıyacaktır.
Hukukî mefhumların zihinlere vazıh ve kuvvetli bir şekilde yerleşmesi terimlerin iyi seçilmesine bağlı bulunduğuna göre, bu eserin mükemmel olması için yapılması lâzım gelen incelemelerin her türlüsünü yapmaktan asla feragat edilmemiştir. Buna rağmen fikir, tertip, şekil, ifade bakımından kusurlar bulunacağına da kanaatimiz vardır. Açık alınla ve
XV
korkmadan bildiririz ki, bizim için bu kusurlar bir servet sayılacak; bize hatalarımızı bildirenler de minnetlerimizi kazanacaktır. Zira, her kusur üzerinde tevakkuf ederek tetkikatımızı genişletmek ve ilim âlemine daha iyi eserler vermek bizlerin saadeti; böyle saadete vesile olmak da bilginlerin ve Uimseverlerin vicdan borcu olduğu kanaatini taşıyoruz.
Eserin ikinci basılışı hiç şüphesiz, ilmi hareketin kamçılığını yapan tenkitler sayesinde daha mükemmel olacaktır. Başka milletlerin üzerinden asırlar geçen ve zaman geçtikçe mükemmelleşe mükemmelleşe bugünkü haline gelen " Hukuk Lügat „ lerinin aynını bizden aramak biraz insafsızlık olur. Fakat millî bünyemizin bu husustaki gecikmeden doğan şiddetli ihtiyacını çabuk gidermek için yanan yüreklerimizin ateşinden daha iyi eserler çıkacağına emin bulunuyoruz.
Çetin ve uzun bir çalışma ile meydana geldiği anlaşılacak bu eser, her şeyden evvel, ilimde bir ülkü birliğinin ve memlekete hizmet aşkının mahsulüdür.
Bunda idare ve ilim heyetlerini teşkil eden arkadaşların görterdikleri yüksek feragati, alâkayı minnet ve şükranla ifade eder ve bu arkadaşların adlarını burada bildirmekle iftihar duyarım :
Bunlardan maada gerek « İlim Heyeti » ndeki çalışmalara ve gerek hemen her gün bana dikkatli gayretini ve bu lügatin meydana gelmesinde en yakın arkadaşlığını ve bilgisini vakfeden hukuk doktoru kıymetli hâkim Hikmet Belbez'e ayrıca teşekkürümü bildiririm.
Sözlerime, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Kurumun kurulduğu ilk günden beri elinden tutan hâmi başkanı Başvekil Şükrü Saracoğluna ve hükümetine, Cumhuriyet Halk Partisine bütün bu varlıklarımızı ve çalışmalarımızı borçlu olduğumuzu söylemekle vicdanımızın temiz duygularına tercüman olarak nihayet veririm.
İlim Heyeti:
Arsebük, (Ahmet Esat) Ayıter, (Ferit) Göktürk, (Hüseyin Avni) Menemencioğlu, (Edhem) Taşkın, (Rıfat) Uman, (Osman Nuri)
Ordinaryüs profesör
Ticaret Vekâleti hukuk müşaviri
Profesör
Hariciye Vekâleti baş hukuk müşaviri
General, hâkim, Askerî Temyiz başmüddeiumumisi
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası hukuk müşaviri
İdare Heyeti:
Erkut, (Sezai) Esen, (Bülent Nuri) Kitapçı, (Hüsnü) özoğuz, (Nejat) Turan, (Kemal) Velibeşe, (Zühtü)
Divanı muhasebat müddeiumumi muavinlerinden Doçent
Muğla mebusu
Temyiz mahkemesi müddeiumumi muavinlerinden
İsparta mebusu
Avukat
1 Mart 1943
Türk Hukuk Kurumu Bafkam Manisa mebusu
Refik tNCE
TRANSKRİPSİYON CETVELİ
İslâm hukukuna ait Arapça ıstılahlar kendi harflerimizle yazıldıktan sonra, ayrıca Maarif Vekilliğinin kararı ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde bir heyetin neşrettiği islâm Ansiklopedisi için kabul edilmiş bulunan Transkripsiyon alfabesiyle de gösterilmiştir. Karşılaştırmayı kolaylaştırmak üzere bu alfabeyi aşağıya yazıyoruz:
1 — Arap harflerine göre:
= hemze :
t-\ = kısa üstün : A
1 = uzun üstün ¦ Â
—= kısa esre i
= uzun esre î
t 1 = kısa ötre : U
) y — uznn ötre U
B
Zj T
£j : S
r : C
T H
r H
i D
i : Z
J R
J Z
(r S
J~ ş
5
J) Z
l T
Ji z

) Ğ
F
3 K
A K
J L
r M
N
i ¦- = konson olarak V
M H
S = = konson olarak : Y
2 — Türk harflerine göre:
A A B C •D F Ğ H H
H I
î
K K
L M N R S
ş ş
ş
T
T U U V Y Z Z Z Z
1 = kısa üstün \ = uzun üstün
L
İ
— kısa esre
uzun esre
J
y
i
= kısa ötre = uzun ötre konson olarak ; konson olarak
= hemze
XVII
Arapçada bulunmıyan diğer hareke ve harfler bu cetvellerde gösterilmemiştir. Farsçanın isim ve sıfat terkiplerinde bağlama eserleri bir (-) ile asıl kelimeden ayrılmıştır:
cAKD-f MUCAVÂZA, AŞL-I MAYYlT ... gibi.
Nisbet ((i) leri ile diğer şeddeli ((i) 1er iki (Y) ile yazılmıştır:
CAVLİYYA, CATİYYA ... gibi.
Harf-i Ta'rifler, kelimelerden bir (-) ile ayrılmıştır. Harf-i Ta'riflerden evvel bir Harf «i Carr gelmişse, Harf-i Tar'rif'in hemzesi, Transkripsiyonda (i) ye çevrilmiştir. Harf-i Tarifin başına geldiği kelimenin ilk harfi Hurûf-i Şemsiyyeden biri ise Harf-i Ta'rif'in (J=l)si okunuşa göre o harfe çevrilmiştir.
(AFV CAN-IŞ-ŞACCA ... gibi.
Kelime sonlarında okunnuyan Te'nis vesaire ((Oleri kısa üstünle gösterilmiştir. cÂDlLA, CARÎHA... gibi,
Okunan Te'nis vesaire ((¦) leri (t) ile gösterilmiştir.
KISALTMALAR
aim.. AH. Al.
AsCK
Almanca
Amme hukuku
Almanyada kullanılan ıstılah
Askerî ceza kanunu
bent
Borçlar hukukn Borçlar kanunu Bakınız Ceza hukuku
Ceza muhakemeleri usulü kanunu
Devletler hususi hukuku
Devletler umumi hukuku
Esasiye hukuku
Esas Teşkilât Kanunu
Fransızca
Fıkra
Fransada kullanılan ıstılah Hususi hukuk
Hukuk muhakemeleri usulü kanunu
ingilizce
İdare hukuku
Isviçrede kullanılan tâbir
Kanun
Lâtince
Madde
Medenî hukuk
Medenî kanun
Nizamname
Ticaret hukuku
Ticaret kanunu
Usul hukuku
ve devamı, müteakip
b.
BH. BK. bk. CH.
CMUK.
DHH DUH. EH. ETK.
fr.
fk.
Fr.
HH.
HMUK.
İH. İs.
K. lât.
in.
MH.
MK.
Nz.
TH.
TK.
UH.
vd.
vs.
ve saire
Bir yıldız * taşıyan lâtince kelimeler eski Roma hukukunda kullanılmayıp sonradan teşekkül eden lâtince kelimelerdir. İslâm hukuku lügatleri Maarif Vekilliğince neşredilen « İslâm Ansiklopedisi » nde kullanılan transkripsiyon alfabesiyle yazılmıştır.
A
ABD (lAbd) Köle
— Abd-i dal (-i Zail) Kasdî olmaksızın yolunu kaybederek sahibinin evine gidemij en köle.
— Abd-i mahcur (- i Mahcur) Münakehat ve muavezat gibi tasarrufları yapmaktan menedilmiş olan köle. Böyle bir kölenin japacağı nikâh, alım satım, karz veya rehin, sahibinin icazeti bulunmadıkça bâtıl olur.
— Abd-i masûr (- i Ma'sür) Düşmana esir düşmüş olan köle.
— Abd-i mezun (-i Me'şeün) Mutlak olarak veya bir bedel karşılığında azadolması için ticaret yapmasına sarahatle veya delâletle izin verilen köle.
ABİK. (Âbik) Sahibine itaat etmiyerek kaçan mü-temerrit köle.
ÂBİDELER VE ÂSAR-1 ATÎKA ( Anıl ve âbideler)
[aim. Denkmaler (Monumente) und Altertümer (Anti-quitaten). — fr. monuments et antiquites. — ing. antiquities and monuments. — lât. res antiquae (res veteres), antiquitates; monumentaj.
Abideler, muhafazaları tarih ve sanat bakımından genel menfaat ile ilgili ve bu sebeple ayrı bir usule tâbi olan menkul ve gayrimenkullerdir. Bu usul sayesinde âbideler müruru zaman ile iktisap ve başkasına temlik olunamaz ve memleketten çıkarılamaz.
Bu maksatla 10 nisan 1322 tarihli «Âsar-ı Atîka Nizamnamesi» çıkarılmıştır.
«Asar-ı Atîka Nizamnamesi» nde menkul ve gayrimenkul ne gibi şeylerin âsarri atîka sayıldığı ve her ne suretle olursa olsun menkul ve gayrimenkul âsar-ı atîka bulanların hak ve vazifeleri ve âsar-ı atîka araştırmak için ne suretle hafriyat yapılacağı gösterilmiştir.
«Muhafaza-i Âbidat Nizamnamesi» ne göre eski kaleler, burçlar, kasaba surları, her hangi devre ait olursa olsun bütan yapılar âsar-ı atîkadan sayılır. Bunlar hiçbir sebeple ve hiç kimse tarafından yıktırı-lamaz ve tahribedilemez (CK. 516).
ABLUKA [aim. Blockade, Seesperre — fr. blocus. — ing. blockade]. Bir devletin dışarı ile olan münasebetlerini ve münakalelerini ve bilhassa ticaretini zor ve kuvvet kullanarak kesmesi. Ekseriya harb gemileri vası-tasiyle yapılır. Askerî kordon ile karadan yapılması pek azdır.
İki şekilde olur : 1) Muhasamanın devamı sırasında tazyik vasıtası ve harb manevrası olarak. 2) Harb
ilânından önce muhtemel düşmanın icraatını ve hazırlıklarını zayıflatmak (meselâ harb gemilerinin geçmelerini ve bir yerde askerî kıtaların toplanmasını önlemek) maksadiyle tatbik olunur veya bir devletten istenilen şeyleri temin için bir zor ve tazyik vasıtası olarak kullanılır (muslihane abluka). (Denizde Zabıt ve Müsadere K. 43, 44).
ABONMAN SİGORTASI bk. Dalgalı sigorta.
ACELE İTİRAZ [aim. sofortige Beschwerde. — jr. pourvoi immediat —. ing. ex parte application]
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bazı kararlara karşı kısa müddete bağlı tuttuğu itiraz. Bu itiraz bir haftalık mehil içinde yapılmalıdır. İtiraz edilen kararı veren makam itiraz üzerine kararını değiştiremez. İtiraz hakkında ancak itiraz mercii bir karar verebilir. (CMUK. 304)
ACENTA (Acenttlik) [aim. Handlungsagent, Agentur. — fr. agent, agence. — ing. mercantile agent, agent, agency].
1 — Vekâletle ve sürekli surette ticaret evlerine ait işleri yapan, mukaveleleri akdeden ve tüccar memuru sıfatını taşımaksızın başlıbaşına bir ticaret evi gibi çalışan kimse.
Acenta ile müekkil arasındaki hukuki münasebetlerde ticari vekâlet hakkındaki hükümler yürür.
2 — Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanununa göre borsa acentaları [aim. Börsenmakler. - fr. agent de change. — ing. stock - broker] borsanın asli âzasındandıı 1ar.
3 — Ecnebi sigorta şirketlerinin Türkiyede aça-caklaıı acentalar için bk. : 1149 ve 3392 No. Sigorta Şirketlerinin Teftiş ve Murakabesi Hakkındaki Kanım.
ÂCİR (Âcir) Kiraya veren kimse.
ACİYO [aim. Agio, Aufgeld. — fr. agio. — ing. agio, primium. — lât. collybus (collubus)].
Eskiden aciyo denilince ödeme vasıtası olan nakdin maden kıymetiyle itibari kıymeti arasındaki fark anlaşılırdı. Sonradan mânası genişledi. Bir banka veya banker tarafından ecnebi parası şeklinde ödeme vasıtaları satışı karşılığında alınan ücrete denildi. Mâna sonraları daha genişledi. Fransızcada cemi olarak kullanıldığı zaman bu terim bankalarca yapılan muameleler üzerinden alınan bütün ücretleri (faiz, komisyon ve saire) anlatır.
2
ACİZ — ADAM KALDIRMAK
ACİZ [aim. Zahlungsunfahigkeit. — fr. insoU vabilite, deconfiture. — ing. insolvency. — lot. solvendo non esse; deficere; debitor obacratus]
Bir şahsın borçlarını ödiyemiyecek durumda bulunması. Bir tacirin aczi iflâsın açılması anında gerçekleşmiş olur. Bu an iflâs hükmünde gösterilir ( İcİfK. 155-184).
iflâsa tâbi bir borçlu haciz yolu ile takibolunurken yapılan haciz yarı mevcudunun çıkmasına sebebolup da kalan mevcudu vadesiz ve vâdesi bir sene içinde gelecek diğer borçlarını ödemeye yetişmiyorsa o borçlu hemen aczini bildirerek iflâsını istemeye mecburdur. İcİfK. 178 fk 2 ile 179 hükümleri borçların mevcuttan fazla olması [aim. Überschaldung] haline ait olmakla beraber mezkûr 2 nci fıkrada buna dahi aciz denilmektedir.
(İcİfK. 180, 184-220; MK. 70, 165 - 167, 178, 187, 188, 220, 229-330, 343, 427, 545, 583, 866; BK. 82, 310, 346, 397, 486, 519).
AClZ VESİKASI / aim. Verlustschein (İs.), Bes-serangsschein (Al.). — fr. certificat de def aut de paiement ]
Haciz yolu ile takibedilen bir borçludan alacağını kısmen veya tamamen alamıyan alacaklıya ödenmiyen alacak için verilen vesika (İcİfK. 143).
Borçlunun haczedilebilir malı bulunmazsa bunu bildiren haciz zabıt varakası da aciz vesikası hükmündedir (105 fk. 1).
İcraca takdir edilen kıymete göre haczedilebilir malların yetmediği anlaşıldığı surette dahi zabıt varakası muvakkat aciz vesikası yerine geçer (105 fk. 2).
İflâsta, iflâs dairesince alacağının tamamını almamış olan her alacaklıya ödenmemiş miktar için verilen vesika da aciz vesikasıdır (İcİfK. 68. fk. 1; 251).
ACZE KARŞI SİGORTA bk. İtibar sigortası.
AÇIĞA ÇIKARMA [aim. einstweilige Versetzung in den Ruhestand (anlâsslish der Aufhebung oder Auf-lassung einer Dienststelle). — fr. suppression du poste oa de l'emploi. — ing. removel yahut suspension from office, suppression of post. — lâf. missio, dimissio]
İdarenin teşkilât kadrolarında yapılan değişiklikler sebebiyle memuriyeti kaldırılan memurun kadro dışında bırakılmasıdır (Memurin K. 85).
AÇIK [aim. Defizit, Fehlbetrag, Fehlbestand. — fr. deficit. — ing. default, deficit. — lât. id quod deest, lacuna (rei familiaris ) ].
Nakit veya ayn, belli bir kemiyeti tamamlamak veya bir hesabı denkleştirmek için eklenmesi gereken mikdar. Kasa açığı: Kasada bulunması lâzım olana nazaran eksik miktar. Bütçe açığı : Masrafları karşılamak için bütçenin gelirinde eksik olan miktar.
AÇIK ARTIRMA bk. Artırma ve Eksiltme.
AÇIK CİRO bk. Ciro.
AÇIK DENİZ [aim. Hohe See, offenes Meer. — fr. haute mer. — ing. high seas. — lât. (mare) altum].
Kıyıya muvazi olarak çizilen ve belli bir uzaklıktan geçen hattın dışındaki deniz. Bu mevhum hat ile kıyı arasında kalan kısma«kara suları» denir ki kıyıdan itibaren bu hatta kadar uzaklığı genel olarak üç mil kabul edilmektedir.
AÇIK ŞEHİR. 1 — [aim. off ene Stadt. — fr. ville ouverte. — ing. open toxtm. — lât. urbs non munita] :
Düşmanın karadan, denizden veya havadan (paraşütçüler veya yaya kıtalariyle) yapmakta olduğu işgal hareketlerine dayanabilmek için maddî müdafaa vasıtaları olmıyan veya içerisinde hiçbir askerî hedef bulunmıyan şehir. Askerî hedefler şunlardır : Askerî kuvvetler, askerî tesisler, askerî depo ve müesseseler, harb levazım ve mühimmatı yapımı için mühim ve tanınmış merkez teşkil eden fabrikalar veya bu gibi imalât için çalıştırılan şahıslar, askerî maksatlar için kullanılan münakalât yolları v. s.
2 — [aim. "auslandische Konzessionen,, . — fr. Concessione uropeenne. — zn^. foreign concessions] : Cinde avrupalıların ikametine müsaade edilen şehirlerle muhtelif devletlerin konsolosları tarafından idare edilen imtiyazlı mıntakalar : Şanghay, Kanton, Tiyençin gibi.
AD [lâf. nomen. — aim. Name. — fr. nom. — ing. name].
Şahısları biribirinden ayırmağa yarıyan işaret. İki kısma ayrılır:
1 — öz (ön) ad [lât. praenomen. — aim. Vor-name, Taufname, Ruf name.— ing. christian name (İn.), first name (Am.).] : soy adından başka taşınan ve aynı soydan gelenri biribirinden ayırdetmeye yarıyan ad. öz ad söyleyiş, yazış ve imzada soyadından önce gelir.
2 — Soy adı (aile adı) [aim. Familienname, Ge-schlechtsname. — fr. nom de famille. — ing. surname, family name. — lât. nomen (gentile, gentilicium) cog: nomen]: öz addan sonra taşınması mecburi olan ve soyları biribirinden ayırdetmeye yarıyan ad.
Gerek öz ad gerek soyadı Medeni Kanunda «isim» diye anılır. Herkesin öz ve soy adı üzerindeki hakkını kanun korumuştur (MK 25; Soyadı K. 1, 2).
ÂDAB -1 UMUMİYE ALEYHİNE SUÇLAR [aim. Sittlichkeitsverbrechen, Verbrechen und Vergehen wider die Sittlichkeit. — fr. attentat aux moeurs, attentat â la pudenr publique. — ing. offence against good morals, immoral offence, indecent assault. — lât. delictum contra bonos mores (contra pudorem), (adulterium, stuprum, lenocinium, incestus)].
Umumi ahlâka ve iffete aykırı olan hareketler: Ceza Kanununun ikinci kitabının 8. inci babında yazılı cürümlerle üçüncü kitabının 1 inci babının 7 nci faslında ve 3 üncü babının ilk üç faslında yazılı kabahatler gibi.
Bundan başka 1881 numaralı Matbuat Kanununda ve cezası yine Ceza Kanununa matuf olmak üzere Fuhuşla Mücadele Nizamnamesinde ve Polis'in Vazife ve Salâhiyetlerine dair olan 2559 No. lu K. da bu suçlar hakkında bazı hükümler ve tedbirler vardır.
ADALET [lât. justitia. — aim. Gerechtigkeit. — fr. justice. — ing. justice].
Haklılık, hakka uygunluk.
Sübjektif mânada : Herkesin hakkını tanıma hususunda değişmez, kesin dilek.
Objektif mânada : Karşılıklı zıt menfaatler arasında hakka uygun bir denklik.
ADALET DİVANI bk. Milletlerarası Daimî Adalet Divanı.
ADAM KALDIRMAK [aim. Entführung, Men-schenraub — fr. enlevement de personne, rapt. — ing. kidnapping, abduction. — lât. plagium, raptus].
ADAM KALDIRMAK - ADEM-t TECAVÜZ MİSAKI
3
Bir kimseyi para veya eşya veya hukukça hükmü olan bir senet almak için dağa veya tenha bir yere kaçırıp alıkoymak cürmü (CK. 499, 500, 525).
ADAM ÖLDÜRMEK [lât. homicidium, parrici-dium, occisio, caedes. — aim. Mord, Totschlag, Tötung. — fr. homicide. — ing. homicide, murder, manslaughter, unlawful killing].
Bir kimsenin hayatını söndürmektir ki beraet veya muafiyet sebeplerinden birine dayanıyorsa cezayı istilzam etmez (CK. 46, 48, 49, 53, 54, 461).
Fiil, bir suç kasdına dayanmamakla beraber tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik, nizamlara, emirlere, talimata riayetsizlik ile işlenmişse ölüme sebebiyet suçunu teşkil eder (CK. 455).
Fiil, öldürmek kasdı dışında müessir fiilin neticesi olarak vukua gelmişse cezası hafifler (CK452).
Fiil, teşebbüs halinde kalmışsa ceza belli nisbette indirilir. Hedefte hata edilmişse kasdedilen şahsa göre ceza tamam olarak verilir (CK. 52) .
Fiil ile ölüm arasına başka sebep girmişse ceza indirilir (CK. 451).
Fiil, kasıtla yapılmışsa kasıt unsurunun kuvvet ve şiddetine, fiilin icrası sureti ile, saik ve âmillerine, neticelere, ölenin hal ve şahsına göre ölüm cezasına kadar muhtelif cezalarla cezalanır (CK. 448, 449, 450, 463).
Cezayı hafifletici sebepler : (CK. 453, 461, 462 ve
50, 51, 59.)
ÂDAP bk. Ahlâk ve âdap.
ÂDATI TİCARİYE bk. Örf ve âdet.
ADEDÎ ('Adadi) Sayılan şey : Portakal, limon, yumurta gibi. Cem'i «Adediyat» tır. «Madut» da aynı mânadadır.
ADEDİYAT-I MÜTEFAVİTE ('Adediyyâtı Muta-fâvita) Fertleri arasında pahaca fark bulunan ve sayı-labilen şeyler : Karpuz ve koyun gibi.
ADEDİYAT-I MÜTEKARİBE ( Mııtakânba ) Fertleri arasında pahaca fark olmıyan ve sayılabilen şeylerdir : Yumurta ve ceviz gibi.
ADED-İ MÜRETTEP bk. Mürettep adet
ADED-İ RÜUS (Ferâizde) ('Adad-i Ru'üs) Şahısların adedidir : Meselâ, Feraizde, bir kimse vefat edip yalnız üç kızı kalsa, mahrec-i mesele aded-i rüusuna göre «üç» olur.
ADEM-İ İSTİMA bk. Dâvanın dinlenmemesi.
ADEM-İ İTİMAT bk. İtimat.
ADEM-İ KABUL /aim. Annahmeverweigerung, Nichtanname. — fr. non-acceptation. — ing. non-acceptance. — lât. denegatio acceptationis*]. Üzerine keşide edilmiş bir poliçeyi muhatabın kabulden çekinmesi. Kabulden çekinme hususu adem-i kabul protestosu denilen resmî bir varaka ile tesbit olunmak lâzımdır (TK. 570).
ADEM-İ KİFAYE KARARI bk. Kifayetsizlik kararı.
ADEM-İ LÜZUM (Akidde) Hukuki tasarrufun, tarafların rızasına hacet kalmaksızın, kaldırılabilmesi hali. Meselâ : Kendisinde hıyârattan birisi bulunan bey-i nafizde muhayyer olan taraf bey'i feshedebilir.
ADEM-İ MERKEZİYET SİSTEMİ [aim. Dezen-tralisaiion (Selbtsverwaltung) . — fr. systeme de decentralisation. — ing. decentralisation (self-government), regionalism, devolution, autonomous government]. Merkeze ait genel hizmetlerden bazılarının az veya çok bir muhtariyetle ve merkeze karşı bir derece müstakil olmak ve fakat merkezin murakabesi altında olmak şartiyle faaliyette bulunan idare sistemi. Bunun aksine merkeziyet denir.
ADEM-İ MESULİYET [aim. Unverantwortlich-keit, Nichtverantwortlichkeit, Nichthaftung, Haftungs-ausschluss. — fr. irresponsabilite, non responsabilite. — ing. irresponsibility, non - liability ].
Fiil, muamele ve karardan dolayı mesul olmamak.
I. Âmme hukukunda devletin ve diğer âmme idare ve müesseseleriyle idari uzuvların ve otoritelerin mesuliyeti dolay isiyle bahis mevzuu olur (devletlerarası hukuku kaideleri mahfuzdur):
1 — Vazifesinin yapılmasından, salâhiyetlerinin kullanılmasından dolayı cumhur reisi mesul tutulmaz.
2 — Teşriî fonksiyonundan dolayı, yani kanun vâzıı sıfatiyle ve koyduğu kanunlar sebebiyle devlet, esas itibariyle, mesul tutulmaz.
3 — Çoğunluğun kabul ettiği ve çok yerlerde yürüyen esaslara göre kaza fonksiyonundan dolayı devlet mesul tutulmaz.
Bizde İcra memurlarının vazifelerini yaparken verdikleri zararlardan devletin mesuliyeti kabul edilmişse de hâkimlerin kararlarından devlet mesul değildir.
4 — Hükümet tasarrufu mahiyetinde olan veya olağanüstü hallerde hayati zaruretler icabı ile yapılan tasarruflardan ve fiillerden dolayı devletin mesuliyet ve adem-i mesuliyeti ihtilaflıdır. Birçok hallerde devlet bu gibi tasarruf ve fiillerin neticesinden husule gelen zararları kendiliğinden tazmin ettiği gibi, bir kısım hukukçular hasar ve külfetlerde müsavat prensibi icabı olarak bu gibi tasarruf ve fiillerden husule gelen zararların da tazmini lâzım geleceği fikrindedirler.
(Eski ceza hukukumuzda, ceza kanunlariyle cezası tâyin edilmemiş olan bir fiili işliyen kimse hakkında verilen kararlara «adem-i mesuliyet kararı» denirdi.)
II. Hususi hukukta asi olan kusurdan doğan mesuliyettir. Kusur bulunmazsa mesuliyet de yoktur. Kusura rağmen mesul olunmıyan haller ya kanundan (meselâ BK. 52) veya akitten («mesuliyetten beraet şartı») doğar. Mesuliyetten akitle beraet ancak kanunun çizdiği sınırlar içinde hüküm ifade eder (Meselâ BK. 99, 100, 478; TK. 63, 904).
ADEM-İ MÜDAHALE bk. Müdahale.
ADEM-İ SALÂHİYET bk. Vazife ve salâhiyet.
ADEM-İ TECAVÜZ MİSAKI [aim. Nichtangriffs-pakt. — fr. pacte de non-agression. — ing. pact of non agression].
Milletlerarası münasebetlerde haklı ve haksız harb-leri ayırmak izin «tecavüz» fiilini bir ölçü olarak kabul etmek yolunda Cihan Harbinden ( 1914 - 1918) sonra kuvvetlenen cereyanın tesiriyle 1928 de Pariste akdolu-nan Briand - Kellogg misakının harbin bir milletin siyaset âleti ve milletlerarası anlaşmazlıkların halli için bir
4
ADEM-İ TECAVÜZ MİSAKI — ADLÎ MÜZAHERET
vasıta olarak artık kullanılamıyacağını ilân etmesi üzerine devletler arasında yapılan anlaşma. 3 Temmuz 1933 te Türkiye, Rusya, Afganistan, Estonya, Letonya, Iran, Polonya ve Romanya arasında imzalanan anlaşmaya «Şark Ademi Tecavüz Misakı» denir.
ADEM-İ TEDİYE [aim. Nichtzahlung, Unterlas-sung der Zaklung, Zahlungsveraeigerung. — fr. non
paiement. — ing. non - payment, refusal of payment default].
1 — Ticari senetlerin vâdeleri geldiği halde asıl borçlu tarafından senet bedelinin son hâmile ödenmemesi.
2 — Çeklerde ve görüldüğünde tediyesi şart edilen poliçelerde, senedin ibrazında tediye edilmemesi ile «adem-i tediye» vaziyeti hasıl olur. (TK. 569 vd.)
Ödemeden çekinme hususu adem-i tediye protestosu denilen resmî bir varaka ile tesbit olunmak lâzımdır (TK. 570, 628).
ÂDET CÂdal) İnsanlar arasında alışılmış olan şey, görenek. Adet, iyi bir iş hakkında olabileceği gibi fena ve bâtıl bir şey hakkında da olabilir, bk. Örf ve âdet.
ÂDİ ALACAKLAR (İflâsla) [aim. gewohnliche oder einfache Konkursforderungen. — fr. criance chiro-graphaire.—ing. unsecured debt. — lât. creditum (nomen) chirographarium].
1 — Kanun veya akitten doğan menkul yahut gayrimenkul rehinle -temin edilmiş olan ve kanuna göre imtiyazlı olmıyan alacaklar.
2 — Teminatlı bir alacağın tamamen ödenmesine rehnin bedeli yetmemesinden dolayı, kalan kısım.
Adi alacaklıların her biri mahiyeti itibariyle girdiği sıradaki diğer alacaklılarla birlikte garâmeye dâhil olur. Yani, o sıraya düşen paradan bu alacak için diğer benzerleriyle birlikte ve nispet dairesinde pay ayrılır. Her sıradaki alacaklıların hakları birbirinin aynıdır. (lcİfK. 1C0, 101, 138, 140, 206, 207).
ÂDİ İCAR bk. İcar.
ÂDİ İFLÂS [aim. einfacher oder geuöhnlicher Konkurs. — fr. faillite simple. — ing. non fraudulent bankcrupcy].
Hileli ve taksiratlı olmıyan iflâs. bk. Itlâs. ÂDİ KEFİL bk. Kefil.
ÂDİL CÂdil) iyiliği kötülüğüne üstün olan kimse. Şahadette bu mânaya olan âdil yerine « adi » de kullanılır.
ÂDİLE (Feraizde) ('Âdila ) Seh imler mecmuu mahreç miktarına müsavi olan mesele.
Meselâ, aşağıda görüldüğü üzere bir kimse babası ile anasını ve iki kızını terkederek ölse mesele altıdan olup babasının seh m i südüs (1/6) ve anasının seh m i keza südüs (1/6) ve kızlarının sehmi sülüsan (2/3) dır ve sehimlerin mecmuu altı olup meselenin mahreci olan altıya müsavidir.
11114 2 Südüs 6 Südüs 6 Sülüsan 3
Mesele:
baba
kız kız 6
ÂDİ ŞİRKET [aim. einfache Gesellschaft (İs.) Gesellschaft des bürgerlichen Rechts (Al). — fr. societe
simple. — ing. ordinary partnership, unincorporated association — lât. societas].
İki veya daha ziyade kimselerin müşterek bir gayeye erişmek maksadiyle sâylerini ve mallarını birleştirmeyi iltizam eylemeleri akdi. Türk Ticaret Kanununda tarif edilen şirketlerin ayırıcı vasıflarını taşımıyan şirketler Türk hukukunda âdi şirket sayılır (BK. 520). Adi şirket hükmi şahsiyeti haiz değildir ve ortakların serbest mukaveleleriyle kurulur veya kaldırılır.
ADL (Rehinde) ('Adi) Rehin veren ile rehin alanın güvenip rehni tevdi ve teslim ettikleri üçüncü kimse.
ADLÎ AMİR [aim. Gerichtsherr. — fr. chef de la juridiction militaire. — ing. President of Court-Martial].
Askerlik adliyesinde duruşma dışındaki tahkikat işlerini (hazırlık tahkikatı ve ilk tahkikat) yapmak, ilk ve son tahkikatın açılmasına karar vermek ve cezaları infaz etmek vazifesiyle mükellef olan komutan. Bu komutan alay, tümen, kor komutanı ve başkomutandır ki bunların refakatinde askerî mahkemeler kurulur.
ADLÎ HATA [aim. irrtümliches Urteil (İs.). — fr. erreur judiciaire. — ing. error in law, legal error].
Kaldırılması veya düzeltilmesi için kanun yollarına müracaat imkânı kalmamış olan kazai bir kararda, hâkimin, hükmüne esas tuttuğu maddî bir fiil ve hareketin olup olmadığı noktasında veya bunun vasıf ve şartlarında, yanılmasıdır. Ceza ve hukuk işlerinde bazı kayıt ve şartların tahakkuku halinde adlî hata iade-i muhakeme yolu ile düzeltilebilir ( HMUK. 445 ) .
ADLÎ İMTİYAZ bk. Kapitülâsyon.
ADLÎ MUAMELE [aim. Prozesshandlung. — fr. acte judiciaire,acte de procedure. — ing. procedural act. — lât. actus judiciarius (judicialis) ].
Bir ihtilâfın mahkemeye arzından nihaî kararın alınmasına kadar tarafların ve hâkimin usule taallûk etmek üzere beyan ettikleri irade, aldıkları tedbirler, kararlar, yaptıkları işler. Dâva ikamesi, müdafaa, lâyiha vermek, ıslah, tahkik tedbiri almak, delil ikame, yemin teklif ve icra etmek gibi..
«Usuli muameleler» terimi de aynı anlamda kullanılmaktadır (HMUK. 82).
ADLÎ MÜZAHERET [aim. Armenrecht. — fr. assistance judiciaire. — ing. action in forma pauperis, legal aid — lât. beneficium adnotationis* ]
Kendi açacağı veya aleyhine açılmış dâvanın müdafaası ve icraya veya ihtiyati tedbirlere müracaat için lâzım olan masrafların tamamını veya bir kısmını kendisiyle ailesini maişetçe ehemmiyetli zarurete düşür-meksizin ödemekten âciz olan, iddia ve müdafaa ve müracaatlarında haklı olduklarına dair delil gösteren kimselerle hayır müesseselerine harç ve masraflar hususunda devletçe yardım edilmesi. Bu yardım mahkeme harç ve masraflarından ve pul resimlerinden muvakkat muafiyet, bazı masrafların devlet bütçesinden avans olarak ödenmesi, teminat göstermekten müstesna tutulmak, ücreti sonradan verilmek üzere vekil tâyini şeklinde yapılır.
Ecnebilerin adlî müzaharete nail olabilmeleri karşılıklı muamelenin cari olduğunun ispat edilmesine veya bağlı olduğu devletle Türkiye arasında o yolda bir
ADLİ MÜZAHERET — ADLİYE VEKÂLETİ
5
mukavelenin bulunmasına bağlıdır (HMUK. 465, 472, 110, 443, 453; İcİf K. 15-36; Adlî evrakın P. T. T. idaresi vasıtasiyle tebliğine dair Nz. 2).
ADLÎ SlCİL [aim. Strafregister. — fr. easier judiciaire. — ing. record of previous convictions].
Bir kimsenin mahkûmiyeti olup olmadığını anlamak için ihdas edilmiş bir usuldür. Bu usule göre, her asliye mahkemesinde aleyhine ceza dâvası açılanlar hakkında zabıt kâtibi bir fiş tutar, bu fişe tahkikatın veya muhakemenin neticesi yazılır (mahkûmiyet, beraet, muhakemenin men'i).
Şahıs mahkûm olursa bu fişin bir örneği o şahsın doğduğu yer mahkemesine gönderilir. Yabancı memlekette doğmuş ise veya nerede doğduğu belli değil ise, Adliye Vekilliğine gönderilir. Bir kimsenin evvelce mahkûm olup olmadığı doğduğu yer mahkemesinden veya Adliye Vekilliğinden sorularak öğrenilir. Adlî sicil yalnız ceza işlerinde tutulmayıp hukuk işlerinde de tutulur : Bir kimsenin hacir altına alınması, iflâsına karar verilmesi veya bu kararların kaldırılması, veya memnu hakların iadesi hallerinde olduğu gibi.
Adlî sicillin nasıl tutulacağı ve ne suretle saklanacağı nizamnamelerinde gösterilmiştir.
ADLİ SUBAY [aim. Gerichtsoffizier. — fr. offi-cier de justice militaire — ing. Provost-Marshal, Deputy Provost-Marshal, Prosecuting officer].
Alay komutanları yanında adlî hâkim vazifesini gören subay.
ADLÎ TASFÎYE [aim. gerichtliche Liquidation, Vergleichsverfahren zur Abwendung des Konkurses. — fr. liquidation judiciaire. — ing. ttinding up liquidation].
Bazı memleketlerde yalnız tacir ve bazılarında her borçlu için ödemelerini kesmek mevkiine düştükleri tarihten itibaren belli bir müddet içinde, istekleri üzerine muamelelerinde hile bulunmamak şartiyle, iflâs yerine tatbik edilen ve borçlu hakkında iflâstan daha elverişli hükümleri ihtiva eden bir nevi tasfiye usulüdür. Bu yoldaki tasfiye konkordato akdiyle neticelenir. Ödemelerini kestikten sonra, kanunda muayyen müddet içinde ölmüş olan bir borçlunun mirasçıları da ölüm tarihinden itibaren belli bir zaman içinde adlî tasfiye istiyebilirler.
Eski Ticaret-i Berriye kanununda adlî tasfiye usulü yok idi. Bugün mer'i icra ve İflâs Kanununun 12 nci babının 285 - 309. maddeleri bir nevi adlî tasfiyeye benziyen, iflâssız konkordatoya dair hükümleri içine almakta, madde 309 ise iflâstan sonra konkordato talebine ait bulunmaktadır.
Şu halde babın ilk maddelerinden her borçlu faydalanabilir. Madde 309 ise iflâsına karar verilen tacire inhisar etmektedir, bk. Konkordato.
ADLİ TÎB [lât. medicina forensis. — aim. gerichtliche Medizin. — fr. midecine legale. — ing. forensic medicine, medical jurisprudence].
Adlî tahkikat esnasında meydana çıkan ve bir hekimin müdahalesi olmaksızın halledilemiyen meselelerle uğraşan ilim. Bu ilim, hâkimlere, kanunların doğru ye yerinde tatbiki için zaruri olan bilgileri (hıfzıssıhha, teşrih, biyoloji, antropoloji ve psikoloji) öğretmeye yar-
dım eder. Aynı zamanda mevzuatın, hep gelişen ilmî ilerleme ile muvazi ve denk gitmesini sağlamak için kanun alanında yapılması iktiza eden yenilikleri de gösterir. Bu ilmin içine aldığı başlıca konular ve meseleler: Cesedin tetkiki, ölümün ne vakit vukua geldiği, ölümün sebepleri, teşhisi, müessir fiiller, müessir fiili husule getiren aletin tâyini, yaralayıcı aletler, ölüm, ölümün nevileri (soğuktan ölme, yüksek hararetten ölme, elektrik ile ölme, boğulma vs.) , zehirlenme, zehirlerin tasnifi, hangi zehirle ölümün vukua geldiği (arsenik, fosfor, cıva, kokain vs.), gebelik meseleleri, doğum, çocuk düşürmek hâdiseleri, ırza taarruz fiilleri, ehliyete tesir eden ruhî hallerin tetkiki, akıl maluliyetleri, cezai antropoloji vs.
ADLİ YARDIM [aim. Rechtshilfe. — fr. commission rogatoire (assistance judiciaire). — ing. commission to take evidence].
«Adlî müzaharet» kavramından ayrı olan bu terim istinabe yolu ile mahkemelerin yekdiğerine ve devlet zabıta makamlarının mahkemelere ve müddeiumumilere karşı mükellef oldukları yardım mânasına gelir.
ADLİYE ENCÜMENİ 1 — Adliye Nezareti teşkilâtında temyiz ve istinaf mahkemeleri arasındsn veya bidayet mahkemesi reislerinden Adliye Nezs retince seçilecek beş hâkimin teşkil ettiği heyet. Vazifeli: Kanun ve nizamlar ile hallolunacak meseleler üzerinde araştırma yapmak ve mütalâa vermek idi (8 mayıs 1295 tarihli Adliye ve Mezahip Nezaretinin ve devairi mer-butasının vezaifi hakkında Nz. 8).
Sonradan bu encümen «Encümen-i Islahât-ı Adliye» adını almış ve daha geniş surette istişari mahiyet ikti-sabetmiştir (23 mayıs 1327 tarihli Adliye ve Mezahip Nezareti Dahilî Nz. 12).
2 — Eskiden vilâyet ve liva merkezlerinde ve şimdi her ağır ceza mahkemesi bulunan mahalde en yüksek dereceli hâkimin reisliği altında mahallin müddeiumu-misiyle adliye vekâletince seçilecek mahallî hâkimlerle kurulan en çok beş kişilik heyet. Bu encümenler Temyizden başka mahkemeler ve dairelere bağlı başkâtip, kâtip ve sair memurların memuriyetlere tâyinlerini yaparlar ve mahalline göre vali veya adliye vekiline inha ve memurlar hakkında inzibati ceza verirler (11 haziran 1329 tarihli Hükkâm ve Memurin-i Adliye Nz. 12, Hâkimler K. 120, 122).
3 — Büyük Millet Meclisinde vekâletlerle mütenazır encümenlerden biri. Âzası 25 tir (Dahilî Nz. 25).
ADLİYE MAHKEMELERİ [aim. ordentliche Ge-richte. — fr. tribunaux ordinaires].
Hususî kanunlariyle vazifelendirilen mahkemelere düşen işler dışındaki bütün dâva ve ihtilâfları halletmek üzere Hâkimler Kanununa tâbi hâkimlerle kurulmuş mahkemeler. Bunlara «umumî mahkemeler» de denir. İstisnai mahkemelerden ayırmak için «âdi mahkemeler» denildiği de vardır. Kaldırılan seriye mahkemelerinin tersi olarak bir zamanlar «nizamiye mahkemeleri» dahi denmişti (Mehakim-i Nizamiye Teşkilâtı hakkındaki K., Ceza Kanununun Meriyete Vaz'ına dair K. 25 - 26).
ADLİYE VEKÂLETİ [aim. Justizministerzum. — fr. ministire de la justice. — ing. Ministry of Justice, Lard Chancellor (İn), Department of Justice (Am.) [
6 ADLİYE VEKÂLETİ — AĞIR CEZA MAHKEMELERİ
Bir vekilin idare ve mesuliyeti altında devletin adli siyasetini ve icrası bu vekile tevdi edilmiş olan idari kanunları tatbik eden vekâlet. Başlıca vazifeleri : 1) Adliye mahkemeleriyle adliye dairelerinin ve ceza infaz müesseselerinin, hâkimlerin, adlî memurların, avukatlarla noterlerin idari, inzibati işlerini görmek ; 2) Adliye mahkeme ve dairelerini, noterleri müfettişler vası-tasiyle idareten teftiş; 3) Adlî kanun ve nizamname projelerini hazırlamak; 4) Adliyeye ait mecmua, kitap ve istatistikler neşretmektir.
Tapu ve kadastro işleri bu vekâlete bağlı olarak ve umum müdürlük halinde idare edilmektedir.
(Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerine dair K., Adliye ve Mezahip Dairesi Dahilî Nz.).
ADLİYE VE MEZAHİP NEZARETİ Osmanlı idare teşkilâtında Adliye Vekâletinin bugünkü hizmetleri ve Osmanlı Saltanatındaki ekalliyetlerin mezhep ve imtiyazı işleriyle uğraşan nezaret.
AF I. (AH.): Bir suç işliyen kimsenin takibi ve cezalandırılması suretiyle toplumsal kuvvete taallûk eden hakkın kullanılmasından adalet veya genel menfaat düşünceleriyle tamamen veya kısmen vazgeçilmesi.
1 — Umumi af [aim. Amnestie, allgemeiner Straferlass. — fr- amnistie. — ing.amnesty, general pardon. — lât. venia] : Bazı suçların genel menfaat icaplarından dolayı unutturulması maksadiyle yapılan bir devlet tasarrufudur ki, yapılmakta veya yapılacak olan takibin veyahut hüküm altına alınan cezanın kaldırılması neticesini verir, şahsi hakka halel gelmemek üzere suçu, takibi ve mahkûmiyeti ortadan kaldırır. Bu bir kanunla olur.
2 — Hususi af /aim. Begnadigung, Einzelstraf-erlass durch Gnadenakt. — fr. grace. — ing. pardon. — lât. remissio poenae] : Cezanın tamamen veya kısmen infazından vazgeçilmesi. Mücrimiyet ve mahkûmiyet baki olduğu gibi fer'î ve mütemmim cezalara tesiri yoktur. Hususi af adlî hataların düzeltilmesi, ihtiyar ve hasta mahkûmlar hakkında insani bir vazifenin yerine getirilmesi gibi maksatlara dayanır.
Umumi ve hususi af ilânı Büyük Millet Meclisine
aittir.
Cumhur reisi de hükümetin inhası üzerine daimî maluliyet ve ihtiyarlık gibi şahsi sebeplerden dolayı bazı suçların cezalarını ıskat eder veya hafifletebilir.
II. (MH.) [aim. Verzeihung. — fr. pardon- — ing. pardon, condonation. — lât. venia] : Haklardan vazgeçmeyi tazammun eden bir his izharıdır ki maddi vakıaların cereyanından çıkarılır. Af halinde, zina veya fena muameleler sebebiyle boşanma dâvası dinlenmez (M. K. 129, 130), mirastan mahrumiyet sebebi ortadan kalkar (MK. 550).
Ferdin şahsına bağlı bazı haklardan (MK. 129, 130, 520; BK. 49, 244) vazgeçmesini tazammun eyliyen irade beyanıdır. Kocanın zina eden karısını affetmesi hasebiyle boşanma dâvası açamaması gibi.
AFV AN-İL-CERÂHA ( 'Afv 'An-il-cerâha ) Bir kimsenin kendisini «kısas» veya «diyet» i gerektiren bir şekilde yaralıyan şahsa karşı malik olduğu «kısas» veya «diyet» veya «hükümet-i adil» hakkından vazgeçmesi.
AFV ANİL-CİNAYE ( Afv 'An-il -cinaya ) Kendisine karşı kısası ve diyeti gerektiren bir cinayet işlenilen kimsenin veya bu hususta velisinin kısas veya diyet hakkından vazgeçmesi.
AFV AN-İL-KATI ( 'Afv 'An-il-kat' ) Bir uzvu kesilmiş olan kimsenin bu sebeple malik olduğu kısas veya diyet hakkından vazgeçmesi.
AFV AN-İL-KISAS CAn-Ü-kısaş) Kendisine karşı cinayet işlenen kimsenin veya bu husustaki velisinin kısas hakkından vazgeçmesi.
AFV AN-İŞ-ŞECCE ('An-ig-şacca) Baş veya yüz yaran suçlu üzerine lâzım gelen kısas veya diyet veya hükümet-i adil hakkından başı yarılan kimsenin vazgeçmesi.
AFAKİ HUKUK bk. Objektif hukuk.
AFYON VE MÜŞTAKKATI bk. Uyuşturucu maddeler.
AĞALIK HAKKI Mirî arz mutasarrıfının ölümü ile inhilâl eden yerin başkasına verilmesi halinde timar sahibinin aldığı vergi.
AĞIR CEZA İŞLERİ [aim. «Schwere» Strafsachen (Kapitalsachen). — fr. affaire criminelle. — ing. indictable offences. — lât. res (causae) capitales, (erimen, maleficium capitale)].
Usul hukukuna göre ölüm, ağır hapis ve beş seneden fazla hapis cezalarını müstelzim cürümlere müteallik dâvalar. Ağır ceza işlerine ait bazı hususiyetler vardır. Meselâ, ağiT cezaya müteallik hükümlerde Temyiz Mahkemesi maznunun isteği üzerine veya resen tetkiklerini duruşmalı olarak yapar. Ağır cezalı işler toplu hakimli mahkemelerde görülür ( CMUK. 318, 421; AsCMUK. 239).
AĞIR CEZA MAHKEMELERİ Asliye mahkemelerinin bir dairesi olup bir reis ve iki âza ile kurulur. Duruşmalara Cumhuriyet Müddei umumisi de iştirak eder. Bu mahkemeler nezdinde lüzumu kadar âza muavini bulunur. Her vilâyet merkezinde salâhiyetleri o vilâyetin idari sınırlariyle mahdut ve o vilâyet adiyle anılan ağır ceza daireleri bulunduğu gibi işleri çok kazalarda da salâhiyetleri Adliye Vekâletince tâyin olunan, kazaların idarî sınırlariyle mahdut ağır ceza daireleri vardır.
Adliye Vekâleti içlerinden birinin reisliği altında toplanmak üzere tek hâkimlerden de ağır ceza mahkemesi kurabilir.
Vazifeleri: Ölüm, ağır hapis ve beş seneden fazla hapis cezalarını müstelzim suçlara ait dâvaları, kazası dâhilinde bulunan ceza hâkim ve mahkemeleri arasında hasıl olan selbî ve icabi salâhiyet ihtilâflarını, aynı mahkemelerdeki dâvaları başka bir mahkemeye nakli ve bazı hâkimlerin reddi hakkındaki talepleri ve bazı mahkeme ve hâkimlerin kararları aleyhine yapılan itirazları incelemektir.
Ağır ceza mahkeme reisleri, mahkeme kalem işlerini murakabe ve duruşmayı idareden başka cumhuriyet müddeiumumilerinin verdikleri bazı kararlarla sorgu hâkimlerinin ve asliye mahkemesinin bazı kararlarına karşı yapılacak itirazları da tetkik ederler. (3119 No. lu K. ve CMUK 421,299,402 -404, 165).
AĞIR HAPİS - AHLÂK VE ADABA AYKIRI MUAMELELER 7
AĞIR HAPlS [aim. Zuchthaus. — fr. prison lourde. — ing. penal servitude. — lât. ergastulum, vinculo].
Türk Ceza Kanununda hürriyet üzerine konulmuş olan ve ölünceye kadar yahut yirmi seneye kadar süren, dört devrede muhtelif şekillerde çektirilen ceza.
Mahkûm birinci devrede belli müddetle gece ve gündüz bir hücrede bırakılır, ikinci devrede yalnız geceleri tecrid edilir, üçüncü devrede geceleri de tecrid edilmiyebilir ve bu devrede geçen her üç gün dört günlük mahkûmiyetine ve dördüncü devrede geçen her gün iki mahkûmiyet gününe karşılık olarak hesabedilir.
ikinci devreyi bitiren mahkûmlar arasında Adliye Vekâleti yol, inşaat, maden ekipleri teşkil edebilir. Bu işlerde geçen her gün iki günlük mahkûmiyete karşıhk tutulur (CK. 13 - 16).
AĞIR İHMAL bk. Kusur.
AĞIR KUSUR bk. Kusur.
AĞIR PARA CEZASI bk. Para cezası.
AĞNAM VERGİSİ [aim. Kleinviehsteuer. — fr. impât sur les chevres et les moutons. — ing. cattle-tax].
Koyun ve keçiye münhasır ve hayvan başına tarh ve koyunların gayrisafi gelirinden onda biri üstünde bir koyun kıymetine denk sayılan ve önceleri aynen, sonraları iltizam usuliyle, alınan eski bir resimdir. Şimdi Cumhuriyetin vergi sistemlerine uygun bir şekle sokulmuş ve «hayvanlar vergisi» arasına alınmıştır.
AHALİ MÜBADELESİ [aim. Bevölkerungsaus-tausch. —fr. echange des populations. — ing. exchange of population].
Türk ve Rum ahalinin karşılıklı olaıak Yunanis-tandan Türkiyeye ve Türkiyeden Yunanistana taşınmaları mecburiyetidir ki, bunu Lozan Sulh Konferansında Türkiye ve Yunan devletleri bir mukavelename ile kabul etmişlerdir. Türkiyeden Yunanistana taşınmaları mecburi olanlar, 1 mayıs 1923 tarihinden itibaren Türkiyede (istanbul hariç) mütemekkin Rum Ortodoks dininde bulunan Türk tebaası ve Yunanistandan Türkiyeye taşınmaları icabedenler, Yunanistanda (Garbî Trakya hariç) mütemekkin müslüman dininde bulunan Yunan tebaasıdır. Türk ve Rum ahaliden 18 teşrinievvel 1912 tarihinden sonra Yunanistanı ve Türkiyeyi terk etmiş olanlar da mübadeleye tâbi sayılmışlardır.
Mübadeleye tâbi olanlara «mübadil», 18 birinci teşrin 1912 tarihinden evvel memleketlerini terk eyliyen-lere de «gayr-i mübadil» denilmiştir.
AHDE VEFA [aim. pacta sunt servanda. — fr. pacta sunt servanda. — ing. pacta sunt servanda. — lât. pacta sunt servanda].
Devletlerin imzaladıkları milletlerarası akitlere riayet mecburiyetinde bulunduklarını ifade eden bir kaidedir. Bu kaide pozitivist mektep tarafından devletlerarası hukukunun temeli sayılmaktadır.
AHDÎ TARİFE bk. Gümrük tarifesi.
AHFAD (Ahfâd) Torunlar, sahih ve fasidini içine alacak surette bir kimsenin evlâdının evlâdı. Bu terim «vakıf» ta birinci, ikinci, üçüncü ve ilâh .. bütün derecelerde bulunan erkek ve kız torunları anlatır.
ÂHİR ('Âhir) Bankasının nikâhlısı ile cinsî münasebette bulunmak suçunu işliyen kimse. Bü münasebetten husule gelecek çocuğun nesebi o kimseden sabit olmaz. ('Ahr, 'aher kelimeleri lügatte füsk-u fücur, gayr-i meşru mukarenet manasınadır.)
AHİDNAME bk. Muahede
AHKÂM-1 ÂMİRE bk. Âmir hükümler.
AHKÂM-I NÂHÎYE bk. Nehyedici hükümler.
AHKÂM-I ŞAHSİYE (şahsi statü) [aim. Perso-nalstatut. — fr. statut personnel. — ing. personal statute. — lât. statutum personale].
Hal ve ehliyete taallûk eden ve şahsı ecnebi memleketlerde de takibeyliyen kanun hükümleri.
Buna mukabil olmak üzere mallara taallûk eden hükümlere aynî statü [aim. Realstatut, Sachstatut. — fr. statut reel. — ing. real statute. — lât. statutum reale] denir.
AHKÂM-I ŞER'İYE Şeriatın, itikadat, ibadat, muamelât, münakehat ve ukübata müteallik ihtiva ettiği hükümlerden ibarettir ki başlıca iki kısma ayrılır :
1) İtikada mütaallik ahkâm-ı seriyedir. Bunlardan bahseden ilme «İlm-i Tevhit ve Sıfat» denir.
2) Amele mütaallik ahkâm-ı seriyedir. Bunları bildiren ilme «İlm-i Fıkıh, İlm-i Şerayi-il ahkâm» denir.
AHKÂM-I TEFSİRİYE bk. Tefsirî hükümler.
AHLÂK-1 UMUMİYEYE TECAVÜZ bk. Âdabı umumiye aleyhine suçlar.
AHLÂK KAİDESİ [aim. ethische Norm, Regel der Moral (der Sittlichkeit) . — fr. regle morale. — ing. rul (principle) of morals, moral principle. — lât. praeceptum de moribus (de virtute), praeceptum morale*].
Bir cemiyetin hayatında devirler uzunluğunca veya zamanla yerleşen ve cemiyet hayatının olgunlaşmasına ve gelişmesine yaradığı cihetle cemiyet çoğunluğunun uymaya kendilerini mükellef tuttukları kaidelerin topu. Ahlâk kaidesi modern hukukun en belli başlı ilham kaynaklarından olup bunlar hukuk nizamınca müeyyide-lendirilince hukuki vasfını alırlar.
AHLÂK VE ÂDAP [aim. Sittlichkeit, Moral, Gute Sitten. —fr. morale, bonnes moeurs. — ing. morals- — lât. boni mores (honestas, virtus), moralitas *].
Ahlâk kaidesinin riayeti zaruri saydığı, başka deyimle, bir cemiyette dürüst ve normal insanların çoğunluğu tarafından kabul edilmiş olduklarından dolayı uyulması mecburi olan ahlâki esasların bütünü.
Türk hukuk sistemi bu tâbiri ayrı ayrı kullandığı halde de aynı mânayı almaktadır (BK. 19, 20, 41; MK. 2, 3, 4, 5).
AHLÂK VE ÂDABA AYKIRI MUAMELELER [lât. actus (negotium) contra bonos mores (adversus bonos mores). — aim. Verstoss (Handlungen) gegen die guten Sitten, Sittenverstoss. — fr. acte contraire â la morale et aux bonnes moeurs. — ing. act offending against good morals, acts contra bonos mores].
Ahlâk kaidesinin riayeti mecburi bir mahiyet kazanmış esaslarına, kısa tâbirle, ahlâka (âdaba) aykırı bulunan muameleler. Bu muameleleri, Türk hukuku,
8 AHLÂK VE ADABA AYKIRI MUA. - AİLE ŞİRKET - İ EMVALİ
kanunda hilâfına bir hüküm yoksa bâtıl sayar (BK. 19, 20). Akdin ister mevzuu, ister gayesi ahlâka mugayir olsun böyle bir akit bâtıldır. Meselâ, kumarhane tesisi için bir bina kiralamak, genç kızları fuhşa teşvik ve tahrik için bir cemiyet kurmak gibi.
Eğer kanunda âdaba aykırılıktan dolayı başka bir hüküm varsa o vakit akdin başkaca tetkikine lüzum yoktur. Meselâ, BK. 504 e nazaran kumardan doğan alacaklar için dâva açılamaz. Bu hâdisede âdaba aykırılık kanunca kabul edilmiş olmakla hâkim bu muhalefeti araştırmaya bile mezun değildir.
Bir muamelenin ahlâka aykırı olup olmadığını araştırmak için tarafların sübjektif düşüncelerine veya hâkimin ahlâk kaideleri hakkındaki düşünce ve fikirlerine değil, belki mâkul düşünen doğru tanınmış insanların ortalama kanaat ve telâkkilerine bakılmak icabeder.
AHVAL-t ŞAHSİYE bk. Şahsi hal.
AHVAL-İ ŞAHSİYE SİCİLLİ (Şahsî haller kütüğü) [aim. Personenstandsregister (Al), Zivilstands-register (İs). — fr. registre de l'etat civil. — ing. register of births, deaths and marriages].
Ferdin hukuk bakımından haiz olduğu durum ve varlığı üzerine tesir eden olayları tescile yarıyan resmî sicil (MK. 35). Bu sicil, resmî mahiyette olmak itibariyle, doğru olmadığı sabit oluncaya kadar münderi-catı beyyine kuvvetini haizdir (MK. 7).
Ahval-i şahsiye sicillerini tutanlar kendilerinin ve maiyetlerinin kusurlarından şahsen mesuldürler.
Ahvali şahsiye sicilli : 1) doğum kütüğü [aim. Geburtsregister. — fr. registre de naissances], 2) ölüm kütüğü [aim. Sterberegister. — fr. registre de dices] ve 3) evlenme kütüğü [aim. Heiratsregister. — fr. registre de mariage] olmak üzere üç kısımdır.
AHZÜGİRİFT (Müzekkeresi) [aim. Haftbefehl. — fr. mandat d'arrit prise de corps. — ing. warrant of arrest (or for the apprehension) of a person. — lât. litter ae qui bus aliquis in custodiam (in vinculo) dari jubetur"].
Eski ceza usulünde, henüz tevkif olunmamış bir maznunun heyet-i ittihamiye tarafından cinayetle ittiha-mına karar verilmesiyle beraber hakkında verilen ve nerede bulunursa yakalanarak muhakemesini yapacak cinayet mahkemesi nezdindeki tevkif evine teslim olunmasını tazammun eden kanuni bir emir. Muamelât-ı ittihamiyenin kaldırılmasına dair 30 nisan 1337 (1921) tarihli kanunun 1 inci maddesinin tatbikinden itibaren bu terim kullanılmamaktadır.
AHZUKABZ [aim. Einziehung, Einkassierung, Inkasso. — fr. encaissement. — ing. collection, encashment. — lât. exsactio (exsigere)].
Bir miktar meblâğın elden tesellüm edilmesi veya o miktar meblâğın kasa hesabına kaydı.
AİDAT [aim. Beitrag, Mitgliedsbeitrag. — fr. cotisation. — ing. contribution. — lât. conferre].
Bir cemiyette işlerin yürütülmesi için bir defada veya belli zamanlarda azaları tarafından verilen para. Medeni Kanun bu mefhumu «iştirak hissesi» terimi ile anlatır (Cemiyetler K. 2; MK. 63, 64).
AİLE [lât- familia. — aim. Familie. — fr. famille. — ing. family] .
Ferdî mülkiyet görüşü üzerine kurulmuş iktisat ve hukuk nizamında azaları birbirine birtakım kanuni ve ahlâki haklar ve bağlantılarla perçinleşmiş bulunan ve bugünkü klâsik, beşerî cemiyet ve medeniyetlerin çekirdeğini teşkil eyliyen insanlar topluluğu.
Komünist ve kollektivist âlemin toplumsal aile bünyesi bu tarifin dışında kalır.
Türk hukukuna göre aile, birbirine kan veya sıhriyet veya mukavele bağlariyle bağlı bulunan ve aralarındaki hukukî münasebet daha ziyade medeni hukukla tanzim kılınmış olan toplumsal topluluktur.
Bu topluluğun âzası birbirine yardım vazifesiyle mükelleftir ( MK. 315 ) .
Dar ferdiyetçi görüşe göre, ana, baba ve çocuklardan ibaret olan dar aile hukuki olmaktan ziyade iktisadi ve fiilî bir anlayıştır.
AİLE HUKUKU [aim. Familienrecht. — fr. droit de familie. — ing. family law, law of the family, law of domestic relations. — lât. ius familiae *] .
Ailenin azasının hak ve vazifelerini tanzim eyliyen hukuktur. Türk aile hukuku üç kısma ayrılır :
Birinci kısım karı koca unvanı altında evlenmek, boşanmak meselelerin.! ( MK. 82 - 240) , ikinci kısım hısımlar unvanı altında sahih ve gayrisahih nesep, nafaka, ev reisliği ve aile malları meselelerini (MK. 241 - 345), üçüncü kısım ise, vesayet müessesesini (M K. 346 - 438) tanzim eder.
AİLE İSMİ bk. Ad.
AİLE MALLARI [aim. Familienvermögen. — fr. biens de familie. — ing. family property, settled pro-pery, entailed property. — lât. res familiares, bona familiaria] ¦
Aile topluluğuna giren kimselerin menfaatlerini ve ailenin devamını temin maksadiyle muhtelif şekillerde tahsis edilen mallara denir. Bu tahsis ya «aile vakfı» veya «aile şirket-i emvali» veyahut «aile yurdu» tesisi şeklinde olabilir (MK. 322, 323, 336).
AİLE MECLİSİ bk. Aile vesayeti.
AİLE NİZAMI ALEYHİNDE SUÇLAR /aim. straf-bare Handlungen gegen den Bestand der Familie. — fr. delits contre la constitution de la familie. — ing. offences affecting the family].
Aile kuruluşuna mütaallik esasların ve eşlerin karşılıklı sadakat, müzaheret ve yardım mükellefiyetlerinin ihlâlinden doğan suçlar (CK. 237, 417, 429, 434, 435, 436 ve 440 - 447, 468 - 472, 473 - 476, 477 - 479 ; İcİfK. 344).
AİLE ŞİRKET-İ EMVALİ /aim. Gemeinderschaft (İs). — fr. indivision (des biens de familie). — ing. family joint property, family settlement. — lât. com-munio, consortium, indivisa successio, indivisum patri-monium, societas ercto non cito].
Ailede hısımların terekedeki hisselerinin tamamını veya bir kısmını bırakmak veya ortaya diğer malları koymak suretiyle aralarında tesis eyledikleri iştiraktir. Aile şirket-i emvalinin gayesi murisin ölümünden sonra mirasın taksimi suretiyle aile ve terekede hâsıl olabilecek zararları ve mahzurları önlemektir.
AİLE ŞİRKET-İ EMVALİ - AKAR
9
Bu şirkette, azadan (yani mirasçılardan) her biri, iştirak halindeki mülkiyetin ortakları olmak itibariyle, şirkete ait mallar üzerinde ancak iştirak halindeki malikler gibi hep birlikte tasarruf edebiliıler. Bu malların idaresi ve bu husustaki temsil işleri de prensip itibariyle birlikte yapılmak icabeder. Şirketin ortakları şirketin borçlarından müteselsilen mesuldürler. Aile şir-ket-i emvali bu bakımlardan miras şirketinin aynıdır (MK. 326, 329, 582).
AİLE VAKFI [aim. Familienstiftung. — fr. fonda-tion de familie. — ing. trust for benefit of family].
Aile fertlerinin talim ve terbiyesine, her türlü yardımına yaramak ve bunlara benziyen gayeler için gereken masrafları temin eylemek maksatlariyle miras ve şahıslar hukukunun koyduğu hükümlere uygun olarak kurulan tesis. Bunlara «vakıf» adı verilmiş olmasına rağmen eski hukukumuzun anladığı mânada vakıflar olmayıp Medeni Kanunun 73 üncü ve mütaakıp maddelerinde tanzim edilen tesislerdir. Bu itibarla bunlara «aile tesisi» demek daha doğru olur.
Aile vakfı diğer tesisler gibi hükmi şahsiyeti haiz müstakil bir hukuk süjesidir ( MK. 45, 60, 322).
AİLE VESAYETİ [aim. Familienvormundschaft. (Is.) • — fr. tutelle de familie (tutelle privee). — ing. family guardianship].
Vesayet altındaki kimsenin menfaati ve bilhassa şirketin veya sınai bir teşebbüsün devamı icabettirdiği takdirde vesayetin, vesayet makamlarının yerine aileye tevdi edilmesine denir (MK. 348) . Böylece aileye tevdi edilmiş olan vesayet bir «aile meclisi» [aim. Familienrat. — fr. conseil de familie. — ing. family council. — lât. consilium familiare, consilium propinguorum (necessa-riorum)] tarafından ifa edilir. Aile meclisi vesayeti altındaki kimsenin vasiliğe ehil olan kan veya sıhrî hısımlarından en aşağı üç kişiden terekküb eder ve asliye mahkemesince dört sene için teşkil olunur. Karı ve koca bu meclise âza olabilir. Vesayet makamının hak, vazife ve mesuliyetleri bu suretle kurulan aile meclisine intikal eder ( MK. 348, 350 ) .
AİLE YARDIMCISI [aim. Unterstützungspflichti-ger (İs), Unterhaltspflichtiger (Al), (Familien -) Ver-sorger, Ernahrer. — fr. soutien de familie. — İng. supporter, bread-xuinner. — lât. altor] .
Kanuni bir mecburiyet olsun olmasın, bir diğerine maddî nafaka temin eden veya muntazam yardımda bulunan veyahut ilerde bir yardımda bulunmaya kanunen mecbur tutulan kimse. Kaide olarak, haksız muamele bu muameleden doğrudan doğruya zarar gören kimselere tazminat istemek hakkını verir. Dolayısiyle zarar görenlerin böyle bir hakkı yoktur. Bununla beraber yapılan haksızlığın ölümü intaç etmesi halinde bu kaide tatbik olunamaz. Fail, ölüm dolayısiyle yardımdan mahrum kalan kimselerin zararlarını da tazmin ile mükelleftir (BK. 45 fk. 3). Burada aile tâbiri kari koca ve çocuklardan mürekkep zümreyi değil, belki zarar gören kimse ile ölü arasındaki fiilî münasebeti anlatır. Şu halde ana ve baba çocukları için aile yardımcısı oldukları gibi küçük bir çocuk dahi - ileride nafaka mükellefiyetine mâruz kalacağı cihetle (MK. 315) -ana baba için bir aile yardımcısıdır.
AİLE YURDU [aim. Heimstatte (İs). - fr. asile de familie. — ing. family home. — lât. (lar familiaris)].
Aile fertlerinin iaşe ve ikametini temin maksadiyle ve ancak bu maksada yetecek şümul ve vüsatte ziraat veya sanayi icrasına yarıyacak gayrimenkullerin veyahut ikamete yarıyacak mesken ve müştemilâtının tahsisi suretiyle kuıulan aile mallarına denir. Şu halde aile yurdu alâkalı ailenin veya efradının hayatları müd-detince iaşe ve ikametleri bakımından kendilerine tahsis edilmiş ve modern hayatın iktisadi değişikliklerinden masun bir hale konulmuş melce ve mallardır.
Aile yurdu ailenin ihtiyacından daha büyük olamaz. Aile yurdunda ailenin bizzat oturması veya ziraatini yapması şarttır (MK. 337, 341, 344).
AJAN 1 - (HH.) bk. Acenta
2 - [aim. Staatsvertreter (bei den gemischten Gerichten). ¦— fr. agent dıı gouvernement (devant les Tribunaux Arbitraux Mixtes). — ing. Government Agent before the Mixed Arbitral Tribunals)]: Milletlerarası mahkemelerde ve Umumi Harbten sonra kurulan Muhtelit Hakem Mahkemelerinde mensup oldukları devletin ve kendi vatandaşlarının haklarını müdafaaya memur kimseler.
3. [aim. Staatskommissar. — fr. agent ou com-missaire (du gouvernement)] : Deniz müsadere mahkemelerinde devletin hak ve menfaatlerini müdafaaya memur kimse (Denizde Zabıt ve Müsadere K. 101).
AKADEMİ [lât. academia. — aim. Akademie. — fr. academic — ing. academy].
Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini temin maksadiyle müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salahiyetli kimseler topluluğu.
AKALLİ YETİN HAKLARI [aim. Rechte der Minderheit. — fr. droits de la minorite. — ing. minority rights].
Hükmi şahıslarda, heyetlerde, meclislerde v. s. azlıkların haiz oldukları haklar. Alınan kararlara karşı akalliyette kalanların itiraz hakkı gibi.
AKALLtYETLER HUKUKU (ve haklar.) [aim. Minderheitenrecht, Minoritatenrecht. — fr. droit des minorites. — ing. lau) and rights of minorities].
Aralarında ırk, dil ve din birliği olup beraberce yaşama arzusuna bağlı olan ve bir devlet ahalisinin çoğunluğu içinde toplanmış bulunan haklar.
Büyük harbden sonra 1919, 1920, 1922 senelerinde imza edilen sulh muahedeleri din ve hars hürriyetini, dillerin kullanılmasını, medeni ve siyasi haklarda müsavatı temin eylemiştir.
AKALLİYETLERİN TEMSİLİ (seçimde) [aim. Reststimmenverwertung (Proporzsystem, Proportion&l-ıcahlrecht). — fr. representation des minorites (scru-tion de liste). — ing. minority representation].
Bazı memleketlerin bilhassa teşriî seçim için kabul ettikleri bir sistemdir ki bu sistemde reylerin çoğunluğunu kazanamamış olan namzet listelerine de belirli miktarda âzalık temin eder.
AKAR halk arasında her ne kadar kiraya verilip irat getiren şeylere denirse de Fıkıhta gayrimenkul mala denir.
10
akça - Akile
AKÇA meskukâtta bir paranın üçte biridir. Vak-fiyelerdeki akçaların kıymeti zamanlarına göre değişiktir.
Akça tâbiri nakit, para, meblâğ, servet, vaktiyle geçen küçük sikke mânasına da kullanılır. Bir kese akça beş yüz kuruş demektir.
Akça ilk evvel Sultan Orhan tarafından 729 da Bursada basılmıştır. Bu akçanın ağırlığı vaktiyle mis-kalin dörtte biri, ayarı da %90 dan ibarettir. Fatih ve Bayezit zamanından itibaren bu akçanın hem ağırlığı, hem de ayarı çok kere değiştirildi. Eski akçalara göre bir dirhem gümüş 23/4 akçaya denktir. Bazı akçalar da bir dirhem-i şeriyenin yirmi beşte ikisine denk tutulmuştur.
1150 ve 1155 tarihlerinde kullanılan akçaların gümüş paraya kıyasen kıymetleri 1115 ve 1143 tarihlerinde kullanılan akçaların aynıdır. O tarihte dört muhtelif kıymette tedavül etmiş olan akçalardan birinin 1927 tarihindeki rayice nazaran evrakı nakdiye ile muadili 8,5 - 8,6 para raddesinde bulunduğu Darphane ve Damga Müdürlüğünün bir tahriratından anlaşılmaktadır. 1234 tarihinden sonra akça kesilmemişti.
Vaktiyle Osmanlı meskukâtında vahid-i kıyasi akça iken Kanuni Süleyman zamanında ( 1099 ) kuruş üzerine kurulmuş usul kabul edilmiştir.
AKD ('Akd) lügatte bir şeyi düğümlemek, bağlamak manasınadır. Istılahta iki tarafın bir hususu karşılıklı iltizam ve taahhüdetmeleridir ki icap ve kabulü birbirine bağlamaktan ibarettir. Cem'i «'Uküd» dur.
AKDİN İCRA EDİLMEMİŞ OLMASI, DEF'l [lât. exceptio non adimpleti contractus. — aim. Einrede des nichterfüllten Vertrages. — fr. exception de con-
trat non execute. — ing. plea of non-execution of contract].
Karşılıklı taahhütleri ihtiva eden bir akitte taraflardan birinin, karşı tarafın taahhüdünü yerine getirmemesine dayanarak defide bulunmasıdır. Bu gibi defilere bilhassa satış ve trampa akitlerinde tesadüf edilebilir.
AKD-1 MUAVAZA ('Akd-i Mua'vaza) Hibe ve sadaka gibi teberruattan olmayıp iki taraftan ivaz verilerek yapılan akit: Satış, trampa gibi.
AKD-1 ZİMMET ('Akd-i zimnıat) Harbî bulunan bir şahsın veya bir cemaatın islâm ahdü emanını, yani tâbiiyetini kabul etmesi demektir ki iki türlüdür :
1 — Açıkça akd-i zimmettir ki, zimmetin kabulünü açıkça anlatan bir söz kullanmakla olur: «Ben müslü-manların ahd ve emanına girdim» demek gibi.
2 — Dolayısiyle akd-i zimmettir ki, zimmeti kabule delâlet eden bir fiil ve hareket ile vücuda gelir: Bir müsteminin dar-ı islâmda bir seneden ziyade ikamet etmesi gibi.
AKIB ( 'Akib ) Erkek çocukların erkek ve kız çocukları.
Kız çocukların çocukları erkek bile olsalar bu terimin şümulüne giremezler.
AKIL HASTALIĞI [lât. insanla, dementia, amentia. — aim. Geisteskrankheit. — fr. maladie mentole. — ing. insanity, lunacy sö found, lunacy, unsoundness of mind]
Hukuk süjesinin medeni hakları kullanma (muamele) ehliyetinin şartlarından birisi olan mümeyyizliği (tem-
yiz kudretini) kaldırıcı fizyolojik unsurlardan biridir. Akıl hastalığına tutulmuş olanlar gayrimümeyyiz sayılmakla bunların hukukî muameleleri hüküm ifade etmez. (MK. 10, 13, 89). Suç işlediği zaman akıl hastalığına tutulmuş olan kimse ceza ehliyetini haiz sayılamaz ( CK. 46 ).
Akıl hastalığı hacir sebeplerinden biridir (MK. 355).
AKIL ZAYIFLIĞI [lât. imbecillitas, ingenii infir-mitas. — aim. Geistesschmache, — fr. faiblesse d'es-prit. — ing. mental infirmity, feeble mindedness, mental deficiency, idiocy].
Hukuk süjesinin medeni hakları kullanma (muamele ) ehliyetinin şartlarından birisi olan mümeyyizliği (temyiz kudretini) kaldırıcı fizyolojik unsurlardan birisidir.
Akıl zayıflığına tutulanlar gayrimümeyyiz sayılmakla, bunların hukukî muameleleri hüküm ifade etmez (MK. 10, 13, 89). Akıl zayıflığı, suçlunun ceza ehliyetini tamamen ortadan kaldırmaz; akıl zayıflığının derecesine göre suçlunun cezası azaltılır ( CK. 47 ).
Bunama ( = ateh ) da bir akıl zayıflığıdır.
Akıl zayıflığı hacir sebeplerinden biridir (MK.355).
AKİDE (Dogma) [lât. dogma. — aim. Dogma, fr. dogme. — ing. dogma].
Geniş anlamda : insan aklının kudret ve ehliyeti hakkındaki sarsılmaz güvene dayanan her prensip ve nazariye, tecrübeden değil akli prensiplerden kaynak alan her hukuki bilgi ve kanaat.
Hukuk dogmatiği, hukuk sosyolojisi ve hukuk tarihinden, gaiyet prensibine dayanması ve dedüktif (netice çıkarmak) metodu kullanması sebebiyle, ayrılan hukuki kaideler bilgisidir.
ÂKÎDEYN OÂkidayn) Her akitte akdi yapan iki tarafa denir ki akdin nev'ine göre bunların isimleri vardır.
Meselâ; beyide «mütebâiyân», ikalede «mütekaa-ileyn», hibede «vâhib ve mevhubünleh», icarede «mucir ve müstecir».
ÂKİLE (Âkila) Bir cinayetten dolayı diyeti üzerine alan asabe, aşiret ve ehl-i divan demektir ki bunlar kendi fertlerinden birinin şüphe-i âm veya hata suretiyle yaptığı cinayetin diyetini veya gurresini ödemekle mükellef bulunurlar.
Diyeti üzerine alanlardan her birine «âkil» denir. Hepsine «âkile» denir ki «cemaat-i âkile» mânasına olup cem'i «avakil» dir.
Aralarında yardımlaşma ve birlik bulanan, birbirinin hareketlerini murakabe ederek yekdiğeriyle alâkadar bulunmaları lâzım gelen aşiret fertlerinden birisinin yaptığı cinayetten dolayı icabeden diyeti veya gurreyi bu aşiretin âkil ve baliği olan erkek efradı cani ile beraber aralarında senevi üçer veya dörder dirhem olmak üzere taksim ederek üç sene içinde hak sahibine öderler.
Aşiret fertleri yetmezse kendilerine nesepçe en yakın olan kabîle ilâve edilir.
Bir sancak altında hareket eden bir divanda kayıtlı bulunarak muayyen atâyayı alan kimselerin âkılesi
ÂKİLE — AKL
11
o divanda kayıtlı olanlardır, velev ki her biri başka başka aşiretten olsun. Bunlara «ehl-i divan» denir.
AKİT [lât. contractus, pactum, pactio, conventio (pactum conventum) . — aim. Vertrag, Abkommen, Übereinkunft, Kontrakt, Einigung, Vereinbarung, Ab-machung. — fr. contrat, convention, pacte, accord, entente.— ing. contract, agreement, convention, covenant, stipulation}.
Tarafların birbirine uygun irade beyanlariyle husule gelen ve onlara karşılıklı vecibeler yükliyen anlaşma ( BK. 1). Bu suretle meydana gelen bir anlaşma bazan muvakkat (kira akdi) bazan daimî (evlenme akdi) haklar doğurur.
Akitler borç (vecibe) doğurmaları bakımından üçe ayrılırlar :
1 — Tek taraflı akitler [aim. einseitige Vertrdge. — fr. contrats unilateraux. — ing. unilateral contracts. — lât. contractus unilaterales] : Bunlar yalnız bir tarafa borç yüklerler : Kefalet, hibe vâdi gibi ( BK. 238, 483).
2 — İki taraflı akitler [aim. zweiseitige Vertrdge. fr. contrats bilateraux. —ing. bilateral contracts. — lât. contractus bilaterales]: Bunlar her iki tarafa da borç yüklerler. Burada akdi yapanlardan her biri diğerine göre hem alacaklı, hem borçlu sıfatını alır. Bunlar da iki grupta toplanır: a) Tam karşılıklı akitler /aim. gegen-seitiger Vertrag, Austauschvertrag, synallagmatischer Vertrag. — fr. contrat synallagmatique. — ing. contract containing reciprocal promises, commulative contract. — lât. contractus bilateralis aequalis, contractus recipro-cus]: Trampa, beyi ve istisna akitleri gibi. b) Nakıs karşılıklı akitler / aim. ungleichmössig zweiseitiger Vertrag. — fr. contrat inegalement (eventuellement) bilateral. — lât. contractus bilateralis inaequalisj : vekâlet ve ida akitleri gibi.
3 — Çok taraflı akitler [aim. mehrseitiger Vertrag. — fr. contrat multilateral ou plurilateral. — ing. multilateral contract. — lât. contractus multilateralis]: ikiden ziyade kimselerin taraf sıfatiyle tek bir akit mevzuu üzerinde birleşmeleriyle meydana gelir. Satış iki taraflı bir akittir. Satıcının birden ziyade olması veya müşterinin birkaç kişi bulunması bu akdin iki taraflı olmasına mâni teşkil etmez. Fakat üç kişiden terekküb eden bir şirket çok taraflı bir akit sayılır.
ÂKİT [lât. reus (stipulandi - promittendi), stipulator, promissor, paciscens, contrahens. — aim. Kon-trahent, Vertragspartei, Vertragsgegner. — fr. con-tractant, stipulant. — ing. contracting party, party to contract].
Akitte taraf olan şahıstır. Bu, akdin nev'ine göre satan, alan, kiracı, kiralıyan, vekil, müekkil ve saire gibi adlar alır.
AKİT SERBESTİSİ [aim. Vertragsfreiheii. — fr. liberie contractuelle. — ing. freedom of contract.— lât. libertas contrahendi*].
Akitlerin mevzu ve neticelerinin kanunun menetmediği hususlarda, taraflarca serbestçe tâyin edilmesidir.
AKİTTEN DOĞAN BORÇLAR [lât. obligations ex contractu (conventionales). — aim. Schuldverhâlt-nisse aus Vertragen, vertragliche Schuldverhöltnisse. — fr. obligations contractuelles. — ing. contractual
obligations, obligations arising from contracts (or under agreements ) ].
İki veya daha ziyade tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlariyle onların leh ve aleyhinde ihdas edilen borç münasebetleri: Satış, kira, hizmet ve sair akitlerden doğan borçlar gibi (BK. 1 - 40). bk. Borç kaynakları,
AKİT YAPILIRKEN İŞLENEN KUSUR [aim. Verschulden beim Vertragsschluss. — fr. culpa in contrahendo. — ing. fraud, misrepresentation or mistake in the conclusion of a contract.— lât. culpa in contrahendo].
Akdin müzakeresi sırasında taraflardan birinin hüsnü niyet kaidelerine aykırı olarak diğer tarafın ittihaz edeceği karara tesir edebilecek vakaları kasıtla bildirmemesi ve onu bu suretle yanlış bir yola götürme-sidir. Bu, tazmin mükellefiyetini doğuran bir kusurdur.
AKİT YAPMA MECBURİYETİ [lât. obligatio contrahendi. — aim. Kontrahierungszwang. — fr. obligation de contracter. -- ing. obligation to contract].
Kanuni bir hükümden veya idari bir tasarruftan (imtiyaz mukavelesi) doğan akit yapma mecburiyetidir. Meselâ P. T. T. idaresiyle D. D. Y. idaresinin kendilerine arz olunan eşya, koli ve diğer şeyleri kabule ve muhabereleri temine mecbur olmaları, bir şehirdeki elektrik şirketinin şehir halkına elektrik verme mükellefiyeti gibi. Bu vecibe, tanınan inhisar hakkının zaruri bir neticesidir.
AKİT YAPMA VADİ [lât. pactum de contrahendo. — aim. Vorvertrag, Vertragsversprechen. —fr. promesse de contracter, avant - contrat. — ing. preliminary contract].
Bir akdin ilerde inşa edilmesi için yapılan mukaveleye verilen isimdir. Burada taraflardan biri ilerde, çok defa üçüncü bir şahısla ve pek nadir hallerde diğer tarafla, bir mukavele yapmayı taahhüd eder. ilerde yapılacak mukaveleye «esas mukavele» ve bu mukaveleyi yapmak taahhüdüne de «akit yapma va'di» denir (BK. 22).
Kanunun istisna etmediği hallerde esas mukavelenin tâbi tutulduğu şekle akit yapma va'dinde de riayet olunmak lâzımdır.
AKİT YERİ KANUNU [aim. lex loci actus, Recht des Vertragsabschlussortes. — fr. lex loci actus (contractus). — ing. lex loci actus (contractus). — lât. lex loci actus (contractus)].
Hukuki bir muamelenin yapılmış olduğu memleket kanununu ifade için kullanılan bir ıstılahtır. Bazı ecnebi mahkemelerin içtihatlarına göre akit yeri kanunu tarafların sükûtu halinde mukavelelerin sıhhat şartlarını ve neticelerini tâyinde esas olur. Bu esası ifade eden kaideye lâtince «locus regit actum» denir.
Poliçelere, emre muharrer senetlere ve çeklere ait taahhütlerin şekillerini bu taahhütlerin akdolundukları devlet kanunları tâyin eder (TK. 602, 606, 636).
AKL (lAkl) Bir cinayetten dolayı icabeden diyeti vermektir. Diyet manasına da kullanılır. Cem'i «ukul» dür. Akl esasen imsak ve istimsak manasınadır.
Diyet vermek kan dökülmesini men ve imsak edecek müeyyit bir kuvvet mesabesinde olduğundan bu cihetle de diyete « akl » denilmiş olması melhuzdur.
12
AKL —ALACAK DÂVASI
İnsanın hareketlerini tanzim, kendisini fena şeylerden men ve imsak ettiği cihetledir ki insandaki yüksek kuvvete de « akl » denilmiştir.
AKREB-1 MEKNİYYAT (Akrab-i Maknivyat) Meşrut-un-lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu A ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tâbirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın mercii bulunan A nın çocuklarına hamlolunur.
AKREDİTİF [aim. Akkreditiv, Kreditauftrag, Kreditbrief. — fr. accreditif, ordre de credit, lettre de credit. — ing. letter of credit. — lât. mandatum cre-dendae pecuniae, mandatum crediti, mandatum quali-ficatum*].
Alıcının satıcı ile yapmış olduğu satış mukavelesinin ifası maksadiyle satıcıya bazı şartlar altında muayyen bir paranın verilmesi hususunda alıcının bir bankayı tevkil etmesine denir.
Akreditifleri üç sınıfa ayırmak kabildir :
1) Bankanın tediyesi, malların veya emtiayı temsil eden senetlerin teslimine bağlı ise buna «teminatlı » akreditif [aim. Dokumenten - Akkreditiv. — fr. lettre de credit sur garantie. — ing. payment against documents credit, export commercial credit], bankanın böyle bir şarta bağlı olmaksızın tediyesi halinde « basit» akreditif [aim. glattes Akkreditiv. — fr. lettre de credit sans garantie. — ing. clean or open credit, payment on receipt credit] denir.
2) Satıcının doğrudan doğruya bankaya karşı bir talep hakkının bulunması halinde «kabul edilmiş» akreditif [aim. bestâtigtes Akkreditiv. — fr. credit confirmed — ing. confirmed credit], böyle bir talep hakkının bulunmaması halinde «kabul edilmemiş» akreditif [aim. ıınbestatigtes Akkreditiv. — fr. credit non con-firme. — ing. unconfirmed credit] denir.
3) Alıcının (alman hukuku alanında) veya bankanın (amerikan, fransız ve ingiliz hukuku alanında) akreditiften rücu hakkını haiz olup olmamasına göre «kabil-i rücu (dönülebilir)» akreditif (aim. uiderrufliches Akkreditiv. — fr. revocable (lettre de) credit. — ing. revocable (letter of) credit] ve «gayrikabil-i rücu (dönülemez) » akreditif [aim. unwiderruflickes Akkreditiv. — fr. credit confirme. — ing. irrevocable (lettre of credit) ] denir.
AKSAL-EB (Vakıfta) (Akşu'l-ab) İslâm devrini idrak eden son baba.
Bazı fakîhlere göre bu babanın müslim olması şart değildir.
AKTARMA [aim. Umladung, (Umsteigen). - fr. transbordement (changement) . — ing. tran (s) — shipment].
Yolcu ve yükün bir taçıt vasıtasından diğerine geçmesi veya geçirilmesi. Deniz hukukunda; yükün bulunduğu gemiden diğer bir gemiye yükletilmesi.
Kaide olarak kiralıyanın aktarma hakkı yoktur. Bunun iki istisnası vardır: a) yolculuk başladıktan sonra bir tehlike karşısında kalınırsa kaptan aktarmaya mezundur (TK. 1106). b) Dünya namlun mukavelelerinin birçoğunda kiralıyan bu hakkını önceden mukavele ile tanıtır ve böyle bir mukavele kaydı muteberdir.
AKTARMA EŞYASI /aim. Transitwaren, Tran-sitgüter. —fr. marchandises en transit.— ing. goods in transitu].
Bir ecnebi memleketten gelip gümrük resmi verilmeksizin Türkiye limanlarının birinden diğerine veya bir yabancı limana sevkolunan eşya (906 No. lu Gümrük Kanununun bazı maddelerini muaddil K. 52).
AKTİF bk. Mevcudat.
AKTİJER [aim. Versicherungsmathematiker, Ver-sicherungsstatistiker. — fr. actuaire. — ing. actuary].
Sigorta müesseselerinin istatistiklere ve ihtimallere dayanan hesaplarını hazırlıyan mütehassıslar.
ÂL (Vakıfta) (Âl) Bir kimsenin baba cihetinden islâmiyet devrini idrak eden son babasına mensup kimseler.
ALACAĞIN TEMLİKİ [lât. cessio nominis (acti-onis). — aim. Zession, Abtretung von Forderungen. fr. cession de creance. — ing. assignment (of contracts, of choses in action, of obligations), transfer of claims].
Borç münasebetlerinden doğan hakların alacaklı tarafından üçüncü bir şahsa devri. Ancak, her alacak devredilemez. Buna bazan kanun mâni olur (BK. 284, 320, 519; MK. 58), bazan işin mahiyeti devre müsait değildir. Borçludan başkasına eda, alacak mevzuunda bir değişiklik husule getirdiği veya temlik, alacaktan beklenen gayeyi güçleştirdiği veya imkânsız kıldığı hallerde temlik yapılamaz (BK. 511), bazan da taraflar bir hakkın temlik edilemiyeceğini kararlaştırırlar, bk. temlik edilememek şartı.
Hilâfına hüküm bulunmadıkça diğer hakların temlikinde de aynı esaslar yürür ( BK. 172 ).
ALACAK /lât. creditum (ius crediti), nomen (ius nominis). — aim. Forderung, Anspruch. — fr. creance. — ing. claim, ekose in action].
Bir kimsenin diğer birini ya halen veya ileride bir şey yapmağa veya yapmamağa veyahut da kendisine bir şey vermeye icbar eylemesi hakkı.
Bunun zıddı « borç » tur. Borç münasebetlerinden doğan haklara « şahsi hak » denilmesinin sebebi, edanın ancak « borçlu » dediğimiz kimseden istenilebileceğinden ileri gelir. Bu itibarla « şahsa bağlı haklar » dan tamamen ayrı bir şeydir.
ALACAK DÂVASI [lât. actio in personam (actio personalis). — aim. Forderungsklage. — fr. action personnelle. — ing. personal action, actio personalis].
Bir fiil (bir eda) de bulunmağa mecbur olan borçlu aleyhine edayı istemeğe hakkı olan alacaklı tarafından açılan şahsi bir dâva olup mevzuu borçlunun şahsına karşı iktisabedilmiş haktan, yani edayı istemekten ibarettir.
Bu mânada alacak dâvası : Menkul ve garimenkul şey üzerindeki aynî hak sahibinin bu hakkını kullanmasına mâni olan her şahıs aleyhine ikameye haklı olduğu « aynî dâvaların » ve « şahsın medeni hallerine mütaallik » dâvaların aksidir.
Bu dâva, sebebi ne olursa olsun her nevi para alacaklarını, tazminat, şahsi bir hak dolayısiyle menkul ve gayrimenkul teslimi vs, taleplerini içine alır.
ALACAK DÂVASI - ALENİYET PRENSİBİ
13
HMUK. 4 «alacak dâvası» tabirini bu mânada kullanmıştır.
Dar mânada alacak dâvası; yalnız para ile ifade edilen ve para olarak istenilen alacaklara ait dâvadır. Bu tâbir şahsın medeni hallerine mütaallik dâvalaıla, aynî olsun şahsi olsun, menkul veya gayrimenkul malların aynını istihdaf eden dâvaları hariç bırakır. H M U K. 8, 20, 427, 438 de sözü geçen alacak dâvalarının bu mânada kullanılmış olduğu Temyiz Mahkemesince kabul edilmiştir.
ALACAK HAKKI bk. Alacak, Borç, Eda.
ALACAKLI [lât. creditor. — aim. Glaubiger. — fr. creancier. — ing. creditor, obligee].
Genel olarak her hangi bir edayı ve hususi olarak nakdî ödemeyi istemeğe hakkı olan şahıs.
ALACAKLI TOPLANTISI (TOPLANMASI) [aim. Glaubigerversammlung — fr. assemblee descreanirers)'.
I — İılâsta : a) İlk alacaklılar toplanması : İilâsın açılmasının iflâs idaresince ilânından nihayet on gün içinde açılma ilâniyle birlikte yapılan umumi davet üzerine müflisten alacağı olan şahısların veya mümessillerinin iflâs memuru veya muavinlerinden birinin reisliği altında toplanmaları.
İlk alacaklılar toplantısında : 1) iflâs idaresi seçilir, 2) müflisin sanat ve ticaretinin devamı, imalâthane-leriyle mağazalarının, perakende satış yerlerinin açılması ve müflise ait dâvalar ve pazarlıkla satışlar gibi acele işler hakkında kararlar verilir, 3) konkordato teklifi halinde tasfiye tatil edilir.
Bu ilk alacaklılar toplanması kararlarından dolayı her alacaklı tarafından yedi gün içinde tetkik merciine şikâyet olunabilir.
b) İkinci alacaklılar toplanması : İllâs idaresi tarafından alacaklıların tahkiki işi tamamladıktan sonra alacakları tamamen veya kısmen idarece kabul edilen alacaklıların toplanması.
İkinci alacaklılar toplantısında : 1) tasfiyenin cereyanı şekline ve alacaklılarla borçların vaziyetine dair iflâs idaresi tarafından tanzim olunan rapor konuşulur, 2) İflâs idaresinin vazifesine devam edip etmiyeceği hakkında ve masanın menfaati için zaruri görülen hususlarda icabeden kararlar verilir, 3) konkordato müzakeresi yapılır.
ikinci alacaklılar toplanması alacaklar ve masa mevcudu üzerinde tam bir tasarruf salâhiyetini haizdir. (İcİfK. 219, 221, 224, 225, 237, 238 vd.).
II — Konkordatoda : Borçlunun isteği üzerine konkordato için tetkik merciince kendisine mühlet verildikten ve mevcudu ile borçları komiser marifetiyle tesbit edildikten sonra o borçluda alacağı olup da komiser tarafından vâki ilân üzerine 20 gün içinde alacağını bildiren alacaklıların konkordato teklifini müzakere etmek için komiserin davetiyle toplanmalarıdır (İcİf.
K. 285-309).
ALACAKLI TALEBİNE BAĞLI USUL bk. Resen hareket usulü.
ALACAKLI VE BORÇLU SIFATININ BİRLEŞMESİ [lât. confusio. — aim. Konfusion, Vereinigung
(von Schuld und Forderung in einer Person). — fr. confusion. — ing. merger].
Bir vecibeden doğan alacaklılık ile borçluluk sıfatının bir şahısta birleşmesi halidir: Mirasçının murisinden alacaklı olması gibi. Murisin vefatiyle mirasçı hem alacaklı hem de borçludur. Bu gibi hallerde borç ortadan kalkar (BK. 116).
ALACAK SENEDİ bk. Borç senedi.
ALACAK ÜZERİNDE İNTİFA HAKKI [lât. ususfructus nominis. — aim. Forderungsniessbrauch, Niessbrauch an Forderungen. — fr. usufruit d'une creance. — ing. usufruct of claim (of obligation, of debt)].
Bir alacaktan sadece intifaı tazammun eden bir haktır.
Bu hak hiçbir vakit müstakil bir mahiyet almaz. Mamelek üzerinde tesis olunması itibariyle mameleke giren alacaklara şamil olur. Bu itibarla daima dolayı-siyle teessüs eder. Aynî mahiyeti haiz olan diğer intifa haklarından da ayrıdır. Temliki kabil olmıyan alacaklar üzerinde intifa hakkı tesis edilemez.
ALACAK ÜZERİNDE REHİN HAKKI [lât. pig. nus nominis. — aim. Forderungspfandrecht, Pfandrecht an Forderungen. — fr. droit de gage sur la creance. — ing. pledge of claim (of obligation, of debt) ].
Bir alacak üzerinde tesis edilen rehnin rehin alana verdiği haktır. Böyle bir rehnin tesis taızı alacağın senede bağlı bulunup bulunmamasına göre değişir ( MK. 853, 868).
ALÂMET-1 FARİKA [aim. Warenzeichen, Fabrik-marke, Handelsmarke, Marke, Schutzmarke. — fr. marque deposee, marque de fabrique. — ing. trade mark, merchandise mark].
Mamulât ve eşyanın yapıldığı fabrikanın yahut bunları imal edenlerin veya ticaret için satanların isim, şöhret ve mevkilerini bildiren ve o şeyler üzerine konulan isim, mühür, resim, harfler, rakamlar, mahfaza gibi ayırma ve tahsis için kullanılan her nevi işaret ve damgadır. Buna « marka » da denir. (28 nisan 1304 tarihli Nz. )
ALAY MAHKEMESİ bk. Askerî mahkemeler.
ALELADE İKAME bk. İkame.
ALENEN HAYÂSIZ VAZ'Ü HAREKETLERDE BULUNMAK bk. Cinsî münasebet suçları.
ALENÎ MÜZAYEDE bk. Artırma ve eksiltme.
ALENÎ SATIŞ bk. Satış.
ALENİYET PRENSİBİ [aim. Öffentlichkeitsprin-zip, Pııblizitâtsprinzip. — fr. principe de publicite. — ing. principle of publicity. — lât. publico fides].
I. (AH) : Âmme hizmetini gören bazı müessese işlerinin hilafı kanunda yazılı olmadıkça, halkın malûmatı dâhilinde ve gözü önünde yapılmasıdır ki bundan halkın o müesseseye karşı güvenini kazanmak kasdedi-lir. Bu prensip teşriî, kazai, idari sahalarda tatbik edilir.
1) Büyük Millet Meclisindeki müzakerelerin açık ' cereyanı (TEK. 20).
14
ALENİYET PRENSİBİ AMENAJMAN
2) Mahkemelerde muhakemelerin açık görülmesi (TEK. 58; CMUK. 373; HMUK. 149).
3) Umumi meclislerde, belediye meclisinde müzakerelerin açık cereyanı.
II. (HH) : 1) Resmî sicilleri herkesin veya alâkadarların tetkik edebilmek hakkını haiz bulunması (Tapu Sicilli; MK. 928, Ticaret sicilli, TK. 37).
Bunun neticesi resmî sicillere itimat prensibidir (MK. 931 ; TK. 39) (âmme itimadı) [aim. Sffentlicher Glaube. — fr. bonne fox].
2) Anonim şirketlerin ve bankaların bilanço ve sair mevkut hesaplarını neşir ve ilân mükellefiyeti (Bankalar K. 32).
3) Umuma karşı muayyen şekillerde hareket eden ve bu suretle üçüncü şahısları bir yanlışlığa sürükliyen kimsenin bu hareketinden dolayı kanun ile tesbit edilen bazı hukuki neticelere tâbi tutulmasıdır (BK. 18 fk. 2; TK. 10).
ALET kendiliğinden tesiri olmıyarak ancak fiilin eserinin vücuduna vasıta olan şeydir: Keser, bıçkı, burgu gibi. bk. Vasıta.
ALET-t CÂRİHA (Alet-i Câriha) Beden parçalarını birbirinden ayıran şeydir ki, silâh kelimesinden daha şümullüdür: kılıç, kama, süngü, bıçak, keskin taş, keskin ağaç, keskin kamış kabuğu gibi. Ateş de bu hükümdedir. Bunlardan birinin kullanılması katil kasdına delildir.
ALIM SATIM bk. Satış.
ÂLÎ ASKERÎ ŞÛRA [aim. Hoher Wehrrat. — fr. conseil superieur de la defense nationale. — ing. Supreme Defence Committee, Army Council].
Askerlikte terfi ve taltif esaslarını tesbit ve tümen ve kolordu komutanlariyle muadillerinin tâyin ve tekaüde şevkleri gibi zatî muameleler üzerinde karar veren ve talim ve terbiye esaslariyle askerî kanunlar ve memleketin müdafaasına taallûk eden askerî işler hakkında da istişari mahiyette olarak mütalâa bildiren ve yalnız hazar vaktinde hükümet merkezinde toplanan yüksek askerî bir heyettir. ( Şûrâ-yı Askerî Ka. )
ALİVRE SATIŞ [aim. Zeitkauf, Terminkauf, Lieferungskauf (von Waren). — fr. vente â livrer.
— ing. agreement (contract) to sell future goods, time bargain].
Satış mukavelesine göre satıcının satılan malı muayyen bir vâde içinde teslimi taahhüdetmesi. Ticaret ve Borçlar kanunlarımızda böyle bir terim yoksa da örfte kullanılmaktadır. Henüz yetişmemiş mahsuller alivre satılabilir (TK. 688, 697; BK. 184).
ALONJ [aim. Allonge. — fr. allonge. — ing. allonge, rider, sheet].
Ticari bir senet üzerinde ciroların veya sair muamelelerin çoğalması dolayısiyle o senede eklenen kâğıt. Ciro, ya poliçe veya poliçeye bağlı diğer bir kâğıt (= alonj) üzerine yazılır (TK. 538). Aval için de böyledir (TK. 556).
ALTERNATİF BORÇ [lât. obligatio alternativa (disjunctiva). — aim. Alternativobligation, Wahlschuld.
— fr. obligation alternative. — ing. alternatUte obligation].
İçlerinden yalnız birisi ifa edilmek üzere birden ziyade eda mevzuunu ihtiva eden vecibeler. Kaide olarak mevzulardan birini seçmek borçluya aittir. Fakat, taraflar arasında bu seçme hakkı alacaklıya veya üçüncü bir şahsa da verilebilir (BK. 71 ). Meselâ : bir kimsenin bir vazo veya saati satın alması halinde bunlardan birinin teslimiyle borçlu borcundan kurtulur. Bunu «muhayyerlik» ile karıştırmamalıdır.
ALTERNATİF İLLİYET bk. İlliyet.
ALTIN ŞARTI [aim. Goldklausel. - fr. clause-or
— *ng- gold clause].
Borçlunun, madenî altın para ödiyeceğine [hakikî altın şartı (aim. Goldmünzklausel. — fr. clause de monnaie-or ou d'especes-or. — ing. gol,1 coin clause)] veya carî tediye parasının altına nazar n hasıl olacak farkı göz önüne alarak ödemede buluı ıcağına [altın kıymeti şartına (aim. Goldwertklausel. — fr. clause va-leur-or. — ing. gold value clause) ] dair mukaveleye konulan şart.
ÂMÂ [aim. Blinder. -- fr. aveugle. — ing. blind.
— lât. caecus]
Gözü görmiyen adam. Hukukun bu mevzua temas etmesi borç altına girme bakımından âmâların hususî bazı kaidelere bağlı tutulmuş olmalarından ileri gelir. Âmâların imzaları usulen tasdik olunmadıkça yahut imza ettikleri zaman muamelenin metnine vâkıf oldukları sabit bulunmadıkça onları ilzam etmez (BK. 14 fk. 3).
AMBARGO [aim. Embargo, Beschlagnahme. — fr. embargo. — ing. embargo].
Bir devletin, muhasamatın başlangıcında hasım devlete ait ve kendi limanlarında bulunan gemilere el koyması. Bu tedbir halen milletlerarası tatbikatta cari olmayıp harb halinde bu gemilere limanları terketmeleri için münasip bir mühlet verilmektedir (1907 Lâhey Mukavelenamesi No. VI).
Mânevi ambargo: harb kanunlarını ve bilhassa sivil halkı hava bombardımanlarına karşı koruyan harb kaidelerini ihlâl eden devlete, Birleşik Amerika Devletlerinde, harb malzemesi veya harbe yarar diğer maddelerin ihracını menetmekten ibaret olan ve Cumhur Reisi Roosevelt tarafından ihdas edilen bir tedbir. (1938 de Japonya-Mançuri harekâtı, 1939 da Almanya -Polonya harbi ve 1940 Rusya-Finlândiya harbi dolayısiyle bu tedbirler tatbik edilmiştir.)
AMD C'Anıd) bk. Taammüt. AMELE bk. İşçi.
AMELE HUKUKU bk. İş hukuku.
AMENAJMAN / aim. Forstbewirtschaftungsplan ( Aufforstungsplan ). — fr. amenagement (de förets).
— ing. forestry — lât. silvarum cura yahut administrate*].
Devlete ve şahıslara ait ormanların orman mühendisleri tarafından evvelden hazırlanmış ve orman idaresince tasdik edilmiş plânlara göre işletmesinin tanzimi.
Orman idaresi kesmelerin plânına uygun olup olmadığını tetkik hakkına maliktir (Orman K. 28, 38, 39, 56, 67).
ÂMİL-ÂMME HÜKMİ ŞAHISLARININ MALLARI 15
ÂMİL [aim. Faktör, veranlassende Ursache. — fr. facteur, fait determinant. — ing. cause, effective cause, factor, element, — lât. causa efficiens, causa/.
1 — Geniş anlamda: sebep, müessir mânasında olup bir neticenin doğmasını gerçekleştiren belli başlı unsur veya kudret demektir.
2 — Dar anlamda : a) Hukuki bir olayın gelişmesine yardım eden müessirdir.
b) Cemi olarak âmiller : bir hukuki gayeye ulaşılmasına birlikte tesir eden kudretlerdir.
ÂMİR ( Amir) Bir şeyin yapılmasını veya yapılmamasını emreden kimse.
ÂMİR HÜKÜMLER [lât. ius cogens. - aim. zwingendes Recht, zwingende Vorschriften. — fr. dispositions imperatives. — ing. compulsive rule, imperative provision ].
Tarafların iradeleriyle değiştirilemiyen kanun hükümleri. MK. nun muayyen bir şekilde yapılmasını emrettiği muameleler ile butlan izafe eylediği muameleler bu kabildendir. Bu gibi hükümlerden maksat ya âmme intizamını korumak veya yaşları, cinsleri, tecrübesizlikleri yüzünden menfaatlerini korumaktan âciz olan kimseleri himaye etmektir. Ahlâka, âdaba, umumi intizama veyahut şahsa mütaallik hükümlere aykırı netice veren her muamele kanunun âmir hükümlerine muhaliftir ve bu sebeple bâtıldır (BK. 19 fk. 2, 16, 20, 21, 155, 163; MK. 13, 159, 192, 200, 256, 763, 765, 771, 853 vs.).
ÂMİR-1 ADLÎ bk. Adlî âmir.
ÂMİR-1 İTA bk. tta âmiri.
ÂMİR-1 MÜCBİR [aim. Erpresser, Furchterreger, der Drohende. — fr. auteur d'une crainte fondee, extorsionnaire. — ing. extortioner. — lât. extorter (extorquere )/.
Bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir fiili yapmaya veya yapmamaya zorlıyan ve bu tehdidi yapmaya muktedir olan kimse.
Eski hukukumuzda bu suretle âmir-i mücbirin zoru altında kalan kimsenin yaptığı akitler hüküm ifade etmez ve eski ceza kanununun 42. nci maddesi mucibince bu suretle cürüm işliyenlere ceza verilmezdi.
AMME (Ânıma) Kafatasında bir yaradır ki bununla dimağ ve kemik arasındaki deri meydana çıkmış olur.
Kemiğin altında, dimağın üstünde bulunan bu deriye « Umm-ur-ra's », « Umm-ud-dimâğ » denir. Bu yaraya « Me'mume = Ma'mûma » de denir. Hükmü, tam diyetin üçte biridir.
ÂMME DÂVASI [aim. öffentliche Klage. — fr. action publique. — ing. public prosecution. — lât. iudicium publicum ].
Mahkeme yoliyle cezai tahkikatın başlaması evvelce dâva açılmış olmasına bağlıdır (CMUK. 147). Tahkikata mahkeme doğrudan doğruya başlıyamaz (engizisyon sistemi). Müddeiumuminin âmme dâvası açması üzerine (ittiham sistemi ) tahkikata başlanılır. Devlet, bir şahıs hakkında ceza istemek hakkını kendisini müddeiumumiyle temsil ettirerek kullanır. Müddei-
umumilerin bu suretle vazifeli mahkemede açacakları dâvaya âmme dâvası denir. Müddeiumumi, şüpheyi davet eden sebepler mevcut ise âmme davasını açmaya mecburdur (CMUK. 148 ).
ÂMME HİZMETİ [aim. öffentlicher Dienst. — fr. service public. — ing. public service, civil service ].
1 — Geniş mânada: bir âmme idare veya müessesesi tarafından doğrudan doğruya veya böyle bir idarenin nezareti altında umumi ihtiyaçları ve menfaatleri tatmin ve temin etmek maksadiyle girişilen teşebbüsler ve gösterilen faaliyetler.
2 — Dar mânada : âmme idare veya müesseselerinin âmme hukukuna mahsus usuller dairesinde ve bu hukuktan doğan salâhiyet ve imtiyazlara dayanarak gösterdiği faaliyetlerle yaptığı hizmetlerdir.
ÂMME HUKUKU [aim. öffentliches Recht. — fr. droit public. — ing. public law. — lât. ius publicum ].
Devletin teşkilâtını, devlet sıfatiyle gösterdiği faaliyetleri ve haiz olduğu salâhiyetleri ve bu teşkilâtın kurulması ve faaliyetlerin ifası dolayısiyle devletle şahıslar arasında husule gelen bağ ve münaseDetleri tanzim ve şahsın devlet karşısında haiz olduğu hak ve salâhiyetleri tâyin eden hukuk şubesi olup esasiye, idare, ceza, maliye, devletler arası hukuku kısımlarına ayrılır ve usul hukukunun bir kısmını da içine alır.
ÂMME HÜKMİ ŞAHISLARI [aim. juristisehe Personen des öffentlichen Rechts, Körperschajten des öffentlichen Rechts. — fr. personnes juridiques de droit public.— ing. public law corporations, chartered or statutory bodies ).
Âmme hizmetleri görmek üzere ve âmme hukuku usulleri dairesinde teşekkül etmiş hükmi şahıslar, bk. Âmme idaresi, Âmme müessesesi.
ÂMME HÜKMİ ŞAHISLARIMIN MALLARI
[aim. öffentliche Sachen, öffentliches Eigentum. — fr. domaine des personnes juridiqnes du droit public. — ing. public property, Government property, Crown property — lât. res publicae [
Devlet, vilâyet, belediye ve köylere ait malları iki sınıfa ayırmak icabeder. Bu malların seyrüsefere müsait nehirler, yollar, caddeler, meydanlar gibi bir kısmı umumun istifadesine tahsis edilmişlerdir. Diğer bir kısmı şahısların haiz oldukları mülkiyet hakkına benzer bir mülkiyet rejimine tâbi tutulmuşlardır. Bu ikinci kısım mallardan âmme hükmi şahısları, fertlerin kendi mallarından istifade ettikleri gibi intifa eder ve onları kullanırlar.
Birinci kısım mallara âmme hükmi şahıslarının umumi malları, ikincilere bu şahısların hususi mallan denir.
Umumi mallar, âmmenin istifadesine tahsis edildiklerinden başkasına devir ve ferağ olunamazlar ve şahıslar tarafından müruru zamanla iktisabedilemezler.
Âmme hükmi şahsına ait bir malın yukarda söylenen kısımlardan hangisine dâhil olduğunu tâyin eden ölçüyü bulmakta hukukçular arasında ihtilâflar olmuştur. Bazısı âmme hükmi şahsına ait bir malın yalnız âmme menfaatine tahsis edilmesinin, bazısı her hangi bir malın âmme hizmetine yaramasının, bazısı da malın
16 ÂMME HÜKMİ ŞAHISLARININ
MALLARI —ÂMME SİGORTASI
âmmenin istimaline tahsisi kâfi olmayıp malın mülkiyet rejimine girmeye de elverişli olmamasının kıstas olarak alınması fikirlerini ileriye sürmüşlerdir. Üçüncü fikir daha ziyade kabule mazhar olmuştur. Çünkü, âmmenin istimaline terkedilmekle beraber hususi mülkiyete ithali ve böylece devletin hususi malları arasına alınarak medeni hukuk kaidelerine tâbi olmaları mümkün olan vekâlet, vilâyet, belediye, kaymakamlık binalarının ancak bu üçüncü fikrin kabuliyle devletin hususi malları arasına alınması kabil olmuştur.
Yine bu üçüncü kıstasa göre yollar, sokaklar, caddeler, meydanlar, rıhtımlar, kanallar, seyrüsefere elverişli nehirler, karasuları âmme hükmi şahıslarının umumi malları arasına ; resmî binalar, müzelerdeki menkul şeyler de hususi malları arasına girerler. Devletin (vilâyet, belediye, köy dâhil) umumi malları hususi mülkiyet rejimine tâbi olmadığından bunlar devletin mamelekine giremez. Bu mallar üzerinde devletin yalnız bir muhafaza hakkı vardır. MK. 641 bu görüşü bir derece teyideder.
Devletin, vilâyetin, belediyenin ve köyün âmme malları mevcut ise de devlet müesseselerinin bu neviden malları yoktur.
Devletin hususi mallarında idari şahıslar hususi şahıslar gibi tasarruf ederler. Bunların başkasına temliki ve müruru zamanla başkasının bunları iktisabı kabildir. Devlet müesseselerinin de bu kabîl malları vardır.
ÂMME İDARESİ [aim. Verwaltung (im Sinne eines örtlich und sachlich begrenzten Verualtungs-zweigs). — fr. administration publique â base territo-riale.— ing. public administration on a territorial basis/.
Bir mıntakada oturanları ilgilendiren birçok ve değişik âmme hizmetlerini görmekle mükellef ve faaliyet alanı o mıntaka ile sınırlı âmme hukuku hükmi şahsı : Devlet, vilâyet, komün (belediye ve köy) gibi.
ÂMME İKTİDARI [aim. Staastautoritât, öffent-liche Gewalt- — fr. pouvoir public, puissance publique. — ing. executive power — lât. imperium, potest as I.
Kaide koyma ve emretme, zabıta ve silâh, malî kudret gibi devletin ve ona izafeten diğer idare hükmi şahıslarının haiz oldukları kudretlerin topluluğu.
ÂMME İTİMADI bk. Aleniyet prensibi.
ÂMME KUDRETİ bk. Âmme iktidarı, hâkimiyet.
ÂMME KUDRETİ tarafından yapıJan muameleler, tasarruflar bk. Hâkimiyet muameleleri (tasarrufları).
ÂMME MALLARI bk. Âmme hükmi şahıslarının malları.
ÂMME MENFAATİ [lât. utilitas publico, utilitas communis, quod rei publicae (publicae salutis) interest. — aim. öffentliches Interesse, Gemeinnutz (Staatszuohl, Gemeinwohl) . — fr. utilite publique. — ing. public welfare, public it eal, general interest/.
Halk ihtiyaçlariyle veya millî birliğin, devletin ihtiyaçlariyle ilgili olan ve bunları karşılıyan, halka, millete, devlete istifadeler temin eden menfaatler. Bunların takdir ve tâyini hukuki olmaktan ziyade siyasi !
bir meseledir ve kanun vâzıı ile mahkemelerin takdirlerine bağlıdır. Ancak âmme menfaatlerinin hususi menfaatler karşısındaki üstünlüğü ve hususi hiçbir menfaat ve hak karşısında âmme menfaatlerinin ihmal edilemiyeceği ve böylece hususi hak ve menfaatlerin âmme mefaati namına yapılacak hukuki veya fiilî bir tasarrufa mâni olamıyacağı bugünkü idare hukukunun en esaslı bir prensibidir. Bu gibi hallerde hususi menfaat sahipleri menfaatlerinin bozulmuş olmasından bahsederek idareden bir şey istemezler. Ancak hususi bir hakkı haleldar olanların haklı bir tazminat istemeğe salâhiyetleri olacağı kabul edilmektedir.
ÂMME MÜESSESELERİ [ aim. öffentliche An-stalten. — fr. etablissements publics. — ing. public institutions, institutions of public utility ].
Muayyen bir âmme hizmeti görmekle mükellef ve devlete veyahut diğer bir âmme idaresine bağlı âmme hükmi şahsı, hükmi şahsiyeti haiz bir âmme hizmeti teşkilâtı.
ÂMME NİZAMI [aim. öffentliche Ordnung, «ordre public». — fr. ordre public. — ing. public policy].
1 — (AH ve HH): Bir memlekette âmme hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin emniyet ve asayişini ve fertler arasındaki münasebetlerde huzuru ve ahlâh kaidelerine uygunluğu temine yarıyan müessese ve kaidelerin hepsi. Bu kaide ve müesseseleri taraflar aralarındaki mukavelelerle ihlâl edemezler (BK. 19; Tatbikat K. 2; HMUK. 22 ; Ecnebilerin Hukuk ve Vezaifi Hakkındaki K. muvakkat m. 4 ).
2— (DHH) [aim. Vorbehaltsklausel] : Her devletin ecnebi devletlerin kanunlarına tercihen tatbik etmeleri icabeden kaidelerinin mecmuu. Bir ecnebi kanununun tatbiki caiz olan hallerde bile bu kanun memleketin âmme nizamına muhalif olursa tatbiki cihetine gidilmez. Meselâ italyan mahkemesi bir Belçikalının şahsi hallerine ait meselelerde Belçika kanununu tatbik etmekle beraber, dinî sebeplere binaen İtalyada boşanma usulü bulunmadığından, Belçika kanununa göre boşanma sebepleri mevcut olsa bile bu kanunu tatbik etmez ve boşanmaya hükmedemez; çünkü italyada boşanmayı kabul etmijen sistem onun bir âmme nizamı müessesesidir ve Belçika kanununun bu italyan müessesesinin mahiyetine muhalif olan hükmü italyada tatbik edilmek hassasını haiz değildir.
Devletler hususi hukukundaki «âmme nizamı» ıstılahı yerine « milletlerarası âmme nizamı » (fr. ordre public international. — ing. international public policy) veya « mutlak âmme nizamı » (fr. ordre public absolu ) de kullanılmaktadır.
ÂMME SİGORTASI [aim. öffentliche Versi-cherung. — fr. assurance publique. — ing. national insurance, State insurance ].
Devlet veya bir âmme hükmi şahsının sigortacı sıfatiyle yaptığı sigorta : İşçi sigortası gibi.
Amme sigortası muayyen vazife veya meslek erbabının kendilerini sigorta ettirmeğe mecbur tutulmaları şeklinde de gözükür. Meselâ avukatların kendilerini sigorta ettirmeğe mecbur olmaları gibi ( İşK. 100 - 107; Avukatlık K. 135 vd.).
AMORTİSMAN — ANONİM ŞİRKET
17
AMORTİSMAN bk. İtfa.
AMORTİSMAN SANDIĞI [aim. Amortisations, fonds (— kasse), Tilgunsfonds (- kasse). — fr. caisse d'amortissement. — ing. sinking fund].
Dahilî ve haricî devlet borçlarına ait tahvilleri satın almak ve bunların piyasasını tanzim için icabeden malî ve iktisadi müdahaleleri yapmak gayesiyle kurulmuş olup Maliye Vekilinin kontrolü altında Merkez Bankası umum müdürü ile banka idare meclisi âzasından iki zattan müteşekkil heyet tarafından idare edilen sandıktır (2794 No. K.).
AMORTİSMAN SİGORTASI [aim. Hypotheken-tilgungs (—, lebens —) — versicherung]..
Yıllık ödemeleri gerekli kılan ipotek karşılığı bir istikraz mukavelesini veya gayrimenkul satışı mukavelelerini temin gayesiyle yapılan sigorta. İstikrazda bulunan şahıs veya gayrimenkul satın alan kimse borcunun en son taksitini ödeme zamanına kadar geçecek müddete tekabül eden bir müddet içerisinde, yıldan yıla ödiyeceği primler karşılığı olmak üzere, sigorta şirketinden ölümü halinde kendisini borcundan kurtaracağına dair taahhüt alır. ölüm vukuu halinde de bu taahhüde binaen sigorta şirketi ölünün yıllık borç taksitlerini sağlığında bizzat yaptığı gibi, zamanında ödemeğe devam eder.
ANALIK SİGORTASI [aim. Mutterschaftsversi -cherung. — fr. assurance maternite. ing. maternity insurance}.
Bu sigortalar yardım birlikleri tarafından tatbik olunur. Bu birliklere dâhil bulunan kadınlar doğumdan sonra istirahat edebilmek için bir miktar tazminat alırlar. Sigorta doğumdan evvelki muayyen bir zamanı ve bazan çocuğun iki yaşına gelmesine kadar geçecek olan devreyi de karşılar. Bu muamele daha ziyade bir yardım muamelesidir.
ANALOJİ bk. Kıyas.
ANANE [aim. (Jberlieferung, Herkommen, Tradition. — fr. tradition. ing. tradition (custom). — lât. mos (antiquus) ].
1 — Müşterek ahlâki telâkkiler ve içtimai kıymet hükümleriyle beslenen tarihî tekâmül mahsulü hukuki durum.
2 — Kanun vâzunın müdahalesinden müstakil ve önce mevcut nizam vaziyeti.
3 — Görenek ve tatbik neticesi yerleşerek zamanımıza intikal eden hukuki esaslar.
ANA NİZAMNAME bk. Esas mukavelename. ANA PARA [aim. Kapital (Hauptsumme). — fr. capital. — ing. capital, principal. — lât. sors, caput].
ödünç verilen paranın aslıdır ki buna «re's-ül-mal» de denir. Getirebileceği faizin zıddı olarak kullanılır. Ana para, mutlaka ödünç verilen bir paraya taallûk etmez, vergiden doğan bir borcun da icabında ana parası ve geçmiş günler faizi bulunabilir.
ANARŞİ (Hükümetsizlik) (aim. Anarchie, Ge-setzlosigkeit, Regierunslosigkeit. — fr. anarchie. — ing. anarchy. — lât. perturbatio rerıım, confusio renim, anarchia * ]¦
1 — Ferdin, hiçbir içtimai otoriteye boyun eğ-meksizin serbestçe hareket etmesi lâzım geldiğini iddia eyliyen siyasi telâkki.
2 — Başında hiçbir otorite kalmamış veya mevcut otorite hükmünü yürütemiyecek kadar zayıf düşmüş bir topluluğun içinde bulunduğu durum.
Mevcut meşru içtimai nizamı zor ve şiddetle yıkmaya teşvik yolunda gösterilen faaliyetlere «anarşist propaganda» denmektedir.
ANGARYA [lât. angaria (angariae). — alın. An-garie. — fr. angarie. — ing. angary.].
1 — (DUH) (aim. Beschlagnah me neutraler Schiffe) : Harb halinde bulunan devletin kendi sularındaki tarafsız gemilerine asker, mühimmat, iaşe maddeleri nakli gibi âmme hizmetleri için el koymasıdır.
2 — (HH): Bir malın menfaatinden veya bir şahsın hizmetinden bedava istifade edilmesi, (aim. Aııs-beutung, Frondienst).
TEK. 73 ve CK. 206 ile angarya menedilmiştir. ANKARA bk. Hükümet merkezi.
ANKONSİNYASYON SATIŞ [aim. Konsignations-geschaft. — fr. vente en consignation].
Bir malın satılmak üzere ticari memur veya komisyoncu eline verilmesi. Mal ticari vekilin kendi deposuna, gümrük antrepolarına, umumi mağazalara veya banka deposu gibi hususi ardiyelere konulmak üzere gönderilir. Mala mütaallik vesikalar bir banka nezdinde muayyen şartlarla bulunabileceği gibi vekil veya komisyoncuya da verilir. Mal sahibi ile bu mutavassıt arasındaki münasebetler mutavassıtın vekil veya komisyoncu olmasına göre bunlara ait kaidelere tâbidir.
ANLAŞMA [aim. Konvention, Abkommen, Über-einkommen, (völkerrechtlicher) Vertrag, Verstöndi-gung. — fr. convention, arrangement. — ing. agreement, pact, understanding, treaty, convention, capitulation, protocol. — lât.pactio, pactum, conventio].
1 — Milletlerarası mukavelelerden bazılarına verilen ad. Anlaşmayı gerek şekil, gerek muhteva bakımından diğer muahedelerden ayıracak bir ölçü yoktur. Tatbikatta bu tâbirin ekseriyetle çok taraüı mukavelelerde kullanıldığı görülmekle beraber iki taraflı mukavelelere de anlaşma adı verildiği vakidir.
Ehemmiyet itibariyle ikinci derecede olan mukaveleler için anlaşma adı tercih olunduğu söylenebilirse de kesin bir ayırma yapmak mümkün değildir.
2 — Muvakkat anlaşma [aim. vorlaufiges Abkommen, modus vivendi. — fr. modus vivendi. — ing. modus vivendi. — lât. modus vivendi] : Kabil olduğu takdirde sonradan uzun müddetli bir mukavele ile değiştirilecek olan anlaşmaya verilen ad. Bu tâbir daha ziyade muvakkat mahiyetteki ticaret ve gümrük anlaşmalarında kullanılmaktadır.
ANONİM ŞİRKET [aim. Aktiengesellschaft. - fr. societe anonyme. — ing. joint stock company, company limited by shares].
Bir unvan altında kurulup sermayesi tâyin edilmiş ve sehimlere bölünmüş olan, borçlariyle taahhütleri yalnız şirketin sermayesiyle temin edilen ve her
H L 2
18
ANONİM ŞİRKET —
ARAZİ-İ EMÎRİYE İ SIRFA
şerikin mesuliyeti yalnız hissesi miktariyle sınırlı bulunan ticaret şirketi (TK. 121).
ANT bk. Yemin.
ANTİKA bk. Abideler ve âsar-ı atika.
ANTREPO [aim. Zollspeicher. — fr. entrepot. — ing. stock, store].
Gümrük ve gümrük idaresi delaletiyle tahsil edilen vergi ve resimleri ödenmemiş olan malların muhafazası için kurulan depolar. Bu depolarda eşya mahiyetlerine göre mahdut bir zaman kalır ve sahiplerinin borçlarını ödedikçe vakit vakit bu mallar üzerinde tasarruf ve muhafaza şartlarını temin salâhiyeti tanınır.
Antrepolar ya hakikî ve umumi yahut itibari olur.
Hakikî ve umumi olanlar müstesnalarından maada her türlü eşyanın konmasına müsait olanlardır. Kereste, gaz, benzin gibi hususi mahiyeti olan maddelere tahsis edilen antrepolara da hususi antrepo denir.
İtibari antrepolar, malların muhafaza edileceği depoların sahibi resmî bir müessese olmayıp, hususi olanlar ve fakat hakikî antrepolarda olduğu gibi Devletin umumi murakabesi altında bulunan antrepolardır. Bu gibi antrepolara mal sahibinin de anahtarı bulunduğu ve idare ile birlikte açılıp kapandığı için «çifte anahtarlı antrepolar» da denir.
ANTROPOLOJİ [dm. Anthropologie.— fr. anthro. pologie. — ing. anthropology. — lât. anthropologia].
Genel antropoloji, insanların haricî ve maddi teşekküllerini inceler. Cezai antropoloji ise suçun sebep ve âmillerini bulmak maksadiyle, suçluların bedenî teşekküllerini ve haricî vasıflarını tetkik eden bir ilimdir.
İlk defa, geçen asrın ortalarından sonra italyan âlimlerinden Doktor Lombroso tarafından bahis mevzuu edilmeye başlanmıştır. Bu ilmin ilk çıktığı zamanlarda kabul ettiği nazariyeye göre suç hâdisesinin sebeplerini insanların bedenî teşekkülündeki anormallik, iptidailik ve tereddilerde aramalıdır.
Antropoloji ilmi son zamanlarda gelişerek antropo -psikoloji isini verilen bir ilme inkılâbetmiştir. Bu ilme göre de suç hâdisesinin sebep ve menşeini insanların bedenî ve ruhi teşekkülündeki iptidailik ve tereddilerde aramalıdır,
ANTROPOMETRİ [aim. Anthropometric. — fr. anthropometrie. — ing. anthropometry. — lât. anthro. pometria].
Mücrimlerin hüviyetlerini tesbite yarıyan vasıtalardan biri. Bugün bu vasıtalar şunlardan ibarettir :
Suçluların fizyolojik tarif ve tavsiflerini yapmak, antropometri, fotoğraf, parmak izleri.
Antropometri denilen usul, suçlular üzerinde ilk defa 1878 de Bertillon tarafından tatbik edildiği için bertil-lonage ismi ile de anılır. Bu usul başlıca üç esasa dayanmaktadır:
1 — İnsanın kemik teşkilâtının yirmi yaşından sonra artık sabit bir hal alması,
2 — İnsan iskeletinin her insana göre değişmesi,
3 — İnsan vücudunun bazı kısımlarının ölçüye çok elverişli olması.
Antropometri, bir insan vücudunun, ilerde tanınmasını temin maksadiyle, nasıl ölçüleceğini gösteren ve
bu hususta birtakım teknik kaideleri içine alan bir metot olarak tarif edilir. Antropometrinin ölçtüğü uzuvlar şunlardır : Boy, baş, yüz, gövde, kollar (açılmış-vaziyette iki kol ve bir kol), kulak, parmaklar (sol elin iki parmağı) ve sol ayak.
Bu usul bir zamanlar çok ehemmiyet kazandığı halde, sonradan bu ehemmiyeti kısmen kaybetmiştir. Çünkü yerine fotoğraf ve parmak izleri geçmiştir.
ANVE (CANVA) Kahır ve galebe. Harb ile yapılan fethe «anveten fetih» denilir.
ARA KARARI bk. Karar
ARA LİMANI [aim. Zwischenhafen. — fr. port intermediaire. — ing. intermediate port, port of call].
Geminin hareket ettiği liman ile varacağı liman arasındaki limanlar.
Gemi, yolculuğu sırasında ambargo, abluka ve benzeri yasaklar dolayısiyle (TK. 1170) bir ara limanında kalmaya mecbur olursa, büyük avarya şartları tamam olmasa bile bu limanda kalma masrafları gemi, yük ve navlun arasında paylaşılır (TK. 1176).
Yola hazır bir geminin zorla icra yolu ile satıla-mıyacağına ve haciz de edilemiyeceğine dair birçok hukuklarda ve bu meyanda Türk - Alman hukukundaki kaide yalnız gemi kalkma limanında bulunurken değil, yapılmış bütün navlun mukaveleleri yerine getirilinceye kadar uğrıyacağı ara limanlarında bulundukça da yürür.
ARAMA [aim. Durchsuchung (Haussuchung). — fr. perquisition. — ing. search, domiciliary visit. — lât. scrutatio, perscrutatio].
Bir suç için sübut vasıtası olarak kullanılacak olan yahut müsadereye tâbi bulunan maddelerle sair eşya hakkında zabıt muamelesinin yapılmasını ve icabı halinde maznunun yakalanmasını temin etmek için ceza usulü hukukunun koymuş olduğu bir tedbir. Bir suçu işlemek veya buna iştirak eylemek ile şüphe altında bulunan kimsenin evinde, bu kimseye ait diğer yerlerde arama muamelesi yapılabileceği gibi bir kimsenin üstü başı ve kendisine ait olan eşya dahi aranabilir.
Başka şahıslar nezdinde arama yapılması, maznunun yakalanması veya bir suçun izlerinin takibi veya muayyen bir eşyanın zaptı maksadiyle ve ancak aranılan şahsın ve eşyanın bu yerlerde bulunabileceğini gösteren olguların elde edilmesine bağlıdır.
Aramaya emir vermek salâhiyeti hâkime düşer. Ancak gecikmesinde zarar olan hallerde müddeiumumi ve umumi emniyet memurları da bu muameleyi yapabilirler (CMUK. 102 vd.).
ÂRA-YI UMUMİYE bk. Plebisit, Referandum. ARAZİ (Arazi) «Yer» anlamına gelen Arapça «'arz» sözünün cemi. Yerler.
ARAZİ-1 ÂMİRE ('Âmire) Kendisinden her hangi bir suretle intifa olunarı yerler. «Arazi-i mevat» ın tersidir.
ARAZM EMÎRİYE (Amîriyya) Rakabesi beytül-male ait olarak devlet tarafından fertlere tevzi olunan yerler. Tarla, çayır, yaylak, kışlak, koru ve emsali yerleri içine alır.
Buna «arz-ı memleket» veya «arazi-i havz» da denir.
ARAZÎ-1 EMÎRİYE-1 SIRFA (AmTriyya-i sırf»)
ARAZİ-İ EMİRİYE
-î SIRFA - ARAZİ
19
Beytülmale ait menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete tahsis olunmayıp devlete ait olan ve fertlere tefviz olunan arazi-i memleket.
ARAZM EMÎRİYE 1 MEVKUFE ( mavkfifa) Yalnız hazine menfaatleri veya yalnız tasarruf hakları veyahut her ikisi bir hayır cemiyetine tahsis olunan arazi-i mirî.
Arazi kanununda bahis mevzuu olan «arazi-i emî-riye-i mevkufe» den ise aşağıdaki mâna anlaşılmaktadır:
Ülül-emir tarafından veya onun izniyle başkası tarafından menfaatleri bir cihete tahsis olunan arazi-i emîriye.
ARAZİ-1 GAMÎRE (gâırıira) Harab, su baskını veya içine henüz çift girmemiş olan yerler. Tersi arazi-i âmiredir.
Ziraate kabiliyetli olduğu halde henüz ekilmemiş olan topraklara da arazi-i gamire denir.
ARAZİ-İ HARACİYE (Haraciyya) Fetholunan araziyi, ülül-emir, müslim olmıyan eski ahalisi elinde bırakır veya oraya hariçten müslim olmıyan ahaliyi getirerek yerleştirirse, bu araziye «haraciye» denir.
ARAZİ 1 HAVZ (Huvz) bk. Arazi-i emîriye.
ARAZİ-İ MAHLÛLE (Malılüla) Mutasarrıfının intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümiyle mahlûl olan arazi-i emîriye.
ARAZİ-İ MAHMİYE (Mahmiyya) Rakabesi Beytülmale ait bulunan araziden koru, mera, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyacatına tahsis edilmiş yerler.
Bunlar, arazi-i gayr-i memlûkenin bir kısmıdır.
ARAZİ-t MEFTUHA (Mafıûha) Fetih hakkının taallûk ettiği yerler. Kaideten, arazi-i meftuha devletin malı sayılır. Devlet bu kabîl araziyi ya ganimlere veya başkalarına dağıtır veya kendi sahipleri elinde bırakır. «Memalik-i meftuha» tâbirinden daha umumi surette bıı mâna anlaşılır.
ARAZİ-İ MEKTUME (Maktfima) Beytülmale haber verilmeksizin tasarruf olunan mahlûl veya müste-hik-ı tapu yerler.
ARAZİ-1 MEMLÛKE (Mamlfika) Mülkiyet yolu ile tasarruf olunan yerler. Sahibi, yer üzerinde mülkiyet hakkını haizdir.
Dört nev'i vardır :
1 — Köy ve kasaba içindeki arsalar ile kenarlarında bulunan ve süknanın tetimmesinden sayılan nihayet yarım dönümlük yer,
2 — Arazi-i emîriyeden sahih surette temellük olunan yerler,
3 — Arazi-i öşriye,
4 — Arazi-i haraciye.
ARAZİ-1 METRUKE (Malrüka) Halkın istifadesine tahsis olunan yerler. İki nevidir:
1 — Umumi: Umum nâs için terkolunan yerler : yol gibi.
2 — Hususi : Köy ve kasabalar halkına terk ve tahsis olunan yerler: mera gibi.
ARAZİİ MEVAT (Mavât) Kimsenin temellük ve tasarrufunda olmadığı ve ahaliye terk ve tahsis kılın-ınadığı halde yüksek sesli kimsenin sesi işitilmiyecek
derecede köy ve kasabalar gibi mamur yerlerden uzak bulunan, yani tahminen yarım saat mesafe uzaklığı olan taşlık, pırnallık, kıraç mahaller.
ARAZİ-1 MEVKUFE (Mevkufa) Vakfolunmuş arazi. Arazi Kanununa göre mirî menfaatleri bir cihete tahsis olunan yer.
ARAZİ-İ MFVKUFE-t SAHİHA (Şahiha) Arazi-i memlûkeden şartlarına uygun olarak vakfolunah yerler. Bunların rakabesi ve bütün tasarruf hakları vakfa aittir.
ARAZİ-1 MEVKUFE-1 GAYR-İ SAHlHA (gayr-i şahiha) Arazi-i emîriyeden ifraz olunarak ülülemrin veya onun izniyle başkalarının vakfeylemiş olduğu arazi. Buradaki vakfiyet tahsis münasebetinden ibarettir.
ARAZİ-1 MEZRUA (Mazrü'a) Ekin ekilegelen yerler.
ARAZİ-1 MUHTEKERE (Mııhtakara) Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir meblâğ karşılığında kiraya verilen arazi. Kiracı kira bedelini her sene arazi sahibine vererek o araziyi daimî surette elinde bulundurur.
ARAZM MURFAKA (Murfaka) Sokaklarda oturulacak yerler ile caddelerde boş bırakılan mahaller, yolculara mahsus olmak üzere terk edilen konak yerleri, kervansaraylar. Bunlar, arazi-i metrukeden sayılır.
ARAZİ-1 MÜŞTEREKE (Muştaraka) Şayian tasarruf olunan yer.
ARAZİ-1 ÖŞRİYE ('U^riyya) Ziraat olundukça her sene hasılatından beytüssadakaya konmak üzere öşür alınan yerler. Bu öşür, harac-ı mukasemede olduğu gibi, vergi veya arazi-i memlekette olduğu gibi akitten doğan bir vecibe mahiyetinde değil, zekât gibi şer'an muayyen kimselere dağıtılmak üzere alınan bir nevi iştirak hissesidir.
Büyük nehirleri olmamak yüzünden su tedarikinde güçlük çekilen ve hududu fıkıh kitaplarında gösterilen «arz-ı arap» ile diğer yerlerden harb ile alınıp zahmetle sulanabilen araziye de bu isim verilir.
ARAZİ-1 SELİHA (Selihj) Çıplak tarla. İstih-kak-ı harsın, yani bir yerde ziraat etmek hakkının bu gibi yerlere taallûku asıldır.
ARAZİ-1 SULTANİYE (Sı.llüniyya) Arazi-i emîriye ve haraciye.
ARAZİ-1 UKRİYE CUkriyya) Vergiye tâbi olup maliklerinin kudretsizliği yüzünden boş kalması sebebiyle hasılatından muayyen kısmı devlete ve yirmide, yirmi beşte, otuzda bir gibi muayyen hissesi «'ukr» namiyle maliklerine verilmek üzere devletçe çiftçilere tefviz olunmuş mülk yerler.
(Midhat Paşa merhuma Bağdat Valisi bulunduğu sıralarda gönderilen ferman bu nevi arazinin mufassal hükümlerini muhtevidir.)
ARAZİ (Birikme suretiyle teşekkül eden) [lât. alluvia. — aim. Anschwemmung, Alluvion, Anschiittung, Bodenverschiebung. — fr. alluvion, remblais, glissement de terrain. — ing. alluvion, landslip, landslide].
Sahipsiz yerlerde arzın (toprağın) birikmesi, dolması ve kayması veya umuma ait suların mecra ve se-
20
ARAZI - ARŞİV
viyelerini değiştirmesi gibi sebeplerle teşekkül eden arazi. Bu gibi yerler devletin mülkü olur. Şu kadar ki kendisine ait bir gayrimenkulden bu suretle ayrılan parçaların vücudunu ispat eden kimse onları geri alabilir.
Bundan başka arazinin yer deprentisi gibi sebeplerle kayması hududun değişmesini icabettirmez. Bununla beraber bu suretle gayrimenkul üzerine k .ymış olan topraklar enkaz ve ihtilâta dair hükümlere göre toprak sahibi tarafından kaldırılmak lâzım gelir (MK. 636, 637).
ARAZİ HUKUKU (Toprak Hukuku) [aim. Boden-recht. — fr. droit fonder. — ing. land law, real property law].
Arazi hakkında konulan hüküm ve kaidelerdir ki, arazinin nev'ine göre değişir.
Mülga Arazi Kanununda yazılı olduğu üzere arazi beş kısımdır :
1) Mülk arazi (arazi-i memlûke)
2) Arazi-i emîriye
3) Arazi-i mevkufe
4) Arazi-i metruke
5) Arazi-i mevat.
Araziye mütaallik hükümler mülga (Kanunname-i Cedit) ve (Arazi Kanunları) ile tâyin olunmuştur. Arazi-i emiriyenin rakabesinin Devlete aidiyeti hususu Medeni Kanunla kaldırılmıştır, bk. Arazi, gayrimenkul.
ARAZİNİN KAYMASI bk. İktLap ve yolları.
ARAZİ MEMURU Eski arazi hukukunda arz-ı emiriye ait işlerde rakabe sahibi olan Devleti temsil eden memur.
ARAZİ TERKİ [aim. Gebietsabtretung.— fr. cession de territoire. — ing. cession of territory].
İki nevi arazi terki vardır : Biri muayyen bir arazinin hâkimiyete sahip devlet tarafından diğer bir devlet hâkimiyetine kesin olarak devridir.
Diğeri «idarenin terki» dir ki kanunla hâkimiyete sahip olan devlet, diğer bir devlete o arazi üzerinde sadece âmme kudretini icra eylemek hakkını vermektedir. Bu ikinci nevi arazi terkine misal olarak 1878 senesinde Bosna ve Hersek idaresinin Avusturya - Ma-caristana ve Kıbrıs adası idaresinin de Büyük Britan-yaya terki verilebilir.
ARAZİ VERGİSİ [aim. Gründsteuer.— fr. impât fonder. — ing. land tax .— lât. tributum soli].
Araziden ve üzerinde bina olmıyan iratlı ve iratsız arsalardan alınan vasıtasız vergi. Eskiden hazinece alınmakta olan bu vergi 2871 No. K. ile hususi idarelere devredilmiştir (1833 No. K. ve 12566 No. Nz.).
ARBİTRAJ bk. Tahkim.
ARDİYE [aim. Lagerhaas, Speicher, Lager, Aaf-bewahrungsstelle, Hinterlegungsstelle. — fr. depot, entrepot, magasin. — ing. stock, store].
Mutlak olarak her eşyanın ve limanlara, istasyonlara gelen ithalât ve ihracat eşyasının hukuki bir mesuliyet altında muhafaza olunduğu, açık ve kapalı yerler, ambarlar. Ticaret örfünde «ardiyede kaldı» sözü ambarlarda kaldı demektir. Fakat hakikî mânada, ambarda
bırakılmayıp çıkarılması icabeden eşyanın muayyen müddet geçtikten sonra o yerde kalması mukabilinde verilen ücrettir. «Ardiyeye tâbidir» sözü son mânaya gelir.
ARIZA bk. Umulmıyan hal.
ARİSTOKRASİ [aim. Aristokratie. — fr. aristo-cratie. — ing. aristocracy. — lât. optimatiam civitas (opfimatium dominatus) ]:
Her hangi bir sebeple imtiyazlı duruma geçmiş dinî, meslekî, içtimai, fikrî bir grup, zümre veya sınıfın hâkimiyetine dayanan devlet ve idare şekli. Hâkimiyeti elinde tutan sınıfın, halkın geri kalan kısmına karşı üstün siyasi vaziyeti, o sınıf mensuplarının hukukan daha mümtaz bir durumda bulunmalarına- bağlıdır. Daha doğrusu bunlar yekdiğerinin sebep ve neticeleridir.
ARİYET 1 — [lât. commodatum. - aim. Leihe (Ge-braachsleihe.) — fr. pfet â usage. — ing. loan for use, gratuitous loan, commodate, bailement, gratuitous bailment] : Menkul ve muayyen bir malın karşılıksız olarak kullanılmasının başka bir şahsa bırakılmasını ve kullanıldıktan sonra geri verilmesini tazammun eden akit (BK. 299 vd.).
ARİYET 2 — CARİYAT): Menfaati meccanen temlik olunan maldır.
ARPALIK [aim. Pfriinde. — lât. beneficium].
Eski hukukta azil yahut tekaüt edilen meslekî ve ilmî memurlara mazuliyet ve tekaüt maaşı ve mansup , memurlara munzam tahsisat kabilinden verilen maişet vasıtası.
«Falan sancak veya filân kaza filân zata berveçhi arpalık tevcih olundu » denir ki «o sancak ve kazanın varidatından muayyen bir miktarı o zata tahsis edildi» demektir. Merkezde ve taşrada bulunan Devlet memurları maaşla tavzif, azledilenlere ve mütekaitlere geçim vasıtası tâyin edilmek usulü kabul edildikten sonra arpalık usulü kaldırıldı. Fakat bir aralık ilmiyede arpalık mahiyetinde « tarik maaşı » gibi bazı namlarla tahsisat itasına devam olunnuş ise de sonradan bunlara da son verilmiştir.
ARRAF ('Arrâf') Çalınan, kaybolan şeyler ile emsali hakkında zanna müsteniden malûmat vermeğe kalkışan şahıstır ki hakkında «tazir-i şer'î» icabeder.
ARSA [lât. area. — aim. Bauterrain, Baugelande.
— fr. terrain. — piece of ground, plot of land [.
Köy, kasaba ve şehirler hududu içinde ve binalar arasında bulunup âmine malı olmıyan toprak parçalarıdır ki, eski hükümlere göre arazi-i ınemlûkeden sayılır, mülkiyeti sahibine ait bulunur ve menkul eşyanın tâbi olduğu miras hükümlerine tâbi tutulurdu (Arazi K. 2).
Medeni Kanuna göre arazi mefhumuna girer ve gayrimenkul mülkiyetinin mevzuunu teşkil eder (MK. 632, 648 - 655 ve 662).
ARŞİV [aim. Staatsarchiv. — fr. archives d'Etat.
— ing. archive. Record Office. — lât. tabularium].
Devlet evrakiyle tarihî vesikaların tasnif edilerek saklandığı yer. Başvekâlete bağlıdır. Bu daire Osmanlı İmparatorluğunda Babıâli içinde idi ve oraya bağlı bulunuyordu.
ARTIRMA VE EKSİLTME
— ASABE MAA GAYRİHİ 21
ARTIRMA VE EKSİLTME [lât. audio, İicitatio, subhastatio- — aim. Versteigerung (an den Meistbieten-den oder an den Geringstbietenden).. — fr. encheres.
— ing. auction, sale by auction J.
Bir akdin veya bir ihalenin elverişli olarak meydana gelmesini temin için aralarında rekabet bulunan kimseler tarafından en yüksek veya en az bedel teklifi suretiyle yapılan icap.
Cebrî artırma [aim. Zıoangsversteigerung. — fr. encheres forcees. — ing. compulsory sale by auction]• Malikin arzusuna bakılmaksızın yapılan satışlarda cereyan eder: Borç için mahcuz malların satışı gibi.
ihtiyari artırma [aim. freiwillige Versteigerung.
— fr. encheres volontaires et publiques. — ing. voluntary sale by auction ] : Mal sahibinin nef'ine yapılan satışlarda cereyan eder. Mal sahibinin arzusu ile veya bir terekenin tasfiyesi için yapılan satışlarda olduğu gibi.
Aleni (açık) artırma ve eksiltme [aim. öffentliche Versteigerung, Auktion, Gant (İs), Vergantung (İs).
— fr. vente aux encheres publiques. — ing. public (official) auction,. — lât. subhastatio, venditio sub hasta/: Pey ve tekliflerin herkesin iştirak edebileceği rakipler önünde alenen sürülmesi ile yapılan artırma ve eksiltme (İcİfK. 114,119; Artırma, Eksiltme ve İhale K. 41).
Mahdut artırma [aim. nicht öffentliche Versteigerung. — fr. encheres entre les interesses. — ing. private sale by auction ]: Şahsen muayyen kimselerin iştirak edebileceği artırmalar: Terekeye dâhil olup taksim edil-miyen mallara ait müzayedenin mirasçılar arasında icrasına karar verilmesi halinde olduğu gibi (MK. 591).
Kapalı zarf usuliyle aıtırma [aim. Submission (bei versiegeltem Angebot). — fr. soumission (dans l'adju-dication). — ing. sealed tender J: Pey ve tekliflerin rakiplerden gizli ve yazılı olarak arz edilmesi. Zarflar rakipler huzuriyle açılır, en müsait teklifte bulunana ihale yapılır. 2490 Sayılı Kanun mucibince yapılacak artırma ve eksiltmelerde bıı usul esastır.
ARZ-1 MEMLEKET bk. Arazi-i emîriye.
ARZ-I MİRİ (Arz-i miri) Arazi-i emîriye.
ARZ-I MİRÎYİ TATİL Sahih özürlerden biri tahakkuk etmeksizin bir kimsenin mutasarrıf bulunduğu arz-ı mirîyi üç sene devamlı olarak ziraatten tatil etmesi. Bu hal tasarruf hakkının kaybını ınucip olur.
ARZUHAL [aim. Antrag, Bittschrift. — fr. re-(fuete. — ing. petition.- lât. petitio, Ubellus I.
Gerek şahsa ve gerek âmmeye taallûku olan bîr' hakkın temini veya bir haksızlığın kaldırılması, tazmini ve siyasi, idari ve adlî bir muamelenin yapılması için hakikî ve hükmi şahıslar tarafından mercilerine verilen dilekçeye veya bazan da ihbar ve şikâyet kâğıdına denir.
« İstida » da bu mânadadır.
ARZUHAL ENCÜMENİ [aim. Petiüonsausschuss.
— fr. comission des petitions. — ing. committee on petitions).
Vatandaşların Teşkilâtı Esasiye Kanununun 82 nci maddesine göre haiz olacakları hakka dayanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine yapacakları ihbar ve şikâyeti tetkik ve icabına göre kararını vererek Meclise arz etmek vazifesiyle mükellef encümen (Meclis Dahilî Nz. 22, 50).
ARZUHAL HAKKI [aim. Beschvıerderecht. - fr. droit de plainte ou de reclamation. — ing. right of petition /.
Fertlerin gerek kendi şahıslarına ve gerek âmmeye taallûk etmek üzere kanunlara ve nizamnamelere aykırı gördükleri hususlar ile bir hakkın yerine getirilmemesi veya ihmal edilmesi sebeplerine dayanarak mercilerine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine ihbar ve şikâyet hakkına denir.
Şikâyet şahsa ait ise müracaatın neticesi dilekçe sahibine yazı ile bildirilir ki bu, arzuhal hakkının ferde temin ettiği ayrı bir haktır (TEK. 82., Meclis Dahilî Nz. 53).
ASABE ('Asaba) Lügat mânası: bir kimsenin erkek tarafından hısımlığı. Masdarında «usubet», mütaad-disinde «tâsib», cem'i «asabat» tır.
Feraiz ıstılahında: muayyen bir hissesi olmayıp ashab-ı feraizden, yani muayyen hisse sahiplerinden kalan fazlayı ve yalnız bulunduğu takdirde terekenin tamamını alan mirasçı.
Asabe iki kısımdır : Asabe-i nesebiye, asabe-i sebebiye.
ASABE Itİ - GAYRİHİ ( Bi - gayrihi ) Yalnızken muayyen sehimleri yarım ( 4- ) ve mütaaddit iken üçte iki ( $ ) olup da erkek kardeşiyle bulunan kadınlardır ki şunlardır :
Kız (oğul ile beraber),
Oğlun kızı (kendi derecesinde bulunan oğlun oğlu ile beraber).
Ana baba bir kızkardeş (ana baba bir kardeşle beraber),
Baba bir kızkardeş (baba bir oğlan kardeşle beraber).
ASABE Bİ-NEFSİHİ (Bi - nafxihi) ölen kimseye nispetinde kadın dâhil olmıyan, yani kendisiyle ölen kimse arasında kadın bulunmıyan erkek, ölen kimseye gerek doğrudan doğruya mensup olsun (baba oğul gibi) ve gerek diğer bir erkek vasıtasiyle bağlı olsun (babanın babası ve oğlun oğlu gibi). Bunlar dört sınıftır: Cüz-ü meyyit, asl-ı meyyit, cüz-ü eb, cüz-ü ced.
ASABE-İ NESEBİYE ( Nasabiyya ) ölen kimseye nesepten hısımlığı bulunan şahıslardır ki üç kısımdır: Asabe binefsihi, asabe bigayrihi, asabe maa gayrihi.
ASABE-İ SEBEBİYE (Sababiyya) Velâ sebebiyle olan asabe. Mevlel ataka ve onun asabesi.
Azad olunan bir köle veya cariye vefat ettikte asabe-i nesebiyesi olmadığı surette bıraktığı malı onu azad eden şahıs alır. Mevlel ataka evvelce vefat etmiş ise onun erkek olan asabe-i nesebiyesi kendi yerine geçer.
ASABE MAA GAYRİHİ (Ma'a gayrihi) Diğer bir kadınla beraber bulundukları halde asabe olan kadınlardır ki şunlardır: Ana baba bir kızkardeş (kızla veya
22 ASABE MA A GAYRİHİ — ASKERÎ MAHKEMELER
oğlun ve oğlun~oğlunun kızı ile beraber), bk. Usubet-i müştereke.
ASALETEN (Bizzat, şahsen, kendi namına) / aim. persönlich, in eigener Person. — fr. personnellement. — ing. personally. — lât. proprio nomine]•
Kendi leh ve aleyhinde hüküm doğuracak muameleyi, tasarruf veya işi bizzat yapan kimsenin hareket tarzı: Mukavelenin asaleten tasdiki, dâvada asaleten hazır bulunmak gibi. Aksi «temsilen» dir ki kanuni veya akdî mümessil veya vekil sıfatiyle demektir.
Mümessil veli ise velâyeten, vasi ise vesayeten, vekil ise vekâleten tâbirleri kullanılmaktadır.
ÂSAR-I ATÎKA bk. Âbideler ve asarı atîka.
ASÎL 1 — [aim. Amtsinhaber, Amtsstelleninhaber (Titular....). —fr. titulaire )¦' Memuriyet makamını veya hizmetlerini kendi namına işgal eden ve o memuriyet ve hizmetlerin verdiği salâhiyetleri kullanan kimse. Aksi: vekâleten, namzet olarak, stajyer olarak.
2 — (Kefalette): kendisine kefalet olunan kimse, asıl borçlu.
3 — Kendi leh ve aleyhinde hüküm doğuracak tasarrufu yapan kimse.
ASKER [aim. Soldat, Person des Soldatenstandes, Angehöriger der Wehrmacht. — fr. soldat, (personne militaire servant dans l'armee). — ing. soldier, person subject to military law. — lât. miles J.
Kanun ile, harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti altına giren ve resmî bir kıyafet taşıyan şahıs.
Askerler, subaylar, erler, askerî memurlar olmak üzere üç kısma ayrılır (Ordu Dahilî Hizmet K.l; As. CK. 3).
ASKER FİRARİSİ bk. Firar.
ASKERÎ ADLÎ HÂKİM [aim. Militarjustizbeamter (Kriegsgerichtsrat). — fr. juge militaire (membre de conseil de guerre).— ing. president or member of Court Martial. — lât. iudex militaris, auditor ].
Askerî kaza işlerinde hukuki ihtisasa taallûk eden muayyen vazifeleri haiz meslek memurları. Bunlar adlî âmirlerin refakatlerine verilir ve adlî âmirlerin emir ve talebiyle hazırlık ve ilk tahkikatı yaparlar.
Son tahkikatta adlî âmir tarafından her hâdise için mahkeme âzalığına ve müddeiumumiliğe birer adlî hâkim tâyin olunur. Mahkeme âzalığına tâyin olunan adlî hâkim, mahkemeyi sevk ve idare eder ve bu vazifesinde müstakildir. Müddeiumumilik vazifesini gören adlî hâkim de mahkemede adlî âmirin ve âmme dâvasının mümessilidir.
Askerî adlî hâkim olmak için bir hukuk mektebinden mezun ve Hâkimler Kanunu mucibince hâkimliğe kabul şartlarını haiz olmak lâzımdır.
ASKER-İ AZÎM ('Askar-i a?inı) Büyük bir ordu. On iki bin neferden müteşekkil bir ordu asker-i azîm sayılır.
ASKERÎ CEZA HUKUKU [aim. Militârstrafrecht, Wehrstrafrecht. — fr. droit penal militaire {code de
justice militaire). — ing. military criminal (penal) law, military law (Naval law; Air Force law; the Army Act; King's Regulations). — lât. jus criminate militare*].
Askerî Ceza kanunlarında yazılı olan kaideler ve hükümler. Bu kaideler ve hükümler, ordunun yetiştirilmesinde, muharebeye hazırlanmasında, harb vasıtalarının inkişaf ve muhafazasında, en geniş mânada, sağlam bir disiplin temin etmek için konulmuştur.
Askerî ceza hukukunun umumi surette himaye ettiği mevzu, askerliğin bütün hususi vazifelerini şümulü içine alması itibariyle, askerî disiplindir.
ASKERÎ CEZA USULÜ HUKUKU (aim. Militar-strafprozessrecht. — fr. droit de procedure penale mi-litaire.- ing. procedure of courts-martial. — lat. processus criminalis militaris *].
Askerî kazada askerliğin hususiyetleri ve icapları ve askerî mahkemelerin teşekkül tarzları itibariyle umumi usulün dışında tatbik edilen usul hukuku.
ASKERİ DEVRİYE [aim. Patrouille, Streifwache.
— fr. patrouille. — ing. patrol. — lat. circitores, ex-ploratores].
Hazar ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin ve gözetleme maksatlariyle muayyen bir bölgede gezerek vazife yapan ve muayyen bir talimatı bulunan iki veya daha ziyade, silâhlı asker (Ordu Dahilî Hizmet K. 74 ; AsCK. 115).
ASKERÎ FESAT [aim. Meuterei. — fr. mutinerie militaire. — ing. mutiny. — lât. conspiratio, coniuratio, seditio ].
Birden ziyade askerin bir âmire veya üste hep birlikte itaatsizlik veya mukavemet etmek veyahut fiilî taarruzlar yapmak için ittifak etmeleri. Suçun tamam olması için üzerine ittifak edilen fiilin işlenmesi şart değildir, neticesinde son kararın verilmiş olması kâfi gelir (AsCK. 97).
ASKERÎ İDARE HUKUKU [aim. Militarverwal-tungsrecht. — fr. legislation administrative militaire
— ing. law of army administration [•
Müdafaa kuvvetlerinin teşkilâtına ve bunların levazım ve teçhizatının temin ve tedarikine ve bütçe ve idare işlerine taallûk eden ve askerî kaza dışında kalan hukuk.
ASKERÎ İSYAN bk. İsyan.
ASKERÎ KARAKOL [aim. Militarwache. — fr. garde militaire, — ing. military guard. — lât. vigilia (vigiliae) ].
Emniyet, muhafaza, disiplin ve gözetleme maksadiyle muayyen yerlere konulan ve bir askerî amirin emrinde bulunan silâhlı bir kısım asker. Hudut karakolları, jandarma karakolları gibi. Karakollar hizmet üzerinde iken Askerî Ceza Kanununun tatbikatında, üst sayılır (AsCK. 106, 120).
ASKERÎ KAZA bk. Kaza.
ASKERÎ MAHKEMELER [aim. Militargerichte, Kriegsgerichte. — fr. tribunaux militaires, conseil de guerre - ing. military court, court-martial].
ASKERİ MAHKEMELER
ASLİ MEYYİT
23
Askerî kazaya tâbi ceza işlerine bakmak ve bunlar hakkında hüküm vermek üzere orduda muhtelif mertebelerde kurulmuş mahkemelerdir. Askerî mahkemeler, alaylarda, tümen ve Korlarda ve bunlara benzer askerî makam ve müesseselerde ve Genelkurmay Başkanlığında ve seferberlikte ordularla Başkomutanlık nezdinde lüzumu kadar kurulur.
Alay askerî mahkemeleri bir binbaşının reisliğinde bir yüzbaşı ve erbaşla kurulur. Diğer askerî mahkemeler ölüm ve ağır hapis cezalarını müstelzim olmıyan suçlar için bir adlî hâkim ve maznunun rütbesinden yukarı iki subayla, yâni üç kişi ile; ölüm ve ağır hapis cezalarını müstelzim suçlar için bir adlî hâkim ve dört subayla kurulur.
iddia makamını alay mahkemelerinde bir adlî subay ve diğer adlî mahkemelerde bir askerî adlî hâkim temsil eder.
General ve benzer rütbedeki askerî şahısları yalnız Genelkurmay Başkanlığı ile Başkomutanlık nezdindeki askerî mahkemeler muhakeme eder (AsMUK. 25-38).
ASKERİ MINTAKA bk. Mıntaka, memnu mın-takalar.
ASKERÎ SAHA bk. Mıntaka, memnu mıntakalar.
ASKERÎ SUÇ [aim. Militardelikt (militarische Verbrechen und Vergehen).— fr. infraction militaire.— ing. military offence, offence against military law. — lât. delictum militareJ.
Askerî suç, ancak askerler tarafından yapılması kabil olan ve askerlik vazife ve hizmetini ve askerî disiplini ilgilendiren suçlardır ki, başlıcaları Askerî Ceza Kanununda yazılıdır.
Askerî suçlar, askerî cürüm ve askerî kabahat isimleriyle iki kısma ayrılmıştır (AsCK. 1, 135).
ASKERÎ ŞAHIS [aim. Militarperson — fr. per-sonne militaire.— ing. person subject to military law.— lât. vir militaris J.
Askerliğin idari mevzuatına ve askerî kazaya tâbi olan kimseler, mareşalden asteğmene kadar subaylarla başgedikliden ere kadar erat ve bilûmum askerî memurlar, askerî adlî hâkimler, askerî müstahdemler ve askerî okullardaki talebe.
ASKERÎ TEMYİZ MAHKEMESİ [aim. Militar-kassationshof IReichsmilitar gericht). — fr. cour de cassation militaire.— ing Supreme Military Court, Army Council ].
Askerî kaza işlerinde cıı yüksek mahkemedir. Bu mahkeme askerî mahkemelerden verilmiş olan hükümlerde kanuna aykırılık olup olmadığını araştırır. Hü-kümlerdeki maddi ve fiilî olan kısma karışmaz. Askerî Temyiz Mahkemesinin ikinci bir vazifesi de içtihatların ve kararların birleştirilmesini temin etmek ve muhakemelerin iadesi ve dâvaların nakli hakkındaki talepler üzerine karar vermektir.
Askerî Temyiz Mahkemesine 3410 No. lu Kanun ile üçüncü bir vazife daha verilmiştir: Askerî şahısların zat işlerini ilgilendiren idari ihtilâflardan doğan idari dâvaları hususi bir muhakeme usulü altında görmek ve bir karara bağlamak.
Askerî Temyiz Mahkemesinde tümgeneral ve daha yukarı rütbede bir reis ile bir de ikinci reis bulunur. Askerî Temyiz Mahkemesinde iki daire vardır. Her da-
irede dört askerî ve dört adlî âza ve ikişer tane de adlî ve askerî âza mülâzimi bulunur. Daireler, reis ve iki askerî ve adl.î azanın huzuru ile karar ve hüküm verir. Askerî Temyiz Mahkemesi umumi heyeti, reis de dâhil olduğu halde dört askerî ve üç adlî azadan teşekkül eder (AsMUK. 24 - 39, 231, 234, 248, 258, 272).
Askerî Temyiz Mahkemesinde bir başmüddeiumu-minin idaresi altında bulunan bir de Askerî Temyiz Müddeiumumiliği vardır (AsMUK. ; 3410 No. K 7).
ASKERLİK ADLİYESİ [alm.Militörjustiz — fr. justice militaire. — ing. military jurisdiction. — lât. iurisdictio militaris /.
Ordularda askerî kaza işleriyle vazifelendirilmiş teşkilât.
Bu teşkilât hukuk işlerine ait idari ve kazai mercilere ayrılır. İdari merciler Millî Müdafaa Vekâletinde askerlik adliyesi şubesi, kıtalarda üçüncü şube unvanı altındaki idari teşkilâttır. Kazai merciler ise adlî âmirler ve askerî mahkemelerdir.
ASKERLİK DAİRESİ [aim. Militörbezirk, Wehr-kreis.— fr circonscription militaire,— ing. command/.
Asker alma işlerinde Türkiye Cumhuriyeti kolordu mıntakalarına ve kolordu mıntakaları da askerlik dairelerine, askerlik daireleri de askerlik şubelerine ayrılmıştır.
Askerlik daireleri, her kolordu mıntakasında lüzum ve ihtiyaca göre tâyin ve tesbit olunur (Askerlik K.).
ASKERLİK MÜKELLEFİYETİ [aim. Wehrpflicht, militarische Dienstpflicht — fr. obligation militaire, service militaire obligatoire. — ing. compulsory military service, national service, — lât. munus militiae]
Her erkek Türk askerlik çağı denilen ve yirmi yaşına girdiği senenin ikinci kânununun birinci gününden başlıyarak kırk altı yaşına girdiği sene ikinci kânununun birinci gününde bitmek üzere yirmi altı sene süren bir müddet zarfında Türk vatanını, Türk istiklâlini, Türkiye Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak ile mükelleftir. Askerlik mükellefiyetinden hiçbir şahıs müstesna değildir. Tamamen şahsi olan bu mükellefiyet, bir başkası tarafından vekâletle yapılamıyaeağı gibi bir bedel ve bir ivaz ile de ödenemez (AsK).
ASKERLİKTEN TECRİT [aim. Entmilitarisierung. — fr. demilitarisation. — ing. demilitarisation /.
Muayyen bir mıntaka dâhilinde, her türlü askerî tesisat ve faaliyeti, bir muahede ile meneden milletlerarası emniyet tedbiri.
Misal : Versay muahedesinin 42 ve 43 üncü maddeleri Almanyayı Ren nehrinin sol ve sağ kıyılarında nehrin 50 km. doğusundan geçirilen bir çizgiyle ayrılan alan dâhilinde tahkimat yapmaktan ve askerî kuvvetler bulundurmaktan ve seferberliği kolaylaştıracak her türlü tedbiri almaktan menetmişti. Lozan muahedesinin 13 üncü maddesi Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarını tahkimden Yunanistan) menetmişti. Finlândi-yanın bazı adaları ve bu arada Aland Adası da askerlikten tecride dilmiştir.
ASL-I MEYYİT (Aşl-i mayyit) ölen ki msenin babası, babasının babası ve ilâh .
ASLvI VAKF - AŞKIN SİGORTA
24
AŞL-I VAKF (Afl-i vakf) Vakfın taallûk ettiği mal. Akara tebdili şart edilmiş olan vakıf paralar, istibdat akdine bedel olarak alınan para da asl-ı vakf sayılır. Bu tâbir galle-i vakf tâbirinin tersidir. Mütevelli, vakfın gallesiyle vakıf için bir akar satın aldığı zaman yalnız satın alma ile, aldığı şey vakıf sayılmazken asl-ı vakf ile alınan şey satın alınır alınmaz vakıf mal sayılır.
Netice itibariyle mütevelli vakfın gallesiyle satın aldığı şeyi ikale edebilirken asl-ı vakf ile satın aldığını ikale edemez.
ASLİ CEZA bk. Ceza. ASLİ DÂVA bk. Dâva. ASLİ FAİL bk. Fail.
ASLİ HAKLAR 1 — [aim. Grundrechte; natürliche Rechte.— fr. droits fondamentaux, droits publics; droits naturels. — ing. fundamental rights; natural rights]: Amme kudretinin veya hükümdarın da riayet ödevinde bulundukları, tek taraflı olarak kaldırılmalarına, değiştirilmelerine imkân olmıyan esas haklar.
Tabiî hukukun fıtri haklar nazariyesine göre bütün haklar hayat, hürriyet gibi asli haklardan çıkar.
2 — [aim: Hauptrechte. — fr. droits principaux. — ing. principal rights ]: Müstakil ve başlıbaşına bir varlığı olan haklar. Müstakil varlıkları olmayıp asli hakka tâbi olan ve asli hak ile birlikte doğup bilhassa onun sükutiyle birlikte varlıklarını kaybeden haklara da fer'î haklar (aim. Nebenrechte, angelehnte Rechte, akzesso. rische Rechte —fr. droits accessoires) denir : Kefalet, menkul ve gayrimenkul rehinleri gibi.
ASLİ MAAŞ bk. Maaş.
ASLİ NÜSHA [lât. authenticnm, scriptura au-ihentica. — aim. Original, Urschrift. — fr. original. — ing. original (copy) ].
Hukuki bir muameleyi tesbit eden ve ilgililerin veya mümessillerinin imzalarını taşıyan esas varaka. Aksi: suret (HUMK. 114, 302, 321, 323, 324; TK. 593, 594).
ASLİYE MAHKEMELERİ [aim. Grundgerichte, Landgerichie (Al) ].
Bulundukları kazanın adiyle anılan ve bir reis, iki âza ile kurulan adliye mahkemeleri. İdari ve hususi mahkemelerle sulh mahkemelerinin vazifesi dışında kalan hukuk, ticaret ve ceza dâvalarını tetkik ve halleder. Salâhiyetleri, bulundukları kazanın idari hududiyle sınırlıdır. İşleri müsait olan yerlerde asliye mahkemeleri Adliye Vekilliğince ağır ceza, asliye hukuk, asliye ceza ve ticaret daireleri gibi dairelere ayrılır. Bu dairelerden her birinin vazifesi kanun ile tâyin edilmiştir. Her cins daire sıra numarası altında ayrıca dairelere ayrılabilir. Bu takdirde bu dairelerden her birinin görebileceği işin ııev'ini Adliye Vekilliği tâyin eder.
Her asliye mahkemesi nezdinde bir cumhuriyet müddeiumumisi ve lüzumu kadar sorgu hâkimi, hâkim (Aza) muavini, müddeiumumi muavini ve icra ve iflâs dairesi bulunur. Ağır ceza ve asliye mahkemeleri, müddeiumuminin iştirakiyle duruşma yapar.
Adliye Vekilliği icabeden kazalarda asliye hukuk (ticaret), asliye ceza ve sulh mahkemelerine ait işleri tek hâkime gördürebileceği gibi tek hakimli ınütaaddit asliye mahkemeleri de teşkil edebilir (münferit hâkim)
Yalnız sulh hâkimi bulunan yerlerde asliye hukuk dâvalariyle bir kısım asliye ceza dâvalarını görmek salâhiyeti Adliye Vekilliğince bu hâkime verilebilir.
Halen Türkiyede ağır ceza mahkemeleriyle Ankara, İstanbul, izmir asliye mahkemesi ticaret dairelerinden maada asliye mahkemeleri tek hâkim tarafından idare edilmektedir.
(Ceza Kanununun Meriyete Vaz'ma Mütaallik K. 25, 26; Mehakimi şeriyenin ilgasına ve Mehakim teşkilâtına ait ahkâmı muaddil K. 2, 6; 3119, 3748 No. lı kanunlar).
ASMAK bk. idam cezası.
AŞAR Toprak mahsullerinde beytülmal ( hazine ) masrafları için aynen veya bedelen alınan bir vergi idi. Bedelen alınan aşar evvelleri artırma ile. senelik, iki sene ve mirî çiftliklerle memlehalar öşür hasılatı için beş seneye kadar olmak üzere ve daha sonraları en çok iki sene için götürü bir bedel mukabilinde mültezimlere ihale olunurdu. Buğday ve arpanın ayniyat olarak, yani mültezimlerden para yerine zahire almak suretiyle ihalesi caizdi. Bu vergi 17 şubat (1341) 1925 tarihinde 552 No lı kanunla kaldırılmıştır.
AŞI [lât. vaccinatio — aim. Impfung, — fr. vaccination. - ing vaccination ]
insanlara, hayvanlara, ağaçlara tatbik edilen koruma, tedavi veya cinsi ıslah vasıtası (1593 No. K. 49 -54, 72, 75, 88, 96, 282; 1234 ve 1275 No K. , Hayvan sağlık zabıtası Nz., 1528 No. K.).
AŞINMA PAYI bk. İtfa.
ÂŞİR ('Âşir) Hür, müslim, kuvvet ve necdetle muttasıf bir memurdur ki, şehir ve kasaba dışında umumi yollarda bulunarak tüccarın serbestçe gelip gitmelerini temin eder, mallarını yol kesicilerden korur. Bunun mukabilinde de tüccardan alınması icabeden vergileri beytülmal namına toplar. Şöyle ki: islâm tüccarından malların zekâtı miktarını alır, meğer ki bu zekâtı kendileri evvelce vermiş olsunlar.
Zimmîlerin ticaret mallarından yirmide bir nispetinde bir resim alır. Yabancı tüccara gelince, bunlara karşı mensup oldukları hükümetin islâm tacirleri hakkındaki muamelesine göre hareket eder. Onların aldıklarından fazla resim almaz. Hattâ onlar islâm tüccarının bütün mallarını müsadere etmiş olsalar da âşir o yolda muamele yapmaz, tüccar için memleketlerine dönmelerine yetecek miktar bir mal bırakır.
AŞIR (Arazide) ('Aşiı) Uzunluğu ve genişliği altışar zira olan yer ki otuz altı zira murabbaı eder. Bu, bir kafizin onda birine müsavidir.
AŞİRET 1 — llât gens. — aim. Stamm (Volks-siamm). — fr tribu— ing. tribe ]: Siyasi teşkilâtın geri ve tesirsiz bulunduğu devirlerde korunma ve yaşama ihtiyaciyle bir şefin nüfuzu altında toplanan aile kümeleri.
2 — (VAKIFTA) ('Aşirat) Zürriyet.
AŞKIN SİGORTA [aim. Überversicherung. — fr surassurance. — ing. over - insurance ].
Malın değerinden daha yüksek bir meblâğ için yapılan sigorta (TK. 943, 947, 1327).
ATA - AVARIZ 25
ATÂ'(Cihadda) ('Ala') Sipahi için beytülmalden senede iki defa sıla olarak verilen maldır ki sipahi kendisine verilmedikçe bu mala malik olamaz.
Atâ kelimesi lügat itibariyle bahşiş, atiye manasınadır. Cem'i «atâyâ» dır.
ATAŞE [aim. Attache. — fr. attache. — ing. attache ].
Mensup olduğu elçilik yanında istişari vazife ile mükellef ve nezdinde bulunduğu devletin (her biri kendi salâhiyet sahası içinde) vaziyet ve harekâtını müşahede ve takibetmek ve hükümete bildirmekle vazifeli siyasi memur olan şahıs. Bugün elçiliklerde askerî, deniz, hava, ticaret, matbuat ataşeleri gibi muhtelif ataşeler vardır.
ATATÜRK Gazi Mustafa Kemal'e 2587 No. lu kanunla verilen soyadı.- bk. Kemalizm.
ATEH (Bunama) bk. Akıl zayıflığı.
ATIF [aim. Riikverweisung. — fr. renvoi — ing. renvoi /.
Bir mahkemenin görmekte olduğu dâvada yabancı bir kanunun tatbiki icabederse bu kanunun heyeti umu-miyesiyle tatbik edilmesi iktiza ettiğini ifade eden ilmî bir içtihattır. Bu içtihada göre, yabancı bir devlet kanununun, kanunlar ihtilâfına ait hususlarda dâvayı tetkik eden hâkimin millî kanununun veyahut üçüncü bir devlet kanununun tatbik edileceğine dair olan hükümleri tatbik edilir. Meselâ, Fransada açılan bir dâvada ecnebinin şahsi hali kendi millî kanunu ile tâyin olunur. İngiliz kanunu, ecnebi bir memlekette dâva açan İngilizin şahsi hallerinin ikamet ettiği mahal kanunu ile tâyin edileceğini bildirdiğinden İngilizin ikamet yeri Fransada ise Fransız mahkemesi, dâvada bahis mevzuu olan şahsi halleri (meselâ ingilizin reşit olup olmadığını) Fransa kanununa göre halleyler.
ATİF VE İSNAT bk. İftira.
ATİK ('Alik) Azadolmuş veya azadedilmiş olan köle ve cariyeden her biri. Cem'i «uteka» dır.
Azatlı cariyeye «atıyka» da denir ki, cemi «ata-ik» tir.
ATİYYE (Vakıfta) ('Atiyya) Zengin bir meşru-tunlehe hizmet mukabili olmaksızın verilen vazife.
AV insandan korkan yabani hayvan. «Sayd» da denir. bk. Av hukuku.
AVAİD-İ VAKF (Ava'id-i vakf) Vakfın nemasından ve vakfa mütaallik bazı varidattan ibarettir ki iki kısma ayrılır :
1 — Avaid-i şer'iye: vakfın meşru surette hâsıl olan gallesidir. Vakfın şer'î masraflarına sarf edilir.
2 — Avaid-i örfiye: alâkadarların vakıf namına verdikleri atâyâ ve saireden ibarettir.
Şöyle ki: bir vakfın arazisini ekip biçenlerin her sene vakıf namına bir şey atiyye vermeleri eskiden beri âdet olmuş ise bu alınıp vakfın umuruna sarf edilir.
Fakat bunların mütevelli namına yağ, yumurta, zahire gibi bir şey vermeleri, rüşvet olacağından caiz değildir.
Şu kadar var ki vakıf arazinin hasılatından bir miktarının, meselâ onda birinin mütevelliye verilmesi
eskiden beri âdet olmuş ise mütevelli bunu alabilir. Bu da avaid-i vakıftan sayılır. .
AVAL [aim. Aval, Wechselbargschaft. — fr. aval.
— ing: bill guarantee ].
Ticaret hukukunda : ticari senet üzerindeki imzalardan birinin sahibine üçüncü bir şahsın, bizzat senet veya alonj üzerinde, müteselsil kefil olmak suretiyle onun borcunu ödememesi halinde senet bedelini ödemeyi taahhüdetmesidir ki bir nevi kefaleti tazammun eder. Aval veren kimse kefil olduğu şahıs derecesinde mesuldür (TK. 555, 557).
AVAL SİGORTASI bk. İtibar sigortası.
AVANS 1 — [aim. Vorschuss, â conto, Abschlagszah-lung.— fr. âvance — ing. advance of money, advanced money. — lât pecunia in antecessum soluta J: Alacaktan bir kısmının vaktinden evvel ödenmesi: kira bedelinde, işçi ücretinde, yahut maaş ve tekaüdiyede olduğu gibi.
2. — (Bankacılıkta) [aim. Beleihung, Bevorschus-sung, Lombardierung, Darlehn, Kredit. — fr. credit, avance (sur....).— ing. advance on loans secured by deposit, deposit business — lât mutua pecunia J: Karşılıklı veya karşılıksız yapılan ödünç verme muamelesi. Teminat aranılmadan yapılan ödünç verme muamelesine karşılıksız avans [aim. Blankovorschuss, Blankokredit, unge-deckter Kredit. — fr. avance ou credit sans garantie.
— ing. credit in blank ], teminat karşılığı yapılan ödünç verme muamelesine karşılıklı avans [aim. Vorschuss oder Kredit gegen Sicherheit, Lombarddariehn — fr. avance ou credit sur garantie. — ing. credit (advances) on guaranties ] denir. Bu ikinci kısım avansın muhtelif çeşitleri vardır ki teminatın nev'ine göre isim alır. Teminat kefalet ise kefalet veya imza mukabili avans [aim Vorschuss oder Kredit gegen Biirgschaft. — fr. avance ou credit sur garantie, avance ou credit contre signature. — ing credit (advances) on guaranty ] denir. Bundan başka emtia karşılığı avans [aim. Warenbevor-schussung, Warenlombard. — fr. avance ou credit sur marchandise — ing. advances on consignments], esham, tahvilât ve bunlara benzer senetler karşılığı avans [aim. Effektenbevorschussung. — fr. avance ou credit sur titreş. — ing. advances on current securities ], sigorta poliçesi karşılığı avans [aim. Bevorschussung der Ver-sicherungspolice. —fr. avance ou credit sur police d'assurance. — ing. credit (advances) on insurance - policy], döviz karşılığı avans [aim. Devisenlombard. — fr. avance ou credit sur devise ], gayrimenkul veya ipotek karşılığı avans [aim. Kredit gegen dingliche Sicherheiten.
— fr. avance ou credit sur immeubles ou garantie hypothecate.— ing. credit on real property I, kıymetli eşya mukabili avans [aim. Bevorschussung von Kostbarkeiten.
— fr. avance ou credit sur objets precieux. - ing. credit (advances) on preciousness I gibi isimler alır.
Yerine göre avans, hukukta cari hesap şeklini de
alır.
AVANS KANUNU /fr. loi sur les avances).
Bütçenin (Umumi Muvazene Kanununun) tasdikinde mahsubu yapılmak üzere umumi hizmetler karşılığı olarak Büyük Millet Meclisince kabul edilen tahsisatın sarfı için hükümete izin veren kanun.
AVARIZ ('Avâriz) «Araz» ın veya «arıza» nın cem'i. Arıza, arz sözünden gelir. Arz belli olmak manasınadır.
26
AVARIZ - AYAK NAİBİ
Avarız usu]iyini ıstılahında, vücup ve eda ehliyetine arız olarak her ikisini veya birini yok eden veya onların hükümlerinde değişiklik husule getiren hallerdir ki iki kısımdır : Avarız-ı semaviye, avarız-ı müktesebe.
AVARIZ AKÇESİ Vaktiyle bir mahalle veya köy ahalisinin belirli ihtiyaçlarına sarf olunmak üzere yardım ve sair suretle toplanan paraya verilmiş bir isimdir.
Eskiden her mahalle ahalisinden olağanüstü alınan vergiye de bu isim verilmişti.
AVARIZ -I DİVANİYE ( DivSniyya ) Tanziınat-ı Hayriyeden evvelki zamanlarda cari kanun ve nizamlara göre alınan vergi ve resimler.
AVARlZ-1 MÜKTESEBE (Miikla)abı.) Cehil, sarhoşluk, hezel, sefeh, hata, ikrah gibi insanın iptidaen dahli bulunan şeyler.
AVARIZ-I SEMAVİYE (Sumaviyya) Delilik, küçüklük, bunaklık, unutkanlık, uyku, baygınlık, hastalık, ölüm gibi kisbî ve ihtiyari olmaksızın insana arız olan şeyler.
AVARIZ VAKFI Geliri bir köy veya mahalle ahalisinin avarız ve ihtiyaçlarına sarf edilmek üzere yapılan vakıf.
AVARYA / aim. Naverei — fr. axiaries — ing, average — lât. iactus, iacturaj.
Gemiye veya yüke kendi yıpranmalarından veya fırtına, buz, sis gibi tabiat kuvvetlerinden yahut kaptan, tayfa, yükle alâkalılar gibi insanların fiillerinden yahut da harb sırasında milletlerarası deniz ticareti hukukunun ihtiva ettiği hususi kaidelerin mülkiyeti korumamasından dolayı arız olan maddi hasarlar ile fevkalâde masraflar.
1 — Büyük ( müşterek ) avarya / aim. grosse (gemeinschaftliche) Naverei— fr. avarie grosse (com-mune) — ing. general average ] : Müşterek bir deniz talihine girişmiş mamelekleri bir tehlikeden korumak maksadiyle hepsinin selâmeti uğrunda bile bile ve makul surette olağanüstü bir masraf edilirse, böyle bir hareket büyük avarya hareketi sayılır (York-Anvers 1924 A. kaidesi). Büyük avaryadan olan zararlar gemi, yük ve navlun arasında paylaşılır (TK. 1241-1274).
2 — Küçük (hususi) avarya [aim. einfache (beson-dere) Haverei, — fr, avarie particuliere (simple) — ing, particular (petty) average/ : Büyük avaryadan sayılmı-yan ve yolculuğun mutat külfetlerinden olmıyan hasar ve masraflardır ^K 1162), Küçük avaryanın gemiye ait olanı gemi sahibine, yüke ait olanı yük sahibine düşer. Buna «mahsus avarya» da denir.
Avarya, hasar avaryası, masraf avaryası, avarya hesaplaşması tâbirleri deniz sigortalarında sıra ile tazmin mevzuu olan veya olmıyan hasarları, para külfetine sebebolanları, kırılma, bozulma ve saire şeklindekileri ve bunlar için sigortacı ile sigortalı arasında kanun ve mukaveleye göre yapılan tazmin muamelelerini anlatır.
AVEINAIN bk. Zeyiluame.
AV HUKUKU [a/m. Jagdrecht. - fr. legislation sur la chasse.— ing game laws.— lat. ius venationisj.
Kanunun müsaade ettiği zaman ve şartlar içinde karada ve denizde yaşıyan hayvanlardan av yapmak
suretiyle iktisaba ve bu iktisabın mahiyet ve şümulüne ve zabıtasına mütaallik kaidelerin hepsini toplıyan hukuk (Zabıta-i Saydiye Nizamnamesi ve zeyil ve tadilleri ve 721, 851 No. kanunlar; 3167 No. K.).
AVL (feraizde) t,'Avl) Lügatte: meyil, galebe ve refi gibi mânalara gelir. Istılahta : veresenin sehimleri mecmuunun mahreç miktarını açmasıdır. Şöyle ki veresenin sehimleri cemedildikte meselenin mahrecinden ziyade bir miktara baliğ olur ve bu surette evvelki mahreç meselenin mahreci itibar olunmayıp sehimlerin mecmuu mahreç itibar olunur ve her vârisin sehmi ondan verilir. Meselâ: Aşağıda görüldüğü gibi bir kimse ana baba bir ve baba bir bir kızkardeşiyle ana bir iki oğlan kardeşini ve anasını terkederek ölse meselede bir yarı, iki altıda bir ve bir de üçte bir hisse olduğundan meselenin mahreci altıdan kurulur. Halbuki sehimlerin mecmuu yedidir ve mahreçten fazladır. Bu halde mahreç yedi olur.
Mesele :
3 _L 1 _L 1 J_ 2 I Nısıf 2 Südüs 6 Südüs 6 Sülüs 3 Avl
Ana baba Ana baba bir baba bir baba bir 6 7
bir kızkardeş kızkardeş er. kardeş cr. kardeş
Meselede hisseler yarım, üçte bir, altıda bir olduğundan avl 7 ve mahreç 6 dır. Halbuki sehimler yekûnu 7 ye baliğ olur.
AVLİYE (Feraizde) ('Avliyya) Sehimler mecmuu mahreç miktarını tecavüz eden mesele.
AVUKAT / lât. advocatus, considicus, patronus causae (defensor) . — aim. Rechtsanvıalt, Advokat. — fr. avocat (avocat remplissant aussi les fonetions d'avoue). — ing. lawyer, barrister - at-law (=counsil) solicitor ].
Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalâa beyan etmek, mahkeme ve hakem veya kaza salâhiyetini haiz diğer merciler huzurunda hakikî veya hükmi şahıslara ait hakları dâva ve müdâfaa eylemek ve bunlara ait bütün evrakı tanzim, adlî muameleleri ve resmî dairelerde nizalı ve ihtilaflı işleri takibetmek salâhiyetini haiz ve hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine tahsis edip tarafların hukuki münasebetlerinden veya karşılıklı menfaatlerinden doğan ihtilâfların hakka uygun olarak halline tavassut ve umumiyetle mahkemelerle diğer resmî mercilere kanunun tam olarak tatbiki hususunda yardım eyliyen ve Avukatlık Kanununun birinci maddesinde yazılı şartları haiz bulunan ve bu sıfatla âmme hizmeti mahiyetinde bulunan bir mesleğe sahip olan kimse (Avukatlık K. 1, 22, 23 ; 2573 ve 4353 No. K. )..
Bir zamanlar avukatlara «muhami» dahi denmişti (3 nisan 1340 tarihli ve 460 No. K.).
AYAK DİVANI Padişahın veya diğer salahiyetli ricalin seferlerde hareket halinde veya bazı olağanüstü hallerde derhal ve bulunulan mahalde kurdukları divan.
AYAK NAİBİ Kadıların belediye vazifeleri gördükleri zaman İstanbul kadıları tarafından memuren çarşı ve pazarları dolaşıp şer ve kanun hilâfındaki hal ve hareketleri teftiş eden naiplere denilirdi. Bunlar âdeta bugünkü belediye zabıta memurları gibi idiler.
AYAN AYNI HAKLAR
27
AYAN bk. Heyet-i âyaıı.
AYAR. 1 — /aim. Mass-ıınd Gewichtseinheit-, kichmass — fr. mesııre etalon — ing standard of weight/ : Memleket dâhilinde kullanılan ölçü ve tartı âletlerinde birlik ve hassaslık ve doğruluk temin etmek için kanun ile tesbit edilen ölçü esaslarıdır (1782 No. K).
2 — [aim Feingewicht, Feingehalt — fr. carat.
— '"S- fineness (of coins)/: Altın ve gümüşten yapılmış eşyanın saflık ve halistik derecesini gösteren esaslar.
AYB-I HADİS ^Mebi'de) ('Ayb-i hâdiŞ) Satılan şeye müşteri elinde iken arız olan ayıp: Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hal gibi.
AYB-I KADİM (Mebi'de) ('Ayb-i kadim) Satan elinde iken satılan şeyde mevcut olan ayıp. Satıştan sonra ve kabızdan evvel satan elinde iken satılan şeyde hâsıl olan ayıp ayb-ı kadim hükmündedir.
AYIBA KARŞI TEKEFFÜL / aim Gewahrlei-stungspflicht wegen Sach - und Rechtsmöngel. — fr. garantie en rasion des defauts de la cause/.
Satıcının alıcıya karşı 1) satılan şeyin vadedilen vasıl lan [aim. zugesicherte Eigenschaften. — fr. qualites promises ou garanties ] haiz olmamasından, 2) satılan şeyin maddi veya hukuki bir sebeple kıymetini veya kullanılacağı hususa elverişliliğini gideren veya azaltan ayıplardan dolayı mesul olması ( BK. 194-207; TK 716-721).
AYIP [aim. Sachmangel. — vices de la chose ' Fr), defauts de la chose (İs), vices redhibitoires. — ing. defect, default. — lât vitium ].
1 — Bir malın sakatlık gibi maddi veya bir başkasına aidiyet gibi hukuki bir sebeple kıymetini veya maldan kasdolunan menfaati giderme veya ehemmiyetli bir surette azaltma hali.
2 — ('Ayb): Ehil ve erbabı arasında satılan bir şeyin pahasına noksanlık veren hal.
AYIP DÂVASI [lât. actiones aediliciae (propter vitia rerum venditarum), actio redhibitoria, actio quanti minoris yahut aestimatoria. — aim. Mangelge-wahrleistungsklage (Wandelungs oder MinderungsklageJ.
— fr. action redhibitoire, action en diminution. — ing. action of warranty regarding defects of property sold, action for breach of warranty of essential qualities/.
Müşteri tarafından satıcı aleyhine açılan bir dâvadır ki bununla müşteri satın aldığı malın ayıplı olması hasebiyle satış akdinin feshini veya kıymet noksanı nispetinde semende tenzilât icrasını (BK 202) ve satılan mal misliyaltan ise bu taleplerde bulunmayıp malın ayıpsız olarak mislen verilmesini (BK. 203) ister.
AYİSE (Ayisa) İyas yaşına giren kadın.
AYLİK [aim Gehalt. — fr. mensualite. — ing. salary].
Resmî sıfatı haiz olan ve olmıyan kimselerin hizmet mukabili hizmet veren müessese veya şahıstan aydan aya almış oldukları para. Devlet memurlarının aldıkları aylığa maaş, müstahdemlerin aldıklarına ücret denir.
AYİN [lat. res • corporalis). — aim. (körperliche) Sache, Ding. — fr. chose (corporelle). — ing. thing/.
1 — Dış âlemde kendi kendine var olan gayri-şahsi ve maddi şey. Gayrimaddi şeyler bu mefhuma girmezler ( Alman, isviçre ve Türk hukuk sistemlerinde bu esas kabul edilmiştir).
Geniş mânada ayn; nakitten gayrı iktisabı kabil her türlü maddi ve gayrimaddi bütün servet unsurlarıdır (Roma, eski Cermen, Fransız ve ingiliz hukuk sistemlerinde bu esas vardır). Ticaret Kanunumuzun 291 inci maddesinde ayn bu mânada kullanılmıştır.
2 — ('Ayıı): Muayyen ve müşahhas olan şey. Meselâ bir hane, bir at, bir sandalye, meydanda mevcut bir yığın buğday ve bir miktar akçe. Cem'i «ayan» .
AYN-I GAYR-İ MAZMUN (.'Ayn-i gayri mazmun) Kasıt veya kusur olmadıkça asla tazmini lâzım gelmiyen ayn : emanet gibi.
AYN-I MAZMUN ( 'Ayn-i mazmun ) Kusur olsun olmasın her halde tazmini lâzım gelen ayn. iki kısımdır:
1) Binefsihi mazmun olan ayn : mevcut olduğu halde aynının ve helaki takdirinde mislinin veya kıymetinin red ve teslimi lâzım gelen ayn. Gaspedilmiş mal gibi.
2) Bigayrihi mazmun olan ayn : mevcut ise aynının reddi lâzım olan ve fakat helaki takdirinde bedelini ödemek lâzım gelmeyip başka bir şey lâzım gelen ayn. Henüz satanın elinde bulunan satılmış şey gibi.
Bu mevcut oldukça satan semeni almaya ve aynı müşteriye teslime mecbur ise de aynın telefi halinde satış münfesih olduğundan bedelini ödemek lâzım gelmeyip satan semeni almış ise geri verir, almamış ise sakıt olur.
AYN-I MEVKUF ('A)n-i nıavkul) Vakfolunan şeydir.
AYNİ AKİTLER 1 - [lât contractus qui refiunt, contractus reales. — aim. Realvertrdge, Realkontrakte — fr. contrats reels. — ing. real contracts / : Borçlunun alacaklıdan bir şey almasiyle inikat ve tekemmül eden şahsi (— borç münasebeti doğuran) akitler. Meselâ hibe, nakliyat mukavelesi gibi
2 — / aim. dingliche Vertrage (Einigung) ] ¦' Aynî haklara taallûk eden, yani aynî hakların doğumuna, değişmesine veya nakline, yahut düşmesine yarıyan akitler.
AYNİ DÂVA [lât. actio in rem. — aim. dingliche Klage. — fr. action reelle.— ing. action (claim) in rem] :
Mülkiyete ve ona bir mükellefiyet yükletilmiş olmasına, bir mükellefiyetten kurtulmasına, bir gayrimenkulun üzerinde aynî hakların ve bu haklardan doğan bütün aynî mütalebelerin mevcut olup olmadığının tâyinine, bilhassa müdahalenin men'ine, davacıya ait olan aynî vaziyetin iadesine, irtifak hakkı sahibinin hakkını kullanmasına mülkiyet sahibinin mâni olmamasına, rehinden doğan mütalebelere, mülkiyetin mahfuziyetine, tapu sicillinin tashihine muvafakat, hukuki kıymeti kalmamış olan kayıtların tapu sicillinden terkinine, hudut münazaaları ile şüyuun izalesine, zilyedliğe mütaallik ve bunlara benzer dâvalar.
AYNÎ HAKLAR I— [aim. Sachenrechte, dingliche
28
AYNI HAKLAR - AZA
Rechte. — fr. droits reels. — ing real rights. — lât. iura in re ]:
Şahsi hakların aksine olarak, eşya üzerinde doğrudan doğruya mutlak hâkimiyet salâhiyeti veren ve herkese karşı ileri sürülebilen haklar.
Medeni Kanunun «aynî haklar» adını taşıyan dördüncü kitabı üç kısma ayrılır : mülkiyet (MK. 618 - 702), mahdut veya mülkiyetin gayrı aynî haklar (MK. 703-909', ve zilyedlik ve tapu sicilli ( MK. 887 - 935 ).
2 — (İdari aynî hak) [fr. droit reel administratif]: Ferdin, âmme emlâki üzerinde, onun tahsis veçhini ve cihetini değiştirmemek ve umumun istifadesine mâni olmamak şartiyle, haiz olabileceği salâhiyetler. Bunların en önemlileri muvakkat işgaller ve imtiyazlardır. Meselâ : Bir yol üzerinde veya parkta gazete gibi ufaktefek şeyler satmak için kulübeler kurmak veya ilân sütunları bulundurmak üzere salahiyetli idari makam tarafından bir ferde tanınan salâhiyetler, veyahut tramvay işletmek imtiyazı gibi bir âmme hizmeti imtiyazı dolayısiyle imtiyazlı bir şirkete tanınan yollar üzerinde tesisat kurmak ve arabalar geçirmek suretiyle yoldan istifade hakkı bu ka bîldendir.
Bu salâhiyetler fert için. âmme emlâki üzerinde aynî hakka benzer bir vaziyet ihdas eder ve kudretler verir: Salâhiyet sahibi ferdin zilyedlik, komşularına karşı komşuluk hukukundan istifade, salâhiyetine vâki olabilecek tecavüzlere karşı dâva ve takip kudretleri gibi.
Ancak idari aynî haklar denilen bu salâhiyetler medeni hukuktaki aynî haklardan çok esaslı noktalarda ayrılır : bir kere medeni hukuktaki aynî hakların mühim bir kısmında, bilhassa aynî irtifaklarda daimîlik esas olduğu halde idare hukukunda ferde tanınan bu salâhiyetler muvakkat mahiyettedir İdare, umumi menfaatler icabettirince bu salâhiyetleri daima geri alabilir. Salâhiyet sahibi ancak bazı hallerde bir tazminat istemek kudretine maliktir; diğer taraftan medeni hukukta aynî hak bir mülkün veya bir şahsın lehine tesis edildiği halde bilhassa imtiyazlar dolayısiyle doğan aynî haklar umuma karşı ifa edilecek bir borç dolayısiyle verilmiş salâhiyetlerdir. Yani sadece imtiyaz sahibinin menfaati için değil, idari bir vazifenin ifası için tanınmıştır; mevcudiyet ve devamı buna bağlıdır.
AYİNİ HALEFİYET bk. Halefiyet.
AYINÎ MESULİYET [lât. obligatio rei (realis). — alnı. Sachhaftung, dingliche Haftııng.— fr. responsabi-lite reelle (provenant de la chose elle - meme). — ing. real obligation ].
Mameleke giren belirli bir mal ile mesul olmak. Bu gibi hallerde borçlu diğer mallariyle mesul tutulmaz. Meselâ : gayrimenkul mükellefiyetinin borçlusu müruru zaman müddetine kadar ancak takyidedilen gayrimenkul ile mesuldür. Bunun gibi üçüncü şahsın borcu için malını rehneden kimsenin mesuliyeti de rehnedilen mala inhisar eder. Bu bakımdan aynî mesuliyet, şahsi olmıyan mesuliyet demek olur (MK. 754, 763, 860; TK. 1027).
AYNÎ STATÜ bk. Ahkâm-ı şahsiye.
AYNÎ TEMİNAT /aim. dingliche Sicherheiten. — fr. surete» reelles].
Bir borcu temin zımnında gösterilen menkul veya gayrimenkul rehni ifade eder ki, alacaklı rehin olarak gösterilmiş mal üzerinden alacağını almak hakkını haizdir. Bunun tersi «şahsi teminat» tır (MK. 860).
AYNİYAT MUHASEBESİ Divânı Muhasebat teşkilâtı vasıtasiyle teşriî murakabeye tâbi tutulan devlet bütçesine mütaallik paraların ayna, yani eşya ve malzemeye inkılâbettikten sonra dabi yine aynı heyetin bu eşya ve malzeme üzerinde murakabesinin yapılmasına hizmet edecek bir muhasebe sistemi.
imalâta mahsus iptidai malzeme, istihsalâta mahsus bilûmum eşya ve maddeler, tesisat ve inşaata taallûk eden maddeler ve malzemeler, tıbbi ecza, demirbaş eşya ve mefruşat bu muhasebe sistemine tâbi ve mesul ayniyat muhasiplerinin muhafaza ve mesuliyetleri altındadır.
Askerî ambarlar, askerî gemiler, askere ait erzak ve malzeme farklı hükümlere ve hususi bir teftiş ve murakabeye tâbidir (Muhasebei Umumiye K. 94 - 99).
AYRILIK [lât. separatio tori, mensae et habitatio-nis. — aim. Trennung (von Tisch und Bett). — fr. separation de corps. — ing. separation from bed and board, judicial separation ].
Evlilik birliğinin hâkim tarafından muvakkat bir zaman için kaldırılması. Bu suretle ayrılan karı koca arasındaki evlilik bağı devam ederse de bunlar bir ilâ üç sene müddetle biribirinden ayrı yaşamak zorundadırlar. Ayrılık müddetinin sonunda ayrılma kendiliğinden sona erer. Bu müddet zarfında eşler barışmazlarsa taraflardan her biri boşanma isteğinde bulunabilir (MK.
135, 138, 139).
AYRILIK DÂVASI /aim. Klage auf Trennung (vonTisch und Bett), Trennungsklage. —fr. action en separation de corps. — ing. action for judicial separation ].
Ayrılık maksadiyle açılan dâva. Bu dâvayı boşanma dâvası ikamesine hakk) olan eş açabilir. Ayrılık dâvasının açılması halinde ancak ayrılığa hükınolunabilir
(MK. 135, 138).
AYRILIK SEBEPLERİ bk. Boşanma sebepleri. AYYAŞLIK /aim. Trunksucht - fr. ivrognerie.
— ing dipsomania, habitual drunkenness. — lât. ebrio-sitas, violentia ].
Alkollü içkileri aşırı mertebede kullanmayı âdet edinen kimsenin hali. Ayyaşlığın dış alâmeti sarhoşluktur. Yalnız ayyaşlık hukuken temyiz kudretini giderici sayılmaz. Ancak hukuk süjesinin hukuki muamele sırasındaki sarhoşluğunun temyiz kudretini giderici mahiyette olduğunun tesbiti, bu muamelenin hükümsüzlüğü için şarttır. Bununla ber/ıber Medeni Kanunumuz ayyaşlığı hacir sebeplerinden birisi olarak kabul etmiştir (356). O halde ayyaşlığı dolayısiyle kendisini veya ailesini zarurete mâruz bırakan veya daimî yardım veya takayyüde muhtaç olan veya başkasının emniyetini teh-dideden her reşit için bir vasi tâyin olunabilir.
ÂZA /lât. membrum. — alnı. Mitglied, Beisitzer.
— fr. membre. — ing. member /.
Meclis, heyet, mahkeme, komisyon gibi karar verebilmek salâhiyeti mütaaddit şahısların birleşmesine bağlı teşekküllerdeki vazifelilerin her biri. Büyük Millet
ÂZA — BAHRÎ MÜSADERE
29
Meclisine, Umumi Meclise, İcra Vekilleri Heyetine, Devlet Şûrasına, Divanı Muhasebata, Temyiz Mahkemesine, İtiraz Komisyonuna, cemiyet ve şirketlerin idare heyet veya meclislerine, her hangi bir cemiyet veya şirkete intisaptan doğan âzalık gibi.
Azalık ya bir kanun ile veya kanun dairesinde tanzim ve tasdik edilen nizamname (mukavelename, statü) ile iktisabedilir. Azalık sıfatının sukutu da iktisabı gibi kanununa, nizamnamesine bağlıdır. Azalık esas itibariyle görülen iş üzerinde rey vermek hususunda şahsa bağlı hak ve mükellefiyetler doğurur. Bu sebeple başkalarına devredilemez.
Âzalığa kooperatiflerde ortaklık ve diğer şirketlerde şeriklik ve hissedarlık denilmektedir.
Milletlerarası teşekküllere iştirak eden devletler de o teşekküllerin âzasıdır.
AZADETME 6*. İtak, mükâtebe, tedbir, istilâ, mansipatio.
AZİL /aim. Abberufung, Fntlassung, Absetzung^
Widerruj'. — fr. revocation. — ing. dismissal — löt. revocatio ].
1 — (HHl: Verilen temsil salâhiyetinin ref'i. Bu hak temsil olunan kimseye ait olup bundan feragat edilemez (BK. 34 fk. 3, 396). Mahiyeti itibariyle azil bir taraflı irade beyanıdır ve muhatabına vusul ile tekemmül eder.
2 — (İH): Memurun tâbi olduğu salahiyetli üst makamlar tarafından yapılan ve onun memuriyetle alâkasını kesen, memuriyet sıfat ve salâhiyetlerini kaldıran idari tasarruf.
İdareten azil mülgadır (Memurin K. 59).
AZİMET ( 'Azimat ) Kasıt ve teveccüh. Usul ıstılahında : iptidaen meşru olan şey. Meselâ başkasının malını almak ve istihlâk etmek memnudur. Asıl hüküm budur. Fakat açlıktan ölüm tehlikesi karşısında bir kimse diğerinin rızası olmaksızın yiyecek bir malını alıp yiyebilir -ve sonra bu malın kıymetini öder. Bu, özür ve ıstırara müpteni ruhsat nev'indendir.
AZLIKLAR bk. Akalliyetler hukuku.
B
BABALIK DÂVASI [alın. Vaterschaftsklage. — fr. action en recherche de la paternite (Fr), action en paternite (İs). — ing. affilation; affiliation proceedings].
Evlenme dışında doğan çocuğun veya anasının babanın hükmen tâyini hususunda haiz olduğu dâva hakkı.
Bu dâva, baba bildikleri şahıs ve onun mirasçıları aleyhine açılabilir. Babalık dâvasında üç şey istenebilir:
1) Anaya nakdî tediyatta bulunulmasının hüküm altına alınması,
2) Çocuğa nakdî tediyatta bulunulmasının hüküm altına alınması,
3) Çocuğun şahsi hal bakımından babasına izafesi (MK. 295, 304, 309, 310).
BABIÂLİ [aim. Hohe Pforte. — fr. Sublime Porte. — ing. Sublime Porte/.
Osmanlı İmparatorluğunda Saraydan sonra devlet işlerinin görüldüğü en büyük daire. Buna Sadaret dairesi de denirdi. Türklerde devlet ve rical dairelerine «Kapı» denir. Muhtelif devlet daireleri şu suretle anılır:
Şeyhülislâm kapısı veya Babımeşihat, Serasker kapısı veya Babıseraskerî, Defterdar kapısı, Ağa kapısı, Sadrazam kapısı veya Paşa kapısı. Sonraları Babıâli, Babısami adlarını almıştır.
BAB NAİBİ Tetkiki kendilerine ait dâvaları hal ve fasletmek üzere İstanbulda Kazasker ve istanbul Kadısı tarafından nasıp ve tâyin olunan naiptir. Sonradan bunların yerini müşavirler almıştır.
BAÇ 1. Halktan alınan öşür, haraç, tüccardan alınan temettü resmi, gümrük resmi ve saire.
2. Büyük bir hükümdarın kendisinden aşağı hükümdarlardan aldığı aidat.
3. Islâmiyetten önce Araplarda bir adamın çarşı ve pazarda sattığı şeylerden alınan akçaya meks = baç denirdi.
4. Köprü başlarında, derbentlerde gelip geçenlerden toprakbastı namiyle alınan akçeye, tüccar mallarından meşru rüsumdan ziyade olarak alınan paraya da meks = baç denir ki bunların alınması şeriatça yasak edilmiştir.
. BADEL-FETH MEKNUZ: Bir yere dârı islâm olduktan sonra konan define, bk. Kenz.
BAĞIŞLAMA bk. Hibe.
BACİY (Bağy) Lügatte zulüm, taaddi, fesada sây, fenalığa düşkünlük. Istılahta Ülülemrin emirlerine haksız olarak uymamak, zorbalık yapmak.
Ülülemrin haklı olan emirlerine haksız olarak isyan edip bir bölgeyi zorbalığı altına alan, bununla beraber müslümanların katlini, zürriyetlerinin esaretini helâl görmiyen kuvvet sahibi bir müslime bâği denir. Cem'i « bügat» dır.
BAĞLAMA LİMANI /aim Heimathafen. — fr. port a"attache. — ing. home port, port of registry ].
Geminin ikametgâhı gibi sayılan limandır. Gemi orada donatılır, mevzu teşkil ettiği hukuki tasarrufların mühim kısmı bu limanda cereyan eder. Geminin sicil dairesi bu liman veya bölgesindedir, salahiyetli mahkeme ve tebligat mahalli kaide olarak oradadır (TK. 1021).
BAHİS /aim. Wette. — fr. pari. — ing. wager, bet (wagering, betting) — lât sponsio /.
1 — Bir tarafın inkâr, diğer tarafın tasdik ettiği muayyen bir vakıa üzerinde yapılan bir anlaşmadır ki bununla iddiasında haksız çıkan taraf diğer tarafa aralarında kararlaştırdıkları bir miktar parayı vermeyi veya muayyen bir edada bulunmayı taahhüdeder. Kumar gibi bahis de bir alacak hakkı meydana getirmez. Ancak borçlu rızasiyle edada bulunursa artık geri almağa bakkı yoktur (BK. 504, 505).
2 — (Bahs): Lügatte teftiş ve araştırmak manasınadır. İstılahta bir şeyi diğerine hamil ve isnad-etmektir. Heyet-i umumiyesi mevzu ve mahmulden mürekkep bir mesele teşkil eder. Meselâ : «emir vücup ifade eder» bir usul meselesidir, mevzuu « emir » , mahmulü «vücup ifade eder» sözüdür. Keza «mutlak beyi mülk ifade eder» bir fıkıh meselesidir. Mevzuu «mutlak beyi » ve mahmulü «mülk ifade eder» cümlesidir.
BAHRİ MÜSADEME bk. Gemilerin çarpışması.
BAHRİ MÜSADERE6/t. Denizde, zapt ve müsadere.
ÂZA — BAHRÎ MÜSADERE
29
Meclisine, Umumi Meclise, İcra Vekilleri Heyetine, Devlet Şûrasına, Divanı Muhasebata, Temyiz Mahkemesine, İtiraz Komisyonuna, cemiyet ve şirketlerin idare heyet veya meclislerine, her hangi bir cemiyet veya şirkete intisaptan doğan âzalık gibi.
Azalık ya bir kanun ile veya kanun dairesinde tanzim ve tasdik edilen nizamname (mukavelename, statü) ile iktisabedilir. Azalık sıfatının sukutu da iktisabı gibi kanununa, nizamnamesine bağlıdır. Azalık esas itibariyle görülen iş üzerinde rey vermek hususunda şahsa bağlı hak ve mükellefiyetler doğurur. Bu sebeple başkalarına devredilemez.
Âzalığa kooperatiflerde ortaklık ve diğer şirketlerde şeriklik ve hissedarlık denilmektedir.
Milletlerarası teşekküllere iştirak eden devletler de o teşekküllerin âzasıdır.
AZADETME 6*. İtak, mükâtebe, tedbir, istilâ, mansipatio.
AZİL /aim. Abberufung, Entlassung, Absetzung^
Widerruf. — fr. revocation. — ing. dismissal — löt. revocatio ].
1 — (HHl: Verilen temsil salâhiyetinin ref'i. Bu hak temsil olunan kimseye ait olup bundan feragat edilemez (BK. 34 fk. 3, 396). Mahiyeti itibariyle azil bir taraflı irade beyanıdır ve muhatabına vusul ile tekemmül eder.
2 — (İH): Memurun tâbi olduğu salahiyetli üst makamlar tarafından yapılan ve onun memuriyetle alâkasını kesen, memuriyet sıfat ve salâhiyetlerini kaldıran idari tasarruf.
İdareten azil mülgadır (Memurin K. 59).
AZİMET ( 'Azimat ) Kasıt ve teveccüh. Usul ıstılahında : iptidaen meşru olan şey. Meselâ başkasının malını almak ve istihlâk etmek memnudur. Asıl hüküm budur. Fakat açlıktan ölüm tehlikesi karşısında bir kimse diğerinin rızası olmaksızın yiyecek bir malını alıp yiyebilir -ve sonra bu malın kıymetini öder. Bu, özür ve ıstırara müpteni ruhsat nev'indendir.
AZLIKLAR bk. Akalliyetler hukuku.
B
BABALIK DÂVASI [alın. Vaterschaftsklage. — fr. action en recherche de la paternite (Fr), action en paternite (İs). — ing. affilation; affiliation proceedings].
Evlenme dışında doğan çocuğun veya anasının babanın hükmen tâyini hususunda haiz olduğu dâva hakkı.
Bu dâva, baba bildikleri şahıs ve onun mirasçıları aleyhine açılabilir. Babalık dâvasında üç şey istenebilir:
1) Anaya nakdî tediyatta bulunulmasının hüküm altına alınması,
2) Çocuğa nakdî tediyatta bulunulmasının hüküm altına alınması,
3) Çocuğun şahsi hal bakımından babasına izafesi (MK. 295, 304, 309, 310).
BABIÂLİ [aim. Hohe Pforte. — fr. Sublime Porte. — ing. Sublime Porte/.
Osmanlı İmparatorluğunda Saraydan sonra devlet işlerinin görüldüğü en büyük daire. Buna Sadaret dairesi de denirdi. Türklerde devlet ve rical dairelerine «Kapı» denir. Muhtelif devlet daireleri şu suretle anılır:
Şeyhülislâm kapısı veya Babımeşihat, Serasker kapısı veya Babıseraskerî, Defterdar kapısı, Ağa kapısı, Sadrazam kapısı veya Paşa kapısı. Sonraları Babıâli, Babısami adlarını almıştır.
BAB NAİBİ Tetkiki kendilerine ait dâvaları hal ve fasletmek üzere İstanbulda Kazasker ve istanbul Kadısı tarafından nasıp ve tâyin olunan naiptir. Sonradan bunların yerini müşavirler almıştır.
BAÇ 1. Halktan alınan öşür, haraç, tüccardan alınan temettü resmi, gümrük resmi ve saire.
2. Büyük bir hükümdarın kendisinden aşağı hükümdarlardan aldığı aidat.
3. Islâmiyetten önce Araplarda bir adamın çarşı ve pazarda sattığı şeylerden alınan akçaya meks = baç denirdi.
4. Köprü başlarında, derbentlerde gelip geçenlerden toprakbastı namiyle alınan akçeye, tüccar mallarından meşru rüsumdan ziyade olarak alınan paraya da meks = baç denir ki bunların alınması şeriatça yasak edilmiştir.
. BADEL-FETH MEKNUZ: Bir yere dârı islâm olduktan sonra konan define, bk. Kenz.
BAĞIŞLAMA bk. Hibe.
BACİY (Bağy) Lügatte zulüm, taaddi, fesada sây, fenalığa düşkünlük. Istılahta Ülülemrin emirlerine haksız olarak uymamak, zorbalık yapmak.
Ülülemrin haklı olan emirlerine haksız olarak isyan edip bir bölgeyi zorbalığı altına alan, bununla beraber müslümanların katlini, zürriyetlerinin esaretini helâl görmiyen kuvvet sahibi bir müslime bâği denir. Cem'i « bügat» dır.
BAĞLAMA LİMANI /aim Heimathafen. — fr. port a"attache. — ing. home port, port of registry ].
Geminin ikametgâhı gibi sayılan limandır. Gemi orada donatılır, mevzu teşkil ettiği hukuki tasarrufların mühim kısmı bu limanda cereyan eder. Geminin sicil dairesi bu liman veya bölgesindedir, salahiyetli mahkeme ve tebligat mahalli kaide olarak oradadır (TK. 1021).
BAHİS /aim. Wette. — fr. pari. — ing. wager, bet (wagering, betting) — lât sponsio /.
1 — Bir tarafın inkâr, diğer tarafın tasdik ettiği muayyen bir vakıa üzerinde yapılan bir anlaşmadır ki bununla iddiasında haksız çıkan taraf diğer tarafa aralarında kararlaştırdıkları bir miktar parayı vermeyi veya muayyen bir edada bulunmayı taahhüdeder. Kumar gibi bahis de bir alacak hakkı meydana getirmez. Ancak borçlu rızasiyle edada bulunursa artık geri almağa bakkı yoktur (BK. 504, 505).
2 — (Bahs): Lügatte teftiş ve araştırmak manasınadır. İstılahta bir şeyi diğerine hamil ve isnad-etmektir. Heyet-i umumiyesi mevzu ve mahmulden mürekkep bir mesele teşkil eder. Meselâ : «emir vücup ifade eder» bir usul meselesidir, mevzuu « emir » , mahmulü «vücup ifade eder» sözüdür. Keza «mutlak beyi mülk ifade eder» bir fıkıh meselesidir. Mevzuu «mutlak beyi » ve mahmulü «mülk ifade eder» cümlesidir.
BAHRİ MÜSADEME bk. Gemilerin çarpışması.
BAHRİ MÜSADERE6/t. Denizde, zapt ve müsadere.
30
BAHT — BARATARYA
BAHT VEYA TESADÜFE BAĞLI MUKAVELE flat, contractus aleatorius (contractus qui aleam continet) contractus fortuitus. — aim aleatorischer oder gewag-ter Vertrag. — fr. contrat aleatoire — ing. aleatory contract ].
Kumar ve bahiste olduğu gibi tarafların veya piyangoda olduğu gibi taraflardan yalnız birinin muayyen olmıyan bir hâdiseye göre bir kazanç veya zarar ihtimaline mevzu ittihaz etmek suretiyle yapılan mukavele (BK. 504-507).
BAKAYA lalm. Dienstflücktiger f Militârrecht). — fr. insoumis. — ing. disobeying the order to present oneself before the authorities; absentee (conscript or reservists, deserter. — lât. desertor. ]
Askerlik çağına giren vatandaşlardan sûn yoklamada bulunarak numara ile veya numarasız asker edildikleri halde istendikleri sırada gelmiyen veya gelip de askerlik yapacakları kıtalara gitmeksizin toplandıkları yerlerden veya yollardan savuşanlara denir.
Bakayalık askerlik bakımından bir suçtur (Askerlik K. 12; AsCK. 63).
BAKİYE [aim. Saldo, Rechnungsvortrag. — fr. solde (de compte). — ing. balance/.
1 — Muhasebede : Bir hesabın alacaklı ve borçlu tutarları arasındaki fark.
2 — Hukukta : Taraflar arasındaki hesabın kapanmasından veya bir borcun kısmen ödenmesinden sonra bir tarafın diğer tarafa borçlu kaldığı miktar (TK. 782, 783/4, 791).
BALIKÇILIK HUKUKU [aim. Fischereirecht. — fr. legislation sur la peche. — ing law of fishery. — lât. ius piscationis (piscatus), ius piscatorium].
Balık avhyabilmek için kanun ve nizamnamesine göre haiz olunması lâzım gelen şartlar, dalyan işletmek ve verilecek resim ve tutulan balıkların satış şekil ve sureti ve balıkçıların tâbi olacağı inzibat hakkındaki kaidelerin hepsi (10 kânunusani 1882 tarihli Zabıta-i Say-diye Nz. tâdil ve zeyilleri, 2 mayıs 1882 tarihli Dersaadet ve Tevabii Balıkhane idaresine ait nizamname ve zeyilleri).
BALTALIK HAKKI [aim. Holzgerechtigkeit, Hol. zungsrecht. — fr. affouage. — ing common of estovers (estouviers), housebote, firebote. — lât ius lignandiJ.
Bir köy veya kasaba ahalisine ihtiyaçları için odun kesmek üzere tahsis edilmiş olan ve «baltalık» denen küçük koru veya ormandan istifade hakkıdır. Eski hukukta baltalık arazi-i metruke arasında yer alırdı (Baltalık K. , Orman K.).
BANDIROL USULÜ [alın. Banderolensystem. — fr. systeme de la banderole, — ing. banderole system j'.
Hedefi istihlâk edenler olmakla beraber cibayeti kolaylaştırmak ve iptidai maddelerle istihsal maddeleri üzerinde kayıtlara dayanan bir murakabe tcs:« edebilmek için vergiye tâbi olan maddenin istihsal olunduğu fabrika veya atölyelerden bu maddeleri muhtevi ambalajlara bandırol veya etiket yapıştırılmak suretiyle alınan istihlâk vergilerinde tatbik edilen bir nevi cibayet usulü.
BANKA [aim. Bank, Bankhaus.— fr. banque.— ing. bank. — lât. mensa argentaria, argentaria taberna ].
Mûtat sanat halinde mevduat (aim Depositen, Geldeinlagen. - fr. depots. — ing. deposites, money in trust) kabulüne ve kredi muameleleri yapmağa kanunla mezun olan müesseseler. İzin almamış olanlar ticaret unvanlarında banka kelimesini kullanamazlar ve mevduat ve kredi muameleleri yapamazlar (Bankalar K. 1 - 3).
BANKACILIK HUKUKU [aim. Bankrecht. -fr. droit bancaire. — ing. law of Banking].
Bankaların kuruluşunu, faaliyetlerini, şahıslarla olan muamelelerini, Devlet tarafından kontrollarını dü-zenliyen kaidelerin hepsi. Bu kaidelerin çoğu 2999 No. lu Bankalar Kanununda bulunmaktadır.
BANKA MUAMELELERİ [aim. Bankgeschâfte. — fr. operations de banque. — ing. banking transctions ].
1 - Ticaret hayatında umumiyetle kabul edilen geniş mânaya göre banka muameleleri bilhassa kambiyo, iskonto, avans, kredi, mevduat, cari hesap, tediyat, çek, havale, akreditif v. s. gibi işleri ihtiva eder. Ticaret Kanununun 21 inci maddesinin 5 No lu bendinde bu mânada kullanılmıştır.
2 — Bankalar Kanununun tatbiki bakımından banka muameleleri tabiriyle ancak mevduat ve kredi muameleleri kasdedilmektedir.
BANKER [aim. Bankier. — fr. banquier. —• ing. banker. — lât argentarius, mensarius, mensularius, nummularius, trapezita; orta zamanda: cambsor, baıı-charius, tnonetarius, tabularius ]
Mevduat ve kredi muameleleri hariç olmak üzere, banka muameleleriy le uğraşan kimse, banka sahibi, büyük sarraf.
Bazen «banker» tâbiri «banka» mânasına da kullanılmaktadır (Meselâ : TK. 612, 926).
BANKINOT [aim. Banknote.— fr billet de banque — ing. bank-note, bank-bill].
Tedavül bankaları tarafından çıkarılan ve üzerinde yazılı meblâğı ibrazında hâmiline ödemeye bankayı mecbur kılan senet. Tatbikatta tediye a) madenî para, b) külçe şeklinde kıymetli maden; c) başka bir piyasa üzerine çek vermekle olur. Şü kadar ki bu da memlekette mecburi tedavül bulunmamakla mümkündür, Netekim bizde de 1715 Numaralı Kanun mucibince Merkez Bankasının ve diğer bazı kanunlar mucibince de Osmanlı Bankasının bankınotları mecburi tedavüle tâbidir.
BÂR (Bârr) Yemininde sebat eden kimse.
BARATARYA [aim. Baraterie, Unterschleif eines Mitglieds der Schiffsbesatzung, — fr. baraterie. — ing. barratry ].
Hilekâr mânasına olan «baıat» tan gelir. Kaptanın barataryası mânası Alınan, Fransız, İngiliz hukuklarına göre değişir. Eskiden yalnız kaptanın kasıt ve hile ile yaptığı zarar ve hasarlara denirdi. İngiliz hukuku el'an bu durumdadır. Bugün mânası genişlemiş ve hafiflemiştir. Fransız hukukuna göre cürümden en hafif kusura kadarı bu mefhum içindedir. Alman ve Türk hukukunda kaptan ve diğer gemi adamlarının donatana veya yükle alâkadara
BARATARYA — BAŞMÜDDEİUMUMİLİK
31
karşı her türlü kasıt, hile ve desise ile bulaşık emniyet kırıcı hareketleridir. Kaptan, barataryasından şahsen mesuldür.
BAREM bk. Maaşların tevhit ve teadülü.
BARINMA LİMANI /alın. Nothafen. — fr. port de refuge — ing. port of refuge, port of emergency. — lât. portus et refugium (perfugium) ].
Geminin havanın fenalığından veya düşmandan korunmak veya acele bir tamiri yaptırmak maksadiyle sığındığı liman, ingiliz, Fransız hukuklarının istisna ve takyitlerle kabulüne mukabil, Türk, Alman hukuku ve York-Anvers kaideleri barınmayı büyük avaryadan sayarlar (TK. 1257 fk. 4).
Barınmada büyük avarya vasıfları bulunmıyap haller için (TK. 1176) bakınız.
Barınma limanı mahkemenin salâhiyetini tâyine yarar (TK. 1063).
BARIŞ bk Sulh.
BARNAME (Yük lislesi) /aim Zolldeklaration (Warenverzeichnis). — fr. declaration de marchandises (en douane). — ing. customs declaration ].
Kara taşıma vasıtalarının Türkiye gümrüğüne vardıklarında ibraz olunan ve getirilen yüke ait vesikadır.
BARO /aim. Rechtsanwaltskammer, Anwaltskam-mer. — fr. barreau, ordre des avocats. — ing. Bar, Inns of Court (barristers), Law Society (solicitors/ /.
Muayyen bir bölge içinde âzası miktarı en az on beş avukattan ibaret bulunan ve avukatların meslek ve haysiyetlerine taallûk eden işlerde kanunun gösterdiği vazifeleri yapmağa salahiyetli âza. arasından seçilmiş bir reis ve bir idare meclisi ile temsil edilen avukatların hepsi.
BASIN bk. Matbuat.
BASİT USUI.-Ü MUHAKEME bk. Hukuk muhakemeleri usulü.
BAST (Bus[) Lügatte, açmak ve yaymak. Istılahta bir adedi kıymetine halel gelmemek üzere büyültmek.
Meselâ : Üç oğlan )e bir kız bulunan bir miras meselesinde* üç oğlan altı kız itibar olunur ve hisse itibariyle bir oğlan iki kız hükmünde olduğundan kıymeti büyümemiş ve fakat adedi yükselmiş olur.
BAŞABAŞ /aim. Pari, zum Nennvert. — fr an pair. — ing. at par/.
Bir senedin veya bir ecnebi parasının itibari değeri ile piyasa değeri biribirine müsavi olması hali. Üzerinde yüz lira yazılı hisse senedinin borsada alım veya satım fiyatı da yüz lira olursa, bu senedin değeri başabaş demektir.
BAŞKASI HESABINA SİCORTA /alnı. Versiche-rung für fremde Rechnung.— fr. assurance pour compte d'autrui. — ing. insurance for account of another j.
Karada ve denizde cari bir sigorta usulü. Bununla sigorta mukavelesini imza eden kimse, bu mukavelede bir alâkası olmaksızın, başka bir şahıs ad ve hesabına hareket ederek her hangi bir kazanın vukuunda o şahsın mukaveleden istifadesini temin eyler. Meselâ : Bir gemiye
yükletilen eşyanın yolda başka bir kimseye satılacağını düşünen mürsil bu eşyayı satın alan, yani kazanın vukuu esnasında ilgili bulunan şahıs adına sigorta ettirebilir. Bu takdirde sigorta bedeli, lehine sigorta yapılan kimseye verilir (TK. 935).
BAŞKASININ FİİLİNİ TAAHHÜT /aim. Vertrag zu Lasten Dritter. — fr. porte . fort — ing. contract imposing liability upon a third party (promising performance by third party/, contract whereby a party promises performance by a third party ].
Bir kimsenin diğerine karşı üçüncü bir şahsın fiilini taahhüdetmesidir. Eğer fiili taahhüt olunan şahıs, temin edildiği tarzda taahhüdünü yapmazsa taahhü-deden kimse, karşı tarafın bu yüzden uğradığı zararı ödemek zorunda kalır (BK. 110).
BAŞKOMUTANLIK [aim. Oberbefehlshaber der Wehrmacht, Oberbefehl iiber die Wehrmacht. — fr. commandant en chef des armies. — ing. supreme military command, commander - in - chief. — lât. imperium (summum I/.
Kara, deniz ve hava ordularının en yüksek komuta makamıdır. Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin mânevi şahsiyetinde mündemiç olup Cumhurreisi tarafından temsil olunur. Harb kuvvetlerinin emir ve kumandası sulh zamanında Genelkurmay Başkanlığına ve seferde İcra Vekilleri Heyetinin inhası üzerine Reisicumhur tarafından nasbedilecek zata tevdi olunur
(TEK. 40)
BAŞKOMUTANLIK MAHKEMESİ bk. Askerî mahkemeler.
BAŞMÜDDEİUMUMİLİK Temyiz Mahkemesi teşkilâtı içinde iddia makamını temsil eden bir müessesedir. Hâkimler Kanununa tâbi bir başmüddeiumumi, bir başmuayin ve lüzumu kadar muavinlerden teşekkül eder. Başmüddeiumumi Cumhuriyet müddeiumumilik heyetinin âmiridir Onlara nezaret ve onlarla doğrudan doğruya muhabere eder.
Esas vazifesi : 1 ) Türkiye mahkemelerinden verilen cezaya mütaallik ve temyiz yoluna müracaat edilmiş olan kararları tetkik ve mütalâasiyle birlikte ait olduğu temyiz dairelerine göndermek, dairelerden çıkan kararlar aleyhine tashihi karar ve itiraz gibi kanun yollarına müracaat etmek, 2 ) Temyiz Mahkemesinde duruşmalı işlerde duruşmaya iştirak ve iddia makamını temsil etmek, 3) Yazılı emirleri mütalâasiyle birlikte ait olduğu temyiz dairesine göndermek, 4) Hukuk mahkemelerinin 2500 kuruşa kadar alacak dâvalarına ait ilâmlarına karşı kanun nef'ine olarak temyiz yoluna müracaat etmek, 5) Divan-ı Alide müddeiumumilik vazifesini görmek, 6) Tevhid.i içtihat heyetine iştirak ederek rey vermek, 7) Cumhuriyet müddeiumumileriyle muavinleri hakkında terfie esas olacak notları vermek, 8) Müddeiumuminin iştirak ettiği butlan davalarına ait temyiz duruşmalarında bulunmak, 9) Hâkimler Kanununa göre teşekkül eden haysiyet divanına müddeiumumi sıfatiyle iştirak etmek, hâkimlere taallûk eden inzibati cezaların müdafaalarında bulunmak, 2 No. lı ayırma meclisine reislik etmek, 10) Bazı cürümlerden dolayı memurlar ve şerikleri hakkında takip ve muhakeme usulüne dair 1609 No. lı kanunun verdiği salâhiyete dayanarak sebepsiz gecikmeleri Adliye Vekilliğine bildirmektir (Teniyiz Mahke-
32
BAŞMÜDDEİUMUMİLİK - BEDEL İ MİSİL
mesi Teşkilâtına dair K. 2,8 -10; Mehakimi Nizamiyenin Teşkilâtı hakkında muvakkat K. 60; CMUK. 219,343 ; HUMK. 427 ; TEK. 64; Hâkimler K. 35,51,96 ; 1609 No. K. 6).
BAŞTENE Tımar sahiplerinin seyislik hizmetini yapan ve «vingu» denilen kimselere tahsis edilmiş olup mülga koru ağaları tarafından tapu ile ihale olunagelen yer demektir ki, haklarında Arazi Kanununun neşrinden sonra arz-ı mirî hükümleri tatbik olunmuştur.
BAŞVEKÂLET /aim. Ministerprasidium.— fr. Pre-sidence da Conseil. — ing. Prime Minister/.
Parlâmento rejimi ile idare edilen memleketlerde devlet reisinin yanında, hükümet reisi sıfatiyle yer alan şahsiyetin işgal ettiği makam. Hükümet reisi sıfatiyle muhtelif vekâletlerin faaliyetleri arasında ahenk ve intizam kurmağa çalışır. Diyanet İşleri Reisliği, Devlet Şûrası, Matbuat, Evkaf, Meteoroloji Umum müdürlükleri Başvekâlete bağlıdır. İstatistik U. Müdürlüğü, Yüksek Murakabe Heyeti, Genelkurmay Başkanlığı gibi muhtariyeti haiz bazı müesseseler de Başvekâlete bağlıdır.
BÂTIL [lât. nullum, non existens, inutile, inef-ficax. — aim. nichtig, nichtexistent, ungiiltig. — fr. mil et inexistant. — ing. void, null and void, invalid].
Gerek şekle riayet olunmaması ve gerek âdaba, ahlâka, âmme intizamına veya şahsiyete mütaallik hükümlere aykırı bulunması dolayısiyle hükümsüz olan hukuki muamelelerin durumu.
BÂTIL EVLENME bk. Evlenme.
BAYİ /lât. venditor. — aim Verkaııfer. — fr ven-deur. — ing. vendor, seller ].
Mameleke giren ve başkalarına devredilebilen bir hakkı veya malı satan kimsedir.
BAYRAK [aim. Fahne, Flagge. — fr. pavilion, drapeau.— ing. flag {colours). — lât. signum, vexillum]
Devletin timsali olmak üzere muayyen renkli ve ölçülü kumaş üzerinde yine muayyen ebatlı bir şekil taşıyan millî alâmet. Bayrağa hürmetsizlik cezayı muciptir.
Bayrakta temsil etmek mahiyeti bulunduğu için milletlerarası hukukunda da buna saygıyı tazammun ettiren kaideler vardır (Türk Bayrağı K. ; TK. 1459-1482; CK. 154, 165).
BAYRAK (SANCAK) ESASI [aim. Recht der Flagge, Flaggenprinzip. — fr. loi du pavilion. — ing. the law of the flag].
Bir devletin bayrağını taşıyan gemiler açık denizlerde iken o devletin toprağından sayılırlar. Bu gemilerde doğan bir çocuk o devletin toprağında doğmuş, işlenen bir suç yine o devletin toprağında işlenmiş sayılır.
Tarafsız bir devletin sancağını taşıyan ticaret gemilerinin savaşan devletler tarafından zaptolunamıyacak-larına dair deniz ticareti ve devletler umumi hukukunda cari olan prensipe «sancak yükü korur» kaidesi denir. Bu kaide icabı olarak harb ve ticaret gemileri açık denizlerde deniz haydutluğu, esir ticareti ve diğer milletlerarası bir suç yapmadıkça ecnebi bir devletin harb gemileri tarafından muayene edilemeyip yalnız mensup oldukları devletlerin resmî kuvvet ve makamlarına tâbi kalırlar. '
BAYRAK TASDİKNAMESİ [aim. Flaggenzeugnis, Flaggenattest. — fr. certificat de pavilion. — ing certificate of registry /.
Türkiye dışında Türk vatandaşının mülkiyetine geçtiğinden dolayı Türk bayrağını çekmekle beraber henüz Türk gemi sicilline tescil edilmediği için kendisine gemi tasdiknamesi verilemiyen bir gemiye mahallin Türk konsolosu tarafından verilen ve gemi tasdiknamesi yerine geçen vesika Yolculuk mücbir sebepler yüzünden daha fazla uzamış olmadıkça bayrak tasdiknamesi verildiği günden itibaren ancak bir sene için muteberdir (TK. 1468).
BAYTARLIK HUKUKU [aim. Veterinarrecht. — fr legislation veterinaire. — ing. veterinaray lavı. — lât ius veterinarium ].
Hayvan yetiştirilmesine, haralar teşkiline, damızlık hayvanların ıslahına, diğer zararlı hayvanların öldürülmesine ve sağlık zabıtasına, bulaşık hastalıklardan ko-runulmasına taallûk eden kaidelerin hepsidir (861, 2342, 1234, 3243 No. K.).
BÂZİA (Bazi'a) Deri ile beraber biraz da etin kesilmesi şeklindeki yara. Hükmü «hükümet-i adil» dir.
BECAYİŞ [aim- Amtertausçh. — fr. permutation de poste.— ing. exchange of offices or posts j.
İki memurun kendi rızaları ve ilgili makamın tasdikiyle aralarında memuriyet, makam ve vazifelerini değiştirmeleri.
BEDEL (SEMEN) [lât. pretium. — alnı. Preis, Gegenvcert. — fr prix, contre - valeur, loyer ].
Bir malın, hizmetin veya hakkın karşılığı olarak verilen mal, yapılan hizmet, ödenen para veya terk edilen hak.
BEDEL-1 FERAĞ bk. Ferağ
BEDEL-Î İCARE bk. Ücret
BEDEL İLE FERAĞ Tasarruf hakkının bedel mukabilinde başkasına terki.
BEDEL-1 KİTABE ( Kitaba) Kölenin kitabet mukabilinde sahibine ödemeği deruhte etmiş olduğu mal. Buna ba?.en «bedel-i mükâtebe» de denir.
BEDEL-1 MAHLÜLÂT (MahlülSt) Mirî arazi mutasarrıfının intikal sahiplerinden bir kimse bırakmaksızın ölmesi üzerine uhdesindeki yerin başkasına tefvizinde rakabe sahibi olan devlet için alınan bedel-i misildir. İki nevidir:
a) Hak-kı tapu sahibine verilen arazi-i mahlûle mukabilinde tapu-yu misil;
b) Hak-kı tapu sahibi olmadığı veya olup da hakkını ıskat eylediği halde müzayede ile talibine tefvizde alınan bedel.
BEDEL-1 MENFAAT (Menfa'at) Menfaatin ivaz ve bedeli demektir ki, ücrettir.
BEDEL-1 MİSİL (Mişl) (Arazide): Tasarruf hakkı mukabilinde verilen muaccele-i misil, yani emsaline uygun peşin para.
(Vakıfta): Tedavül eden müsakkafat ve müstegallâ-tı mevkutede bigaraz erbabı vukuf tarafından bu mülkiyet için takdir olunan kıymet.
BEDELİ ÖŞR — BELEDİYE
33
BEDEL-İ ÖŞR (-İ 'uşr)
Arazi-i emîriye üzerine bina yapmak veya gayri-müsmir ağaç dikerek koru ittihaz etmek hallerinde öşre bedel alınan kiradır. Bu kiraya «icare-i zemin» veya «mukataa» dahi denir.
BEDEL-I RAKABE (-irakaba)
Kölenin şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi mukabilinde vermeyi deruhte ettiği «ıtk» veya «kitabet» akçesi.
BEDEL-İ NAKDÎ [aim. Loskaufsgeld (von der Wehrpflicht). — fr. taxe d'exoneration militaire. — ing. price of redemption, ransom. — lât. pecunia (pre-tium) redemptionis].
Askerlik mükellefiyetinin fiilen değil, nakdî bir bedel ile yapılması mânasını ifade eden bu usul Askerlik Kanunumuzla tamamen ortadan kaldırılmıştır. Ancak, muvazzaflık hizmetini azaltmak için Askerlik K. 104 te gösterildiği veçhile her sene asker edilen erat miktarı ordu ihtiyacından f)-zla kaldığı müddîtçe Millî Müdafaa Vekili henüz silâh altına alınmamış efrattan bedel-i nakdî kabulüne salahiyetlidir. Bu suretle bedel-i nakdî verenler bulundukları veya arzu ettikleri yerlerde altı ay talim yapmağa mecburdurlar.
Yedek subay olacaklardan ve seferberlikte hiçbir vatandaştan bedel kabul edilmez.
Bedel efradına talimleri müddetince maaş, tayın ve elbise de verilmez (Askerlik K. 104- 113).
BEDEN CEZASI [aim. Leibesstrafe. — fr. peine corporelle. — ing. corporal punishment. — lât. supplici-um, castigatio ].
İnsanın hayatı veya vücudu üzerinde tatbik olunan cezalardır ki, asli cezaların en başında gelir. Ölüm, vücudun bir parçasını kesmek, dövmek, işkence etmek, damga vurmak gibi. Bugünkü cezalar sisteminde ölüm ve kısırlaştırmaktan başka bu nevi cezalar kalmamıştır.
BEDEN MÜKELLEFİYETİ [aim. Arbeitsflicht. — fr. prestation, corporelle. — ing corporal labour (service). — lât. corporale munus, corporalis labor].
Beden mükellefiyetleriyle ödenen bir nevi kanuni mükellefiyet. Bu mükellefiyet bazan karşılıksızdır (Yol Mükellefiyeti Kanunu madde 2 ve Hava Taarruzlarına Karşı Korunma K. mad. 1 de olduğu gibi . Bazan da bir bedel mukabilindedir ^Millî Müdafaa Mükellefiyeti K. mad. 1 ve Millî Korunma K. mad. 9 da bahis mevzuu olan iş mükellefiyeti gibi).
Beden Terbiyesi Kanununun 4 üncü maddesinde yazılı olduğu gibi gençler için boş zamanlarda beden terbiyesine devam etmek mecburiyeti de bir nevi beden mükellefiyetidir.
BEDEN TERBİYESİ bk. Beden mükellefiyeti.
BEKÇİ 1 — [aim. Wachter, Nachtwachter. — fr. gardien, gardien de nuit. — ing. watchman, night watchman. — lât. custos]. Şehirlerle kasabaların adlî ve idarî işlerinde mahallî zabıtanın nezareti altında onlara yardım ile mükellef ve bu vazifeleri ifa sırasında polisin hak ve salâhiyetini haiz kimse ( Çarşı ve Mahalle Bekçileri K.).
2 — [aim. Hiiter, Feldhiîter. — fr. garde cham. petre. — ing. keeper, game-keeper]. Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanunun 13 üncü maddesi gereğince münhasıran bu kanunun gösterdiği vazifelerle meşgul olmak; kır bekçileriyle koruculara ait vazifeleri görmek ve müstesna hallerde en büyük mülkiye memurlarının emirleriyle vazifeleri dışındaki emniyet ve inzibat işlerinde meşgul olmak üzere tâyin edilen kimseler,
BEKLEME MÜDDETİ 1 - (DH) [aim. Wartezeit
— fr. jours de planehe, staries. — ing. lay days, demurrage]. Kiralıyanın mal yükletilmesi veya boşaltılması için kanun ile veya mukavele mucibince beklemek mecburiyetinde olduğu müddet. Buna nazaran bekleme müddeti yalnız yükleme ( veya boşaltma ) müddetinden ibaret olabileceği gibi sürastarya karaılaştırılmış ise, bu da yükleme müddetine katılır. (TK 1111, 1120, 1126). bk. Sürastarya, boşaltma müddeti, yükleme müddeti.
2 — bk. İddet müddeti.
BEKLENEN HAKLAR [aim. Anwartschaftsrechte.
— fr. expectatives, droits expectatifs. — ing. expectancy, contingent interest, remainder] .
ilerde iktisap olunacağı ümidedilen haklar demek olup müktesep hakların zıddıdır. Kanuni mirasçıların tereke açılmadan evvelki hakları bu kabildendir.
BEKLENİLMİYEN VAZİYET [alın. Erschütterung der Geschaftsgrundlage. — fr. imf:rivision, — ing. frustration].
Borcun ilası, mukavelenin akdi zamanında göz önüne getirilmesi mümkün olmıyan siyasi, iktisadi, içtimai hâdiselerden dolayı âkıd için tahammülü çok güç bir külfet teşkil ettiği takdirde, âkide mukavelenin tadil veya feshini talep veya dâva edebilmek hakkını veren sebeptir. Bir fabrikatörün uzun bir zaman zarfında tedricen ve mukavelede muayyen fiyatlarla teslim edilmek şartiyle akdettiği bir satış mukavelesine dâhil olan eşyanın bu mukaveleden sonra harb çıkması üzerine iptidai madde fiyatlarının, işçi ücretlerinin pek ziyade yükselmesi veya kaıarlaştırılan para kıymetinin çok düşmesi neticesinde aynı fiyatlarla satılması fabrikatör için iktisadi, malî bir felâket teşkil edebileceğinden bahisle vuku bulan müracaatları bazı memlektt mahkemeleri kabul etmişlerdir ki bunun neticesi olarak çıkan vaziyete beklenilmiyen vaziyet denmiştir.
«Beklenilmiyen vaziyet» in âkıdler üzerine tesiri «clausüla rebus sic stantibus*, yani akdin yapıldığı zamandaki şartların devamı müddetince muteber sayılacağı kaidesiyle de izah edilmektedir.
BELDE KADISI Eskiden şehir ve kasabalarda fertler veya fert ile hükümet arasında çıkan ihtilâfları hal ve fasla mezun olan hâkimdi.
BELEDİYE [lât. Municipium. — aim. Stadtver. waltuna, Stadtgemeinde. — fr. municipality (communes urbaines). — ing. municipality].
Şehir ve kasabalarda ve nüfusu iki binden fazla olan köylerde oturanların mahallî mahiyette müşterek ve medeni ihtiyaçlarını sağlamak ve düzenlemek ile mükellef hükmi şahsiyeti bulunan tekemmül etmiş komün teşkilâtı ( Belediye K. 1 ).
H. L. 3
34
BELEDİYE ENCÜMENİ - BERİD
BELEDİYE ENCÜMENİ [aim. Magistrat. — fr. commission municipale. — ing. municipal corporation].
Belediye meclisinin toplu bulunmadığı zaman, belediyenin bazı işlerini gören, bu meclisin toplandığı vakit müzakere edeceği işleri hazırlıyan heyettir.
Encümen, belediye reisiyle belediyenin daire baş âmirlerinden ve belediye meclisinin kendi âzası arasından seçeceği kimselerden teşekkül eder (Belediye K 77-87).
BELEDİYELER BANKASI Merkezi Ankara olmak üzere doksan dokuz sene müddet ve on beş milyon lira itibari sermaye ile kurulmuş ve başlıca vazifesi şehirlerin tanzimi ve kurulması işlerinde görecekleri umumi hizmetler için belediyelere kısa veya uzun vadeli avans vermek, cari hesap açmak, ödünç vermek, kefalet etmekten ibaret olan malî bir müessesedir (Belediyeler Bankası K, ).
BELEDİYE MALLARI bk. Âmme hükmi şahıslarının malları.
BELEDİYE MECLİSİ [aim. Stadtverordnetenver-sammlung, Stadtrat. — fr. conseil municipal. — ing. council, town council. — lât. curia, ordo decurionum, de-curia].
Belediye hükmi şahsiyetinin en yüksek uzvu olmak üzere kanunda vasıfları yazılı vatandaşlar arasından dört sene müddetle seçilen kimselerden teşekkül eden heyet (Belediye K. 20 vd.).
-BELEDİYE RElSİ [aim. Bürgermeister. — jr. maire. — ing. mayor. — lât. duumviri].
Belediye meclisi âzası arasından veya hemşehriler içinden veyahut hariçten dört sene için gizli reyle ve çoğunlukla seçilen ve belediyeyi temsil eyliyen kimse. Vilâyet merkezi olan şehiılerde belediye reisinin seçilmesi Dahiliye Vekilinin inhası ve Cumhur Reisinin tasdiki, vilâyet merkezi olmıyan yellerde valinin tasdiki ile katileşir.
Vekiller heyetince görülecek lüzum üzerine tesbit edilecek yerlerden vilâyet merkezi olanların belediye reisleri Dahiliye .Vekâleti ve vilâyet merkezi olmıyan-ların belediye reisleri mensup oldukları vilâyet valileri tarafından nasp ve icabında azledilebilirler. Bu gibi yerlerde ve Ankara'da belediye reisliği Dahiliye Vekâletinin inhası ve Cumhur Reisinin tasdiki ile mahallerinin vali veya kaymakamlarına tevdi edilebilir, istanbul valileri kanunen istanbul Belediyesinin reisleridir (Belediye K. 88, 89, 91, 94, 105).
BELEDİYE SUÇLARI [aim. Übertretungen orts-polizeilicher Vorschriften. — fr. infraction aux lois municipales, contraventions municipales. — ing. infringements of bye-laws, infringements against municipal statutes (against rules of local police authorities)].
Belediye zabıtası talimatnamelerinde ve belediye encümenlerinde hazırlanacak tembihnamelerde yazılı yasaklar ve tembihlerle Belediye Kanunu ve nizamlarının emir ve yasaklarına aykırı hareketler (1608, 2575 No. K. ; 423 No. Belediye Resim ve Vergileri K. 27 - 38 ; lcar-ı Akar Nz. 22).
BELEDİYE ZABITASI [aim. Gemeindepolizei, Ortspolizei. — fr. police municipale. — ing. local police (authorities), city police, county-police].
Belediye sınırları içinde belediye kanun, nizam ve yasaklarının ve bunlara dayanılarak verilen emirlerin ve cezaların infazı ve belediye suçlarının takibi vazife-leriyle mükellef bulunan hususi teşkilât.
Bu teşkilât, şubeleri olmıyan belediyelerde doğrudan doğruya belediye reislerinin, şubeleri bulunan yerlerde belediye müdürlerinin emirleri altındadır (Belediye K. 104-109).
BENT 1 — Eski kanun ve nizamlarda bir rakam altında veya rakamsız yazılan madde ve fıkralara denir. Netekim bazı kanun ve nizamnamelerin muhtevi olduğu hüküm ve meseleler bent unvanı altında tertip ve tanzim olunmuştur.
2 - bk. Madde.
BENÜL AHYAF (Bana '1-ahyâf) Oğlan kardeş olsun, kızkardeş olsun, ana bir kardeşler.
BENÜL ALLAT CAIlât) Baba bir erkek ve kız-kardeşlerdir.
BENÜL AYAN (A'yârı) Ana baba bir erkek veya kızkardeşlerdir.
BERAET [lât. absolutio (absolvere). — aim. Freisprechung. — jr. acquittement. — ing. acquittal].
Suçlu sanılarak mahkemeye verilen kimsenin iddia olunan fiilin faili olmadığına veya bu fiilin suç teşkil etmediğine dair ceza mahkemesinden çıkan hüküm ( CMUK, 253 - 260, AsUMK. 185 - 196 ).
lsnadedilen fiilin suç teşkil etmemesinden dolayı beraete eski hukukta «ademi mesuliyet» denilmekte idi.
BERAET-İ ZİMMET Bir şahsın zimmetinin, yani nefis ve zatının, bir şeyin vücup ve lüzumundan hâli olması, yani bir hak ile meşgul olmaması.
BERAET-İ ZİMMET MAZBATASI [fr. decision de quitus].
Muhasiplerin zimmeti bulunup bulunmadığını, memurların maaşlarından icrası lâzım gelen kanuni ve nizami tevkifattan borçlu olup olmadıklarını ve vazifede hangi tarihten hangi tarihe kadar istihdam edildiklerini, terfi görmüş ise terfi maaşlarını ve memuriyetten ayrılma sebeplerini bildiren idare heyetlerince tanzim olunmuş mazbatalara denirdi.
Bugün bu mazbataların hukuk bakımından hükmü yoktur.
BERAT (Barâı) imamlık, hatiplik gibi bir vazifenin tevcihini ve rütbe ve nişan veya imtiyaz verildiğini göstermek üzere sultan tarafından verilen tuğralı ferman, belge.
BERİD (Barid) On iki mil, yani kırk sekiz bin zirâi mimari. Uzunluk ölçüsüne nazaran bir berid dört fersah, yani otuz bin zirâi mimaridir ki orta yürüyüşle dört saatlik mesafe eder.
BER NEHC-İ ŞERÎ - BEYİ FASİT
35
BER-NEHC-I ŞER'Î (Ber nnhc-i sar'î) Nehc, açık ve belli yol demektir. Ber-nehc-i şer'î demek, şer'î usul veçhile demektir ki çok zaman saklerde kullanılır.
Meselâ, şahadet fıkrasında «ber-nehc-i şer'î şahadet etmekle» denir ki dâvaya mutabık ve usulüne uygun olarak şahadet etmekle demektir.
BERVECH-İ İŞTİRAK TASARRUF (B-r-vach-i iştira'* tHSıırrur) Bir malın birden çok kimseler tarafından müşterek mülkiyet şeklinde tasarruf olunması.
BEYAN-I ZARURET (B«y5n-i iarürat) Beyana mevzu olmıyan bir nevi söz, söylenmediği halde söylenmiş sayılan hüküm. Beyan-ı zaruret bazan mantık hükmünde olur. Kur'anda (va varişahû abavâhu f a-li-ummihis-sulus) cümlesinde evvelâ miras ana babaya izafe olunarak hiçbirinin hissesi beyan edilmemiştir. Bu cihetle mutlak iştiraki icabeder. Sonra da üçte birinin anaya ayrılması, geri kalanın babaya ait olduğunu beyandır.
Bazan ihtiyaç halinde sükûttan ibaret olup meselâ yemin teklif edilen kimsenin yemin etmeyip sükût etmesi hakkın vücudunu beyandır. Keza velinin velayeti altındaki küçüğün ticaretini görüp de sükût etmesi ticarete izin verdiğine delil farz olunur. Mecellenin 1751, 971 inci maddeleri sükûtun ihtiyaç halinde beyan olması esasına müstenittir. Bu kaideden fıkıhta birçok meseleler çıkarılmıştır.
BEYANNAME [aim. Deklaration, Erklârung, Er-klarungsurkunde, Manifest. — fr. declaration. — ing. declaration. — lât. edictum].
1 — (AH) : Hukuki veya fiilî bir vaziyetin varlı-ğını ilân eden veya salahiyetli makamlara bildiren vesika. 1789 tarihli Beşer ve Vatandaş Hukukları Beyannamesi, Divan-ı Muhasebatın Millet Meclisine verdiği umumi mutabakat beyannamesi, harcırah beyannamesi gibi.
2 — (DUH-: Bazı diplomatik vesikalara verilen isim olarak kullanılan bu tâbir muayyen ve açık bir ıstılah halinde yerleşmiş değildir. Bazan tek tarailı bir irade beyanından ibaret, bazan milletler arası kongre ve konferanslarda kabul edilen umumi kaideleri tesbit ve ilân eder bir vesikadır. 1780 tarihli Silâhlı Bitarallık Beyannamesi, 1856 tarihli Paris Beyannamesi, 1909 tarihli Londra Beyannamesi gibi.
BEYAZ CİRO bk. Ciro
BEYAZ KADIN TİCARETİ bk. tnsan ticareti. BEYİ 1 — bk. Satış
2 — (BAY') : Malı mala değişmek. Bu muamele hüküm, satılan şey ve bedeli bakımlarından birçok kısımlara ayrılır. Hüküm itibariyle beyi iki kısım olup biri «mün'akit» diğeri «gayr-i mün'akit», satılan şey itibariyle beyi dört kısımdır: Birincisi bedel mukabilinde mal satmaktır ki satışların en çok yapılanı bu olduğundan «beyi» buna denir, ikincisi «sarf» (şarf) , üçüncüsü «mukayaza» (mukayaza) ve dördüncüsü «selem» (salam) dir. Bedel itibariyle de beyi dört kısım olup bunlar da «murabaha» (murabaha), «vazıya» (vâziye), «müsaveme» (musavama), «tevliye» (tavliyaj dir.
Bey' ve şirâ1 Arap dilinde ezdattan, yani her biri diğerine mukabil ve zıt iki mânaya mevzu elfazdan olup hem satın alma ve hem de satma mânalarında kullanılır. Lâkin çok zaman beyi satmak, şira almak mânalarında kullanılır, bk. Murabaha tarikiyle beyi, tevliyet tarikiyle beyi, vszıa tarikiyle beyi.
BEY-İ BİLİSTİCRAR (Bay'un Bi - 'I- isticar) Sonradan mecmu bedeli verilmek üzere belli bedelle ceste ceste mal satmaktır. Bakkallardan deftere yazılmak suretiyle mal almak bu kabildendir.
BEY-İ BİLİSTİGLÂL ( Bay'.ın Bi'l-istiglal ) Satanın malı kiralamak üzere vefaen bey'etmesi.
Istiglâl lügatte gailesi hâsıl olacak, yani gelir verecek bir şeyin gailesini almak mânasına olup beyi bilistiglâlde satıcının satılan şeyi kiralaması meşrut olduğundan, satılan şeyin geliri, yani ücreti müşteriye şart kılınmış demek olur. Meselâ bir kimse malik olduğu bir evi kendisi kiralamak ve satış bedelini geri verdiği zaman müşterinin evi geri vermesi şartı ile 10.000 kuruş mukabilinde satıp tahliye ve teslimden sonra o haneyi satıcı, malûm ücretle kiralarsa bu satış bey'i bilistiglâl olur.
BEY-İ BİLMÜCAZEFE bk. Cüzafen beyi.
BEY-İ BÂT (Bay'-i bât) Katî satış demektir ki bey-i vefa ve istiglâlin karşılığıdır.
BEY-İ BÂTIL (Ba/'-i bâtil) Aslen sahih olmıyan, yani kendisinde tamamen veya kısmen inikat şartları bulunmadığı cihetle rüknünde halel olarak zaten müna-kit olmıyan satıştır ki hakikatta satış akdi yok demektir. Ehliyetsizin bey'i gibi.
BEY-İ BİL VEFA 1 — [lât. remeditio, pactum retroemendi.— aim. Riickkauf, Widerkauf.— fr. pacte de remere — ing. repurchase, redeption, sale with potter of redemption/. Kararlaştırılan müddet içinde satılanı geri almak şartiyle yapılan satış akdidir. Burada satan aldığı bedeli satın alana geri verir ve bu d(t satın aldığı malı eski sahibine iade eder (BK. 213, MK. 660, 883).
2 — (Bay'un bi-'l-va-fö) Bir kimsenin bir malı başkasına bedeli geri verdikte malı geri vermek üzere şu kadar kuruşa satmasıdır ki müşteri mebi ile intifa eylemesine nazaran bey-i caiz hükmünde ve tarafeyn bunu feshe muktedir oldukları cihetle bey-i fasit hükmünde ve müşteri satılan şeyi başkasına satmadığı cihetle rehin hükmündedir.
Vefa, ahit ve peymanı muhafaza eylemek manasınadır. Bu bey'e bey-i bilvefa denilmesi satıcı bedeli geri verdikte müşteri dahi satılan malı geri vermek üzere eylediği ahde vefası şart olduğu içindir.
BEY-İ CAİZ Sahih olan satış.
BEY-İ FASİT ( - i fâsid) Aslen sahih olup da vas-fen sahih olmıyan, yani zaten münakit olup da bazı dış vasıfları itibariyle meşru olmıyan beyidir.
Şöyle ki: Satış akdinin inikat şartı bulunup da satılan şey meçhul yahut bedelde halel vâki olmak, yahut akitte müfsit şart bulunmak gibi inikattan hariç vasıflar itibariyle meşruiyet bulunmazsa satış fasit olur.
36
BEY-İ GAYRİLÂZIM - BEYYÎNE
BEY-I GAYRI LÂZIM (-İ Gayr-i lazim) Kendisinde hıyarattan birisi bulunan bey-i nafiz.
BEY-I GAYRlMÜNAKİT (-i Gayri mun'akid) bey-i bâtıldır.
BEY-i LÂZIM (-i Lâzim ) Hıyarattan âri olan bey-i nafizdir.
BEY-I MEVKUF (-i Mavküf) Başkasının icazetine bağlı olan satış: Fuzulinin bey'i gibi.
BEY-I MUKAYAZA (-İ Mukayaza) Aynı ayna. yani nakitten başka olarak malı mal ile değiştirmektir ki tramp.dan ibarettir.
Bir atı bir halı ile veya bir evi bir dükkân ile trampa etmek gibi.
BEY-I MÜNAKlT (-İ Mun'akid) İnikat bulan satış akdi demektir ki sahih, fasit, nafiz, mevkuf kısımlarına ayrılır.
BEY-I İNAFlZ (-i Nafiz-) Üçüncü şahsın hakkı taallûk etmiyen satış akdidir ki, lâzım ve gayrilâzım kısımlarına ayrılır.
BEY-I SAHİH (- i Şahîh) Zaten ve vasfen meşru olan satış akdi. Zaten meşru olmak inikat şartlarının bulunmasiyle, vasfen meşru olmak da bedelin belli olması ve âkıdlerin rızası gibi inikattan hariç olan lüzumlu vasıfların, yani sıhhat şartlarının vücudiyle olur.
BEY-I TEATl (-i Ta'âtT) Alıp vermekle olan fiilî bir satış akdi. Pazarlıksız ve lâkırdısız müşterinin parayı, ekmekçinin de ekmeği vermesi gibi.
BEY-I TELClE bk (Telcie)
BEY'lYE Maliye hazinesine ait pul ve kıymetli kâğıtlar ile İnhisarlar İdaresine ait mevat ve mamulâtın muayyen kıymetinden muayyen nispet dâhilinde satıcıya bırakılan satma payı» Bu hakkı tanıtan vesikaya bey'iye tezkeresi, ruhsatiye veya ruhsat tezkeresi denir.
790, 1503 , 2441 No. h İçkiler, Kibrit, Barut İnhisarı Kanunlarından sonra çıkan kanunlarda bey'iye tâbiri yerine başka kelimeler kullanılmıştır. 3078 No. lı Tuz Kanununda komisyon ve prim, 3437 No. lı Tütün İnhisarı Kanununda satış hakkı, 3468 No. lı Pul ve Kıymetli Kâğıtlar Satışı Kanununda satış aidatı denilmiştir.
BEYLERBEYİ 1 — Osmanlı İmparatorluğunun eski teşkilâtında taşra dairelerinin, eyaletlerin başında bulunan en büyük mülki ve askerî âmir.
Rumelinin fethinden sonra bir Rumeli Beylerbeyi tâyin ve Rumelinin idaresi buna tevdi olunmuş ve sonra bir de Anadolu Beylerbeyliği ihdas edilmiştir. Ülke genişledikçe eyaletlerin ve beylerbeylerinin sayısı da artmıştır.
2 — İlga edilmiş olan mülkiye rütbelerinden miri-miranın üstünde ve ulâ evveline muadil bulunan rütbe.
BEYLlKCl-I DlVAN-I HÜMAYUN Osmanlı İmparatorluğunda Babıâli Divan-ı Hümayun kaleminin reisi ve âmiri.
BEYNELMİLEL bk. Milletler arası. BEYNUNET (Baynüııa) Lügatte ayrılık. Istılahta filhal nikâhın kalkmasını mucip olan ayrılık.
BEYT-I IDDET (Bayt-i 'Iddal Evlilik devam ederken karı ile kocanın birlikte oturdukları ev.
BEYTÜLMAL (Baytul-mâl) İslâm hukukunda maliye hazinesi.
BEYTÜLMAL MASRAFLARI Başlıca dört nevidir:
1 — Emval-i zahireden ödenenler: fakirler, öşür memurları, erzakı bulunmıyan gaziler, parasız kalan yolcular, borcunu ödemekten âciz borçlular, bedel-i kitabeti edaya kadir olamıyan mükâtebeler ve sairedir.
2 — Haraç, cizye gibi vergilerden ödenenler: Müslümanların mesalihidir. Sınırları sed, yolları ve köprüleri inşa, mücahit ailelerinin iaşelerini temin, bilcümle memurların ve ehl-i ilmin maaşlarını vermek gibi işler.
3 Madenlerin, kenzlerin ve ganaim humsundan (beşte birinden) ödenenler: fakirler, kimsesiz muhtaç yetimler, parasız kalmış yolculardır.
4 — Lûkataların ve sairenin iradından ödenenler: lâkıtların, velisiz fakir çocukların nafakaları, tedavi ücretleri, teçhiz ve tekfinleri, hastane ve saire.
BEYTÜLMAL VARİDATI Başlıca dört nevi emvalden teşekkül eder:
1 — Emyal-i zahirenin öşrü, tüccardan alınan güm rük rüsumu;
2 — Haraç, cizye, ecnebilerden alınan hediyeler ve harbsiz olarak elde edilen mallar,
3 — Madenler ile ı ikâzın ve kadim kenzler ile ga-naimin beşte biri;
4 — Lûkatalar, vâris bırakmaksızın ölenlerin terekeleri, velisi bulunmıyan maktullerin diyetleri gibi.
BEYYlNE [lât probatio, testimonium. - aim. Bezteis. - fr. preuve. - ing. evidence, proof, testimony],
I — Her hangi bir vakıanın veya hukuki muamelenin doğruluğunu meydana çıkararak hâkimi ikna etmek için başvurulan her türlü vasıta.
İspat olunacak vakıalar : a) ya maddi hâdiselerdir ki hukuki neticeler meydana getirmişlerdir. Bunlar her türlü vasıtalarla ispat olunabilir. Çünkü bunlar için evvelden beyyine tedarikine imkân yoktur. Doğum, ölüm, yangın gibi vakıalar, hata, hile gibi irade üzerine müessir olan hâdiseler gibi. b) ya hukuki hâdiselerdir ki kaideten bunlar ispat ettirilmez. Kanun hükümleri gibi. Fakat hukukçular arasında ihtilaflı olan veya örf veya âdete dayanan veyahut da ecnebi bir kanun hükmünden doğan hakların ispatı lâzım gelir, c) yahut hukuki muamelelerdir ki bunlar kaide olarak kanunun gösterdiği şekillerde ispat edilebilirler ( HMUK. 288).
II — Beyyine nevileri [aim. Beweisarten, Beweis-mittel. - fr. moyen de preuve. . ing. evidence. - lât. probatio, argumentumf.
1 — Vakıaların maddeten tesbiti ki en kuvvetli beyyinedir. Tesbit için bazan hâkim hâdise mahalline gider. Buna hukukta «mahallinde keşif» [aim. Beueis durch Augenschein, richterlicher Augenschein. - fr. des-cente sur les lieux, constat judiciaire. - ing. evidence taken On the spot] derler. Bazan teknik veya ihtisasa bağlı meselelerin tetkiki için bir veya üç mütehassıs tâyin edilir. Buna «ekspertiz» [aim Bezneis durch Sachverstândige. - fr. expertise. - ing. opinion evidence, evidence of opinion, experts opinion (report)] denir.
2 — Tahrirî beyyine [aim. Urkundenbeweis, Bexveis durch Urkunden - fr. preuve ecrite, preuve litte-rale.-ing. xiritten evidence, documentary evidence]. Bunlar ihtilâfın vukuundan evvel hazırlanmış olduğu
BEYYİNE — BİLANÇO
37
cihetle en emin ispat vasıtasını teşkil ederler, ikiye ayrılır: a) Hususi beyyine [aim Bezıeis durch Privatur. kunden. - fr- preuve par acte sous seing - prive - ing. evidence of private documents. — lât probatio per instrumenta privata]: Resmî bir makamın müdahalesi olmaksızın alâkalılar tarafından yazılan senetlerdir, b) Resmî beyyine [aim, Beweis durch öffentliche Urkun-den. - fr. preuves par acte authentique - ing. evidence of public documents.. lât. probatio per instrumenta publico]: Resmî bir makamın tanzim veya tasdik ettiği vesikalardır.
3 — Şahadet /aim. Zeugenbeueis. - fr. preuve testimoniale. — ing. oral evidence, parol evidence] : Mahkemede ileri sürülen bir iddianın doğruluğunu tâyin için üçüncü bir şahsın hâkim huzurunda beyanda bulunmasıdır.
4 — Karine [lât. praesumptio. - aim. Vermutung. -fr. presomption. - ing. presumption]: Mantıki düşünceler yardımiyle malûm bir vakıadan meçhul bir vakıayı istidlal etmektir, ikiye ayrılır: a) Katî karineler [lât. praesumptio juris et de jure. - aim. unwiderlegliche Vermutung. — fr. presomption absolue ou irrefragable.
— ing. irrebuttable presomption, absolute, conclusive presumption]: Bunlaıın hilafı ispat edilemez, b) Katî olmıyan (alelade ) karineler /aim. widerlegbare Vermutung — fr. presomption simple. — ing. rebuttable (inconlusive) presumption]: Bunların hilafı, mevcut karinenin aksini iddia eden kimse tarafından ispat olunabilir.
5 — ikrar ve yemin [lât confessio-juramentum, jusjurandum.— aim. Gestandnis-Eid. — fr. aveu-serment.
— ing. confession-oath, avowal ] : Taraılardan birinden sâdır olması itibariyle bu iki beyyinenin müşterek vasfı vardır.
III — (Eski hukukta) : Lügatte vazıh ve aşikâr olan şeye denir. Hüccet ve burhan mânasına da kullanılır. Istılahta ise davacının dâvasını ispat eden hüccet-i ka-viyeye denir ki esbabı hükümden birisidir.
BEYYİNE KÜLFETİ [lât. onus probandi probations). — aim. Bezteislasf. — fr. charge de ta preuve.
— ing. burden of proof, onus probandi]. Mahkemede bir vakıayı beyan veya bir hakkı iddia ile bunlaıdan kendi lehine bir netice çıkarmak istiyen kimsenin bunları ispata mecbur tutulması (MK. 6).
BEYYİNE SİSTEMLERİ [aim Beweissysteme, Beweisprinzipien. — fr. systime de preuves — ing. principles of evidence] .
Delilleri kullanmak ve onlardan istifade etmek tarzı ve onların şümulü, iki tüılii beyyine sistemi vardır:
1 — Serbest beyyine (takdirî delil) sistemi [aim Prinzip der freien Beueiswiirdigung. — fr systime de liberie des preuves. — ing. system of freedom in the matter of evidence]: İspatı lâzım gelen meselede hâkimin kanaatini çekmeğe yarıyan her vasıtanın delil olarak kullanılmasıdır. Bu halde delilleri hâkim serbestçe takdir eder.
2— Kanuni beyyine sistemi [aim. Prinzip der ge-setzlichen Beueisregeln. - fr. systeme des preuves legates.
— ing. principles of legal evidence] : İspatı lâzım gelen hususun ancak kanunun tâyin ettiği şartları toplıyan vasıtalarla ispat edilebilmesidir. Bu halde delillerin ispat kuvvetleri ve ihticaç kabiliyetleri kanunla tâyin
edilmiş olup hâkimin bunları takdir salâhiyeti yoktur. Kanunun aradığı şartları haiz deliller hâkimi beğlar.
Ceza muhakemeleri usulünde serbest beyyine sistemi cereyan eder (CMUK 254).
Hukuk muhakeme usulünde bazan serbe»t (HMUK. 240-286; TK. 680), bazan kanuni beyyine sistemi (HMUK. 287-290) kabul edilmiştir.
Hâkim önünde ikrar, resmî ve hususi senet, resmî sicil, kaziye-i muhkeme, katî yemin, kanuni delillerdendir.
BEZL (BazI) Yemine bedel ve ivaz olarak mal feda etmektir.
BIRAKMA [aim. Aufgabe, Abandon Abandon-ierung. - fr. delaissement, abandon de fret et navire. — ing. abandonment].
1 — Müşterek donatanların tamir ve navlun mesuliyetinden kurtulmak için paylarından vazgeçerek iştirakten ayrılmaları (TK. 1042).
2 — Deniz sigortalarında sigortalanmış şeylere ait hakların sigortalı tarafından tamamen bu akılarak sigoıta bedeli tamamının istenmesi (TK. 1402).
BİA (Bi'a) Hıristiyanlara ait kilise. Cem'i biya'dır.
BİAT (Bi'at) Elele tutup ahitleşmek ve akitleşmck manasınadır. Bu münasebetle hükümdarın veya bir devlet reisinin hükümdarlığını ve reisliğini kabule biat denir.
BİDAA (Biz.ı'a) İbza akdinde sermaye, bk. İbza.
BİDAYET MAHKEMESİ [aim. Gericht erster Instanz. fr. tribunal de premiere instance. — ing. lover court, court of first instance, court below.— lât. judicium primae instantiae]. •
Dâvaları birinci derecede gören ve halleden mer-cidir. İstinaf mahkemesinin aksine olarak kullanılır. Türkiye'de 8 Nisan 1340 Tarihli Kanunla istinaf mahkemeleri kaldırılmış, adlî kaza bir dereceli olaTak sulh, asliye mahkemeleriyle bunların üstünde Temyiz mahkemesine hasredilmiştir.
BİKR (Bikr) Evli olsa dahi kendisine mukarenet olunmıyan kız.
BİKRİ HAKİKÎ (-İ Hafcikiyy) Erkek ile asla cinsî münasebette bulunmıyan kız.
BİKR-İ HÜKMİ ( i Hukmiyy) Tekerrür etmemek ve hakkında hsdd-i zina icra edilmemiş olmak şartiyle zina ettiği malûm olan kız.
BİLÂD I .SELÂSE Eski idare teşkilâtında İstanbul'da Üsküdar, Galata ve Eyüp semtlerini anlatan bir tâbirdir. Resmî yazılarda ve ilâmlarda Eyüb'e «Havas-ı ıefia» denmekte idi Alelekser İstanbul ve Bilâd-ı sdâse beraber söylenir.
BİLANÇO [aim. Bilanz. — fr. bilan. — ing. balance sheet. — lât tabulae accept! et e\pensi, orta zaman • bilancium].
Bir teşebbüsün muayyen bir tarihte alacaklı ve borçlu bulunduğu kıymetleri iki sütun üzerinde gösteren muhtasar muhasebe cetveli. Bu cetvelin «mevcudat ve matlubat=aktif» ismindeki bir sütununda müessesenin alacaklı bulunduğu bütün paralar, mallar vesaireye ait kıymetler, «düyunat = pasif» ismindeki diğer sütununda müessesenin taahhütlerinden vesaireden mütevellit bütün borçlar
38
BİLANÇO - BİRLİK
gösterilir. Her iki sütunun rakamları arasında muvazene temin etmek için bu alacak ve borçların karşılaştırılmasından hâsıl olan fark, eğer borçlar tarafına kaydedilmek lâzım geliyorsa müessesenin kârını, eğer alacaklar tarafına ilâve edilmek iktiza ediyorsa müessesenin za-zararını ifade eder. Şayet ortada bir fark görünmüyorsa müessese ne kârda ve ne de zararda demektir. Bilançonun senede en az bir kere tanzim edilmesi mecburidir.
BİLİCARETEYN MUTASARRIF (Bi-'l-icaratayn mutaşarril) Muaccel ve müeccel ücretler tâyini suretiyle kiraya verilen müstegallât-ı mevkutenin kiracısı.
BİL-lŞTtRAK TASARRUF OLUNAN ARAZİ Mutasarrıflar arasında müşterek tasarruf münasebeti bulunan yerdir.
BİLMEK VE BİLMEMEK bk Cehil.
BİNA [aim. Gebâude, Bau (Bauten).— fr- edifice, b&timent. — ing. building. — lât. aedificium, aedesj.
Muhtelif kanunlarımızda ( ezcümle BK. 58, 215 ve MK. 648 .650 de) bina kelimesi kullanılmış ise de tarif edilmemiştir. Bunlardan çıkacak mânaya göre her yapıyı bina saymamak ve bina tâbirini dar anlamda almak icabeder. Hangi yapıların bina sayılması lâzım geldiği örf ve âdete göre tâyin olunur.
Malî hukukta: bina vergisi kanun ve nizamnamelerine göre vergi bakımından bina - inşa edildiği madde taş, demir, tahta, kireç veya her ne olursa olsun - gerek karada ve gerek su üzerindeki sabit inşaatın umumuna şâmil bir tâbirdir.
Sabit inşaat, binanın daimî bir maksat için kullanılmaya elverişli olması demektir. Buna göre karada bir yerden diğer yere nakli kabil, sökülür takılır evler, hangarlar, paviyonlar, dükkân ve barakalar ve sair binalar sabit inşaattan sayılır.
Gemiler, yüzen havuzlar, yüzen deniz hamamları, çadırlar bina hükmünde değildir.
BİNA VERGİSİ [aim. Geböudesteuer. — fr. im-pot sur les immeubles construits. — ing. house-tax ] .
İçinde oturulsun veya başka her hangi bir maksada tahsis olunsun ve yapıldığı madde ne olursa olsun karada ve denizde kâin sabit inşaattan alınan vergidir. Evvelleri hazinece alınmakta olan bu vergi 2871 No. Kanunla hususi idarelere devredilmiştir (1837 No. K.).
BİNT-1 LEBUIN (Bint-i Labûn) Üç yaşına giren dişi deve.
BİNT-1 MEHAZ (Bint-i Muhâz) İki yaşına giren dişi deve.
BİRLEŞME I-(TH) [aim. Fusion, Verschmelxung. — fr. fusion. — ing amalgamation J . İki veya daha ziyade ticaret şirketlerinin kendi istekleriyle aktif ve pasiılerini bir araya getirerek tek bir şirket haline geçmeleri. Birleşmenin türlü şekilleri vardır:
1) Birleşen şirketler tamamen infisah edip tasfiye edilerek bunların mevcudatiyle yeni bir şirket vücuda getirilir [aim. Vereinigung. — fr. reunion. — ing. con-solidationj.
1) İltihak tarikiyle birleşmelerde, yeniden bir şirket teşkil etmeye ldzum hâsıl olmadan birleşecek şirketlerden birisi diğerlerinin aktif ve pasifini üzerine
almak suretiyle onları kendisine ilhak eder [aim. Ûber-nahme. — fr. absorption, reprise — ing absorption merger]. İltihak edecek şirketler bazan tamamen tasiiye edilerek geri kalan sermayeleri ilhak eden şirkete geçer. Bazan tasfiyeye hacet kalmadan, ilhak eden şirket iltihak eden şirketlerin borçlarını üçüncü şahıslara karşı temin ederek üzerine alır (TK. 205 vd., 442).
3) İki ticari işletmenin (teşebbüsün) karşılıklı alacak ve borçlarını biribirine nakletmek suretiyle birleşmesi (BK. 181) [aim. Vereinigung von Geschöften. — fr. fusion d'entreprises, — ing. amalgamation of business],
4) Sermayesi sehimlere ayrılmış olan şirketlerde bir şirketin diğerinin sehimlerini tamamen eline geçirmesi fiilen birleşme olmakla beraber hukuken birleşme değildir.
11 — (DUH) [aim. Union {Personal-, Real-).— fr. union (personnelle, reelle). — ing. union (personal, real /. Biıleşmeler hakikî veya şahsi olur. İki veya daha ziyade devlet aynı hükümdarın otoritesi altında biıleşmiş olursa buna şahsi biıleşme denir Bu nevi birleşmelerde her devlet kendi dahilî ve haricî istiklâlini tam olarak muhafaza eder. Hükümetleri ve diplomatik teşkilâtları ayrıdır. Felemenk ile Lüksenburgun 1890 senesinden önceki vaziyetleri gibi.
Biıleşmiş devletlerde hükümdar aynı şahıs olmakla beraber dahilî işlerde kendi kanun ve nizamlarını muhafaza ederler Ve fakat bir tek orduya; bir tek diplomatik teşkilâta ve müşterek bir maliyeye malik olurlarsa buna hakikî birleşme denir. 1918 senesine kadar devam etmiş olan Avusturya - Macaristan birleşmesi gibi.
BİRLEŞMİYEN İŞLER [aim. unvereinbare Âmter (Funktioncn/. — fr incompatibility, impossibility legale de cumule.— ing. incomptability].
1 — (ÂH): Bazı resmî memuriyetlerin, intihap ile tevcih edilen birtakım vazifelerle resmî memuriyet ile intihaptan doğan vazifelerin biribiriyle, devlet memuriyetinin veya intihap mahsulü olan vazifenin hususi işlerle biıleşmesine kanuni imkân olmaması. Bir kimsenin iki yerde resmî memuriyeti olmaması, mebuslukla belediye meclisi âzalığının aynı şahısta biıleşmemesi, memuriyetle mebusluğun bir araya gelmemesi, devlet memurunun ticaretle iştigal edememesi, hâkimlerin kanun ile kendilerine tevdi olunan işlerden başka umumi veya hususi hiçbir vazife alamamaları gibi.
2 — (TH): Şirketlerde idare meclisi âzalığı ile murakıplık birleşemez.
BİRLİK [aim. Verband, Union. — fr. union, cor. poration — ing. union, corporate body]. Teşkilâtlandırılmış insan topluluğudur.
1 — Ticaret biıİlkleri (Kartel) [aim. Kartell. — fr. cartel. — ing. cartel]: İhracat ruhsatnamesini haiz olan ihracatçıların bu sıfatla çalışabilmek için dâhil olmaya hükümetçe mecbur tutulabilecekleri teşkilâttır. (3018 No. K. 7). Bu mecburiyet Millî Korunma Kanununun 34 üncü maddesiyle verilen salâhiyete dayanarak ithalât tacirleriyle toptancı ve yarı toptancı tacillere ve sanayi erbabına dahi teşmil edilebilir. Tacir birlikleri hükmi şahsiyeti haiz değildir.
2 — Kooperatif birlikleri [aim. Genossenschafts-verband — fr. union de societes cooperatives. — ing.
BİRLİK - BOĞAZLAR REJİMİ
39
confederation of cooperative societies] : Tarım satış ve tarım kredi kooperatiilerinden en az üç kooperatifin alâkalı olduğu mahreç veya piyasa merkezlerinde Ticaret Vekâletinin tasdikiyle kooperatif birliği tesis etmeleri esası mezkûr kooperatiflerin hususi kanunlariyle konmuştur.
3 — Cemiyet birlikleri [aim. Zentralverband —fr. union d'associations. — ing joint associations]: Cemiyetler Dahiliye Vekâletinin müsaadesiyle ve ayrı bir cemiyet mahiyetinde olmak üzere birlikler meydana getirebilirler (Cemiyetler K. 7). Bunların kuruluş şartları Dahiliye Vekâletinin müsaade emirnamesinde ve ana nizamnamelerinde tasrih ve tafsil olunur.
4 — Belediyeler de aralarında birlik kurabilirler [aim. GemeindeverbSnde. — fr union de municipalities, de communes] ( Belediyeler K. 133 vd.).
5 — Bazı milletler arası âmme hizmetlerini müşterek bir idare altında gören ittihatlara da birlik denir. Posta, demiryolları, sınai mülkiyet birlikleri gibi. [aim internationalerVerband (Union/. — fr, unions interna-tionales. — ing. international union],
BİRLİKTE DÂVA /lât. litis consortium. — aim Streitgenossenschaft, subjektive Klagenhaufung. — fr. consort de demandeurs ou de defendeurs. — ing. joinder of parties lof plaintiffs, of defendents)].
Medeni hukukun zaruri kıldığı hallerde [aim. notwendige Streitgenossenschaft] veya hukuk muhakeme usulünün verdiği salâhiyete binaen [aim. freitnillige Streitgenossenschaft ] aynı dâvada birden ziyade şahısların davacı veya müddeaaleyh sılatiyle hareket etmeleri (HUMK. 43 — 48). Mutlak butlan sebeplerinin mevcudiyeti halinde, müddeiumumi veya alâkadarlar tarafından açılan evlenmenin butlanı dâvasında karı ve kocanın müdeaaleyh sıfatiyle birlikte hareket etmeleri, iştirak halinde bulunan gayrimenkule mütaallik dâvalarda hissedarların birlikte hareket etmeleri, aynı sebepten doğan dâvada davacıların birlikte hareket etmeleri gibi.
BİRLİKTE KEFİL bk. Kefil
BİRLİKTE SİGORTA [aim. gemeinschaftliche Versicherung. — fr. assurance commune — ing joint insurance].
Mütaaddit sigortanın bir nev'idir; muayyen bir mal veya menfaatin muhtelif sigorta şirketlerine ayrı ayrı, aynı zaman için ve aynı rizikoya karşı malın kıymetine kadar sigorta edilmesi. Bunun hususiyeti sigortacılardan her birinin malın mecmuu kıymetine nazaran sigorta ettiği bedel nispetinde mesul oluşudur (TK. 947).
BİTARAF BAYRAĞA GEÇİŞ [aim. Übergang zur neutralen Flagge. — fr. transfer â pavilion neutre. — ing. transfer to a neutral flag]
Deniz nakil vasıtalarında tâbiiyet değiştirmesi Bir düşmana ait deniz nakil vasıtasının tarafsız bir bayrağa geçişi düşmanlık sıfatının istilzam ettirdiği neticelerden kuıtulmak için ise, muvazaa addedilerek, sayılmaz ve zabıt ve müsadereye tâbi olur (Denizde Zabıt ve Müsadere K. 7, 10 vd.).
BİTARAFLIK [aim. Neutralist. — fr. neutrality. — ing neutrality].
İki ve daha ziyade devlet arasında harb çıktığında, askerî ve mânevi sahada muhasımlara karşı her nevi yardımdan kaçınacağını ilân eden ve o şekilde hareket
eyliyen devletin vaziyetine denir.
BİTTAVASSUT KABUL bk. Tavassut.
BİTTAVASSUT TEDİYE bk. Tavassut.
BİZZAT İHKAKI HAK ETMEK bk. Kendi hakkını cebren vikaye.
BOĞAZ [aim. Meerengen. — fr. detroit. — ing. straits. — lât. freturn (maris), euripus].
Denizin iki kara arasındaki tabiî açıklıktan geçerek iki denizi yekdiğerine birleştiren kolu. İki denizi biıleştiren kanalların boğazlardan farkı, birincilerin, insanlar tarafından açılmış olması (Korent kanalı gibi), ikincilerin ise tabiat tarafından vücuda getirilmiş olmasıdır ( İstanbul ve Çanakkale boğazları gibi).
Boğazlar : 1) Serbest bir denizle iç denizi; 2) iki serbest denizi; 3) iki iç denizi birleştirebilir. Devletler umumi hukuku ancak ilk iki vaziyet ile ilgilenir.
BOĞAZLAR REJİMİ [aim. Meerengenstatut — fr. Regime des Detroits.— ing regime of the straits].
İki denizi biribirine bağlıyan dar tabiî denizlerin tâbi olduğu hukuki nizam. Devletler arası hukuku bu rejimle yalnız : a) Boğazın genişliği kara sularının iki mislini aştığı; b)'Boğazın iki sahili de bütün imtidadınca tek bir devlete ait olmadığı; c) Boğaz bir kapalı denizi serbest bir denize bağlamadığı zaman meşgul olur.
Fakat devletler arası hukukunun umumi prensiplerine göre boğazın muayyen devletlerin hükümranlıklarına tâbi olması icabettiği hallerde ( a, b, c halleri) dahi buradan geçişin bütün devletler için serbest olması lâzım geldiği fikri nazariye sahasında hemen ittifakla, tatbikatta da umumiyetle kabul edilmiş bir ana kaidedir. Bununla beraber hangi nevi boğazlardan serbestçe geçilebileceği, hangilerinin sahildar devletin tam ve mutlak hükümranlığına tâbi bulunduğu henüz umumi bir mukavele ile gösterilmiş değildir.
Sadece hususi bir ehemmiyeti olan bazı boğazların rejimi milletler arası mukavelelerle tesbit edilmiş bulunmaktadır.
I — Baltık Denizi (Sund, Beld ) boğazları : Uzunlukları yüz otuz mil ve genişliği en dar yerinde üç mil kadardır. Bunların rejimi 14 Mart 1857 tarihli Kopenhag Muahedesiyle tesbit edilmiştir. Bu vesikaya göre boğazlardan geçiş serbest olacaktır Danimarka o zamana kadar aldığı geçiş bacını bundan böyle almamayı, fenerlerin, şamandıraların, her türlü seyrüsefer işaretlerinin iyi muhafazasını ve buna mukabil diğer âkıd devletler kendisine maktu ve bir defaya mahsus olmak üzere muayyen bir para vermeyi taahhüt eyliyorlardı.
II — Macellân Boğazı: Üç yüz. mil uzunluğunda ve en dar noktasında iki buçuk, en geniş noktasında da on bir mil genişliğindedir. Buenos Ayres'te 23 Temmuz 1881 tarihinde Arjantin ile Şili arasında imzalanan muahede Macellân Boğazını daimî olarak tarafsız bir hale koymuş, bütün milletler gemilerinin serbestçe seyrüseferini kabul etmiş ve sahillerde bu serbestlikle bitaraflığı ihlâl edecek tahkimat ve askerî müdafaa tertibatı alın-mıyacağını açıkça bildirmiştir.
III — Cebelüttarık Boğazı: Uzunluğu beş kilometre, genişliği yedi ilâ sekiz yüz metredir İngiltere ile Fran-sanın Mısır ve Faştaki menfaatleri hakkında anlaştıkla-
40
BOĞAZLAR REJİMİ
rını bildiren 8 Nisan 1904 tarihli beyannamede ne birinin, ne de diğerinin sahillerine sahip olmadıkları bu boğaza dair şöj le bir kayda raslanmaktadıı : Her iki hükümet Cebelüttarık'ın Fas sahillerinde her hangi bir tahkimat veya stratejik tesisler j apjlmasına müsaade etmiyeceklerdir.
Cebelüttarık hakkında milletler aıası başka bir hususi hüküm bulunmadığına göre geçiş hukukEn serbesttir.
IV — Çanakkale ve istanbul boğazları : Umumiyetle «Boğazlar» adij le anılan bu geçitleıden Çanakka-lenin uzunluğu kırk mil kadar, genişliği 12C0 - 1300 metre, istanbul Boğazının ise uzunluğu on sekiz mil kadar, genişliği en dar 5 erinde yarım mil, en geniş yerinde de bir buçuk mildir.
Coğrafi mevkileri itibariyle diğer bütün boğazlardan daha ehemmiyetli bir durumda bulunan Türk Boğazları tarih boyunca birçok siyasi entrika ve çekişmelerin mevzuunu teşkil etmiş olup Osmanlı İmparatorluğunun eline geçtikten XVIII inci asrın sonuna kadar bu devletin tam ve mutlak hâkimiyeti altına girmiştir. Boğazlar hakkında kayıtlar ve muhtelif rejimler şunlardır:
1) 1535 Kapitülâsy onlariyle Fransız bayrağını taşıyan ticaret gemilerine bütün Türk limanlarına girip çıkabilmek müsaadesi verilmişti.
2) 1774 Küçük Kaynarca Muahedesi Rus ticaret gemilerine Boğazlardan serbestçe geçebilmek hakkını vermişti (m. 11).
3) 1799 da ve 1805 de Rusya ile akdedilen ittifak muahedelerinde Rus harb gemilerinin Boğazlardan geçeceğine dair bir hüküm vardır. 1806 da iki devlet arasında harb çıktı ve bu muahedeler sona erdi.
4) 1809 da İngiltere ile akdedilen bir muahedeye göre Boğazların harb gemilerine kapalı tutulmasına dair mevcut eski kaide bundan böyle sulh zamanında bütün devletler hakkında tatbik olunacak ve İngitere de bu hükme riayet eyliyecekti (m. 11 ).
5) 1829 yılında imzalanan Edirne Muahedesi Boğazla] dan bütün milletlerin ticaret gemilerinin serbestçe geçebileceği hükmünü ihtiva etmektedir (m. 7).
6) 1833 tarihli Hünkâriskelesi Muahedesinin gizli maddesinde Osmanlı imparatorluğunun Çanakkaley i Rusya lehine kapıyacağına, yani hiçbir ecnebi harb gemisinin hiçbir sebep ve bahane ile Boğazdan geçmesine müsaade etmiyeceğine dair bir hüküm vardır.
7) 1841 tarihli Londra mukavelenamesi Boğazların kapalı kalması hususunda mevcut eski kaideyi teyit ve Osmanlı İmparatorluğu sulh halinde kaldıkça padişahın hiçbir yabancı harb gemisini Boğazlara kabul etmiye-ceği kaydını ihtiva etmektedir. Diğer âkıdler de, yani Avusturya, Fransa, ingiltere, Prusya ve Rusya padişahın bu kararına riayet edeceklerini ve bu prensipe uyacaklarını taahhüdetmektedirler (m. 1). Padişah, dost elçilikler hizmetinde kullanılması âdet olan hafif harb gemilerine eskiden olduğu gibi geçiş fermanları vermek hakkını muhafaza etmektedir (m. 2).
8) 1856 da, 1841 Londra Mukavelenamesi teyid-edildi. Ufak bazı teferruat değişiklikleri arasında Tuna ağızlarında bulundurulacak hatif harb gemilerine de geçiş müsaadesi verilebileceği kaydı ilâve olundu.
9. 1871 tarihli Londra Muahedesi Boğazların kapalılığı prensipini muhafaza etmekle beraber, 30
Mart 1856 tarihli Paris Muahedesi hükümlerinin icrası için, lüzum gördüğü takdirde Boğazların sulh zamanında dost ve müttefik devletlerin harb gemilerine açılabil-mesini padişahın takdirine bırakmıştır.
10) 1878 de Berlin Kongresinde yeni bir hüküm konmadı. Yalnız İngiltere ile Rusya arasında mühim bir görüş ayrılığı ortaya çıktı : İngiltere, Eoğazlarin kapalılığı prensipine riayetin yalnız padişaha karşı taahhüd-edildiğini, Rusya ise bu taahhüdün bütün âkıd devletlere karşı yapılmış olduğunu iddia ettiler. Pek kısa bir zaman sonra, 1897 de Rusyanın ve İngilterenin görüşleri tamamen değişti. Rusya yalnız padişahın müsaadesi) le Boğazlardan harb gemisi geçirilebileceğini, ingiltere ise bütün âkıdlerin müsaadesi lâzım geldiğini söylediler. Bu yüzden bazı güçlüklerle karşılaşıldı.
11) Lozan Boğazlar Mukavelenamesi (24 Temmuz 1923) : Bu vesikada «Boğazlar» tâbirinin Çanakkale, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazını kucakladığı kaydedildikten sonra geçiş hususunda ticaret ve harb gemileri için harb ve sulh zamanlarına göre ayrı rejimler tesbit edilmiştir: A) — Ticaret gemileri; a) Sulh zamanında : gece ve gündüz tam geçiş serbestliği; b) Türkiye'nin tarafsız kaldığı bir harb esnasında, gece ve gündüz tam geçiş serbestliği; cj Türkiye'nin harbe dâhil olması halinde: Tarafsız gemiler, düşmana ezcümle harb kaçağı ve kıtaat veya düşman tebaası nakletmek suretiyle yardım etmemek şartiyle, serbestçe geçebilirler. B) — Harb gemileri: a) Sulh zamanında Ka-radenizde sahili olan devletlerden donanması en kuvvetli olanın donanmasından kuvvetli olmamak şartiyle harb gemileri serbestçe geçebilir. Her biri on bin tonilâtodan ufak üç gemiden ibaret kuvvetler bu kayıtla bağlı değildir, b) Türkiyenin tarafsız kaldığı bir harb esnasında «a» bendinde gösterilen şartlar dâhilinde ge çiş serbesttir, c) Türkiyenin harbe dâhil olması halinde tarafsız devlet harb gemileri için tam geçiş serbestliği.
Boğazların serbestliğini koruyabilmek maksadiyle Boğazlar civarında, en çok genişliği denizden itibaren yirmi kilometreyi bulan bir sahanın ve Marmara ve Ege denizinin bazı adalarının askerlikten tecridi kararlaştırılmıştı (m. 4).
Boğazlar Mukavelesinin tatbikini temin için bir Türkiye murahhasının reisliği altında, Fransa, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya ve Sırp - Hırvat - Sloven murahhaslarından ve Amerika Birleşik Devletleri mukaveleyi tasdik ettiği takdirde bu devletin murahhaslarından mürekkep olmak üzere bir Boğazlar «Komisyonu» kurulmuştu.
12) Montrö Boğazlar Mukavelenamesi (20 Temmuz 1936): Lozan muahedesinin imzası tarihinden sonra Milletler arası durumda derin değişiklikler hâsıl olması üzerine Boğazlar rejiminin «Türkiye'nin emniyeti ve Karadeniz sahildarı devletlerin Karadenizdeki emniyeti çerçevesi dâhilinde» ve geçiş serbestliği prensipine uygun olarak tanzim etmek üzere akdedilmiştir.
Geçiş şu şartlara bağlıdır:
A — Ticaret gemileri: a) Sulh zamanında tam geçiş serbestliği; b) Türkiyenin muharip olmadığı bir harb zamanında tam geçiş serbestliği; c) Türkiyenin harbe dâhil olması halinde: Türkiye ile harbeden bir memlekete mensup olmıyan ticaret gemileri, düşmana
BOĞAZLAR REJİMİ — BORÇ
41
hiçbir suretle müzaheret etmemek şartiyle geçiş serbestliğinden istifade edeceklerdir, ancak bu gemilerin Boğazlara gündüz girmeleri ve her defasında Türk makamlarının göstereceği yoldan geçmeleri lâzımdır; ç) Türkiye kendini pek yakın bir harb tehlikesi tehdidine mâruz telâkki ettiği takdirde geçiş serbest olmakla beraber ticaret gemilerinin Boğazlara gündüz girmeleri ve her defasında Türk makamlarının göstereceği yoldan geçmeleri lâzımdır.
B — Harb gemileri: a) Sulh zamanında, Karade-nizde sahildar olan devletlerin gemileri tonaj tehdidine tâbi olmaksızın bazı kayıtlar altında serbestçe geçerler. Karadenizde sahildar olmıyan devletlerin geçilebilecekleri gemilerin mecmu tonajı kaide olarak otuz bini tecavüz etmiyecektir. Bu miktar en çok kırk beş bine çıkarılabilir. Boğazlardan bir seferde geçecek transit gemilerin mecmu tonajı on beş bini aşmıyacaktır. Muayyen bir devlet Karadenizde müsaade edilen mecmu tonajın ancak üçte ikisini bulundurabilecektir. Gemiler Karadenizde en çok yirmi bir gün kalabilecektir, b^ Harb zamanında Türkiye muharip olmadığı takdirde: Muharip devletlerin gemileri geçemiyecek, tarafsızlar (a) fıkrasındaki şartlar dâhilinde geçecek. Ancak, Milletler Cemiyeti misakından doğan hukuk ve vecibeleri yerine getirmek ve «Milletler Cemiyeti misakı çerçevesi dâhilinde akdedilip mezkûr misakın 18 inci maddesi ahkâmı mucibince tescil ve neşredilen ve Türkiyeyi bağlı-yan bir mütekabil müzaharet muahedenamesi mucibince tecavüze duçar olan bir devlete yapılacak müzaheret halleri bundan müstesnadır», c) Harb zamanında Tür. kiye muharip olduğu takdirde «Harb gemilerinin geçmesi tamamen Türkiye Hükümetinin rey ve ihtiyarına bırakılacaktır», ç) Türkiye kendisini pek yakın bir harb tehlikesi tehdidine mâruz telâkki ettiği takdirde (c) fıkrasında gösterilen hareket tarzı tatbik edilebilecektir. Milletler Cemiyeti Meclisi Türkiyenin bu tedbiri almakta haklı olmadığına üçte iki ekseriyetle karar verir ve Montrö Mukavelenamesini imza etmiş olan devletlerin ekseriyeti de aynı reyde bulunursa Türkiye aldığı tedbiri kaldıracaktır.
Hava nakil vasıtaları hakkında ayrı hükümler kabul edilmiştir (m. 23).
Lozan Boğazlar Mukavelenamesiyle kurulmuş olan «Milletler Arası Komisyonunun salâhiyetleri Türkiye Hükümetine devredilmiştir» (m. 24).
Mukavelename Lozan Boğazlar Mukavelenamesini imzalamış olan devletlerden Türkiye, Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyet Rusya tarafından imzalanmış ve İtalyanın imzasına açık bırakılmış ve bu devlet de 2 Mayıs 1938 tarihinde iltihak etmiştir.
BOMBARDIMAN [aim. Bombardierung, Beschie-ssung, Bombenabuurf. — fr. bombardement — ing. bombardment]
Yalnız askerî hedeflere veya açık olmıyan şehirlere karşı kullanılmasına devletler arası hukukunca müsaade edilen ve uçak bombası veya top mermisi ile tahribetmekten ibaret bulunan bir muharebe şekli. Hiçbir askerî hedefi havi olmıyan veya müstahkem bulun-mıyan açık sahil şehirleri dahi düşman filolarının yiyecek ve sair ihtiyaçlarını temin bakımından vâki taleplerini
reddettikleri takdirde bunlar tarafından bombardıman edilebilirler (Deniz harbine mütaallik 1907 tarihli milletler arası Lahey mukavelesinin 3 üncü maddesil .
BONO bk. Emre muharrer senet. Hazine bonoları.
BORCUN NAKLÎ [aim. Schuldübernahme, Schuld-eintritt, Erfüllungsiibernahme — fr. reprise de dette, cession de dette — ing assumption of an obligation (of debt), transfer of liability, assignment of liability
(of debt). — lât. aes alienum suscipere, transferre se in aes alienum/.
Eski borçluyu borcundan kurtarmak ve borcu üzerine alan kimseye mükellefiyet tahmil etmek gibi iki hükmü aynı zamanda meydana getiren bir akittir. Bu akit iki şekilde yapılabilir:
1 — Alacaklı ile borcu üzerine alan arasındaki bir mukavele ile olur. Bu takdirde mukavele, eski borçlu lehine bir vaziyet ihdas etmiştir (mukavele nazariyesi).
2 — Borçlu ile borcu üzerine alan kimse arasında yapılan bir mukavele ile olur. Bu mukavelenin hüküm ilade etmesi alacaklının bu akde icazet vermesine bağlıdır (icazet nazariyesi) (BK. 174 vd. MK. 803).
BORCUN TANINMASI [aim. Schuldbekenntnis, Schuldanerkenntnis. — fr reconnaissance de dette. — ing acknowledgment of debt (of liability). — lât. cau-tio, sub emissione chirographi promittere (yahut se obligare) /.
Bu mefhum kanunda «borç ikrarı» tarzında ifade edilmiştir. Halbuki, ikrar bir hakkın zimmette bulunduğu hususunu teyidetmektir. Bu suretle ikrar ile bir hak ihdas olunamaz; belki bir hakkın evvelce doğmuş olduğu meydana konur. « Borcun tanınması » tâbirinin anlattığı mâna ise borca vücut veren, onu yaratan bir irade izharıdır. BK. 17 ve 133 fk. 1 deki ikrar tâbirlerini bu mânada anlamak lâzım gelir.
BORÇ 1 (Vecibe) /lât. obligatio. — aim. Obligation, Schuldverhöltnif, Verpflichtung, Schuld. — fr. obligation. — ing. obligation/ . iki veya daha ziyade kimseler arasındaki karşılıklı mükellefiyetlerin mecmuunu anlatan hukuki bağın ifadesidir. Hukuk dilimizde bu mânada olmak üzere «vecibe» tâbiri kullanılırdı. MK. 5 in ilk şeklinde yer alan bu tâbir sonradan «borç» olarak düzeltilmiştir.
2 — (Eda ) /aim Leistung. — fr. prestation. — ing. performance, prestation. — lât. praestatio].
Taraflardan yalnız birinin diğerine karşı yerine getirmekle mükellef olduğu şeydir. Aradaki borç müna. sebetinin hususiyetine göre yerine getirilecek şey bir malın teslimi, bir hizmetin itası veya bir hareket tarzından içtinap olabilir. Karşılıklı taahhütleri ihtiva eden akitlerde taraflardan her biri diğerine karşı hem alacaklı, hem de borçlu mevkiindedir. Alacaklı olmak bakımından diğer taraltan bir şey istemek hakkını haiz olur ki, buna «alacak hakkı» denir Borçlu olmak bakımından karşı tarafa bir şey vermek veya bir harekette bulunmak veyahut bir şey yapmak mükellefiyetine girer ki bu mükellefiyete «eda» makamında olarak «borç» denir.
3 — (Deyin) /aim Geldschuld. — fr. dette (d'ar-gent). — ing. debt (pecuniary debt, money-debt) — lât. debitum (pecunia debita)/ : Borçlunun alacaklısına vermekle mükellef olduğu para. Şu halde «borç» yalnız bir nevi eda mükellefiyetini anlatan bir tâbirdir. «Borç» tâbiri dilimizde umumiyetle bu mânada kullanılır.
42
BORÇ İÇÎN HAPÎS - BORSA
BORÇ İÇİN HAPİS [aim. Schuldhaft. - fr con-trainte par corps. — ing. imprisonment for debt. — lât. career debitorum, custodia debiiorum, obstagium*[.
Borcun ödenmesini temin maksadiyle borçlunun hapsedilmesi usulüdür. 2004 No. lu İcra ve İilâs Kanunu meriyeti zamanına kadar bu usul cari idi. Şimdi yalnız vergi borçlarını ödemiyenler hakkında ve bazı kayıt ve şartlar altında tatbik edilir.
BORÇ İKRARI bk. Borcun tanınması.
BORÇ KAYNAKLARI / aim. Entstehungsgründe der Schuldverhaltnisse. — fr. sources des obligations. — ing. sources of obligations.— lât. causae obligationumj
Borçlar Kanununa göre borçların üç türlü kaynağı vardır: mukavele (BK. 1-40', haksız (hukuka mugayir) muamele (BK 41-60 ) ve haksız bir fiil ile mal iktisabı (sebepsiz iktisap) ( BK. 61-66).
Kanunların hükümlerini daha ince bir tahlile tâbi tutan hukuk ilmi, bu asıl kaynakların yanıbaşında daha başka birtakım borç kaynakları bulmuştur. Ezcümle, Roma hukukunda «şibih akit» adiyle anılan bir taraflı hukuki muameleler, Roma hukukunda «şibih suç» adiyle anılan haksız iiilleıle failin kusuriyle vücuda gelmiyen fiiller ve nihayet bu sayılan kaynaklar dışındaki sebeplerden ileri gelen borç münasebetlerini doğuran kaynaklar bu kabildendir. Bu sonunculara «kanuni borç kaynakları» ve bu nevi borç münasebetlerine de « kanundan doğan borçlar» denir.
BORÇLAR HUKUKU [aim. Recht der Schuldverhaltnisse, Schuldrecht, Obligationrecht. — fr. droit des obligations. — ing, law of obligations, law of contracts and torts — lât. ius obligationumj.
Fertler arasındaki borç münasebetlerini düzenliyen hukuk sahası.
BORÇLANMA KANUNU Muhacir, mübadil ve mültecilere ve aşiret efradına, bedelleri aile reisleri namına borç tahakkuk ettirilmek suretiyle emlâk, arazi, tohumluk, hayvan ve ziraat aletleri ve sermaye bedeli verilmesinin usul ve kaidelerini ve borcun tahsil yollarını gösteren kanundur (716 No. K.),
BORÇ OLMIYAN ŞEYİN ÖDENMESİ [lât. so. lutio tndebiti. — aim. Zahlung einer Nichtschuld. -fr. payement de l'indû. - ing. discharge of a non existing debt (of an obligation which is not due)J.
Bir kimsenin kendisini borçlu zannederek ihtiyariyle edada bulunması demektir. Eğer bu eda, kanuni veya akdî hiçbir vecibeye dayanmamakta ve ahlâki bir vazifenin yerine getirilmesine de matuf bulunmamakta ise, edada bulunan kimse verdiğini geri alabilir (BK. 62).
BORÇ SENEDİ [lât. cautio, instrumentum, syn-grapha. — aim. Schuldschein, Schuldurkunde. — fr. titre de creance — ing instrument, note of hand, document evidencing the debt, documentary proof of debt].
Borçlu tarafından alacaklıya verilmesi icabeden para miktarını göstermek için tanzim edilen vesikadır.
BORÇTAN KURTULMA DÂVASI [aim. Aber-^kennungsklage (İs), negative Feststellungsklage (Al).— fr. action liberatoire de dette. — ing. action in denial of debt].
icra hukukunda, ilamsız haciz yoliyle icra takibinde icra tetkik mercii tarafından itirazı muvakkaten refedilen borçlunun, takip mevzuunu teşkil eden alacağın mevcut olmadığını tespit için takip yapan alacaklıya karşı açtığı dâvadır. Bu dâva, alacağın tanınmamasını tazammun eden menfi bir tesbit davasıdır.
BORDA MUHAKEME USULÜ [aim. Bordver-fahren. — fr. reglement de bord].
Bazı devletlerde ve meselâ Almanya'da denizdeki deniz orduları birliklerinde teşekkül eden ve borda mahkemeleri denilen askerî mahkemelerin takibettiği kısa ve çabuk muhakeme usulüdür. Bu mahkemelerin verdikleri hükümlere de «borda hükümleri» denir. Bizim askerî kazamızda bu yolda bir usul yoktur.
BORDRO [aim. Bordereau, Liste, Verzeichnis. — fr. bordereau. - ing. list, register, roll. — lât. index, tabulae, rutio].
Umumiyetle evrak, vesikalar veya hesapların tahrirî veya icmalî cetveli.
1 — [aim. Schlussnote, Schlusschein.—fr bordereau. — ing. broker's note, bought note, sold note]: Borsa acentesi tarafından müşteri hesabına yapılan muameleleri hulâsa olarak bildiren izahat cetvelidir ki muamelenin nev'ini, ahü^n veya satılan senetlerin cinsini veya miktarını bildirir.
2 — Vergi hukukunda, kazanç vergisinde, hizmet erbabı ve sair bazı mükelleıler için bunları istihdam eden veya bunlara tediyede bulunan şahıslarca tediyenin miktarı, kime ait olduğu ve sair muameleleri ve verginin tarhına ve tahakkukuna yarıyan muameleleri bildirmek üzere tanzimi ve alâkadar tahakkuk dairesine verilmesi mecburi olan beyannameye denir [aim. Lohnsteuerliste].
3 — Maaş veya ücret bordrosu da bir aylık hizmet mukabili para alacak olanların isim ve hüviyetle-riyle istihkaklarını gösterir [aim. Lohn - (Gehalts -) liste].
BORSA [aim. Börse. .— fr. bourse. - ing. stock exchange, bourse].
1 — Tacirlerin vakit vakit ve sık fasılalarla kendi ticaretlerine mütaallik muameleleri yspmak üzere ve hükümetin müsaadesiyle toplanmalarına denildiği gibi bizzat toplanılan mahalle de bu ad verilir. Borsaların panayır ve pazarlardan farkı bunların daha sık içtimalara imkân vermesi ve buralarda görülen muamelelerin, taallûk eyledikleri malları bizzat hazır bulundurmaya ihtiyaç olmaksızın mostra ve numune üzerine yapılmasıdır.
Borsalar «kıymetler ve kambiyo borsaları» [aim. Wertpapier -(Effekten-, Wechsel-, Fonds-) börsen.— fr. bourses des valeurs. — ing. stock exchange] ve «emtia ( ticaret ve zahire ) borsaları» [aim. WarenbSr-sen, Produktenbörsen. - fr. bourses de marehandites.— ing. produce exchange] diye başlıca ikiye ayrılır. Birincilerinde umumi ve hususi senetler (hisse senetleri, tahviller ve diğer menkul kıymetler) üzerine muameleler yapılır. İkincilerin de emtia alım satımları, deniz sigortaları ve gemi navlunları üzerine muamele yapılır (3
BORSA — BOŞALTMA
43
Nisan 1302 tarihli Umumi Borsalar Nz., Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları hakkında K.).
2 — Kara borsa /aim. Schwarze Börse. — fr. bourse noire. — ing. black market/: Resmî veya serbest borsalarda her hangi sebeple olursa olsun muamele gör-miyen menkul kıymetlerin, dövizlerin veya emtianın az çok gizli bir şekilde alınıp satıldığı piyasa veya bu muamelelerin hepsidir. Kara borsalarda yapılan muameleleri bir devlet ihtiyaç gördükçe cezai müeyyidelere tâbi tutar. Meselâ bizde döviz kararnamelerine muhalif döviz muameleleri veya menkul kıymetler borsası kanununa aykırı esham ve tahviller alım satım hakkındaki cezalar bu kabildendir (Türk Parasının Kıymetini Koruma K. ve buna dayanan kararnameler).
3 — İş (Mesai) borsası [aim. Arbeitsbörse. — fr. bourse du travail. - ing. labour exchange]: İşçi teşekküllerinin müşterek menfaatlerine taallûk eden bazı meseleleri görüşmek, hususiyle işçilerin birleştirilmelerini temin eylemek maksadiyle yapılan toplantılara veya toplantı yellerine, bizde müstahdemin idaresinde veya belediyelerin hizmetçi tedarikine vasıta olmalarında bu borsaların izini görmek mümkündür (İş K. Fasıl 4).
BORSA ACENTASI [aim. Börsenmakler, Börsen-agent. — jr. courtier. — ing. stock broker (jobber, broker].
Borsa mevcut olan şehirlerde münhasıran başkası hesabına esham, tahviller, senetler, ecnebi parası ve kambiyo al.p satmakla iştigal eden mutavassıta denir. Bu acentalara bizde eskiden «mubayaacı» deılerdi ki borsalar nizamnamesinde zikri geçer.
BORSA FİYATI [aim. Börsenpreis, Börsenkurs.
— fr. prix de bourse. — ing. stock exchange quotation].
Menkul kıymetlerin veya diğer maddelerin alım satımı için kurulmuş borsadaki muameleler neticesinde taayyün eden fiyatlardır.
BORSA HUKUKU [aim. Börsenrecht. — fr. droit boursier, legislation sur la bourse. — ing, exchange regulations].
Her nevi borsaların tâbi olduğu kaideleri toplıyan mevzuat.
Menkul kıymetler ve kambiyo borsaları hakkındaki hükümleri havi kanunla ticaret ve zahire borsaları, Ticaret ve Sanayi Odaları Nizamnamesinin 13 üncü maddesine göre mahallî ticaret ve sanayi odalarına devredilmiştir. Her yerin borsası kendine mahsus talimat ile idare edilir.
BORSA MUAMELELERİ [aim. Börsengeschafte.
— fr. operations de bourse, marche de bourse. — ing. exchange operations/.
Borsalarda muamele gören menkul kıymetler, kambiyolar ve emtia alım satımlarına denir. Muhtelif şekilleri vardır:
1 — Borsanın iç muameleleri [aim. Börseninnen-geschâfte], borsa saatinde, yani borsanın açık bulunduğu zamanlarda borsayı ziyaret edenler tarafından
yapılan borsa muameleleridir. Borsa dışı muameleler de (Börsenaussengeschâfte) borsa mahalli ve saati dışında yapılan borsa muameleleridir.
2 — İfa zamanı bakımından bu muameleler ikiye ayrılır: a) Peşin muameleler [aim. Sofortaeschöfte, Kassageschâfte (Effekten) Locogeschâfte (Waren). — fr. marches â comptant — ing. cash - contracts, spot contracts] muamelenin yapıldığı gün veya nihayet bir iki gün içinde ifa edilmeleri lâzım gelen muamelelerdir, b) Vadeli muameleler [aim. Terminaeschâfte, Zeitge-schâfte (Effekten), Lieferungsgesch'âfte (Waren).— fr. marches d terme, marches d livrer. — ing. futures (contracts for future delivery), time - bar - gains] muamelenin yapıldığı tarihten sonraki bir tarihte veya muayyen bir mehil içinde ifa edilmeleri lâzım gelen muamelelerdir.
3 — Vadeli muamelelerin de muhtelif şekilleri vardır : a) Primli veya serbest muamele [aim. Prâmien. geschafte. — fr. marches â prime, marches libre». —¦ ing privileges (options), puts and calls] ; Tarailardan birine rizikosunu tahdidetmek imkânını veren vadeli bir muameledir. Bir taraf muayyen bir prim [aim. Pro. mie. — fr. prime. — ing. call (buyer's option), put (seller's option/] ödemek suretiyle muameleden caymak veya muameleye bağlı kalmak hususunda bir hıyar hakkı elde eder. b) Çilt ikramiyeli muamele [aim Stella-ge oder Stellgeschaft. — fr. marche d double prime.— ing. straddle, put and cali] : bunda tarailardan biri bir prim [aim. Ütellage] ödemek mukabilinde mı amelenin mevzuunu teşkil eden kıymetli evrakı satmak veya satın almak, yani satıcı veya alıcı olmak hususunda bir hıyar hakkını elde eder. c) Muhayyer muamele [aim. Nochgeschâft. — fr. marche avec faculte. — ing. put of more (seller's option to double), call of more (buyer's option to double) ]: bir alım veya satımın vadeli bir muamele ile birleşmesinden ibarettir. Taraflardan biri bir prim tediyesi mukabilinde ita gününde teslim veya tesellüm edeceği miktarı bir tarallı olarak artırmak hakkını elde eder. d) Repor muamelesi [aim. Prolongationsgeschaft, Kostgeschiift, Reportgeschâft. — fr. operation de report. — ing. carrying, over business]: Vadeli bir muamelenin vâdesinin uzatılması, yani borsada taahhüt altına giren tarafın taahhüdünün ifa zamanının uzatılması için başvurulan bir muameledir.
BORSA RAYİCİ [aim. amtlicher Börsenkurs. — fr. cours de bourse. — ing. market-value].
Borsanın resmî cetvelinde yazılı fiyattır.
BOSTANCIBAŞI Osmanlı İmparatorluğu eski teşkilâtında, saray muhafızlarının, padişahın muhafız askeılerinin âmir ve komutanıdır.
Bostancıbaşı bilhassa Boğaziçinin ve saray bahçeleri civarının zabıta işleriyle meşgul olurdu.
BOŞALTMA [aim. Löschung, Ausladung. — fr. dechargement. — ing. unloading, discharge unlading, unlivery. — lât. exonerare navem, exponere (merces, onus) ].
(Eski tâbiıle «tahliye») Yükün gemiden çıkarılması ameliyesine denir. Bilhassa navlun mukavelesi münasebetlerinde ehemmiyeti vardır. «Yükleme» ve «boşaltma» işleri bazı yerlerde serbest teşebbüslere bırakılmış, bazı
44
BOŞALTMA — BULAŞIK HASTALIKLAR
yerlerde (başlıca Türk limanlarında olduğu gibi) devlet inhisarına alınmıştır.
Vaktinde boşaltmamak, vaktinde yüklememek gibi haller sürastarya tazminatı istemek hakkını verir (bk. Bekleme müddeti).
BOŞALTMA LİMANI [aim. Löschungshafen. — fr. port de dechargement. — ing. port of discharge, port of delivery, discharging port — lât. portus exonerandi].
Yükün boşaltıldığı limana denir. Aynı geminin birden çok boşaltma limanı olabilir. Mukavelenin sâkit kaldığı bazı hususlar boşaltma limanı nizamlarına göre tâyin olunur (TK. 1136).
BOŞALTMA MÜDDETİ [aim. Löschungszeit — fr. delai de dechargement. — ing. lay-days, days for discharging, time alio rued for discharging/.
(Starya, boşaltma staryası), kiralıyanın, yükün boşaltılması için, ayrıca bir tazminat istemek hakkı olmaksızın beklemeye mecbur olduğu müddet. Bunun ücreti esasen navlunda dâhil sayılır. Eoşaltma müddetinin devamı mukavele ile tesbit olunmamış ise bu müddet boşaltma limanının mahallî nizamlarına ve böyle nizamlar da yoksa orada cari olan örf ve âdete göre tâyin olunur. Böyle bir örf ve âdet de yoksa halin icaplarına uygun bir mehil boşaltma müddeti sayılır (TK. 1135, 1136 bk. Bekleme müddeti).
BOŞANMA [lât. divortium. — aim. Ehescheidung. — fr. divorce. — ing. divorce, dissolution of marriage].
Eşlerden boşanma istemekte hakkı olanın kanuni boşanma sebeplerine dayanarak dâva açması üzerine evlilik bağının hâkim tarafından çözülmesi.
BOŞANMA DÂVASI [aim Ehescheidungsklage. -fr. action en divorce. - ing petition for divorce, suit for divorce, petition for dissolution of marriage/.
Boşanma için açılan dâva. Bu dâvayı eşlerden kanuni sebeplere dayanabilmek hakkına sahip, yani haklı olan taraf açabilir.
BOŞANMA SEBEPLERİ [aim. Ehescheidungs-griinde. — fr. causes de divorce. — ing. grounds for grdivorce. — lât. causae divortii]
Boşanma dâvası açılmasına ve boşanma hükmü verilmesine esas teşkil eden kanuni sebeplerdir. Bunlar umumi ve hususi olmak üzere iki kısımdır i
1 — Hususi boşanma sebepleri: Zina [lât. adulte-rium.— aim. Ehebruch.— fr adultire. - ing. adultery/, cana kast /aim. Lebensnachstellung. — fr. attentat â la vie. — ing. attempt against life. — lât. insidias vitae /'mortis) parare (struere)J, pek fena muameleler [lât. saevitiae, injuria gravis — aim. schztere Misshand-lungen und Ehrenkrânkung. — fr. sevices ou injures graves. — ing. cruelty, ill-treatment, serious insult], haysiyetsiz ve şerefsiz bir hayat sürme [lât. vitam ignominiosam ducere, — aim. unehrenhafter Lebens-zvandel. — fr. atteinte â l'honneur, conduite deshono-rante.— ing. dishonourable conduct/, terzil edici bir suç işleme / aim. entehrendes Verbrechen. — fr. del.it infamant. — ing. infamous crime. — lât. erimen ignomi-nisium, (famosum)], terk [aim bösliche (bösuilligel Verlassung. — fr. abandon malicicux. — inq. wilful desertion — lât. desertio malitiosa}, akıl hastalığı [aim.
Geisteskrankheit.— fr. maladie mentale.— ing. insanity, mental desease].
2 — Umumi boşanma sebebi karı koca arasındaki münasebetin sarsılmış olduğu iddiasıdır. Bu sebebe kanunda şiddetli geçimsizlik [aim. Zerriittuna. — fr. disunion, mesentente. — ing. incompatibility of temperament — lât vita communis nimis difficilis reddita (Codex Juris Canonici c. 1131)/ denmiştir.
Şu halde yukardaki muayyen sebeplerden birine dayanan eş boşanma dâvasını açmaya haklı eş sıfatiyle boşanmayı talebedeceği gibi aralarında müşterek hayatın çekilmez bir hale gelmesini mucip olacak derecede şiddetli geçimsizlik mevcut olduğu takdirde eş-leıden her biri boşanma dâvası açabilir (MK. 129 vd.).
BOŞ DERECE /aim. off ene 'leere) Pfandstelle, Lücke. — fr. case libre (hypotheque)].
Bir gayrimenkul üzerinde ikinci veya her hangi bir derecede olmak üzere rehin hakkı tesis olunduğu takdiıde, rehin mevcut olmaması sebebiyle açıkta kalan, yahut muhtelif derecelerde tesis olunan rehinlerden birinin tevkifi üzerine serbest kalan dereceye denir. Ayrıca bir mukavele ile kararlaştırılmış ve tapu siciline de o yolda şerh verilmiş olmadıkça, rehin hakları muahhar olan alacaklılar boş dereceye geçmek hakkını haiz değildirler. Gayrimenkul maliki boş dereceye dilediği gibi tasarruf ve meselâ yerine bir diğer ıehin hakkı tesis etmekte serbesttir. Şu kadar ki, gayrimenkulun paraya çevrilmesi halinde gayrimenkulun semeni boş dereceler hiç nazarı itibara alınmaksızın teminatlı alacaklılar arasında dağıtılır (MK.
785, 786, 787).
BOYKOT [aim. Boykott, Sperre. — fr. boyeot-tage. — ing. boycott/.
Bir insan topluluğunun, birden ve bir plâna göre muayyen bir veya mütaaddit kimselerle içtimai veya iktisadi münasebetlerini kesmesidir. Boykotu ilân ve teşvik eden (bo/kotçu), boykotu yapması kendisinden istenilen boykot eden) ve boykota mâruz olan (boykot edilen) den ibaret olmak üzere üç tarafın mevcudiyeti aranılır. Boykotçu ile boykot eden aynı taraf olabilir. Boykot, biri iş boykotu (grev veya lokavt) ve diğeri mal boykotu (mal vermemek) (aim. Lieferungs-sperre) ve mal almamak \alm Bezugs-, Abnahmesperre) boykotu olmak üzere ikiye ayrılır.
BOZMA [aim. Aufhebung und Zuriickverweisung des Urteils, Kassierung. — fr cassation. — ing. quashing (annullement) of decision of a lover court].
Temyiz merciinin temyiz edilen hükmü muayyen sebeplerin mevcudiyeti halinde bozması, hükmün kanun veya vakıaya uygun olmadığını, kanunun tatbikinde veya maddi meselenin takdirinde hata edildiğini beyan etmesidir ki bu beyan bozulan hükmü, bozma kararının şümulü derecesinde yok eder (HMUK. 428 - 438 ; CMUK. 321, 322 ; Devlet Şûrası K. 46 - 48).
Nakzedilen hükme «menkuz hüküm, bozulmuş hüküm» denir.
BULAŞIK HASTALIKLAR / aim. ansteckende Krankheiten. — fr maladies contaaieuses. ¦— ing. infectious (contagious) diseases. — lât. morbus conta-giosus, pestilentia].
BULAŞIK HASTALIKLAR -
BÜTÇE TAHMİNİ 45
İnsanlarda, hayvanlarda, ağaçlarda ve nebatlarda görülüp yayılmalarının önlenmesi için bazı mecburiyet ve mükellefiyetler doğuran salgın hastalıklardır (Umumi Hıfzıssıhha K. 29, 94, 284, 285, 287, 291 ; Hayvan Sağlık Zabıtası K. ve tadili ve Nz.; Yabani Ağaçların Aşılanması hakkında K. , Nebatları Hastalık ve Zararlı Böceklerden Koruma K).
¦BULUNMUŞ EŞYA bk. Lûkata.
BUNAMA bk. Akıl zayıflığı.
BUTLAN [lât. nullitas.- aim. Nichtigkeit; mutlak butlan t absolute Nichtigkeit; nisbî butlan: relative Nichtigkeit, Anfechtbarkeit; iptali kabil: Vernichtbar. keit —fr. nulliti (absolue, relative) — ing. invalidity, nullity, voidness; absolute nullity - relative nullity, voidability/
Bir hukuki muamelenin hüküm doğurması için riayeti lâzım gelen esas veya şekil şartlarından bi-inin bulunmaması irade beyanının hükümsüzlüğünü intaceder. İşbu hükümsüzlük hukukta, yerine göre «mutlak butlan», «nispî butlan», «iptali kabil» tarzında ifade olunur Bazan da hukuki muamele meydana gelmemiş sayılır.
1 — Akdin teşekkülü için lüzumlu olan unsurlardan biri eksik olursa o akit varlık iktisabetmemiş demektir : İradelerin bir muhteva etrafında toplanmamış olması gibi.
2 — Âmme intizamına, âdaba, ahlâka muhalif olması veya esaslı şartlardan birinin bulunmaması dolayısiyle her alâkadar tarafından butlanı iddia edilebilen hukuki muameleler «mutlak butlan» ile sakattırlar. Bunlar hiçbir zaman muteber bir hale gelemezler ( BK. 20 ).
3 — Muayyen kimselerin himayesini istihdaf eden şartların bir hukuki muamelede bulunmaması halidir ki,
0 kimselerin icazet vermesi ile hukuki muamele muteber hale gelebilir. Buna «nispî butlan» denir (BK. 31)
4 — Bazan, taraflardan birinin veya üçüncü bir şahsın itirazı üzerine hukuki muamele mahkeme karariyle hükümsüz bir hale getirilebilir. Bu takdirde hukuki muameleye «iptali kabil muamele» denir. Bu mahiyetteki bir muameleye BK. da tesadüf edilmez; ancak MK. da vardır (MK. 112, 124, 499, 500 gibi).
BUTLAN DÂVASI [ aim. Nichtigkeitsklage, An-fechtungklage. — fr. action en nullite. — ing action
1 claim) (petition) for nullity, action for avoidance. — lât. querela nulitatis] .
Bir hukuki muamelenin butlanını istihdaf eden
dâva.
BUYRULTU ( Eski hukukta )
1 Sadrazam ve nazırların rütbe ve salâhiyet tevcihi, müsaade itası gibi, emir ve karaılarını ihtiva eden yazılı vesika Meselâ : Osmanlı ordusunda binbaşıya kadar askerî rütbeler buyrultu ile ve bundap yukarı olanlar fermanla tevcih edilirdi.
2 — Valilerin mutasarrıflara, mutasarrıfların kaymakamlara bir hususun ifası zımnında emir vermek veya bir hususa müsaade edildiğini bildirmek üzere yazdıkları yazılardı.
BÜLÜĞ (Bulûğ). Lügatte vusul manasınadır.
Istılahta sigar, yani küçüklük halinin nihayet bulmasıdır.
BÜR (Bıır'j Bir şeccenin, bir cerahatin veya maktul bir uzvun tamamen veya kısmen iyileşip kapanması, iltiyam bulması demektir. Bu cihetle bür-i tam ve bür-i gayritam kısmına ayrılır.
BURHAN (Burhan) Lügatte delil ve hüccet manasınadır. Fıkıhta ise beyyine-i âdile, yani şahadet-i âdile mânasında kullanılır. «Burhan ile sabit olan şey ayanen sabit gibidir» kaidesinde olduğu gibi şahadet ve ikrara şamil olan hüccet mânasında da kullanılmıştır. Cem i berahindir.
BÜTÇE [aim. Budget, Etat, Staatshaushalt. — fr. budget — ing. budget/.
1 — Fransızca küçük çanta mânasına gelen bougette kelimesinden İngilizceye buget olarak alınmıştır. Devlet bütçesine bu ismin verilmesi İngiliz maliye nazırlarının senelik hesapları parlâmentoya küçük bir çanta içinde getirmelerinden ileri gelmiştir.
a) (Geniş mânada) bütçe malî, ticari ve gayri-ticari her türlü müesseselerde ilerde muayyen bir müddet içinde yapılacak tahsilat ve sarfiyatı tahmin eden ve karşılaştıran bir cetveldir.
b) (Dar mânada) devletin, devlet dairelerinin ve müesseselerinin âtiye ait muayyen bir müddet içinde vuku bulacak sarfiyatını ve varidatını tahmin eden ve varidatı tahsile ve sarfiyatı ifaya mezuniyet veren kanundur (Muhasebe-i Umumiye K. 6) buna «umumi bütçe» denir.
2 — (Mülhak bütçe) sarfiyatı hususi varidat ile temin ve muvazene-i umumiye haricinde idare olunan devlet daire ve müesseselerinin bütçeleridir (Muhasebe-i Umumiye K. 115 ve 118). Devlet Demiryolları ve Limanları, İnhisarlar, Posta, Telgraf ve Telefon, Vakıflar Umum Müdürlükleri bütçeleri gibi.
3 — (Hususi bütçe) mahallî âmme hizmetlerini gören müesseselerin sarfiyatını ve varidatını gösteren ve varidatı, umumiyetle muayyen bir mmtakadan toplanan ve masarifi de esas itibariyle aynı mıntaka içinde yapılan bütçelerdir. Vilâyet hususi idareleri bütçeleri ve belediye ve köy bütçeleri gibi (Muhasebe-i Umumiye K. 115,118; Belediye K. 119, 132 ve 152; 13 mart 1329 tarihli Idare-i Umumiye-i Vilâyet K. İdare-i Hususiye-i Vilâyet unvanlı ikinci kısmı 79, 86 ; Köy K. ).
BÜTÇEDE VAHDET [aim. Einheitsprinzip (Budget) - fr. unite budgetaire. — ing. principle of a single and complete budget.].
Devlete ve devlet daire ve müesseselerine ait bütün sarfiyatın bir cetvelde ve bütün varidatın da diğer bir cetvelde gösterilmesi suretiyle bu sarfiyat ve varidatın toptan karşılaştırılması esası (Muhasebe-i Umumiye K. 28, 29, 30).
BÜTÇE TAHMİNİ [aim. Voranschlag, vorlöufi-ger Staatshaushaltsplan. — fr. evaluation budgetaire. — ing. estimate].
Devlet hizmetlerinin yapılabilmesi için bu hizmetlerin mütevakkıf bulunduğu masraflarla bu masrafları
46
BÜTÇE TAHMİNÎ — CEBİR
karşılıyacak gelirlerin bir yıllık miktarlarını evvelden ve hakikate yakın bir şekilde hesaplamak ve Meclise bütçe kanun lâyihasını o esasa göre sunmak üzere ta-kibolunan usul ve sistemlerin hepsi.
BÜTÜNLÜK bk. Hukuki bütünlük.
BÜYÜK DEVLETLER [aim. Grossmâchte. - fr. grandes puissances. — ing. Great Powers, First-Class Powera[.
İktidarları ve maddi kuvvetleri bakımından büyük devletler ve ikinci derecede devletler olmak üzere iki nevi devlet kabul edilmektedir. Dünya siyaseti sahasında, kendi yardımından tehlikesiz bir surette sarfınazar edilemiyecek kadar faal ve kuvvetli bir hale gelen devlet, büyük devlettir. Büyük devletlerle ikinci derecede devletler hukukan müsavidir. Fakat bu iki nevi devlet arasında maddi ve fiilî bir müsavatsızlık vardır.
1939 harbinden evvel büyük devlet addedilen devletler şunlardır: Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Sovyet Rusya. Son senelerde Türkiyenin her sahada gösterdiği inkişaf bu devleti, dünya siyasetinin kendisinden vazgeçilmez bir unsuru haline koyduğu kanaati umumileştiğinden, Türkiye'yi de büyük devletler arasında saymak doğru olur.
BÜYÜK MILLET MECLlSl [aim. Grosse Natio-nalversammlung. — fr. Grande Assemblee Nationale. — ing. Grand National Assembly].
Milletin hakikî mümessili olup millet namına hâkimiyet hakkını kullanan ve kendisinde teşri salâhiyeti ve icra kuvveti tecelli ve temerküz eden meclistir (TEK 4, 5).
c
CABl I VAKF (Câbi-i vakf) Vakfın gelirini top-lıyan memur.
CAtFE (Câ'ifa) Cevfe (boşluğa) kadar giden yara. Göğüste, arkada, karında açılan yaralar caife olabilir.
CALİYE ( Câliya ) Cizye anlamında kullanılır. Cem'i «Cevali» dir.
(Hazreti ömerin Ceziretül-araptan sürdüğü ehli zimmete caliye denilmiştir. Sonra bunlardan alınan cizyeye de caliye denilmiş, daha sonra her cizyeye bu nam verilmiştir. Velevki sahibi vatanından çıkarılmış olmasın.)
CÂMEKlYE Vakfın gailesinden vezaif sahiplerine verilen aylık atiyyedir ki bir bakımdan ücret ve bir bakımdan sıla mahiyetindedir.
Elbise bedeli olarak verilen hediyeler de bu kabildendir.
CANA KASIT bk. Boşanma sebepleri.
CANİ (Cani) Kendisinden cinayet çıkan şahıs; katil, carih gibi.
CARİ FİYAT Bir malın satışında ilân veya fiyat listesi veya etiket ile umuma arz olunan veya ticaret odalariyle belediyeler ve borsalar gibi salahiyetli yer-lerce tesbit edilen fiyat.
CARİH (Carih) Bir kimsenin başını, yüzünü, başka bir uzvunu yaralıyan şahıs. Bu şekilde yaralanan kimseye «mecruh» veya «cerîh» denir.
CARİYE Bir kimsenin kölesi olan genç veya ihtiyar kadın. Cem'i «cevari» dir.
Cariye; esasen - denizde cereyanı itibariyle -define demektir. Cariyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri dairesinde hareket ve cereyan ettikleri cihetle bu adı almışlardır.
Hür kadınlara da cariye denildiği vardır.
CASUSLUK [aim. Spionage ( landesverraterische Begünstigung, diplomatischer Landesverrat ) . — fr. espionage — ing. espionage, spying].
İç hukukta : yabancı bir devlete bildirilmek mak-sadh le ve gizlice, diğer bir devlet nezdinde, her nevi malûmat araştırmak veyahut toplamaktır.
Türk Ceza Kanunu m, 133 ve 136 ya göre, gizli kalması devletin emniyeti veya askerî veya milletle rarası siyasi menfaatleri icabından olan malûmatı siyasi ve askerî casusluk maksadiyle elde etmek fiilleri ağır cezalarla cezalandırılır. Bu fiiller seferberlikte veyahut Türkiye Cumhuriyetini tehdideden yakın bir harb tehlikesi mevcut olduğunu gösteren fevkalâde zamanlarda müdafaaya hıyanet ismi verilen askerî bir suç teşkil eder ve işliyen ölüm cezasına mahkûm olur (AsCK. 56).
Devletler arası hukuku bakımından casus, harb kanunları ve teamülleri hakkındaki 18 ilkteşrin 1907 tarihli Lâhey mukavelesine zeyledilen nizamnamenin 29 üncu maddesinde şöyle tarif olunmuştur:
Casus, muharip bir devletin harekât sahasında gizlice veyahut sahte vasıtalarla düşman tarafına bildirmek maksadiyle malûmat toplıyan veya malûmat araştıran şahıstır. Binaenaleyh kıyafetini değiştirmiyerek malûmat toplamak maksadiyle düşman harb mıntaka-larına geçen askerler casus telâkki olunamaz.
CAYMA TAZMİNATI ( Zaman-ı rücu) [aim. Reu-geld, — fr. dedit. — ing. forfeit money. — lât. multa (mu{eta) poenitentialisf
Taraflara akitten rücu salâhiyeti veren bir anlaşma olup bu salâhiyetin kullanılması halinde ödenmesi lâzım gelen tazminat. Bu takdirde diğer taraf uğradığı zarara karşılık ancak kararlaştırılan tazminatı alabilir.
CEBİR [lât. vis compulsio, vis compulsiva.— aim. Zwang, Gewalt, Nötiguntrsnotstand. — fr. violence, contrainte. — ing. compulsion, constraint].
Gerek tabiî hâdiseler sebebi ile ve gerek şahsın fiili dolayısiyle bir kimsenin, arzu ve rızası hilâfına
46
BÜTÇE TAHMİNÎ — CEBİR
karşılıyacak gelirlerin bir yıllık miktarlarını evvelden ve hakikate yakın bir şekilde hesaplamak ve Meclise bütçe kanun lâyihasını o esasa göre sunmak üzere ta-kibolunan usul ve sistemlerin hepsi.
BÜTÜNLÜK bk. Hukuki bütünlük.
BÜYÜK DEVLETLER [aim. Grossmâchte. - fr. grandes puissances. — ing. Great Powers, First-Class Powers!.
İktidarları ve maddi kuvvetleri bakımından büyük devletler ve ikinci derecede devletler olmak üzere iki nevi devlet kabul edilmektedir. Dünya siyaseti sahasında, kendi yardımından tehlikesiz bir surette sarfınazar edilemiyecek kadar faal ve kuvvetli bir hale gelen devlet, büyük devlettir. Büyük devletlerle ikinci derecede devletler hukukan müsavidir. Fakat bu iki nevi devlet arasında maddi ve fiilî bir müsavatsızlık vardır.
1939 harbinden evvel büyük devlet addedilen devletler şunlardır: Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Sovyet Rusya. Son senelerde Türkiyenin her sahada gösterdiği inkişaf bu devleti, dünya siyasetinin kendisinden vazgeçilmez bir unsuru haline koyduğu kanaati umumileştiğinden, Türkiye'yi de büyük devletler arasında saymak doğru olur.
BÜYÜK MILLET MECLlSl [aim. Grosse Natio-nalversammlung. — fr. Grande Assemblee Nationale. — ing. Grand National Assembly].
Milletin hakikî mümessili olup millet namına hâkimiyet hakkını kullanan ve kendisinde teşri salâhiyeti ve icra kuvveti tecelli ve temerküz eden meclistir (TEK 4, 5).
c
CABl I VAKF (Câbi-i vakf) Vakfın gelirini top-lıyan memur.
C4ÎFE (Câ'ifa) Cevfe (boşluğa) kadar giden yara. Göğüste, arkada, karında açılan yaralar caife olabilir.
CALİYE ( Câliya ) Cizye anlamında kullanılır. Cem'i «Cevali» dir.
(Hazreti ömerin Ceziretül-araptan sürdüğü ehli zimmete caliye denilmiştir. Sonra bunlardan alınan cizyeye de caliye denilmiş, daha sonra her cizyeye bu nam verilmiştir. Velevki sahibi vatanından çıkarılmış olmasın.)
CÂMEKlYE Vakfın gailesinden vezaif sahiplerine verilen aylık atiyyedir ki bir bakımdan ücret ve bir bakımdan sıla mahiyetindedir.
Elbise bedeli olarak verilen hediyeler de bu kabildendir.
CANA KASIT bk. Boşanma sebepleri.
CANİ (Cani) Kendisinden cinayet çıkan şahıs; katil, carih gibi.
CARİ FİYAT Bir malın satışında ilân veya fiyat listesi veya etiket ile umuma arz olunan veya ticaret odalariyle belediyeler ve borsalar gibi salahiyetli yer-lerce tesbit edilen fiyat.
CARİH (Carih) Bir kimsenin başını, yüzünü, başka bir uzvunu yaralıyan şahıs. Bu şekilde yaralanan kimseye «mecruh» veya «cerîh» denir.
CARİYE Bir kimsenin kölesi olan genç veya ihtiyar kadın. Cem'i «cevari» dir.
Cariye; esasen - denizde cereyanı itibariyle -define demektir. Cariyeler de efendilerinin eır.ir ve hizmetleri dairesinde hareket ve cereyan ettikleri cihetle bu adı almışlardır.
Hür kadınlara da cariye denildiği vardır.
CASUSLUK [aim. Spionage ( landesverraterische Begünstigung, dîplomatischer Landesverrat ) . — fr. espionage — ing. espionage, spying].
İç hukukta : yabancı bir devlete bildirilmek mak-sadh le ve gizlice, diğer bir devlet nezdinde, her nevi malûmat araştırmak veyahut toplamaktır.
Türk Ceza Kanunu m, 133 ve 136 ya göre, gizli kalması devletin emniyeti veya askerî veya milletle rarası siyasi menfaatleri icabından olan malûmatı siyasi ve askerî casusluk maksadiyle elde etmek fiilleri ağır cezalarla cezalandırılır. Bu fiiller seferberlikte veyahut Türkiye Cumhuriyetini tehdideden yakın bir harb tehlikesi mevcut olduğunu gösteren fevkalâde zamanlarda müdafaaya hıyanet ismi verilen askerî bir suç teşkil eder ve işliyen ölüm cezasına mahkûm olur (AsCK. 56).
Devletler arası hukuku bakımından casus, harb kanunları ve teamülleri hakkındaki 18 ilkteşrin 1907 tarihli Lâhey mukavelesine zeyledilen nizamnamenin 29 üncu maddesinde şöyle tarif olunmuştur:
Casus, muharip bir devletin harekât sahasında gizlice veyahut sahte vasıtalarla düşman tarafına bildirmek maksadiyle malûmat toplıyan veya malûmat araştıran şahıstır. Binaenaleyh kıyafetini değiştirmiyerek malûmat toplamak maksadiyle düşman harb mıntaka-larına geçen askerler casus telâkki olunamaz.
CAYMA TAZMİNATI ( Zaman-ı rücu) [aim. Reu-geld, — fr. dedit. — ing. forfeit money. — lât. multa (mu{eta) poenitentialis]
Taraflara akitten rücu salâhiyeti veren bir anlaşma olup bu salâhiyetin kullanılması halinde ödenmesi lâzım gelen tazminat. Bu takdirde diğer taraf uğradığı zarara karşılık ancak kararlaştırılan tazminatı alabilir.
CEBİR [lât. vis compulsio, vis compulsiva.— aim. Zwang, Gewalt, Nötiguntrsnotstand. — fr. violence, contrainte. — ing. compulsion, constraint].
Gerek tabiî hâdiseler sebebi ile ve gerek şahsın fiili dolayısiyle bir kimsenin, arzu ve rızası hilâfına
CEBİR - CEMİYET
47
olarak bir hareketi yapmaya veya yapmamaya zorlamağıdır.
CEBREN IRZA GEÇMEK /aim. Nolzucht, Un-zucht. — fr. viol, attentat aur moeurs. — ing. indecent assault, rape. — lât. vis, stuprum, oppressio virginis].
Zor, tehdit veya hile ile yahut beden veya akıl hastalığından istifade ederek bir kimseye cinsî tecavüz fiilinde bulunmak (CK. 414-418).
CEBRÎ İCRA [aim. Zwangsvollstreckung (Al), Zwansrsbetreibung (Is). — fr. execution forcee — ing. execution, compulsory execution. — lot. executio, exe-cutio rei judicatae (judicati) J.
Mahkeme hükümlerinin, aleyhine hüküm verilen şahsın menkul veya gayrimenkul malları, alacakları veya hükmün mevzuu olan şey üzerinde devlet tarafrh-dan kuvvet ve cebir kullanılarak yerine getirilmesi usulü.
Bir mahkeme hükmü, aleyhinde hüküm verilen şahıs tarafından yerine getirilmezse, o hüküm zorla yerine getirilir.
icra ve iflâs Kanunumuza göre, her türlü mahkeme hükümlerinin icrası, icra dairelerine ve iilâs tasfiyeleri illâs daire ve idarelerine aittir (24-41). Adı geçen kanun para veya teminat borçlarına mahsus olmak üzere ilamsız takip usulünü de kabul etmiş olduğundan bu yoldaki bir takibin katileşmesi halinde haciz ve satış gibi yapılan muameleler de cebrî icra muamelelerinden sayılır.
CEBRİ SATIŞ [aim. Zwangsverkauf (im Wege der Zwangsvollstreckung). — fr. vente par execution forcle, vente forcee aux encheres. — ing. compulsory sale, forced sale (by auction). — lât. subhastatio, venditio sub hasta].
Rehin olan veya icra marifetiyle haczedilen menkul, gayrimenkul malın, sahibinin rızasına bakılmıyarak diğer bir şahsın menfaatine olarak yine icra marifetiyle satılmasıdır.
İilâs tasfiy elet inde de böyle cebrî satışlar yapılır. (İcİf.K. 106 vd.).
CED (Cadd) Ana veya babanın ve bunların babaları, dede ve büyük baba. Ana ve babanın analarına ve bunların analarına «cedde» (cadda) denir.
CEDDEİ FASİDE (Cadda-i Fasida) Sahih olmıyan nine. Müteveffa ile aralarında sahih ol mı j an dede bulunan büyük ana. Ananın babasının anası, ananın babasının babası gibi.
CEDDE-İ SAHİHA (Caddu-i ŞahTha) Sahih nine. Müteveffa ile aralarında sahih olmıyan dede bulunmıyan nine. Ananın anası, anasının anasının anası, babasının anası, babasının babasının anası. gibi.
CEDDİ FASİT (Cadd-i Fâsid) Sahih olmıyan dede, derecesi yakın olsun uzak olsun, müteveffa ile aralarında kadın bulunan dede. Ananın babası, ananın babasının babası, babanın anasının babası gibi.
CEDD-1 SAHİH (Cadd i Sahih) Sahih dede. Derecesi yakın veya uzak olsun müteveffa ile aralarında kadın bulunmıyan dede. Babanın babası, babanın babasının babası gibi.
CEHALET (Cahâlat) bk. Ecel.
CEHİL (Vukufsuzluk) [lât. ignorantia. — aim.
Unkenntnis, Nichtwissfen. - r. ignorance. — ing. ignorance].
1 — Bir hâdiseyi bilmemek. Kanunlarımızda bir hâdiseyi bilmemek birçok hallerde hukuki neticeler meydana getirir.
Bilgi [aim. Wissen (Wissenmiissen), Kenntnis. — fr. connaissance (necessite de connattre). — ing. knowledge, notice. — lât. scientia, notitia, notio]: Ya şahsi bir görüşe veya bir diğeri tarafından verilen habere dayanır. Kanun, bazı hallerde bir diğeri tarafından verilen malûmatı - ki buna ihbar deriz - nazara alır; merhun üzerinde sonradan bir rehin tesisinde olduğu gibi (M. K. 855'. Bazı hallerde kaynağını araştırmaya lüzum görmeksizin yalnız «bilgi » yi göz önünde tutar (TK 687 fk. 1; BK. 197;. öyle hallerde vardır ki; ihbar yapılmasa veya muhataba erişmese dahi her hangi bir suretle hâsıl olan «bilgi» kanuni neticeyi doğurur (BK. 165).
2 — CEHİL (CahI) Bir şeyi bilmesi lâzım gelen kimsenin bilmemesi. Aksine zannediyorsa, yani bildiğine kani ise cehl-i mürekkep, değilse cehl-i basit olur.
CELPNAME [lât- citatio, citatorium, denuntiatio, evocatio, in ius vocatio. — aim. Vodadung, Ladung. — fr. citation. — ing citation, summons].
Davacı, maznun, şahit, ehli vukuf (ehli hibre) sıfatını haiz bütün şahısların sulh, asliye, temyiz mahkemelerinde, sorgu hâkimliğinde hazır bulunmaları için mübaşir veya posta vasıtasiyle göndeıilen, numunesine uygun davet ve ihtar kâğıdı (CMUK. 45, 207, 272).
CELSE [aim. Gerichtssitzung. — fr. audience.— ing. hearing, sitting of the court. — lât. conventus].
Mahkemelerde bir muhakemenin, duruşmanın ve sair meclislerle heyetlerde müzakerelerin yapılması için, nisap dairesinde, azanın her toplantısı. Celselerin açılması ve kapanması ve inzibatı mahkeme veya heyet reislerine aittir (CMUK. 378).
CEMAATLER [aim. Religionsgemeinschaften, Re-ligionsaesellschaften. — fr. communautes cultuelles. — ing. churches, religious foundations].
Osmanlı saltanatında, devletçe tanınmış olan mezheplere mensup insanların kurdukları topluluklar. Cemaatler medeni muamelelerde, hattâ umumi mükellefiyetlerde bazı imtiyaz ve müsaadelere sahip idiler. Bk. Akalliyetler.
CEM-İ ÎANAT [aim. Kollekte, Sammlang (öffentliche). — fr. quite publique, souscription. — ing. public subscription, collection by public subscription. — lât. collectio, collatio].
Umumi, mahallî veya beledi bir hizmetin ifası maksadiyle hükümet veya belediyelerin ve hayır maksadiyle kurulan cemiyetlerin yardım toplamaları. Merkezin müsaadesi olmadıkça ahaliye iane tarh ve tevzii yasaktır (Cem-i İanat Nz. 8/11/1336 tarihli kararname).
CEMİYET [aim. Verein. — fr. association. — ing. corporation, association. — lât. corpus, collegium, uni-versitas/.
48
CEMİYET - CENİN
İ GAYRİ ZİHAYAT
Kazanç paylaşmaktan başka bir maksatla ikiden ziyade şahsın bilgilerini ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle, bir ana nizamnameye müsteniden ve hükmi şahsiyeti haiz olarak kurdukları teşekkül.
Cemiyetler ya sırf azasını veyahut Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi umumu' ilgilendiren bir gaye güderler. Böyle umumi gaye güden cemiyetlerden gayesi umumi menfaatlere hizmet etmeyi Devlet Şûrası karan ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile kabul edilen cemiyetler «umumi menfaatlere hadim cemiyetler» [aim. gemeinnütziger Verein. — fr. association reconnue d'utilite publique. — ing. utility corporations (associations)] namını alır ve bazı muafiyet ve imtiyazlara sahip olur.
İktisadi gaye güden hususi hukuk hükmi şahısları şirket adını alır. İktisadi gaye takibetmemekle beraber gayesine iktisadi yollardan ve usullerle erişmek istiyen cemiyetler, tescil gibi, şirketler hakkındaki bazı mükellefiyetlere tâbidir (MK. 53 vd. ) /aim. Verein mit wirtschaftlichem Geschâftsbetrieb. — fr. ascociation exercant une industrie. — ing. trading corporations, companies with view of profit].
Şahsiyet iktuabetmesi kanunca mümkün olmıyan bir cemiyet âdi şirket hükmündedir (MK. 55) /aim nichtrechtsfahiger Verein (Al) , Verein ohne Persön-lichkeit (Is). — fr. association sans personnalite.— ing. unincorporated association].
Gizli cemiyet kurulması yasaktır (Cemiyetler K
4, 33; CK. 526).
CEMİYET HÜRRİYETİ /aim. Vereinsfreiheit. -fr. liberte d'association. — ing. freedom of association].
Fertlerin yalnız malî, nakdî bir maksada dayanmaksızın faaliyetleı ini ve bildiklerini daimî bir surette birleştirmek hususundaki hürriyetleri. Cemiyet hürriyeti Türklerin âmme haklarındandır (TEK 79; MK 52 vd.; Cemiyetler K. ).
CEMİYET-İ AKVAM 6*. Milletler Cemiyeti.
CEMİYETİ UMUMİYE İ BELEDİYE Dersaadet Belediye ve Vilâyet Belediye kanunlariyle kurulan, taşralardan mahallî idare meclisleriyle belediye meclislerinden ve İstanbulda Şehremaneti meclisi ile belediye meclislerinin kendi azaları arasından seçtikleri ikişer azadan terekkübeden belediye uzuvları idi. Senede iki defa toplanırlardı. Nisan içinde yapılan toplantıda cemiyet geçen senenin umumi hesaplarını tetkik ve tasdik eder, teşrinisanide yapılan ikinci içtimada gelecek senenin hesaplarını tanzim, yapılacak inşaat ve ameliyatı müzakere ve tâyin eylerdi. Bu kanunlar ve teşkilât Belediye Kanunu ile kaldırılmıştır.
CEMİYETLER HUKUKU [aim. Vereins-und Kor-porationsrecht — fr. legislation sur let associations.— ing. company law (İng), law of corporations (Am.)].
Âztnıu şahsiyetlerinden ayrı, müstakil bir şahsiyete sahip oluy iktisadi olmıyan bir gaye güden hukuk sü-jelerine ait kaideleri içine alan hukuk şubesi
Bu hukuktan birinci derecede ve bilhassa cemiyetlerin kuruluş, teşkilât, âzalığa giriş ve çıkış, fesih ve infisah gibi medeni hukuk cephesi üstün olan kısımları
Medeni Kanun; âmme menfaatleri bakımından tanzimi icabeden kısımları da Cemiyetler Kanunu ile tespit edilmiştir.
CENEVRE MUKAVELESİ [aim. Genfer Abkom-men, Genfer /Convention. — fr. Convention de Geneve. — ing. Geneva Convention].
1 — Harb sahnelerinde, ordularda yaralanan ve hastalananların durumlarını tadil ve ıslah etmek ve bunların ıstıraplarını azaltmak maksadiyle ilk önce 22 ağustos 1864 tarihinde ve sonra 1906 da Cenevrede birçok devletlerin iştirakiyle milletler arası bir mukavelene me akdedilmiştir Bu mukavelenameye Türkiye de iştirak etmiştir. 1906 mukavelenamesinin yerine bugün cari olan 27 temmuz 1929 tarihli mukavelename geçmiş ve bu mukavelename ile buna bağlı sened-i nihai 1791 No. lı kanunla Türkiye Cumhuriyeti tarafından da tasdik olunmuştur. Cenevre Mukavelenamesi adiyle anılan bu milletler arası vesika ile hukuki vaziyetleri hususi surette düşünülmek ve kaidelendirilmek icabeden muztarip insanlar, yaralılar, hastalar ve harb esirleri hakkında devletler arası hukuku bakımından insani birçok kaideler ve esaslar konmuştur.
Cenevre Mukavelenamesi esaslarının deniz harble-rinde dahi tatbiki 18 ilkteşrin 1907 tarihli ikinci Lâhey sulh konferansının X uncu mukavelenamesiyle tanzim ve temin olunmuştur.
2 — Kırk beş devletin iştirakiyle 1925 de Cenevrede akdedilen diğer bir mukavelename ile de silâh ve harb mühimatının kontroluna ait milletler arası bazı esaslar tespit olunmuştur. Bu mukavelename ile silâhlar ve mühimmat beş kısma ayrılmış ve bunların ancak muharebelerde kullanılması ve harb maksatları dışında kullanamamaları için alım ve satımlar milletlerarası bir kontrola tâbi tutulmuştur.
CENİN /lât nasciturus, conceptus, partus (foetus), venter. aim. Leibesfrucht. — fr. enfant conçu — ing. unborn child, child in womb, nasciturus].
1 — Kendisine gebe kalman çocuk.
Her ne kadar şahsiyet çocuğun sağ olarak tama-miyle doğması ile başlar ve ölümü ile sona ererse de cenin, sağ doğmak şartiyle ana rahmine düştüğü andan itibaren medeni haklardan istifade eder. Meselâ, bir miras iktisabedebilir; kendisi için bir kayyum tâyin olunabilir (MK. 298, 377, 524, 584).
2 — CENİN (Canin) : Henüz anasının rahminde bulunan çocuk. Cem'i «ecinne» (aeinna) dir.
Annesinin rahminde kapalı bulunması itibariyle çocuğa cenin denilmiştir. Çünkü bunun maddesi örtünme ve gizlenme mânalarına gelir.
CENİN-İ GAYR-İ MÜSTEBtN-İL HİLKA (Canîn-i gayr-i mustabin il-hilka) Âzası kısmen teşekkül etmiş cenindir.
Başı, tırnakları, tüyleri belli olan bir cenin tam-ül hilka hükmündedir.
CENİN-İ GAYR-İ ZİHAYAT 'Cani ıı-i gayr-i şi-iiayâı) Henüz kendine ruh nefhedilmemiş bulunan cenindir.
CENİNİ MUSTEBİN-İL-HİLKA — CEZA
49
CENİN-1 MÜSTEBİN-İL-HİLKA (Canin-i mus-tabin-il-hilka) Aza. ı belirmiş olan cenin.
CENİN-1 TAM-İL HİLKA (Cani n-i tâm-il- hilka) Âzası tamamen teşekkül etmiş cenin.
CENİN-1 ZİHAYAT (CarıTn-i zlhayat) Anasının rahminde canlanmış olan cenin ki bunu düşürmek katli nefs gibi büyük suç sayılır.
CERH (Carh) Baş ve yüzden başka uzuvlardan birini yaralamak.
Cerh, esasen «tayip» ve «tenkis • manasınadır. Bir kimse hakkında «seb» ve «şetim» de, «kadh» ve «tân» da bulunmaya da «cerh» denir.
Şahidin şahadetini hâkimin red ve ıskat etmesine ve müzekkilerin, şahidin âdil olmadığını ifade eden sözlerine de «cerh» denir. Şahidin şahadetini redde medar olacak bir kusurunu meydana çıkarmaya dahi «cerh» ıtlak olunur.
Yara da insanda bir ayıp, bir nakîsa teşkil edeceğinden bunu vücuda getiren fiile de «cerh» denilmiştir.
Cerh yaralamak mânasına da kullanılır.
CERH-I AMD (Carh-i 'Amd) Bir insanı gerek yaralayıcı aletle ve gerek başka bir şey ile haksız olarak kasten cerh etmek.
CERH-1 FlHÜKM-lL HATA (Carh-i fî-hukm-il-halâ) ihtiyari olmıyan bir fiil ile vukua gelen cerh. Buna, « hata mecrasına cari eerh » de denir. Bir kimsenin ihtiyarı olmaksızın arkasındaki yük düşerek bir şahsı yaralaması gibi.
CERH-1 HATA (Carh-i halâ) Bir insanı kasıtla olmaksızın cerh etmek. Av zanniyle atılan bir kurşunun tesadüfen bir insanı yaralaması gibi.
CERH-1 MÜHLİK (Carh-i muhlik ) Mecruhun ölümüne sebebolan cerh.
CERH-1 MÜSHİN (Cnrh-i muşhin) Bir cerhtir ki bununla mecruh olanın bir gün ve bir günden daha az bir müddet yaşaması tevehhüm olunmaz.
CERH (Yaralamak) Müessir fiil.
CERİB (CarTb) Dönüm. Beldelere göre değişir. Bazı yerlerde cerîb on bin zira miktarıdır. Pek çok yerde uzunluğu ve genişliği altmışar zira olan yere denir ki cem'an 3600 zira kare eder.
CERİB-ÜT-TAAM ( Carîb-ut-ta'âm ) Dört kâfiz arpa ve buğday alan bir ölçü. Bu miktar tohum ekilecek araziye de cerîb denir.
CERİME Kanuna göre para cezasını mucip bir suç olmadığı halde ceza olmak üzere alınan para (CK. 248).
CEVAP /aim. Klagebeantztortung.— fr. reponse au fond.— ing. defence (defense). — lât. contradiction].
Hukuk muhakeme usulünde; davacının dâvada ileri sürdüğü olaylarla hukuki sonuçları ve dâvanın umumi durumu hakkında müddeialeyh tarafından hâkime karşı yapılan, yazılı veya şifahi beyan. Bu beyan: 1) dâvanın esasını tetkika mâni hal ve vaziyetin bulunduğu iddiasını ihtiva ederse «iptidai itiraz», 2) davacının ileri sürdüğü olaylarla hukuki sonuçların reddini veya kabu-
lünü ve münakaşasını ihtiva ederse «esasa cevap», 3) bu olayların ve hukuki sonuçların kabulünü tazammun ederse «ikrar», 4) bu olayların veya hukuki sonunçların doğru olmadığını tazammun ederse «itiraz». S) bu olaylar kabul edilmekle beraber diğer birtakım olaylar sebebiyle iddia olunan hakka itirazı tazammun ederse «defi», 6) takas ve mahsup talebini veya davacıya karşı ikame edilmiş diğer bir dâvayı ihtiva ederse «mütekabil dâva» olur.
Âdi ve seri muhame usulüne tâbi hukuk dâvala-riyle idari dâvalarda cevabın muayyen müddetler içinde ve lâyiha halinde verilmesi lâzımdır. (HMUK. 188, 195, 203, 503; Devlet Şûrası K. 37).
CEVAP ALECCEVAP (Cevaba cevap) [lât. dup-licatio, replicatio. — aim. Replik; Duplik. — fr. ripli-que, duplique. — Ing. rejoinder, reply (replication)]
Hukuk muhakeme usulünde, taraflardan birinin cevabına karşı hasım tarafından verilen cevap.
Aynı anlamda «davacının cevabı, davacının ikinci lâyihası» terimleri de kullanılmaktadır.
Adi ve seri muhakeme usulüne tâbi dâvalarla idari dâvalarda cevap aleccevabın lâyiha halinde verilmesi lâzımdır.
(HMUK. 208-505; Devlet Şûrası K. 37).
CEVAP LÂYİHASI (aim. Klagebeantwortungs-schrift (— schriftsatz).— fr. requite en reponse. — ing. defence, statement of defence. — lât. libellus contradictorius].
Hukuk muhakeme usulünde; bir dâva zımnında müddeialeyh tarafından cevabını ihtiva etmek üzere kaza merciine verilen ve usulüne göre tanzim edilmiş lâyiha. (HMUK. 195-202; Devlet Şûrası K. 37).
CEVAZ-I İSTİHDAM KARARI [aim. Rehabili-tierungsbeschluss ( bei Amtsverlust). — fr. decision de riadmission â un emploi, reintigration dans la function. — ing. rehabilitation].
Görülen idari lüzum ve zarurete binaen azledilmek suretiyle vazifesinden uzaklaştırılan memurun yeniden memuriyete alınabilmesi için azleden dairece verilmesi icabeden karar. Memurin Kanunu idareten azli kaldırmış olduğundan bu kanunun meriyetinden sonra bu nevi kararların yeri kalmamış gibidir. Mamafih bugünkü mevzuatta cevazı istihdam kararına dair bir hüküm olmamasına rağmen Memurin Kanununun neşrinden sonra meriyete giren İcra ve iflâs Kanununda azil tekrar inzibati cezalar arasında yer almış olduğundan bu kanun gereğince azledilenler, bîr daha devlet hizmetlerinde istihdamı meneden ihraç cezasına uğramış olmadıkça, yeniden hizmete alınabileceklerinden memuriyette istihdama mâni bir hallerigörülmiyen memurlar için bugün de böyle bir karara ihtiyaç vardır denebilir.
CEYŞ (Cayş) Gerek ulülemre ve gerek gazilere ait bulunsun, en aşağı dört yüz atlı ve yayadan müteşekkil askerî kıta. Cem'i «cüyuş» tur.
CEZA [lât. poena.— aim. Strafe.— fr. peine. — ing. punishment (penalty) ].
1 — Suç işlediğinden dolayı bir kimsenin hayat, hürriyet, mal ve izzetinefsi üzerinde, devletin, bunları tahdit ve takyideder mahiyette ittihaz ve tatbik ettiği 1 tedbirler.
H. L. 4
50
CEZA - CEZA
KARARNAMESİ
Cezalar asli, fert ve mütemmim ceza namlariyle üç sınıfa ayrılır:
Asli cezaların [aim. Hauptstrafe. — fr. peine principale, — ing. principal punishment, — lât. poena principalis * J ilci karakteri vardır ki bunlar fer'î cezalardan ayırır: aslî cezalar cezadan beklenen tesire doğrudan doğruya bir vasıta vazifesini görürler ve suç için bir tazyik tedbiri teşkil ederler. Ağır hapis cezası gibi.
Fer'î cezalar ise [aim. Nebenstrafe.— fr. — peine accessoire. — ing. secondary (accessory) punishment. — lât. poena accessoria*/ asli cezanın tesirini kolaylaştırmak, yahut tekerrürü menetmek maksadını taşır. Bu cezalar ancak kanun ile tatbik ve asli cezayı kuvvetlendirmek için ona ilâve olunur. Amme hizmetlerinden memnuiyet, emniyeti umumiye idaresinin nezareti altında bulundurulmak cezaları gibi.
Mütemmim cezalar [aim. Zusatzstrafe. — fr. peine complementaire. — ing. complementary yahut additional punishment] fer'î cezalarla asli cezaların arasında yer alır. Bir cihetten asli cezanın bir mütemmimidir. Diğer cihetten de müstakil olarak hükmolunamaz. Bunların bir hususiyeti de asli cezalara değil, bazı muayyen suçlara merbut olmalarındadır. Rüşvet suçlarındaki para cezalariyle bazı eşyanın müsaderesi gibi.
2 — Ceza: a) Şarta bağlanan ve talik olunan keyfiyet. Meselâ bir kimse «filân tacir buraya gelirse şu altını satmağa seni vekil ettim» dese şarta bağlı ve muallâk olan vekâlet cezadır. Yani şartın vücuduna terettübeden bir keyfiyettir.
b) Hem taatin sevabı, hem de masiyetin ukubeti. Dilimizde daha ziyade ukubet mânasına kullanılır.
CEZADA MÜMASELET [lât. talio, lex talionis. -aim. Vergeltung, Talion. — fr. talion (la loi de) . — ing. talion, retaliation/.
Cezanın suça bir karşılık teşkil etmesi ve suçlunun üzerinde benzer tedbirler alınmak suretiyle haksızlığa karşı bir muvazene temin edilmesi hükmüne dayanan ve ceza fiili arasında benzerlik gözetmesi esasını müdafaa eyliyen nazariye.
Bu nazariyeye esas itibariyle itiraz olunamazsa da tatbikatta her bir fiile, onun husule getirdiği tesirlere benzer ceza tâyin ve takdirindeki imkânsızlık da açıktır. Bundan dolayıdır ki bugün hâkim olan fikir maksatla mütenasip bir ceza takdiri için suça uygunluk esasını kabul etmekle beraber suçlunun muhtemel zararlarından cemiyeti koruma prensipinde nazara alınması lüzumunu ileri sürmekte ve devlet tarafından vazı ve tatbik olunacak cezaların hem suçluyu ıslah ve terbiye edecek ve hem de cemiyeti emniyet altına alacak mahiyette olmasını müdafaa etmektedir.
CEZA DÂVASI İNHİSARI 6*. Âmme dâvası.
CEZA EVİ HUKUKU bk. Ceza ve tevkif evleri hukuku.
CEZA HUKUKU [lât. ius criminate. - aim. Stra-frecht. — fr. droit penal ou criminal. — ing. criminal law].
1 — Objektif ceza hukuku: Bir memlekette tatbik edilen ceza kaidelerinin heyeti mecmuası (ceza kanunları) [aim. Strafgesttze. — fr. legislation penale. — ing. penal lan s, penal legislation.— lât- leges paenales[.
2 — İlim mânasına gelen ceza hukuku : bir memlekette mer'i olan ceza nizamının ( ceza kaidesinin) nasıl tatbik edileceğini gösteren hukuk sahası. Son zamanlarda ilim mânasındaki ceza hukukuna «ceza dogmatiği» /aim. Strafrechtswissenschaft. — fr. crimino-logie. — ing. criminal law, criminal jurisprudence] ismi de verilmektedir.
Objektif ceza hukukunun vazife ve gayesi, bir cemiyetin esaslı menfaatlerine aykırı olanları menetmek suretiyle o cemiyetin varlık ve hayat şartlarını emniyet altına almaktır. Bu hukuka cemiyetin umumi intizamı için tehlike teşkil eden fiillere karşı bir içtimai müdafaa vasıtası nazariyle bakılır. Onun için ceza hukukunu «içtimai müdafaayı temin eden bir hukuktur» diye tarif edenler de vardır.
CEZAİ EHLİYET /aim. Zurechnungsföhigkeit, Strafmündigkeit, Schuldhaftigkeit, Strafwurdigkeit. — fr. culpabilite, responsabilite penale. — ing, criminal liability.— lât. imputativitas (imputabilitas*), capacitas dolij.
Suç işliyen bir kimsenin ceza görmek ehliyeti. Yalnız şuur ve irade sabibi insanlara ceza verildiğine göre cezai ehliyetin esası şuur ve iradeye dayanır.
Cezai ehliyetin şuur ve iradeye dayatılmağını ten-kideden mektepler de mevcuttur: Positivistler gibi. Bunlara göre cezai ehliyet şuura değil, içtimai tehlikeye dayanmalıdır. Cemiyet için tehlikeli veya zararlı olan her şahsa, şuura sahip olsun olmasın ceza verilmelidir. Onun için bunlar ceza yerine müeyyide tâbirini kullanmaktadırlar (CK. 44-60).
CEZAİ MESULİYET bk. Mesuliyet.
CEZAİ ŞART [lât. poena conventionalis, poena promissa. — aim. Vertragsstrafe, Konventionalstrafe. — fr. clause penale. — ing. Penalty /.
Esas mukaveleye bağlı olan ve ouu teyideden bir şarttır ki buna nazaran borcun hiç icra edilmemesi veya geç yerine getirilmesi halinde alacaklının uğrıyacağı zarar ve ziyan miktarı mukavelede maktu olarak kararlaştırılır. Bu suretle alacaklı, borcun zamanında ve mahallinde ifa olunmamasından dolayı uğradığı zararı ispat külfetinden kurtulur. (BK. 158 vd.; TK. 647).
CEZA KANUNU /aim. Strafgesetzbuch. - fr. code penal. — ing. penal (criminal) code, criminal or penal statutes. — lât. codex juris criminalis, constitutio criminalis *].
Umumi suçları ve bunlara verilecek cezaları, umumi ceza kaidelerini tesis ve tâyin eden kanun. Bugün mer'i bulunan ve 592 maddeyi ihtiva eden 705 No, Iı Ceza Kanunu eski İtalyan ceza kanunundan iktibas edilnrştir.
CEZA KARARNAMESİ /aim. Strafbefehl. - fr. ordonnance penale (duiuge de paix) .— ing. punishment in summary criminal jurisdiction (of justices of the peace/.
Sulh mahkemeleri tarafından, vazifeleri içinde bulunan kabahatlerden dolayı duruşma yapmaksızın verilen cezayı mutazammın ve itirazı kabil yazılı hüküm (CMUK 386, 391 ).
CEZALARIN TEBDİLİ - CEZA MUHAKEME USULÜ 51
CEZALARIN TEBDÎLÎ [aim. Strafumwandlung. — fr. commutation de peines. — ing. commutation of sentence. — lât. mutatio poenae (sententiar) ].
1 — Her hangi bir kanuni sebeple çektirilmiyen bir cezanın yerine mahiyet ve nevi itibariyle bir diğerinin konması. Meselâ, ağır para cezasını ödemekten aczi anlaşılan mahkûmun bir gün hapsi bir liraya sayılmak suretiyle ödenmemiş olan para cezası hepse çevrilir (CK 19).
2 — Cezalar, Büyük Millet Meclisi tarafından dahi değiştirilebilir. Meselâ ölüm cezası ağır hapisle değiştirilir (TEK. 26) .
CEZALARIN TECİLİ [aim. Strafausstand, Straf-aufschub, Verurteilung mit Bewdhrungfrist. .— fr. sur-sis â Vexecution de la peine. — ing. suspension yahut postponement of a sentence, reprieve.- lât. poenae dilatiof.
İlk defa hafif bir cezaya mahkûm olan kimsenin cezasını çektirmeyip bu cezanın çekimini muayyen şartlara ve müddete talik etmeyi tazammun eden kazai bir karar. Mahkûm muayyen müddet içinde (bizde kabahatlerde bir, cürümlerde beş sene) bir cürüm işlemezse evvelki ceza, hattâ bu cezayı icabettiren suç ortadan kalkar. Bir cürüm işlerse tecil kararı geri alınarak tecil edilmiş olan ceza da çektirilir.
İlk defa Amerikada tatbik edilmiş ve orada iyi neticeler vermiş olduğu için geçen asrın son yarısında Avrupa devletlerinin ceza kanunlarına da geçmiştir (CK. 89 vd.; TEK. 26).
CEZA MAHKEMELERİ [aim. Strafgerichte].
Umumi ve hususi ceza kanunlarında yazılı olup da başkaca merci gösterilmemiş olan suçlara ait dâvaları tetkik eden adliye mahkemeleri. Vazifeleri kanunla tahdidedilmiş sulh mahkemeleriyle asliye ve ağır ceza nevileri vardır. Bu terim yalnız olarak kullanıldığı zaman asliye ceza mahkemesi anlaşılır. Asliye ceza mahkemesi tek hâkim ile kurulmuş ise buna «ceza hâkimliği» de denilir.
CEZA MUHAKEME USULÜ' [aim. Strafprozess (— verfahren). — fr. procedure criminelle, instruction criminelle ou penale. — ing. criminal procedure, penal proceedings. — lât. processus criminalis].
Maddi ceza hukukunun koyduğu prensiplerin, katı ve maddi hakikatin tâyin ve tesbiti için devletçe tanzim ve tesbit olunan usul ve kaidelerin heyeti mecmuası. Bu usul umumi emniyet esasına dayanır. Ceza muhakemeleri usulü şekle ait bir ceza hukuku ve bunun neticesi olarak şekle ait bir âmme hukukudur. Devlet bu vasıtalarla ve bu hukukla, ceza hukukunu ihlâl edenlere karşı tatbik edeceği cezayı tâyin ve tesbit eder ve âmme menfaatlerini sağlar. Ceza muhakemeleri usulü hukuku aynı zamanda cebrî bir hukuktur ve dâvada alâkalılar tarafından değiştirilemez.
1912 No. lı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu umumi muhakemelere ait her ceza dâvasına şamildir. Bu kanunun dayandığı prensip «iddia prensipi» dir. Bu prensip müddeiumumilik makamında ve mahkemelerin son tahkikatı safhasında en bariz şekilde görülür. Ceza mahkemelerinde tahkikat yapılması önceden bir dâva açılmasına bağlıdır (147). Dâvada yalnız gösterilen fiil
ve şahıs hakkında hüküm verilebilir (150). İddia hakkı müddeiumumilere inhisar eder (148). Müddeiumumi şüpheyi çeken sebepler varsa dâva açmaya mecburdur. Yalnız bazı istisnai hallerde dâva açmak kendisinin takdirine bırakılmıştır (165, 168). Tarafların dış durumlarında dn iddia prensipi hâkimdir. Tarafları müddeiumumi ve maznun teşkil eder. Her iki tarafın üstünde de mahkeme bulunur. Mahkeme iddianın hududu içinde, maddi hakikati aramaya salahiyetli ve vazifelidir. Fakat ceza kanunlarının tatbikinde müddeiumuminin ileri sürdüğü taleple bağlı değildir (156, 237).
Duruşmada / aim. Hauptverhandlung. — fr. de-bat principal, debat sur la fond. — ing. trial] söz ile yapılmak [aim. Prinzip der. Mündlichkeit oder der Un. mittelbarkeit. — fr. principe des debats oraux. — ing. principle of oral procedure ], aleni olmak [aim. Prinzip der Offentlichkeit. — fr. principe de publicite des debats. — ing. principle of publicity ] arası kesilmemek [aim. Prinzip der Nichtunterbrechung.—fr.prin. cipe de la continuite des debats. — ing. principle of continuity of hearing} prensipleri hâkimdir. Deliller hakkında umumi kaidelerle ceza hâkimleri bağlı değillerdir.
Mahkemenin esaslı safhaları dörttür : 1 ) Hazırlık
tahkikatı, 2) ilk tahkikat, 3) ara tahkikatı, 4) son tah. kikat.
Hazırlık tahkikatı [aim. vorbereitendes Verfah-ren,Ermittlungsverfahren, Vorbereitung der öffentli-chen Klage. — fr. preparation de faction publique. — ing. preliminary criminal proceeding} tamamiyle müddeiumuminin elinde cereyan ve isnat ve beraat delillerinin toplanmasına yardım eder (159). Kâfi derecede delil bulunmazsa tahkikatı müddeiumumi keser (163), sair hallerde müddeiumumi mahkemede âmme dâvasını açar (163).
İlk tahkikat /aim. Voruntersuchung. — fr. instruction preparatoire (judiciaire). — ing. preliminary examination (inquiry) ] müddeiumuminin talebi üzerine sorgu hâkimi tarafından müddeiumuminin talebinden tamamiyle müstakil olarak işin kâfi derecede aydınlanması maksadiyle yapılır ( 177 ). Sorgu hâkiminin tahkikatından sonra müddeiumumi bütün delillerini ihtiva eden iddianamesini tanzim ve mahkemeye tevdi eder (191).
Ara tahkikatı [aim. Eröffnungsbeschlussverfah-ren. — fr. procedure de mise en mouvement de l'ac-tion publique. — ing. decree of commencement] hazırlık tahkikatı veyahut ilk tahkikat sonunda elde edilen delillerle son tahkikatın açılıp açılmıyacağının mahkemece tâyinine yardım eder. Son tahkikat sorgu hâkiminin karariyle açılır [aim. Eröffnungsbeschluss. — fr. decision concernant l'ouverture de la procedure principale. — ing. decision concerning commencement of trial] (196) .
Son tahkikat / aim. Hauptverfahren. — fr. procedure principale. — ing. trial], açılma kararını taki-bederek duruşmada hüküm verilmesiyle sona erer.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 3 üncü kitabında taraflara itiraz ve temyiz kanun yollarını ve dördüncü kitabında da muhakemenin iadesi yolunu açmıştır (289, 342). Beşinei kitapta suçtan mağdur olan kimselerin bazı suçlarda şahsi dâva açmak veya müdahale yoliyle dâvaya karışmak hakları tanzim edilmiştir.
52 CEZA MUHAKEME USULÜ —
CEZAYI HAFİFLETİCİ SEBEPLER
Ceza Muhakemeleri Usulü K. yedinci kitabiyle bazı hususi muhakeme usulleri dahi koymuştur. Bunlar da sulh hâkimlerinin ceza kararnameleri hakkındaki usul ile müsadere hakkındaki objektif mahiyette olan usuldür.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu sekizinci kitabiyle cezaların infazı ve dokuzuncu kitabiyle de memnu hakların iadesi hakkındaki usulü koymuştur.
CEZANIN İNFAZI [aim. Strafvollzug, Strafvoll-sfreckung,—fr. execution des peines. — ing. execution of the criminal sentence.— lât. executio poenae].
Cezaya ait katileşmiş hükümlerin icabını yerine getirmektir ki müddeiumumi tarafından tatbik olunur, ölüm cezası müddeiumuminin dâhil bulunduğu bir heyet hazır olduğu halde yerine getirilir (CMUK. 395-405).
Ağır para cezası buna ait ilâm gönderilmek suretiyle müddeiumuminin müracaatı üzerine mahallin en büyük mal memuru tarafından Tahsili Emval Kanunundaki usule göre mahkûmun malına müracaat olunarak infaz edilir (CK. 24).
CEZANIN SUKUTU [aim. Erlöschen der Strafe. — fr. extinction de la peine. — ing. quashing of the conviction. — lât. paenae extincta, exstinctio paenae].
Mahkûmun ölümü, müruruzaman ve af dolayısiyle cezanın infaz olunmaması.
Memnu hakların iadesi de mütemmim ve fer'î cezaları düşürür.
CEZALARIN TAHFİFİ bk. Cezayı hafifletici sebepler.
CEZANIN TAKDİRİ [aim. Strafzumessung. — fr. determination de la peine. — ing. fixing the degree of punishment, determination of punishment] .
Şahsi, maddi ve hukuki şartlar göz önünde tutularak kanunun koyduğu en yüksek ve en aşağı hadler arasında cezanın miktarını tâyin ve tesbit salâhiyeti. Muayyen sebepler gösterildikten sonra fiil hâkimi olan ilk merci hâkiminin bu salâhiyetine hukuk hâkimi olan temyiz hâkimi karışamaz.
CEZA PSİKOLOJİSİ [aim. Kriminalpsychologie. — fr. psychologic penale (criminelle). — ing. criminal psychology. — lât. psychologia criminalis].
Cezai antropo-psikolojinin bir kısmıdır.
Cezai antropo-psikoloji Suç hâdisesinin hakikî sebep ve âmillerini bulmak maksadiyle mücrimlerin bedenî ve ruhi teşekkülâtını tetkik eden bir ilimdir. Lombro-zonun cezai antropolojisinden sonra, cezai psikologlar tarafından vücuda getirilmiştir. Bu ilme göre cürmün sebebini insanların bedenî ve dış teşekkülâtındaki muvazenesizlik, gayritabiîlik ve tereddilerden ziyade ruhi teşekkülâtındaki iptidailik ve tereddilerde aramak lâzımdır. Hissiyattaki noksanlıklar ve gayritabiîliklerdir ki, bir insanın cürüm işlemesinde saik ve âmil olur. Birçoklarına göre cezai antropoloji, cezai psikolojiyi de içine alır.
CEZA SİYASETİ [aim. Kriminalpolitik.— fr. politique penale (criminelle). — ing. penal policy, criminal policy].
Suç ve suçlularla en iyi ve müessir bir şekilde mücadele etmeyi mümkün kılacak usul, vasıta ve tedbirleri ihtiva eden siyaset, hareket tarzı.
CEZA TAKİBATI bk. Takibat.
CEZA TAKİBATINDAN VAZGEÇME [lât. aboli-tio (criminis veya rei). — aim. Niederschlagung (des Strafverfahrens). — fr. abolition. — ing. quashing the indictment].
Cezai takibatın açılmasını veyahut henüz katî bir hüküm ile neticelenmemiş olap bu müessesenin hukuki vasfı, bazı suçlar veya suçlular hakkında cezai takibat yapmaktan vazgeçmeyi tazammun eden bir hükümet tasarrufu olmak ve bir âmme dâvasının açılmasını veya devamını meneden hallerden birisi bulunmaktan ibarettir.
Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzun 26 nci maddesinde af ilânı, tahkikat ve ceza tecili yazılı ise de takibattan sarfınazar edilmesi hakkında bir hüküm yoktur. Bununla beraber bazı af kanunlarında takibattan sarfınazar edilmesine dair hükümler de vardır.
CEZA VE TEVKİF EVLERİ HUKUKU [aim. Ceföngnisrecht. — fr. legislation penitentiaire. — ing. prison law, prison regulations, penitentiary law].
Amme hukukunun ceza ve tevkif evlerine ait hizmetlere taallûk eden hükümleri. Ceza evlerinin idaresi, memur ve müstahdemlerinin vazifeleri, ceza evlerine giriş çıkış şartları, mahkûm ve mevkufların yaşayış tarzları, terbiyeleri, bakımları, sıhhatleri, hariçle olan münasebetleri, haklarında tatbik olunacak inzibat tedbirleri, çalışma mecburiyeti hakkında hükümler bu hukukun konusunu teşkil eder (1721, 4068 ; 3/7/1941 tarihli Nz., CK. 1-3).
CEZAYI AĞIRLATICI SEBEPLER [aim. erschwe-rende Umstande, Straferhöhungsgründe, SrafschSrfungs-gründe. — fr. circonstances aggravantes. — ing. aggravating circumstancesf.
Suçun basit şekli için konmuş olan cezadan daha ağır bir cezanın tatbikini icabettiren haller.
Ağırlatıcı sebepler ya «kanuni» olur, yani kanunda tasrih edilmiştir, bu halde cezanın ne kadar ağırlaştıracağını da kanun gösterir; yahut «takdirî» olur, yani hâkimin takdirine bırakılmıştır. Bu halde hâkim hâdisede cezanın artırılmasını icabettirir bir sebep görürse suç için kanunda yazılı cezanın aşağı haddinden yukarıya doğru çıkarak münasip gördüğü cezayı verir. Fakat hiçbir vakit cezanın yukarı haddini geçemez.
Ağırlatıcı sebepler, şahısta veya fiilde bulunduklarına göre «şahsi» ve «fiilî veya maddi» diye ikiye ayrılır.
CEZAYI HAFİFLETİCİ SEBEPLER [aim. mildern-de Umstande, Strafmilderungsgründe. — fr. circonstances attenuantes. ing. extenuating circumstances].
Bir suç için konmuş cezadan daha hafif bir cezanın verilmesini icabettiren haller.
Bunlar ya «kanuni» olur, yani kanunda gösterilmiştir (CK. 51, 451, 458, 485, 522 gibi); yahut «takdirî» olur, yani hâkimin takdirine bırakılmıştır (C K. 59).
CEZAYI KALDIRAN SEBEPLER - C. İ. N. A.
53
CEZAYI KALDIRAN SEBEPLKR [aim. Strafaus-schliessungsgründe, Strafaufhebungsgründe. — fr. excuses absolutoires, causes d'absolution. — ing. exemption from punishment].
Bir fiili işliyen kimseye ceza verilmesine mâni olan ve o fiili suç olmaktan çıkaran sebepler: Fiilin meşru müdafaa veya mecburiyet hali (ıztırar 1 hali) nde yapıl, ması, yahut kanunun bir hükmünün veya salâhiyettar merciden verilip yerine getirilmesi vazife icabı zaruri olan bir emrin icrası suretiyle işlenmesi halleri gibi (CK. 49).
CEZA-YI NAKDİ bk. Para cezası.
CEZEA (Caza") Beş yaşına giren dişi deve. bk. Diyet-i muğalleza.
C. t. A. N. A. bk. C. İ. N. A.
CİBAL-İ MUBAHA (Cibâl-i mubaha) Kimsenin mülkiyeti altında olmıyan dağlar.
CİHAD (Cihad) Hak yolunda yapılan muharebelerde, harbe bilfiil iştirak veya gazilere yardım suretiyle güc ve enerji sarf etmek.
Bu yardım mal ile, rey ile, yazı ile olabileceği gibi yaralıların tedavisine bakmak, gazilerin yiyeceklerini, içeceklerini hazırlamak suretiyle de olabilir.
Gihad esasen güc ve enerji sarf etmek veya işte mübalâğa göstermek mânasına gelir. Şeriata göre mâruf ile emir, münkerden nehiy gibi hususata, ahlâk düzeltmeye, vicdanı tasfiyeye mütaallik gayrete de cihad, mü-cahede denilmiştir.
CİHAT (Vakıfta) (Cihâl) Cihetin cem'i. Hayır müesseselerine ait hizmetler.
CİHAT-I ASLİYE (Cihüt-ı aşliyya) Vakfın başlıca gayesini tahakkuk ettiren hizmetler. Müderrislik, imamlık, hatiplik, müezzinlik, kayyumluk gibi.
CİHAT-I FER'ÎYE (Cihât-ı Far'iyyu ) Vakfın ikinci derecedeki gayesine ait olan hizmetler. Bir camide okunması meşrut buhâri, müslim, şifa-i şerif, delâ-il-ülhayrat vazifeleri gibi.
Cihat-ı asliye ve fer'îye tâbirleri son zamanlarda kullanılan vakıf ıstılahlarındandır- Bunlar cihat-ı zaruriye ve gayrizaruriyeye muadildir.
CİHAT-I GAYR-İZARURİYE (Cihât-ı eayr-i
zarüriyya) Vakfın ikinci derecede işlerinden sayılan
cihetler. Cibayet ve hazîn-i kütüplük gibi. Gayr-i zarurî tamirat da bu kabilden sayılır.
CİHAT-I ZARURİYE (Cihât-ı iiarürTyya) Vakfın başlıca işlerinden olan, diğer bir tâbirle, vakfın başlıca gayesini temin eden cihetler. Mescitlere nazaran imamlık, hatiplik, müezzinlik vazifeleri gibi .
Gaile müsait olmadığı takdirde cihat-ı zaruriye sahipleri sair cihet sahiplerine takdim olunur.
CİHAT VE TEVCİHİ Cihet j tevliyet, imamlık, hatiplik, müderrislik ve vaizlik gibi vakıf müesseselerine ait hizmetler. Cem'i «cihat» tır. Bu hizmetlerden birinin bir şahsa verilmesine «tevcih» denir.
CİHAZ (Çeyiz) [lât. dos. — aim. Aussteuer, Heiratsgat, Mitgift.— fr. dot.— ing. doner, dowry, outfit, mariage—portion, advancement}.
Karının evlenirken birlikte getirdiği mallar. Bu malların mülkiyeti, idaresi ve intifaı nevi ve mahiyetine ve eşler arasındaki mal rejimine göre değişir. Muris tarafından hilafı açıkça bildirilmiş olmadıkça füru lehine bahşedilmiş olan cihaz mirasta iadeye tâbidir.
Bununla beraber fürua evlenmeleri arasında verilen ve âdet derecesini aşmıyan eşya ve masraflar ( alelade ağırlık) iadeye tâbi tutulmaz ( MK. 603, 606).
CİHAZ SİGORTASI [aim. Aussteuerversicherung, Ausstattungsversicherung.— fr. assurance dotale, assurance- de nuptialite. — ing. mariage insurance, dowry insurance/.
Kız çocuğuna evleneceği zaman, yahut da muayyen bir yaşa geldiği vakit tazminat tediyesini göz önünde tutan bir sigorta çeşidi. Erkek çocuk için dahi muayyen bir yaşa geldiğinde bir meslek veya sanat tutması için gereken sermayeyi temine matuf olmak üzere yapılabilir.
CİHAZ USULÜ [aim. System der Ehesteuer (bei Gütertrennung), Dotalvertragssystem. — fr. regime dotal (dans la separation des biens) ].
Karının mallarından bir kısmını aile masrafını karşılamak üzere kocasına bırakması. Bu usul ile karının kocasına bıraktığı malların mal o.taklığı usulüne göre müşterek mal olacağı veya kocanın cihazın mülkiyetine dahi müstakillen sahip bulunacağı evlenme mukavelesinde tasrih olunabilir. Evlenme mukavelesinde bir sarahat yoksa cihaz olarak ayrılan mallar hakkında mal birliği usulünde karının şahsi malları hakkındaki hükümler yürür ( MK. 236).
CİHET (Vakıfta) bk. Cihat.
CİHETİ GAYR-İMUNTAKA (Cihat-i gayr-i -muntaka ) Vakıfta sonu gelmiyen hizmetler : fakirler gibi. Her vakıfta sonsuzluğu tahakkuk ettirmek için böyle bir cihet tasrih edilir. Edilmediği takdirde vakfın ciheti fakirler olarak taayyün eder.
CİLT (Cild) Lügatte; deri üzerine vurmak. Her bir vuruşa «celde» denir. Istılahta ; zina veya kazif gibi bir sebeple haddi icra için muayyen uzuvlara mahsus şekilde değnek veya kamçı ile vurmak.
C.l.N.A- Hava hukukunun esaslarını milletler arası üç mukavelename tesis etmiştir. Bunlardan birincisi 1919 tarihli Paris mukavelenamesidir. (La Convention relative â la Reglementation de la Navigation Aerienne. ) Bu vesika « Commission Internationale de Navigation Aerienne» ismiyle Milletler Cemiyetinin otoritesi altında daimî bir komisyon tesis etmiştir ki, bu komisyon C.l.N.A. remziyle gösterilir.
İkinci mukavelename 1 ilkteşrin 1926 tarihinde Madritte imza olunan mukavelenamedir (La Convention Ibero - Americaine relative â la Navigation Aerienne ). Bu mukavelenamenin 34 üncü maddesi de « C. 1. N. A- » remziyle mâruf bir komisyon tesis etmiştir.
Üçüncü bir mukavelename 20 şubat 1928 tarihli Havana mukavelenamesidir ( Havana Convention).
Hava hukukuna ait eserlerde 1919 ve 1926 mukavelenamelerinin bu remizlerle gösterilmesi âdet olmuştur.
54
CİNAYAT-I MÜÇTEMİA
- CİNAYET-İ RAKİP
CİNAYAT-I MÜÇTEMİA (Cinâyât-ı nıuctemia) Bir şahsın bir anda bir fiil ile yapmış olduğu mütaaddit cinayetler. Kabil olduğu takdirde bunların her birisinden dolayı mesul tutulur. Meselâ, bir kimseye katil kastiyle atılan kurşun o kimseyi öldürdükten sonra geçerek ha-taen başka birini de öldürse iki cinayet içtima etmiş olur. Birinci cinayetten dolayı kısas, diğerinden dolayı da diyet lâzım gelir.
Bir şahıs bir kadını döverek ölmesine ve gebe olduğu ceninin de diri olarak düşüp hemen ölümüne sebebiyet verse her ikisi için birer diyet vermesi icabeder.
Fakat, iki şahsı amden bir vuruşta katledecek olsa kendisi de kısas suretiyle katlolur, ayrıca diyet vermesi lâzım gelmez.
CİNAYAT-I MÜNFERİDE (Cinâyât-ı munfarida) Bir şahsın başka başka yapmış olduğu cinayetler. Kabil olduğu takdirde bunların her birisinden dolayı mesul tutulur.
Meselâ, bir şahıs evvelâ bir insanı, sonra da diğer bir insanı hata ile öldürse her biri için diyet vermeğe mahkûm olur. Fakat her ikisini de amden öldürse - bu münferit cinayetlerden dolayı - kendisi de öldürülür, maktullerden birisi için diyet vermesi lâzım gelir.
ClNAYAT-I MÜŞTEREKE (Cinâ)ât-ı muştaraka) îki veya daha ziyade kimselerin bir şahıs hakkında birlikte yapmış oldukları cinayet. Meselâ, iki kimse bir şahsı birlikte kasıtla öldürseler bir cinayet-i müştereke meydana gelmiş olur. Bu halde her ikisi de, istiyerek katil olduğundan kısas ile katlolunurlar. Fakat her ikisi de yanılmakla veya birisi kasıt, diğeri hata suretiyle birlikte öldürmüş olsalar şüphe husulüne binaen hiçbirine kısas lâzım gelmez, ber ikisinin de sadece bir diyet-i kâmile vermesi icabeder.
CİNAYAT-I MÜTAADDİDE (Cinây5l-ı muta'ad-dida) Bir şahsın veya birden ziyade şahısların bir kimse veya daha ziyade kimseler hakkında yapmış oldukları mütaaddit cinayetler.
Meselâ, bir şahıs bir insanın önce elini kesse, sonra da başını kesse veya önce bir insanı öldürse, sonra da diğer bir insanı öldürse mütaaddit cinayetlerde bulunmuş olur.
Bu bir kısmında kısas, diyet gibi cezalar tedahül eder, bir kısmında etmez.
CİNAYET [aim. Verbrechen. — fr. erime. — ing. erime. — lât. erimen ].
1 — Yürürlükten kaldırılmış olan 1274 tarihli Ceza Kanununun 3 üncü maddesine göre terhibî cezaları, yani idam, kalebentlik, müebbet nefiy, müebbet rütbe ve memuriyetten mahrumiyet ve hukuku medeniyeden iskat cezalarını müstelzim cürümlerden ibaret idi.
1926 Tarihli Ceza Kanununa göre ağır cezalı suçlara denir ki, bunlar, ölüm cezasiyle müebbet veya muvakkat ağır hapis, beş seneden fazla hapis, âmme hizmetlerinden müebbet mahrum olmaklık cezalarını müstelzim cürümlerdir (CK. 587 ; CMUK 421).
2 — Cinayet (Cinâyat) a) Cana, azaya karşı yapılan her hangi memnu bir fiil. «Nefis ve beden hakkında kısas veya tazmini mucip olacak surette yapılan taarruz.»
b) «Muahezeyi müstelzim olan her hangi bir mâsi-yet.» İnsanın nefsine, azasına, malına, ırzına taallûk eden her memnu fiil.
Mala karşı yapılan cinayetler gasıp, nehip, sirkat, itlaf adiyle anılır.
CİNAYET ALEL-BEHAİM (Cinâyat 'ala-'i-ba-hâyim ) Hayvanlar hakkında gasıp veya itlaf suretiyle yapılan -cinayet. Hükmü (cazası) zaman (tazmin) ve bazı hususlarda kefarettir. Sayd-ı harem gibi.
CİNAYET ALEC-CEMADAT (Cinâyat 'ala-'c-ca-nı a da t) Emval ve eşya hakkında gasıp veya itlaf yo-liyle vukua gelen cinayet. Hükmü tazmindir.
CİNAYET ALER-RAKİK (Cinâyat 'ala-'r-rakik) Köle hakkında vuku bulan cinayet. Başkasının kölesini amden öldüren kimse - hür olsun olmasın - öldürülür. Bu hükümden «abd-i vakf» müstesnadır. Vakfedilmiş bir köle amden öldürülse bile öldürene kısas lâzım gelmeyip diyet icabeder. Çünkü, vakfın menfaati bundadır. Diğer taraftan vakıf kölenin velisi hususunda şüphe mevcut olduğundan bu şüpheye mebni de kısas lâzım gelmez.
Başkasının kölesini amden olmayıp başka bir veçhile öldüren kimse diyetini verir. Bu diyet kölenin kıymetinden ziyade olamaz. Şu kadar ki, kölenin kıymeti hürrün diyetine, cariyenin kıymeti hürrenin diyetine müsavi veya ondan fazla olursa bu kıymet tamamiyle verilmez; belki hür ile hürrenin kıymetlerinden onar dirhem noksan olarak verilir. Meselâ, erkek kölenin kıymeti on bin dirhem olsa veli-yi cinayete dokuz bin dokuz yüz doksan dirhem verilir.
Köle veya cariyenin âzasından birinde yapılan cinayetten dolayı da hür erkek veya hür kadın için mukadder olan diyet miktarı nispetinde kıymetine göre diyet takdir olunur. Meselâ, hürrün kesilen bir elinin diyeti, diyet-i kâmilenin yarısı olduğu gibi kölenin kesilen bir elinin diyeti de kendi kıymetinin yarısı olur. Şayet kölenin yarı kıymeti beş bin dirhem veya daha ziyade olursa diyet beş bin dirhemden beş dirhem noksan olarak verilir.
CİNAYET FİL-ÂZA (Cinâyat Fi-'l-a'zâ) İnsanın uzuvlarına karşı yapılan cinayet. Buna «cinayet fil'etraf» ve « cinayet fi madunen nefs » denildiği gibi « cerh ve katı» da denir.
CİNAYET FİNNEFS (Ginâyat Fi-'n-nafs) İnsanın nefsine karşı yapılan cinayet. Buna «katil» de denir.
CİNAYET-1 HÂİT (Cinâyat-i hâ'it) Bir duvarın yıkılarak bir kimsenin ölümüne sebebiyet vermesi.
Bu halde duvar sahibine takaddüm (= ihbar) vâki olmuş ise üzerine diyet lâzım gelir, olmamışsa lâzım gelmez.
CİNAYET-1 NÂHİS (Cinâyat-i nâhis) Bir kimsenin bir hayvana vurmak, dürtmek suretiyle vukuuna sebebiyet verdiği cinayettir ki, bundan mesul olur.
Yolda yürümekte olan bir hayvan binicisinin izni olmaksızın kendiliğinden vurarak, dürten kimse, hayvanın bu yüzden vücuda getirdiği zarar ve ziyanı öder.
CİNAYET-1 RAKİP (Cinâyat-i râkib) Bir kimsenin bindiği hayvan vasıtasiyle sebebiyet verdiği cinayettir ki bundan dolayı mesul olur.
cinayet-1 rakîk - c. 1. t. e. J. a.
55
CİNAYET-1 RAKÎK (Cinâyal-i rakîk) Köle veya cariyenin yapmış olduğu cinayettir ki cezası ya kısas ile diyet, veya kıymstinin cinayet sahibine verilmesidir. Şöyle ki: bir köle amden birini öldürse kendi de kısasen öldürülür Diğer cinayetlerden birini yapmışsa bakılır, eğer başkasına temlikte mahal değilse mevlâsı icabeden diyeti - kıymetinden ziyade olmamak üzere -aleyhine cinayet yapılan kimseye öder : Müdebber, mü-kâtep, müstevlede gibi.
Eğer başkasına temlike mahal ise mevlâsı muhayyerdir, dilerse kendisini aleyhine cinayet yapılan kimseye verir, ve dilerse cinayetin diyetini vererek kölesini mülkünde alıkoyar.
CİNAYET-ÜL BEHÂİM (Cinâyat-i baha im) Hayvanların basmasiyle, dokunmasiyle, ısırmasiyle, sıç-ramasiyle, ön ayağını çarpmasiyle veya arka ayağiyle tepmesiyle husule gelen cinayet.
CİNAYET MAHKEMESİ 1274 Tarihli Ceza Kanununun 3 üncü maddesinde tâyin olunan cinayet derecesindeki cürümlerin muhakemesi ile vazifeli beş hâkimle kurulan mahkeme idi. Yeni teşkilâtta ( ağır ceza mahkemesi » adını almış olup üç hâkim ile kurulur.
CİNNET bk. Akıl hastalığı, akıl zayıflığı.
CİNS (Cins) 1 — İçine aldığı tekler arasında çok fazla fark olmıyan şey ; at, deve, koyun, buğday gibi.
Lâjik terimi olarak hayvan cinsi olup at, sığır ve deve ve koyun bu cinsin nevileridir.
2 - .Vakıfta) bk. Ehl-i beyt.
GİNSÎ MÜNASEBET SUÇLARI [aim. Sexualdelikte, Verbrechen und Vergehen wider die Sittlichkeit. — fr. infractions cantre les moeurs, delits contre les bonnes moeurs. — ing. sexual offences (breaches of sexual morality). — lât. stuprum].
Umumi âdaba, aile nizamına ve ferdin namus ve haysiyetine, cinsî hürriyetine karşı yapılan taarruzlar. Ceza Kanunumuzda bu suçların başlıcaları şunlardır: Cebren ırza geçmek (414-419), alenen hayâsız vazı ve hareketlerde bulunmak (419); müstehcen ve hayâsız yazılar yazmak, resimler neşretmek; kız, kadın, erkek kaçırmak (429-434), fuhşiyata tahrik ( 432-436), zina (440-444).
CİNSÎ NAFAKA (Cins-T nafaka) Altın ve gümüş nakit ve o hükümde olan mallar; un, ekmek, giyecek gibi şeyler. Hayvanat, akar nafaka cinsinden sayılmaz.
CİRAHA (Cirâîıa) Baş ve yüzden başka uzuvlardan birinde husule gelen yara. Cem'i «cüruh, cirah, ci-rahat». Caife ve gayricaife nevilerine ayrılır.
CİRAHAT-1 GAYRİCAİFE ( Cirâhat-i Gayr-i-câ'ifa) Cevfe (vücut boşluklarına) kadar gitmiyen yara. Elde, ayakta, boyundaki yaralar gibi.
CİRANTA. — bk. Ciro.
CİRO [aim. Indossament, Giro. — fr endosse-ment. — ing. endorsement (indorsement,. — lât indos-samentum*].
Emre muharrer kıymetli evrakta hak sahibi tarafından senedin arkasına yazılan bir şerh veya sadece atılan imzadır ki bununla ciro eden kimse (ciranta) [aim. Indossant. — fr. endossateur. — ing. endorser. — lât. indossator] ciro edilen kimseye [aim. Indossatar. — fr. endosse. — ing. endorsee. — lât. indossatarius] senette yazılı bulunan edayı ( para veya emtia ) kabız salâhiyetini ve aynı zamanda senedi ödiyecek olan kimseye ödemenin ciroda gösterilen müstefide veya onun emrine yapılması emir ve salâhiyetini verir.
Ciro muhtelif bakımlardan sınıflanabilir:
I — Mahiyeti itibariyle:
1) Ciro senetten doğan bütün hakların ciro edilen şahsa naklini mutazammın ise «temliki ciro» [aim. Ei-gentumsindossament. — fr. endossement translatif ou de propriite] denir (TK. 539).
2) Yalnız senet bedelini almak için vekâleti tazammun ediyorsa «tevkili ciro» [aim. Vollmachtsindossa-ment, Prokuraindossament, Inkassoindossament. — fr. endossement de (pour) procuration- — ing. procuration of endorsement) denir (TK. 543) .
3) Senet bedelinin terhinini tazammun ediyorsa «terhini ciro» [aim. Pfandindossament. — fr. endossement en garantie en gage, pignoratif. — ing. endorsement for pledge] adı verilir (TK. 544).
4) Dış bakımdan temliki ciro mahiyetinde görüldüğü halde ciranta ile ciro edilen arasındaki anlaşmaya göre ciro yalnız terhin veya tevkil maksadiyle yapılmışsa buna «gizli terhini (veya tevkili) ciro» [aim. verdecktes oder stilles Pfand - ( Procuraindossament)] denir.
II — Şekil itibariyle :
1) Hâmil, ciro edilen şahsın adını ve sair vasıflarını bildirmek suretiyle senede imzasını koyarsa buna «tam ciro» [aim. Vollindossmant. — fr. endossement nominatif, endossement regulier. — ing. endorsement in full, special endorsement] denir.
2) Başka hiçbir kayıt ve şerhe lüzum görülmiyerek senedin arkasına yalnız imza konulması suretiyle yapılan ciroya «beyaz ciro» (açık ciro) [aim. Blancoindossa-ment. — fr. endossement en blanc. — ing. endorsement (indorsement) in blanc, blanc endorsement, general endorsement. — lât. indossementum in bianco *} denir ki temlik ifade eder. Keşideci ile muhataptan maada şahıslar poliçenin iç tarafına yalnız imza koyarlarsa bu aval ifade eder (TK. 556). Aynı hüküm hâmile muharrer çekler arkasına imza koyanlar hakkında da caridir (TK. 616).
CİSMANİ CEZA bk. Beden cezası.
CİSMANİ ZARAR [aim. Körperverletzung, körper-liche Schâdigung. — fr. lesion corporelle, blessure. — ing. bodily injury, bodily harm. — lât. injuria (mem-burn ruptum : uzvun sakatlanması), (os fractum-' kemiğin kırılması), pulsatio, verberatio].
Haksız fiil ile insan vücuduna yapılan zarar. Bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet vermek veyahut bir şahsı çalışma kabiliyetinden tamamen veya kısmen mahrum bırakmak gibi (CK 456).
C. 1. T. E. J. A. [aim. C. I. T.E.J.A.- fr. C. I. T. E. J. A. - ing. C. t. T. E. J. A. ].
56
C. İ. T. E. J. A. - CÜRME TEŞEBBÜS
1925 senesinde Pariste hava işleri hakkındaki hususi hukuku tetkik etmek üzere birkaç hükümet mümessilinden müteşekkil bir konferans akdedilmiş ve birçok esaslar hazırlanmıştı. Bu konferansın vermiş olduğu neticelerden en mühimmi Hava Hukuku Mütehassısları Milletler Arası Teknik Komitesi ismi altında daimî bir komite kurulmuş olmasıdır. Bu komitenin vazifesi hava hususi hukukuna ait kanun lâyihaları hazırlamak ve bunları milletler arası konferanslara takdim' etmektir.
CİYRAN (Cirân) Komşu mânasına olan «car» iu cem'i: komşular.
CİYRAN-I SALİHİN (CÎrân-ı şâlihin) İyi kom-
sular.
CİZYE (Cizya) Müslim olmıyanların mükellef olan erkeklerinden alınan şahsi vergi. Buna «Harac-ürrüus» da denir ve iki nev'e ayrılır:
1 — Sulh yoliyle tarh edilen cizye: Bunun miktarı - gadirden çekinmek için - asla değiştirilemez.
2 — Harbde mağlûp oldukları halde yurtlarında bırakılmış olanlar üzerine tarh edilen cizye: Bunun miktarı mükelleflerin haline göre değişir. Bu husus ülülemrin reyine bağlıdır.
CLAUSULA REBUS SİC STANTIBUS bk. Bekle-nilmiyen vaziyet.
COBER [aim. Jobber (Börsen) . — fr. jobber. — ing. stock jobber/.
Menkul kıymetler ve kambiyo borsasında kendi hesaplarına menkul kıymet alıp satan kayıtlı. Coberler yalnız kendi hesaplarına esham ve tahvilât alıp satabilirler. Başka biri hesabına alım satımdan ve mutlak olarak kambiyo ve nukut işlerinden menedilmişlerdir.
COMMON LAW [aim. common law.— fr. common law. — ing. common law. — lât. ius commune].
Britanya İmparatorluğunda ve Birleşik Amerika devletlerinde tatbik edilen umumi âdetlerden doğan hukuk kaideleri.
CU'L (Cu'l) Bazı hususlarda verilen bedel veya ücret. Mücahitlere yardım olmak üzere yapılan bağışlamalara da denir.
Câile, ciâle de cu'l manasınadır.
CU'L ALEC-CİHAD (Cu'l 'Alac-cihâd) Gazada bulunmak üzere alınıp verilen ücret.
İslâm ordusunda kuvvet ve kesret, beytülmalde mücahidini idare ve iaşe edecek emval bulunmadığı takdirde halkın ücretle asker tedarik etmesi caizdir.
CUMHURİYET [lât. res publico (libera), civitas libera.— aim. Republik, Freistaat. — fr. Republique.— ing. republic].
Devlet reisi, millet veya millet meclisleri tarafından muayyen müddet için seçilen hükümet şekli: Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri gibi.
CUMHURİYETÇİLİK [aim. Republikanismus. — fr. regime republicain.— ing. republicanism, republican system].
Millî hâkimiyet ülküsünün en iyi ve en emin surette temsil ve tatbikine müsait hükümet şekli olduğuna inanıştır ki C. H. P. nin ana vasıflarından birini teşkil eder; 5 şubat 1937 tarihinden itibaren Teşkilâtı Esasiye Kanununa alınmıştır",(C. H. P. programı 5;,TEK. 2).
CUMHURİYET HALK PARTİSİ /aim. Republi-kanische Volkspartei. — fr. partie republicain du peuple. — ing. Republikan People's Party/.
İlk defa 4 eylül 1919 tarihinde toplanan Sivas Kongresinde «Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti» ve 15 teşrinievvel 1927 tarihinde Ankara'da toplanan ikinci büyük kongrede «Cumhuriyet Halk Fırkası» ve 4 mayıs 1935 tarihinde yine Ankara'da toplanan kurultayda «Cumhuriyet Halk Partisi» adını alan ve ana vasıfları cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçı olan bu prensiplerin vâzu bulunan KEMAL ATATÜRK 'ün adına izafetle «Kemalizm» denilen yolu takibeden siyasal cemiyet.
(1927 Cumhuriyet Halk Fırkası Nz , 1931 Cumhuriyet Halk Fırkası program ve Nz. 1935,1936 C. H. Partisi program ve Nz,).
CUMHURİYET MÜDDEİUMUMİSİ bk. Müddeiumumilik.
CUMHUR REİSİ [aim. Prâsident der Republik. — fr. President de la Republique. — ing. President of the Republic/.
Cumhuriyetle idare olunan memleketlerde devlet reisi olan zat. Türkiye cumhur reisini, Büyük Millet Mec. lisi kendi âzası arasından bir intihap devresi için seçer (TEK. 31).
CÜMLE bk. Madde.
CÜND ( Cund ) Asker, alay, ordu, bir kimsenin avene ve yardımcıları. Cem'i « cünud » dur.
CÜNHA /aim. Verğehen. — fr. delit. — ing. misdemeanour. — lât. delictum/.
1274 Tarihli Ceza Kanununun 4 üncü maddesine göre; mücazatı tedibiyeyi, yani bir haftadan ziyade hapis ve muvakkat nefiy, memuriyetten tardı ve para cezasını müstelzim cürümler. 1926 Tarihli Ceza Kanununda beş sene ve beş seneye kadar hapis ve muvakkat sürgün ve ağır para cezasını müstelzim cürümlere tekabül etmektedir (CK. 587).
CÜNUN (Cunün) Aklın bozulmasıdır ki, hareket ve sözlerin doğru olarak cereyanına mâni olur.
CÜNUN-U MUTBİK (Cunün-u mutbik) Kesil-meksizin devam eden akıl hastalığı.
CÜNUN-U GAYRİMUTBİK (Cunün-u gayr-i mutbik ) Gelip giden akıl bozukluğu.
CÜRH (Curh) Yara. bk. Ciraha.
CÜRME TEŞEBBÜS [aim. Versuch. — fr. tentative.— ing. attempt.— lât. conatus; (tam teşebbüs), aim. vollendeter Versuch — fr. delit manque. — lot. conatus proximus ]
Bir kimsenin kasteylediği bir cürmü işlemeye başlayıp da tamamlamak için muktazi icra hareketlerini ihtiyarında olmıyan mâniler ortaya girerek ikmal edememesi, yahut icra hareketlerini ikmal edip de cürmün ne-ticelenememesi.
Eğer mâniler cürmün ortaya çıkmasına muktazi fiillerin tamamlanmasına imkân bırakmamış ise «teşebbüs» olur. Meselâ, adam öldürmek fiilinde fail silâh atarken
CÜRME TEŞEBBÜS -
ÇALIŞTIRMA CEZASI 57
bir başkasının müdahalesi ile silâhı elinden alınması hali gibi. Eğer cürmün icrasına mütaallik bütün fiiller ikmal edilmiş olup da failin ihtiyarında olmıyan sebeplerden dolayı cürüm meydana gelmemiş ise «tam teşebbüs» veyahut « neticesiz kalan cürüm » husule gelir. Meselâ, bir silâhın bütün mermileri atıldığı halde hedefe isabet ettirilememesi hali gibi. Teşebbüs halinde kalan cürümlerin cezası muayyen nispetlerde indirilir.
Eğer cürme teşebbüs eden kimse cürmün icrasına mütaallik fiillerden kendi ihtiyariyle vazgeçmiş ise ceza verilmez, ancak bu fiillerden tamam olan kısımları esasen bir cürüm teşkil ediyorsa o kısma mahsus ceza verilir. Silâh teşhiri gibi (CK. 61-63).
CÜRM-Ü MEŞHUT bk. Meşhut suçlar.
CÜRÜM [lât. erimen, maleficium delictum. — aim. Verbrechen und Vergehen. — fr. crime et delit. — ing. crime, felony, offence, misdemeanour].
1 — Cürüm; ölümü, ağır hapsi, hapsi, sürgünü, ağır para cezasını icabettiren nevi. Bu nevi suçları kabahatlerden ayırmak için kullanılır. Cürmü, mahiyeti itibariyle tarif ve kabahat ile aralarındaki farkı tesbit etmek çok münakaşalı bir meseledir. Onun için kanunlar cürmün ne olduğunu tarif etmekten kaçınmışlardır. Fakat nazariyatta birçok tarifler ileri sürülmüştür. En
ziyade kabule şayan tarif : bir cemiyetin mevcudiyet ve hayat şartlarını veya bir ferdin veya cemiyetin esaslı menfaatlerini ihlâl eden veya tehlikeye koyan hareketlerdir (CK. 1, 11) .
2 — (Cürnı) şer'an memnu olup faili had ve tâzir ile zecredilen her hangi bir fiil. Cem'i « ceraim ». Cürüm işliyene «mücrim» denir.
CÜRÜM İSNADI bk. Atıf ve isnat, iftira.
CÜRÜM İŞLİYENLERİ SAKLAMAK bk. Yataklık.
CÜRÜM TASN11 bk. Atıf ve isnat.
CÜRÜM VE KABAHATTE İŞTİRAK bk. İştirak.
CÜZAF (Cuzâf) Götürü pazar: bir çuval kömürü tartmadan ve bir yığın buğdayı ölçmeden satmak gibi. Buna «mücazefe» de denir.
CÜZAFEN BEYİ ( Cuzafan bay' ) Götürü satmak «mücazefeten beyi» da aynı mânadadır.
CÜZ-Ü CED (Cüz-u cadd ) Babanın babasının o. ğulları ve onların oğulları, yani yakın ve uzak ana baba bir amcalar ve onların oğulları ve oğullarının oğulları.
CÜZ-Ü EB (Cüz'-u ab) Babanın oğlu ve oğlunun oğlu. Yani ölünün ana ve baba bir kardeşleri ve onların oğulları, ilh...
CÜZ-Ü MEYYİT (Cuz'-u mayyit) ölünün oğlu; oğlunun oğlu, ilh...
ç
ÇALİNAN MALLAR [aim. gestohlene Sacken. -fr. choses volee. — ing. stolen property. — lot. res furtivae].
Çalınan mallar üzerinde kanun vâzıları hem o malların malik ve zilyedlerinin mülkiyet ve tasarruf haklarını, hem onları hüsnü niyetle iktisabetmiş olanların iktisap haklarını muhafaza veya telif edebilecek mütaaddit usuller koymuşlar. Türkiyede bu malların zilyed-leri beş sene zarfında istihkak dâvası açabilirler. Ancak bu malları üçüncü şahıslar açık artırmadan veya pazardan veyahut bunlara benzer suretlerle satış yapan tacirlerden almış iseler zilyedlerin bu malları bu suretlerle hüsnü niyetle iktisabeden üçüncü şahıslardan aynen istirdadedebilmeleri için, bu şahısların ödedikleri bedelleri kendilerine vermeleri şarttır.
Çalınan paralar, hâmile yazılı hisse senetleri ve tahvilleri üçüncü şahıslar tarafından hüsnü niyetle ikti-sabedilmiş ise bir istihkak dâvası bahis konusu olmaz. Yalnız bunları çalanlar aleyhine tazminat dâvası açılabilir. (MK. 902; TK. 439).
ÇALIŞMA HÜRRİYETİ [aim. Arbeitsfreiheit. -fr. liberte du travail. — ing. liberty of labour, freedom of labour].
Ticaret ve sanat hürriyeti. Ferdin iş yapmak, bir teşebbüse girmek, seçtiği sanatı yapmak hususundaki serbestliği.
Çalışma hürriyeti Türklerin âmme haklarındandır. Bu hürriyet devletin emniyet ve asayişine, âmmenin menfaatine ait düşünceler üzerine kanun ile bazı hallerde tahdit veya menedilebilir. Mecburi çalışma usulünün milletler arası taahhütlerle kaldırılmasını temin için ak-tolunan 25 eylül 1926 tarihli Cenevre mukavelesine Türkiye de 2273 No. kanunla iltihak eylemiştir (TEK. 29, 70).
ÇALIŞMA MÜKELLEFİYETİ [aim. Arbeitspflicht, Arbeitsdienst, Frohn. — fr. obligation au travail.— ing. compulsory service (labour)obligation to work (to labour)].
Amme hizmetlerinde cismen ve bizzat çalışmak suretiyle ödenen şahsi mükellefiyetler: yol mükellefiyeti [aim. Wegebaupflicht. — fr. presiation. — ing. compulsory road-making] (1525 No. K. 9), Millî Müdafaa için bedenen çalışmak mükellefiyeti [aim. Arbeits-dienstpflicht. — fr. requisition (pour un travail), service da travail / (3634 No. K. 6), Millî Korunma için bedenen çalışmak üzere iş mükellefiyeti [aim. Arbeits-dienstpflicht.— fr. requisition (pour un travail) service du travail. — ing. obligation of compulsory labor], (3780 No. K. 9) gibi.
ÇALIŞTIRMA CEZASI [aim. Arbeitszwang, Strafe auf Unterbringung im Arbeitshaus. — fr. condamna-tion â I'execution d'un travail].
İş işlemeye elverişli oldukları halde dilencilik eden kimseleri, yakalanmaları halinde bir haftadan bir aya
58
ÇALIŞTIRMA CEZASI - ÇİFTE VERGİ
kadar hususi idarelerle belediye işlerinde boğaz tokluğuna çalıştırmak suretiyle çektirilen bir nevi ceza (CK 544).
ÇAP [aim. Katasterplan. — fr. plan cadastral. — ing. cadastral plan (map)] ,
Bir gayrimenkulun hendesi şeklini gösteren ve umumi kadastro plânından kopye edilen münferit plân. Belediyelerce yangın yerleri hakkında tarla kaidesine göre tanzim edilen plânlardan çıkarılıp sahiplerine verilen münferit plân kopyelerine de çap denilmektedir.
ÇAPULCULUK /aim. Marodieren. — fr. marau-dage.— ing. looting, pillage].
Harb sahnelerinde bir askerin bağlı olduğu kıtadan veya askerî topluluktan geri kalarak ahaliye taaddi etmesi ve haksız taleplerle bunları tazyik etmesi suçu. (AsCK. 128).
CARTER MUKAVELESİ (aim. Chartervertrag, Raumfrachtvertrag, Seefrachtvertrag. — fr. Charte -partie, contrat d'affritment, contrat du charte. — ing. charterparty. — lât. charta partita ] .
Geminin tamamının [aim, Vollcharter.— fr. affrete-ment total.— ing. charter - party by demise, demise charter] veya cüz'ünün [aim. Teilcharter — fr, affretement pour une partie du navire. — i°n,g. charter for space in a ship, space charter], yahut muayyen yetinin [aim. Raumcharter. — fr. affritement pour une contenance determinie du navire. — ing. hold veya part charter] kiralanması yolu ile yapılan navlun akitleri (TK. 1097).
Türk ve Alman hukukunda navlun akdinin yazılmış olması mecburiyeti yoktur. Fakat tatbikat hep yazılı şekilde cereyan eder. Bu vesikaya «Navlun Mukavelenamesi » veya «Çarter Parti» [aim. Chartpartie, Charter. — fr. charte - partie. — ing. charter, charter-party] denir.
Ticari çeşitleri: a) zaman üzerine çarter [aim, Zeitchartervertrag, Zeitfrachtvertrag,— fr, affretement â temps, location coque nue, time - chartor.— ing. time -charter], b) yolculuk üzerine carter [aim. Reisecharter-vertrag.— fr, affretement au voyage, contrat de charte au voyage. — ing. voyage charter, trip ¦ charter].
ÇATMA [aim. Schiffszusammenstoss.— fr. aborda-ge. — ing. collision (of vessels).— lât. concur navium].
İki veya daha ziyade müstakil geminin doğrudan doğruya veya dolayısiyle çarpması veya birbirlerine değmesi. Çatmadan hukuki mesuliyet doğar (TK. 1275 vd.).
ÇEK [aim. Scheck.— fr. cheque. — ing, cheque].
Kanun ile muayyen şekilde tanzim edilmiş ve kaide olarak ancak elinde keşideci emrinde para bulunan banka üzerine çekilebilen havale. Şu kadar ki muhatapta keşideci emrinde para bulunması veya çekin banka olmıyan bir kimse üzerine çekilmiş olması, kanunun şekil şartlarına riayet edildiği takdirde çekin mahiyetine halel gelmez (TK. 608, 610, 612).
1 — ^Çizgili çek: [aim. gekreuzter Scheck. — fr. cheque barre. — ing. crossed cheque] İç yüzüne birbirine muvazi iki çizgi çekilmiş olup ancak bir bankaya ödenebilen çek. İki kısımdır: a) iki çizgi arasına bir şey
yazılmamış veya sadece banka veya buna muadil bir tâbir yazılmışsa «umumi çizgili çek» [aim. allgemein gekreuzter Scheck. — fr. cheque â barrement general. ~ 'nS- general crossed cheque ] , b) iki çizgi arasına muayyen bir bankanın ismi yazılmış ise « hususi çizgili çek » /aim besonders gekreuzter Scheck, — fr cheque â barrement special. — ing. special crossed cheque]. Birincisi her hangi bir bankaya, ikincisi ise çizgi arasında ismi yazılı bankaya ödenir (TK. 626).
2 — Takas ve mahsup çeki [aim. Verrechnungs-scheck, — fr. cheque â porter en compte,— ing, cheque only for account] iç yüzüne «hesaba geçirilecektir» veya buna benzer kelimeler yazılmış olup ancak hâmilin bir bankadaki hesabının matlubuna geçirilmek suretiyle ödenen çek (TK. 627) .
ÇELTİK NEHRİ Pirinç başakları köklerinin daimî suda bulundurulmasını sağlamak için akan veya akıtılan su.
ÇEŞNİ ÜZERİNE SATIŞ bk. Satış.
ÇIPLAK MÜLKİYET [aim. nacktes Eigentum. — fr. nue propriite. — ing. bare ownership. — lot. nudp. properietas (nudum ius quiritium)].
İntifa hakkı başka şahsa ait olan mal üzerinde mal sahibinin haiz olduğu salâhiyet. İntifa mülkiyetinin aksidir. «İntifadan mücerret» mülkiyet de denir.
Mülkiyet hakkının, taa'lûk ettiği mal üzerindeki hakkın ikiye parçalanması bugünkü hukukumuzda da kabul edilmiştir.
Bir mal üzerinde malikin bu sıfatla haiz olduğu her türlü imtiyaz ve salâhiyetlere halel gelmemek üzere aynı mal üzerinde bir başka şahsın intifa, sükna, istifade ve kullanma hakkı sahibi olması mümkündür. Bîr mal üzerindeki mülkiyet hakkının bahşeylediği haklardan intifa, sükna ve istifade hakları hariç bırakıldığı takdirde geride kalan mülkiyet hakkı «çıplak mülkiyet» ten ibaret olur : Medeni Kanunumuzun miras sisteminde olduğu gibi (MK. 442, 445, 448).
ÇIRAKLIK MUKAVELESİ [aim. Lehrvertrag. — fr. contrat d'apprentissage.— ing. contract of apprenticeship].
Ustanın belirli bir sanatı olanca dikkat ve iti-nasiyle öğretmek ve bu hususta mecburi derslere devama nezaret etmek ve mesleğe ait mekteplere ve kurslara gitmeğe ve muayyen imtihanlara iştirak etmeğe müsaade eylemek üzere, çırakla yaptığı mukavele. Küçükler veya mahcurlarla yapılan çıraklık mukavelelerinin yazılı olması lâzımdır (BK. 318; İşK. 1).
ÇİFTE SİGORTA [aim. Doppelversicherung. — fr. double assurance. — ing. double insurance, other insurance, multiple insurance, over - insurance].
Aynı eşya üzerindeki aynı menfaatin aynı hasara karşı aynı zaman için ve muhtelif sigorta bedelleri mecmuu malın değerini aşmamak şartiyle, birden fazla sigortacı tarafından sigorta edilmesi hali. Buna «müta-addit sigortacılar tarafından sigorta» adı da verilir (TK. 947, 956).
ÇİFTE VERGİ [aim. Doppelbesteuerung — fr. double imposition. — ing. double imposition, double taxation].
ÇİFTE VERGİ - ÇOCUK MALLARI
59
Aynı hâdisenin veya aynı malın iki veya daha ziyade memlekette vergiye tâbi olması halinde hâsıl olan fiilî vaziyet, tç malî hukukta aynı hâdisenin veya malın birkaç defa aynı vergiye veyahut aynı mahiyetteki bir gayrimenkulun, diğer memlekette yerleşen bir kimseye miras yolu ile intikalinde bu intikalden dolayı hem gayrimenkulun bulunduğu devlet, hem mirasçının yerleştiği memleket kanunları veraset veya intikal vergisi alıyorlarsa çifte vergi usulü tatbik edilmiş olur.
Bir devlet dâhilinde aynı matrahtan hem devlet, hem vilâyet veya belediye için vergiler alınıyorsa o matrah, çift bir mükellefiyete tâbi tutulmuş sayılır.
ÇİFTLİK Her yıl ziraat olunan ve hasılat veren bir çift öküzlük yer. Alâ yerden yetmiş seksen dönüm ve orta yerden yüz dönüm ve en fena yerden yüz otuz dönüm kadar olan araziden ibarettir.
ÇİFTLİK MERASI Kasaba ve köy meralarından başkaca olarak eskiden beri bir çiftliğe tahsis kılınmış olan meradır ki arazi-i metrukeden değil arazi-i emîriyeden sayılır, öşre muadil senelik icareye tâbidir.
ÇİFT MECLİS SİSTEMİ [aim. Zweikammersys-tem. — fr. bicameralisme.— ing. two-chamber system].
Teşri kuvvetinin iki meclis tarafından kullanılması usulü. Amerika, Fransa ve Ingilterede olduğu gibi.
ÇİT [aim. Crenzhecke, Crenzmauer, Crenzgraben, Einfriedigung (Zaun, Einzöunungj. — fr. haie, cloture.
— ing. bordermarker, partitionwall, party - wall, hedge, fence, ditch boundary, bound. — lât. confinium, limes, terminus, saepes, saepimentum, saeptum].
Duvar, parmaklık gibi iki gayrimenkulu birbirinden ayıran şeyler. Bunların mülkiyetinde asıl olan her iki komşu arasında müşterek olmasıdır. Şüphe halinde hududun bu şeylerin tam ortasından geçtiği ve müşterek mülkiyet hisselerinin de müsavi olduğu farz olunur (MK. 647).
ÇOCUĞUN NESEBİNİ GİZLEME / aim. Kindes-unterschlagung, Kindesunterschiebung, Kindesverwech-selung. — fr. supposition d'enfant, reçel de naissance.
— ing. substitution of a child, concealment of birth*
— lât. suppositio (partus) J.
a) Bir çocuğu gizliyerek, yahut yerine başka bir çocuk koyarak o çocuğun nesebini yok etmek veya değiştirmek ; b) meşru veyahut nesebi ikrar olunmuş bir çocuğu, kim olduğunu saklıyarak, darülaceze ve sair bir müesseseye vermek veyahut bir hayır sahibi tarafından alınmak üzere umumun görebileceği bir yere bırakmak cürmü (CK. 445, 446).
ÇOCUK DÜŞÜRME [aim. Abtreibung. — fr. a-vortement. — ing. abortion, procuring of abortion; child destruction. — lât. procuratio abortus].
Henüz haricî âlemde yaşama kudretini iktisabet-ınemiş olan ceninin, tabiî kaideler dairesinde doğmasının ve yaşamasının önüne geçmek için, içten veya dıştan tesir yapan bir vasıta kullanmak suretiyle rahimde iken yaşama kabiliyetini gidermek veya vaktinden evvel rahimden dışarı çıkarmaktır ki; ya yalnız gebenin veya
başkasının veya her ikisinin fiil ve hareketleriyle vukua gelebilir ve bu suç cürüm teşkil eder. ( CK. 452, 456, 468, 469, 470).
ÇOCUK HUKÜKÜ [(objektif)aim. Jugendrecht-fr. legislation de l'enfance.— ing. Children and Young Persons Act, children law, child law; (sübjektif) aim. Rechte des Kindes. — fr. droits des enfants. — ing. rights of the child] .
1 — (Objektif); Çocuğun hukuki durumunu tâyin ve tesbit ey]iyen hukuk kaideleri.
2 — (Sübjektif) Velayet hakkını elinde tutan ana babaya karşı çocukların yalnız vazifeleri değil, bazı hakları da vardır: a) babalarının soy adını taşırlar, b) velayet hakkının zıyaı halinde dahi ana baba çocuklarını besleyip büyütmeğe mecburdurlar, c) ana baba çocuklarını sosyal durumları ve maddi imkânları içinde terbiye etmek ve onlara manevi ve maddi kabiliyetleriyle mütenasip bir meslek veya tahsili ve yetişikliliği vermek vazifesiyle mükelleftirler, ç ) Velayet altındaki şahsın hukuki muamele ehliyeti vesayet altındaki şahsın hukuki muamele ehliyeti gibidir.
Bu sebepten çocuk, bizzat yapamadığı hukuki muamelelerinde ana baba tarafından temsil olunmak hakkını haizdir (MK. 259, 261, vd.).
ÇOCUK KAÇIRMAK bk. Adam kaldırmak.
ÇOCUKLARIN TERKİ o*. Terk.
ÇOCUK MAHKEMELERİ [aim. Jugendgerichte. — fr. tribunaux pour enfants. — ing. Juvenile Courts].
Suçlu, bir küçük veya mümeyyiz olmıyan bir reşit ise, çocukların ve gençlerin irtikâbettikleri suçların sebeplerini bilmek, onların ahlâklarını ıslah ederek kurtarılmaları çarelerini bulmak için hâkimin hususi bir kabiliyet ve tecrübeye de sahip olması icabeder. Çocukların ve gençlerin muhakemelerini görecek hâkimlerin hususiyetlerini temin ihtiyacı birçok memleketlerde çocuklar ve gençler için ayrı mahkemeler kurmaya se-bebolmuştur. Bunlara çocuk mahkemeleri denir. 1899 senesinden beri İngiltere, Birleşik Amerika, Almanya, italya, Macaristan, Danimarka, Belçika ve Fransada çocuk mahkemeleri kurulmuştur.
ÇOCUK MALLARI [aim. Kindesvermbgen. — fr. biens des mineurs (Fr.), biens des enfants (İs) — ing. property of infant children. — lât bona liberor-um (minörüm)].
Çocuğun hukuk süjesi sıfatiyle sahip olduğu mallar. Çocuk medeni haklarını kullanmak ehliyetini elde edinceye kadar mallarını ana ve babası idare eder. Ana baba velayet hakkının devamı müddetince çocuğun mallarının idaresinde kaide olarak serbest olup hiç kimseye hesap ve teminat vermeğe mecbur değildir. Ancak bu vazifelerini yapmadıkları takdirde hâkim müdahale edebilir. Evliliğin sona ermesinde ise velayet hakkı kendisine ait olan eş; vesayet makamına çocuğun mallarının defterini vermeğe ve çocuğun servetinde ve bu servetin neticesinde ehemmiyetli bir değişiklik husule geldiği takdirde, bunu da bildirmeğe mecbuıdur. Çocuğun bir gayrimenkulunun satılması veya parasının bir teşebbüse yatırılması hususlarının vesayet makamına haber verilmesi gibi.
60 ÇOCUK MALLARI - DAİMÎ HAKEM DİVANI
Vesayet makamı çocuk mallarının idaresinde, tabii bir murakıptır (MK. 278, 279).
ÇOCUK TİCARETİ bk. İnsan ticareti.
ÇOK KARILILIK {aim. Doppelehe, Vielueiberei, Bigamie, Polygamie. — fr. bigamie, polygamie — ing. bigamy, polygamy, polygyny — lât. bigamia, polygam-ia (plurus mores habere), (bina sponsalia, binas nupti-as habere) binas uxores habere].
Birden fazla karı ile evlenmek. Eski hukukumuzda dörde kadar karı almak caiz olduğu halde bugün mer'i olan kanunlara- göre birden fazla karı ile evlenmek bir suçtur (MK. 112, CK. 237).
ÇOK KOCALILIK {aim. Vielmânnerei, polyan. drie. — fr. polyandrie. — ing. polyandry. — lât. pol-yandria (pluribus viris nuptam esse)].
Karının mütaaddit koca ile evlenmesine cevaz veren bir müessese olup medeni milletlerin kanunu bunu daima menetmiştir.
Bugünkü hukuk nizamımız çok kocalılığı da çok karılılık gibi bir suç sayar (CK. 237).
ÇOK TARAFLI AKİTLER bk. Akit.
ÇUVALDIZ İki hilâl miktarını gösteren ölçü. İki hilâl birleşince çuvaldız kalınlığını bulur.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...