Türk Hukuk Sözlüğü (P-Ş)

P
PACTA SUNT SERVANDA bk. Ahde vefa.
PADİŞAHLIK bk. Saltanat.
PAFTOS GEDlCl bk. Gedik.
PANAYİR [aim. Messe. — fr. foire. — ing. fair]. Bir memleketin veya müteaddit memleketlerin ticari sınai ve zirai mamul ve mahsullerinin bir kısmına veya umumuna mahsus olmak üzere muayyen tarihlerde ve yerlerde açılıp yerli ve ecnebi alıcı ve satıcıların buluştukları pazarlardır.
PANDEKT HUKUKU [aim. Pandektenrecht. Gemeines Recht. — fr. Droit des Pandectes. — ing. Pandects Law].
Roma hukukçularının eserlerinden toplamak suretiyle Şarkî Roma İmparatoru Jüstinyen'in meydana getirdiği' «Digest» veya «Pandekt» denilen ve kanun hükmünü haiz olan külliyatın, yine imparator Jüstinyen'in vücuda getirdiği «Enstitüsyon» (institutiones) 1ar ve kanunlar mecmuası (Codices) ile birlikte, Almanyada 16 ncı asırdan itibaren kabul ve tatbik edilmesi üzerine bütün alman devletlerine müşterek bir surette şamil olan ve mahalli kanunları tamamlıyan hükümlerdir. Al mancada buna «Gemeines Recht» denilir. «Umumi Hukuk» tâbirini karşılayan «Droit Commun» ve «Common law» mefhumlarından ayırmak için bu almanca tâbir lisanımıza «Pandekt hukuku» suretinde nakledilmektedir.
PAPALIK [aim. der Heilige Stuhl; Papstum. — fr. le Saint-Siege; papaute — ing. the Holy See; papacy].
Katoliklerin en büyük dini makamı olup diğer piskoposluk makamları üzerinde üstünlük hakkına ve katolik kiliselerine karşı da kaza salâhiyetine sahip olan ve Roma şehrinde bulunan makamdır.
İtalya ile 1929 da imza edilen Latran akitleri, papalığın milletlerarası vaziyetini tasrih etmiştir.
PAR\ [aim. Geld. — fr. monnaie. — ing. money, currency. — lât pecunia].
1 — İktisatta : Satın alınan malların bedellerini ve borçları ödemede umumiyetle kabul edilen ve elden ele geçen şeydir.
2 — Hukukta: Her türlü hukuki kıymetlere değer biçmek üzere i? münasebetlerinde kullanılan madeni veya kâğıt menkul şeylerdir ki, umumiyetle mübadele ve ödeme vasıtası olarak kullanılır.
3 — (pSre) (Es.H.) Meskukâtta bir kuruşun kırkta biri ki üç akçaya muadildir.
Mutlak surette nükut, servet, meskukât mânasına da kullanılır.
PARA BORCU [aim. Geldschuld. — fr. dette d'argent. — ing. money debt, pecuniary debt. — lât. pecunia debita].
Para, ister maden, ister kâğıt oUun misli bir maldır ve para borcu nevi ile tâyin edilmiş bir borç ma. niyetindedir. Ancak, diğer misli şeylerde miktarın tâyini lâzım geldiği halde parada kıymet esastır. Miktar ancak paranın tediye kabiliyeti bakımından nazara alınabilir. Kaideten, mevzuu para olan borç memleket pa-rasiyle ödenir. Yabancı bir para üzerinden yapılan borçların, aynen tediyeyi tazammun eden bir şartı ihtiva etmedikçe, vadenin geldiği gündeki rayiç üzerinden memleket parasiyle ödenmeleri caizdir. (BK83;TK643)
PARA CEZASI [aim. Geldstrafe. — fr. amende.— ing. fine, penalty. — lât. damnum, poena pecuniariaf.
Suçluya devlet hazinesine bir meblağ tediyesini tahmil eden bir cezadır. Para cezası iki türlüdür:
276
ÖRF VE ÂDET — PARA CEZASI
brauche, Handelssitten. — fr. usages commerciaux. — ing. commercial pratice], bu mahiyeti haizdir. Bu izahata göre herhangi bir kaidenin örf ve âdete istinat ettiği kabul edilebilmek için onun bu isme liyakat kesbedecek kadar devamlı ve sabit olması ve hukuki ehliyeti haiz olanların bunu hukuki mahiyette tanımaları lâzımdır. Diğer bir bakımdan âdetler umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır. Umumi âdetler /aim. Verkehrssitte, Brauch. — fr. coutume generale. — ing. general custom/ meslek farkı gözetmeyen âdetlerdir; hususi âdetler [aim. spezieller Brauch. — fr. usages speciaux. — ing. special practice/ de daha ziyade meslekî mahiyet göze çaıpar.
Mahallî âdetlere /aim. Ortsqebrauch. — fr. usages locaux. - ing. local custom/ gelince, bunlar memleketin muayyen bir mahallinde yerleşen âdetlerdir. Bazı malların Istanbulda aded ile Ankarada kilo ile satılmasında olduğu gibi. Milletlerarası örf ve âdet, /aim. internatio-naler Brauch. — //'. coutume internationale. — ing. international custom, international practice/, milletlerarası münasebetlerin tesis ettiği vaziyetlere aykırı bulunmadıkları için milletler arasında tatbik edilegelen
kaidelerdir ki bunlar ileride yapılacak mukavelelere ve muahedelere kaynak teşkil ettiği gibi beynelmilel meselelerin halline de yarar, buna «milletlerarası teamül» denir.
ÖRFÜ ÂDET "HUKUKU [aim. Gewohnheitsrecht. — fr. Droit coutumier. — ing. consuetudinary law (İngilUrede: «common law»). — lât. mores et consue-tudo/.
örf ve âdetle teessüs eden ve âmme kudretiyle teyit olunabilen hukuk kaideleridir.
ÖŞÜR bk. Aşar.
ÖZ AD bk. Ad.
ÖZÜR 1 — bk. Mazeret
2 — (Arz-ı mirînin tatilinde) (uzr) (Es H.)
Arazi mutasarrıfının define âdeten muktedir olmı-yacağı herhangi bir mâniin araya girmesidir: Mümbit olmıyan tarlayı dinlendirmek gibi.
P
PACTA SUNT SERVANDA bk. Ahde vefa. PADİŞAHLIK bk. Saltanat. PAFTOS GEDİĞİ bk. Gedik.
PANAYİR [aim. Messe. — fr. foire. — ing. fair/.
Bir memleketin veya müteaddit memleketlerin ticari sınai ve zirai mamul ve mahsullerinin bir kısmına veya umumuna mahsus olmak üzere muayyen tarihlerde ve yerlerde açılıp yerli ve ecnebi alıcı ve satıcıların buluştukları pazarlardır.
PANDEKT HUKUKU [aim. Pandektenrecht. Gemeines Recht. — fr. Droit des Pandectes. — ing. Pandects Law/.
Roma hukukçularının eserlerinden toplamak suretiyle Şarkî Roma İmparatoru Jüstinyen'in meydana getirdiği' «Digest» veya «Pandekt» denilen ve kanun hükmünü haiz olan külliyatın, yine imparator Jüstinyen'in vücuda getirdiği «Enstitüsyon» (institutiones) 1ar ve kanunlar mecmuası (Codices) ile birlikte, Almanyada 16 ncı asırdan itibaren kabul ve tatbik edilmesi üzerine bütün alman devletlerine müşterek bir surette şamil olan ve mahalli kanunları tamamlıyan hükümlerdir. Al mancada buna «Gemeines Recht» denilir. «Umumi Hukuk» tâbirini karşılayan «Droit Commun» ve «Common law» mefhumlarından ayırmak için bu almanca tâbir lisanımıza «Pandekt hukuku» suretinde nakledilmektedir.
PAPALIK [aim. der Heilige Stuhl; Papstum. — fr. le Saint-Siege; papaute — ing. the Holy See; papacy].
Katoliklerin en büyük dini makamı olup diğer piskoposluk makamları üzerinde üstünlük hakkına ve katolik kiliselerine karşı da kaza salâhiyetine sahip olan ve Roma şehrinde bulunan makamdır.
İtalya ile 1929 da imza edilen Latran akitleri, papalığın milletlerarası vaziyetini tasrih etmiştir.
PAR\ [aim. Geld. — fr. monnaie. — ing. money, currency. — lât pecunia].
1 — İktisatta : Satın alınan malların bedellerini ve borçları ödemede umumiyetle kabul edilen ve elden ele geçen şeydir.
2 — Hukukta: Her türlü hukuki kıymetlere değer biçmek üzere i? münasebetlerinde kullanılan madeni veya kâğıt menkul şeylerdir ki, umumiyetle mübadele ve ödeme vasıtası olarak kullanılır.
3 — (pSre) (Es.H.) Meskukâtta bir kuruşun kırkta biri ki üç akçaya muadildir.
Mutlak surette nükut, servet, meskukât mânasına da kullanılır.
PARA BORCU [aim. Geldschuld. — fr. dette d'argent. — ing. money debt, pecuniary debt. — lât. pecunia debita].
Para, ister maden, ister kâğıt olsun misli bir maldır ve para borcu nevi ile tâyin edilmiş bir borç ma. niyetindedir. Ancak, diğer misli şeylerde miktarın tâyini lâzım geldiği halde parada kıymet esastır. Miktar ancak paranın tediye kabiliyeti bakımından nazara alınabilir. Kaideten, mevzuu para olan borç memleket pa-rasiyle ödenir. Yabancı bir para üzerinden yapılan borçların, aynen tediyeyi tazammun eden bir şartı ihtiva etmedikçe, vadenin geldiği gündeki rayiç üzerinden memleket parasiyle ödenmeleri caizdir. (BK83;TK643)
PARA CEZASI [aim. Geldstrafe. — fr. amende.— ing. fine, penalty. — lât. damnum, poena pecuniariaf.
Suçluya devlet hazinesine bir meblağ tediyesini tahmil eden bir cezadır. Para cezası iki türlüdür:
PARA CEZASI - PASİF KORUNMA
277
1 — Ağır pıra cezası : Bir liradan beş bin liraya kadar tâyin olunur.
2 — Hafif para cezası : Bir liradan iki yüz liraya kadar tâyin olunur.
Bazan asli ve bazan munzam mahiyette tertip olunan bu cezadan ağır para cezası cürümlere ve hafif para cezası kabahatlara mahsustur (CK 11, 19, 24)
PARA HUKUKU [aim. Geld - und Münzrecht, Wahrungsrecht. — fr legislation monetaire. — ing. moneta'y lav].
Bir memleketin para sistemi yani mübadele vasıta-lariyle ilgili mevzuatı, o memleketin para hukukunu teşkil eder.
(Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bülteni No 26 S 25, 29, No 30 S 28, 30 da 1840 tan 1938e kadar madeni ve kâğıt paralar hakkında çıkmış kanunlar ve kararnamelerin listeleri vardır.)
PARA SAHTEKÂRLIĞI bk. Devlet itibar-ı malîsini ihlâl, kalpazanlık.
PARAYA ÇEVİRME [aim. Pfandverwertung, Verwertung, Versilberung. — fr. realisation (du gage).— ing. to realize assets].
Rehnin yahut haciz altında veya iflâs masasında bulunan malların ve hakların o husustaki kanun hükümlerine göre pazarlık veya açık artırma ile satılıp para haline getirilmesidir (İc İf K 106- 136, 145, 152 ve 241 . 245).
PARÇA MAL (Kırkanbar)oÂ:. Navlun mukavelesi.
PARİS DENİZ HARB HUKUKU BEYANNAMESİ falm. Pariser Seerechtsdeklaration (1855). — fr. Declaration de Paris de 1856. •— ing, Paris Declaration of 1856].
Bu beyanname deniz harb hukukuna taallûk eden ve eski teamüller yerine yeni kaideler koyan ehemmiyetli ilk milletlerarası vesikadır.
16 Nisan 1856 tarihinde Paris Muahedesini imza eden murahhaslar bu beyanname ile (Türkiye de dâhildir) aşağıdaki kaideleri tesbit etmişlerdir:
1 — Korsanlığın lağvı, 2 — Harb kaçağı eşya müstesna olmak üzere, bitaraf bayrağın düşman malını da himaye etmesi, 3 — Harb kaçağı eşya müstesna olmak üzere, düşman bayrağı altındaki bitaraf ma ın zaptolunmaması, 4 — Ablukanın muteber olması için fiili ve müessir olması.
Bu vesika, bilhassa denizde zapt ve müsadere hukukunun esaslarını teşkil eder.
PARLÂMENTO [aim Parlament, Volksvertretung. — fr. parlement. — ing. Parliament].
Başlıca vazifesini kanunları tanzim, umumi bütçeyi tetkik etmek ve ekseriya Bakanları murakabe eylemek keyfiyetleri teşkil eden meclis veya meclisler.
Parlâmento birçok yerlerde iki kısımdan teşekkül eder. Türkiye paılâmentosu bir meclisten ibarettir,
PARLÂMENTO HÜKÜMETİ bk. Hükümet.
PARLÂMENTONUN FESHİ [aim. Auflösung des Parlamentes. — fr. dissolution du parlement. — ing. dissolution of Parliament].
Parlâmentoların devrelerini bitirmeden evvel icra kuvvetleri tarafından muayyen zamanda yeniden intihap
yapılmak üzere dağıtılmalarıdır. Hemen bütün teşkilâtı esasiyelerin icra kuvvetlerine verdiği fesih salâhiyeti Anayasamızda yoktur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümet tarafından fesholunmaz; ancak bu meclis seçimin yenilenmesine bizzat karar verir (Anayasa 25)
PARLÂMENTO REJİMİ [aim. parlamentarisch.es Regierungssystem. — fr. regime parlementaire. — ing. parliamentary system of government].
Bir memlekette devlet idaresinin gayri mesul devlet reisi, kabine ve parlâmento arasındaki iş birliğiyle görülmesi usulüdür.
PARMAK ÎZt VE VÜCUT ÜZERİNDE TETKİKLER [aim. Fingerabdruck.— fr. empreintes digitales.— ing. finger - print identification].
Ceza işlerine ait tahkikat maksadiyle yahut suçluyu teşhis ve tâyin dolayısiyle zaruri görüldüğü takdirde, rızası olmasa bile, parmak izleri ve fotoğrafı alınabileceği gibi ölçmek vesair tedbirler de tatbik olunabilir. Bu usul yalnız cezai tahkikat sırasında değil, polis hizmetlerine taallûk eden hukukta dahi maznunları teşhis ve tâyin için caridir.
PARTİ bk. Siyasî parti.
PASAPORT [aim. Pass. — fr. passeport. — ing. passport].
Bir kimseye yabancı memleketlerde hüviyetini ispat ve serbest seyahatini temin etmek üzere salahiyetli makamlarca verilen resmî vesikadır.
Pasaportlar iki türlüdür.
1 — Diplomatik pasaportları, Türkiyede Dışişleri Bakanlığı ve yabancı üİKelerde Türk Elçilikleri ve siyasi mümessilleri verir (Pasaport K 9, 10).
2 — Umumi pasaportlar, üç türlüdür :
a) Umuma mahsus pasaportlar, kendi hesaplarına seyahat edeceklere verilir.
b) Hususi dan.galı pasaportlar, devlet baremine göre birinci, ikinci, üçüncü derecede bulunan mülki memurlara ve askeri şahıslara diplomatik olmiyan her hangi bir vazife ile veya kendi hesaplarına seyahatlerinde verilir.
c) Hizmet damgalı pasaportlar, devlet baremine göre üçüncü dereceden aşağı derecede bulunan mülki memurlara ve askeri rütbeli şahıslara siyasi olmayan hizmetler için memleket dışına seyahatlerinde verilir (Pasaport K 11).
PASAVAN [aim. Passierschein. — fr. passavant, laisser - passer. — ing. lese-pase].
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile komşu hükümetler arasında yppılmış ve yapılacak olan anlaşmalarla tâyin olunan hudut mıntakası dâhilinde muteber olmak üzere parasız verilen girme, çıkma vesikasıdır (Pasaport K 23, 34;. Bunlar hududa en yakın hükümet merkezince verilir.
PASİF bk. Mevcudat.
PASİF KORUNMA Harb halinde hava taarüzla-rına karşı, müdafaa şeklinde olmiyan, yalnız korunmak ve bu taarruzların tesirlerini azaltmak maksadiyle halk ve resmî, millî, hususi, teşekküllerin almağa mecbur oldukları tedbirler ve vücuda getirmeğe mecbur olduk -
278
PASİF KORUNMA
- PEY AKÇESİ
lan teşkilâttır. Onbeş yaşını bitiren ve altmış yaşını ikmal etmiyen bütün yurttaşlar korunma bilgilerini öğ. renmek ve icabeden tedbirleri almakla ve yılda en çok otuz saat ders ve talim görmekle mükelleftirler. Pasif korunma teşekküllerinde kendisine verilen vazifeyi ma-zeretsiz yapmıyanlar ve Korunma Kanununa aykırı hareket edenler hakkında cezai müyyedeler konulmuştur (3502 No.lu K t, 7, 13. 21).
PASİF MUKAVEMET [aim. passiver Widerstand.
— fr, resistance passive. — ing. passive resistance/.
1 — Hükümet memurlarına karşı vazifelerini yap-inak veya yapmamak için kuvvet kullanmak suretiyle vücuda gelen mukavemet suçlarında failin taarruz! bir harekete geçmiyerek ya bedeni kuvvet, yahut sair tazyik vasıtası kullanmak suretiyle vukubulan mukavemetine denir. Meselâ: Bir zabıta memuru veya bir askerî âmir tarafından karakola sevkı sırasnda maznunun dimdik kalması, bir ağaca tutunmak suretiyle bedeni kuvvet kullanması, bir odaya kapanması ve kilitlenmesi gibi.
2 — Denizde zapt ve müsadere hukukunda zapt ve müsadere hakkının istimali üzerine herhangi bir nakil vasıtası stop ettikten sonra kaptan veya gemi adamlarının hareket tarzları yüzünden durdurulması veya araştırılması yapılmazsa, meselâ bordasına yanaş, mayı güçleştirmek, arama muamelesine mâni olmak, am. bar kapaklarını açmamak, verilen talimatı anlamamazlığa gelmek gibi mümanaatlar yapılırsa, pasif mukavemette bulunmuş sayılarak nakil vasıtası zapta tâbi tutnlur. (Denizde Zapt ve Müsadere K. 35, 36)
PAŞA KAPISI Osmanlı imparatorluğunun eski teşkilâtında en büyük idare âmirinin dairesidir. Merkezde sadrazamın, taşralarda beylerbeyi ve sancak beylerinin daireleridir. Bu tâbir bugün taşralarda hükümet konağı tâbirinin karşıl.ğı sayılabilir,
PATENT bk. İhtira beratı.
PATRON bk. İş sahibi.
PATRONAJ bk. Mahkûmların Himayesi,
PATRİKLİK [aim. Patriarchat.— fr. patriarchat
— ing. patriarchate, patriarchy].
Osmanlı saltanatında memleketteki muhtelif Gayri Müslim cemaatların dinî ve medenî bazı işlerini idare eden makamlara verilen unvandır.
Bu makamlar ın mühimleri ; İstanbul Rum patrikliği, Mısır ve tevabii Rum patrikliği, Antakya Rum patrikliği, İstanbul Ermeni patrikliği, Kudüs ü şerif Ermeni patrikliğidir.
PAY bk. Hisse, gemi payı,
PAYİTAHT bk. Hükümet merkezi.
PAZAR [aim. Marki. — fr. marehe. — market overt; open market. — lât. mer cat us)',
Belli bir günde her türlü mal satıcılariyle alıcılarının toplaşıp alışveriş ettikleri yer. (MK 902; TK 119).
PAZAR GÜNÜ bk. Ulusal bayram ve genel tatiller-
PAZARL1KLI ALIŞVERİŞ [aim. freihöndiger Verkauf. — fr. marehe de gre â gre. — ing. by bar-gaining, by bargain/.
1 — Pazarlıksız [aim. Festpreis, fester Preis. fr. prlxfix,— ing. at fixed prices, without bargaining/ satışın kanunen emrolunmadığı yerlerde ve mallarda tarafların mutabakatiyle yapılan alışveriş muamelesidir.
2 — Devlet dairelerinin artırma veya eksiltme ile olmaksızın yapmasına kanunen mezun olduğu muamelelerdir.
PEDERŞAHİLİK [aim. Vaterrecht. Patriarchat. -fr. patriarchat. — ing. patriarchat fpatriarehism) /.
Ailede baba hâkimiyeti sistemidir. Babanın otoritesine tâbi olanların hayat ve hürriyetlerine şamil, mutlak velayet hakkıdır.
PEK FENA MUAMELE [aim. Misshandlung and Ehrenkrânkung. — fr. injure grave. — ing. serious injury, serious slander].
Aralarında bir hukuki bağlılık bulunan kimselerden birinin diğerine karşı eya her ikisinin yekdiğerine karşı hukuk veya ahlâk nazarında kötü görülen hareket ve muameleleridir.
Pek fena muameleler nişanın bozulmasında muhik sebep veya eşler arasında boşanma sebebi teşkil eder (MK 130).
Velinin küçüğe pek fena muamele yapması velayetin nez'ini mucip olabildiği gibi (vlK. 274) mirasçının da murisine karşı böyle muameleler yapması kendisinin mirastan iskatına sebep teşkil edebilir (MK 457).
PEŞİN SATIŞ [aim. Barkauf. — fr. vente au comptant. — ing. sale for cash].
Bedeli malın tesellümünde verilmek üzere yapılan satıştır. Hilâfına mukavele olmadıkça veya işin mahiye, tinden hilâtı anlaşılmadıkça yapılan satışlar peşin sayılır (BK 81, 182 F 2).
PEŞTEMALLIK [aim. Faconwert (eines Gesch&f. tes). Goodwill, Gegenwert fur die Oberlassung der Kundschaft. — fr. pas de porte. — ing. goodwill].
Ticarette şöhret iktisab eden bir müessesenin başkasına devri halinde şöhrete medar olan mânevi kıymete veya müessesenin bulunduğu mahallin şeref ve ehemmiyetine karşılık olmak üzere alınan bedele denir.
PEY AKÇESİ [aim. Angeld, Draufgeld, Arrha.— fr. arrhes.— ing. earnest money, deposit.— lât. arrha).
1 — Borçlar hukukunda: akdin inikadına delil olmak üzere taraflardan birinin diğer tarafa verdiği paradır ki, aksine mahalli örf veya mukavele olmadıkça bu parayı alan taraf alacağına mahsup etmiyerek onu muhafaza eder. Pey akçesi zaman-ı rücu mahiyetinde değildir (BK 156)
2 — Ticaret hukukunda: Akdin inikadına deli] olmak üzere verilen bir paradır ki, taahhüdün ifası ha. linde sahibine geri verilir veya hesabına alacak kaydolunur. Eğer akit iki tarafın rızasijle feshedilir veya zarar ve ziyan ödenmesini mucip olmıyacak bir sebeple infisah ederse sahibine geri verilir.
Hilâfına mukavele veya ticari örf mevcut olmadığı takdirde kusuriyle taahhüdünü yerine getirmiyen taraf, pey akçesini veren taraf ise, verdiği parayı geri alamaz; eğer pey akçesini alan taraf ise parayı bir misliyle beraber ödemeye mecbur olur. Her iki halde de taahhüdünü yerine getirmiyen taraf diğer tarafın pey akçesini geçen zararını tazmine mecburdur (TK 649, 650.)
PİŞMANLIK NAVLUNU - POSTLÎMİNİ 279
PİŞMANLIK NAVLUNU bk. Navlun.
PİYANGO {aim. Lotterie, Ausspielvertrag. — fr. loterie, tirages au aort. — ing. lotterie/.
Her ne nam altında olursa olsun, baht ve talih yoliyle bir şey kazanmak ümidi uyandırılmak suretiyle, halka arz edilen muameleye denir.
Hükümet tarafından müsaade edilmiş olmadıkça, piyango ile hiçbir hak elde edilemez. Piyangoya, bu bakımdan, borçlar hukukunun kumara mahsûs hükümleri tatbik edilir. Aynı esas oynıyanların koydukları paranın kazananlar arasında konulan para nispetinde taksim olunması şeklinde cereyan eden «müşterek (karşılıklı) bahis» {aim. Totalisator. — fr. totalisateur. — ing. totalisator] hakkında da caridir.
Türkiyede karşılığı nakit olmak üzere piyango keşidesi hakkı münhasıran Millî Piyango idaresine aittir (BK 506; Milli Piyango Kanunu). Bundan başka mahsus mevzuata göre tertibedilen at yarışlarında müşterek bahis de caiz görülmektedir.
PİYASA RAYİCİ {aim. Marktpreis, Kurs. - fr. cours de marchi. — ing. market price, market value, quotation].
Piyasa fiyatı, rayiç fiyatı, piyasada cari fiyatlar demektir (TK 705).
PLÂKA [aim. Nummernschild. — fr. plaque. — ing. plaque, number plate, plate, tablet].
Belde sınırı dahilinde seyir ve sefer eden her türlü deniz, kara nakil vasıtalarının murakabesi mâksadiyle alınan tedbirler meyanında bu vasıtalara verilen numaraların yazıldığı yerlerdir (Belediye K, 15 b 9, 10)
PLEBİSİT (Aray-ı umumiye, halkın reyine müracaat) [aim. Plebiszit, Volksabstimmung. — fr. plebiscite. — ing. plebiscite].
1 — (EH) : Vatandaşların, hâkimiyeti muayyen kaidelere uygun olarak kendi namlarına kullanmak üzere bir şahsa tevdi etmek veya o şahsın yapacağı ve yapmış olduğu bir fiil hakkında verdiği reydir,
(Plebisit mahiyeti itibariyle vasıtalı demokrasinin bir tatbik tarzı olduğu halde, muhtelif şekillerinde referandum, bilâkis, doğrudan doğruya hükümete yaklaştıran bir usuldür.)
2 — (DUH) : Milletlerarası bir itilâf neticesi olarak, bir arazinin mukadderatının o arazide sakin halkın reyile tâyin olunması usulüdür.
PLÜTOKRASİ [aim. Plutokratie. — fr. plutocratic. — ing. Plutocracy].
Bir memlekette zenginlerin hükümet icra etmesi şekline denir.
POLİÇE 1 — [aim. gezogener Wechsel, Traite.— fr. lettre de change, traite. — ing. bill of exchange, draft].
Kanunun tâyin ettiği şekilde keşideci [aim. Aus-steller. — fr. tireur. — ing. drawer] tarafından muhataba [aim. Bezogener.— fr. tire, — ing. drawee] karşı tanzim edilen, «Poliçe» kelimesini ve hâmile kayıtsız ve şartsız bir surette para tediyesi için emir ve tevkili ihtiva eden ve ciro ile devrolunan kıymetli evraktır (TK 527).
2 — bk, Sigorta poliçesi.
POLİS bk. Zabıta.
POLİS - DEVLETİ [aim. Polizeistaat. — fr. Etat de police. — ing. policeman state].
Hukuki ve fiili tasarrufları idare edenlerin keyiflerine ve takdirlerine tâbi olan, idare edenlerin hareket ve tasarruflarını takyidedici hukuk kaideleriyle bağlı bulunmıyan devlettir.
POLİS NEZARETİ ALTINA ALINMAK bk. Em. niyeti umumiye nezareti altına alınmak.
PORTER PRENSİBİ Bazı devletlerin alacaklarını tahsil için diğer bir devlete karşı kuvvet kullanmaları üzerine Birleşik Amerikalı general Porter, bir devletten yapılan istikrazlar, veya akdedilen bir mukavele ile diğer bir memleket vatandaşlarından alınan borçlar ödenmediği takdirde, ancak, borçlu devletin hakeme müracaat için kendisine yapılan teklifi kabul etmekle beraber tahkimnamenin imzalanmasını imkânsız bırakması, veya hakemin verdiği karara uymaması hallerinde kuvvet kullanabileceği prensibini koydu. Bu doktrin 1907 Lahey konferansında kabul edilerek 18 ilkteşrîn 1907 mukavelesine esas ittihaz olundu.
PORTFÖY bk. Senedut cüzdanı.
POSTA ÇEKİ [aim. Postscheck. — fr. cheque postal. — ing. post office cheque, postal cheque].
Bazı'memleketlerde posta ve telgraf idaıelerinin fertler veya resmi veya gayri resmî müesseseler hesabına açmış oldukları cari hesaplardan alâkalıların para çekmek için kullandıkları çeklere denir.
Posta çekleri umumi çeklerin hilâfına olarak ciro ile temlik edilmezler ve çeklere mahsus umumi hükümlere tâbi değildirler Bizde posta çekleri henüz ihdas edilmemiştir.
POSTA İTTİHADI [aim. Weltpostveretn. — fr. Union Postale Üniverselle. — ing. Universal Postal Union],
Muhtelif memleketler postaları arasındaki mübadele ve münasebetleri tanzim için İsviçrenin Bern şehrinde yapılan ilk milletlerarası toplantı neticesinde akdolunan 6 ilkteşrin 1874 tarihli muahede ile Umumi Posta ittihadı tesis edildi. 1 Haziran 1878 tarihli Paris mukavelesiyle Cihanşümul Posta İttihadı adı ilk isim yerine geçti. Postalar ittihadının Bern şehrinde bir mille t ler ar sı bürosu vardır. Zaman zaman toplanan posta kongreleri milletlerarası posta hizmetlerine dı ir kararlar verir. İttihada dâhil memleketler arasında posta münakalâtı büyük bir kolaylıkla cereyan etmektedir.
Türkiye bu ittihada dâhildir.
POSTA PULU bk. Pul.
POSTA VE TELGRAF NEZARETİ Osmanlı İm-paratorluğunda posta ve telgraf işlerinin görüldüğü nezarettir. Sonraları bu nezaret telefon işleri de ilâve edilmek suretiyle umum müdürlüğe çev) ilmiştir. Bugün de Ulaştırma Bakanlığına bağlı bir âmme müessesesi halindedir.
POSTLİMİNİ [aim. Postliminium — fr. droit de postliminie — ing. Postliminium.— lât. ius postlimini]. Muhariplerden birinin, diğeri tarafından işgal olu-
280
POSTLİMİNİ — PRANGABENTLİK
nup sulh muahedesi neticesinde kendisine avdet eden arazisi üzerinde işgalden evvel mevcut haklarının aynen tanınmasıdır. Eski hukuktaki «İstihap» kaidesinin mü-radifidir.
POSİTİVİSM falın. Positivismus. — fr. positi-visme. — ing. positivism}.
Bir felsefe mektebi, mezhebi olarak, geniş mânada Positivism, İlim'de «Yakîn» (evidence = tam bilgi) elde etmenin tek yolu tecrübe ve müşahede olduğunu kabul eder. Tabii ilimlerde olduğu gibi bir takım kanunlara irca edilerek illiyeıle izah olunamıyan Metafizik meseleleri, Positivisme göre, mücerret hayalî tasavvur ve nazari t elerden ibarettir. Bu itibarla Positivism, Hakikatin bulunması ve bilinmesi ve hataya düşülmemesi için yalnız vakıaların ve hâdiselerin dar çerçevesi içinde izafî bir bilgi ile iktifa etmek akidesi ve, daha doğrusu usulüdür. Bundan dolayı Positivism, şeylerin kendi bünyesine ve mahiyetine ve esasen Mutlak'a ma'tuf, gerçek - üstü ve kablî görüş ve fikirlerden, faraziyelerden ve spekülatif mülahazalardan olduğu kadar tabiat - üstü dinî anlayışlardan ve tecrübe ile doğruluğu murakabe edilemiyen her türlü tahmin "ve istikradan çekinir.
Hukukta Positivizm, Tabiî Hukuk telâkkisinin zıddına olarak, Hukukun Varlığ'ını «Hukukî vakıa» ya inhisar ettiren görüştür. Positivist Bilgi Sistemlerinde Hukuk, bir nevi vakıa - kategorisidir ve «Müteâl» (Transcendent) ile Hukukun bir alâkası yoktur. Hukukun «meşru meriyeti», Positivism için, «kanunî oluş»'tan ibarettir ve bunun temeli «bir hukukî ana - hüküm»'dür. Bu telâkkiye göre en mükemmel hukuk şekli «yazılı hukuk» tur. Yazılı Hukukta atıf yapılması itibarile örf ve âdete ve Hukukun Umumî Kaidelerine kıymet verilir Bir Hukuk Nizamında bir Ana - Hükme sûrî (formel) ve maddî (materiel) cihetlerden tetabuk eden hukuk, «positif»' tir.
Positivism çerçevesi içinde kalmakla beraber hukukun temelini bir Ana - Hükme irca etmeyip yazılı olan ve olmıyan hukukî hükümlerin cemiyet hayatında fiilen kabul ve tatbik edilmesini esas olarak kabul eden bir Sosyolojik Hukukî Positivism telâkkisi de vardır. Positivist Sosyolojiye dayanan bu telâkkiye göre «positif» hukuk, muayyen bir yerde muayyen bir zamanda hukukî hükümlerin fiilen tatbiki ile bir «vakıa» olarak meydaua gelen Hukuk Nizamıdır.
Her iki positivist hukuk telâkkisinde, aralarındaki farka rağmen, beşerî, içtimaî ve iradî vakıalar Hukukun kaynağıdır. Cemiyetin içinde yaşıyan bir takım «mu'tâ vaziyetler» kanun vazıı tarafından veya tatbikatla tanınmakla hukukî hüküm mahiyetini alır.
Hukukta Positivism, sıkı bir mantıkî tecritle, münferit hukukî hükümlerden «umumî olan» ı elde etmeğe çalışır ve bu suretle hukukî hükümlerin bünye ve nevilerini tayin ve onların mahiyetine nüfuz edebilece ğine inanır.
Tarihî Mektebin daha ziyade bir program halinde kalan fikirlerini Roma Hukukunun ruhuna ait tahlille-rile tatbik sahasına koymuş olan 1 he ring Tarihi mek. tebin .az - çok romantik bir mahiyet taşıyan «Millî Ruh» mefhumu yerine zamanındaki positivist cereyanın nüfuzu altında «Maksat ve Gaye» methumunu ikame etmiştir.
Tenkitler:
Positivism, tecrübe ve müşahede usulüne en müsa-id olan Tabiî İlimler sahasında gelişme göstermiştir. «Müsbet ilimler» de görülen muvaffakiyetin cazibesine kapılarak başka mahiyette olan içtimaî • ruhî sahaya «müsbet usul» ün te mili yanlış bir hareket olmuştur. Zira bu sahada ilmin mevzuu olan Varlık, Tabiî İlimlerde olduğu gibi, «maddî» olmayıp «vucup» ve «kıymet- ifade eden «manevî» bir «meriyet» (kendini-kabul ettiriş) halindedir ve, tabiattaki tekrarlama zıddına, bir defalık vasfını taşır. Manevî varlıklar ve onların ifadesi olan mefhumlar, maddî bir varlığa irca edilerek, illiyetle «izah» olunamıyacağından, yani ictunâî sahanın ve bu arada hukukun «vucup» la ifade edilen manevî varlığı tabiatın maddî varlığı olan «vucud» a dayana-mıyacağından Positivism bu sahada akamete mahkûmdur.
Positivismin, hukukî kaynak olarak bir Ana - Hükme dayanıp kalma zarureti tecrübe ve müşahede ile is )at kabiliyetinden mahrum olduğundan «dogmatik» mahiyettedir ve positivist esasa aykırı bir «a priori» (kablî hüküm) ve faraziyeden başka bir şey değildir.
Sosyolojik Hukukî Positivism'de «hukukî hükümler» ile onların «tatbik» i arasında bir tefrik yapılmaktadır. Bu suretle «sosyolojik hukuk vakıası» ötesinde, yani pojitivist çerçeve dışında ka an «metajuridique» bir kıymet ölçüsü knllanılmış oluyor.
Evvelce Tarihi mektep tarafından kullanılmış olan «Millî Ruh» (Volksgeist) mefhumu hukukun millî-içti maî kaynağını ifade ettiği halde, positivist hukuk te lâkkisi bu mefhumu psikolojik fonksiyon şeklinde anlamış, onun şümulünü daraltmış ve bir sosyolojik vakıa olarak «içtimaî şuur» methumunu ileri sürmüştür.
Her" türlü kıymet melhumile çalışmağı reddeden-positivist görüş, Hukukta da «empiıisme» içinde kal. mıştır. Positivism'ın birer kolu olan Historism, Naturalism ve Psikolojiim'in tarihî, tabiî ve ruhî tahlillerini hukuk için kâfi görmiyen ve içtimaî vakıalar arasında hukukî - olan'ı, sırf hukukî kalıplarla iktifa ederek, tayine çalışan bazı positivist telâkkiler, hukukun kaynağını «vucup» ve «kıymet» e irca etmekle dar maddî çerçeveden kurtulmak istemişlerse de, hukukun kendine mahsus Gaye - Mantığı (Teleo oji) yerine Sûrî - Mantık melhumlarını kullandıklarından, Saf Hukuk Nazariyesinde olduğu gibi, Lojisme ve Formalisme düşmüşlerdir. 1 he ring de illiyetti tek usulde İsrar etmekle asıl teolojiden uzak kalmıştır. Hal uki hukukta illiyet irtibatı mevcud olmayıp hüküm - netice münasebeti vardır. Positivism, «errpirie» sahasında kaldığından hukukun kaynak ve esaslarını temellendirememiştir. Bu temel ka-tegorial sahadadır. Kıymet (doğru hukuk; ve Gerçek (tatbik edilen hukuk) arasında münasebetin tesisi ve en yüksek kıymetin (Hak ve Adalet fikrinin) idrakile ka-tegorial temele dayanılmış olur. İçtimaî İlimlerden olan Hukuk İlmi, Hukukî Gerçeği ve onun bünyesinde yer almış olan Gaye ve Maksadı bir mefhumlar sistemi içiude bir bütün olarak ihata ve ifade etmekle teleolo-jik mânada ve tam objektif bir bilgi halini alır. Hukukta sosyolojik görüşün haklı ciheti, hukukun kanundan ibaret olmadığını belirtmesi olmuştur.
PRANGABENTLİK 1286 tarihli Askerî Ceza Ka-ı.UTiumuzda mevcut bir ceza idi. Bu ceza mahkûmun ayaklarına geçirilecek halkalariyle beraber iki okka yüz dirhem ağırlığında demir zincir olduğu ve zincir bir ip İle beline bağlı bulunduğu halde askerî binalarda, istih-
PRANGABENTLÎK — PUL
281
tâm işlerinde ve kışlalarda hidemah şakkada kullanılması suretiyle icra olunurdu.
Askerî ceza kanunu bu cezayı ilga etmiştir.
PRENSLİK [alm. Fârstentum. — fr. principaute.
— ing. princedom].
Yarı müstakil veya taın müstakil küçük devletlere verilen namdır. İkinci meşrutiyetin ilânına kadar Bulga-ristana Prenslik denilmesi onun yarı müstakil olmasından ve Monakoya prenslik denilmesi de onun nüfus ve toprak itibariyle küçük hulunmasındandır.
PRİM [aim. Praemie, Agio. — fr. prime. — ing. premium]
Mükâfat, ikramiye mânasında fransızca bir kelimedir.
Hukukta kullanıldığı yere göre muhtelif mânaları vardır.
Menkul kıymetlerde: Bir senedin ihracedildiği fiyatın üstündeki fazlayı ifade eder. Yirmi lira itibari kıymet üzerinden çıkarılan bir hisse senedi veya tahvilin fiili rayici yiımi bir lira olursa aradaki bir lira farka «prim» denir.
Hisse senedinin ve tahvilin jtfa&ı için çekilen kurada senet veya tahvile düşen para da «prim» dir. Yeni çıkarılan hisse senetlerinde, yeni hissedarların eski hissedarlar gibi şirket sermayesinden ve temettularından istifade eylemeleri için şirketin, yeni hissedarlardan yer,i hisse senetlerinin itibari kıymetlerinden fazla olarak aldığı ziyadeye «ihraç primi» denir (1 K 462 f 3)
Sigortacının temin etrniş olduğu tehlikelere karşı sigorta ettirenin ödemeyi taahhüt ettiği meblağa denir. Ticaret kanunumuzda sigorta primlerine «sigorta ücreti» denilmiştir. (TK. 961, 962, 966, 1353).
Deniz ödünçlerinde: Ödünç verene, alınan paradan fazla olarak ödenecek miktara da «prim» denilmiştir (TK 1220 vd).
PRİM SİGORTASI [alnı, Versicherung der Prâ-mie.— fr. assurance de la prime,— ing. premium insu. rance].
Sigortalının sigorta şirketine ödemeyi üstlendiği primi ödeyemiyerek tazminatı tam alamaması tehlikesine karşı o primi de ayrıca sigorta ettirmesidir. Bu sayede sigortalı tam tazminat alacağından emiııdir(TK968).
PROTEKTORA bk. Himaye.
PROPAGANDA [aim. Propaganda. fr. propaganda — ing. propaganda].
Muayyen maksatların tahakkuku için matbuat vasıtası ile propaganda yapmak üzere yabancılarla anlaşmak, memlekette zümre tahakkümünü kurmak maksadı ile propoganda yapmak Devletin şahsiyetine karşı iş. lenmiş suçlardan sayılmıştır (CK 127, f. 4, 142).
PROTESTO [aim. Protest, Widerspruch, Mahnung
— fr, protet. — ing. protest].
Bir hakkın sukutunu önlemek veya bir başkasını temerrüde düşürmek için resmen tebligat yaptırılması, yahut muayyen bir hâdisenin resmen tevsik ettirilmesidir. Protestoyu ihtiva eden resmî varakaya da pıotesto denir.
Türkiyede bu muameleleri noterler yaparlar (Noter
K 44).
Ticaret hukukunda: Kıymetli evrakın muhatap tarafından kabul (ademi kabul protestosu) [aim. Protest
mangels Annahme, Annahmeprotest. — fr. protit faute d'acceptation.— ing protest for non . acceptance] veya tediye (ademi tediye protestosu) [aim. Protest mangels Zahlung. — fr. protet faute de paiement. — ing pro. test for non ¦ payment], edi memesi halinde son hâmilin bu hâdiseyi noter vasıtasiyle resmen tesbit ve tevsik ettirmesidir (TK 570, 579;.
Deniz hukukunda: Protesto gönderilmesi lâzımgelen haller için (TK 1112, 1142, 1197).
PROTOKOL [aim. Protokoll. — fr. protocole. — ing. — protocol].
Devletler hukukunda üç mânası vardır :
1 — Hem teşrifat idaresi, hem teşrifat kaideleri demektir.
2 — Muahede, mukavelelerin hangi görüşmelerle yapıldığını gösteren belgedir ki bunların tefsirinde çok kere bu belgeye müracaat edilir. Bu mânadaki.protokol yerine «zabıtname» ısı ilâhı da kullanılır.
3 — Devletler arasında bazan çok mahdut veya teferruata ait işler için, bazan evvelce yapılan bir muahede veya mukavele hükümlerini değiştirmek veya tatbikini temin etmek yahut uzatmak için, bazan da muvakkat bir hüküm koymak için yapılan andlaşmalara denir.
Lozanda imzalanan akitlerin bazısına Belçika ve Portekiz'in iltihak edebilmesini devletler protokol ile tesbit etmişlerdir. Karaağac'a dair olan muahedeye de protokol denmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ecnebilere emlâk edinme salâhiyeti verilirken kapitülâsyonların bazı hükümlerini tadil için yapılan andlaşmaya «Istimiâk-i Emlâk protokolü» denilmiştir.
Milletler Cemiyeti Umumi Heyetinin 1924 senesinde tanzim ettiği hakemlik ve emniyet ve selâmet and-laşması «Cenevre protokolü» adını aldı. Bundan anlaşılıyor ki en önemli bir vesikaya da bazan protokol adı verilmektedir.
PUL 1— [aim. Marke.— fr. timbre.— ing. stamp] Vergi, resim, harç gibi bazı devlet gelirlerinin cibayet ve murakabelerini kolaylaştırmak maksadiyle ihdas ve resmî evraka yapıştırılmak ve usulüne göre iptal edilmek suretiyle istimal olunan, bir tarafı zamklı, diğer tarafı kıymet ve tezyinatı muhtevi bulunan, muhtelif kıymetlerde, küçük ve zarif, kenarları tırtıklı, taklitlerinde para ve evrakı nakdiye taklitlerindeki müey-yedelere tâbi, hazine tarafından çıkarılan, kendisine has nizam ve talimatlarla satılan, ve muhasebe ve muhafazası temin edilen kıymetli kâğıtlardır.
Posta pulu: [aim. Briefmarke.— fr. timbre post. — ing postage - stamp] Âdi ve taahhütlü mektupların, kartpostalların müraselâtında posta ücretleri, zarfların üzerine pul yapıştırılmak ve pottahanelerin tarihi muhtevi mühürleriyle mühürlenerek iptal edilmek suretiyle istimal olunur. Bu pullar millî sembolleri ve tarihi sima ve hatıraları taşıyan resimleri ihtiva eder.
Damga pulu: [aim. Stempelmarke.— fr. timbres mobiles. — ing. revenue - stamp] Çok eski ve bütün devletlerde mer'i ve matrahı halkın ve hükmi şahısların hükümetle veya kendi aralarında mevcut münasebetlere ait muamelelerinde mahsus kanunlarındaki tarife ve esaslara göre kullanılan, memleketimizde biri nispi ve diğeri maktu şekilde olmak üzere iki esas üzerinden cibayet edilen, vergi karşılığı evrak ve senedata yapıştırılan pullardır.
282
PUL - REDDİYE
Harç pulu : mahkemelerde ikame edilen dâvalar ve noterlerdeki muameleler dolayısiyle posta ve damga pullarından ayrı olarak basılan ve kullanılan ve bu muamelelerin masraflarını karşılayacak harçların alınmasını temin maksadiyle yapıştırılan kıymetli evraka denir.
2 — (pul) (Es.H ) Meskukât ıstılâhınca, bir akçanın üçte veya dörtte biridir.
Mutlak olarak paraya, mangıra fülse ve müdevver maden parçasına da denir,
PUSU [aim. Hinterhalt. — fr. embuche, gaet ¦ apens. — ing. ambush, ambuscade/
Bir şahsı öldürmek, yahut kendisine karşı cebir ve şiddet kullanmak veya soymak gibi tecavüz gayesiyle bir mahalde az veya çok müddet gizlenerek beklemektir.
R
RABBÜLMAL (rabb ul-mâl) (Es- H.) M üdarebe akdinde sermaye sahibi olan kimsedir.
RABBÜSSELEM (rabb us - salam) (Es. H ) Sahi-büsselemin müradifidir.
RACİH TARAF (ı âcili taraf) (Es. H.) Beyyioesi tercih olunan taraf demektir.
RÂCİL (râcil) (Es. H.) Yaya, piyade demektir. Deve, katır, merkep gibi düşmanı terhip ve tethiş ede-miyecek hayvanlara rakip olanlar dahi - ganaimda sehim almak hususunda • râcil sayılırlar.
RADH (razh) (Es. H.) Cihada iştirak eden kadın, lara, çocuklara, kölelere, zimmîlere ganimet mallarından verilen bir miktar maldır, ki mukatillerin sehimlerinden noksan olur ve bunu alanlara «ehl-i radh» denir.
Radh, lügatte az bir şey vermek ve az bir miktarda verilen şey mânasındad )r.
RADÎ (razi') (Es. H.) Süt emen ve kendisi için süt ana tutulan çocuktur.
RÂHİIN falm. Verpfander. — fr donneur. (constî-tuant) du gage. — ing. pledgor/. Rehin veren kimsedir.
RAIYYE (ra'iyya) (Es. H ) Tebaa, yani başkasının velayet ve idaresi altında bulunan Kimsedir. «Cem'i «reaya» dır.
RÂÎŞ Rüşvet verenle rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimseye denir.
Râiş, raşi ve mürteşiden hangisin vasıtası ise onun fer'an zimethali sayılır (CK 226).
RAKABE (rakaba) (Es H.) Lügatte, boyun demektir.
Istılahta, temlik ve temellükü kabil olanın aynı ye zatı mânasına gelir: köle, cariye, tarla gibi. Cem'i rikab, rakabattır.
RAKABE ETMEK (rakabu etmek) (Es. H.) Bir vakfın gailesini aslına ilhak etmektir. Şöyle ki: Vakfedilen bir paranın bir miktarı taaddisiz zayi olsa, bu noksan hâkimin karariyle gailesinden ikmal edilmedikçe mürtezikasına bir şey vermiyebilir.
Bu muameleye fetva ıstılâhınca «mürtezikanın vazifelerini rakabe etmek» denir.
RAKÎK (rakik) (Es. H.) Köle, cariye demektir. Müfrede de cem'e de ıtlak olunur, Cem'i, «erikka» dır.
Esire uğradığı zaaf ve rikkatten dolayı rakik denilmiştir.
Dâr-ı harbden alınan esirler, rakik sayılırlarsa da bunlar dâr. ı İslama ithal edilerek ihraz edilmedikçe memlûkiyetle mevsuk olmazlar. Demek oluyor ki bunlardaki rık, memlûkiyetten ayrılmış oluyor.
RAŞA bk. İştira.
RÂŞİ bk. Rüşvet.
RAYİÇ FİYAT [aim. laufender Preis, laufender Kurs. — fr. prix courant. — ing. current price/
Bir malın muayyen bir piyasada alınıp satıldığı fiyattır.
Rayiç fiyat bir malın satış ve alışı devam ettiği hallerde bahis mevzuu olur (TK 701),
REASÜRANS bk. Mükerrer sigorta.
RECM (racm) (Es H. Muhsanolau zâni veya zâni-yeyi veçhi mahsus üzere taşlıyarak öldürmektir.
Recm kelimesi; katil, şetim, tart, terk, bühtan, telin, nefrin, sâdik ve nedim mânalarını da müfittir-Atılan taşa da «recin» denir ki cem'i «rücûm» dur.
RED (radd) (Es. H.) 1 — Feraizde red muayyen sehim sahipleri (eshab-i ferau) hisselerini al dikta u sonra kalan kısmın farz sahiplerinin hisseleri nispeti&de" dağı -ttlmasıdır.
Meselâ : müteveffa iki kızını bıraksa bunların hissesi üçte ikidir, bir sehim artar: veya bir karısını ve bir kızını terk etmiş olsa karının hissesi sekizde bir ve kızın hissesi nısıf yani yarıdır. Meselenin mahreci sekizden olacağına göre üç sehim fazla kalır. Bu fazlaların kızlara verilmesine red denir.
2 — bk. Nesebin reddi, mirasın reddi, drawbaek (reddi rüsum)
REDDİ HÂKİM bk. Hâkimin reddi.
REDDİYE (Feraizde) (raddiyya) (Es. H) Sehim. ler mecmuu mahreçten eksik çıkarsa meseleye reddiye denir
Reddiyede fazla kalan sehim asabeden kimse bu-bulunmazsa farz, yani muayyen hisse sahiplerine sehim-leri nispetinde reddolunur. Ancak karı ve kocaya red yapılmaz.
Meselâ; müteveffanın bir karı ve kızı olsa mesele yirmi dörtten olup sümunü yani sekizde biri olan dört sehmi karıya ve sülüsânı olan on altı sehmi kızlara isa-
282
PUL - REDDİYE
Harç pulu : mahkemelerde ikame edilen dâvalar ve noterlerdeki muameleler dolayısiyle posta ve damga pullarından ayrı olarak basılan ve kullanılan ve bu muamelelerin masraflarını karşılayacak harçların alınmasını temin mâksadiyle yapıştırılan kıymetli evraka denir.
2 — (pfil) (Es.H ) Meskukât ıstılâhınca, bir akçanın üçte veya dörtte biridir.
Mutlak olarak paraya, mangıra fülse ve müdevver maden parçasına da denir,
PUSU [aim. Hinterhalt. — fr. embuche, gaet ¦ apens. — ing. ambush, ambuscade]
Bir şahsı öldürmek, yahut kendisine karşı cebir ve şiddet kullanmak veya soymak gibi tecavüz gayesiyle bir mahalde az veya çok müddet gizlenerek beklemektir.
R
RABBÜLMAL (rabb ul-mâl) (Es- H.) M üdarebe akdinde sermaye sahibi olan kimsedir.
RABBÜSSELEM (rabb us - salam) (Es. H ) Sahi-büsselemin müradifidir.
RACİH TARAF (lâcih taraf) (Es. H.) Beyyioesi tercih olunan taraf demektir.
RÂCİL (râcil) (Es. H.) Yaya, piyade demektir. Deve, katır, merkep gibi düşmanı terhip ve tethiş ede-miyecek hayvanlara rakip olanlar dahi - ganaimda sehim almak hususunda - râcil sayılırlar.
RADH (razh) (Es. H.) Cihada iştirak eden kadın, lara, çocuklara, kölelere, zimmîlere ganimet mallarından verilen bir miktar maldır, ki mukatillerin sehimlerinden noksan olur ve bunu alanlara «ehl-i radh» denir.
Radh, lügatte az bir şey vermek ve az bir miktarda verilen şey mânasındad )r.
RADÎ (razi') (Es. H.) Süt emen ve kendisi için süt ana tutulan çocuktur.
RÂHİIN [aim. Verpfander. — fr donneur. (consti-tuant) du gage. — ing. pledgor]. Rehin veren kimsedir.
RAIYYE (ra'iyya) (Es. H ) Tebaa, yani başkasının velayet ve idaresi altında bulunan kimsedir. «Cem'i «reaya» dır.
RÂÎŞ Rüşvet verenle rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimseye denir.
Râiş, raşi ve mürteşiden hangisin vasıtası ise onun fer'an zimethali sayılır (CK 226).
RAKABE (rakaba) (Es H.) Lügatte, boyun demektir.
Istılahta, temlik ve temellükü kabil olanın aynı ye zatı manasına gelir: köle, cariye, tarla gibi. Cem'i rikab, rakabattır.
RAKABE ETMEK (rakabu etmek) (Es. H.) Bir vakfın gailesini aslına ilhak etmektir. Şöyle ki: Vakfedilen bir paranın bir miktarı taaddisiz zayi olsa, bu noksan hâkimin karariyle gailesinden ikmal edilmedikçe mürtezikasına bir şey vermiyebilir.
Bu muameleye fetva ıstılâhınca «mürtezikanın vazifelerini rakabe etmek» denir.
RAKÎK (rakik) (Es. H.) Köle, cariye demektir. Müfrede de cem'e de ıtlak olunur, Cem'i, «erikka» dır.
Esire uğradığı zaaf ve rikkatten dolayı rakik denilmiştir.
Dâr -1 harbden alınan esirler, rakik sayılırlarsa da bunlar dâr. ı İslama ithal edilerek ihraz edilmedikçe memlûkiyetle mevsuk olmazlar. Demek oluyor ki bunlardaki rık, memlûkiyetten ayrılmış oluyor.
RAŞA bk. İştira.
RÂSİ bk. Rüşvet.
RAYİÇ FİYAT [aim. laufender Preis, laufender Kurs. — fr. prix courant. — ing. current price]
Bir malın muayyen bir piyasada alınıp satıldığı fiyattır.
Rayiç fiyat bir malın satış ve alışı devam ettiği hallerde bahis mevzuu olur (TK 701),
REASÜRANS bk. Mükerrer sigorta.
RECM (racm) (Es H. Muhsanolau zâni veya zâni-yeyi veçhi mahsus üzere taşlıyarak öldürmektir.
Recm kelimesi; katil, şetim, tart, terk, bühtan, telin, nefrin, sâdik ve nedim mânalarını da müfittir. Atılan taşa da «recin» denir ki cem'i «rücûm» dur.
RED (radd) (Es. H.) 1 — Feraizde red muayyen sehim sahipleri (eshab-i ferau) hisselerini al dikta u sonra kalan kısmın farz sahiplerinin hisseleri nispeti&de"dağı-ttlmasıdır.
Meselâ : müteveffa iki kızını bıraksa bunların hissesi üçte ikidir, bir sehim artar: veya bir karısını ve bir kızını terk etmiş olsa karının hissesi sekizde bir ve kızın hissesi nısıf yani yarıdır. Meselenin mahreci sekizden olacağına göre üç sehim fazla kalır. Bu fazlaların kızlara verilmesine red denir.
2 — bk. Nesebin reddi, mirasın reddi, drawbaek (reddi rüsum)
REDDİ HÂKİM bk. Hâkimin reddi.
REDDİYE (Feraizde) (raddiyya) (Es. H) Sehim. ler mecmuu mahreçten eksik çıkarsa meseleye reddiye denir
Reddiyede fazla kalan sehim asabeden kimse bu-bulunmazsa farz, yani muayyen hisse sahiplerine sehim-leri nispetinde reddolunur. Ancak karı ve kocaya red yapılmaz.
Meselâ; müteveffanın bir karı ve kızı olsa mesele yirmi dörtten olup sümunü yani sekizde biri olan dört sehmi karıya ve sülüsânı olan on altı sehmi kızlara isa-
reddiye - rehin mukab. ikraz ile meşgul müessese. 283
bet edeceğine nazaran dört sehim artar ve usulü dairesinde bu dört, kızl ıra reddolunur.
REESKONT bk. Mükerrer ıskonto.
REFAKAT (Gemi kafilesi) /aim. Geleit, (Jeleitzug.
— fr. convoi. — ing convoy],
Harb esnasında ticaret gemilerinin kafile halinde ve harb gemileri ve uçakları himayesinde seyahat etmeleridir.
Düşman harb gemilerinin refakatında bulunan bitaraf nekil vasıtaları harbin her türlü tehlikesine maruzdurlar ve bunlar zabt ve müsadereye de tabidirler.
Kendi harb gemileri refakatinde bulunan bitaraf gemilerin komutanlarından kafilesine dair malûmat ve teminat istenebilir (Denizde Zabt ve Müsadere K 14, 31, 33).
REFERANDUM (aim. Referendum, Volksentscheid.
— fr. referendum. — ing. referendum].
Teşri heyeti tarafından hazırlanan bir kanunun kabulüne ve bir kanun teklifine halkın iştiraki usulüdür. Referandum iki şekilde olur:
1 — Sa âhiyetli makamın bir kanun tasarısının veya tekliiinin esasları hakkında halkın reyine müracaatıdır. Meselâ, «Medeni kanunun yeniden tanzimi» teklifine karşı halkın ne diyecekinin sorulması gibi,
2 — Teşri heyeti tarafından hazırlanmış bir kanun hakkında halkın reyine müracaat etmektir. Meselâ «İsviçre İcra ve Iılâs kanunu»İsviçreli halkın reye iştirakiyle kabul edilmiştir.
Referandum mecburi veya ihtiyari olur: 1) Mecburi referandum, bir kanunun kabulü ve meriyete geçebilmesi için herhalde halkın reyine müra-racaat, zaruri ve kanuni olan referandumdur, İsviçrede teşkilat -1 esasiye tadilâtında olduğu gibi,
2 — İhtiyari referandum, bazı şartlar ve kayıtlar altında bir defa da halkın reyine müracaat edihn kanudar hakkındaki referandumdur ki bu da üç sureıle tecelli eder.
a) Bir meclis tarafından halkın reyine de müracaat kararlaştırılırsa,
b) Muayyen miktarda halk tarafından bir kanunun referanduma tabi tutulması hususunda müracaat edilirse,
c) Almanyanın Weimar esas teşkilât kanununda olduğu gibi devlet reisine bir kanunu tasdikten evvel bir defa da referanduma lüzum göstermek salâhiyeti verilirse.
Bunlardan maada referandum, bilhassa teşkilât -1 esasiyeye taallûk eden hususlarda Amerika, Çekoslovakya, Litvanys, Letonya, Estonya gibi memleketlerde önemli bir yer tutar.
Referandumun yalnız kanunlara münhasır bırakılım yarak halkın reyine mür.caat faideli görülen hususlar için dahi tatbik edildiği vâkıdır. Birinci dünya harbinden sonra bazı rejim ve meselelerin tesis ve halli için doğrudan doğruya halk.n reyine müracaat ederek * evet » veya « hayır » lardan ibaret reylerin toplanması bir nevi referandumdur.
Referandum mahiyeti itibariyle doğrudan doğruya hükümet sistemine yaklaşan demokratik bir usuldür. Fakat zamanımızda ülke genişliği, nüfus çokluğu, içti. mai hâdiselerin değişikliği gibi sebepler doğrudan d' ğ-ruya hükümet sistemine müsait buluı mamakta olduğu için bu sisteme müracaat edilmektedir.
Referanduma müracaat halinde reyi alınacakların kanuni vasıfları, ve bir kanunun kabulü veya bir teklifin teşriî meclis tarafından kabulünden evvel esasının referanduma konması için icabeden rey nisabı referandumu kabul eden mem'eketin esas teşkilât kanunlarında gösterilmiştir.
REF KARARI lalm. Aufhebungsbeschluss. — fr. mainlevee (judiciaire). — ing. annul],
1 — İcra Hukukunda: (İtirazın ref'ı kararı). İlamsız takiplerde borçlunun itirazı üzerine alacaklının kanunda yazılı vesikayı ibraz etmesi halinde tetkik mercii tarafından itirazın kaldırılmasına ve icranın devamına dair verilen karardır (İc. İf. K, 68).
2 — Hukuk ve ceza muhakeme usulünde: Karar veya tedbirlere karşı vâki itiraz iızenne merciin itiraz olunan karar veya tedbiri ortadan kaldıran kararıdır.
3 — İdare hukukunda: idari kararlar aleyhine açılan tam kaza dâvalarında Danıştayın idari muameleyi kaldırması şeklindeki kararları hakkında da kullanıldığı vardır.
REF'lYET HAKKI [aim Wiedereinaetzungaan-spruch, Anspruch aas Besitzentziehung.—fr, reintigran' de. — ing. right to redress].
Bir gayri menkulün maliki veya zilyedi bulunan kimsenin bu vaziyeti bir başkası tarafından herhangi bir sebeple ihlâl edildiği takdirde eski hale iadesi için malikin idari yolla tecavüzün ref'ini istemesi hakkıdır (2311 No.lu kanun ve 25 Kânunuevvel 1933 tarihli Nz).
REHİN [aim, Faustpfand, Verpfündung.— fr, nantissement. — ing pledge, pawn. — lât. ptgnus].
1 — Alacaklıya yapılacak edayı muayyen bir şey üzerinde temine yariyan bir akittir. Alacaklıya sadece merhunu sattırarak alacağını istifa hakkı verir.
2 — (rahn) (Es.H ) Bir malı ondan istifası mümkün olan bir hak mukabilinde mahfuz ve mevkuf kılmaktır.
Rehin, merhun mânasına da kullanılır.
REHİNE [aim. Geisel. — fr. otage. — ing, hos. tage. — lât. obsesf.
Bir ordunun zaptettiği yerler halkından, bu halkın kendisine karşı vâki taahhütlerini iyice yapması, hususiyle intikam hareketlerine teşebbüs etmemesi için teminat olarak alıp getirdiği vey* nezaret altında bulundurduğu kimselere denir.
REHİNLİ TAHVİLÂT [aim. Pfandbriefe. - fr. lettres de gage. — ing. mortgage bonds]'.
Gayri menkul üzerine ikraz muamelesi yapan müesseselerden hükümetçe mezun kılınanların hususi bir rehin akdi ve teslim mükellefiyeti olmaksızın malik oldukları gayri menkul rehin senetleriyle cari muamelelerinden doğan alacaklarını teminat göstermek suretile çıkardıkları tahvilâta denir. Alacaklılar rehinli tahvilâtın ödenmesini istiyemezler. Tahvilât ya hâmile veya nama yazılı olur ve hâmile yazılı kuponları bulunur (MK 884, 886).
REHİN MUKABİLİNDE İKRAZ İLE MEŞGUL MÜESSESE [aim. Versatzanstalt (İs); Pfandhaus, Pfandleihanstalt (Al)— fr. etablissement de prğts sar gage. — ing. pawn-office, pawn broker].
Hükümetin izniyle rehin mukabilinde ödünç para verenlere denir. Bu izin hususi müesseselere aneak mah-
284 REHİN MUKAB. İKRAZ İLE MEŞGUL MÜESSESE-RESMİ EVRAK
dut bir zaman için verilir; müddet bitince yenilenmesi caizdir tMK 8.6, 883).
REHN-1 MÜSTEAR (rahn - i n.usta'âr) (Es. H.) Başkasından ariyet alınarak izniyle rehnolunan maldır.
REHN -1 TİCARİ bk. Ticari rehin.
REİSİCUMHUR bk. Cumhur Reisi.
REİSLİK HÜKÜMETİ [aim. Prasidentialregie-rang. — jr. gouvernement presidentiel. — ing. presidential government].
İcra kuvvetinin aynı zamanda hem devlet, hem hükümet şefi olan cumhurreisinin şahsında toplanması ve teşri 'kuvveti karşısında istiklâline sahip olması usulüdür.
Bu usul Birleşik Amerika devletlerinde'caridir.
REİ5ÜLKÜTTAP Osmanlı İmparatorluğunun eski teşkilâtında divan - ı hümayundan çıkan hükümleri ve beratları tashih etlikten, yani «sah» işaretini koyduktan (aslma uygunluğu tasdik ettikten) sonra yerlerine göndermek, bazı telhisleri yazmak, ecnebi hükümdarlardan gelen nameleri tercüme ettirmek ve bunlara gönderilecek namelerin müsveddelerini yapmakla mükellef ve kalemiye sınıfına mensup memurdur.
Bu memurun vazifeleri sonraları daha genişlemiş ve Paşakapısına, yani sadrazamlığa bağlı olarak Devletin dışişleri kendilerine verilmiştir.
İkinci Mahmut devrinde Reisülküttaplık hariciye nazırlığına kalbedilmiş ve müstakil bir nezaret haline konulmuştur.
REJİ [aim. Regie. — jr. regie].
idarede gaye, hizmetleri en iyi ve mümkün oldu ğu kadar en ucuz yapmaktır. Bunun için kullanılan usullerden biri de rejidir. Reji, hizmetleri idarenin kendi mesuliyeti altında bizzat görmesidir, yani emaneten idare eylemektir. İdare bir hizmeti kendi memurlarına yaptırmayıp hasılattan bir hisse vermek suretiyle başkasına yaptıracak olursa, buna «menfaatta müşterek reji» usulü denir.
Meselâ Osmanlı Devleti tütünün inhisar ve imtiyaz suretiyle işletilmesini menfaatlerde müşterek bir şirkete tevdi etmişti.
REJİM [aim. Regıerungsjorm, Regime. — jr. re-gime. — ing. regime, system of government].
Bir devletin hükümet şeklidir. Cumhuriyet ve meşrutiyet rejimi gibi.
REKABET bk. Gayri kanuni rekabet.
REKABET MEMNUİYETİ [aim. Konkurrenzver-bot, Wettbeuerbsklausel. — fr. prohibition de faire concurrence â l'employeur. — ing. convenants in restraint of trade].
Hizmet aktinde işçinin aktin hitamından sonra iş sahibiyle rekabet edeceği bir işi kendi namına yapmamasını ve rakip bir müessesede çalışmamasını ve böyle bir müessesede şerik vesair sıfatiyle alâkadar olmamasını tazammun eden ve kaide olarak eksik bir borç doğuran şarttır (bK. 348, 354). bk Gayri Kanuni Rekabet.
REMMAL (rammâl) (Es. H ) Çakıl taşlar atarak âtiye ait hâdiselerden haber vermeye yeltenen şahıstır ki kâzip olacağından hakkında tazir lâzım gelir.
RESEN H*REKET USULÜ [aim. Offizalmaxi-me.— fr. poursuite d'office; procedure d'office.— ing. law - suit ex officio].
Usul hukukunda : dâvada taraflara teveccüh eden külfetleri, vecibeleri kaldırarak bunları hâkime tevcih eden usuldür. Bu usulde Enkizisyon sisteminde olduğu gibi maddî hakikati aramak vazifesi resen hâkime teveccüh eder.
Resen hareket usulünde tetkikler dâvanın her hal ve safhasına ve hukuk kaidelerinin ve kanunların tatbikatına şamildir (CMUK 214, 237).
RESEN KARAR [aim. Entscheidung von amts-zuegen. — fr, decision d'office].
Taraflardan birinin talebi olmadan hâkim tarafından ittihaz edilen karardır: Taraflardan birinin itirazı olmadığı halde vazifesizlik kararı verilmesi, bir talep olmaksızın ehli vukuf dinlenmesine veya keşif yapılma, sına karar verilmesi (HMUK 7, 23, 415), ceza dâvasında mahkeme reisinin veya mahkeme heyetinin bir talep olmaksızın şahit ve ehli hibre celbine veya başka sübut sebeplerinin toplanmasına karar vermesi (CMUK 214, 237) gibi.
RESEN TANZİM EDİLEN SENET bk. Senet. RESEN YEMİN bk. Yemin.
RESİM [aim. Abgabe. — fr. taxe. — ing. tax, duty].
Devlet dairelerinde ve âmme müesseselerinde görülen hizmet ve masrafların karşılığı olarak yalnız o işle alâkası olan hakikî veya hükmi şahıslardan alınan varidata denir. Bu itibarla; umumi devlet hizmetlerinin ifası karşılığı olarak ve bu hizmetten bizzat istifade etsin etmesin, kanun hükümleri dairesinde, herkesten alınan «vergi» mefhumundan farklıdır.
RESMİ DİL [aim Staatssprache, offizielle Spra-che. — fr. langue officielle. — ing. official language]
Resmî muamelelerde kullanılması lâzım gelen dildir.
Türk devletinin resmî dili Türkçedir. Devlet muamelelerinde, meclis ve mahkemelerde türk dilini kullanmak mecburidir.
Türk tabiiyetindeki şirket ve müesseseler Türki-yedeki muamele, mukavele, muhabere ve hesap defterlerini Türkçe yapmağa ve tutmağa mecburdurlar. Ecnebi şirket ve müesseseler için bu mecburiyet yalnız Türk müesseseleri Türk vatandaşlariyle olan muhabere ve muamelelere ve devlet memurları ve dairelerine ibraz etmekle mükellef bulundukları evraka ve defterlere hasredilmiştir. (Anayasa 2; 80S No. lu K)
RESMİ EVRAK [aim. öffentliche Urkunden. — fr. titreş {actes) authentiques. — ing. instruments, legal documents]
Aşağıdaki anlamlarda kullanılır:
1 — Hukuki muameleleri tevsik etmek salâhiyetini haiz makam tarafından usulüne göre tanzim veya tasdik olunan yazılar, vesikalardır: Noter senetleri gibi.
2 — Mahkemelerle sair devlet memurları tarafından vazifeleri icabı yapılan muameleleri ihtiva eden yazılar, vesikalardır:
Mahkeme ilâmları, zabıt varakaları, tapu sicilleri, resmî defterler ve dosyalar, mahkeme ve icra zabıtnameleri gibi.
RESMÎ EVRAK — REYİ'
285
Mahkeme ilâmlariyle noterlerin resen tanzim ettikleri resmî evrak (senetler)ın sahteliği ve diğer resmi evrakın aksi ispat oluncaya kadar kat'i delil teşkil eder (HMUK 295, lc İf K 8 - 38)
RESMİ EVRAKTA SAHTEKÂRLIK bk. Sahtekârlık.
RESMİ GAZETE /aim. Gesetzblatt. — fr. journal officiel — ing. Official Gazette}
Devletin, başkentte çıkardığı gazetedir. Türkiye Cumhuriyetinin «Resmî Gazete» si Ankarada Başbakanlık tarafından çıkarılır. Bu gazetede kanunlar, yorumlar, Büyük Millet Meclisi kararları, tüzükler, kararnameler, yönetmelikler, Danıştay kararları, Yargıtay tevhidi içti-had kararları gibi âmmeyi alâkalandıran hususlar yayımlanır.
Resmî Gazete evvelce «Resmî Ceride» adını taşırdı. Osmanlı İmparatorluğunun resmî gazetesi «Takvimi Vakayi» idi. (Kanunların ve nizamnamelerin suret-i neşir ve ilânı ve meriyet tarihi hakkındaki kanun), bk. ilân, ilân ve tasdik.
RESMİ SENET bk. Resmi evrak. Senet.
RESMİ SİCİL [aim. öffentliches Register. — fr. registre public- — ing. public register}
Bazı hak ve hallerin doğumunu veya ispatını temin mâksadiyle devletçe tutulan sicil ve kütüklerdir. Memur sicili, tapu sicili, nüfus sicili, evlenme malları sicili, gemi sicili, ticaret sicili, hayvan rehni sicili gibi (MK 7, HMUK 295, Memurin K)
RESMİ SİCİLLERE ÂMMENİN İTİMADI bk. Aleniyet prensibi.
RESMİ ŞEKİL bk. Şekil.
RESMİ TASFİYE [aim. amtliche Liquidation. — fr. liquidation officıelle. — ing. (official) liquidation, winding up}
Mirasçıların veya miras alacaklılarının isteği üzerine yahut miras, mirasçılar tarafından alacaklılarını izrar kastiyle, reddedilip de bu reddin hâkim tarafından iptali halinde mirasın sulh hâkimi tarafından tasfiye edilmesine denir.
Resmî tasfiye halinde mirasçılar murisin borçlarından mesul olmazlarsa da tasfiyeden artan mamelek kendilerine intikal eder (MK 572- 576)
Hâkim resmî tasfiyenin yapılmasına bir veya müteaddit kimseleri memur edebilir. Bunlara «resmî tasfiye memurları» denir.
RESUL (rasül) Es.H.) Tasarrufta dahli olmıyarak bir kimsenin sözünü diğerine tebliğ eden kimsedir".
RESÜLMAL 1 — bk. Ana para.
2 — (ra'sul - mâl) (Es. H) sermaye demektir.
RESÜLMAL-İ SELEM (ra's us - salam) (Es.H) Selem aktinde verilen paradır.
REŞİT 1 - bk. Rüşt.
2 — (raşid) (Es.H.) Malını muhafaza hususunda takayyüt ederek sefeh ve tebzirden tevakki eden kimsedir,
RETKA d-atkâ') (Es. H.) Cimaa mâni olacak surette tenasül uzvunda bitişiklik olan kadındır.
RETRET [aim. Riickwechsel. — fr. retraite. — ing. redraft, cross - bill].
Elindeki poliçe tediye edilmeyen hâmilin, senet bedeli ile birlikte masraflar, faiz vesair ziyadelerden meydana gelen meblağı ihtiva ederek keşideci veya cirantalar ile diğer mesullerden biri üzerine çektiği ikinci poliçenin adıdır (TK 578).
RETROSESYON bk. Mükerrer sigorta.
REVİR [aim. Revir. — fr. infirmerie. — ing. infirmary/.
1 — Umumi Hıfzıssıha Kanununa tevfikan yüzden beş yüze kadar amelesi olan müesseselerde hastalanan işçilerin hekim tarafından bakılması için tahsis edilen mahaldir (Umumi Hıfzıssıhha K. 180ı.
2 — Umumiyetle muvakkat mahiyette tesis edilen tedavi yerleridir.
REY (oy) [aim. Stimme, Abstimmung, Stimmab-gabe. — fr. voix, vote, suffrage. — ing. vote. — lût. suffragii latio; sententiae; suffragiaj.
Bir heyet veya meclis yahut topluluk mensupla-rının fikir ve kanaatlerini beyan ve ifade etmeleridir.
1 — Açık rey: kabul, ret, istinkâfa mahsus olmak üzere hazırlanan ve üzerinde rey sahibinin adı yazılı bulunan rey pusulalarından birini rey sahibinin maksadına göre kullanmak yahut her rey sahibine «kabul», «ret», «istinkâf»tan hangisini beyan ettiği sorulmak suretiyle açıkça toplanan reydir.
2 — Ayrılma usuliyle rey: Avam kamarasında cari bir usuldür. Bütün mebuslar rey vermeden evvel içtima salonunu terkederler ve sonra salona başka başka kapılardan girerler reylerini bu hareketleriyle ifade ederler. Kapılardan biri kabule diğeri ademi kabule işaret teşkil eyler.
3 — Fazla rey : İntihap edenin aynı intihapta mütaaddit rey verebilmesi sistemidir. Bazı memleketlerde yüksek tahsil yapmış olanların yapmıyanlara nazaran fazla rey hakkını haiz olmaları gibi.
4 — Gizli rey: Biri «kabul», diğeri «ret» mânasını tazammun eden ve ekseriyetle kırmızı ve beyaz renkte olan iki yuvarlaktan beyazını «kabul», kırmızısını «ret» makamında kimseye göstermemek suretiyle hususî kutuya atarak izhar edilen reydir.
-5 — İşarî rey: El kaldırılmak veya ayağa kalkmak suretiyle izhar olunan reydir.
6 — Mecburî rey: İntihap edenin intihap hakkını kanuni bir müeyyide altında istimal etmek mecburiyetinde bulunması usulüdür.
7 — Muhabere ile rey: İntihap yerinde bir mazeret, bir mâni sebebiyle bizzat bulunamayan intihabcının rey pusulasını intihap teftiş heyetine gönderebilmesi sistemidir.
8 — Şahsî rey: İntihap edenin intihap hakkını kullanabilmesi için rey puslasını bizzat vermesi usulüdür.
9 — Vekâleten rey: Rey mahallinde bir mâni sebebiyle bulunamıyan kimsenin kendi rey puslasını diğer bir intihabcıya tevdi edebilmesi usulüdür.
REYİ' (ray') (Es H.) Nema, gaile mânalarınadır. Otu, suyu çok olan yere «arz-ı meria» denir. Riy ve ria' kelimeleri ise yüksek yer manasınadır.
286
REYİ -1 VAKIF - RİSTORNO
REYI-1 VAKIF (ray-i vakf 1 (Es H.) Vakf m gailesi demektir.
REY-1 ÂM [aim. allgemeines Wahlrecht. — fr, suffrage üniversel. — ing. universal franchise]
intihap için servet, şahsî meziyet ve kabilivet, veraset gibi kayıt ve şartlar aranmaksızın muayyen bir yaşa erişmiş olan, aklen malûl olmiyan, bazı suçlarla mahkûm bulunmıyan her vatandaşın intihap hakkını haiz olması usulüdür.
REY-İ ÂMMA MÜRACAAT bk Plebisit.
REY PUSLASl [aim. Stimmzettel. — fr. bulletin de vote, scrutin. — ing. voting paper].
Seçmenin, seçim hakkını kullandığını gösteren pusla. Bu puslalara ne kadar Milletvekili seçilecek ise o kadar ad yazılması lâzımdı-. Puslalar fazla ad yazılırsa seçilecek sayıdaki adlar kabul edilir ve fazlası silinir. Okunmayan adlar hesaba katılmaz. Rey puslala rımn mühürlü zarflara seçmenler tarafından konulup zarfın kapatılması ve sandığa atılması lâzımdır (Millet vekilleri seçimi K).
REY SANDIĞI [aim. Wahlurne. — fr. urne electorate, — ing. ballot box].
Seçimde oyların atılmasına ve muhafazasına ya-riyan ve açılıp kapanması kanuni şekillere bağlı bulunan sandık (Millet vekilleri seçimi K.)
R1BH (ribb) ,Es H.) Kazanç ve kâr demektir.
RIDA' (rizâ') (Eş. H.) Lûgatta, memeden süt emmek manasınadır. Istılahta, bir kadının sütünün rıda' müddetinde çocuğun midesine dahil olmasıdır. Bu müddet iki senedir.
RIK (rikk) (Es.H.) Kul, kulluk, ubudiyet demektir. • Bir zaaf-ı hükmi ki insan bununla temellüke mahal olur».
Diğer bir tarif ile «esir edilen ehl-i harb hakkında sabit, mânevi bir bir zaaf, ki bu yüzden hürriyet kuvvetini kaybetmiş olurlar».
RİTL (ritl) (Es. H.) Yüz otuz dirhemlik bir öl. çektir ki bir sa'-ın sekizde birine müsavi bulunur.
¦RIZA 1 — Bugünkü mevzuatta iki anlamda kullanılmaktadır:
a) [aim. Zastimınung, Einverstandnis, Einu/illi-
gung. — fr. consentement.— ing. consent, assent.— lât. assensus, consensus].
Bir kimsenin kendi hukukî durumuna müteallik arzu ve isteğini gösteren irade tezahürü (MK 12, 249,
254, 826).
b) [aim, Wille, WillenserklSrung, Willensausse-rung.— fr. volonte, manifestation de la volonte. — ing. intention, will, declaration of intention (will). — lât. consensus]. Bir kimsesin bir taraflı hukukî muamelelere de şümulü olmak üzere, izhar ettiği irade (BK 1, 23 matlap, 24 f. 1, 31 matlap, lb4, 173, 174 f. 3; TK 663). Buna mukabil başkasının müsaadesini*, tasvibine «muvafakat», «izin», «icazet« ve «misaade» denilmiştir (MK 12, 254, 405, 406, 408 matlap ve metin). Fakat «rıza» ve «muvafakat» tâbirleri bu suremle daima tam teknik mânada kullanılmış değildir. Netekim Medenî Kanunda «ma» tâbiri bir kimsenin kendi hukukî durum ve men faatı için başkası tarafından veya müşterek hukukî durum ve menfaatlerde diğer tarafça verilen muvafakat ve izin mânal rina da gelmektedir (MK 16, 90, 91, 198, 213, 255). Doktrinde muamelenin yapılmasından evvel Verilen rızaya «izin», [aim. Einwilligung. — fr. autori-Sation, — ing. approval, precedent consent] muamelen den sonraki rıza ise «icazet» [aim, Cenehmigung,— fr.
approbation, ratification.— ing. ratification, subsequent consent] denir.
2— (rizâ I (Es.H.) Bir şeyde yapıp yapmamak şıklarından birini istiyerek tercih etmektir ki ihtiyarın tam ve kâmil derecesidir. İstemiyerek ve iyi görmiyerek yapmakta veya yapmamakta «ihtiyar» varsa da «rıza» yoktur,
RIZAEN TAKDİR (riz5'an takdir) (Es. H.) Tarafların nafaka miktarını rızalariyle kararlaştırmalarıdır,
RIZAYA BACLl AKİTLER [aim. formlose Ver-trâge, Konsensualvertrâge. — fr. contrats consensuels.— ing, consensual contracts. — lât. consensu ohligationes; contractus consensuales]
Yalnız tarafların karşılıklı rızalarını izhar etmeleriyle hükümlerini meydana getiren akitlerdir. Kaideten, bütün akitler bu mahiyeti haizdirler. Ancak aynî akit-lerle şekle bağlı akitler yalnız rızaların birleşmesiyle meydana gelmez.
RIZK (i'iık) (Es. H.) Sipahi için beytülmaldan her ay başında tediye edilen maaştır.
Rızk kelimesi lûgatta, yiyecek, içecek ve mutlaka kendisinden intifa olunacak şey manasınadır.
RİBÂ (ribâ) (Es, H.) Lûgatta, mutlaka ziyade manasınadır.
Istılahta, keylî ve veznî olan malları cinsi cinsine mübadelede bir tarafın ivazsız olarak ziyade alması demektir: Bir kile buğdayı iki kile buğdaya ve bir altını iki altına değişmek gibi.
RİBAT (ribât) (Es H.) Serhatte, düşmanın hücumu melhuz bulunan mevzide mahza darı islâmı muhafaza ve müdafaa maksadiyle ikamet etmektir.
Ribat, esasen müdavemet demektir. Herhangi bir şeyi rabt ve zapt için kullanılan ip, bağ ve at sürüsü mânasına da gelir Hudutta bağlı bulunan süvari atlarına «ribat-ül - hayl» denilmesi bu münasebetledir.
İmarethanelere, tekyelere, yolcular için yapılmış kârvansaraylara da ribat denir.
RİCAT (ric'at'(Es. H.) Talak-ı rici'den sonra iddet içinde nikâhı idâmeden ibarettir Kavlen veya fiilen olur.
Kavlen ricat, kocanın «karısına riicu ettim» demesi gibi.
Fiilen ricat, kocanın karısını mesetmesi veya öpmesi gibi,
RİDDET (riddat) (Es. H.) İslâm dininden rücu etmektir ki ya kelime - i küfrü telâffuz veya dine münafi bir itikadı iltizam suretiyle olur.
RİKÂZ (rikûz) (Es. H.) Yer altında tabiî olarak bulunan madenler ile definelerden ibarettir.
RİSALE— [aim, Broschüre— fr. brochure.—ing. brochure].
Küçük kitap demektir. Muayyen zamanlarda çıkan mecmualara da risale denir. Basılan risalelerin, bütün matbualar gibi, ikişer nüsha olarak günü gününe basıldıkları yerin en büyük mülkiye memuruna ve Cumhuriyet savcılığına verilmesi mecburidir (1881 sayılı K. 8), bk. Matbua.
RİSALET (risâlat) (Es. H.) Tasarrufta dahli olmaksızın bir kimsenin sözünü diğerine tebliğ etmektir.
RİSTORNO [aim. Ristorno, Riickbuchung. — fr. ristöurne. — ing ristorno].
1 — Sigorta hukukunda ristorno; sigortalının, si* gortalanan işin tamamından veya bir kısmından vazgeç-
RİSTORNO - RÜÇHAN HAKKI
287
mesi. yahut kendi yüzünden olmamak şartiyle, sigorta, sigortalanan şeylerin sigortacının üstüne aldığı riziko ile karşılaşmaması halinde primlerin hepsini, veya sigor- 1 tacıya ait olan bir miktar tazminat çıkarıldıktan sonra kalan kısmını geıi istemek; primler henüz ödenmemiş ise aynı şartlar altında primleri alıkomak hakkına denir (TK. 1435 vd).
2 — Muhasebecilikte ristoruo; deftere yanlış olarak geçirilmiş olan meblağın bir kerre de mukabil sabiteye ilâve edilmesi ve böylelikle iki hesap arasında bir muvazene temin edildikten sonra asıl meblağın yeniden yeri olan doğru sahifeye yazılması suretiyle yapılmış olan yanlışlığın düzeltilmesi için tatbik edilen ameliyeye denir.
3 — Milletlerarası anlaşmalara istinaden alınan gümrük resimlerinden bir kısmının bazı eşyanın ithal veya ihracını kolaylaştırmak maksadiyle ithalâtçıya veya ihracatçıya iade edilmesine de denir.
RİYASET DİVANİ (Daimi Başkanlık Divanı) Bir reis, üç reis vekili, altı kâtip ve üç idare âmirinden mürekkep olmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilen on üç kişilik heyettir (içtüzük 3-7).
RİYAZİ İHTİYAT bk. Teknik ihtiyatlar.
RIZADAKİ FESAT bk. İrade fesadı,
RİZİKO [aim. Risiko, Cefahr Versicherungsge-fahr. — fr. risque. — ing. risk. — lât. pericalumf.
Bir şeyin ziyama, sair herhangi bir zararın hu. sülüne sebebiyet veren müstakbel, gayri muayyen yahut zamanı belli olmıyan bir hâdisenin tarafların iradesi dışında vukuu ihtimalidir.
Bundan maada, sigortanın mevzuunu teşkil eden hâdiseye de denir: ölüm, hastalık, yangın, eşya ziyaı gibi (TK 13l9 ).
ROTA EMRİ [aim. Kursbefehl. — fr. ordre de voyage. — ing. course (of a ship).
Denizde zapt ve müsadere hakkına dayanarak harb gemileri komutanlarının veya salahiyetli makamların bitaraf nakil vasıtasının durdurulman veya aranması için muayyen bir mahalle gitmesi hususunda ona verdiği emirdir.
Bu emre muhalefet eden nakil vasıtası zabta tâbidir (Denizde Zapt ve Müsadere k 14 no. 8. 62).
RÖMORKAJ [alın. Schleppschiffahri — fr. re-morquage.— ing. lowage, towing].
Gemilerin diğer gemi yede,ğinHe çekilmesine denir. Römorka] Türk sahillerinde 815 No. lu Kabotaj Kanu. nu mucibince Türk bayrağına hasredilmiştir.
İnhisarı 3633 No. lu kanun mucibince halen Devlet Deniz Yolları Umumi İşletmesine verilmiştir.
RUHSAT (ruhsat) (Es. H.) Lûgatta, kolaylık ve genişlik manasınadır. Usuliyun ıstılahında, evvelen meşru olmadığı halde özre mebni saniyen meşru olan hükümdür: İkrahla gayrın malını ıtlâf etmek gibi. Gayrın inalını itlaf memnu olduğu halde ikrah üzerine binaen tecviz edilmiştir.
RUHSATNAME. RUHSATİYE [aim. Erlaubnisur-kunde, Konzessionsurkunde.— fr.peımis, — ing. licence, permit, certificate].
Yapılması, işletilmesi, kullanılması, taşınması, dı-
şarıdan getirilmesi, dışarıya çıkarılması, bir yerden başka yere taşınması kanunen izin almağa bağlı olan bir şey hakkında merciinden izin verilmiş olduğunu gösteren belgedir. Bir meslek ve sanatın şahsen icrasına izin veren vesikaya da ruhsatname denir.
RUHSATSIZ SİLÂH TAŞIMAK bk. Silâh.
RIKBA (rukbâ) (Es. H.) «Ben senden evvel ölürsem senin olsun, sen benden evvel ölürsen benim olsun» diyerek bir şeyi hibe etmektir ki intizar mânasına olan «irtikap» tan alınmıştır. Güya bunda mevte intizar bulunduğundan bu suretle olan hibeye rukba denmiştir,
RUZNAME (gündem) [aim. Tagesordnung. — fr. ordre du jour. — ing. order of the day]
Kararlarını konuşmaların sonunda veren kurul toplantılarında incelenecek maddeleri daha evvel göstermek üzere yapılan listenin adıdır. Ruznamenin kimin tarafmden ve nasıl yapılacağı ve kimlere ve ne suretle tebliğ edileceği ilgili kanun ve nizamlarda gösterilmiştir (İçtüzük 78; Belediye K. 55; Ticaret K. 372, 361).
RUZNAME -1 MÜZAKERAT bk. Ruıname
RÜCUl— lalm. Rücktritt — fr. resiliation.— ing. rescission].
İ'rade beyanının geri alınması mânasında kullanılan bir tâbirdir. Akitten rücu (TK 651, #35), zaman.i rücu .BK 108, 156) gibi.
2 - bk. Rücu hakkı.
RÜCUA KEFtL bk. Kefil.
RÜCU AN-İL VASİYE (rucü' 'an - il - vaşiyya) (Es H.) Musinin vefatına kadar - velev marazı mevtinde -vasiyetinden rücu eylemesi demektir. Kavlî, fiilî kısımlarına ayrılır.
Rücu - u kavlî; «Ben vasiyetimden rücu ettim» gibi rücuu bildiren bir lâfız ile olur. Buna "sarahaten rücu» da denir.
Rücu-u fiili üç suretle tahakkuk eder, buna «de-tâleten rücu» da denir:
1 — Musa • bihin ismi veya en büyük menfaati tebeddül edecek bir veçhile - tahavvü'le uğratılmaslyle olur. Vasi vet olunan demirin kılıç yapılması gibi
2 — Musa - bihte teslimine mâni bir şey ziyade-" siyle olur. Vasiyet olunan arsa üzerine bina yapılmak gibi.
3 — Milkin zevalini mucip bir tasarruf ile olur: Vasiyet olunan şeyin bey' veya hibe ve teslim olunması gibi.
RÜCU HAKKI [aim. Rückgriffsrecht, Regress-reeht. — fr. droit de recours. — ing. right of recovery, right of recourse]
Bir kimsenin alacaklısına ödediği şeyi diğer birinden istemeğe hakkı olmasıdır. Bu hak, rücu eden kimse ile kendisine rücu olunacak kimse arasındaki hukukî bağa dayanır: Haksız fiillerde (BK 51), kefalette (BK 488 vd müteselsil borçlarda (BK 146), ticari senetlerde (TK 569 vd), vekâlette (BK 394, TK 834, 840) olduğu gibi.
RÜÇHAN HAKKI [aim. Vorzugsrecht, Prioritüts. reeht. — fr. droit de privilege, droit de prlorite; privilege. — ing. right of preference; priority, privilege, preferential right/.
288
RÜÇHAN HAKKI —SADAKA-t MAHBUSE
Hususi hukuka veya âmme hukukuna mütaailik kanunlar ile İcra ve İflâs Kanunu icabınca bir alacağın diğerlerinden önce İstifa edilmesi hakkıdır.
Rüçhan, ya kanuui imtiyazdan veya hapis hakkından, yahut rehin akdinden, yahut Ha rehin veya hacze iştirak derecesinden, nihayet alacakların mahiyeti itibariyle kanunda muayyen sırasından ilerigelir.
(MK. 207, 438, 765, 790, 791, 853, 86', 868, 869, 870. 871, 872, 873, 874; BK 267; TK 757, 770, 815, 975, 1224, 1233; İc İf K-101, 206).
RÜÇHANLI TARİFE ]alm Vorzugstarif. - fr. tarif preferentiel. — ing. preferential tariff/.
Devletler arasında yapılan ithalât ve ihracatın kolaylaştırılması için umumi tarifeden daha müsait şartlarla kabul edilen gümrük tarifeleridir. Buna «asgarî tarife» de denir.
RÜSUM bk. Resim.
RÜSUM-U EMÎRİYE (r usum - i emiriyye) bk. Menafi - i emiriye.
RÜSUM - U SİTTEf Osmanlı İmparatorluğ unun yaptığı istikrazlar yüzünden çoğalan borçların karşılığını temin mâksadiyle zaman zaman alacaklılarla yapılan müzakere ve vâsıl olunan kararlar cümlesinden olmak üzere Kasım 1879 mukavelesi hükümlerine göre damga, müskirat, ipek, ve av resimlerinin mültezimi, tütün ve tuz inhisarlarının müdürü olan alacaklılar (Bankerler) ın teşkil ettikleri «rüsumu sitte idaresi» tarafından devlet varidatının bir kısmının tahsilini fertlere bırakmak sistemini tesise matuf ve bu kısım borçları karşılamak mâksadiyle tefrik olunan ve Muharrem Kararnamesine kadar mer'i kalan mezkûr altı nevi varidatı ifade eder.
RÜŞT (Erginlik) [aim. Mündigkeit. — fr. majorite. — ing. majority, — lât aetas pubes].
Medenî hakları kullanmanın (muamele ehliyetinin) şartlarından biri olup bir kimsenin on sekiz yaşını dol durması halidir. Buna «kanuni rüşt» denir. Evlenme kişiyi reşit kılmakla on sekizinden aşağı bulunan evliler de reşit sayılırlar.
On beş yaşını dolduran, küçük kendi rızası ve ana ve babasının muvafakatiyle mahkemece mezun kılınabi-lir ki buna da «kazai rüşt» denir (MK 10, 12, 88).
RÜŞVET [aim. Bestechung. — fr. corruption. — ing. bribery, corruption, subornation.— lât. largitio].
Ceza tatbikatınca memur sayılan bir kimsenin, vazifesine giren bir iş için, kendi tarafından icbar, ikna veya iğfal şeklinde bir hareket vâki olmaksızın, kanunen yıpmağa mecbur olduğu şeyi yapmak veya yapma mak. y?pmamağa mecbur ol luğu şeyi yapmamak veya yapmak için kanunca verilmesi icabetmiyen bir para veya mal alması veya herhangi bir menfaat temin etmesi, yahut para, mal veya menfaat hakkında taahhüt veya teminat kabul eylemesidir. Başkasının, memuru bü yolda ifsat veya mücerret ifsada teşebbüs etmesi de kendi hakkında rüşvet cürmünü meyd na getirir (CK 211.22 ?). Rüşvet verene « raşi », /aim. Beftecher. — ing briber.
— lât. largitorj alana da «mürteşi» [aim. Bestechungs. empfanger. — ing. bribee] denir.
RÜTBE (Askerî) [aim. (militarischer) Rang, Cmd.
— fr. rang, grad (militaire). — ing. (military) rank, degree, grade].
Harb sanatının zaruretlerinden olmak üzere mü-sellâh hizmetteki askerler muhtelif mertebelerde, bu mertebelerdeki askerler de muhtelif rütbelerde tanzim olunmuştur. Buna nazaran askerler evvelâ üç muhtelif grupa ayrılırlar: Sevk ve idare edenler (general ve amiraller, subaylar), sevk ve idare edenlere yardım edenler (erbaşlar), sevk ve idare olunanlar (erler).
İlk iki gruptan herbirine dâhil olanlar gerek isimleri, gerek gördükleri işlerin mahiyeti itibariyle bir rütbe sırasına tâbi tutulmuşlardır. Bu vaziyetleri ile her rütbe daha dun rütbeye karşı hukuki mânada yükseklik ifade eder.
Diğer cihetten her rütbe sahibi rütbesinin bir şeref unvanını t; sımak ile de haklı ve mükelleftir. Bu unvan bunların giydikleri elbise ve taşıdıkları üniforma ile tezahür eder. Elbise ve üniforma ceza hukuku ile himaye edilmiştir (CK 252, 253; Ordu Dahilî Hizmet K 3 vd).
RÜYET -1 MUHASEBE (ra'yat • i muhataba) (Es.H.) Vasiye ait hesabın hâkim tarafından görülmesidir. Şöyle ki: gerek vasi - yi muhtar ve gerek vasi - yi man-subun ledel - iktiza hâkim tarafından muhasebesi rüyet ve umuru teftiş olunur.
S
SA' (sâ'1 (Es H.) Bin kırk dirhem buğday veya arpa alır bir ölçektir, ki sekiz «rıtl» a müsavidir. Buna «sa - ı ırakî» denir.
SABIKALI bk. Mazanne - i su'
SABİ-Yİ MUABBİR (şabiyy - i mu'abbir) (Es. H.) Söyliyen ve söylediğini bilen çocuktur.
SABOTAJ [aim. Sabotage. — fr. sabotage.— ing. sabotage].
İşleri, malleri, kasden, fena yapmak, ticaret ve sa-nayi'de kullanılan aletleri bozmak gibi hareketlerin topluluğuna denir.
Patronlara,, resmî otoritelere, işgal makamlarına karşı g(-lme vasıtalarından biri olarak zamanımızda da kullanılmaktad r.
SADAKA (sadaka) (Es. H ) 1 — Sevap kasdiyle verilen maldır.
Bu tâbirle vakıf akdini inşa mümkün olduğundan «vakıf» sözünün müradifi olarak kullanılmaktadır,
2 — (Vakıfta): fakir bir meşrut - ün lehe hizmet mukabili olmıyarak verilen vazifedir.
SADAKA -1 MAHBUSE : (şadaka-i mahbüsa) (Es. H.) Sadaka - i mevkufe tâbirinin müradifidir, Vakfı inşa için kullanılan sarih lâfızlardandır
288
RÜÇHAN HAKKI —SADAKA-t MAHBUSE
Hususi hukuka veya âmme hukukuna mütaallik kanunlar ile İcra ve İflâs Kanunu icabınca bir alacağın diğerlerinden önce İstifa edilmesi hakkıdır.
Rüçhan, ya kanuui imtiyazdan veya hapis hakkından, yahut rehin akdinden, yahut Ha rehin veya hacze iştirak derecesinden, nihayet alacakların mahiyeti itibariyle kanunda muayyen sırasından ilerigelir.
(MK. 207, 438, 765, 790, 791, 853, 86', 868, 869, 870. 871, 872, 873, 874; BK 267; TK 757, 770, 815, 975, 1224, 1233; İc İf K-101, 206).
RÜÇHANLI TARİFE [aim Vorzugstarif. - fr. tarif preferentiel. — ing. preferential tariff].
Devletler arasında yapılan ithalât ve ihracatın kolaylaştırılması için umumi tarifeden daha müsait şartlarla kabul edilen gümrük tarifeleridir. Buna «asgarî tarife» de denir.
RÜSUM bk. Resim.
RÜSUM-U EMÎRİYE (r usum - i emiriyye) bk. Menafi - i emiriye.
RÜSUM - U S İTTE" Osmanlı İmparatorluğ unun yaptığı istikrazlar yüzünden çoğalan borçların karşılığını temin maksadiyle zaman zaman alacaklılarla yapılan müzakere ve vâsıl olunan kararlar cümlesinden olmak üzere Kasım 1879 mukavelesi hükümlerine göre damga, müskirat, ipek, ve av resimlerinin mültezimi, tütün ve tuz inhisarlarının müdürü olan alacaklılar (Bankerler) ın teşkil ettikleri «rüsumu sitte idaresi» tarafından devlet varidatının bir kısmının tahsilini fertlere bırakmak sistemini tesise matuf ve bu kısım borçları karşılamak maksadiyle tefrik olunan ve Muharrem Kararnamesine kadar mer'i kalan mezkûr altı nevi varidatı ifade eder.
RÜŞT (Erginlik) [aim. Mündigkeit. ~ fr. majo-rite. — ing. majority, — lât aetas pubes].
Medenî hakları kullanmanın (muamele ehliyetinin) şartlarından biri olup bir kimsenin on sekiz yaşını dol durması halidir. Buna «kanuni rüşt» denir. Evlenme kişiyi reşit kılmakla on sekizinden aşağı bulunan evliler de reşit sayılırlar.
On beş yaşını dolduran, küçük kendi rızası ve ana ve babasının muvafakatiyle mahkemece mezun kılınabi-lir ki buna da «kazai rüşt» denir (MK 10, 12, 88).
RÜŞVET [aim. Bestechung. — fr. corruption. — ing. bribery, corruption, subornation.— lât. largitio].
Ceza tatbikatınca memur sayılan bir kimsenin, vazifesine giren bir iş için, kendi tarafından icbar, ikna veya iğfal şeklinde bir hareket vâki olmaksızın, kanunen yıpmağa mecbur olduğu şeyi yapmak veya yapma mak. y;pmamağa mecbur ol luğu şeyi yapmamak veya yapmak için kanunca verilmesi icabetmiyen bîr para veya mal alması veya herhangi bir menfaat temin etmesi, yahut para, mal veya menfaat hakkında taahhüt veya teminat kabul eylemesidir. Başkasının, memuru bü yolda ifsat veya mücerret ifsada teşebbüs etmesi de kendi hakkında rüşvet cürmünü meyd na getirir (CK 211-22 ?). Rüşvet verene « raşi », [aim. Beftecher, — ing briber,
— lât. largitorj alana da «mürteşi» [aim. Bestechungs. empfanger. — ing. bribee] denir.
RÜTBE (Askerî) [aim. (militarischer) Rang, Cmd.
— fr. rang, grad (militaire). — ing. (military) rank, degree, grade].
Harb sanatının zaruretlerinden olmak üzere müsellâh hizmetteki askerler muhtelif mertebelerde, bu mertebelerdeki askerler de muhtelif rütbelerde tanzim olunmuştur. Buna nazaran askerler evvelâ üç muhtelif grupa ayrılırlar: Sevk ve idare edenler (general ve amiraller, subaylar), sevk ve idare edenlere yardım edenler (erbaşlar), sevk ve idare olunanlar (erler).
İlk iki gruptan herbirine dâhil olanlar gerek isimleri, gerek gördükleri işlerin mahiyeti itibariyle bir rütbe sırasına tâbi tutulmuşlardır. Bu vaziyetleri ile her rütbe daha dun rütbeye karşı hukuki mânada yükseklik ifade eder.
Diğer cihetten her rütbe sahibi rütbesinin bir şeref unvanını t; sımak ile de haklı ve mükelleftir. Bu unvan bunların giydikleri elbise ve taşıdıkları üniforma ile tezahür eder. Elbise ve üniforma ceza hukuku ile himaye edilmiştir (CK 252, 253; Ordu Dahilî Hizmet K 3 vd).
RÜYET -1 MUHASEBE (ru'yat i muhataba) (Es.H.) Vasiye ait hesabın hâkim tarafından görülmesidir. Şöyle ki: gerek vasi - yi muhtar ve gerek vasi - yi man-subun ledel - iktiza hâkim tarafından muhasebesi rüyet ve umuru teftiş olunur.
S
SA' (sâ'1 (Es H.) Bin kırk dirhem buğday veya arpa alır bir ölçektir, ki sekiz «rıtl» a müsavidir. Buna «sa - ı ırakî» denir.
SABIKALI bk. Mazanne - i su'
SABİ-Yİ MUABBİR (şabiyy - i mu'abbir) (Es. H.) Söyliyen ve söylediğini bilen çocuktur.
SABOTAJ [aim. Sabotage. — fr. sabotage.— ing. sabotage].
İşleri, malleri, kasden, fena yapmak, ticaret ve sa-nayi'de kullanılan aletleri bozmak gibi hareketlerin topluluğuna denir.
Patronlara,, resmî otoritelere, işgal makamlarına karşı gelme vasıtalarından biri olarak zamanımızda da kullanılmakta»! r.
SADAKA (sadaka) (Es. H ) 1 — Sevap kasdiyle verilen maldır.
Bu tâbirle vakıf akdini inşa mümkün olduğundan «vakıf» sözünün müradifi olarak kullanılmaktadır,
2 — (Vakıfta): fakir bir meşrut - ün lehe hizmet mukabili olmıyarak verilen vazifedir.
SADAKA -1 MAHBUSE : (şadaka-i mahbüsa) (Es. H.) Sadaka - i mevkufe tâbirinin müradifidir, Vakfı inşa için kullanılan sarih lâfızlardandır
SADAKA-İ MEVKUFE
- SAHİPSİZ ŞEYLER 289
SADAKA - İ MEVKUFE (sadaka - i mavkflfa) (Es. H) Vakfı inşa için kullanılan sarih lâfızlardandır. «Vakfettim, hapseyledim» gibi «sadaka - i mevkufe kıldım» da denebilir ve bu sözle de vakıf inşa edilmiş olur.
SADAKA -İ MEVKUFE - İ MÜEBBEDE (şadaka-i mavkflfa - i mu'abbada) (Es. H). Sadaka - i mevkufe demektir. Vakfı inşa için kullanılan sarih lâfızlardandır.
SADAKA - I MUHARREME (sadaka - i muliarra-nıa) (Es. H.) Sadaka - i mevkufe manasınadır. Vakfı inşa için kullanılan kinâyî lâfızlardandır Böyle bir sözle yapılan vakıfta vakfın vücuda gelmesi niyete tevakkuf eder.
SADAKA -1 MUHBESE (sadaka i mubbasa) (Es. H.) Sadaka - i mevkutenin müradifidir.
SADAKA - İ MÜEBBEDE (sadaka i mu'abbada) (Es. H.) Vakıf tâbirinin müradifidir. «Vakfettim» gibi «sadaka - i müebbede kıldın.» tâbiri de vakıf akdini inşa için kullanılır.
SADAKAT (bağlılık) BORCU [aim. Treupflicht, Treuepflicht.—fr. devoir de fidelite. — ing, faithfulness. — lât. fidelitasj.
1 — Evlenme birliğinin kurulmasiyle, bu birliğin korunması bakımından, eşlere düşen karşılıklı riayet ve iffet borcudur, [aim. eheliche Treue.— fr fidelife conjugate. — lât. coniugii jidesj (M.K. 151)
2 — Cumhurbaşkanının, milletvekillerinin, devlet memurlarının, vatandaşların umumiyetle yurda ve millete karşı mecbur bulundukları doğruluk borcudur (Anayasa 16; 38).
SADARET bk. Babıâli.
SADRAZAM Osmanlı saltanatında padişahın mührünü (mührü hümayun) hâmil olan ve meclis - i vükelâya riyaset ve nezaretlerin maruzatını padişaha takdime vesatet eden, padişahın iradesini (irade - i seniye) ve iradeye muhtaç olmiyan meselelerde kendi emrini (irade - i âliye) ait olduğu mahalle tebliğ eyliyen, vezir rütbesini haiz zata denirdi. Bu zatın başında bulunduğu dairenin resmî dilde adı «Makam - ı sadaret i uzma» idi.
SADRİYE (şadriyya) (Es. H.) Lügatte, birçok mânalara gelen ve o mey anda göğüs mânasına olan «sadır» dan nispet siğasıdır.
Çocuk babaya nispetinde «sulbî» ve «sulbiye» diye ifade olunduğu gibi, anaya nispetinde «sadrî» ve «sadriye» diye ifade olunur.
SAFIY (şafiyy) (Es. H) Resul - ü Ekrem'in kendi nefs i risaletpenahileri için ganaim emvalinden sehim-lerine mahsuben kablel - kısme ihtiyar ve intihap buyurdukları şey - i nefis demektir. Cem'i «sâfâya» dır.
SAFKA (şaf ka)(Es.H) Lügatte, beyi akdi sırasında âkitlerden birinin elini diğerinin eline vurmssidır. Istılahta, akitlerin izhar etmiş oldukları iradelerdeki vahdeti ifade eden bir mefhumdur. Nefs - i akde de «safka» denir.
SAFÎ HASILAT bk. Gayri safi hasılat.
SAFRA [aim. Ballast. — jr. lest. — ing. ballast] Geminin denize elverişli bir halde bulunması için
zaruri şartlardan biri olan su çekimini ve muvazeneyi temin maksadiyle gemiye alınan ve icabında yüksüz olarak dahi yolculuk edebilmesine yariyan su, kum veya taş gibi kıymetleri az, fakat ağırlığı fazla olan maddeler.
SAĞIR-DİLSİZ [aim. Taubstummer.— jr. sourd - muet — ing. deaf and dumb; deaf-mute. — lât. surdus mutusquej.
İşitmek ve söz söylemek iktidarı olmiyan kimse.
Muhakeme usulünde: sağır - dilsizlerin isticvabı, yemini, şahadeti yazı ile veya hususi işaretlerle yapılır
(HMUK 270; CMUK 58)
Ceza hukukunda: Sağır - dilsizlik cezaya ehliyeti kaldırıcı veya cezayı hafifletici bir sebep olarak kabul edilmiştir (CK 57, 58).
SAĞİR 1 — bk. Küçük.
2 — (şag'r) ;Es. H ) Çocuk demektir, iki türlüdür.
a) Sagir - i mümeyyiz (şağir-i mumayyız) Bey' ve şirâyı anlıyan, yani milkiyeti bey'in salip ve şiıânın calip olduğunu bilen ve onda beş aldanmak gibi gabn - i fahişi gabn-i yesirden temyiz ve tefrik eden çocuktur.
b) Sagir - i gayri mümeyyiz (şâğir - i gayri mıı-mayyiz) Bey' ve şirayi fehm etmiyen, yani bey'in milkiyeti salip ve şirânın calip olduğunu bilmiyen ve onda beş aldanmak gibi gabn-i fahiş olduğu zahir olan bir gabni, gabn i yesirden temyiz ve tefrik eylemiyen çocuktur.
SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLİĞİ bk. Sıhhat ve içtimai Muavenet Vekâleti.
SÂHİB - 1 ARZ (şâhib . i 'arz) (Es. H.) Devlettir. Bu hususta devleti temsil eden zat h kkında istimali şâyidir.
Bu mümessiller: Aıâzi-i emiriye-i sırfede; Hicıî 1255 tarihine kadar Has, Zeamet, Timâr sahipleri, Hicrî 1263 tarihine kadar: Bunlarla mültezim ve muhassıllar, Hicrî 1274 tarihine kadar: Yalnızca mültezim ve muhassıllar, Hicrî 1290 tarihine kadar: Mal memurları, Milâdi 1926 tarihine kadar: Tapu memurlarıdır. Arazi-i emiriye-i mevkutede bütün bu devirlerde vakıfların mütevellileridir.
SAHİB -1 MÂİDE (şâhib - i mâ'idu) (Es. H ) Evinde yemek pişirip ehil ve iyaline yediren kimsedir.
Sahib.i mâide olmak için nafakası üzerine vacip olmıyanları beslemek şart değildir.
SÂHİB ÜL-MEKASİM (şâhib ul- makâsim) (Es. H ) Kassam-ı ganaim demektir, ki - ganimet mallarını mücahitler arasında tâyin ve tevzia memur olan zattır.
SAHİB - ÜS - SELEM (şâhib us - salam) (Es. H.) Selemde para veren müşteridir.
SAHİPSİZ ŞEYLER [aim. herrenlose Sachen, herrenlose Güter. — fr choses (biens) sans mattre — ing. bona vacantia; chattels or moveables without owner. ¦— lât. res nullius].
Mülkiyet mevzuuna dâhil olabilen ve fakat hiç kimsenin mülkiyetine girmemiş olması veya girmiş olup da terk edilmesi dolayısiyle maliki bulunmıyan gayrı menkul ve menkul mallar. Bu gibi malları iktisap için ihraz kâfidir (MK 641, 691).
H. L. 19
290
SAHTECİLİK — SAKLI
SAHTECİLİK bk. Sahtekârlık.
SAHTEKÂRLIK (sahtecilik) /aim. Falschung, Urkundenfalschung.— fr. faux et usage du faux; faux $n ecriture — ing. counterfeiting, falsification, forgery of documents.— lât, falsumf.
Âmmenin itimadı aleyhine işlenen cürümlerden biridir. Sahtekârlıkdan umumiyetle, «evrakta sahtekârlık» anlaşılır.
Suç ancak kasten işlenebilir. Dikkatsizlik gibi taksirden mütevellit fiiller sahtekârlık sayılamaz. Varakanın iğfal kabiliyeti olması lâzımdır. Bu kabiliyette olmıyan varakalar, sahtekârlık suçunun maddi unsurunu meydana getiremez. Sahtekârlık suçunun diğer bir unsuru da izrar kabiliyetidir. Zarar tevlidine müsait olmıyan sahtekârlıklar cezalandırılamaz.
Sahtekârlık resmi yeya hususi evrakda yapılmış olmasına göre ikiye ayrılır (CK 339-349).
SAHTELİK İDDİASI [aim. Bestreitung (Ableug. nung) der Echtheit einer Urkunde; Diffession; Einrede der Fâlschung; Fâlschungsklage. — fr. inscription de (en) faux. — ing. plea of forgeryj.
Hasmın, iddiasına delil olmak üzere, ibraz ettiği senet ve vesika gibi yazılı beyyine ile hakikatin kasten değiştirildiği yolunda gerek müstakil bir dâva ve gerek hadis dâva şeklinde ileti sürülen iddiadır.
Hukuk muhakeme usulünde: Sahtelik iddiasının arzuhal ile beyan edilmesi lâzımdır (HMUK 314-320).
Sahtelik iddiası senet veya vesikanın tamamen asılsız, uydurma olduğu şeklinde dermeyan edilebileceği gibi, hakikî bir vesika veya senet üzerinde hâk, silinti ilâve suretiyle hakikatin değiştirildiğini de tazammun edebilir.
SÂ1 (sâ'i) (Es, H.) Mevaşinin, yani koyun, keçi, sığır gibi hayvanatın sadakalarını bulundukları yerlerde cibayet etmek üzere kabileler arasında dolaşıp duran beytülmal memuru demektir.
Koğuculuk eden şahsa da sâî denildiği gibi mektup, haber ve emanet getirip götürene de denir.
SAİK [aim. Motiv, Beweggrund, Grund. — fr. motif. — ing. motive, reason, factor. — lât. mobilisj.
1—(HH): Bir mamelekteki haklardan bir kısmının veya tamamının o mamelekten çıkarılıp başka bir mameleke geçirilmesi (çevrilmesi) nin doğrudan doğruya dayandığı hukuki illetten ayrı ve daha önce vücut bulmuş maksat ve gayeler vardır. Hukukî illet yapılan temliki muamele (çevirme) nin hukukî vasıf ve mahiyetini, yani tâbi olacağı hukukî hükümleri tâyin ettiğinden hukuki ehemmiyeti haizdir. İsviçre Borçlar Kanununun 62 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki «Grund» kaydı sarih olarak temliki muamele (çevirme) nin bu «hukukî illeti» ne işaret etmektedir. Borçlar Kanunumuzun bu hükme tekabül eden 61 inci maddesinin ikinci cüm leşinde bu mânada olmak üzere «ahz olunan şeyin müstenit olduğu sebep» denilmiştir. Bu hukukî illetten önce mevcut olan ve hukukî muamelenin yapılmasına asıl âmil olan maksat ve gayelere saik (motif) denir. Meselâ hibe illeti ile yapılan ve bundan dolayı hibe müessesesinin hükümlerine tâbi olan bir ivazsız temlik (çevirme) in asıl âmil, sâiki, hibede bulunulan kimseye (mevhubün lehe) yardım olması gibi. Her hukukî illetin türlü sâiki olabilir. Fakat bu sâiklerin, bir taraflı kal-
dıkça ve bir şart haline getirilmedikçe, taalluk ettikleri temliki muameleler (çevirmeler) ve onların hukukî neticeleri üzerinde bir hüküm ifade etmemesi esastır. Bir hukuki muamelenin yapılması, alâkalıların o husustaki kararından sonra vukua geldiğinden, hukukî muamelenin ve onu vücuda getiren irade beyanının dışında kalan kararın sâikine ahlâk veya hakkaniyete aykırı olmadıkça (BK 28, 29, 24 No. 4) hukukan bir yer verilmemektedir, Buna mukabil sâikin meselâ evlenmede olduğu gibi hukukî muamelenin doğrudan doğruya muhteviyatına taalluk eder bir mahiyet alması halinde, yanılıp umduğunu elde edemiyen tarafa o hukuki muameleyi, meselâ ölüme bağlı tasarrufu bozmak imkânı verilmiştir (MK 116, No 2;. 451, No. 2.).
2 — (CH) Faili suç işlemeğe sevkeden his veya menfaata denir. Saik suçların sübjektif unsuru olan «kast» dan ayrı bir mefhumdur.
Ceza kanunu, saiki - kasdın aksine - umumi bir mefhum olarak hükme bağlamamıştır. Kaideten iyi veya fena saik ile işlenen suçlar arasında fark yoktur. Fakat kanun hususi hükümlerinin bazılarında saika, suçları ayırıcı bir tesir tanımıştır. Meselâ bir kimseyi kaçırmak fiili, şehvet hissi, evlenmek saiki ile işlenmiş ise, umumi adab aleyhine işlenmiş bir suç sayılmasına mukabil, aynı fiil para veya menfaat temini saiki ile işlenmişse mal aleyhine işlenen cürümlerden sayılır. Kanun bazan saikın kötülüğünü şiddet sebebi sayar. Mesken masuniyeti suçunun «hususi maksad» ile işlenmesinde olduğu gibi (CK 194). Kanun iyi saikla işlenmiş suçlardan bazıları hakkında cezayı azaltır. Şeref ve haysiyeti kurtarmak saikı ile işlenen çocuk düşürme suçlarında olduğu gibi (CK 472). Saik kanunda, bazı suçlar için, «hususi kast» olarak nazara alınmıştır.
Ceza doktrininde, pozitivist mektebin tesiri ile, bütün suçlarda saika ehemmiyet verilmesi fikri, ortaya atılmıştır. Bu cereyana göre, bir fiilin antisosyal bir fiil sayılması, onun işlenmesine sebeb olan saikın kötülüğüne bağlıdır.
SÂK (şakk) (Es. H.) Istılahta, hâkim tarafından tanzim olunan ilâm ve hüccetlere ıtlak olunur ve bundan bahseden ilme «ilm - i sâk» tâbir edilir.
Sâk yukarıda yazılı vesaika denildiği gibi halk arasında alınıp verilen senede ve vesikaların ibare ve lâfızlarına ıtlak olunur. Cem'i «sükûk» tur.
SÂKK-1 KADÎM (şakk-i kajîm) (Es. H.) Mahkemeden verilmiş olan eski senettir.
SAKIT (Feraizde) (sâkit)(Es.H.) Başka vâris bulun, masından dolayı tamamen irsten mahrum olan kimsedir. Babanın babasının, baba ile irsten mahrumiyeti gibi.
SÂKKÂK (şakkSk) (Es. H.) Sâk tanziminde mahir olan kimsedir.
SAKLI [aim Soldat, der sich der Dienstpflicht entzieht. — fr. insoumis].
Yirmi yaşına girmiş olduğu halde askerlik hizmetinden sıyrılmak kasdiyle isimlerini nüfus ve askerlik şubeleri kütüklerine geçirtmemiş olan erkek yurttaşlar Askerlik Kanununa göre «saklı» askerdir.
Bu fiil, Askerî Ceza Kanununa göre bir cürüm teşkil eder ve hazar ve seferberlik vakıflarına göre hapis, ağır hapis ve ölüm cezalariyle cezalandırılır (1111 No. lu kanun 12)
SALAHİYET
SALAHİYET (Yetki) [aim. Befugnis, Macht, Er-mâchtigung. — fr. pouvoir. — ing. power, authority.— lât. potestas, ius potestasque, auctoritas].
1 — (HH) Kanundan veya akitten doğan hukuki bir iktidar olup bu iktidarı ihraz eden kimse başkasına ait hakları tamamen veya kısmen kullanabilir ve onun nam ve hesabına hareket edebilir, vasinin küçük, vekilin müekkil nam ve hesabına hareket etmesi gibi.
2 — (EH) Hukukan devletten ayrı bir uzuvda teşah-hus eden fonksyondur. Bizde teşri ve icra salahiyetleri T.B.M.M inde birleşmiş olup, bunların birincisini bizzat, ikincisini bakanlırı marifetile kullanır.
Üst makamın veya siyasi, adli, idari veyahut mesleki heyetler mümessillerinin kendi emri veya muraka-baları altında olan kimselerin mesleki vazifelerini yapmamalarından veya mensup oldukları heyetlerin şeref ve itibarlarını ihlâl eden hareketlerinden dolayı onlara Ceza Kanunu dışında, mücazat vermek iktidarına da «disiplin salahiyeti (kudreti) » denir.
3 — (AH) Mahdut salahiyetin zıddı olan «geniş» takdir salahiyeti, takip edilecek usulün daha evvel bir hukuk kaidesi ile gösterilmemiş olmasından dolayı bu makamın serbestçe hareket eylemesi iktidarıdır.
4 — (UH) bk. Vazife ve salahiyet.
SALÂHİYETSİZ TEMSİL [aim. Vertretung (Stell-vertretung) ohne Vertretungsmacht.—fr. representation sans pouvoir (s). — ing. agency (representation) without authority. — lât. falsus procurator].
Salâhiyeti olmaksızın diğer bir şahıs namına hukuki muameleler yapmaktır.
Bu gibi hukuki muameleler icazet verilmedikçe temsil olunanı bağlamaz (BK 38, 39).
SALÂHİYET TECAVÜZÜ [aim. Amtsmissbrauch, Missbrauch der Amtsgewalt, İJberschreitung der Amts. befugnis. — fr. exces de pouvoir. — ing. excess of power, action tultra vires*. — lât. officii terminos egredi].
Bir uzuv, otorite, makam veya memurun objektif hukuk kaidelerinin kendisine çizmiş olduğu salâhiyet sahasını aşarak diğerinin salâhiyet sahasına giren hukuki veya fiili bir tasarrufta bulunması.
Salâhiyet tecavüzünü devlet ve idare namına hukukî tasarruflarda bulunmak, irade izhar etmek kudretini hiç haiz olmıyan bir memur, veya müstahdemin, yahut ferdin böyle bir harekette bulunmasından ibaret olan «salâhiyet gasbı» ndan [aim. Amtsanmassung. — fr. usurpation de functions} ayırmak icabeder. Salâhiyet gasbında izhar edilen irade veya icra edilen fiil devlet ve idareye izafe edilmeyip doğrudan doğruya failin şahsî bir fiil ve hareketi mahiyetindedir. Salâhiyet tecavüzünde ise ortada idareye izafe edilecek bir muamele ve tasarruf vardır. Ancak bu tasarruf objektif hukukun salâhiyet kaidelerine aykırı olduğu için bir iptal dâvasına mevzu olabilir (Şurası Devlet K 23).
SALÂHİYET TEFFİZİ [aim. Delegation; Übertra-gung von Befugnissen; Gewalteniibertragung. — fr. delegation d'attributions; delegation de pouvoirs. — ing. delegation of powers}.
İdare hukukunda, resmi bir memura ait salahiyetten bir kısmının salahiyetli makamın tasdiki ile, diğer bir memura tevdi edilmesidir.
— SANCAK 291
Anayasa hukukunda, parlâmentoların teşri salâhiyetlerini muayyen meselelere mahsus olarak mühim ve müstacel hallerde icra kuvvetine vermeleridir.
SALHANE [aim. (öffentliches) Schlachthaus. — fr. abattoir (public). — ing. slaughter - house}.
Kasaplık hayvanların kesilmesine tahsis edilen mahaldir ki, bunlar haricinde kesim yapılması cezayı muciptir. Buna «kanara» da denir (Belediye K 15 f 6).
SALİB -1 AHMER bk. Kızılhaç.
SALİME Uç lüle miktarını gösteren ölçüdür.
SALMA Köylü tarafından masrafları mal ile deruhte edilerek yaptırılacak işler karşılığı olarak her köylüden hal ve vaziyetine göre alınacak paradır. Bu para köyün mecburî mahiyetteki bir işi için ve bir mükellefiyet olarak tahsil edildiğine göre köyün âmme hukuku alacaklarından ve gelirlerinden sayılmak lâzım gelir (Köy K 16).
SALTANAT [aim. Sultanat, Sultanswurde. — fr. sultanat, dignite de sultan. — ing. Sultanate].
Padişahlık demektir. Osmanlı padişahlarına «sultan» namı da verilirdi. Padişahların saltanatı kayıtsız ve şartsız idi. Birinci Meşrutiyet Kanunu Esasisi saltanatın mutlak iktidarına bir kayıt ve şart koymamıştır. İkinci Meşrutiyet bu iktidarı bir derece tahdit edebildi.
Osmanlı saltanatının 16 Mart 1336 tarihinden itibaren mülga olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1 Kasım 1922(1338) tarihli karariyle ilân edilmiştir.
SANAYİ HUKUKU [aim. Industrie . und Gewer. berecht. — fr. legislation industrielle. — ing. Lata governing tbe industry].
Sanayiin kurulması, işlemesi, teşvik ve himayesi, millî menfaatlara göre çalışması ve inkişaf etmesi mâksadiyle murakabe ve tanzim edilmesine mütaailik kanunların vesair mevzuatın ihtiva ettiği hükümlere ve bu hükümlerin raci olduğu esaslara taallûk eden hukuk sahasıdır.
SANCAK 1 — a) [aim. Fahne. — fr. drapeau.— ing. colours]. Kara ordusunda: Türk milleti tarafından askerin namus ve haysiyetine teslim edilmiş değerli bir emanet ve verildiği alayın geçmiş zamanlarındaki kahramanlıklarını hatırlatan büyük ve manevî bir timsaldir. Sancak, aynı zamanda, askerin altına toplanacağı milli bir nişanedir.
b) [aim. Flagge. — fr. pavilion. — ing. flag]. Deniz ordusunda : Sancak harb gemisinin mensup olduğu devletin ve milletin varlığını ve hâkimiyetini temsil eder. Demirli veya kıçtan kara gemilerde kıç gönderine ve baş sancağa da baş göndere çekilir. Gemi seyir halinde ise yalnız «gize» çekilir. Harb gemilerine mahsus olmak üzere başkomutan için hususî sancak vardır (Türk Bayrağı K).
2 — Osmanlı İmparatorluğunun eaki teşkilâtında eyaletten sonra gelen idarî taksimat dairesi ve idarî taksimatın ikinci derecesidir. Sancakların başında sancak beyleri vardı. Bunlar beylerbeylerinin madunu ve onların nezareti altında olup mıntakaları dahilinde bey-leı beyinin salâhiyetlerini haizdiler.
Eyalet teşkilâtı kaldırılıp vilâyet teşkilâtı ihdas edildikten sonra sancak, liva ve mutasarrıflık namları
292 SANCAK
altında vilâyete tabi bir idari taksimat dairesi olarak bırakılmış Ve mutasarrıfların idaresine verilmiştir. Bazı sancaklar bir vilâyete bağlanmıyarak müstakil liva veya müstakil mutasarrıflık namı altında idare edilmişlerdir. Bugün bu idare taksimi derecesi kaldırılmıştır.
SANDIK EMlNl.l — Gerek devlet emvalini ve. gerek diğer ayniyat ve kıymetli evrakı Muhasebe-i umumiye Kanunu (12) na göre muhasip nam ve hesabına kabz ve sarfa mezun ve muhasip mutemedi unvanını haiz memurlara denir.
2 — Devlete ait para ve menkul kıymetleri mesul muhasip nam ve hesabına alıp veren ve elinde tutan ve bunların girme ve çıkmasından ve saklanmasından mesul olan memurdur.
Şimdi sandık eminlerine, veznedar veya muhasip mutemedi de denilmektedir.
SÂNI' (şâni') (Es. H.) İstisna akdinde yapılacak şeyi imal edecek olan kimsedir.
SANIK bk. Maznun.
SANSÜR falm. Zensur. — fr. censure. — ing. censure, censorship].
Söz, yazı, resim ve sesle yapılan her türlü neşriyatın ve muhaberatın ve mersulelerin yapılmasından veya muhataplarına varmasından önce devlet tarafından kontrol edilmek üzere alınan emniyet tedbiridir. Neşirden önce kontrol ve sansür ancak Örfî idare halinde tecviz olunmuştur (Anayasa 77; Örfî İdare K 3)
SARF (şarf) (Es. H.) Nakdi nakde satmaktır. Türkçede para bozmak bu kabildendir.
SARHOŞLUK falm. Betrunkenheit, Trunkenheit— fr. ivresse. — ing. inebriety],
1 — (HH)Bir kimsenin, irade ve ihtiyarının alkol ve ya diğer uyuşturucu maddelerin tesiriyle bertaraf olması veya zaafa uğramasıdır. Eğer bü hal o kimsenin makul surette hareket etmek imkânını selbederse sarhoşluk medenî hakları kullanmaya mâni sebeplerden birisi sayılır (MK. 13)
2 — (CH) Umumi veya umumun girebileceği yerlerde halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkartacak surette ve aşikâr halde serboş olmak suçtur.
Sarhoşluk halinde işlenen suçlarda, failin ceza mesuliyetini tâyin bakımından doktrin sarhoşluğu dört kısma ayırır:
a) Arızî sarhoşluk: İrade dışı sarhoşluktur. İçenin kendisine bas marazî bir halinden veya içkinin fenalığından veya diğer bir şahsın hiylesinden dolayı sarhoş olan kimsenin halidir.
b) İhtiyarî sarhoşluk: İstiyerek sarhoş olmaktır.
c) İtiyadi sarhoşluk: tekerrür eden ihtiyari sarhoşluktur.
ç) Tasarlanmış sarhoşluk: Suçlunun bir mazeret sebebi hazırlamak için veya bir suç işlemek kararı ve cesaretini sarhoşluğun vereceği tenbih ile kuvvetlendirmek kasa-, ile sarhoş olmasıdır.
Türk Ceza Kanununa göre, yalnız arızi sarhoşluk ceza mesuliyetine tesir eder ve sarhoşluk tam olup olmamasına göre ceza mesuliyetini kaldırır veya hafifletir. İhtiyari, itiyadi, tasarlanmış sarhoşluk halleri ise kanunda «ihtiyari sarhoşluk» adı altında toplanmış ve
- SATIŞ
bu çeşit sarhoşlukların ceza mesuliyetine tesir etmeyeceği beyan edilmiştir (CK 48, 571 vd; As. CK 150).
SARI HASTALIKLAR bk. Bulaşık hastalıklar. SATICI 6*. Bayi.
SATIŞ falm. Verkauf (Kauf). — fr. vente. — ing. sale (of goods). — lât emptio venditio).
Satış bir akittirki, onunla bir kimse (yani satan) satılan malı, müşterinin iltizam ettiği bir para (semen) mukabilinde müşteriye teslim ve mülkiyeti ona nakley-lemek borcunu üzerine alır (BK 182 f 1). Menkullerde satış hiç bir şekle tâbi değilsede gayri menkullerde satışın muteber olması resmî şekilde yapılmasına bağlıdır (Tapu K: 26; BK 213). Satışın bir çok nevileri vardır:
1 — Açıktan satış falm. Leerverkauf. — fr. vente d decouvert. — ing. short sale). Burada satan, akit yapıldığı zaman sattığı şeye malik değildir, yalnız tâyin olunan müddet zarfında satılanı tedarik ve müşteriye teslim etmeği taahhüt eder (TK 688). Bu gibi satışlar borsada kayıtlı olan esham ve tahvillerle mallarda yapılır. Borsaya dahil olan malların ve kıymetli ev. rakın, fiyat farkı esası üzerine yapılan, vadeli satışları kumar ve bahis vakfını haiz oldukları takdirde hüküm ifade etmez (BK 504).
2 — Alenî satış [aim. öffentlicher Verkauf, frei-handiger Verkauf (in der Versteigerung).— fr. vente volontaire, vente â l'encan. — ing. voluntary auction sale). Herkesin müşteri olmasına imkân veren satış akdidir ki, alenî artırma ile yapılan satışlara denir (BK 225 f 2).
3 — bk. Alivre satış.
4 — Cebri satış. [aim. Zwangsverkauf. — fr. vente forcee. — ing. compulsory auction sale): Cebrî artırmalar neticesinde yapılan satıştır ki burada satış akdi müzayede memurunun ihalesiyle meydana gelir (BK 225 f 1).
5 — Çeşni üzerinde satış [fr. vente ad gustum, vente â la de gustation] Satın alınmadan evvel tadına (çeşnisine) bakılması mutad olan malların satışıdır. Çeşnisine bakmak satın almak mecburiyetini tahmil etmez. Nitekim esnaflar arasında «çeşni helâldir» sözü de buna delâlet eder.
6 — Fob satış [aim. Fobkauf. — fr. vente fob.— ing. sale F. O. B.J: Müşterinin bir malı nakledecek gemide teslim alması şartiyle yapılan satış akdidir ki burada tesellümden itibaren nakliye ve sigorta masraf-larıyle nefi ve hasar müşteriye ait olur.
7— Götürü satış [aim. Kauf in Bausch und Bogen, Pauschalkauf, Bauschkauf. — fr. vente â forfait). Se meni, mebiin siklet veya adedine bağlı olmaksızın muayyen olarak tesbit edilmiş olan satış.
8 — İcra yoliyle satış: bk. Cebrî satış.
9 — Kredi ile (veresiye) satış : [aim. Verkauf auf Ziel, Zielkauf. — fr. vente â credit, — ing. sale on credit). Semenin muayyen veya gayri muayyen bir vâde sonunda verilmesi şartiyle yapılan satış akdidir.
10 — Mülkiyeti muhafaza şartile satış bk. Mülkiyeti muhafaza mukavelesi.
11 — Müzayede ile satış bk. Artırma ve eksiltme.
12 — bk. Numune üzerine satış.
13 — Sif satış [aim. Çifkauf. — fr. vente caf.— ing. sale C. 1. F]¦' Misliyattan olan ve deniz yoliyle nakledi'en bir şeyin muayyen bir bedel mukabilinde, limanda teslim edilmesi şartiyle yapılan satıştır. Bu be-
SATİŞ — SEBEP
293
del satılan şeyin semenini, gemi navlununu ve malın sigorta ücretini ihtiva eder.
14 — Taksitle satış [aim. Abzahlungkquf, Ra-tenkauf, Kauf auf Abzahlang. — fr. vente â temperament, vente par acomptes, — ing. sale of the instalment planj; Semenin taksitle ödenmesi, yani muayyen zamanlarda verilmesi şartiyle yapılan satıştır.
15 — Tecrübe veya muayene ile satış: [aim. Kauf auf Probe oder auf Besicht. — fr. vente d l'essai ou â l'e.vamen. — ing. sale on approval or inspection]: Tecrübe veya muayeneden sonra müşteriyi satın alıp almamakta muhayyer bırakan satış akdidir ki, burada satan, akitle müşteriye karşı bağlandığı halde müşteri serbest kalır ve satılanın müşteri eline geçmesi ile mal satanın milkiyetinden çıkmış olmaz (BK 219; TK 709, 711).
16 — Ticari satış: [aim. Handelskauf.— fr. vente commerciale- — ing. sale of goods]. Ticaret mevzuu olan mallara müteallik satıştır (TK. 15,685 vd.).
17 — bk. Vadeli alış veriş.
SATİŞ KOOPERATİFLERİ bk. Tarım satış kooperatifleri.
SATIŞ MEMURU [aim. Ladenverkdufer, Laden-gehilfe, Ladenangestellter. — fr. commis â la vente.— ing. sale clerk].
Bir ticaret evinde, toptan veya perakende mal satmağa mezun olan kimseye denir.
Bunlar yalnız ticarethane içinde yapmış oldukları satışların bedelini tahsil ve icap ederse mukabilinde makbuz verebilirler (TK 100).
SAVCI bk. Müddeiumumilik.
SAVMAA (şavma'a) (Es. H.) Nasâra rahiplerinin nastan inkita' ve inzivası için tesis edilmiş olan hücrelerdir. Cem'i «savâmi'» dır.
Savmaalar hakkında «bîa» hükmü caridir.
SAY (sa'y) (Es. H.) Memlûkün rıktan kurtulması için mal kazanmasıdır. Meselâ, mükâtebin bedel, i kitabeti tediye edebilmesi için çalışması bir saydır.
Bir memlûkün sây edip kazandığı mala da bazan «siâye» denir.
Sây lâfzı lügatte, mutlaka amele, iş görmeğe, bir şeye çalışmağa, bir maksat uğrunda koşup durmağa itlak olunur. Koğuculuk mânasında da müstameldir.
Fıkıhta, sadakaları tahsile memur olan kimseye «sâiy» denir. Cem'i «süat» tır.
SAYI) (şayd) bk. Av.
SAYIŞTAY bk. Divanı Muhasebat.
SAYİİ AMEL HÜRRİYETİ bk. Çalışma hürriyeti.
SAYLAV bk. Mebus.
SAYREFÎ (şayraf'iyy) (Es. H.) Sarraf, yani maz-rup meskukâttan ibaret altınları gümüşleri alıp satandır.
Gayri mazrup, külçe halinde bulunan altınları, gümüşleri satana «bayi - uz - zeheb, bayi - ul - fıdda» denir.
SEBEP [aim. Grund, Rechtsgrund, Causa. — fr. cause. — ing. ground. — lât. causa].
1 — Temliki hukukî muamelelerin, yani bir mame lekin zararına olarak başka bir mamek ke bir şey veya bir menfaat katılmasına yarıyan hukukî muamelelerin (çevirmelerin) matuf olduğu maksat ve gayelerden hu-
kukan ehemmiyetli olanına denir (objektif sebep). Buna mukabil «çeviren» tarafın elde etmek istediği şahsî maksat ve gaye (hibe ve ölüme bağlı tasarruf müstesna olmak üzere), esas itibarile, hukukî ehemmiyeti haiz değildir (hukukî muamelenin «saik» i). Hukukî muamelelerde, muayyen maksat ve gayeye yarıyan hukukî münasebetlerin «çevirme» ile irtibat haline getirilmesi, tarafların iradesi ile kararlaştırılabilir. Buna doğru olmı-yarak, «illet» denilmektedir (sübjektif illet).
Medeni ve Borçlar Hukukumuzun dayandığı İsviçre Medenî ve Borçlar Hukukunda sebep mefhumu «taahhüt» (geniş mânada borca girme) muamelelerinin temeli oltrak, tercihan, Borçlar Hukukuna hasredilmektedir. İsviçre Medenî Hukukunda «tasarruf» muamelelerinde (doğrudan doğruya, mevcut bir hukukî münasebet üzerinde müessir olan hukukî muamelelerde) sebep yerine tasarrufun «mesned» inden ve «hukukî temeli»nden bahs edilmektedir. İsviçre hukukunun ittiba ettiği alman hukukuna göre hukukî muameleler («çevirme»'ler) «illete bağlı» ve «mücerret» olmak üzere ikiye ayrılır. Fakat buradaki «mücerret» çevirmeler de tamamile sebepsiz değildir. Tasarruf veya taahhüt muamelesi şeklindeki mamelek çevirmelerinde çeviren kimsenin takib ettiği muhtelif maksat ve gayelerden biri de kanuni gayenin elde edilmesidir. Çevirenin gerek kendi ve gerek başkalarının menfaatlerini tatmine yarıyan bir takım iktisadî gayeleri olabilir. Bu kanuni ve ııctisadî gayeler arasında bilvasıta mahiyette olmak üzere «hukukî netice» vardır Meselâ bir borç ödemek (solvendi causa), bir borç akdetmek (credendi causa), bir hibe vermek (donandi causa) gibi. Bu bilvasıta olan hukukî gaye çevirmenin temeli, sebebidir. Her çevirmenin bu suretle mevcut olan sebep ile çevirme arasındaki münasebet muhtelif mahiyettedir. Çevirme iktisadî gayesine göre yalnız bir sebebe bağlı olabileceği gibi, muhtelif sebeplerden kâh birine ve kâh diğerine yarıyabilir. Yalnız bir sebebe bağlı olan çevirmeler «sebebe bağlı» ve müteaddid sebeblerle alâkalı olan çevirmeler mücerret mahiyettedir. Sebebe bağlı hukukî çevirmelerde sebebin eksikliği çevirmenin hükümsüzlüğünü husule getirir. Mücerret çevirmelerde sebebin eksikliği haksız mal edinilmesinden dolayı istirdat mütalebesine imkân verir.
2 —(Es.H.) Lügatte, tarik ve kapı mânalarına olup maksada isal eden şeydir. Usuliyun ıstılahında, hükme götüren şeydir ki, dört kısımdır :
Birincisi; hakikî sebeptir. Hükümde vücup ve vücut tâbirin vaz'ı itibariyle kendisin; muzaf olmadığı gibi kendisinden illet mânası bulunmıyatak hükme isal eden sebeptir. Sebeb-i hakikîde hüküm sebebe değil illet-i mutavassıtaya muzaf olur.
Meselâ: Bir kimse hırsıza delâlet edipte o da hırsızlığı yapsa bunun eseri delâlet edene muzaf olmayıp mübaşire muzaf olur. Yani delâlet eden kimseye zaman lâzım gelmeyip faile lâzımgelir. Çünkü sebep ile müseb-bep arasına diğerinin ihtiyarî fiili girerek fiilin eseriyle sebep arasındaki irtibat kesilmiştir.
Mecellede «mütesebbip ile mübaşir müçtemi' oldukta hüküm faile muzaf kılınır», diye yazılı olan kaide bu asla dayanır.
İkinci kısım; kendisiyle hüküm arasında tavassut eden illet kendisine muzaf olan sebeptir ki bu kısım sebep «illet» hükmündedir. Meselâ : Bir kimse tarik-i âmda hayvan üzerinde giderken vukua gelen ve çekin-
294 SEBEP - SEKR
mele mümkün olan zarar ve ziyandan mesul olur. Gerçi telefin illeti hayvanın çarpmasıdır. Fakat hayvanın çarpması umur - u ihtiyariyeden olmayıp bineı in irade ve şevkine tâbi olduğundan illet sevka ve hüküm de bilvasıta sebebe muzaf olur.
Fakat bu şahıs mübaşeret cezasiyle muahaze olunmaz. Meselâ kısas lâzımğelmez ve hayvan, rakibinin murisini telef etmiş ise mirastan mahrum olmaz.
Üçüncüsü; kendisinde illet şüphesi bulunan sebeptir. Meselâ, bir kimse bilâ izin yola bir kuyu kazıpta oraya birin.n hayvanı düşerek telef olsa kuyu kazan, hayvanın kıymetini zâmin olur. Burada sukutun illeti düşen hayvanın sıkletidir. Sukutta müessir olan budur. Fakat hüküm buna izafe edilemez: Çünkü umur - u tabiiyedendir. Telefe iki sebep vardır : Biri hayvanın oraya kadar yürümesi, diğeri kuyu kazılmış olması. Yoldan hayvanın geçmesi caiz olduğundan hüküm buna muzaf olamaz. Bu halde hafre, yani çukur kazmaya izafesi zarurî olur.
Dördüncüsü; sebeb - i mecazidir ki, müstakbelde hükme isal eden sebeptir. Meselâ, bir hüküm şarta talik edildikte talik hükmün mecazen sebebi olur. Hakikaten sebebi olmaz. Zira şart tahakkuk etmedikçe bu talik hükme isal etmez. Onun hükme isal eylemesi şartın vücuduna mütevakkıftır.
Umumî mânada fukahâ illetlere sebep ıtlak ederler.
SEBEPSİZ İKTİSAP [aim. ungerechtfertigte Be-reicherung, Bereicherung ohne Grund. — fr. enrichis-semeni sans cause. — ing. unjustifiable enrichment.— lât. condictio sine causa].
Bir kimsenin haklı bir sebep olmaksızın diğeri zararına bir iktisapta bulunması hali. Her ne kadar Borçlar Kanununda (61) mal iktisabından bahsedilmekte ise de, iktisabın vücudu için bir malın bulunması şart değildir. Sebepsiz olarak görülen bir hizmet dahi iktisaba meydan verebilir.
Aşağıdaki hallerde iktisap sebepsiz sayılır :
1 — Muteber olmiyan sebebe müstenit muameleler,
2 — Sebebi tahakkuk etmiyen muameleler,
3 — Vücudu niha/et bulan bir sebebe istinat eden muameleler (BK 61 f 2) .
Sebepsiz olarak yapılan bir iktisap, mamelekte hasıl olan fazlalık nisbetinde iadeye tabi tutulur. Kanun «haksız fiil ile mal iktisabı» tâbirini kullanmakta ise de teknik bakımından «illetsiz, sebepsiz iktisap» denmesi daha doğrudur.
SEBET (şabat) (Es. H.) Lügatte, yerinde durmak demektir. Hüccet ve delile dahi sebet denir. «Senet ve sebetin var mı» «söıü senet ve hüccetin varmı?» manasınadır. Sebet mânası olan bir kelime olup senedin mühmeli değildir.
SEBK (Sabk) (Es. H.) Altın ve gümüş gibi bir madenî maddeyi eritip bir kalıba süzmek manasınadır. Istılahta, mutlaka ibarelerin ve bu meyandâ ilâm ve hüccetlerin mâna ve mazmununa denir. Sanki, mânalar kalıp mesabesinde olan lâfızlara süzülmüş oluyor.
İlâm ve hüccetlerin ibareleri lisan kaidelerine muvafık ise sâkki ve mazmunu mevzuun tâbi olduğu asıl ve esaslara muvafık ise sebki tam, aksi halde noksan ve bozuk olur.
Mesela, bir alacak dâvasında yemin teveccüh eden tarafa yemin verilmeksizin hükmedilse verilecek ilâmin
sebki muhtel sayılır. Çünkü muhakemenin cereyanı usulüne tevfik edilmemiştir.
SEÇİM bk. İntihap.
SEÇlM ENCÜMENİ bk. İntihap encümeni.
SEÇİMLİK BORÇ bk. Alternatif borç.
SEÇİM MAZBATALARI bk. İntihap mazbataları.
SEÇİM CEZALARI Seçimlerde yapılan hiyleli, ce. bir ve şiddetli, rüşvetli, yalanlı, iftiralı ve korkutucu hareketlerin meydana getirdiği suçlar [aim. Wahlver-gehen. — fr. delit electoral] a verilen cezalar. Bunlar Seçim Kanununun 45-53 üncü maddelerinde yazılıdır.
SEFARETHANE bk Elçilik binası.
SEFARET ERKÂNI VE MEMURLARI bk. Diplomasi mümessil ve memurları.
SEFER 1. — /Feldzug, Kriegszustand.—• fr. cam-pagne. — ing. campaign, state of warfare]. Harb halini ihtiva eden seferberliktir (As CK 8).
2 — (Safar) (Es.H.) Üç gün üç gece veya daha ziyade müddettik bir mahalle gitmek üzere umran-ı vatandan yani bulunduğu şehrin hududundan çıkmaktır.
SEFERBERLİK [aim. Mobilmachung. — fr. mobilisation].
1 — Bütün askerî kuvvetlerin sulh halinden harb haline geçmesi için yapılan teşebbüsler ve faaliyetlerin mecmuudur.
2 — Seferberlik bir haıb ihtimali olduğu veya dahilî bazı vaziyetler dolayısiyle lüzum görüldüğü takdirde Genelkurmay Başkanlığının mütalâası üzerine Bakanlar Kurulu karariyle ilân olunur. Seferberlik ilânı veya ilgası kararı Reisicumhurun tasdikini mütaakıp tatbik mevkiine konur.
Tasdik tarihini takibeden günün başında, yani gece yarısında seferberlik başlar veya biter.
Seferberlik icabına göre umumi veya kısmi olur.
Seferberliğe ait hazırlıklar; tekmil hazar müdde-tince ve seferberliğin devamı esnasında birincisi hükümet teşekkülleri ve şubeleri, ikincisi de bu teşekküller ve şubelerdeki hazırlıklara muavenet suretiyle ordu aksamı ve teşkilâtında olmak üzere iki sahada cereyan eder. Bunlardan birincisi Millî Seferberlik Talimatnamesine ve ikincisi de Cumhuriyet Ordusunun Kara ve Deniz ve Hava Kuvvetlerine ve Jandarmanın Seferber, ligine Dair Talimatnameye tevfikan icra olunur, bk. Fevkalâde haller.
3 — Bir geminin seferber hali, harb hali demektir (Anayasa 78; Seferberlik K; As C K 8).
SEFİH 1 — bk. İsraf.
2 — (Safih) (Es.H.) Malını beyhude yere sarfey-leyen ve tebzir ve israf eden kimsedir. Ebleh ve sadedil olmak hasebiyle kâr ve temettü yolunu bilmeyipde alış verişte aldanagelen kimseler dahi sefih addolunur.
SEFİNE (Sefain, Süfun) bk. Gemi. SEFİR bk. Elçi.
SEKR(Sakr)(Es.H )Sarhoşluk demektir. Haddi mucip olan sekr; hezeyana, lâkırdıların ekseriyetle ihtilâfına
SEKR -
sebep olacak derecedeki sarhoşluktur. Bu derece sarhoş olan şahsa «sekran» denir.
SELEB (Salab) (Es. H ) Bir kimsenin üzerindeki elbisesi, silâhı, parası ve rakip olduğu hayvan ile bunun üzerindeki eşyasıdır. Başka hayvaniyle onun üzerindeki emvali selebten sayılmaz.
SELEM (Salam) (Es.H.) Müecceli muaccele satmak, yani peşin para ile veresiye mal almaktır. Meselâ bir kimse diğerine «bu sene martının yirmi beşinci günü Istanbulda Ayasofyada filân yerde teslim etmek üzere Anadolunun âlâ kurak buğdayından yüz kile buğday için elli lira verdim» diyip muhatabı dahi kabul etse selem akdedilmiş olur.
SEMEN 1 — [aim. Kaafpreis, Preis. — fr. prix de vente, prix. — ing. purchase price, price. — lât. pretium emptionis, pretium rei emptae, pretium],
Satış akdi gereğince satılan malın karşılığı olarak alıcının iltizam ettiği bir para. Semenin nakit olması şarttır. Semenin tâyini hususunda bk. BK 209; TK 700 701, 703, 705.
2 — (şaman) (Es. H.) Sat.lan şeyin bahasıdır ki, zimmete taallûk eden şeydir.
SEMEN-t HAL (şaman-i hâl) (Es.H.) Peşin olan semendir.
SEMEN - 1 MÜSEMMA (şaman - i musammâ) (Es.H.) Tarafların rizalariyle tesmiye ve tâyin ettikleri semendir. Gerek kıymet-i hakikiye mutabık olsun ve gerek ondan eksik veya fazla olsun.
SEMERE [aim. Frucht, Ertrag, Nutzen; Erzeug-nisse, Ertragnisse, Einkünfte.— fr. fruit. — ing. fruit, crops, produce. — lât. fructusf.
Bir malın zatından husule gelen meyvedir. Buna «tabiî semere» [aim. natiirliche Früchte. — fr. fruits naturels. — ing. fruits of natur and industry. — lât. fructus naturales] denir. Kanun bazı maddelerinde bu mefhumu ifade etmek için «tabiî hasılat» tâbirini kullanırsa da (BK 282) tabii semere dediği yerler pek çoktur (MK 620, 728, 861).
«Medenî semere», [aim. zivile (bürgerliche) Früchte.— fr. fruits civils. — lât. fructus civiles] bir mukaveleden ve kanun hükmünden doğan kira medeni bir semeredir ki, icar akdinden meydana gelir. Ticarî muamelelerde faiz veya gecikme faizleri kanun hükmünden doğan semerelerdir (BK 307 f 2; TK 751, 752).
SENARYO bk. Filim hukuku.
SENA 10 [aim. Senat. — fr. senat.— ing. senate. — lât. senatus],
1 — Hemen bütün temsilî hükümet sistemlerinde mevcut olup parlamentonun bir kısmından sayılan heyete verilen isimdir.
Senato azasının adedi ekseriya mebusan meclisleri âzasından az ve müddetleri milletvekilleri müddetinden fazladır. Senato âzası umumiyetle halk tarafından intihap olunur. Pek az yerlerde senato âzası tamamen veya kısmen hükümdar tarafından tâyin edilir,
Osmanlı Kanun - u Esasisinde Senatoya Heyet . i Ayan namı verilmişti.
SENET 295
2 — Üniversitenin en yüksek ve yetkili organıdır. (Üniversiteler Kanunu 10).
SENDİKA [aim. Gewerkschaft, Berufsgenossen-schaft, Syndikat. — fr. syndicat professionnel. — ing. syndicate; trade - union, guild].
Aynı veya benzer mesleklere mensup kimselerin meslekî menfaatlerini korumak maksadiyle vücuda getirdikleri cemiyetlerdir: İşçi ve iş veren sendikaları gibi.
SENE bk. Yıl.
SENEDAT CV}ZT)\m[alm.Portefeuille, Wertpapier oder Wechstlbestand, — fr. portefeuille. — ing. bili case].
Bir ticarethanenin müşterilerindeki alacaklarını gösteren muayyen bir zamanda elinde bulunan senetlerin hepsine birden «senedat cüzdanı» denir. Bankalarda buna «Iskonto cüzdanı» da denilir. Iskonto cüzdanı esham, tahvilât ve benzeri senetler cüzdanından başkadır.
SENEDAT -1 TİCARİYE bk. Senet.
SENEDAT ÜZERİNE AVANS bk. Avans.
SENED-1 BAHRİ (Gemi senedi) bk. Gemi tasdik-namesi.
SENED-1 HÂKANİ 6/fc. Tapu senedi.
SENET (aim. Urkunde, Schriftstück. — fr. titre, acte, instrument, piece.— ing. deed, instrument, record, document, title - deed. — lât. titulus].
1 — Hukuki bir muameleyi veya bir vakıayı tev. sik maksadiyle yazılmış ve resmî bir makam tarafından tasdik veya aleyhine hukuki netice doğuracak kimse tarafından imza edilmiş yazıdır. Hukuk muhakeme usulünde kanuni delil olarak kullanılır: Tapu senedi, alacak senedi, zabıt varakaları gibi (BK, 14, 15; HMUK 287, 336).
Adi senet: (Gayri resmî, hususi, mabeyin senedi) [aim, Privaturkunde. — fr. acte sous seing prive; acte prive. — ing. simple contract, deed] Yalnız aleyhine netice doğuracak kimse tarafından imza edilen senettir. Ticari olmıyan senetler hakkında da aynı terim kullanılır: Âdi borç senedi gibi.
Tanzim veya tasdiki Noter Kanununda yazılı şart ve hükümlere uygun olmıyan senetler resmî sayılmayıp «âdi senet» hükmünde tutulur (Noter K 51).
Resmî senet (aim. öffentliche Urkunde. — fr. titre (acte) authentique, acte public. — ing. authenti-cadet contract]: Salahiyetli memur tarafından usulüne göre tanzim ve tasdik edilmiş senettir. Resen yapılan senet gibi.
Resen yapılan senet [aim, öffentlich beurkundetes Schrifstück. — fr. acte authentique. — ing. deed or document drawn up by -a notary or public official]: Bir akit veya muameleyi yapan kimsenin irade beyanını, ikrarını dinledikten sonra iki şahit huzurunda ve usulüne göre noter tarafından baştan sonuna kadar yazılarak alâkalılar ve hazır olanlar tarafından imzalanan ve noter tarafından da tasdik edilen senettir. Sahteliği sabit oluncaya kadar kat'î delil teşkil eder. İcra hukukunda para borcu ikrarını havi bu gibi senetler ilâm hükmündedir (Noter K 26 - 44; 48; HMUK 295; tc İf K 38).
296 SENET —
Tasdikli senet [aim. (notariel, gerichtlich, ö/fent. lich) beglaubigte Urkunde. — fr. acte authentiçuement certifie]: Dışarıda yazılıp imza veya mühürü noter tarafından usulüne göre tasdik edilen senettir. Gerçeklik ve itibarı yalnız tarih ve imzaya münhasır olup hilafı ispat edilinceye kadar katî delil teşkil eder (Noter K 49; HMUK 295).
Hatır, mücamele, muvazaa senedi [aim. Gefallig. keitspapier. — fr. titre en l'air, effets de complaisance.
— ing. accomodation bil] : alâkalıların, hakikata uygun olmadığını bilerek mevcut olmıyan bir akdi, muameleyi veya borcu mevcut imiş gibi göstermek mâksadiyle tanzim ettikleri senettir.
Kıymetli senet (evrak) [aim. Wertpapier. — fr. papiers - valeurs.— ing. negotiab'e instruments]: Hakkın senede bağlı olduğu ve senetsiz dermeyan ve devrinin mümkün olmadığı mücerret vesika ve senetlerdir: Ticari senetler, emtia senetleri (varant, nakliye senetleri, konşimento), devlet bonoları, hisse senetleri gibi.
Ticarî senet [aim. Wechselpapiere. — fr. effets de commerce. — ing. negotiable instruments]: Ticaret kanunu hükümlerine göre tanzim edilmiş ve hususî şekle ve hükümlere tabi, tedavül kabiliyetini haiz, hâmiline ibrazında veya muayyen bir vâde sonunda muayyen bir paranın kayıtsız ve şartsız ödenmesini istemeğe hak veren ve borçlunun imzasını taşıyan kıymetli evraktır: Poliçe, çek, emre muharrer senetlerden ibarettir.
Emtea senetleri (aim. Warenpapiere. — fr. papiers - valeurs delivres en representation de marhandise.
— İng. documents of title] : Bir antrepo veya bir nakliyeciye tevdi edilen mallara mukabil verilen ve bu malları temsil eden senetler (MK 781, 893; TK 693, 809, tc îf K 190). Bu senetlerin hamilleri senedin ibrazında malların kendilerine teslimini taleb etmek hakkını haizdirler (BK 473).
bk. Konşimento, nakliye senedi, umumi mağazalar. Hazine bonoları, hisse senedi.
2 — (sanad) (Es. H.) Lügatte, itimat ve istinat olunan manasınadır, örfen, gerek hariçte, gerek hâkim huzurunda akit ve ikrar gibi muamelâta dair yazılan vesikalara denir: Muayene senedi, beyi senedi, hibe senedi gibi. Hâkim tarafından verilen ilâm ve hüccetlere de senet itlâk olunur. Bunlara senet denmesi istinat olunması dolaysiyledir. Mecelle Cemiyeti tarafından bi. lâ beyyine mazmuniyle amel caiz olabilecek surette se-nedat-ı şeriyenin tanzimine mütaailik talimattaki sene-dattan maksat bu nevi senetlerdir.
Cem'i «Senedat» tır.
Mercii mahsusundan tasdik olunan senede «resmî senet», diğerlerine «âdi senet» denir.
SEPET TİMARI (Malılûl Tımar) Sahibinin bir müstehik birakmaksızın vefatiyle mahlûl olmuş ve diğer bir müstehikine teffiz edilmiyerek sahipsiz kalmış olan timardır.
SERASKER Osmanlı Irrparatorluğu zamanında harbiye nazarlarına verilen unvandır.
SERBEST TEVDİAT [aim. offene Verıuahrung. offenes Rankdepot. — fr. depot ouvert. — ing. free deposits].
SERMAYE
Bankacılıkta esham, tahvilât ve benzeri senetler ile mücevherat vesairenin muhafaza olunmak ve icabında bu kıymetlere ait bazı hizmetler ifa edilmek üzere bankalara tevdi edilmesidir.
SERBEST MINTAKA (Bölge) (aim. Freizone. -fr. zöne franche. — ing. free zone].
Bir devletin hâkimiyeti altındaki arazinin bir kısmı olup gümrük hudutları dışında bırakılmış muayyen bir mıntakadır. Bu mıntakaya giren ve çıkan eşya gümrük resmine tâbi olmadığı gibi memleketin diğer kısımlarında cari olan gümrük muamelelerine de tâbi değildir. Serbest mıntakalar ihdasında hem ülkenin sahibi olan devletin iktisadiyatı hem milletlerarası ticari münasebetlerin inkişafı bakımından büyük faydalar vardır. Bir çok devletler başlıca limanlarını serbest mıntaka haline koymuşlardır. (377 No. lu K).
SERGİ [aim. Ausstellung. — fr. exposition. — ing. exhibition, show].
Bir memleketin sanayi, ziraat, küçük sanat ve güzel sanatlar mahsul, mamul ve eserleriyle memleket hayatına ait teşkilât ve meseleleri gösterip anlatmak için devlet, kurum veya fertlerin teşebbüsiyle kurulan ve açılan yerlerdir.
Muhtelif devletlerin iştirakiyle kurulan sergilere «Milletlerarası sergi» [aim. internationale Ausstellung. — fr. exposition internationale. — ing. international exhibition (show) denir (Belediye K 15 b 63).
SERlKAT -1 MUHTELİFE (sarikât-î muhtalifa) (Es.H ) Gerek bir kimseye ve gerek başka başka kimselere ait olup muhtelif hırzlerde bulunan mallar hakkındaki sirkatlerdir.
Bunlardan hiçbiri, nisab - ı sirkata baliğ olmadığı takdirde haddi icabetmez. Velevki mecmuu ziyadesiyle nisaba baliğ olsun.
SERİKAT-I MÜTTEHİDE (sarikât- i muttahida) (Es. H.) Başka başka kimselere ait olduğu halde bir mahalli hırzda bulunan mallar hakkındaki sirkatlerdir.
Bu malların mecmuu, nisabı sirkate baliğ olunca sârikı hakkında had - di sirkat lâzımgelir. Velevki hiç biri nisap miktarında bulunmasın
SERİYYE (sariyya) (Es. H.) Dörtten veya yüzden dört yüze kadar olan asker müfrezesidir. Cem-i «Serâyâ» dır.
SERMAYE 1 — İktisatta: [aim. Vermögen. — fr. fortune, biens. — ing. fortune, estate, property/. iktisap edilen servetin umumuna denir.
2 — Medeni hukukta: para borcunun resülmal kısmına denir. bk. Ana para.
3 — Ticaret hukukunda: [alnı. Kapital, Vermögen Kapitaleinlage.— fr. capital, fonds, apport.— ing. capital funds, stock] : Bir teşebbüse, bir şirkete konulan paraya veya mallara denir. Ayın olan sermaye de defterlere ve bilançolara nakitle ifade edilerek kaydedilir. Ticaret şirketlerinde para, alacak, eşya, hayvan gibi menkul mallar; imtiyaz ve ihtira beratları, alâmeti farika ve ruhsatnameler gibi haklar, her nevi gayri menkuller; menkul ve gayri menkul malların menfaatleri ve kullanma hakları, sayü amel, ticarî itibar ve ticaret-
SERMAYE - SINAİ MÜESSESE
297
hane sermaye ittihaz edilmeğe yarıyan maddelerdir. (TK 125).
4 — Anonim şirketlerde sermaye tâbirinin üç anlamı vardır:
a) Şirketin kuruluş anında müessis veya şerikin vermeği taahhüt ettiği para, şey veya hak yani «aport» [aim. Kapitaleinlage, Einlage. — fr. apport social, apport. — ing. contribution (to the joint fund of the company). (TK 121 No. 4; 125; 279 No. 4; 291 v.s.)
b) Şirket statüsünde rakamla ifade edilip de muayyen ve birbirine eşit hisselere taksim edilmiş olan itibari (nominal) sermaye yani «esas sermaye» [alnı. Crundkapital, Aktienkapital. — fr. capital soeial; capital-actions, — ing, capital stock, joint stock], (T K. 121 No. 4; 279 No. 3; 285; 366; 368; 376; 386; 390; 391; 395; 396 v.s.)
c) Şirketin fiili mevcudu yani mameleki [alın. Ver-mögeıı. — fr. fortune, biens, fonds. — ing. funds]. (TK 121 No. 4; 325; 442 No. 3; İc İf K 179.)
SERMAYESİ ESHAMA MÜNKASEM KOMANDİT ŞİRKET bk. Komandit Şirket.
SERMAYE SİGORTASI — bk. Hayat sigortası.
SERSERİ [aim. Landstreicher. — fr. vagabonde. — ing. tramp, vagabond].
Hiçbir geçim yolu buluhmadığı ve çalışmağa kud-leti olduğu halde en aşağı iki aydan beri hiçbir işle meşgul olmıyan ve bir iş de aramış olduğunu ispat edemeyip şurada burada dolaşan kimseye denir Çal:şmağa gücü yeterken dilenciliği geçim yolu yapmış olanlar da serseri sayılırlar. Serseriler zabıta takibatı altındadırlar, haklarında ceza takibi yapılır (Serseri ve Mazannei Su Hakkında K 1).
SERVET bk. Deniz serveti.
SEVAD - I ÂZAM (savâd - ! azam) (Es.H.) Büyük şehre, büyük yerlerdeki insan kütlelerine, ve bilhassa cemaat-i müslimine itlak olunur.
Netekim islâm cemaatine: «sevad . ı müslimin» de denilir.
SEVM (savm) (Es. H.) Talep manasınadır. Mal sahibinin malını satılığa çıkarması, mal almak istiyen kimsenin satın almak istemesi mânaUrına da gelir.
SEVM-1 NAZAR (savm-i nazar) (Es.H.) Satılık malı görmek veya göstermek istemek demektir.
SEVM - 1 ŞİRA (savm-i 5irâ) (Es.H.) Satın almak istemek demektir.
SEYAHAT. ÇEKİ [aim. Reisecsheck, Traveller-scheck. — ing, traveller cheque],
Amerika ve İngiltere bankaları tarafından seyahati kolaylaştırmak maksadiyle çıkarılan, bedelleri muayyen ve matbu olan ve onu çıkaran bankanın tediye kefaleti altında bulunduğu için bütün banka ve taraflarca kabul edilen çeklerdir.
SEYAHAT HÜRRİYETİ [aim. Freizügigkeit. fr liberte de voyage. — ing. freedom of travel].
Ferdin gezip dolaşması, dilediği yere istediği zaman gidebilmesi hakkıdır. (Anayasa 78)
SEYAHAT VE İKAMET YEVMİYESİ bk. Harcırah.
SEYYAR SATICI bk. Gezginci esnaf.
SEYYAR TİCARET MEMURU [aim. Handlungt. reisender. — fr. commis - voyageur. — ing. commercial traveller].
Bir tacirin mektup, ilân sirküler ve buna mümasil diğer vesikalarla ticaretine mütaallik muameleleri yapmak için salâhiyet vererek başka yellere gönderdiği müstahdemlerine denir.
Bunlar, bizzat sattıkları malların bedellerini tahsil edebildikleri gibi taksitlere bağlamak salâhiyetine de maliktirler (TK 97; BK 454).
SEYYİB (fayyib) (Es.H ) Kendisine mukarenet vukubulmuş olan kadındır.
SIFAT (şifai) (Es. H.) Bir şahıs veya bir şeyin halidir. Bu şahıs veya şeye «mevsuf» denir. Bazan sıfata vasıf dahi denir. Filân adamın «vasfı doğruluktur» denildiği zaman «sıfat» ı yani hali bildirilmiş olur.
SIFAT-I ARIZA (şifat-i 'ariza) (Es.H.) Ticaret, kâr, ayıp ve ilel gibi mevsufa sonradan arız olan halettir.
SIFAT-I ASLÎYE (şifaı-i aşliyya) (Es.H.) Selâmet, sıhhat, hayat ve bekâret beraatı zimmet gibi mev-sufun vücudiyle mevcut olan halettir.
SIHHAT VE İÇTİMAİ MUAVENET VEKÂLETİ (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) [aim. Ministeri-um fiir Gesundheit und soziale Fiirsorge. — fr. Minis-tere de la sante et de Vassistance sociale. — ing. Ministry of Public Health and Welfare].
Bir bakanın emir ve idaresi altında olup memleketin sıhhi şartlarını ıslah, milletin ferdî ve içtimai sıhhatine zarar veren âmillerle mücadele ve gelecek nesillerin sıhhatli olarak yetişmesini temin eylemek ve hnlkı sıhhi ve içtimai muavenete ulaştırmak ve iskân işlerini görmek için kanunlarla kendisine verilen vazifeleri yapmakla mükellef bir bakanlıktır.
Bu bakanlığın merkez ve taşra teşkilâtına ve memurlarına ait hükümler muhtelif kanunlarla gösterilmiştir (3017, 3380 No. lu K).
SIHRİYET (Kayın hısımlığı) bk. Hısımlık.
SIKIYÖNETİM bk. Örfüd are.
SILA (şılaa) (Es. H.) 1 — Vasi maddesindendir. Cemetmek ve müntehi olmak mânalarına gelen bu kelime in'an ve ihsan mânasına da gelir. Sıla - i rahm, akrabayı ziyaretle veya mektup veya hediye irsali gibi bir suretle lütufkârlıkta bulunmaktır. Bunu terke kat-ı rahm denir. İkram ve ihsanı kesmek manasınadır.
«Ekaribin nafakası ma'unete ve karının nafakası ivaza müşahih sıla kabîlindendir» denir ki «mahz-ı deyn değil bir bakımdan ihsan ve atıfettir» demektir.
2 — Atiyye kelimesinin müradifidir.
SINAİ İŞLETMELER bk. İşletme.
SINAÎ MÜESSESE [aim. industrielles Werk, Fabrikbetrieb, Industriewerk, gewerblicher Betrieb. — fr. exploitation industrielle, etablissement industriel. — ing. industrial enterprise].
Daimi ve muayyen zamanlarda, içinde makine veya âletler veya tezgâhlar yard imiyle herhangi bir madde veya kudretin evsaf ve eşkâli kısmen veya tamamen de-
298
SINAÎ MÜESSESE-SAYE-î ZAMAN
ğiştirilip kıymetlendirilmek suretiyle toplu imalât vücuda getirilen ve bu maksada tahsis edilen yerlerdir. Maden ocakları da sınai müesseselerden sayılır (1055 No.lu mülga Teşvik-i Sanayi K vd).
SINAİ HAKLAR [aim. gewerbliche Schutsechte.— fr. droits industriels. — ing. potent rights].
İhtira beratları, faydalı modeller, sınai resim ve modeller, fabrika ve ticaret markaları, ticaret unvanları, mevrit işaretleri veya menşe unvanları ile sanayie ait keşif ve ıslahattan istifade haklarına ve gayri kanuni rekabetin men'ine ve cezalandırılmasına mütaallik hükümlerin heyet-i mecmuasıdır. Buna da «sınaî mülkiyet» /aim. gewerbliches Eigentum. — fr. propriite in-dastrielle] denir. 10 Mart 1296 tarihli İhtira Beratı Kanunu; Lozan Ticaret Mukavelenamesinin 14 üncü maddesine müsteniden 1619 No.lu kanunla sınai mülkiyetin himayesine ait milletlerarası anlaşmalara iştirak edil. mistir.
SINAÎ MÜLKİYET bk. Sıanî haklar.
SINIF TENZİLİ /aim. Verminderung des Dienst-einkommens (Disziplinarstrafe). — fr. deduction de categorie].
Memurun maaşça bir derece aşağıya indirilmesinden ibaret inzibati cezadır (Memurin K. 26).
SINIR bk. Hudut,
SİR [aim. Geheimnis. — fr. seCret. — ing. secret. — lât. arcana et silenda; res silenda; secretumj.
Bir kimsenin bir suretle vâkıf olduğu ve gizli tutmak mecburiyetinde bulunduğu malûmattır.
1 — Meslek sırrı: [aim. Berufsgeheimnis. — fr. secret professionnel. — ing. professionnal secrets].
Meslek veya sanatın icrası dolayisı ile öğrenilen sırlardır. Bu suretle öğrenilen ve ifşasında zarar melhuz olan bir sırrın (bir tabibin, hastanın ayıp sayılan bir hastalığa tutulmuş olduğunu öğrenmesi gibi) ifşası suçtur. Fakat sırrın meşru' sebebe müsteniden ifşası (başkasının hayat veya sıhhatini korumak maksadı ile sırrı ifşa etmek gibi) cezayı müstelzim değildir.
Meslek sırrının ifşası bir «tehlike suçu» dur. Bu sebeple suçun teşekkülü için bir zararın husule gelmiş olması şart değildir, zararın husule gelmiş olması suçun şiddet sebebi sayılır.
Meslek sırrı müdafiler, tabibler, ebeler için şahadetten çekinme sebebidir. Müdafiler bu sıfatları, tabibler 1 e ebeler meslek ve sanatları icabınca vakıf oldukları sırlar hakkında şahadetten çekinebilirler, fakat sır sahibi talep veya muvafakat ederse şahadete mecburdurlar (CK 198; CMUK 48).
2 — Banka muamelâtına ait sırlar •' [aim. Bank-geheimnis. — fr. secret bancaire. — ing. banking sec rets]. Vazifesi dolaysiyle bir banka memurunun bankanın işlerine veya bir kimsenin bankadaki hesabına, alacak, vereceğine vâkıf olup da ifşa etmemeye mecbur ol. duğu malûmattır.
3 — İstatistik sırları [aim. statistisches Geheimnis. —fr. secrets de statistiques. — ing. statistical secrets]: İstatistiğe ait olup ifşa edilmemesi icabeden malûmattır.
4 — İhtira sırları [aim. Erf inlands geheimnis. — fr. secrets d'invsntion. — ing. secrets of invention] : Sıfat, memuriyet veya meslek ve sanat icabınca bir kim-
senin vakıf olup gizli tutmağa mecbur olduğu fennî keşif ve ihtiralara veya sınai tatbikata ait malûmattır. Bunların ifşası bir cürümdür (CK 138, 364, 365).
5 — Devlet sırrı [aim. Staatsgeheimnis. — fr. secret d'Etat, — ing. State secrets/ : Devletin emniyetine, yahut dahilî, yahut milletlerarası siyasi menfaatlerine taallûk eden ve gizli kalması lâzım gelen, yahut salahiyetli makamların neşir ve ifşasını mennettiği malûmattır.
Bunları âdi şekilde istihsal, veya siyasi, veya askerî casusluk maksadiyle istihsal bir cürümdür (CK, 132- 137; As CK, 55, 56; CMUK 49, 88).
6 — Askerî sır [aim. militörisches Geheimnis. — fr. secret militaire. — ing. military secret] : Memleketin müdafaası ve askerî bakımdan gizli tutulması gereken malûmattır. Bunları âdi şekilde istihsal, askerî casusluk maksadiyle istihsal, ifşa cürümdür (CK 132, 137; As CK 54. 56; CMUK 49, 88).
7 — Hususî sırların ifşası da ahlâka mugayir bir fiil olmak itibariyle tazmini muciptir (BK 41).
8 — Muhaberat sırrı [aim. Brief geheimnis, Postge-heimnis.— fr. secret de lettres. — ing. secrecy of the postal service] : Postalara verilen evrakın, mektupların ve her nevi emanetlerin selâhiyettar sorgu hâkimi, mahkeme kararı olmadıkça açılmaması, telgraf ve telefon ile yapılan muhaberat mahremiyetinin ihlâl edilmemesi halleridir (Anayasa 81). Muhaberat sırrını ihlâl bir cürümdür (CK 195 - 200).
Maznun tarafından veya ona hitaben gönderilen mektup, telgraf ve sair mersuleler posta ve telgrafhanede ancak hâkim tarafından zaptedilebilir ; Gecikmesinde zarar olan hallerde müddeiumumi de zaptedebilir-se de açmaksızın derhal hâkime tevdi mecburiyetindedir. Bu zabıt muamelesi -üç gün içinde hâkim tarafından tasdik olunmadığı takdirde hükümsüzdür (CMUK 91,92)
Aramaya tabi olan bir kimsenin kâğıtlarını tetkik salâhiyeti hâkimindir. Diğer memurların elde edilen kâğıtları tetkik edebilmeleri zilyedinin rızasına bağlıdır. Rızası olmazsa kâğıtlar zilyedi huzurunda bir zarfa konarak resmî mühürle mühürlenerek hâkime gönderilir, zilyet de mühürliyebilir (CMUK 102).
SIRF ASKERÎ SUÇ Ancak askerler tarafından işlenmesi kabil olan suçlardır, firar suçu gibi. Bir askerî vazifeyi de ihlal eden ve bu sebeble askerî ceza kanununda ayrıca gösterilen bazı umumi suçlar dahi askeri suç addolunur, fakat bunlaT sitÎ asken mahiyette mesleki bir suç değildir, Askeri ceza Kanununun 135inci maddesinde yazılı rüşvet suçu gibi.
SİAYE (si'aya) (Es.H.) Mükâtebin bedel-i kitabeti tediye edebilmesi için çalışmasıdır.
SİAYE-1 MİLK (si'âyi milk) (Es. H.) Kazancı mevtasının milki sayılan memlûkün çalışmasıdır. Müdeb-ber gibi ki bunun kisbi mevlâsvna aittir. Hatta mevlâ-sının vefatından sonra borcu için kıymeti nispetinde çalışmağa mecbur olur.
SAYE-1 ZAMAN (sı'âya-i zaman) (Es.H.) Kazancı mevlâsının milki sayılmıyan ve yalnız kendi borcunu ödemek için çalışan memlûkün sâyidir. Mükâtep gibi ki bu, mevlâsina karşı yalnız zâmin olduğu bedel-i kitabeti tediye için çalışır.
SİCİL — SİGORTALI
299
SlCİL 1 — bk. Resmî siciller.
2 — Orduda subaylarla askerî memurların ehliyet ve ahlâki durumları hakkında muayyen zamanlarda müteselsil âmirler tarafından izhar olunan meslekî hükümlerdir. Siciller ordunun, donanmanın emir ve komuta silsilesini tanzim için en mühim bir esastır. Terfilerde esas siciller olduğu gibi, menfi hükümleri ihtiva eden siciller de tekaüde sevk için bir esas teşkil eder. Sicillerde gösterilen mülâhaza ve kanaatler dâva mevzuu olamaz.
3 — Sicil (sicili) (Es.H.) Fil-asıl vekıalar ve muahe deler ve ahkâm gibi maddelerin kaydına mahsus defter. İlâm ve hüccete de itlâk olunar. Sonraları ilâm ve hüccetlerin kaydına mahsus deftere ıstılah olmuştur.
Bu defterler mahkemelerde itina ile tanzim ve tec-Jidedilerek sahiplerine verilen ilâm ve hüccetler aynen bu defterlere kaydolunur ve kaydolunmadıkça alâkadarlara hiçbir ilâm ve hüccet verilemezdi. Bazı seriye mahkemelerinin üç yüz, dört yüz senelik sicilleri mahfuzdur.
Bu defterlere sicil denildiği gibi zamanımızda tapu ve nüfus defterleri gibi bazı mücelledata da sicil itlâk olunmaktadır.
SlCÎL LİMANI [aim. Registerhafen. - fr. port d'enregistrement, — ing. port of registry].
Geminin tescil edildiği yerin limanıdır (TK 1461 vd; Türk gemilerinin Tescili Hakkında Nz).
SİCİL-İ TİCARET bk. Ticaret sicili.
SİF SATIŞ bk. Satış No. 13
SİGORTA [aim. Versicherung. — fr. assurance.— ing. insurance, assurance].
iki veya daha ziyade kimseler arasında öyle hukuki bir münasebettir ki, onunla sigorta eden kimse (bk. Sigortacı), karşılıklı yardım (bk. karşılıklı sigorta) ve büyük adetler prensipleri sayesinde diğer bir kimsenin meşru ve nakten takdir edebilecek olan iktisadi bir menfaatini (bk. Sigorta menfaati) temin eylemek mâksadiyle kanun veya mukavelece tâyin edilen müstakbel, tahakkuku meşkûk ve müşahhas bir hâdisenin zuhuru halinde, önceden tesbit edilen veya hâdisenin neticelerine göre tesbit edilebilecek bir meblâğın (bk. Sigorta bedeli) tediyesini ücret (bk. Prim) karşılığında deruhte eyler.
Sigorta ya bir sözleşmeden veya kanundan doğar. Sözleşmelerin akdi ilgililerin ihtiyarına bırakılabileceği gibi («ihtiyari sigorta» [aim. freiwillige Versicherung. — fr. assurance volontaire, assurance facultative! ) kanuni bir mecburiyet olarak da onlara yüklenebilir (bk. Mecburi sigorta). Bazı hallerde sözleşme akdine ihtiyaç olmaksızın sigorta münasebeti doğrudan doğruya kanundan doğar («kanuni sigorta» [aim. gesetzliche Versicherung, Zwangsversicherung. — fr. assurance obliga-toirej {bk. içtimai sigortalar, işçi sigortaları).
Sözleşmeye dayanarak karada ve denizde her nevi muhataraya karşı gerek ücretli gerek karşılıklı her nevi sigortalar mutlak surette ticaridir (TK 21 No. 14).
bk. Deniz sigortası, hayat sigortası, mal sigortası, mükerrer sigorta.
(TK 932- 1012; 1319-1441; 1149 ve 3398 No. K.)
SİGORTA ACENTESİ [aim. Versicherungsagent.
— fr- agent d'assurance. — ing. insurance agent].
Sigorta Bcentesi, sigorta ettiren kimse ile sigorta şirketi arasında bir mutavassıttır. Sigorta acentesinin salâhiyetleri şirket ile aralarındaki akitten anlaşılır. Sigorta acentesini sigortacının vekili olarak kabul etmek muvafıktır. Ancak tatbikatta poliçeler acentelerce imzalandığı için sigorta acenteleriue de, umumi olarak, Ticaret Kanununun 87-96 maddelerinde yazılı hükümleri tatbik etmek icabeder. Acentenin şirket umumi merkezinin vekâletini haiz olup olmaması rizikolarda değişme husule gelmesi hallerine vukuf vaziyetinde ve hasar hudusunda ehemmiyetli olduğu gibi sigorta mukavelesinin başlangıcını tâyin hususunda da mühimdir.
SİGORTA BEDELİ [aim. Versicherungssumme.— fr. somme assurie. — ing. insurance money].
Sigorta akdinin esaslı unsurlarından biri olup hasarın vukuu halinde sigortacının ödemek mecburiyetinde olduğu paradır.
Sigorta bedeli ekseriya bir miktar paradır. Lâkin, bazan sigorta poliçesi hükümlerine nazaran, sigorta bedeli, aynen ifası lâzım gelen bir borç suretinde de olabilir. Sigorta bedelini şahıs ve mal sigortalarında ayrı ayrı gözden geçirmelidir.
Filhakika, şahıs sigortasında sigorta bedeli poliçede tesbit edilmiş olan para miktarıdır. Mal sigortasına gelince : Sigortacının ödiyeceği şey sigortalının filen duçar olmuş bulunduğu zarar miktarıdır. Mal sigortalarında sigorta bedeli sigorta edilmiş olan menfaatin hasarın vukuu sırasındaki kıymetidir.
SİGORTACI [aim. Versicherer. — fr. assureur.— ing. insurer; underwriter].
Sigorta akdinin taraflarından biridir. Sigortalı adı verilen şahsa muayyen bir rizikonun tahakkuku halinde uğrıyacağı zararı tazmin etmeyi üstlenir. Sigortacı, sabit primli sigortalarda her zaman bir kamu kurumu veya bir anonim şirkettir ancak, karşılıklı sigortalarda «sigortacı» sigortalılar topluluğu ile aynı şahsiyettir (1149, 3392 No.Iu K, 30 Teşrinisani 1330 tarihli K).
SİGORTA DEĞERİ [aim. Versicherungswert. — fr. valeur assuree. — ing. insurable value], '
Sigorta ettirilen şeyin veya şahsın sigortalı için temsil eimekte olduğu menfaati ifade eden kıymettir.
SİGORTA ETTİREN [aim. Versicherungsnehmer.
— fr. preneur d'assurance. — ing. insurance taker; taker of insurance (policy) ].
Sigorta şirketi nezdinde sigorta mukavelesini yapan ve mukavelenameyi imza eden şahıstır. Ticaret Kanununda sigorta ettirene «sigorta akdini yapan» da denmiştir.
StGORTA İLMÜHABERİ bk. Muvakkat sigorta
SİGORTALI [aim. Versicherter. — fr. assure. — ing, insured assured].
Sigortacının kendisine karşı bir riziko tahakkuku halinde, tazminat ödemeği taahhüt ettiği şahıstır. Bu şahıs hakikî veya hükmi bir şahıs olabilir. Sigorta şekil ve çeşitlerinin birçoğunda sigortalı, sigorta akdinin yapıldığı günden itibaren muayyendir. Razı sigortalarda
300
SİGORTALI - SİNDİK
ve bilhassa başkası hesabına sigorta nevilerinde ise sigortalı evvelden belli olmıyabilir. Bu hal sigortanın muteber olmasına mâni olmadığı gibi, akitte taraflardan biri olan sigortalının bulunmadığı neticesini de doğurmaz.
SİGORTA MENFAATİ falm. Versicherungsinte-resse, versicherbares Interesse, — fr. interet assure.— ing. insurable interest).
Sigortalının bir rizikonun tahakkuk etmesinde gördüğü veya umduğu menfaata verilen isimdir. Türk hukukuna göre sigorta menfaati bir sigorta akdinde mutlaka bulunması icabeden bir unsurdur. (TK 934, 989, 1002, 1319).
SİGORTA MUKAVELENAMESİ (aim. Versiche-rungspolize. — fr. police d'assurance.— ing. insurance policy; policy].
Sigorta akdini tesbit edeo vesikadır. Ona «sigorta poliçesi» de denir. (TK 966 vd).
SİGORTA POLİÇESİ bk. Sigorta mukavelenamesi
StGORTA ŞAHADETNAMELERİ bk. Şahadetname.
SİGORTA ŞİRKETİ bk. Sigortacı.
SİGORTA TARİFESİ bk. Tarife.
SİGORTA UMUMİ ŞARTLARI bk. Umumi şartlar.
SİGORTA ÜCRETİ bk. Prim.
SİHAM-I MEFRUZA (sihâm-i mafruza) (Es.H.) Taktir ve tâyin olunan sehimlerdir.
SİKKE 1 — [aim. Münzpröguug, Miinzstempel, Münze. —fr. coin, monnaie.— ing.coin, die. —lât. nota; nummif: madenî paraların tabı ve darbında kullanılan nakışlı, demirden mamul âlete, ve akçaların üzerine vurulan nakşa da denir. Böylece darbedîlen akçaya da sikke denilir ki meşkûk manasınadır. Cem'i «meskukât» tır. (bk. Meskukat).
2 — (sikka) (Es.H.) Doğru yol, cadde demektir. Fukaha ıstılahında iki neve ayrılır:
a) Sikke-i âmmedir ki, buna tarik-ı âm da denir.
b) Sikke-i hassadır ki, buna tarik -1 has, tarik -1 gayri nafiz de denir ki hususi bir cemaata, birkaç komşuya ait bulunur.
SİL'A (sil'a) (Es. H.) Meta', bidaa demektir. Araz, ayn lâfızlariyle müteradiftir.
Dirhemlere, dinarlara, rayiç flüsa sil'a denilmez. Cem'i «sülû'»dıır.
SİLÂH 1 — [aim. Waffe.— fr. arme — ing. weapon. — lât. telum, arma.
a) Ceza Kanunu bazı hallerde, suçun silâh ile işlenmiş olmasını şiddet sebebi sayar. Nelerin «silâh» sayılacağı kanunda tasrih edilmiştir (CK 189). Fakat kanunun bu husustaki hükmü tahdidî değil, misal kabîlindendir.
Bir cürmün toplu kimseler tarafından işlenmesi halinde, bunlardan yalnız birinin silâhlı olması, suçun silâh ile işlenmiş sayılmasına kâfidir.
b) Ceza Kanununa göre iki çeşit silâh vardır: Memnu olan silâh, memnu olmayan silâh.
Memnu silâh erlere, subaylara, zabıta memurlarına tahsis edilmiş silâhlarla harb tüfekleri ve namlusu on
beş santimetreden uzun olan tabancalardır. Memnu silâhlar hakkında umumiyetle, ve taşınması memnu olmıyan silâhların ise ruhsatsız taşınması halinde müsadere hükümleri tatbik olunur (CK 36).
Memnu olmıyan silâhların, ruhsatsız taşınması kabahattir (CK 549).
2 — (Es.H) Katil ve müdafaa iyin kullanılan herhangi bir âlettir. Cem'i «Esliha»dır Kılıç, tüfek, süngü vesaire gibi.
SİLÂH ALTİ [aim. unter den Waffen, unter den Fahnen.— fr. sous les drapeaux.— ing. under armss).
Askerlikte muvazzaf veya yedek hizmeti ifade eder; «/Iskerlik hizmetine girmek» yerine «silâh altına alınmak»da denir.
SİLÂH KULLANMA HAKKİ (aim. Recht auf Waffengebrauch. — fr, droit d'usage d'armef.
Devlet silâhlı kuvvetlerinin, muayyen hallerde, silâhlarını kendiliğinden kullanmak hak ve salâhiyetleridir (Polis Vazife ve Salâhiyet K 16; Ordu Dahilî Hizmet K 83 , 86; Kaçakçılığın Men ve Takibi Hakkında K 11).
SİLÂHLI BİTARAFLIK [aim. bewaffnete Neu. tralitât. — fr. neutralite armee. — ing armed neutra-lity].
Bitaraflık hukuk ve vazifelerine başka devletler tarafından hürmet edilmesini temin için askerî tetbirler alan devletin siyasî veya bu hususta akitler mevcut olduğu takdirde hukuki vaziyetidir.
SİLÂHLI CEMİYET bk. Silâhlı çete.
SİLÂHLI ÇETE [aim. bewaffnete Bande. — fr. bande armee. — ing. armed gang].
Devletin şahsiyetine karşı olan suçlardan Türk Ceza Kanunu 125, 131, 146, 147 ve 156 da yazılı cürümleri işlemek üzere silâhlı olarak cemiyet yahut çete şeklinde vücuda getirilen topluluktur.
Silâhlı eşkıya karşısında askerlerin işliyeceği suçlar, düşman karşısında işlenmiş sayılır (CK 168; As CK
10).
SİLSİLE - İ MERATİP bk. Mertebeler silsilesi.
SİMHAK (simlıâk) (Es. H.) Bir yaradır ki et kesilmiş, et ile baş kemiği arasındaki ince zar gibi deri zuhur etmiş olup bu ince deriye de « Simhak » denir. Hükmü: hukûmet-i adildir.
SİME - TÜL - VAKF (siniac.il vakf) Vakıf nişanesi olan alâmet-i mahsusadır.
Bazı kitapların arkalarına veya atların budlarına; (Haza vakf, haza" habis» gibi bir yazı yazılması bu kabildendir.
Sime; dağ mânasına da gelir. Cem'i «Simat» tır. Sime - tül • vakf; hüccet olmadığından yalnız bununla keyfiyet sabit olmaz.
SİMSARLIK bk. Tellâllık.
SİNEMA FİLİMLERİ bk. Filim hukuku.
SİNDİK Ticaret mahkemesince alacaklıların toplanmasına kadar muvakkat olarak tâyin ve alacaklılar toplantısı ile istişareden sonra, jüj komiserinin inhası
SİNDİK - SİYASİ SUÇ
301
üzerine daimi, yani tasfiye sonuna kadar iflâs masası ve tahkik - i düyun ve tasfiye veya konkordato işlerini tedvir ve intacetmeğe memur edilen kinueye veya kimselere «sindik» denilirdi.
Mülga Ticaret-i Berriye Kanununun «vekil» dediği bu sendikler jüj komiserin nezareti altında vazife görürlerdi. Bugün daimî sendiktik vazifesi alacaklılar top luntısında intihabedilen iflâs idaresi tarafından iflâs dairesinin nezareti altında görülür. Yalnız basit tasfiye usulünde bütün muameleleri iflâs dairesi kendisi yapar (Mülga Ticaret-i Berriye Kanunu 170-210; İc İf K 218, 223, 226 vd). bk. İflâs idaresi.
SİNN-İ BÜLÛG (sinn-i bulûğ) (Es.H.) Bulûğ yaşıdır ki mebdei erkekte tam on iki ve kızda tam dokuz ve müntehası ikisinde de tam on beş yaştır.
SİN-tlYAS (sinniijâs) (Es.H.) Dem-i hayzın kesildiği yaş demektir ki elli beş yaş olarak kabul olunmaktadır.
SİPARİŞ MEKTUBU [alm. Bestellschein, Order-brief], Auftragsbrief. — fr. lettre de commande, com-mande. — ing. order letter/.
Bir tacire muayyen vasıflarda birtakım mal imal etmesi veya göndermesi için yazılan mektuptur.
SİRAYET FİL - CİNAYE (sirârat fi - 1 - cinâya) (Es.H.) Yapılan bir cinayet neticesinde tahaddüs eden şeccenin veya cirahatın dairesini tevsi etmesi veya vefata müeddi olması demektir.
Bir el tam mafsaldan kesildiği halde yaranın iler-liyerek kolun yarısına kadar sirayet etmesi, veya bir «muzıha» nin ilerliyerek «meşcıın» un vefatını intaç eylemesi gibi.
SİRKAT 1 — bk. Hırsızlık.
2 — (Sirkat) (Es.H.) Başkasının bir şeyini gizlice almaktır, miktarı az olsun olmasın, haddi icabetsin etmesin. Buna «sirkat-i suğrâ» da denir. Bir de «sirkat-i kübra» vardır ki, o da yol kesicilikten ibarettir.
Şer'an haddi icabeden sirkat-i suğra, şu veçhile tarif olunur :
«Mükellef bir şahsın en aşağı nisab-ı sirkat mik tan hasis ve mütesariülfesat olmıyan mülekavvim bir malı mahfuz bulunduğu yerden gizlice girip harice çıkarmasıdır ki, kendisinin bu malda bir hakkı olmadığı gibi bunda bir milk şüphesi de bulunmaz.» Bu sirkat; ya mübaşeret veya teşebbüs tariki ile olur.
SİRKATA KARŞI SİGORTA bk. Hırsızlığa karşı sigorta.
SİYASET (siyâsat) (Es.H.) Ta'zir demektir. Siyaset mefhumu şöylece de tarif olunmuştur: «Veliy.ül-em-rin raiye üzerindeki emir ve nehyi», «âdaba, mesaliha, intizam-ı emvale riayet için mevzu kanun », « dünya ve âhirette necatlarına bâdi o'acak bir yola insanları irşat ile beşeriyetin salâhına çalışmak».
Siyaset esasen tedbir-i umurdan, her işi güzelce tesviyeye kıyamdan ibaret cemiyetli bir kelimedir.
SİYASET-1 ÂMME (sijâsat-i 'amma) (Es.H) Bütün bir cemiyetin salâh ve intizamı için iltizam olunan bir kısım hükümlerdir.
SİYASET-İ HASSA (siyâ(al-i hâşşa) (Es. H.) Bazı ceraim erbabı hakkında, velev katil suretiyle olsun, vu-
kubulacak zecir ve tediptir. Nehb ve garet gibi, fisk ve fücur gibi memnu fiillere mükerreren cüret edenlerin kahr ve tenkil edilmesi bu kabildendir.
SİYASET-1 SERİYE (siyâsat-i şar'iyya) (Es.H.) Beşeriyetin' salâh ve intizamı için islâmiyetin kabul ve iltizam ettiği hükümlerdir. Diğer bir itibar ile, siyaset-i seriye hikmet ve maslahata nazaran muamelât ve ukubatta şiddet iltizam etmekten ibarettir. Erbab ı fesat hakkında ülül-emrin tatbikına seran mezun olduğu katil ve şiddetli tâzirat bu kabildendir.
SİYASÎ HAKLAR /aim. politische Rechte. — fr. droits politiques. — ing. political rights/.
Vatandaşın intihabetmek ve edilmek, memur olmak gibi haklarıdır, bk. Türklerin siyasi hak'arı.
SİYASİ HÜRRİYET [aim. politische Freiheit. — fr. liberie politique. — ing. political freedom].
Halkın doğrudan doğruya kendi kendisini idare etmesi, yahut idaresini intihabettiği mümessillere tevdi eylemesi hakkıdır.
SİYASİ MÜMESSİL VE" MEMURLAR bk. Diplomasi mümessil ve memurları.
SİYASİ (Diplomatik) MÜNASEBETLERİN KESİLMESİ bk. Kesilme.
SİYASÎ MÜSTEŞAR [aim. parlamentarischer Un-terstaaissekretâr. — fr. sous - secretaire d'Etat parle-mentaire. — ing. Parliamentary secretary].
Dahilî ve haricî işlerde vekil veya nazır gibi vazifeli ve parlamentoya karşı mesul siyasi uzuvlardır.
Bizde 3117 Numaralı Kanunla ihdas olunan siyasi müsteşarlık usulü 3271 Numaralı Kanunla ilga edilmiştir.
SİYASİ PARTİ [aim. Politische Partei.—fr. parti politique. — ing. party, political party].
Aynı siyasi fikirleıi taşıyan kimselerin teşkil ettiği topluluğun adı. Bu topluluk mensupları fikirlerinin gerçekleşmesi için birlik ve beraberlik halinde hareket ederler.
SİYASÎ SUÇ [aim. politisches Delikt (Verbrechen oder Vergehen.)— fr. delit politique. — ing. political offence].
Ceza hukukunda siyasi suçun tam bir tarifi yapılamamıştır. Siyasi suç hakkındaki kanaat değişmeleri doktirinde de esaslı ayrılıklar doğurmuştur. Bu husustaki doktirin cereyanlarını iki grupta toplamak mümkündür. Bazı müelliflere göre faili suça sevkeden saika bakmak suretiyle suçun siyasi olup olmadığına karar vermek lâzımdır (Sübjektif Nazariye). Diğer bazı müelliflere göre de failin takibettiği gaye ve saik ne olursa olsun ihlâl edilmiş olan hakkın mahiyeti fiilin siyasi olup olmadığın tâyin etmelidir (Objektif Nazariye),
Hem âdi ve hem de siyasi sayılabilen cürümlere doktirinde «izafi siyasi suç» âdı verilir. Bunlar da iki çeşittir. Bir fiil ile aynı zamanda hem âdi ve hem de siyasi bir suç işlenmiş ise bu gibi suçlara «Muhtelit siyasi Suç» denir. Siyasi bir maksat ve gaye için adi bir suç işlemek ise «Siyasi Murtabıt Suç» lan meydana getirir. Muhtelit ve Murtabıt siyasi suçlar objektif nazariyeye göre siyasi suç sayılmazlar. Halbuki failin takip ettiği gaye ve maksadı nazara alan Sübjektif Nazariye bunları siyasi suç telakki eder.
Kalpazanlık suçlarının, siyasi tethişcilik fiillerinin ne maksatla işlenmiş olursa olsun siyasi suç sayılmaması milletlerarası anlaşmalarla karar altına alınmıştır.
302
SİYER — STATÜKO
SİYER (siyar) (Es H.) Gazalara mütaailik haller, gazilerin evsaf ve mcnakıbi demektir. Müfredi «siyret»tir.
Siyret; esasen tarikat, heyet, haslet ve bir nevi hareket demektir. Bu münasebetle gazilerin menakıbine takibedecekleri tariklara mütaailik mesail ve mebahi-sin heyeti mecmuasına «Kitab - üs - siyret» denilmiştir.
SON TAHKİKAT bk. Ceza muhakeme usulü.
SON TAHKİKATIN AÇILMASI KARARI [aim. Eröffnungsbeschluss. — fr. decision concernant l'ou-verture de la procedure principals. — ing. decision concerning eommencement of the trial].
Ceza işlerinde ilk tahkikattan elde edilen neticelere göre cezayı müstelzim bir fiil ile maznunun kâfi derecede şüphe altında olduğu tezahür ettiği takdirde sorgu hâkimi, askerî işlerde adlî âmir tarafından verilen karardır.
Suçun kanuni unsurları, tatbiki icabeden kanun maddesi ve duruşmanın hangi mahkemede yapılacağı gösterilir (CMUK 196, 200; As CK 129, 133).
SON TAHKİKATIN MUVAKKATEN TATİLİ KARARI [aim, vorlaufige Einstellung des Verfahrens],
Maznunun gaip olması veya suçu işledikten sonra akıl hastalığına uğraması sebeplerinden biriyle son tahkikatın yapılmasına imkân olmadığı takdirde sorgu hâkimi tarafından verilmesi icabeden karardır (CMUK 198 As CK 128).
SORAV bk. Mesuliyet.
SORGU [aim. Vernehmung, VerhSr.— fr. interro-gatoire. — ing. interrogation, examination].
Suç işlemek şüphesi altında olan bir kimseye yargıç, savcı, polis memurları tarafından, kim olduğunun, şahsi hallerinin, kendisine isnadedilen suç hakkında cevap verip vermiyeceğinin ve tahkikatın aydınlatılması için lüzum görülen şeylerin sorulmasıdir. Maznunun sorguya çekilmesi yalnız ilk tahkikatta zaruridir. Hazırlık tahkikatında kanuni bir zaruret yoktur (CMUK 132-135, 154, 156, 185, 236; As CUK 83, 100; 102, 169).
SORGU HÂKİMİ (Sorgu Yargıcı) [aim. Unter. suchungsrichter. — fr. juge d'instruction, — ing. coroner, examining magistrate].
Ceza muhakemeleri Uculünde ilk tahkikat] yapmakla mükellef hâkimdir. Bunlara eskiden müstantik denirdi.
SORU bk. Sual
SORUM bk. Mesuliyet.
SORUŞTURMA bk. Tahkikat.
SOSYAL SİGORTA bk. İçtimai sigortalar.
SOYADI bk. Ad No. 2.
SÖGME bk. Hakaret ve söğme.
SÖZATMA Adabı umumiye karşı işlenen cürümlerden biridir (CK 421).
SÖZLEŞME bk. Akit, mukavele.
SPEKÜLASYON [aim. Spekuîation. — fr. speculation. — ing. speculation].
(Ticarette) gayrımenkulleri, her türlü mal ve menkul kıymetleri, fiatları yükseldiği zaman satarak kazanç temini mâksadiyle satın almak, yahut mal ve menkul kıymetlerin fiatları düşeceğini tahmin ederek bunları ileride teslim şartiyle satmaktır. Menkul Kıymetler ve Borsalar Kanununa göre (27) kambiyo ve nükut işlerinde spekülasyon memnu olduğundan fert veya müesseseler ihtiyaçları bulunmadıkça doğrudan doğruya veya vasıta ile kambiyo ve mıkut alıp satamazlar.
STAJ [aim. Vorbereitungsdienst. — fr. stage]. Bazı hizmetler namzetlerinin amelî bilgi ve melekelerini artırmaları ve ehliyetlerini ispat etmeleri için doldurmaya mecbur oldukları devredir. Aynı manâda olmak üzre, Memurin ve Hâkimler Kanununda (Namzetlik devresi) Borçlar ve İş Kanunlarında (Tecrübe müddeti) tâbiri kullanılmıştır.
Memuriyet namzetlik devresi (Memurin K 7) Hâkimler için namzetlik devresi (Hâkimler Kİ ve 5), Avukatlık stajı (Avukatlık K 1, 8, 16, 19) çırak ve hizmet akitlerinde tecrübe müddeti (BK 342) İş Kanununda tecrübe müddeti).
STARYA bk. Yükleme müddeti, boşaltma müddeti.
STATÜ bk. Esas nizamname.
STATÜ NAZARİYESİ [aim. Statutentheorie. — fr. theorie des statuts.— ing. statutheory, theory of the conflict of statutes].
Orta çağda İtalyan şehirlerinde «müşterek hukuk» olarak tatbik edilen Roma hukuku hükümleri yanında, bu şehirlerin kendine mahsus ayrı ayrı hukuku vardır. Buna «mahallî hukuk» mânasına olmak üzere «Statutum» denirdi.
Ticaret merkezi olan büyük şehirlerin arasındaki münasebetler dolayısiyle her şehrin kendi hukukunu tatbik etmek hususunda meydana çıkan güçlükleri önlemek için Postglosatörler tarafından ortaya konulan «Statü nazariyesi» ne göre herkes kendi şahsı itibariyle ikametgâhı mahallinin kanunlarına (Statute personalia), aynî haklarda hakkın taallûk ettiği şeyin bulunduğu yerin kanunlarına (Statuta realia) tâbi olur. Hukuki fiil ve muamelenin yapıldığı yerin kanunlarına (statuta mixta) denilir. Menkul şeyler şahsa bağlı sayıldığından «statuta personalia* ya, yani şahsın tâbi olduğu hukuka göre muamele görürdü. Müşterek hukuk yerine muayyen bir mahallin kanunlarına ihtiyarî olarak tabi olma esasına dayanan, vaktiyle Fransa, Hollanda ve Almanyada kabul edilen ve on sekizinci asrın nihayetiyle on dokuzuncu asrın başlangıcında yapılan kanunlarda (Prusya Memleket Kanunu, Fransız Medeni Kanunu, Avusturya Medeni Kanunu) yer almış olan bu nazariyenin ve kanunların mekân itibariyle meriyeti hudutlarını tâyin mâksadiyle millî ve milletlerarası talâkkilere göre devletler hususi hukukuna yeni esaslar aramlmıştir.
STATÜKO [aim. Status quo. — fr. ing. status
quo].
Muayyen bir vaziyetin hasıl olmasından önce muteber ve cari olan hak ve vecibelerin, bu vaziyetin sona ermesinden sonra da oldukları gibi tatbik edileceklerini ifade eden lâtince bir tabirdir; ekseriya bir harbden sonra, harbden evvelki vaziyetin idaresini beyan eder; I bu takdirde «Statuquo ante bellum» diye tasrih edilir.
SUAL— SUİHAL
303
SUAL (Som) (Parlementolarda) [aim. (parla-mentarische) Anfrage, Interpellation. — fr. question (parlementaire). interpellation. — ing. interpellation, (parliamentary) question].
Her Milletvekilinin Başbakandan veya Bakanlardan sarih ve muayyen maddeler hakkında yazı ile malûmat istemesine denir.
Bütçe veya diğer bir kanun tasarısı müzakere olunurken Milletvekilinin sözlü sual sorması caizdir, Sorulan saallere verilecek cevapların sözlü verilmesi istenmiş ise sözlü, yazı ile istenmiş ise yazı ile olması lâzımdır (Anayasa 22; içtüzük 149, 150 vd).
SUAL (Soru) SORMA HAKKI [aim. Fragerecht.
— fr. droit de faire poser des questions].
Hâkimin, mahkeme heyeti azasının, cumhuriyet müddeiumumisinin, tarafların veya vekillerinin ve ehl-i vukufun taraflardan, şahitler veya ehl-i vukuftan doğrudan doğruya izahat istemek hakkıdır.
Sual sorma salâhiyeti, hâkime veya mahkeme reisine aittir (HMUK 75, 230, 266, 268, 340; CMUK 231). Mahkeme âzası, taraflar veya cumhuriyet müddeiumumisi: hâkim veya mahkeme reisi vasıtasiyle sual sordurmak hakkını haizdirler (HMUK 233, 267, 283). Ceza dâvasının duruşmasında, muayyen kayıt ve şart altında cumhuriyet müddeiumumisi, müdafi ve mahkeme âzası nın doğrudan doğruya sual sormak hakları vardır (CM UK 232, 233, 234).
SUBAŞI 1 — Osmanlı İmparatorluğunun eski teşkilâtında: şehirlerde emniyet ve asayişi teminle mükellef idarenin başında bulunan âmirdir.
2 — Hususi çiftlikler gibi malikânelerin varidatını tahsil ve emniyet ve asayişini teminle vazifelendirilmiş kimsedir.
SUÇ [aim. strafbare Handlung, Straftat, Delikt.
— fr. infraction penale. — ing. crime, public wrong, offence. — lât. delictum).
Kanunun cezalandırdığı fiil.
SUÇDA İŞTİRAK [aim. Teilnahme an einer straf. baren Handlung). — fr. complicity. — ing. aiding or abetting in commission of an offence).
Birden ziyade kimselerin, aralarında önceden anlaşarak bir suç işlemeleri halidir. Bu suretle birlikte suç işlemiş olanlara «suç ortağı» [aim. MittSter.— fr. complice. — ing. accessory]. denir. Ortakların sorumluluğu-suça iştirakdaki maddi ve mânevi faaliyet hisseleri ile tâyin olunur.
Türk Ceza Kanunu asli ve fer'i olmak üzere suç ortaklığını ikiye ayırır. Fiili irtikâp edenlerle doğrudan doğruya beraber işleyenler ve başkalarını suç işlemeğe azmettirenler asli ortak sayılılırlar. Suç işlemeğe teşvik suç kararını takviye, suçdan sonra yardım edeceğini suçdan evvel vadetmek, suçun ne suretle işleneceğine dair bilgi vermek, suçun işlenmesine yarayacak vasıtaları tedarik etmek, suç işlenmeden evvel veya işlendiği sırada fiilin icrasını kolaylaştırmak şeklinde olan faaliyetler ise fer'i ortaklığı meydana getirir. Asli ortaklığın cezası fer'i ortaklığınkinden daha ağırdır (CK, 64-67)
SUÇ EŞYASI [aim. fr. lât. produeta et instrumen-ta sceleris*}
Suç ile ilgili eşya, üç çeşittir :
1) Suçun mevzuunu teşkil eden eşya: Suçun tesiri-
ni doğrudan doğruya üzerinde husule getirdiği eşyadır, hırsızlıkda çalınan mal gibi.
2) Suçdan husule gelen eşya : Suçun meydana getirdiği eşyadır, kalp)zanlık suçunda imal edilen kalp para gibi.
3) Suçda kullanılan eşya; Suçun işlenmesinde vasıta olarak kullanılan eşyadır, mesken masuniyetini ihlâl suçunda kullanılan merdiven gibi.
Suçda kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan, suçdan husule gelen eşya, kanunun aradığı şartlar (CK 36) mevcut ise müsadere olunur. Cürüm eşyasını saklamak, satın almak suçdur (CK 512).
SUÇLARDA irtibat bk. Murtabıt suç.
suçlarin içtimai bk. içtima.
SUÇLARIN İHBARI bk. İhbar.
SUÇLULARI GERİ VERME bk. Suçluların iadesi.
SUÇLULARIN İADESİ [aim. Auslieferung (von Verbrechern). — fr. extradition. — ing. extradition].
Başka bir memlekette suç işleyip diğer bir memlekete sığınanların ülkesinde suç işlediği memlekete geri verilmeleridir. Suçluların iadesi devletler arası ceza hukukunun karşılıklı yardım vasıtalarından en mühimmidir.
Umumiyetle kabul edilen sisteme göre suçlu, sığındığı devletin tabası ise iade edilemez, siyasi suçlularında iade edilmeyeceği kaide haline gelmiştir.
Suçluların geri verilmesinde takip edilecek usul hakkında üç sistem vardır: Adli, idari, muhtelit sistemler. Adli sisteme göre suçlunun iadesine karar vermek mahkemeye aittir. Hükümet mahkemenin kararına uymağa mecburdur. İdari sisteme göre- suçluların iadesi hususu münhasıran idari bir muamele sayılır. Hükümet ancak istişari mahiyette olmak üzere mahkemenin mütalaasını alabilir. Muhtelit sistemde ise mahkemenin iade edilemiyeceğine karar verdiği suçluyu hükümet iade edemez, fakat mahkemenin iadesine karar verdiği suç. luyu hükümet iade edip etmemekte serbesttir. Bu hususta Türk sisteminin en fazla yaklaştığı sistem muhtelit sistemdir.
Suçluların iadesi memleketimizde hususi bir kanuna konu olmamıştır. Suçluların iadesinde Türk sistemi Ceza Kanununun 9 uncu maddesi hükmüne ve diğer devletlerle akdedilen antlaşmalara dayanır.
Suçlu hangi suçdan dolayı iade edilmiş ise, iade edildiği devlet mahkemelerinde ancak o suçdan dolayı muhakeme edilebilir. Buna ihtisas prensibi denir.
SUÇ ORTACI bk. Suçda iştirak.
SUÇ TASNİİ [aim. falsche Anschudgung. — fr. simulation d'infraction. — ing. simulation of infringements].
Vuku bulmadığını bildiği suçu adliyeye veya keyfiyeti adliyeye tevdi'e mecbur bir makama vukubulmuş gibi ihbar etmek veya vaki olmiyan bir suçun eserlerini uydurmaktır. Bu fiiller ceza kanunumuza göre adliye aleyhine işlenmiş bir cürüm teşkil eder (CK 283).
SUÇÜSTÜ bk. Meşhut Saç.
SUİHAL (aim. unzüchtiger (fasterhafter) Lebens. wandel, sehleehte Auffiihrung. — fr. inconduite. — ing. misconduct).
1 — Ferdin, içtimaî ahlâk bakımından kötü, şerefsiz ve haysiyetsiz sayılan hareket tarzıdır. Bu hal, me-
304
SUİ HAL — SULARIN KENDİ KENDİNE AKMASI
denî hukukta nişanın bozulmasında muhik sebeplerden ve boşanmayı istemeye hak verici, vesayet altına aldırıcı ve vasilik sıfatının iktisabını önleyici sebeplerden sayılır (MK 84, 131, 356, 368, 419).
2 — Amme hukukunda Serseri ve Mazanneisu' Eşhas hakkındaki 26 Nisan 1325 tarihli Kanuna göre serserilerle, çalışmıya muktedir olduğu halde dilenmeyi geçim vasıtası yapanlar ve umumca kötü zan altında görülen kimseler su.i hal sahibi sayıldıkları gibi, bu gibilerin muhtelif cezalarla cezalandırılacağı da tesbit olunmuştur.
Su-i hal sahibi olmak âmme hizmetlerine girmiye mâni teşkil ettiği gibi bu hizmetlerden çıkarılmıya da sebep olur (Memurin K 4 f c; Avukatlık K 2 f c; Hâkimler K 2 f 5).
SUİİSTİMAL bk. Hakkın suiistimali.
SUİKAST (TECAVÜZ, TASADDİ) /aim. An-schlag, Angriff, Attentat.— fr. attentat.— ing. attack, attempt (to commit a crime). — lât. attentatum/.
1 — Devletin emniyetine karşı tecavüz {aim. Attentat aaf die Sicherkeit des Staates. — fr, attentat â la surete de l'Etat/. devletin toprak bütünlüğüne, istiklâline, birliğine, milletlearası siyasî durumuna, dahilî emniyetine, hükümetin şekline ilh..., karşı tecavüz ve Reisicumhur hakkında suikast hareketleri, ki Ceza Ka-nunnnun 125 ve sonraki maddelerine göre birer cürümdür.
2 — Hürriyete tecavüz falm. Beeintrâchtigung der persönlichen Freiheit. — fr. attentat â la liberte]. bir kimseyi gayri meşru surette şahsî hürriyetinden mahrum etmektir. Ceza Kanununun 179 - 187 ye kadar olan maddelerine göre cürümdür.
3 — Irza tasaddi, iffete tecavüz falm. unzüchtige Handlung. ¦— fr. attentat â la pudeurf cebren ırza geçmekten başka suretle bir kimseye karşı zorla şehevî tecavüz Ceza Kanununun 415 ve 416ıncı maddelere göre cürümdür.
SUİKAST ŞARTI (Belçika şartı) (aim. Attentats-klausel. — fr. clause belge, clause d'attentatf.
1854 yılında Napolyon III. e karşı tertip edilen suikast failinin Belçikaya kaçması üzerine suçlunun fransaya iadesi lâzım gelip gelmeyeceği şiddetli münakaşalara sebeb olmuş ve Belçika 22 mart 1856 tarihli kanunla Devlet Reisleri ile bunların aileleri efradının hayatlarına karşı vuku bulacak taarruzların siyasî suç sayılamayacağını ilân etmişti O zamandanberi bu fiiller siyasi suç sayılmamakta ve akdedilen suçluları geri verme muahedelerinin bir çoğunda Belçika kanununun hükmü yer almaktadır. Bu hüküm Ceza Doktrininde «Belçika Şartı» veya «Suikast şartı» ismi ile tanınmaktadır.
SUİNİYET (aim. böser Glaube, böser Wille, wi-der Treu and Glaaben, Verstoss gegen Treu und Glau-ben. — fr. mauvaise foi. — ing, bad intention, bad faith, fraud, mala fide. — lât. malitia, mala fides/.
Sübjektif hüsnüniyetin zıddı olup bir şahsın müta-lebesinin esassız, yersiz ve gayrı varit olduğunu, yahut fiilinin cürüm veya şibih cürüm teşkil eylediğini bilmesi demektir (MK 3, 75, 114, 125, 159, 360, 395, 508, 527, 558, 579, 638 , 650, 687, 699, 701, 711, 834, 843, 853, 864, 893, 899, 901, 906, 931, 933; BK 8, 36' 63, 165, 188, 212).
SUKUT SEBEPLERİ [aim Gründe fur das Er-löschen, den Untergang (von Rechten und dergleichen). — fr. causes de Vextinction, de la decheance ou de la forclusion. ¦— ing. causes for the discharge, termination, forfeiture/.
1 — Hususî hukukta sukut sebepleri alacağın ortadan kalkması vecibe alâkasının sona ermesi bakımlarından tetkik olunur.
1 — Alacaklarda : bir alacağın ortadan kalkmasını intaç eden haller şunlardır:
a) bk. İfa.
b) bk. Tecdit.
c) bk. Takas.
ç) bk. Alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi.
d) bk Müruru zaman.
e) İmkânsızlık (borçluya isnat olunamıyan bir sebeple ifanın imkânsızlaşması hali) (BK 117 f 1).
f) bk. Hakkın sukutu.
g) ölüm (borçlunun şahsen yapmaya mecbur olduğu bir edanın ölümü ile sakit olması)
h) Alacaklının edada bir menfaati bulunmaması (bu, borçlunun hürriyetini takyit edici vecibelerde görülen bir sukut sebebidir) (BK 532 f 1).
i) Borçlunun aczi (bu, istisnaî bir sukut sebebidir. Hibe^vadinde (BK 245 f 2) ve aciz vesikasında yazılı alacak mikdarının faizinde (İc İf K 143) görülür).
2 — Vecibelerde : vecibe münasebetinin sukutunu intaç eden sebepler şunlardır:
a) bk. İfa.
b) Taraflardan birinin ölümü (BK 305, 347, 371, 384, 379).
c) İnfisahî şartın tahakkuku bk. Şırt.
ç) Kararlaştırılan müddetin hitamı (icar, hizmet, şirket akitlerinde).
d) İkale (Burada, vecibenin tevlit ettiği mükellefiyetler iade mükellefiyetine inkilâp eder). İkale bir mukavele veya kanuna istinadeder) (BK 82, 94 ve 106).
e) İflâs (hasılat icabında kiracının iflâsiyle (BK 290), vekâlette her iki taraftan birinin iflâsiyle (BK 397), ölünciye kadur bakma ve kayd ı hayat ile irat n.uka-velesinde borçlunun iflâsiyle) (BK 509, 519).
II — Dâvada bk. Dâvanın sukutu.
III — Cezada bk. Cezanın sukutu.
SUKUT-U HAK bk. Hakkın sukutu.
SULAR (aim. Wasserloufe, Gewasser\ Wasser.— fr. eaux. — ing. water. — lât. aquae/.
Seyrüsefer, içme, sulama, kullanma, bataklık vukuuna sebebiyet verme, taşarak zarar yapma, köy, kasaba ve şehirlerde taksim gibi muhtelif b kımlardan kanunlara mevzu teşkil etmiştir.
(Ameliyat-ı Jskaiye İşletme K; Seylâptan İrası Hasar eden Gayr.ı Memlûk Enharın Sureti Talhiri Hakkında K; Sular Hakkında K, Köy K 13 f 2 ve 3, 37 f 1; Vmumî Hıfzısıhha K, 11 inci bab fasıl 1, 2; Nafıa Vekâleti Teşkilât ve Vazaifi Hakkında K 10).
SULARIN KENDİ KENDİNE AKMASI (Akar Su-Iar) [aim. natürlicher Wasserablauf. — fr. ecoulement des eaux. — ing. water - course. — lât. aquae iter].
Kar, yağmur, tutulmamış kaynak suları gibi üst taraftaki gayrımenkullerden kendi kendine akan sulardır. Diğer gayrimenkullerin sahipleri bunları kendi ül-
SULARIN KENDİ KENDİNE AKMASI - SÜBJEKTİF ÂMME HAKKİ 305
kelerine kabule mecburdurlar ve komşularının hiçbiri diğerinin zararına olarak bu akıntıya mâni olamaz.
Diğer taraftan, bir gayrimenkulun aşağısında bulunan diğer gayrımenkule akan ve ona lâzım olan suyu, yukarıki gayrimenkul sahibi kendisine lâzım olan dereceden ziyade mülkünde tutamaz (MK 666).
SULBİYE (şulbiyya)(Es.H) Müteveffanın sulbünden hasıl olan kız demektir.
SULH a) — Medenî hukukta falm. Vergleich, Prozessvergleich.— fr, transaction. — ing. compromise.
— lât. compositio, pactio, transigere]: karşılıklı feragat ve müsaade arzularının tesiri altında yapılmış ve yine karşılıklı anlaşmaya dayanan iva2İı bir akittir ki, mevcut bir ihtilâfı ortadan kaldırır veya muhtemel bir ihtilâfın önüne geçer (MK 405 bent 8). Vekil, hususî salâhiyeti haiz olmadıkça müvekkili namına sulh yapamaz (BK 388; HMUK 63).
Devlet namına sulh akdi Muhasebei Umumiye Kanunu (137) ve belediye namına sulh akdi Belediye Kanunu (70 f 13) nda gösterilen usule tabidir.
b) Milletlerarası hukukta falm. Friede.— fr. paix.
— ing. peace. — lât. pax]: devletler arasında münasebetlerin devamını veya her hangi bir sebeple kesilmiş olan münasebetlerin iadesini ifade eder.
2 — (su (lı) (Es.H) Taraflar arasındaki nizaı rizalariyle ref'eden akittir. Sulh üç kısımdır:
a — An ikrarın sulh : müddeaaleyhin ikrarı üzerine vaki olan sulhtur.
b — An inkârın sulh : müddeaaleyhin inkârı üzerine vaki olan sulhtur.
c — An sükutin sulh : müddeaaleyh ikrar ve inkâr etmeyip sükûtu üzerine vaki olan sulhtur.
Meselâ, (A), (B) den şu kadar kuruş alacak dâva edip te (B) borcunu ikrarla müddeabihten bir miktarı üzerine sulh olsa «An ikrar» ın ve müstevdi müstevdadan «vediayı istihlâk ettin» diye kıymetini talep edip te müstevda inkâr ile beraber def-i nizâ için bir mal üzerine sulh olsa «An inkâr» ın ve muir ariyeti itlaf ettiğini iddia ile müsteirden kıymetini talep edip te itlaftan bahsedilmiyerek bir mal üzerine sulh olsa «An sükutin» sulh kabilinden olur.
SULH HÂKİMİ (Sulh yargıcı) falm. Friedens-richter, Amtsrichter. — fr. jage de paix. — ing. Justice of the peace; police - court magistrate].
Az ehemmiyetli hukuk ve ceza dâvalarını tetkik ve hal ile vazifeli ve hâkimlik sınıf ve derecelerine dahil tek hâkimdir. Kaza salâhiyeti; bulunduğu kaza veya nahiyenin idarî hududu ile mahduttur. Hukuk işlerindeki vazifeleri hakkında bk. HMUK 8; MK 161, 169, 271 225, 347 , 362, 363, 376, 382, 388, 396, 400, 405 - 407, 428, 430, 431, 434, 485, 533, 535, 549, 560, 575, 591, 592, 595; HMUK 104; 494, 500, 561, 570; BK 235 , 269, 318; TK 435, 437, 493, 712, 719; Noter K 45; Belediye K 28. Sulh hâkimi, diğer hususî kanunların hükümlerine nazaran da kazaî ve idarî vazifeleri haizdir.
Ceza işlerinde vazifesi; Ceza Kanunundaki suçlardan, 825 sayılı kanunun 29 uncu maddesinde sayılan ve hususî kanunlarda mercii tasrih edilen suçlara mütaallik dâvaları rûyet ve hükmetmektir. Hazırlık tahkikatı sırasında hâkimin karariyle yapılması lâzımgelen tahkik
muamelesine izin vermek ve bazı kararları almak vazifesiyle de mükelleftir: arama, zabıt, tevkif kararlan gibi.
icra işlerinde vazifesi: Adalet Bakanlığı, tensib edeceği sulh mahkemelerine bu mahkemelerin salahiyetli oldukları işlerde icra salâhiyeti verebilir. Bu halde, icra hâkimliği vazifesi sulh hâkimi tarafından ifa olunur (Ic If K 1). Yalnız sulh hâkimi bnlunan yerlerde Adalet Bakanlığı bu hâkimlere asliye hukuk ve ticaret işlerini ve asliye ceza mahkemelerine ait bazı ceza dâvalarını görmek salâhiyetini verebilir (3747 ve 3748 No. Kanunlar).
SULH MAHKEMESİ bk. Sulh hâkimi.
SULH TEŞEBBÜSÜ falm. Suhneversuch, Güte-verfahren. — fr. essai (tentative) de conciliation].
İhtilâf halinde bulunan iki kimsenin vazifeli mahkeme huzurunda dâvaya tutuşmadan evvel hâkimin veya idarî merciin tavassutu ile anlaşmaya, ihtilâfı ortadan kaldırmaya çalışmalarıdır (HMUK 494, 513; Köy K 49; İş K 77; Millî Müdafaa Mükellefiyeti K 58).
SULTA bk. Otorite.
SULTAN (sultân) (Es.H.) Hüccet, burhan, delil, kahr ve galebe sahibi oldukları cihetle hükümdarlara, valilere de «Sultan» unvanı verilmiştir. Cem'i«Salâtin»dir.
SUN' (§un') (Es. H.) Eminin taaddisi, yani emanet olan mâl hakkında sahibinin razı olmadığı şeyi yapması demektir.
SUPALAN falm. fr. ing. *sous - palan» }.
«Vinç üzerinde» veya «vinç altında» demektir. Bir limandan diğer bir limana gönderilen malların tahmil limanında vinçle gemiye alınması için yükleyici tarafından geminin bordasına getirilmesi ve muvasalat limanında aynı veçhile teslim alınması hususunda deniz nakliye mukavelelerine konulan kayıttır (TK 724).
SURET falm. Abschrift, Kopie, Ausfertigung. — fr. copie, expedition. — ing. copy.]
Hukuki bir muameleyi tesbit eden senet veya vesika (zabıt varakaları, ilâmlar, sicil, kayıt gibi) Din aslına uygun örneğidir. Tasdikli suret [aim. beglaubigte (legalisierte) Abschrift, Ausfertigung. — fr. copie au-thentique, legalisee, certifiee, confirmee.— ing. legalised copy].ise, salahiyetli merci veya memur tarafından tastik edilmiş surettir (HMUK 321, 322, 392; Noter K 44).
SÜBJEKTİF ÂMME HAKKI [aim. subjektiv-öf-fentliches Recht. — fr. droit public subjectif. — ing. subjective public right],
a) Ferdin, millî birlik içinde devletçe bir varlık olarak tanınmasından doğan hakkıdır.
b) Cemi olarak, sübjektif âmme hakları; fertlerin devlete karşı, hukuk nizamınca korunan sübjektif münasebetleri; esasiye ve idare hukuku sahalarında yurttaşların devlete karşı haiz oldukları haklar demektir:
Meselâ, 1) Seçme, seçilme gibi yurttaşların devlet faaliyetine iştirakini temin eden «müspet sübjektif haklar» (siyasi haklar), 2) Ev, can, mal, ırz masuniyeti, yazı, söz ve saire hürriyetleri gibi devlet müdahalesinin, daha doğrusu hâkimiyetin tahdit ve takyidini ihtiva eden «menfi sübjektif haklar» (hürriyet hakları) dır.
H. L. 20
306
SÜBJEKTİF HAK - SÜRGÜN
SÜBJEKTİF HAK bk. Hak.
SÜBUT SEBEBLERİ bk. Delil no 1
SÜBUT VASITALARI bk. Beyyine.
SÜFTECE (Sııl'laca) (Es. H.) Aslı muhkem şey mânasına «süfte» olup farisî olan bu kelime Arap lisanına «süftece» olarak al.nmıştır. Poliçe demektir.
SÜGUR (Şugûr) (Es.H.) Serhatler, derbent ağız. lan, düşmanın hücumundan korkulacak açık mevziler demektir. Müfredi, sügr'dür.
Sügr kelimesi lügatte dağınık, müteferrik şey manasınadır.
SÜKNA HAKKI /aim. Wohnrecht. - fr. droit d'habitation].
Bir evde veya bir evin bir kısmında oturmık veya bir evi veya bir kısmını işgal etmek mânasını tazammun eyliyen, şahsa bağlı bir irtifak hakkıdır. Bu itibarla başkasına da intikal etmez (MK 748).
SÜKÛT /alın. Schmeigen — fr. silence, reticence. — ing. reticence, silence. — lât. tacere].
Sükût umumiyetle beyanın zıddıdır. Sükût eden kimse, iradesini hiçbir suretle açığa vurmamış demektir. Bu itibarla, sükût herhangi bir muameleye muvafakat mânasına gelemez. Bununla beraber, sükût eden kimsenin iradesini izhar etmiş gibi sayılmasını icabetti-ı-ecak haller de olabilir : (MK 263, 339, 159 f 1 ; TK 668, 684; BK 6, 10 f 2).
Borç münasebetleri mevzuuna girmiyen sahalarda dahi, kanun sükûta mühim neticeler izafe eder: Nesepte (MK 242), mirasın intikalinde (MK 550), nispi butlanın izalesinde (MK 119) olduğu gibi. Görülüyor ki bazı hallerde işlerin istilzam ettiği emniyet bakımından, kanun sükût etmemek mecburiyetini ferde tahmil etmiştir.
SÜMER BANK Sanayi işleri ve bankacılık mua-meleieriyle iştigal etmek ve hükmi şahsiyeti haiz olmak üzere kurulan iktisadi d = vlet teşekkülüdür.
Bankanın idaresi umum müdür de dâhil olmak üzere bir başkan dört üyeden mürekkep idare meclisine aittir. (2262, 3460 No. K).
Bankanın murakabesi, İktisadi Devlet Teşekküllerinin tâbi olduğu usule tabidir, bk. Umumi Murakabe Heyeti.
SÜNNET (sunna tun) Sünnet lûgatta «siret, yol, tabiat, şeriat, âdet» demektir. Kuran'da «Sunnat vî av-valin» «evvelkilerin teamülü, tuttuğu yol, âdeti» ve «Sunnatu'llâh» «Allâhın âdeti, kf.iıunu» manasınadır. İbadatta farz namazlarından evvel ve sonra kılınan namazlarla nafile namazı ifade eder. Usul - i - Fıkıh is-tilâhında Peygamberden, Kuranın gayrı olarak, kendi ihtiyariyle sadır olan kavil «Kavl-i nabiyy» (söz, «hadîs-i şerif» [hadisi şarif], «sünnet - i kavliyye» [Sunnat - i kavliyye] f:il - i nebi [Fi'l - i Nabi,y] (hükm - i serîye), delâlet et'ecek surette Peygamber tarafından işlenen şey, «Sünnet - i fiiliye» [Sunnat - i ii'liyya] ve takrir - i nebi [Takıir-i Nabiyy] (ümmete mensup biri tarafından işlendiğini Peygamberin görüp veya işitip reddetmiyerek sükût ile karşıladıkları bir kavil veya fiil, «sünnet - i - takriri/e» [Sunnat.i takririyya] dir.
Sünnet, Usul - i - iTıkhın şer'i hükümleri elde etmek için kaynak olarak beyau ettiği naklî dört Delil (Rükün) den ikincisidir. Bu delillerin birincisi olan Kitap, yani
Kuran gibi, Sünnet de her veçhile resen ve müstakil-len şer'i hükümleri ihtiva eder. Kitap ve Sünnet ile sabit ve herkesin ittiba etmesi vacip olan («mevzu» [mav-züc], sarahat veya delâletle «mansus» [manşüş] ) hükümlere «şer1 - i - münzel» [Şar-i munzal] de denilmiştir.
Hadîsler, Kuran'ın ayetleri gibi yazılıp saklanmamış ve hattâ Kuranla karıştırılmaması için yazılması Peygamber tarafından menedilmiştir. Sünnetlerin toplanmasına Emevi hükümdarlarından Ömer ibn Abd al-Azî-z'in emriyle başlanmış, şer'i hükümleriâ tafsilâtına ait dört bin kadar ve usulüne ait beş yüz kadar hadîs tah-ric olunmuştur.
Şer'î delillerin mesnedi ya vahy [Vahy] ve ilham [ilham] veya vahyin gayri olur. Peygamberin Allah tarafından kendisine tebliğ olunanı kelâm halinde işittiği «metluvv» [matluvv] veya kelâm sadir olmaksızın işaretle vazih olarak anladıjı («metluvv» olmıyan) yahut Allahın ilhamiyle kalben muttali olduğu vahiylere «zahir», ve Peygamberin mansus hükümlerden teemmül ve içtihatla bulduğu hükümlere «bâtın vahy» denir. Kitap, yani Kuranın metluvv ve nazmiyle manasının münzel vahy olmasına mukabil Sünnet, metluvv olmıyan vahydir. Mâna ve mefhum olarak vahy edilmiş olan hadîslerin lâfzı ve tilâveti (okunuşu) de vahy ise de metluvv değildir. (Mesnedi vahyin gayri olan delil, ya her müç-tehidin bir asırdaki kavlinden ibarettir veya değildir. Bir asırda gelen her müçtehidin kavli olan delile «1c-mâ'» [icmâ'] ve bir asırdaki müçtehitlerden her birinin kavli olmayıp münferiden bir miıçtehide ait olan delile «Kıyâs» [kıyâs] denir.
Hadîsler, Peygambere ittisal itibariyle «mütevâtir» [mutavâtir,]«meşhur»[maşhür]veya «haber-i-vâhit»(habar-i vâhid) olur. Hadîslerin rivayeti, zaptı, inkıtaı, ta'nı ile mahall-i haber [mahalli habar] ve nefs - i haber [nafs-i habar] için hadîs kelimesine bakınız.
Peygamherin sırf kendine mahsus («hasâis-i-nebe-viyye» [haşâ'iş-i nabaviyya] olmıyan fiilleri, gerek ibadatta ve gerek muamelâtta, mubah, müstehap, vacip veya farz olarak, ümmeti için ittibaı lâzım mahiyettedir.
Peygamber Kur'aoın kasdettiğini bazen kavliyle, bazen fiiliyle ve bazen her ikisiyle beyan ve tefsir ve fiil hareketleriyle talim etmiştir. Bu suretle Peygamber Kuranı şerh, Kuranın mücmelini beyan, mutlakını takyit, müşkil olan kısmını izah, muhtemel olanını tayin, sakit olduğu hükmünü resen beyan eylemiştir. Sünnet, Kuran'ın icmalen veya tafsilen delâletine dayanır.
Takrir-i nebi'de, taalluk ettiği fiilin, müslümanlıkça esasen ret ve inkâr edilmiş neviden olmaması lâzımdır. Bu mahiyette «münker» [munkar] olmıyan bir fiil, Peygamber tarafından sükût ile karşılanmış ise, gerek o fiili işliyen ve gerek başkaları için caiz olur.
SÜRGÜN [aim. Verbannang, Zwangsverschickung, Deportation. — fr. deportation, bannissement. — ing. banishment, transportation.
Sürgün, cürümlere mahsus bir ceza olup bu cezaya mahkûm olan kimsenin muayyen bir kasaba veya şehirde oturmaya mecbur edilmesi demektir. Ceza Kanununa göre bu kasaba veya şehrin suçun işlendiği, suçtan zarar gören kimsenin ve suçlunun ikamet ettiği mahalden en az altmış kilometre mesafede bulunması şarttır. Müddeti altı aydan beş seneye kadardır (CK 18).
SÜRSTARYA - ŞAHSİ DÂVA
307
SÜRSTARYA [aim. Überliegezeit. — fr. sures-tarie. — ing. demurrage/.
Sarih veya zımni bir şekilde uyuşulmuş olmak şartiyle, kiralıyanın malın yükletilmesi ve boşaltılması için yükleme veya boşaltma müddetinden fazla beklemeye mecbur olduğu zamandır. Bunun için kiralıyana ayrıca bir tazminat (sürstarya tazminatı) /aim. Liegegeld. — fr. droit de staries, indemnite de surestaries. — ing. demurrage} veıilir. Mukavelede sürstaryadan bahsedilmekle beraber bunun devam müddeti tesbit edilmemiş ise o müddet on dört gündür (TK 1108, 1135).
SÜVEYŞ KANALI bk. Kanal.
ŞÂD-DI VAKF (Şâdd-i vakf) (Es.H.) Vakfın umur ve hususunu murakabede bulunan, meselâ mescitlerin açılıp açılmadığını, nezafetine dikkat edilip edilmediğini araştırmak üzere mescitleri dolaşan kimsedir ki, zamanımızda bunlara «vakıf müfettişleri» denir.
Mamafih şâd-dı vakıftan murat, namaz vakitlerinin yaklaştığını ilân ile muvazzaf olan kimse de olabilir.
ŞAHADET
1 — bk. Şahit.
2 — (Sahada tun) (Es. H) Bir kimsenin başka kimsede olan hakkını ispat için huzur-u hâkimde ve hasımların muvacehelerinde şahadet lafziyle yani «Şahadet ederim» diye haber vermesidir.
ŞAHADETE ŞAHADET (Es.H.) Bir hâdiseye şahit olup mazeretine mebni mahkemeye gelemiyecek olan kimsenin şahadetini başkasına tahmil ederek onun mahkemede asıl şahidin şahadetine şahadet etmesidir.
ŞAHADETNAME [aim. Bescheinigung, Attest, Zeugnis, Zertifikat. — fr. certificat. — ing. certificate/.
Resmî makamların veya hususi bir müessesenin yahut bir şahsın bildiği bir vakıayı tasdik ve teyit zımnında tanzim ettiği varakaya denir.
Birçok nevileri varsa da başlıcaları menşe şahadetnameleri, sigorta şahadetnameleri ve hüsnühal şahadetnameleridir.
1 — bk. Menşe şahadetnamesi.
2 — Sigorta şahadetnamesi (aim. Deckungszusage; Versicherungszertifikat. — fr, certificat d'assurance.— ing. cover note; certificate of insurance/ : bazı memleketlerde sigorta kumpanyaları tarafından verilip sigorta zeyilnameleri hükmünde olan vesikalara denir. Ticaret Kanunumuza göre (734) alelade bir sigorta şahadetnamesi, sigortanın hususi şartlarını havi olmadıkça ve sair şartlar hakkında sigorta poliçesi numunelerinden birine atfen tanzim edilmedikçe sigorta poliçesi makamına kaim olmaz.
3 — Hüsnühal şahadetnamesi/a/m. Leumundszeug-nis. — fr. certificat de bonne vie et moturs; certificat de bonnes moeurs. — ing. certificate of good conduct/:
Bir ferd veya bir memur ve ekser hallerde muhtarlar tarafından şahsın müraoaatı üzerine, iyi ahlak ve halini tasdik zımmında tanzim edilen varaka.
ŞAHIS (kişi) [aim. Person. — fr. personne. — ing. person. — lât. persona/.
Kendilerine hukukun hak ve borç sahipliği salâhiyeti tanıdığı varlıklardır. Şahıslar hakiki ve hükmi olmak üzre iki türlüdür :
Hakikî şahıslar (gerçek kişiler) [aim. natürliche
(physische) Personen.— fr. personne» physiques.— ing. natural persons. — lât. persona] insanlardır.
Hükmi şahıslar (tüzel kişiler) [aim. juristisehe Personen. — fr; personne» morales, personnes furidiques. — ing. artificial persons, corporate body. — lât. uni-versitas; persona ficta*/ : başlı başına bir mevcudiyeti haiz olmak ve muayyen bir gaye gütmek üzre teşekkül eden veya kurulan varlıklardır: Devlet, dernek, şirket, tesis gibi (MK 8 vd, 45 vd).
ŞAHİT [alrh. Zeuge. — fr. temoin. — ing. wiU ness. — lât. testis],
1 — Ceza ve hukuk dâvalarında, bilgileri hakkında beyanda bulunan üçüncü şahıslardır. Şahitler mahkemelere karşı üç vazife ile mükelleftirler: tsbatı vucu-detmek, şahadet etmek, yemin etmek. Bu vazifeler cebri ve cezai müeyyidelerle temin edilmiştir.
Herkes ve hattâ çocuklarla akıl hastaları bile şahadet ehliyetini haizdirler. Bazı hukuki muamelelerin vüsuk ve aleniyetini temia içinde kanunun emriyle veya tarafların arzuları ile hazır bulundurulan üçüncü şahıslara şahit denir. Evlenme merasiminde (MK 108), vasi-yet senedinin tanziminde (MK 479), noterler tarafından resen senet tanziminde (Noter K 33) de olduğu gibi.
2 — (Şâhid) (Es.H ) Şahadet eden kimsedir.
a) Şahit-i Fer' (Şâhid-i far') Kendisine asıl şahit tarafından şehadeti tahmil olunan kimsedir.
b) (Şahid-i Asi) (Şâhid-i aşl)Müddeinin asıl dâva. sına hâkim-i kâtip huzurunda müddeaaleyh veya vekili hazır olmaksızın şahadet eden şahittir.
Şahadetini başkasına tahmil eden şahide şahit - i asıl denir.
ŞAHSIN HUKUKU [aim. Personenrecht. — fr. Droit des personnes].
Hukuk süjelerinin, yani hakiki veya hükmi şahısların, ehliyet ve hallerini tanzim eyliyen kaidelerin hepsini ifade eden objektif hukuk kısmıdır. Bu hukukun başlıcası Medeni Kanunun birinci kitabında görünmektedir.
ŞAHSIN MASUNİYETİ bk. Masuniyeti şahsije.
ŞAHS-I SALÎS bk. Üçüncü şahıs.
ŞAHSİ BEYYlNE [aim. Zeugenbeweis. — fr. preuve testimoniale. — ing. witness' evidence. — lât. testimonium].
Şahadet demektir. Tahriri beyyine mukabili olarak kullanılır.
ŞAHSI BİRLEŞME bk. Birleşme.
ŞAHSİ DÂVA
1 — (HMU) [aim. obligatoriseher (persönlicher) Anspruch, Forderungsklage. — fr. action personelle.— ing. personal action of law. — lât. actio in personam]: Şahsî bir hak talebini tazammun eden dâvadır ki geniş anlamda alacak dâvasının vasfını ifade eder, bunun zıddı «aynî dâva» dır.
2 — (CMU) /aim. Privatklage.— fr. action civile. — ing. civil action/.
Kamu dâvasının savcılar tarafından açılması esastır. İstisnai surette, muayyen bazı suçlarda suçtan zarar görenlere de yalnız başına yani savcının iştirakini tahrike hacet olmaksızın ceza dâvası açmak hakkı verilmiştir. Bu dâvaya şahsi dâva denir. Bu suretle suçtan zarar görenin açacağı şahsi dâva ancak kendi menfaatlerini temsil eder. Şahsi davacı dâvasından vazgeçebilir.
308
ŞAHSÎ DÂVA - ŞART
Şahsî dâvaya konu olabilecek suçlar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda tahdidi olarak gösterilmiştir. (CMUK 344 - 364)
ŞAHSÎ EDA [aim. hSchsipersönliche Leistung. — fr. prestation personnelle.— ing. personal performance/.
Borçlu tarafından bizzat yerine getirilmesinde alacaklının menfaati bulunduğu edadır. (BK 67) Bu mahiyetteki bir edanın üçüncü şahıs tarafından yerine getirilmesi alacaklıyı tatmin etmez. Bazı hizmet akitlerinde ve bilhassa rekabet memnuiyetinde olduğa gibi (BK3ı8). Şnhsi edalar borçlunun kabiliyeti ve ahlâki vaziyeti ile mukayyettir (BK 349).
ŞAHSÎ HAK DAVACISI [aim. Nebenklâger. — fr. partie civile (plaignant par intervention). — ing. plaintiff claiming damages in a penal prosecution].
İşlenen bir suçun kendisinde husule getirdiği zararın tamir ve telafisi için, suç şahsi dâvaya mevzu teşkil eden fiildense, bu dâvayı ikame suretiyle, değilse müdahale suretiyle ceza dâvasına iştirak ederek uğradığı zararın tamir ve tazminini dâva eden kimsedir (CMUK 344 - 372).
ŞAHSÎ HAL [aim. Personenstand.— fr. etat civil. — ing. status, civil status. — lât. status].
Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle ilgili olao hukuki hallerdir: Doğum, evlenme, boşanma, evlât edinme, tabiî bir çocuğu tanıma, ölüm vakıaları gibi (MK35 vd; Nüfus K).
ŞAHSÎ HALEFÎYET bk. Halefiyet. ŞAHSÎ KREDİ bk. Kredi.
ŞAHSÎ MALLAR [aim. eingebrachtes Gut, Man-nesgut, Frauengut. — fr. apports du mari ou de la femme],
1) Karı koca arasında mel birliğinin cari olduğu hallerde birliğe dâhil olup da evlenme zamanında karının malı bulunan veya evlilik sırasında miras veya ivazsız iktisap yolu ile kendisine geçe a mallara denir ki mülkiyeti ve tasarrufu kendisine, intifa ve idaresi kocasına aittir (MK 192-198, 201, 210).
2) Geniş mânada kocanın birliğe dâhil ve fakat şahsına ait mallarına da denir ki bunların mülkiyet, tasarruf, idare ve intifaı kocaya aittir (MK 192, 209, 210).
3) Mal ortaklığında ortaklığa giren şahsi malların mülkiyeti şayian şeylere ait olur ve bunlar iştirak halinde tasarruf ederler. İdare, kaide olarak kocaya ait. tir (MK 211 vd). Karı kocadan birinin ölümü halinde diğeri hissesinden mahsubu yapılmak üzre şahsi mallarının kendisine tahsisini istiyebilir (MK 224).
4) Mal birliği veya mal ortaklığında şahsi mallar mukavele ile ve kanun ile teberru yapan üçüncü şahsın arzusu ile birlik veya ortaklıktan hariç tutulabilir. Bu takdirde «Mahfuz mallar» a ait hükümler tatbik o'unur (MK 182, 185).
ŞAHSÎ MENFAATLER [aim. persönliche Verhölt-nisse. — fr. interets personnelle. — ing. personal interests].
Şahsa ve şahsiyete bağlı olan hakların ihlâli halinde tazmin talebine mevzu teşkil eden menfaatlerdir. Kanun, cemiyetin inkişafiyle genişlemesine imkân bırakmak için şahsi menfaatlerin nelerden ibaret olduğunu göstermemiştir. Bugünkü telâkkilerimize göre hayat, sıhhat, hürriyet, namus, şeref, haysiyet, ticari kredi,
evlilik münasebeti, hususi hayat, meslek sırrı, ferdin resmî mesleki veya sıfatı, isim, şahsi menfaat mefhumuna girerler. Bunlar mamelekte yer almazlar. Bu mânada olmak üzere «şahsiyet hakkı» [aim. Persönlichkeitsrecht. — fr. droit de la personnalite] tabiri de kullanılır. (MK 24; BK 49).
ŞAHSİ TEMİNAT [aim. persönliche Gemöhr, persönliche Sicherheiten, Personalgarantie. — fr. sû-retes personnelles, garantie personnelle. — ing. personal guarantee].
Bir kimsenin şahsen diğerinin borcunu taahhüt etmesidir ve «aynî teminat» ın zıddını teşkil eder. Bir başkasının fiilini taahhüt (BK 110), kefalet (BK 483 vd) gibi.
Ş4HSİYET [aim. Persönlichkeit. — fr. persona-lite. — ing. personality, personage].
1 — Hukuk süjesi olma hali, bk. Şahıs.
2 — Hukuk süjesinin mameleğine değil, öz şahsına taallûk eden ve haksız tecavüze karşı hukukan korunan nimet ve menfaatler, bk. Şahsi menfaatler.
ŞAHSİYET HAKLARI bk. Şahsi menfaatler.
ŞAHSİYETİ HÜKMİYE (Tüzel kişilik) bk. Hükmi şahıslar, şahıs.
ŞAKA VET [aim. Raub, Strassenraub, Râuberei.— fr. brigandage. — ing. robbery. — lât. rapina. latro-ciniumj.
Mal zapt ve gasbetmek, öç almak, sui kasıtta bulunmak yahut memleketin dahilî emniyetini bozmak için mesken, çiftlik, ağıl, köy, değirmen gibi mahalleri basarak veya yakarak yahut tahribederek veya adam öldürerek veya yollarda ve kırlarda soygunculuk yaparak veya adam kaldırarak ve bu fiillerden dolayı mevkuf veya mahpus iken firar ederek silâhlı dolaşmak suretiyle emniyet ve asayişi münferiden veya toplu olarak tehdit ve ihlâl etmektir (356 No.lu İzalei Şakavet K 2; CK 495 - 503).
ŞAKIYKA (Şakikat»°) (Es.H.) Ana baba bir kız-kardeştir.
ŞANTAJ [aim. Erpressung, Erpressungsversuch, Nötigung. — fr. chantage. — ing. blackmail, extortion, chantage].
Bir kimsenin, başkalarının namus ve haysiyetine dokunan gizli hallerini ifşa tehdidi ile onlardan para alması veya sair bir menfaat temin etmesi demektir. Bu suç tehdit ile menfaat temini cürmünden ibarettir. (CK 192; Matbuat K).
ŞARAP (Şarab) (Es.H.) Lûgatta, içilen herhangi mayidir, müsltir olsun olmasın.
Istılahta, sekir veren herhangi mayidir.
örfte, malûm olan içkidir.
ŞART [aim. Bedingung. — fr. condition. — ing. condition. — lât. conditio].
I — Bir hukuki neticenin ayrı muayyen bir vaziyete tâbi tutulmasıdır.
Şartlar muhtelif bakımlardan taksim edilir:
1 — Talikî [aim. aufschiebende Bedingung, Suspen-sivbedingung. — fr. condition suspensive. — ing. conditions percedent.— lât. conditio suspensiva] ve infisahi [aim auflösende Bedingung, Resolutivbedingang — fr, condition resolutoire. — ing. conditions subsequent. — lât. conditio resolutiva] şart: Eğer mukavelenin hükümleri şartın tahakkukuna bağlı ise şart talikidir.
ŞART — ŞARTNAME
309
Yapıldığı andan itibaren hüküm ifade eden mukavele şartın tahakkuku ile nihayete erecekse şart infisahidir.
2 — Müspet ve menfî şart; tarafların mukavele hükümlerini bir hâdisenin vukua gelmesine bağlamaları müspet şarta, vukua gelmemesine bağlamaları menfi şarta vücut verir.
3 — İradi /aim. Potestativbedingung; willkiirliche Bedingung. — fr. condition potestative] ve tesadüfi [aim. zufâllige Bedingung, — fr. condition casuelle] şart; eğer meşkûk hâdise taraflardan birinin iradesiyle vukua gelebilecek ise şart iradi, taraiların iradesi
dışında meydana gelebilecek ise şart tesadüfidir
4 — Mukaveleye konulan kayıtlara [aim. Klausel, Vertragsbedingung. — fr. clause, condition. — ing. conditional clause, proviso] da «şart» denir: Mesuliyetten beraat şartı, üçüncü şahıs lehine şart gibi (BK 99, 149- 155).
5 — bk. İllet; sebep.
II — (Şart) (Es.H) Lûgatta, alâmet manasınadır. Cemi «şurut» tur.
1) Fıkıh ve usul ü fıkıh ıstılahında, bir emrin vücudunda doğrudan doğruya tesiri olmıyan haricî mevkuf - ün aleyhtir.
Meselâ : nikâhın sıhhatinde şahitlerin bulunması şarttır. Şahitlerin huzuru hükümde müessir değil fakat onun mevkuf - ün aleyhidir. Hükümde müessir olan akitlerin icap ve kabulüdür ki buna illet denir.
2) Sâk ıstılahında şart, ikrar, ibra, müdayene, bey, hibe, icar, kefalet, şirket, müzaraa ve müsakât gibi mu-amelelere dair yazılan vesikaya ıtlak olunur Buna şart denmesi vüsuk alâmeti olmak münasebeti y led ir. Münderecatına göre bu vesaikin suret-i tanzimi birtakım kaide ve asıllara tâbidir.
Bunların ahvalinden bahseden ilme «ilmüşşuıut» tesmiye olunur.
3) Şart; zikrolunan vesaika itlak olunduğu gibi muahede ve fermana dahi denir. Bir tâbir-i kadim olup fıkıh kitaplarında mezkûr ise de örfümüzde terk olunmuştur.
ŞART-I BATIL (Şart - i hâli!) (Vakıfta) Vâkıfın faide ve maslahattan âri ve vakfın gayesine muhalif olan arzusudur: Hâin mütevellinin azlolun-maması, mevkuf akarın şu miktardan fazlaya kiralanmaması gibi.
ŞART-Î CAİZ (Şart-i ta'iz) (Bey'd e) : (Es H.)
Akd-ı bey'in muktezasından olan, yahut mukteza-yı akdi teyideden, yahut mütearef yani örf ve adet-i beldede cari ve şart-ı hıyar gibi meşru olan şarttır ki bu şartla beyi sahih ve muteberdir :
Semeni kabzedinceye kadar mebiyi hapsetmek, filân şeyi terhin etmek, kürkü kaplamak, üç gün muhayyer olmak gibi şartlarla yapılan satışlar bu kabildendir,
ŞART-Î EVEL (Şart - i avval) (Vakıfta). Şart-ı mütekaddiminin müradifidir.
ŞART-I LÂCTV (Şart - i lağv) (Beyide) (Es.H.)
Akd-ı bey'in muktezasından olmayıp ve mukteza-yı akdi teyit dahi etmeyip, mütearef olmıyan ve akdi yapan taraflardan birine veya ma kut - ün - aleyhe faydası bulunmıyan şarttır ki bu şartla bey'i sahih lâkin şart lağıv olur: Başkasına satmamak yahut meraya salıvermek şartiyle bir hayvanı satmak gibi.
ŞARTİ MÜFSİT (Şart - i mufsid) (Beyide) Akd-ı bey'in muktezasından olmayıp ve mukteza-yı akdi teyit dahi etmeyip, mütearef ve meşru' olmıyan ve fakat âkitlerden birine faydalı olan şarttır ki bu şart müfsit ve bu şartla beyi' fasittir: Arasıra binmek şartiyla bir atı satmak gibi.
ŞART-I MÜTEAHHİR (Şart-i muta'ahhir) Vakfiyedeki müteârız şartlardan sonraki şarttır.
ŞART-I MÜTEÂRIZ (Şart-i muta âri?) (Vakıfta) Vâkıfın vakfiyesinde yekdiğerine muarız ve muhalif zikrolunan şartlara ıtlak olunur ki hepsini imal mümkün olmazsa sonraki şart evvelki şartın hükmünü nes-heder.
ŞART-I MÜTEKADDİM (Vakıfta) Vakfiyedeki müteârız şartlardan ilk şarttır. Buna -şart ı evvel de denir.
ŞART-1 NÂSİH (Şart-i nasih) Vakfiyede müteârız şartlardan sonuncusuna ıtlak olunur.
ŞARTIN KÜLLE İNSIRAFI (Şartın külle inşi-rafı) (Vakıfta) (Es.H)
Yekdiğerine atıf suretiyle beyan olunan mcşrut-un lehleri tavsif eden vasfın cümlesine şâmil olmasıdır.
Meselâ : «muhtaç olan çocuklarıma ve çocuklarımın çocuklarına vakfettim» ibaresinden medar-ı istihkak olan ihtiyaç vasfının hem çocuklarda ve hem de çocuklarının çocuklarında tahakkukunun aranacağı anlaşılır.
ŞART-I SANİ (Şart-i âni) Vakfiyede müteârız iki şarttan ikinci şart manasınadır ki evvelki şartın hükmünü kaldırmış sayılır.
ŞART-1 SARİH (Şarl-i sarili) (Vakıfta) Yekdiğerine atıf suretiyle kullanılan tâbirle i muttasıl olarak takibedip onlara vuzuh veren kayıttır :
(Çocuğuma ve çocuğumun çocuğuna ve neslime vakfeyledim) diye sayılan meşrut - un lehleri takiben zikrolunan «Erkek» lâfzı gibi ki bütün sayılanlar için muteber bir kayıt addolunur.
ŞART - I TAKYİDİ (Şart-i takyidi) (Es.H) Akdi takı ideden şarttır ki «üzere» ve «şartiyle» gibi lâfızlarla ifade olunur.
ŞART-I VÂKIF (Şarl-i vaki) Vâkıfın vakfını yaparken izhar ettiği arzu manasınadır.
ŞARTLA SALIVERME bk. Meşru ten tahliye. ŞARTLAŞMA bk. Şartname.
ŞARTNAME (Şartlaşma) [aim Lastenheft, Pflich-tenheft, Submissionsbedingungen. — fr. cahier des charges. — ing. specifications].
Satın alma, satma, yaptırma, keşfettirme, kiraya verme ve kiralama gibi işler hakkında bu işleri yaptırmak istiyen kimse veya daire tarafından tanzim edilen ve ileride yapılacak akde esas teşkil etmek üzre bu ak-din esaslı hükümlerini ve işin teferruatını, hususi ve fennî şartlarını ihtiva eden ve alâkalıların icaplarını yapabilmeleri için ıttılalanna arzolıınan mukavele projesidir.
Artırma ve Eksiltme ve ihale Kanununa tâbi akitlerde şartnamenin tanzimi mecburi olup aynı kanunun altıncı maddesinde yazılı hususları ihtiva etmesi lâzımdır.
310
ŞAYİAN TASARRUF - ŞERİAT
ŞAYİAN TASARRUF (Şâyi'an tasarruf) (Es.H.) Bir arz-ı miriyi müteaddit kimsenin müştereken tasarrufu demektir.
ŞAYİ' MAL bk. Müşterek mülkiyet.
ŞEÂİR-İ VAKF ((Şa'â'ir-i vakf)) (Es.H) Bulunmamaları vakfın muattaliyetini müstelzim olan kimseler ile sair levazım-ı vakfiyedir : Mescitlere nazaran imamlar, hatipler, müezzinler, tenvirat ve tefrişat gibi.
ŞEC (Şacc) (Es.H.) Bir kimsenin başını veya yüzünü yaralamaktır.
Bu yarayı açan şahsa « şac », bu yarayı alan kimseye de «meşcuc» denir.
ŞECCE (Sacca tuo) (Es.H.) Başta veya yüzde tahaşşüt eden yaradır.
ŞEFİ' (Safî1) (Es.H.) Hakkı şufası olan kimsedir. Meselâ, müşterek bir akarda hissesi olanlardan biri hisse-i şayiasını başkasına satsa şerikleri satılan hissede şefi' olurlar.
ŞEHBENDER bk. Konsolos.
ŞEHİRCİLİK /aim. Stadtewesen, Urb anısmus. — fr. urbanisme — ing. town - planing]'.
Şehirlerin kurulmasına ve tanzimine, imarına ve güzelleştirilmesine, genişlemesine, iktisadi, içtimai, sıhhi ve malî meselelerine mütaallik esasları ihtiva eden ilimdir (İmar K; Yapı ve Yollar K).
ŞEHİT (Şahîd) (Es.H.) Allah yolunda yapılan bir muharebe esnasında veya bâğiler ile veya kutta -1 tarik ile mukatele sırasında bigayrı hakkın öldürülen ve baliğ ve tahir bulunan herhangi bir müslimdir ki bu hem dünya ahkâmı hem de ahret ahkâmı itibariyle şehit olduğundan kendisine «şehid-i hakikî» denir.
Bir de «şehid-i hükmi» vardır ki bu da garîk (suda boğularak), harîk (yangında yanarak), ve garîp (kimsesiz) olarak ölen ve tahsil-i ilim yolunda veya zatülcenp gibi bir hastalık veya zelzele gibi bir hâdise neticesinde terk-i hayat eden bir müslimdir.
ŞEHREMANETİ İstanbulda garp esaslarına dayanan belediye teşkilâtının kabulünden sonra ihdas ve teşkil edilen belediye dairelerinin merkez ve mercii ol. mak üzre kurulan teşkilâttı. 1328 (1912) tarihinde muhtelif belediye şubeleri lağvedildikten sonra İstanbul, «şehremaneti» namı altında bir tek belediye dairesi sayılmıştır. Ankara hükümet merkezi ittihaz edilince Ankarada da bir şehremaneti ihdas olunmuş ve bu suretle şehremaneti tâbiri hükümet merkezi belediyesiyle eski hükümet merkezi belediyesine alem olmuştur. Belediye kanunu ile bu tâbir tarihe intikal etmiştir.
ŞEK (Şakk) (Es.H.) Bir şeyin vukuu veya adem-i vukuunda bir tarafı tercih edilemiyecek derecede hâsıl olan tereddütten ibarettir.
ŞEKİL [aim. Form. — fr. forme. — ing. form].
Umumi mânada şekil, hukuki bir muamelenin veya izhar olunan bir iradenin haricî görünüşüdür. Fakat kanun bazen bir muamelenin doğumunu, bazen üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmesini, bazan da o muamelenin ispatını muayyen bir şekle tâbi tutar. Meselâ gayrimenkul satış va'dinin muteber olması için resmî senet lâzımdır. Kezalik, kefalet yazılı olmalıdır. Hibe
va'di, alacağın temliki tahrirî olmak icabeder. İşte bütün bu misallerde, şekil hukuki muamelenin doğum şartını teşkil etmektedir. Ticaret Kanunu (759) üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmek bakımından şekle mütaallik bir kaideyi ihtiva eder. Beş bin kuruşu tecavüz eden alacakların senetle ispatı lâzım geleceği Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 inci maddesi iktizasındandır. Kanunumuza nazaran üç türlü şekil vardır:
1) Yazılı şekil [aim. Schriftform. — fr. forme ecrite. — ing. written form]; (BK 163, 238, 484, 508).
2) Resini şekil [aim. öffentliche Beurkundung. — fr. constatation par acte authentique. — ing. authentication]; (BK 213 Noter K).
3) Resmî tasdik [aim. öffentliche Beglaubigung.— fr. legalisation, certification publique. — ing. authentication]; (BK 14; TK 280 Noter K).
ŞEKİLDE NOKSANLIK [aim. Formmangel.- fr. vice de forme. — ing. defect of (in) form].
Kanunun veya akdin tâyin ettiği şekil şartlarından birisine riayet edilmemiş olması halidir. Şekilde noksan, akdin hükümlerini meydana getirmesine mâni olur: tahrirî vasiyette tarih bulunmaması gibi.
ŞEKKÂZ (Şakkfiz) (Es H) Henüz duhul olmadan kendisinden inzal vaki olan kimsedir.
ŞEKLE BAĞLİ AKİTLER [aim formgebundene VertrSge.—fr. contrais solennels.— ing. formal contracts].
Muteber olmaları kanunun tâyin ettiği şekillere bağlı olan akitlerdir '•
Alacağın temliki (BK 163), kefalet (BK 484), gayrimenkul satışı (BK 213) akitleri gibi.
ŞEKLİ SUÇ [aim. Formaldelikt. — fr. delit forme!].
Tamamlanması neticenin husulüne bağlı olmiyan suça denir. Şekli suç tâbiri maddi suç karşılığında kullanılır. Şekli suçlara «teşebbüs» kabil değildir.
ŞERAİT-İ İSTİBDAL (şârâ'it-i istibdâT) (Es. H.)
İstibdal tasarrufunu inşa için aranan kayıt ve şartlardır ki vakıf akarın intifa edilemez bir hale gelmesi, tamiri için gailenin bulunmaması, hâkimin izni, Ülülem-rin emri, bedel alınacak milk akarın mahal ve mevkiinin vakıf akarın mahal ve mevkiinden şeref ve rağbetçe dûn olmaması hallerinden ibarettir.
ŞERAİT-İ VAKF (Şarâ'it-i vakf) (Es.H.) Vâkıfın arzularını gösteren beyandır.
ŞEREFİYE [aim. Wertzuwachssteuer. - fr. plus, value. — ing. betterment - tax].
Belediyelerce yapılan istimlâk sebebiyle sokağın yüzüne çıkmakla, veya her ne suretle olursa olsun sokağın yüzü artmakla, yahut yüzünde bulunduğu yollar genişlemekle kıymeti artan yerlerin eski kıymeti ile yeni kıymeti arasındaki farkın üçte birisinden ibaret bir vergidir. Belediyelerce istîfa olunur (2494 No. K 18).
ŞERH bk. Tescil, işaret.
ŞERİAT (Şari'al)(Es.H ) İbadat ve muamelâta mütaallik olan dinî ahkâmın heyet-i mecmuasıdır ki bunlara «ahkâm -1 feriye - i ameliye» denir. Cemi «Şerâyi» dir.
Mamafih şeriat tâbiri, din mânasında da müsta-
ŞERİAT - ŞİKAYET HAKKI
311
meldir. Bu takdirde hem ahkâm-ı asliye denilen itika-diyatı, hem de ahkâm -ı fetiye denilen ibadât, ahlâk, muamelâtı ihtiva etmiş olur,
Şerî', şir'a meşrea kelimeleri esasen insanı bir nehre, bir su membaına götüren yol manasınadır. Dinî ahkâmda insanları içtimai ve mânevi hayatın mâbihil-kıyamı olan bir feyz ve itilâya yetiştirecek bir tarikat.ı ilâhiye olduğu cihetle şerî ve şeriat namını almıştır.
ŞERİK 1 — [aim. Gesellschafter, Teilhaber, Mitglied. — fr. associe. — ing. partner, associate. — lât. correus, sociusj. Bir şirkete iştirak eden şahıstır.
Aksiyon çıkaran bir şirkete iştirak edene «hissedar» «aksiyoner» veya «hisse sahibi» ve kooperatiflerde de «ortak» denir.
2 — (Şarik) (Es. H) Arazi ıstılahında, arazide hisse-i şayiası bulunan kimsedir.
3 — Suçta iştirak halinde bulunanlara da «şerik» /aim, Gehilfe. — fr. complice. — ing. accomplice] denildiği vakıdır. bk. Suçda iştirak.
ŞERİKİ CÜRÜM bk. Suçda iştirak.
SERİYE VEKÂLETİ 27 Mayıs 1336 tarih ve 3 numaralı Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerine dair kanunla teşkil olunan Vekâlettir ki 3 Mart 1340 tarih ve 429 No.lu Şer'iye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye i umumiye Vekâletlerinin ilgasına dair olan kanunla ilga edilmiş ve bunun yerine aynı kanunla «Diyanet İşleri Reisliği» makamı tesis olunmuştur.
ŞEY bk. Ayın.
ŞEYHEYN (Şayhayn) (Es.H) Siyer kitaplarında Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer'e islâm hukukunda da imam-ı Azam ile İmam-ı Yusuf'e verilmiş olan unvandır.
ŞEYH-1 FÂNİ(Şayh-i fâni) (Es.H) Kıtale, ihbâle, safların iltikası esnasında sayhaya kaadir olmıyan ihtiyar şahıstır ki katli caiz değildir. Velevki akıl ve şuuru kâmil olsun.
ŞEYHÜLİSLÂM Bidayette halk arasında tahaddüs eden münazaa ve ihtilâfları ilmen halle muktedir, ilm ve fazlı ile müştehir en yüksek zevata verilen bir unvan iken sonraları resmiyet iktisabederek müftü ve kadıların ve tarik-i ilmiyenin merci-i resmîsi olmak üzre padişah tarafından ifta makamına tâyin olunan zata itlak ve tahsis olunmuştur.
ŞİAR (Şi'âr) (Cihadda) (Es. H) Askerlerin birbirini tanımaları, başkalarından temayüz etmeleri, kolaylıkla bir araya toplanabilmeleri için aralarında kullandıkları bir işaret-i mahsusa, alâmet, paroladır.
ŞİBH-1 AMID (Şiblı-i 'amad) (Es.H,) Katli meşru olmıyan bir insanı âlât ı carihadan sayılmıyan bir şey ile kasten öldürmektir. Buna «Şibh - ül - hata» da denir Çünki bu katil; kasta mukarin olduğu için âmde müşabihtir, bunda katil âleti değil tedip âleti istimal edildiği cihetle de hataya şebihtir.
Büyük veya küçük bir taş veya ağaç parçasının vurulmasiyle tahaddüs eden katiller bu kabildendir.
ŞİBİH AKlT /aim. Ouasikontrakt. — fr. quasi, contrat. — ing. quasi contract. — lât. obligatio quasi ex contractu].
Kanunun müsaade ettiği bir fiildir ki, bu hareke-
tiyle fert, ya bir diğerine karşı borç altına girer veya diğer bir şahsı kendisine karşı borçlu mevkiine sokar. Ancak fert ile bu diğer şahıs arasında hiçbir anlaşma yapılmamıştır. Görülüyor ki akdî mahiyet arz etmiyen vecibeler arasında müşterek vasıfları haiz bulunmalarından dolayı «şibih akit» tabiriyle ifade edilen hususi bir vecibe kaynağı vardır. Vekâleti olmadan başkası hesabına tasarruf, mamelekinde eksilme husule gelen kimsenin bir muamelesinden tevellüdeden sebepsiz iktisap, reşit çocukların ev reisinden olan alacağı (MK 321), itiraz edebilecek kimse tarafından vesayetin kabulü (MK 367) gibi. Demek ki şibih akit, içtimai bakımdan düşünülebilir ve fertler arasındaki menfaat birliğinin bir neticesi olarak tezahür eder. Bu menfaat birliği, bazı mahallerde bir kimseyi diğerinin mameleki üzerinde tasarrufa veya işlerine müdahaleye salahiyetli kılar ve bu salâhiyeti kullanan kirnse^ istiyebileceği haklara mukabil bazı mükellefiyetlere katlanır.
ŞİBİH CÜRÜM (aim. Quasidelikt. — fr. quasi -delit. — ing. quasi delict. — lât. obligatio quasi ex delicto].
Failin kusuru bulunmadığı veya fail haklı olduğu halde tazminat borcuna vücut veren hareketlerdir. Bu hareketlerin suça benzetilmeleri tazminatı icabettirme-lerinden ilerigelir (BK 52 f 2, 56, 58). Fransız huku. kunda bu tâbir ihmal neticesi olarak husule gelen bir haksız fiili anlatır. Halbuki Borçlar Kanunumuz «ihmaUi kusurun bir nevi olmak üzre kabul etmektedir (BK 41).
ŞİBİH İNTİFA [aim Quasiususfructus. — fr. quasi - usu fruit. — ing. quasi usufruct. — lât. quasi ususfructus].
İstihlâk veya âhara devredilmeksizin intifaı mümkün olmıyan mallara taallûk eden intifa haklarıdır. Bu gibi malların mülkiyeti intifa edene ait olur ve intifa eden, intifam başladığı gündeki kıymetleriyle borçlanır (MK 744).
ŞİDDET SEBEPLERİ bk. Cezayı ağırlatıcı sebepler.
ŞİFAHİ MUHAKEME USULÜ bk. Usul hukuku.
ŞİFAHİ NOTA bk Nota.
ŞİFAHİ VASİYETNAME bk. ölüme bağlı tasarruflar.
ŞİKÂYET [aim. Antrag (bei Antragsdelikten); Beschıcerde. — fr. plainte. — ing. indictment, complaint. — lât. querela).
Takibi şikâyete bağlı olan suçlarda (hakaret, zina, hafif müessir fiiller gibi), mağdurun C. savcıl ğına-takibata başlaması için müracaatta bulunması demektir. Böyle bir şikâyet olmadıkça C. savcıları o gibi suçlarda harekete geçemezler.
ŞİKÂYET HAKKI [aim. Petitionsrecht. - fr. droit de petition. — ing. petition right).
Fertlerin yalnız veya toplu olarak Büyük Millet Meclisine veya devlet makamlarına, şahıslarına, veya Kamuya mütaailik olarak kanun ve tüzüklere aykırı gördükleri hususları bildirmeleridir. Şikâyet, şikâyetçinin şahsına ait ise netice kendisine yazı ile bildirilir (Anayasa 82),
312
ŞİLEPÇİLİK — ŞİRKET MERKEZİ
ŞİLEPÇİLİK falm. Trampschiffahrt, — ing. running cargo skips skipping).
Navlun (carter) mukavelesine bağlı olmak suretiyle makineli veya makinesiz gemilerle Türk limanları arasında yapılan umumiyetle tek cins eşya nakliyatı ile İstanbul limanı hariç olmak üzere münhasıran iki Türk limanı arasında yapılan her nevi yük ve hayvan nakliyatı ve en çok üç Türk limanlarından bir veya iki Türk limanına yapılan en çok üç cins eşya ve hayvan nakliyatı (K No. 2239 m. 3) «Muntazam posta saferleri» falm. Linienschiffahrt. — ing. liner shipping) tâbirine karşılıktır.
ŞİRB (girb) (Es. H) Ekin ve hayvan sulamak için su ile intifa etmek nöbetidir.
ŞİRB-İ HÂS (Şirb-i bâşş) (Es. H) Muayyen kim. selere mahsus olan akar sudan sü alma hakkıdır.
ŞİRKET (Ortaklık) falm. Gesellschaft. — fr. so. ciite. — ing. partnership, company. — lât. sociefas).
İki veya daha fazla şahsın emek ve mallariyle müştereken iktisadi bir gayeye erişmek için bir akitle birleşmeleridir.
Şirket, Ticaret Kanununda tarif edilen şirketlerin mümeyyiz vasıflarını haiz değilse «adi şirket falm. ein-fache Gesellschaft. — fr. societe simple. — ing. ordinary partnership) olur ve Borçlar Kanununda yazılı hükümlere tâbi tutulur (BK 520).
Ticaret şirketleri falm. Handelsgesellschaften. — fr, societes commerciales. — ing. commercial partnerships.— lât. societas negotiationis]. «kollektif», «komandit», «anonim», «kooperatif», «limitet» olmak üzre beş türlüdür (TK 121). Bunlardan başka «hususi şirket» falm. stille Gesellschaft. — fr. societe privee] 1er de vardır ki bunlar da; iki veya daha ziyade kimseler arasında akdedilen bir şirket olmakla beraber, üçüncü şahıslara karşı ortaklardan yalnız birisi, kendi şahsı namına ve kendi unvanı altında ticaret yapar. Adi ve hususi şirketlerde hükmi şahsiyet yoktur. Ticaret şirketleri hükmi şahsiyete sahiptirler (TK 122;. bk. Anonim şirket, fiilî şirket, kollektif şirket, komandit şirket, kooperatif, limitet şirket.
2 — (EH) bk. Türklerin âmme hakları.
3 — (Sirkat) (Es.H) Aslen birden ziyade kimselere bir şeyin ihtisası ve onların o şey ile imtiyazıdır.
Fakat öyle bir ihtisasa sebep olan «akd.ı şirket» mânasında dahi örf ve ıstılah olarak müstameldir.
ŞİRKET-İ AKD (Şirkat'i cakd) (Es.H.) İki veya daha ziyade kimseler beyninde sermaye ve faydası müşterek olmak üzre akd-ı şirketten ibarettir ki şirket-i müfâvaza ve şirket-i inan namlariyle iki kısma ayrılır. Bunlardan herbiri de ya şirket - i emval veya amal, yahut şirket-i vücuh olur.
ŞİRKETİ AMAL (Sirkat - i amal) (Es. H) Şeriklerin amellerini sermaye ittihaz ederek ahardan iş te-kabbül yani taahhüt ve iltizam etmek ve hâsıl olacak kazancı beyinlerinde taksim eylemek üzre akdeyledikleri şirkettir: tki terzinin yahut bir terzi ile bir boyacının şerik ,olmaları gibi. Buna «şirketS-i ebdan» ve «şirket. i sanayi» ve «şirket-i tekabbül» de denir.
ŞİRKET-İ AYN (Şirkat-i' âyn) (Es.H) Muayyen
ve mevcut olan malda iştiraktir: İki kişinin bir atta yahut bir sürü koyunda şayian iştirakleri gibi.
ŞİRKET-İ CEBRİYE (Sirkat i cabriyya) (Es H) Müteşariklerin fiilleriyle olmayıp başka sebep ile hâsıl olan iştiraktir: Tevarüs ve ihtilât-ı emval suretlerinde hasıl olan iştirak gibi.
ŞİRKET-İ DEYN (Şirkat-i dayn) (Es.H) Alacakta iştiraktir.
ŞİRKET-İ EBDAN (Şirkat-i abdan) (Es.H) bk. Şirketi amal.
ŞİRKET-İ EMVAL (Şirkat-i arrival) (Es.H) Şeriklerin ortaya sermaye olmak üzre birer miktar mal koyarak birlikte, yahut ayrı ayrı, yahut mutlaka ahz-H itâ etmek ve hâsıl olacak rıbhı beyinlerinde paylaşmak üzre akdeyledikleri şirkettir.
ŞİRKET-1 İBAHA (Şirkat-i ibâha) (Es.H) Mubah olan, yani su gibi fil'asıl kimsenin milki olmıyan şeyleri ahz ve ibraz ile temellüke salâhiyette âmmenin müteşa-rik olmasıdır.
ŞİRKET-İ İHTİYARİYE (Şirkat-i ihliyâriyya) (Es. H.) Müteşariklerin fiilleri ile hâsıl olan iştiraktir: İştira ve ittihap ve kabul-ü vasiyet ile haltı emval suretlerin de hâsıl olan iştirak gibi.
ŞİRKETİ İNAN (Şirkat-i' inan) (Es.H) Şerikler arasında müsavat ı tamme şart edilmeksizin akdolunan şirkettir,
ŞİRKET-İ MİLK (Şirkal-i milk) (Es.H.) Esbab-ı temellükten olan iştira ve ittihap ve kabul-ü vasiyet ve tevarüz gibi bir sebeple, yahut halt ve ihtilât. ı emval ile yani malları kabil-i temyiz ve tefrik olmıyacak surette karıştırmak, yahut malları o surette yekdiğere karıştırmak ile bir şeyin birden ziyade kimseler beyninde müşterek olmasıdır: Meselâ, bir kimse bir malını iki kişiye hibe veya vasiyet edip de onlar dahi tesellüm ve kabul ets&ler mal bu iki kişi arasında müşterek olur.
ŞİRKET-İ MÜFÂVAZA (şirkat-i mııfâvaia) (Es.H) Şerikler arasında müsavat-ı tamme olmak, yani sermayei şirket olabilecek mallarını şirkete ithel etmek ve miktarı sermayaleri ve rıblhtan hisseleri müsavi olmak şartiyle akdolunan şirkettir.
Nitekim bir kimse vefat edip de oğulları, babalarından kalan mecmu emvali sermaye ittihaz ederek her türlü mal alıp satmak ve kârı beyinlerinde müsavi surette taksim etmek üzre şirket-i mufavaza akdedebi. lirler.
ŞİRKET-İ SANAYİ' bk. Şirket i amal.
ŞİRKETİ TEKABÜL bk. Şirket.i amal.
ŞİRKET-İ VÜCUH (şirkat-i vutu.li) (Es.H.) Şeriklerin sermayeleri olmadığı halde kendi itibarlariylc veresiye mal alıp satarak hâsıl olacak rıbhı beyinlerinde taksim etmek üzre akdeyledikleri şirkettir.
ŞİRKET MERKEZİ falm. Gesellschaftssitz, Sitz (der Gesellschaft). — fr. siege social.— ing. registered office}.
1 — Şirketin idare merkezi: hukuki hayatının temerküz ettiği yerdir. Şirketin idare organları bu yerde vazifelerini yaparlar, ve umumi heyet burada toplanır
ŞİRKET MERKEZİ -
ŞUYUUN İZALESİ
313
Bu mânada şirket merkezi, şirketin asıl faaliyette bulunduğu veyahut sanat ve ticaretini icra eylediği mahalden ayrı bir yer olabilir. Şirketin merkezi kanuni ikametgâhı sayılır (MK 49; TK 147, 25', 2"/9, 479).
2 — işletme merkezi: Şirketin teknik ticari muamelelerinin icra edildiği yerdir. Şirketin emval ve eşyası, fabrikaları, başlıca büroları, satış mağazaları burada bulunur. İşletme merkezi ile şirketin idare merkezi aynı yer olursa o yer şirketin kanuni ikametgâhı sayılır. bk. İkametgâh No. 4; şube.
ŞİRKET MUKAVELENAMESİ falm. Gesellschafts-vertrag; Statuten. — fr. contrat de societe. — ing. deed of partnership/.
Her nevi şirketlerde şerikler arasında, şirket teşkili maksadiyle yapılan mukavelelere denir.
Anonim şirketlerde bu mukaveleye «şirket esas mukavelesi» veya «statüsü» denilmektedir.
Adi şirketlerde bu mukavele hiçbir merasime tâbi değil ise de, ticaret şirketlerinde kanunun tâyin ettiği şekillere uygun olarak tanzim ve imza edilmesi ve hattâ - anonim şirkette olduğu gibi - bazan hükümet ve mahkemenin tetkik ve tastik etmesi lâzımdır, bk. Anonim şirket, kollektif şirket, komandit şirket, kooperatif, limitet şirket.
ŞUBE- /aim. Zweigniederlassung, Filiale. — fr. etablissement secondaire, succursale. — ing. branche etablishment].
Bir merkez [aim. Hauptniederlassung, Zentrale, Hauptsitz, — fr. etablissement principal. — ing. head office, chief etablishment}'e hukukan ve iktisaden bağlı ol makla beraber harice karşı muhtariyeti haiz, müstakil ikametgâh sahibi ve bulunduğu yerin ticaret siciline kayıtlı olup merkezin yaptığı muameleler nevinden muamelelerle meşgul olan ticaret müessesesidir. Bir şubenin muamelesinden dolayı, iflâs dâvası müstesna olmak üzere, o şubenin bulunduğu mahalde dahi dâva açılabildiği gibi icra takibatı da caizdir (HUMK 17; Ic. If. K. 50, 154, 184, 185).
ŞUF'A HAKKI [aim. Vorkaufsrecht. — fr. droit de preemption, — ing. right of pre - emption. — lât. ius protimiseos].
1 — Bir gayrimenkulun »atılması halinde bu gayrimenkulun, satışın şartlarına riayet kaydiyle, muayyen bir şahıs tarafından tercihan satın alınmasına imkân veren hakka denir.
a) Bir gayrimenkul hissedarlarının onun şayi' bir hissesini satın alan üçüncü şahıs karşısında haiz bulunduğu şuf'a hakkıdır.
b) Tarafların bir mukavelesiyle doğan şuf'a hakkıdır ki buna «akdî şuf'a hakkı» denir.
Bu hak tapu siciline ş?rh verildiği takdirde herhangi bir mâlike karşı dermeyan olunabilen aynî bir mahiyet kazanır (MK 658, 659, 919; BK 213).
2 —(Şuf'a tUD) (Es.H.) Lûgatta, zam manasınadır. Istılahta, salıları bir milki müş'.eriye her kaça mal oldu ise o miktar ile cebren temellük etmek hakkıdır.
ŞÛRAYI DEVLET (Danıştay) bk. Devlet Şurası,
ŞÜPHE (Şubha) (Es.H.) Haram veya helâl mi olduğu müteyekkan bulunmıyan, yani hakkında katî bir hüküm verilemiyen haldir.
ŞÜPHE-1 AKD (Şııblıu-i Sıkd) (Es. H) Sureten ıı.evcut olan bir akdi nikâhtan mütehassıl şüphedir ki buna şüphe-i nikâh da denir ve bununla had sakıt olur. Messlâ: bir kimse şahitsiz olarak tezevvüç ettiği bir kadına takarrupta bulunsa hakkında had lâzım gelmez. Fakat bunun haram olduğuna vâkıf ise tazir suretiyle ağırca cezalandırılır.
ŞÜPHE-1 İBAHA (şubha i ibâha) (Es.H.) Bir şeyin alınması mubah olması hakkındaki şüphedir. Meselâ: müstemin, muvakkaten ismete naildir. Bunun malını almak haram ve zamanı muciptir. Mamafih kendisi esasen ehl-i harbten olduğu cihetle malının mubah olduğu hakkında bir şüphe mevcuttur. Binaenaleyh bir kimse bu malı sirkat etse hakkında tazir ve zaman lâzım gelirse de had di sirkat lâzım gelmez.
Nitekim müstemin dahi bir müslimin malını çalsa hakkında had-di sirkat icra edilemez. Çünki islâm ahkâmını iltizam etmiş değildir ve bu malın ibahasına mutekittir.
ŞÜPHELİ ALACAKLAR Mülga Ticaret i Berriye Kanununun 156 ncı maddesine göre Ticaret mahkemesi tarafından iflâsın başlangıcı olmak üzre tâyin olunan günden sonra veya ondan on gün evvelki müddet içinde, müflis tarafından yapılan borçlar, alacaklıların masaları hakkında amel ve itibardan sakıt ve keenlemyekûn sayılır. O gibi günlerde müflisle yapılan bir akitten doğma alacaklara şüpheli alacaklar ve o müddete şüpheli müddet veya şüpheli devre denirdi.
Bugün bu esasa benziyen hükümler İcra İflâs Kanununun (277 284) da vardır.
ŞUYlP (Şu)ü\) (Es.H.) Lûgatta; sayılmak ve meydana çıkmak mânalarınadır.
Istılahta; şeriklerden herbirinin aralarındaki müşterek malın herbir cüzüne sâri olmak üzre hisselerinin yayılmış olmasıdır.
ŞUYU-I ASLİ (Şujü'-i asüyy) (Es.H.) Akıt yapıldığı sırada mevcut olan şuyu'dur. Bir maldan yâyi bir kısmının hibesindeki şuyu' gibi.
ŞUYU-1 TAR1 (Şuyu-i [Sri] (Es.H.) Akdin iptidasında mevcut olmayıp sonradan arız olan şuyu'dur: Tamamı hibe olunan malın şayi hissesine bir müstehlik çıkarak zaptetmesiyle hâsıl olan şuyu' gibi.
ŞUY'U' HALİ [aim. ungcteilte Gemeiasch&ft, Miteigentumsgemeinschaft nach Bruchteilen (Al); Ge-meinderschaft (h.). — fr. itat d'indivision. — ing. indivisum, estate being undividet. — lât. communio pro partibus indivisisj.
Birden ziyade şahısların, hisseleri fiilen taksim edilmeksizin, bir şeye malik olmaları halidir. Bu hal müşterek mülkiyette görünür (MK 623-628).
ŞUYUUN İZALESİ [aim. Aufhebung der Miteigentumsgemeinschaft. — fr. fin de l'indivision.— ing. division of an undividet property].
Gerek menkul; gerek gayrimenkul müşterek bir malın aynını veya satılarak bedelini taksim ile iştiraki kaldırmak demektir (Biliştirak Tasarruf Olunan Gayn-menkullerin Taksimi Hakkındaki K).
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...