POWER
PAZARLAMA
TERİMLERİ
SÖZLÜĞÜ
A
ABC account classification: ABC
hesap sınıflandırması. Bir satış alanı ya da bölgesindeki müşteri hesaplarının büyüklük ve potansiyellerine, dolayısıyla önemlerine göre sınıflandırılması. Bu yöntem, esas olarak arama sıklığını belirlemek için kullanılır. ABC inventory analysis: ABC stok analizi. Stoktaki malların satış hacimlerine göre sınıflandırılması. Bu yöntem esas olarak şirket içindeki stokların yerini belirlemek için kullanılır.
Above-the-line advertising: Çizgi üstü reklamcılık. Reklamveren adına reklam ajansının basın, televizyon, radyo, sinema veya acık hava reklam panoları olarak sıralanan bes ana kitlesel mecradan birinde komisyon karşılığı yayınlattığı reklamlar. Sözü edilen çizgi' komisyonlu hizmetlerle komisyonsuz hizmetleri birbirinden ayıran görünmez bir sınır çizgisidir. Bu tür reklamlara 'kitlesel medya reklamları' da denir.
Above-the-line cost: Çizgi üstü maliyet. Kitle iletişim araçlarında yapılan reklam harcamaları.
Above-the-market pricing: Pazarın üstünde fiyatlanclırma. Ürünü pazardaki benzerlerinden daha pahalı fiyatlanclırma.
Absolute cost advantage: Mutlak
maliyet avantajı. Daha ucuz hammadde kaynağına, daha üstün bilgi ve teknolojiye, daha düşük imalat ve montaj maliyetine sahip
olması nedeniyle bir şirketin diğer şirket karşısındaki maliyet avantajı.
Absolute costs: Mutlak maliyetler. Bir kuruluşun ayakta kalabilmesi için yapması gereken minimum maliyet.
Absolute product failure: Mutlak ürün hatası. Yeni piyasaya sürülen, ancak üretim ve pazarlama maliyetlerini kurtarmayan ürün. Üretici şirketi mali zarara uğratır.
Accelerated (esi marketing:
Hızlandırılmış pazar sınaması. Bir tüketici kümesine sınama için özel olarak oluşturulmuş yapay bir alışveriş ortamında alışveriş yapmakta kullanabilecekleri bir miktar para ya da indirim kuponu karşılığı yeni ürünün reklamını da içeren bir reklam kaseti izlettikten sonra mağazadan satın aldıklarına bakarak yeni bir reklamın etkililiğini ölçme yöntemi. Yeni ürünü satın alanların oranı, reklamın etkililiğinin göstergesi sayılır.
Accelerator principle: Hızlandırma ilkesi. Organizasyonel piyasalarda tüketici talebindeki artma ya da azalmanın talebin pek çok farklı katmanını etkileyeceğini öngören kavram. Örneğin meşrubat talebinde görülen artış, perakende satıcıların meşrubat talebinin artmasına, bu da meşrubat şişeleme şirketlerinin alüminyum talebinin yükselmesine, bu da alüminyum kutu üreticilerinin alüminyum plaka talebinin büyümesine, bu da alüminyum plaka üreticilerinin alüminyum talebinin çoğalmasına neden olur.
Acceptable price range: Kabul edilebilir fiyat seviyesi. Belli bir ürün kategorisi için tüketicilerin beklediği fiyat seviyesi. Ürünün fiyatı bu fiyatın altında olduğu takdirde tüketici ürünün kalitesinden şüphelendiği için satın alma konusunda isteksiz
davranır. Ürünün fiyatı kabul edilebilir seviyenin üzerindeyse bu sefer de fiyat beklenen faydanın cok üzerine çıktığı için tüketici isteksizdir.
Access baiTİers: Erişim duvarları. Potansiyel müşterilerin belirli bir ürünü satın almasını engelleyerek pazarı daraltan gümrük duvarları ya da yasal engeller gibi faktörler.
Accessibility: Erişilebilirlik. Hedef tüketicilerin pazara sunulan bir ürün ya da hizmete pazarın ulaşım koşulları içinde erişebilme düzeyi. Faydalı bir pazar segmentasyonu için gerekli dört ana unsurdan biri.
Accessory equipment: Aksesuar ekipmanı. Nihai ürünün imalatında değil de. üretim, idare ya da pazarlama faaliyetlerinde kullanılmak üzere kuruluşlar tarafından satın alınan mal ve materyaller.
Account executive: Müşteri temsilcisi. Reklam ajansında bir veya birkaç müşterinin temsilciliğini yapan reklamcı. Müşteri temsilcisinin görevi, kendisine ajans tarafından verilmiş olan müşterilerle ajans arasındaki iletişimi yürütmek, müşterilerinin reklam ve pazarlama sorunlarını incelemek, ajansın çeşitli birimleriyle ortak çalışarak bu sorunları çözecek reklam stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmak, reklam bütçesini planlamak, hazırlanan çalışmaları müşteriye sunmak, müşterinin öneri ve eleştirilerini ajansa iletmek, ajansın görüşlerini müşteriye aktarmak, reklam planlama, üretme ve yayınlatma çalışmalarını müşterinin amaçlarına uygunluk, doğruluk, yaratıcılık, kalite, hesaplılık ve verimlilik gibi açılardan denetlemektir.
Account group: Çalışma kümesi. Reklam ajansında reklam yazarı, satan yönetmeni, yaratım yönetmeni,
grafiker, medya sorumlusu, araştırma sorumlusu ve müşteri temsilcisinden oluşan, bir ya da birkaç müşterinin işlerini yürütmekle yükümlü çalışma grubu.
Account management: İş yönetimi. Müşterinin bir ya da birkaç ürününe ilişkin reklam çalışmalarının planlanması, yürütülmesi ve denetlenmesi.
Acid lest ratio: Bir şirketin likiditesini değerlendirmek için kullanılan üç orandan biri. Nakitlerın cari yükümlülüklere bölünmesiyle bulunur.
Acknowledgement: Alındı. Sipariş mektubu, ödeme ya da başvuru mektubunun teslim alındığını göstermek amacıyla müşteriye gönderilen mektup, kart ya da form.
Acquisition cost: Müşteri edinme maliyeti. Doğrudan pazarlama çalışmalarında yerni bir müşteri kazanmak için yapılan adres listesi kiralama ücreti, yeni reklam postasının tasarım ve yapım maliyeti, posta giderleri gibi harcamalar.
Acquisitive society: Alışveriş toplumu. Sürekli inal edinme davranışı sergileyen toplum. Zengin toplumlar için kullanılır.
Across-the-board program: Radyo ve televizyonda hafta boyunca, pazartesi-currıa arası her gün aynı saatte ve aynı kanalda yayınlanan program.
Actionability: Eylemsellik. Hedeflenen pazar segmentinin şirket kaynakları için uygun büyüklükte olmasını öngörür. Faydalı bir pazar segmentasyonu için gerekli dört ana unsurdan biri.
Action program; Eylem programı. Temel pazarlama faaliyetlerinin nasıl
5
yönetileceğini ve ne zaman, kim tarafından yürütüleceğini gösteren detaylı plan.
Ari ive listening: Aktif dinleme. Müşterinin isteklerini pasif bir şekilde 'duymak' yerine satıcının söyleneni dikkatle dinlemesi ve bu dinleme sırasında bu istekleri karşılayabilecek çözümleri düşünmesi ve değerlendirmesi.
Actual Product:
Fiili ürün. gerçek ürün. Bir ürünün stil.
kalite seviyesi, marka adı ve
paketleme gibi somut özellikleri.
Formal ürün de denir.
Ad hoc marketing research: Ad hoc pazarlama araştırması. Duruma özgü ya da belirli bir amaca yönelik, ihtiyaı duyulduğunda yapılan, pazarın anlık resmini çeken araştırma.
Adaptation approach to pricing:
Uyarlamalı fiyatlandırma yaklaşımı. Küresel pazarlamada bir kuruluşun iştirak ya da biriminin karlı olması şartıyla kendi bölgesinde ürün fiyatını kendisinin belirlemesine izin vermesi. Cokmerkezli yaklaşım da denir.
Adaptive control system: Uyarlamalı denetim sistemi. Planlama sürecinde pazarlama hedeflerinin yanısıra bu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla performansta da değişikliklere gidilmesine imkan tanıyan pazarlama denetim sistemi.
Added value: Katma değer.
Administered vertical marketing system: idari dikey pazarlama sistemi. Üreticiden son kullanıcıya ürün akışının kanal sisteminin bir üyesinin büyüklüğü ve gücünün denetimi altında olduğu dağıtım kanalı organizasyon sistemi.
Adoption: Benimseme. Bir ürünün
diğerlerine tercih edilmesi.
Adoption ot innovation curve: Yenilik benimseme eğrisi. Müşterilerin yeni ürünleri alma konusundaki istekliliklerine ve hazır olma koşullarına göre farklılık gösterdiğini ortaya koyan normal dağıtım eğrisi.
Adoption process: Benimseme süreci. Tüketicinin yeni bir ürünü benimserken geçtiği geçtiği, ürünün farkına varma, ürünle ilgili bilgi toplama, ürünü deneme kararını değerlendirme, ürünü deneme ve benimseme gibi aşamaların tamamı.
Advance canvass: Ön tarama. Satış artırma kampanyasına destek sağlamak amacıyla üretici kurumun satış gücü tarafından kampanya bölgesindeki perakendecilerin kampanya öncesi ziyaret edilmesi.
Advertisement: Reklam. Reklamlar konularına göre ürün reklamları, hizmet reklamları, kurumsal reklamlar kamu hizmeti reklamları, hayır kurumu reklamları, sağlıklı yaşam reklamları, toplumsal içerikli reklamlar, fikir reklamları gibi türlere ayrılır. Yer aldıkları iletişim araçlarına göre de çizgi üstü reklamlar, çizgi altı reklamlar, redyo reklamları, televizyon reklamları, sinema reklamları, basın reklamları, satış noktası reklamları, acık hava reklamları, taşıt reklamları, telefon reklamları posta damgası reklamları gibi türlere ayırmak mümkündür, işlevlerine göre ise duyuru reklamlar, talep yaratma reklamları, doğrudan tepki alma reklamları, bilgilendirici reklamlar, eğlendirici reklamlar, indirim reklamları, indirim reklamları, satış sonrası reklamlar, anımsatma reklamları, imaj reklamları, prestij reklamları, şeklinde sınıflandırılırlar
Advertising agency: Reklam ajansı.
6
I
Advertising allowance: Reklam indirimi. Üreticinin ürünü için yapıtğı reklama karşılık satıcıya verdiği para veya sağladığı hizmet.
Advertising elasticity: Reklam esnekliği. Satışların reklam miktarındaki artma ya da azalmaya karşı gösterdiği duyarlılık. Reklam esnekliğinin az olması, satışların reklam miktarındaki değişikliklerden az etkilendiği anlamına gelir. Satışlar birkaç farklı değişkene bağlı olduğu için bunlârınarasında reklamın etkisini belirlemek güçtür.
Advertising planning process:
Reklam planlama süreci. Reklam amaçlarıyla reklam stratejisini özetleyen belge. Reklam planı pazarlama planındaki bilgiler doğrultusunda reklamın konusu olan urun ya da hizmetin pazar durumu, hedef kitlesi, pazarlama hedefleri ve pazarlama karması gözönünde bulundurularak hazırlanır. Advertising-to-editorial ratio: Reklam oranı. Reklamın yer aldığı iletişim aracında reklam olmayan iletişime oranı.
Advertorial: Haber reklam, reklam yazısı. Haber yazısı biçiminde hazırlanan, sayfa düzeni, yazı karakteri ve yazı diliyle kimi zaman içinde yer aldığı yayını andıran reklam.
Advocacy advertising: Toplumsal içerikli reklamlar. Amacı bir ürünün ya da hizmetin satın alınmasını sağlamak olmayan, inanç özgürlüğünden içkili araba kullanmanın tehlikelerine kadar pek cok konuda belirli bir görüşe taraftar toplamayı, belirli bir konuya yönelik kamuoyu oluşturmayı amaçlayan reklam.
Affinity marketing: Pazarlamacının belirli ürünleri satın alan tüketicilere
satın alabileceklerini düşündüğü başka ürünlerle ilgili reklam yapması.
Aftermarket: Satış sonrası pazar. Bir ürünün bakım ve onarımında kullanılan yedek parça ve aksesuarların oluşturduğu pazar.
After-the-fact control system:
Düzeltme ve gerekli değişikliklerin p a z a r i a m a p e rf o r m a s ı n ı n b e k I e n t i I e r i karşılamadığı planlama döneminin sonunda yapıldığı pazarlama denetim sistemi.
A.I.D.A.: Dikkat, ilgi, istek, eylem sözcüklerinin İngilizce karşılığının kısaltması. Bir ürünün satışında müşteriyle kurulan iletişimin dört aşamasını tanımlar. Satıcı önce olası alıcının dikkatini çekebilmeli, ilgisini uyandırmalı ve muhafaza edebilmeli, ürünü satın almaya özendirmeli ve sonuçta satın alma işleminin gerçekleşmesini sağlamalıdır.
Aided recall: Yardımla anımsama. Bir reklam ya da reklam kampanyasının he denli anımsandığını ölçmek amacıyla deneğe bir takım sorular sorarak ya da anımsatma kartları, sınama dergisi gibi anımsatıcılar göstererek bilgi alma tekniği.
All-vve-can-afford method: Paramızın yettiği kadar yöntemi. Bakınız arbitrary method.
Anchor store: Ana kıracı. Alışveriş merkezinde en önemli köşelerden birini tutan en büyük kiracı.
Ansoff matrix: Ansoff matrisi. Pazarlama hedeflerinin anlaşılması ve geliştirilmesi için gerekli mantıksal çerçeveyi sağlamak üzere Igor Ansoff tarafından icat edilen arac. Matrisin temelini satılacak ürünlerin ve hedeflenen pazarların yeniliği oluşturur.
7
Approach: Yaklaşım. Satis sürecinde satıcının potansiyel müşteriyle randevu almak ya da bir ürünü tanıtmak amacıyla kurduğu temas.
Arbitrary method: Öznel bütcelendirme, gelişigüzel yöntem. Bir kuruluşun diğer harcamalardan artan tutarla pazarlama ya da reklam ödeneğini belirlemesi. Tamamıyla yöneticinin kararına kalmış bir bütceleme yöntemi olduğu için 'öznel' diye nitelendirilir.
Ari director: Sanat yönetmeni.
As-is merchandise: Değiştirilemez mallar. Satın alındıktan sonra geri verileme ya da değiştirilemez mallar. Hasarlı mallar, mevsim sonu malları ya da yeniden üretilmeyecek bir modelin elde kalan son örneklen çou kez bu koşulla satılır.
Aspirational group: Özenilen küme. Misinin benzemek ya da katılmak istediği benimseyiş kümesi.
Assessment method Kararlama yöntemi. Reklam ya da pazarlama ödeneğini en son bütçe döneminde satılan birim basına bir tutar ekleyerek belirleme yöntemi.
Asset-based marketing: Aktif temelli pazarlama. Bir şirketin halihazırda geliştirmiş olduğu ve büyümeye taban sağlayan bilgi ve becerileri kullanan pazarlama yöntemi.
Assortment: Çeşit, ürün çeşidi, mal çeşidi, karışım. Belirli bir üreticinin ya da satıcının satışa sunduğu tüm ürünler ve ürün kümeleri.
Assortment advertising: Çeşit reklamı. Perakende mağaza reklamlarında mağazadaki mal çeşidini göstermeyi amaçlayan reklam.
Atmospherics: Hava, atmosfer. Tüketicide bir ürünü ya da hizmeti satın alma eğilimi yaratmak veya varolan eğilimi güçlendirmek amacıyla mağazada ışıklandırma, renkler, müzik, mobilya gibi unsurlarla yaratılan ortam.
Attention: Dikkat. Reklamla karşılaşan kişinin reklamı fark etmesi.
Attitude: Tutum, tavır. Kişinin bir ürün. hizmet, fikir ya da kuruma karşı eğilim, tercih, duygu ve düşünceleri. Tutumun bilişsel, duygusal ve
davranışsal üc bileşeni olduğu düşünülür. Bilişsel bileşen kişinin uyaranla ilgili düşünce ve inandan, duygusal bileşen uyarana ilişkin duyguları, davranışsal bileşen ise uyarana yönelik davranış biçimidir.
Attribute: Nitelik, yüklenco. Ürün ya da markanın özellikleri, ürün ya da markaya tüketici tarafından yakıştırılan nitelikler.
Audience: İzleyici. Kitle iletişim araçlarını izleyen/okuyan kisi ya da evler, reklamın ulaştığı toplam kisi sayısı.
Augmented product: Geliştirilmiş ürün. Bakınız value-added product.
Automatic distribution: Otomatik dağıtım. Malların bir toptancı ya da mağazalar zinciri genel merkezi tarafından herhangi bir sipariş olmadan dağıtımı,
Automatic merchandising: Otomatik satış. Satış görevlisi bulunmaksızın para ya da jetonla calıştırılabilen satış makinaları, self-servis benzin istasyonları aracığıyla yapılan perakende satış.
Availability: Elverişlilik, elverişli olma. elde bulunma durumu.
8
Average cost: Ortalama maliyet. Bir ürün seti ya da grubununda birim üretiminin ortalama maliyeti. Toplam üretim maliyetinin üretilen toplam birim sayısına bölünmesiyle bulunur.
Average cost pricing: Ortalama maliyet fiyatlandırması. Bir ürünün fiyatının ortalama üretim maliyetine bir kar payı eklenerek hesaplandığı yöntem.
Average fixed cost: Ortalama sabir maliyet. Üretilen malların toplam sabit maliyetinin üretilen birim salısına bölünmesiyle hesaplanan bir oran. Maliyet denetiminde kullanılır.
Average frequency: Ortalama sıklık.
Average revenue: Ortalama gelir. Toplam gelirlerin satılan birim sayısına bölünmesiyle bulunur ve fiyat belirlemede kullanılır.
Average variable cost: Ortalama değişken maliyet. Üretilen malların topam değişken maliyetinin satılan birim sayısına bölünmesiyle hesaplanır.
Awareness: Bilinirlik, farkında olma, farkırıdalık. Reklam ya da markanın varlığından haberdar olma. Tanıma va anımsama yöntemleriyle belirlenir.
Awareness-trial-repeat:
Farkında olma-deneme-yeniden satın alma. Tüketicilerin yeni bir ürünü benimseme sürecini açıklamakta kullanılan bir model. Tüketici önce yeni ürünün farkına varır, ürünü dener ve memnun kalırsa yeniden kullanır.
B
Baby boomers: Nüfus patlaması kuşağı, ikinci Dünya Savası'nı izleyen yıllarda doğanların oluşturduğu
Amerikan toplumunda nüfus patlaması yaratan kuşak.
Baby bouncers: Baby boomer kuşağının çocukları. Yuppie puppies de denir.
Backdoor selling: Arka kapıdan satış. Toptancıların son tüketiciye doğrudan satış yapması.
Back end:Sipariş sonrası ve bu sürece ilişkin müşteriye malın teslimi ücretinin tahsili gibi işlemler.
Backward integration: Geri bütünleşme. Kurumun üretim zincirinde kendisinden geride yer alan, kendisine hammadde ya da mal sağlayan bir kurumu satın alması.
Backward invention: Geri üretim. Sanayisi gelişmiş ülkelerdeki kuruluşların daha az gelişmiş ülkelere sunmak üzere kendi pazarlarında ürettikleri ürünlerin daha az gelişmiş biçimlerini üretmeleri.
Hail advertising: Yemlik reklam. Müşteriyi satış yerine çekmek ve böylelikle daha pahalı bir ürünü satabilmek amacıyla düşük fiyata satılan ürünün reklamını yapmak. Bu tür reklamlar pek cok ülkede yanılıcı reklam sayılır.
Balance of payments: Ödemeler dengesi. Belirli bir dönemde yabancı ülkelere yapılan ödeme ile bu ülkelerden gelen ödemeler arasındaki fark.
Balance of trade: Ticaret dengesi. Belirli bir dönemde yabancı ülkelere satılan mal ve hizmetler ile bu ülkelerden alınan mal ve hizmetlerin değeri arasındaki fark.
Banded pack: İlişkili iki ürünün bantlanarak bir arada ve özel bir fiyata satıldığı promosyon yöntemi.
9
I5ar code: Çizgi kod, çubuk kod, bar kod. Ürün ambalajının üzerinde bilgisayar tarafından okunabilen, çeşitli kalınlık, aralık ve sayıda çizgininyanyana gelmesiyle oluşturulmuş tanımlayıcı kod. Tanıtkı, - an arrangement of lines and spaces in code form used to identify a product by style, size, price, quality, quantity, etc. The code, read by a scanning device, is used in marketing decision-making, including stock control and inventory level adjustment.
Bargaining power: Pazarlık gücü. Bir iş müzakeresinde bir tarafın gücü ve etkisi.
Barter: Takas. Bir ürün ya da hizmetin karşılığının yine ürün ve hizmetle ödenmesi.
Base-point pricing: Üretim noktasından fiyatlandırma. Üreticilerin ürünü üretim noktasından alıcıya kadar taşıma ücretini ürünün temel fiyatına ekleyerek belirledikleri fiyat.
Battle of the brands: Markalar savaşı. Özellikle gelişmiş ülkelerde üretici firmaların markalarıyla toptan ve perakende satış firmalarının markaları arasında giderek kızışan rekabet.
Behaviouristic segmentation:
Davranışsal bölümleme. Tüketicileri satın alma davranışlarına göre kesimlere ayırarak farklı tüketici kesimlerine farklı pazarlama stratejileriyle ulaşmaya çalışmak. Satın alma davranışını belirleyen ölçütlerin başlıcaları, ürünü tüketim oranı ve sıklığı, tüketim durum ve biçimleri, marka bağlılık düzeyi, üründen beklenen yarar ve ürüne yönelik tutumlardır.
Below-the-line advertising: Çizgi altı reklamlar, komisyonsuz medya
1
reklamları. Kitle iletişim araçları dışındaki reklam ortamlarında yapılan ve reklam ajansının komisyon karşılığında değil, belirli bir ücretle sunduğu ambalaj tasarımı, satış noktası sergileri tasarlama ve hazırlama, ürün literatürü oluşturma, reklam postası hazırlama ve gönderme gibi hizmetler. Halkla ilişkiler etkinliklerini içermez. Belirtilen faaliyetlerin amacı kısa vadede belirli bir sonuç almak olduğu için taktik reklamları olarak da adlandırılır.
Below-the-line cost: Çizgi altı maliyet. Kitle iletişim araçları dışında yapılan reklam harcamaları.
Benchmark: Temel ölçüm. Pazarlama araştırmalarında ürünle ilgili, reklam yayınlanmadan önce yapılan ve kendisinden sonraki ölçümler için ölçüt oluşturan ilk ölçüm ya da ilk olmamakla birlikte standart kabul edilen temel ölçüm.
Benefit: Yarar. Ürün hizmet veya markadan tüketicinin sağlaması düşünülen somut ya da soyut yarar. Pazarlama iletişimi çoğunlukla bu üstüne kurulur.
Benefit segmentation: Yarar bölümlemesi. Tüketicilerin ürün ya da hizmetten sağlayacakları yararlara göre bölümlere ayrılması. Böylece hangi yararın ahngi tüketicie yönelik olduğu belirlenir ve pazarlama etkinlikleri her yararın tüketicisine göre ayrı biçimlendirilir.
Bias: Yanlılık. Elde edilen gözlemlerin örnekleme ve örnekleme dışı hatalardan ötürü nesnellikten ayrılması. Örnek seçimi, anket sorularının dile getiriliş biçimi, sıralanışı, görüşmecinin tutumu, deneğin görüşmeciyi memnun etme kaygısı gibi nedenlerden kaynaklanabilir.
0
Bid: Teklif, öneri. Satışa sunulan ürün ya da hizmeti belirli bir fiyattan satın almak için alıcı tarafından yapılan öneri.
Hilling: Fatura çıkarma. Ayrıca reklam ajansının belirli bir dönem içinde çalışma alanına giren tüm hizmetleri karşılığında müşterilerine faturaladığı toplum tutar.
Black box model: Kara kutu modeli. Davranışı uyaran, tepki ve bunların arasına giren değişkenler benzeşimiyle açıklamaya çalışan davranışçılık modeli. Bu modelde tüketicinin satın alma davranışı belirli uyaranların bilinmeyen değişkenlerce etkilenmesi sonucu ortaya çıkan tepkiler olarak açıklanmaya çalışılır.
Bonus: Armağan, prim, ikramiye. Kurumların çalışanlarına dağıttığı aylık dışı para.
Boomerang effect: Bumerang etkisi, iletişim yoluyla amaçlanan etkinin tersi bir sonuç elde edilmesi. Örneğin giriştiği pazarlama çabasının pazarlamacıya rakiplerine karşı üstünlük sağlayacağı yerde zarar vermesi.
Borrowed interest: Ödünç alınan ilgi. Tüketicinin ürünle ilgilenmesini sağlamak için ürünün tanıtımında ürünle bağlantısız, ancak ilgi çekiç çeşitli öğelere yer verilmesi.
Boston Consulting Group matrix:
Boston Consulting Group matrisi. Kurumu oluşturan stratejik çalışma birimlerinin her birini pazar payına ve sektörün genel büyüme hızına göre sınıflandırmaya olanak sağlayan, Boston Consulting Group adlı yönetim danışmanlık kuruluşunun geliştirdiği kuramsal yapı. Matris dört ürün türü belirlemiştir: Yıldız, nakit getiren ürün, sorunlu çocuk ve
başarısız ürün. Ürülerini bu biçimde sınıflandıran kuruluş ürün portföyünün sağlıklı olup olmadığını değerlendirebilir.
Bottom line: Net kar ya da net zarar. Mali raporda net kar ya da zararın gösterildiği en alt satır. Ayrıca maliyet, kar, zarar gibi mali konular.
Bounce-back: iade primi. Satış artırma önerisine karşılık sipariş veren alıcıya yeni bir alım yapması için ısmarladığı ürünle birlikte gönderilen, aynı ya da farklı üründe indirim sağlayan kupon. Ayrıca doğrudan pazarlamada geri dönüş amaçlı reklam. Sipariş vermiş olan alıcıya yeni bir alım yapması için ısmarladığı ürünle birlikte gönderilen reklam, yeni sipariş kartı veya ürün katalogu.
Bottom-up approach to planning:
Aşağıdan yukarıya planlama yaklaşımı. Tüm seviye ve kademelerin iştirak ettiği katılımcı planlama anlayışı. Plan kurumların en alt seviyelerinde oluşturulur ve üst seviyelere aktarılarak tepe yönetime kadar gider.
Bottom-up approach to promotion budgeting: Promosyon bütçesine aşağıdan yukarıya yaklaşım. Saptanan tanıtım hedeflerine ulaşılması için yapılması gerekenleri temel alan bu anlayışta, bu yapılması gereken işlerin maliyeti çıkarılır ve maliyet üst yönetim tarafından onaylandığında bütçe halini alır.
Bottom-up approach to sales forecasting: Satış tahminine aşağıdan yukarıya yaklaşım. Piyasa koşullarından ziyade şirketin hedeflerini temel alan satış tahmin yöntemi.
Boutique agency: Butik ajans. Yaratım hizmetleri üstünde
11
yoğunlaşan, tam hizmet ajansının sunduğu medya planlaması, araştırma gibi hizmetleri vermeyen reklam ajansı.
Brainstorming: Beyin fırtınası. Yeni fikirler geliştirmek, bir soruna çözüm bulmak ya da bir plan geliştirmek amacıyla kafa kafaya verip kısa sürede toplu fikir üretme çabası. Yaratıcı düşünmeyi özendiren bu tür çalışmaların özelliği, fikirlerin akla geldiği gibi, hazırlıksız olarak sunulması ve konunun serbestçe irdelenmesidir.
Branchise: Şubeyi özel satış yetkisiyle çalışan mağazaya (franchise) dönüştürme.
Brand: Marka. Bir ürün, hizmet ya da kurumun diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayan sözcük, simge ve sözcük bileşimi. Ayrıca aynı marka adı altında birleyen bir dizi ürün ya da hizmet.
Brand acceptance: Marka benimsenirliği, marka beğenilirliği. Yeni bir markanın tüketiciler tarafından benimsenme düzeyi.
Brand advertising: Marka reklamı. Marka bağlılığı yaratmak amacıyla yapılan reklamlar.
Brand-aided recall: Marka adıyla anımsama. Belirli bir markanın adı belirtilerek deneklerin markaya ilişkin anımsadıkları reklamları ortaya çıkarmaya çalışan araştırma.
Brand association: Marka bağdaşımı. Markanın içinde yer aldığı ürün türüyle birlikte düşünülmesi. Markanın tanımdık düzeyini gösteren bir ölçüt.
Brand awareness: Marka bilinirliği. Tüketicinin markayı tanıma düzeyinin araştırmalarla saptanan ölçüsü.
Brand building: Marka geliştirme. Markanın pazarda yerleşmesini, uzun ömürlü olmasını sağlamak için yapılması gereken işlerin tümü.
Brand differentiation: Marka ayrımlaşması, farklılaştırması. Markanın benzersiz olduğu izlenimini yerleştirmedeki başarı derecesi.
Branded product: Markalı ürün. Bir marka adı taşıyan ürün. Brand equity: Marka değeri. Tüketici, dağıtımcı, satıcı gibi markanın satışını etkileyebilecek kimselerin markayı tek başına düşünmek yerine rakipleriyle karşılaştırarak vardığı değerlendirme sonucu markaya biçtiği parasal değer. Marka değerini ölçmek için çeşitli modeller öne sürülmekle beraber herkesin görüş birliğine vardığı standart bir yöntem yoktur.
Brand extension: Marka genişletme. Ünlü bir markayı ürün kategorisi dışındaki ürünleri de içine alacak biçimde genişletme.
Brand familiarity: Marka aşinalığı. Tüketicinin mrkayı tanıması.
Brand family: Marka ailesi. Aynı marka adı altında pazarlanan ürünler ve ürün kümeleri.
Brand franchise: Marka temsilciliği. Üreticiyle toptancı ya da perakende mağaza zincirleri arasında bağıtlanan ve ürünün belirli bir coğrafi bölgede yalnızca o toptancı ya da perakendecilerce dağıtılmasını öngören sözleşme. Ayrıca marka bağlılığı için de kullanılır.
Brand harvesting: Marka hasadı. Bir marka için yapılan pazarlama harcamalarının satış ve karlar düşüşe geçtiğinde sıfıra ya da en alt düzeye indirilmesi. Bu stratejide söz konusu markaya bağlı müşterilerin ürünü
12
almaya devam edeceği varsayılır. Marka hasadı, genelde marka tamamen piyasadan çekilmeden önce yapılır.
Brand image: Marka imajı. Markaya ilişkin genel kanı ve izlenimler bütünü. Marka imajını oluşturan öğeler arasında fiyat, kalite, beğenilirlik düzeyi, kullanışlılık gibi çeşitli niteliklerin yanısıra kullanıcıların ne tür kişiler olduğuna ilişkin düşünce ve izlenimlerle markanın çağrıştırdığı kişilik özellikleri de yer alır.
Branding: Markalama. Bir ürüne ya da hizmete marka adı verme.
Brand leaden Lider marka. En büyük pazar payına sahip marka.
Brand leveraging: Marka kaldıracı. Belirli bir kategoride başarı sağlamış bir markaya yeni ürün form ya da tipleri eklenerek bir şirketin ürün tayfının genişletilmesi. Buna marka genişletme de denir.
Brand loyally: Marka bağlılığı. Tüketicinin belirli bir markaya olan bağlılığı, rakip markalar arasından sürekli belirli bir markayı seçme ve diğerlerini reddetme eğilimi.
Brand monopoly: Marka tekeli. Belirli bir markanın pazarı tahakkümü altına aldığı durum. Ayrıca büyük reklamverenlerin tüketiciyi reklam bombardımanına tutarak yeni markaların pazara girmesini güçleştirmesi.
Brand mark: Marka işareti, amblem, logo, alamet-i farika.
Brand name: Marka adı. Markayı tanımlayan sözcük ya da sözcük dizisi.
Brand positioning: Marka
konumlandırması. Markanın rakiplerinden ayırt edilebilmesi için reklam ve pazarlama yoluyla hedef tüketicinin zihninde markayla ilgili özel bir yer oluşturulması. Markanın sunduğu yararlar içinde onu rakiplerine karşı üstün kılacak, hedef tüketici için anlamlı olanlar vurgulanır, pazarlama ve reklam yoluyla markaya artı değerler katılır.
Brand power: Marka gücü. Belirli bir markanın kategorisini tahükküm altına alma gücü.
Brand recognition: Marka tanınırlığı. Tüketicinin ambalajını, amblemini ve benzer tanıtıcı işaretlerini görür görmez markayla bağdaştırması. Brand strategy: Marka stratejisi.
Brand stripping: Marka soygunu. Başka bir kuruluşu satın alarak markasına sahip olma.
Brand switching: Marka değiştirme. Tüketicinin sürekli kullandığı markadan bir diğerine belli bir süre için ya da süresiz geçmesi. Özellikle hızlı tüketim ürünleri söz konusu olduğunda tüketici bir markayı sonsuza değin terke edip başka bir markayı benimsemek yerine eşit oranda benimsediği bir dizi marka arasından sürekli seçim yapar.
Brand-user image: Marka kullanıcısı imajı. Markayı satın alan tüketicilerin benzer nitelikleri nedeniyle edinilen genel izlenim.
Breakage: Fire.
Broad assortment: Geniş ürün çeşidi. Birbiriyle ilgili birkaç ürün türünden oluşan stok.
Broker: Aracı, simsar, acente. Toptancı ya da perakendecilere
13
yapılan ürün veya hizmet satışından komisyon alan temsilci.
Brokerage: Acentelik, acentenin yaptığı is. Ayrıca komisyon.
Brown goods: Kahverengi mallar. Televizyon, radyo ve müzik setlerini kapsayan dayanıklı tüketim malları kategorisi.
Bulk mailing: Toplu postalama. Aynı türde, eşit boyuttaki gönderinin indirimli bir ücret karşılığında toplu olarak postalanması.
Budgeting: Bütceleme. Bir kurumda bütün faaliyetler ya da belirli bir faaliyet için gelir ve gider mali planının hazırlanma süreci.
Bundling: Demetleme. Birktıc ürün ya da hizmetin paket halinde satışa sunulması.
Burst campaign: Kısa süreli kampanya. Kısa zaman diliminde yoğun olarak yayınlanan reklam kampanyası.
Business noons: Toplu tüketim malı. Son tüketicinin değil, işletmelerin gereksinimini karşılamak üzere üretilen ürünler.
Business market: Ticari pazar. Son tüketici yerine kamu ve özel sektör kuruluşlarının oluşturduğu pazar.
liusincss-to-busincss: İsletmeler arası.
Buy-back agreement: Geri alma anlaşması. Üreticinin satılmayan mallarını satıcıdan geri alacağını garantileyen anlaşma.
Buvclass: Satın alma sınıfı. Farkıl alım durumlarının her biri: ürünü ilk kez satın alma, yeniden satın alma, biraz
değiştirilmiş olarak satın alma ya da farklı bir satıcıdan alma.
Buyer's market: Alıcı pazarı. Malların ve çeşidin bol. fiyatların düşük olduğu pazar.
Huyflow: Satın alma sistemi. Kuruluşla satırı alma kararlarını veren kişilerle bu kuruluşa mal ya da hizmet sağlayan kişilerin birbirlerine göre konumları, satın alma kararlarının bu kişiler arasında izlediği etki ve eylem akışı.
Buyer behaviour: Alıcı davranışı. Tüketicinin ürünü ya da hizmeti satın alırken sergilediği davranış biçimi.
Buyer readiness stage: Alıcının hazır olma safhası. Bireysel tüketicinin belirli bir ürünü satın almaya hazır ya da iselklı olduğu durum. Bu duruma ilişkin safhalar farkında olma, bilgilenme, sevme, tercih etme, ikna olma ve satın alma olarak sıralanır.
Buying centre:
Bir kuruluşta satın alma kararını etkileyen kişilerin tamamı, üst yönetim ve satın alma bölümünün yanısıra satın alına kararını dolaylı yoldan etkileyebilecek çalışanları da içerir.
Buying cycle: Satın alına döngüsü. Satırı alma eylemi gerçekleşinceye kadar geçilen düşünme, tartma, araştırma, karşılaştırma, seçme ve satın alma kararını verme aşamalarını döngüsel bir süreç olarak açıklayan ve süreci yeniden başlatan aşamanın satın alma sonrasındaki deneyim olduğunu öne süren model.
Buying power: Satın alma gücü. Bir müşterinin belirli bir zamanda sahip olduğu başta mali olmak üzere kaynakların tümü.
14
By-product; Yan ürün. Bir dizi sanayi işlemi sonucunda elde edilmek istenen ana ürünün yanısıra ortaya çıkan, kendisi de pazar değerine sahip ürün.
rt;
Callback: Yeniden arama. Anket yapan kimsenin anketin devamını gerçekleştirmek ya da daha önce yerinde bulamadığı bir yanıtlayıcıya ulaşmak için aynı adrese ikinci defa uğraması, aynı telefon numarasını ikinci kez araması.
Call bird: Yem. Genellikle sık satılmayan ve cok miktarda alınmayan ürünleri düşük fiyatla satarak mağazaya müşteri çekme taktği.
Call plan: Görüşme, ziyaret planı. Satış görevlisinin müşterilerine yaptığı ziyaretlerin düzenli bir aralıkla önceden belirlenmiş amaçlar doğrultusunda ve her ziyaret için belirlenmiş ayrı bir strateji çerçevesinde gerçekleşmesini sağlayan düzenleme.
Campaign: Kampanya.
Cannibalisation: Kendi ürününden pay çalmak. Üreticinin bir ürününü harcayarak başka bir ürününün satışlarını artırmaya çalışması. Başarısız ürünleri geri çekerek yeni çıkarılan ürünlerin aynı ürün türündeki ürünlerin, aynı ürün türünün farklı dallarındaki ürünlerin ya da uzantı ürünlerin satışını artırmak için başvurulan bir yöntemdir.
Canvass: Tarama. Satış temsilcisinin alıcı olabilecek kimseleri genellikle sipariş toplamak amacıyla kapı kapı dolaşarak ziyaret etmesi.
Capital goods: Sermaye malları.
Üretimi gerçekleştirmekte kullanılan, kendileri üretim sürecinde değişime uğramayan mallar. Örneğin fabrika, üretim makinaları.
Captive audience: Zoraki, tutsak izleyici. İçinde bulundukları özel durum nedeniyle bir reklamla karşılaşmamaları neredeyse olanaksız izleyici.
(apt ive market: Zoraki, tutsak alıcı. Belirli bir gereksinmeyi karşılamak için bir üründen başka seçeneği olmayan, dolayısıyla bir anlamda ürünü satın almak zorunda kalan alıcılar. Ayrıca başka bir ürünle birlikte kullanılması gereken bir ürünü satın alanlar.
Captive product: Zoraki ürün. Başka bir ürünle birlikte kullanılmak zorunda olan ürün.
Carryover effect: Sürgelen etki. Örneğin reklam yayınlandıktan sonra bir süre devam eden ya da kampanya bitiminden bir süre sonra ortaya çıkan etki.
Case allowance: Kutu indirimi. Üretici tarafından perakendeciye satın aldığı ürünlerin kutu miktarına göre yapılan indirim.
Case history: Örnek olay tarihçesi. Bir kurulusun belirli bir ürün ya da hizmetten yararlanarak kazandığı başarıları anlatan reklam. Kuruluşların geçmişi ve ürünlerin pazarlama geçmişi bu yolla anlatılabilir.
Case study: Örnek olay incelemesi. Bir araştırma konusunun, sorunun ya da ilgili örneklerin tek başına ele alınıp derinliğine incelenmesi.
Cash-and-carry wholesaling: Nakit öde, kendin taşı. Teslim servisi içermeyen toptan satış.
Cash cow: Nakit getiren ürün. Az büyüyen bir pazarda yüksek pazar payına sahip ve bu nedenle üretim ve pazarlama maliyetinin çok üstünde gelir getiren ürünler.
Cash discount: Nakit indirimi, peşin indirimi. Satıcının peşin ödeme yapan alıcıya sağladığı indirim.
sorumluluğun alıcıya ait olduğu anlamına gelen bir söz.
Ci'MuUy testimonial: Ünlülerin tanıklığı, ünlü kişşilerin ürünü önerdikleri tanıktı reklam türü.
Census dala: Nüfus sayımı verilen. Nüfus sayımı sonucunda elde edilen demografik bilgiler.
Cash flow: Nakit akışı.
Cash refund order: Nakit iade önerisi. Üreticinin ürününü satın aldığının kanıtı olarak etiket, ambalaj kapağı gönderen tüketiciye iade etmeyi garantilediği para.
Catalogue house: Katalog ile satış yapan satıcı. Bir satis yen olmayan, mallarını katalog aracılığıyla pazarlayan satıcı.
Catalogue marketing: Katalogla pazarlama. Alıcı olabilecek kişi sa da kuruluşların adreslerine postalanan ürün katalogları yoluyla sipariş alıp satış yapma yöntemi.
Catalogue retailing: Bakınız catalogue marketing.
Category management: Kategori yönetimi. Aynı ürün kategorisinde birbirine rakip ürünler oluşmasını önlemek, her markanın konumunu korumak ve kategoriye yeni markalar katmak amacıyla geliştirilen ürün yönetim sistemi.
Causal research: Neden-sonuç araştırması. Değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkilerini inceleyen pazarlama araştırmaları.
Caveat emptor Alıcı dikatli olsun anlamına gelen Latince bir ifade. Tüketicinin satın aldığı hatalı mal için üreticinin sorumluluk taşımadığı, tüm
Centralized management: Merkezi yönelim. Kuruluştaki çeşitli birimlere ilişkin önemli kararların merkez yönetim tarafından alındığı yönetim biçimi.
( entralized purchasing: Tek elden satın alma. Çok bölümlü kurumlarda satın alma işinin her bölüm için ayrı görevliler tarafından
gerçekleslin|mesi yerine bu işle görevlendirilen tek bir bölüm tarafından yürütülmesi.
Chain prospecting: Zincirleme müşteri arayışı. Müşterinin satıcıya müşteri olabilecek tanıdıklarını önermesiyle müşteri ağının genişletilmesi.
Chain store: Mağaza zinciri. Sahibi, yönetimi ve kurum politikaları aynı olan ve en az iki şubesi bulunan perakende satış yeri.
Channel captain:
Başdağıtımcı.Dağıtım kanalında çatışmaları azaltmak, ölçek ekonomisini sağlamak ve is etkisinin maksimizasyonu için liderlik rolünü üstlenen, en önemli dağıtımcı.
Channel conflict: Dağıtım kanalı çatışması. Üreticinin dağıtımcıları birbirine rakip olduğunda ortaya çıkan durum.
Chuvity advertising: Hayır kurumu reklamları.
16
Checkout counter: Kasa tezgahı. Perakende satış yerinde kasanın bulunduğu ve ödemelerin yapıldığı tezgah.
Cherry picking: Kelepircilik. Tüketicinin alışveriş yaparken batış artırmaya özendirici indirimler, armağanlar ve benzer olanaklar sunan markaları tarcih etmesi. Ayrıca kurumsal satın alıcının tüm ürün yelpazesini aynı üreticiden satın almak yerine çeşitli üreticilerden alışveriş yapması.
Chief marketing officer (C.VIO):
Pazarlama direktörü.
Children's advertising: Çocuklara yönelik reklam.
Choice set: Tercih grubu. Tüketicinin tanıdığı belli markalan reddetmesinin ardından satın alma tercihi yapması için elinde kalan nihai marka grubu.
Classic merchandise: Klasik mallar. Moda değişimlerinden etkilenmeyen, her zaman talep gören ürünler.
Classified advertising: Küçük ilanlar, son ilanlar.
Clearance: İzin. Telif hakkı bulunan çalışmaları kullanmak için izin alma. Ayrıca bir zaman diliminin program veya radyo yayını için kullanılabilir olduğu garantisini alma.
Clearance advertising; İndirimli satis reklamı.
Clearance sale: Mevsim sonu indirimli satışlar. Ayrıca stok bitirme satışı.
Client: Müşteri.
Close: Satış bağlama. Satıcının satışı gerçekleştirdiği bölüm.
Closed-door discount store: Kitleye kapalı, yalnızca üyelerine satış yapan indirimli mağaza. Wholesale club ya da warehouse club olarak da adlandırılır.
Closed-end question: Kapalı uçlu soru. Önceden belirlenmiş seçeneklerle yanıtlanabilecek şekilde düzenlenmiş soru.
Clutter: Reklam kirliliği, reklam kalabalığı. Reklam yığısması sonucundca ortaya çıkan reklam çokluğu.
Coalition marketing; Ortak pazarlama. İki ya da daha cok kurulusun daha etkili ve karlı pazarlama sonuçları elde edebilmek için belli bir süre ya da sürekli olarak ortak pazarlama stratejileri geliştirip uygulamaları.
Co-branding: Ortak markalama. İki ya da daha cok kurulusun birlikte bir ürün ya da hizmet sunmaları. Ayrıca bir kurulusun üretiminde kullandığı bir ürün markasını pazarlama iletişiminde vurgulaması.
Cognition: Biliş. Tüketici davranışın belirleyen bir etmen.
Cold call: Bakınız cold canvass.
Cold canvass: Habersiz tarama. Satış temsilcisinin daha önce hiç ziyaret edilmemiş, alıcı olabilecek kimseleri habersiz ziyaret etmesi.
Commercial: Sinema, radyo ve TV de yayınlanan reklam.
Commodity: Mal. meta.
Commodity advertising: Ürün türü reklamı. Bir ürün türünün reklamı, marka adı belirtmez.
17
Communication channel iletişim kanalı.
Company profile: Kurum profili. Bir kurumun etkinlik gösterdiği iş kolları, çalışanlarının sayısı, sunduğu ürün ve hizmetler, cirosu, reklam ve pazarlama harcamaları, pazar payı gibi tanımlayıcı ve diğer kurumlarla doğrudan karşılaştırılmasına imkan veren ölçütler.
Comparative advertising:
Karşılaştırmalı reklam. Kimi zaman rakip firmaların adını da belirterek karşılaştırma yapan reklam.
Competition: Rekabet.
Competitive advantage: Rekabet avantajı, rekabet üstünlüğü.
Competitive hrand: Rakip marka. Bir pazarda tüketicilerin aynı gereksinimlere yanıt veren seçenekler olarak gördüğü, birbirinin yerini tutabileceğini düşündüğü markalar.
Complementary product pricing:
Tamamlayıcı ürün fiyatlandırması. Bir ürünün maliyet ya da kar gözönüne alınmaksızın optimum düzeyde fiyatlandırılması. bölmece bu ürünle birlikte kullanılan bir diğer ürüne talebin artmasıyla her iki üründen elde edilen karın maksimizasyonu.
Concept retailing: Konulu mağazacılık, kavram mağazacılığı. Mağazayı mal çeşidiyle, dekoruyla, çalışanlarının giysileriyle bir konu çerçevesinde oluşturma.
Concession: Özel satış alanı. Perakende satıcıya bir mağazada, otelde, panayırda satış yapması için ayrılan alan.
Conflict of interest: Çıkar çatışması.
Consignment selling: Konsinye satış-Ürün ancak satış noktasında satıldıktan sonra üreticiye ödeme yapılması ve satıcının belirli bir tarihe kadar satılmayan sağlam malları gen gönderebilmesi koşuluyla yürütülen satış biçimi.
Consolidation: Birleştirme. ('onsumer: Tüketici.
Consumer goods: Tüketim malları. Bireysel tüketicinin kişisel ve ev ıci gereksinimlerini karşılamak amacıyla üretilen ürünler.
Consumer loyalty: Bakınız brand loyalty.
Consumer marketing: Son tüketiciye yönelik pazarlama.
( 'onsumer price index: Tüketici fiyat endeksi. Bir topluluğun ortalama yaşam düzeyini sürdürebilmesi için gereken giderleri izleyen, kimi temel tüketim maddeleri ve hizmet kalemlerinin fiyat trendlerini göstermeye yarayan istatistiksel olcu. Ayrıca perakende fiyat endeksi ya da geçim endeksi olarak da adlandırılır.
Content provider: İçerik sağlayıcı. Internet sayfalarında okunmak, izlenmek amacıyla bilgilendirici, eğitici ya da eğlendirici çeşitli çalışmalar hazırlayan kişi ya da kuruluş.
Control group: Denetim kümesi. Deney sonucunu deneysel değişkenin etkilerine bağlayabilmek için herhangi bir deney uygulaması yapılmayan küme.
Controlled hrand: Denetimli marka. Yalnızca bir toptancı, perakendeci ya da mağaza zinciri tarafından dağıtımı yapılan marka.
18
Convenience goods: Hazır ürün. Tüketicinin yaşamını kolaylaştıran dondurulmuş hazır gıdalar, bebek mamaları vs.
Convenience store: Elverişli mağaza. Evlere ya da işyerlerine yakın, ürün çeşidi az olmasına rağmen kolayca ulaşılabilir olduğu ya da olağan iş saatleri dışında acık bulunduğu için tercih edilen, çoğunlukla yiyecek ve sık tüketim malları satan mağaza.
( Inoperative advertising: Ortak reklam, toplum reklam verme, kooperatif reklamcılık.
Copyright: Telif hakkı. Bir fikir ya da sanat yapıtı yaratan kişinin bu yapıttan doğan yasal haklarının tümü.
Corporate advertising: Kurum reklamı, kurumsal reklam. Kurumun üretiği ürünleri ve sunduğu hizmetleri satabilmek için değil, imajını güçlendirmek amacıyla yaptığı reklam.
Corporate huy: Kurumsal alım. Kişinin değil, kuruluşun kendi adına yaptığı alım.
Corporate chain: Kurumsal mağaza /incin. Aynı kuruluşa ait mağazaların oluşturduğu zincir.
Corporate culture: Kurumsal kültür, kurum kültürü.
Corporate identity advertising;
Kurumsal kimlik reklamı, Bir kuruluşun yeni bir kurumsal kimlik edindiğini duyurmak, imaj değişikliğini vurgulamak, değişen kurumsal kimlik öğelerini tanıtmak için yapılan reklam.
Cost: Maliyet.
( ost -insurance-freight (CİF):
Maliyet-sigorta-navlun.
Cost profile: Maliyet profili.
Counter advertising; Karşı reklam. Bir reklam iletisini yalanlayan ya da karşı görüşü savunan reklam.
Counterfeiting: Kalpazanlık, korsancılık.
Coııntermarketing: Karsı pazarlama. Bir ürüne yönelik talebi düşürmek için girişilen propaganda.
Coupon: Kupon. Ürünün satış fiyatı üzerinden belirli bir indirim sağlayan belge.
Credibility: Inandırcılık, güvenilirlik, kredibilite.
('redit: Kredi.
Credit and delivery store: Veresiye alışverişe imkan tanıyan ve eve teslim servisi bulunan mağaza.
('redit card: Kredi kartı.
Crisis management: Kriz yönetimi.
Critical-path method: Etkili yol yöntemi. Birbirinden bağımsız, fakat birbiriyle ilişkili ve birinin aksaması durumunda diğerlerinin de aksayabileceği işler içeren geniş kapsamlı projelerin düzenleme ve zamanlamasında kullanılan planlama yöntemi.
Cross analysis: Çapraz çözümleme. Bir araştırmadan elde edilen verilerin aynı araştırmadan elde edilen ayrı bir veri kümesine ışık tutacak biçimde çapraz çizelgeler içinde çözümlenmesi.
Cross elasticity of demand: Çapraz talep esnekliği. Bir ürünün fiyatındaki
19
değişmeninbir diğer ürüne yönelik talebi etkileme oranı.
Cross-sell: Çapraz satış. Bir ürünün alıcısına aynı üreticinin veya satıcının başka bir ürününü ya da tamamlayıcı bir ürünü satmaya çalışmak.
Cultural lag: Kültürel gecikme. Alt kültür kümelerinin yeni bir ürünü, hizmeti ya da fikri üst kültür kümeleriyle aynı hızda benimsememelerinden kaynaklanan fark.
Cumulation: Birikim, birikme, yığılma, toplam, kümülasyon.
Current demand: Cari talep. Bir ürünü bugünkü fiyatından satın almaya hazır alıcılar.
Customer: Müşteri, alıcı.
Customer aequsition: Müşteri edinme.
Customar base: Müşteri tabanı.
Customer detection: Müşteri kaybetme.
Customer-focused marketing;
Müşteri odaklı pazarlama. Veriye dayalı pazarlama, telefonla pazarlama gibi doğrdan pazarlama yöntemlerinden yararlanarak müşteriyle uzun süreli ilişkiler kurma ilkesine dayanan pazarlama anlayışı.
Customer loyalty: Müşteri bağlılığı. Bir müyterinin sürekli olarak belirli perakende satış yerlerinden alışverişi tercih etmesi.
Customer profile: Müşteri profili.
Customer research: Müşteri araştırması. Müşterilerin gelecekteki gereksinmelerini kestirmek ya da
karşılayabilmek amacıyla yapılan tutum, görüş ve davranış araştırmaları.
Customer retention: Müşteri tutma. Kuruluşun müşterilerini uzun süre elde tutabilmesi.
Customer satisfaction: Müşteri memnuniyeti. Müşterinin üründen beklentileriyle ürünün yapması gereken iş ve bu işi yapabilme başarısı arasındaki uyuşma.
Customer services: Müşteri hizmetleri. Satıcının müşterilerine sunduğu yan hizmetler.
Customer value: Müşteri yararı. Müşterinin ürün ya da hizmetten beklediği yarar.
Custom-made: Ismarlama ürün. Bir alıcının özel istekleri doğrultusunda üretilmiş ürünlere ilişkin.
Cut-price merchandise: İndirimli mallar. İndirimli ya da indirim görebilecek mallar.
Cutthroat competition: Kıyasıya rekabet. Fiyatların kimzsenin kar edemeyeceği bir düzeye indiği, rakiplerin birbirini yok etmek için dürüst olmayan uygulamalara başvurduğu pazarın durumu.
Daily activities report: Günlük faaliyet raporu. Satıcının satışlar ve harcamalarla ilgili tuttuğu günlük rapor.
Data : Veri. Henüz işlenmemiş nitel ve nicel gözlemler.
Data analysis: Veri çözümlemesi Bir gözlem tekniği ya da ölçme aracıyla
elde edilmiş verilerin yönelimleri ve istisnaları belirlemek amacıyla incelenmesi.
Data bank: Veri bankası.
Database: Veri tabanı. Hızlı aranıp bulunabilecek ve günelleştirilebilecek biçimde düzenlenmiş veriler.
Database marketing Veriye dayalı pazarlama. Bilgisayara işlenmiş tüketici dosyalarından alıcı olması en olası tüketicileri belirleyip onlarla ilgili düzenli olarak güncelleştirilen bilgiler tutarak yürütülen doğrudan pazarlama.
Data collection: Veri derleme. Belirli bir ilgi alanında gözlem teknikleriyle bilgi toplama ve kaydetme işlemi.
Dating: Tarihleme, vade koyma. Bir sözleşme ya da sipariş formunda ödemenin yapılması gereken son tarihin belirtildiği satır.
Dealer: Bayi. Bazı ürünleri satma izni olan kişi ya da kuruluş. Bayinin üretici temsilcisi, komisyoncu ve acenteden farkı satışa sunduğu malın sahibi olmasıdır.
Dealer network: Bayi teşkilatı.
Deal merchandise: Kelepir mal. Değerinden cok düşük fiyata satılan mal.
Decentralized management:
Yerinden yönetim, ademi merkeziyetçi yönetim. Yetkilerin kurumun çeşitli birimleri arasında dağıtıldığı, karar verme yetkisinin alt kademelerdeki yöneticilere ait olduğu yönetim biçimi.
Deceptive advertising: Yanıltıcı reklam. Yanlış ve abartılı iddialarda bulunan, yanıltıcı cümleler içeren ya
da eksik bilgi veren, ürünün görüntüsü çarpıtan, gerçek olmayan karşılaştırmalar yapan reklam.
Deceptive packaging: Yanıltıcı ambalaj, içindeki ürünün gerçek miktarı, içeriği ya da kalitesi konusunda yanıltan ambalaj.
Deceptive pricing: Yanıltıcı fiyatlandırma. Satışa sunulan ürünün fiyatı, indirim oranı ya da ödeme koşulları hakkında tüketiciye yanıltıcı bilgi verme veya bu bilgileri yanıltıcı biçimde sunma.
Decision making process: Karar verme süreci. Bellek, düşünme, değerlendirme gibi bilişsel süreçleri kullanarak alternatif eylem biçimleri arasında yapılan seçim.
Decision support system; Karar destek sistemi. Gelişmiş bir veri yönetim sistemine dayanarak yöneticilerin doğru ve hızlı karar almalarına yardımcı olacak bilgi ve sunumları sağlayan, verilerin anında çözümlenmesine olanak tanıyan interaktif sistem.
Decision tree: Karar ağacı. Çok seçenek karşısında kişinin ya da kurumun karar vermesine yardımcı olması amacıyla her seçeneğin seçilmesi durumunda doğurabileceği sonuçların dallar biçiminde gösterildiği çizim.
Deep assortment: Serinlemesine ürün çeşidi. Bir ürün kategorisinin tüm çeşitlerini içeren stok.
Deep-rooted demand: Köklü talep. Tüketicinin pazarda herhangi bir rekabet üstünlüğü kalmamış olsa bile ürüne duyduğu bağlılık.
Defensive campaign: Savunma kampanyası. Ürünü rakiplerinden
21
korumak amacıyla oluşturulmuş reklam veya satış artırma kampanyası.
Defensive pricing: Savunmacı fiyatlanclırma. Eldeki pazar payını korumak amacıyla yapılan fiyatlandırma.
Deterred gratification: Ertelenmiş doygunluk. Kişinin kimi ürün ve hizmetleri kendisi için uzun dönemde yararlı olmayacağını düşünerek satın almaktan kaçınması; yararları daha gec ortaya çıkacak kimi ürün ve hizmetleri de başka gereksinmelerinden özveride bulunarak satın alması.
Delayed action advertising:
Gecikmeli eylem reklamı. Hedef tüketiciyi hemen bir satın alma eylemine yöneltmek yerine ürün, hizmet ya da davayı anımsatmak, imajını pekiştirmek, tüketicinin tutumunu değiştirmek gibi daha uzun dönemli etkiyi amaçlayan reklam.
Delivery: Teslimat. Sipariş edilen bir malın müşteriye teslimi.
Demand: Talep. Alıcıların belirli bir pazarda ve belirli bir zaman dilimi içinde belirli bir fiyattan satın almaya hazır oldukları mal ya da hizmet miktarı.
Demand curve: Talep eğrisi. Diğer bütün etmenler sabit tutulduğunda çeşitli fiyatlarda ürüne karşı oluşması beklenen talep düzeyini gösteren eğri.
Demand elasticity: Bakınız cross elasticity of demand.
Demarketing: Pazarlamama. Üreticinin ya da satıcının elinde kısıtlı miktarda bulunan veya kusurlu, zararlı, karsız olduğunu öğrendiği
malların satışını özendirmemesi.
Demographic analysis: Demografik çözümleme.
Demographic segmentation:
Demografik bölümleme. Pazarı demografik özelliklerine göre bölümlere ayırma.
Demography: Nüfusbilim, demografi. İnsan nüfusunu yapı, gelişme, dağılım, doğum oranları, ölüm oranları, evlilik, istihdam duııınu, yaş kümeleri gibi açılardan inceleyen bilim.
Demonstration advertising:
Uygulamalı açıklamalı reklam. Bir ürünün kullanım biçimini uygulayarak, resimlerle açıklayarak, tüketiciye uygulatarak yapılan reklam.
Department: Bölüm, departman.
Department store: Reyonlu büyük mağaza. Çeşitli ürünlerin kendilerine ayrılan bölümlerde satıldığı mağaza.
Dependent variable: Bağımlı değişken. Deneyde bağımsız değişkenlerden bir ya da birkaçına bağımlılık gösteren değişken.
Deregulation: Deregülasyon, serbestleşme. Belirli bir iş alanı ya da sektördeki devlet denetimi ve kısıtlamalarının kısmen ya da tamamen kaldırılması.
Derived demand: Türevsel talep. Bir urunu satın almanın onun üretiminde gerekli ürün ve hizmetlere karşı oluşturduğu talep. Dolaylı talep olarak da adlandırılır.
Descriptive label: Betimleyici etiket Urunun yapım,, içeriği, kullanım biçimi ve yararlarıyla ilgil, aynntıl, bılgir içeren etiket. d
22
Desk-to-desk direct marketing:
Masadan masaya doğrudan pazarlama. Şirketlerin potansiyel müşterilerini belirlemek için bilgisayar veritabanlarından faydalandığı işletmeler arası satış biçimi.
Detail er: Öncü satıcı. Adına çalıştığı kurulusun sunduğu mal ve hizmetler hakkında müşterileri ve olası müşterileri bilgilendirerek satışları artırmaya çalışan kimse.
Delernıinaııce model of brand evaluation: Belirlenimci marka değerlendirme modeli. Alternatif markalara ilişkin tüketici karar süreçlerinin incelenmesi için geliştirilmiş bir model.
Deterministic models: Belirlenimci modeller. Fiyat seviyesi, reklam ve tanıtım harcamaları gibi pazarlama değişkenlerinin pazar payı ya da satış tahmini yapmak için kullanıldığı istatistiki bir araç.
Developmental marketing: Gelişimci pazarlama. Açık bir pazar gereksinimini karşıladığı görülen ürüne talebi artırmayı hedefleyen pazarlama faaliyeti.
Dichotomous question: İkiden seçmeli soru. Pazarlama araştırmasında ankete katılanın iki olası yanıt arasında seçim yapmak zorunda olduğu kapalı uçlu soru.
Differential advantage: Ayrımsal avantaj. Bir şirketin ürün ya da stratejisini rakiplerininkine üstün kılan öğe ya da faktör.
Differential pricing: Farklı fiyatlandırma. Aynı ürünü farklı tüketici kümelerine farklı fiyatlarla satma.
Differentiated marketini;:
Ayrımlaştırılmış pazarlama. Üreticinin
pazarın farklı kesimlerine farklı ürün ve hizmetler sunması. Çok bölümlü pazarlama olarak da adlandırılır.
Differentiation: Ayrımlaşma, farklılaşma.
Diffusion of innovation: Yeniliğin yaygınlaşması. Yeni ürün ve hizmetlerin bir toplumun çeşitli kesimlerince farklı hızda benimsenmesi, yeniliğin önce dar bir tüketici kümesi tarafından benimsenip, toplumun diğer kesimlerine zamanla yayılması. Ürünü ilk benimseyenlere yenilikçi, daha sonra benimseyenlere ise sırasıyla erken benimseyenler, erken çoğunluk, gec çoğunluk ve gecikenler denir.
Diffusion process: Yeniliğin yaygınlaşma süreci.
Direct: Doğrudan, dolaysız.
Direct-action advertising: Doğrudan eylem reklamı. Hedef tüketicileri hemen ürünü satın almak veya hemen oy vermek gibi bir eyleme çağıran reklam.
Direct competitive advertising:
Doğrudan, dolaysız reklam. Kitle iletişim araçlarından yararlanmaksızın kapıdan kapıya dolaşan gezgin satıcılar aracılığıyla veya telefon yoluyla hedef tüketicilere doğrudan ulaştırılan reklam.
Direct buyer: Doğrudan alıcı. Malı ilk elden, üreticisinden satın alan alıcı.
Direct close: Doğrudan satış bağlama. Satıcının alıcıya doğrudan siparişte bulunmasını önerdiği yaklaşım.
Direct competition: Doğrudan rekabet. Aynı ürün kategorisinde
23
rekabet eden ürün ya da marka.
Direct costs: Dolaysız maliyetler. Belirli bir ürünün doğrudan üretiminden kaynaklanan işçilik ve gereç harcamaları.
Direct distribution: Dolaysız dağıtım. Urun ve hizmetlerin üreticiden doğrudan tüketiciye ulaştırıldığı dağıtım türü.
Direct mailing: Doğrudan postalama, adrese postalama. Ürün katalogu, tanıtım kitapçığı, föy, sirküler gibi reklam araçlarını alıcı olabilecek kişi ve kurumların adresine postalama.
Direct marketing: Doğrudan pazarlama. Ürün ve hizmetlerin tüketiciye toptancı ya da perakendeci aracılığıyla değil, üretici veya pazarlamacı tarafından doğrudan pazarlanması. Bu yöntemde olası müşteri belirlenir ve ona doğrudan satış yapmaya ve müşterinin sürekli alışveriş etmesi sağlanmaya çalışılır. Doğrudan pazarlamanın vazgeçilmez öğeleri veri tabanı, doğrudan yanıtlama reklamları ve kapıdan kapıya satıştır.
Direct marketing channel: Doğrudan pazarlama kanalı. Aracının olmadığı, üreticinin doğrudan son kullanıcıya satış yaptığı dağıtım kanalı.
Direct order: Dolaysız sipariş. Üreticiye toptancıdan değil doğrudan perakendeciden ya da bayi ve perakendeciden değil, doğrudan alıcıdan gelen sipariş.
Direct product profitability: Dolaysız ürün karlılığı. Satıcıların stoklarında yer vermeyi düşündükleri ürünlerin karlılığını belirlemekte kullandıkları bir yöntem. Ürünün depoya varışından satışına değin ortaya çıkan tüm doğrudan harcamalar toplanarak
belirlenir. Böylece kimi ürünlerin aslında karlı olmadığı ortaya çıkar.
Direct response marketing:
Doğrudan tepki pazarlamacılığı-Doğrudan postalama, televizyon, kuponlu basın reklamları, telefonla satış gibi. olası müşterilerden doğrudan sipariş almaya yönelik pazarlama yöntemlerinden yararlanan yöntem. Malı tüketiciye ilk elden, perakendeci, acente, bayi aracılığı olmaksızın satmak için yararlanılan etkinliklerin tümü.
Direct selling: Doğrudan satış. Ürün ve hizmetlerin tüketicilere toptancı, bayi gibi aracı yoluyla değil, doğrudan evlerinde yapılan açıklamalı uygulamalar yoluyla tanıtılıp satılması.
Disclaimer: Feragatname. Satıcının sözleşmede ya da sattığı malın ambalajında malın belirli bir yönü ile ilgili her türlü sorumluluğu reddettiğini belirttiği söz.
Discontinuous innovation: Oncesız yenilik.
Discount: İndirim, tenzilat, iskonto. Satın almaya veya peşin ödemeye özendirmek amacıyla belirtilen fiyatta ya da peşin ödenmesi istenen tutarda yapılan indirim.
Discount house: Bakınız discount store.
Discount store: İndirimli mağaza. Çeşitli ürünlerin başka mağazalardan daha düşük fiyatla satııldığı perakende satış yeri.
Discretionary income: İhtiyari gelir. Kişisel gelirden vergi ve temel gereksinme harcamaları çıkarıldıktan sonra artan tutar. Harcanabilir gelirin bir parçasıdır.
24
Diseconomies of scale: Ölçeksizlik ekonomileri. Kuruluşun çok büyümesi sonucunda ölçek ekonomilerinin artık işlemediği ve birim başına üretim ya da pazarlama maliyetinin artmaya başladığı nokta.
Disjunctive model of consumer choice:
Ayırıcı tüketici seçim modeli. Tüketicinin marka seçenekleri arasında secim yaparken kullandığı karar sürecinin bir modeli. Bu modele göre tüketici marka seçimini yalnızca bir ya da birkaç özelliğe bakarak yapar ve diğer özellikleri dikkate almaz.
Display advertising: Resimli basın reklamları. Bütünüyle metinden oluşmayıp grafik öğeler de içeren basın reklamı.
Display allowance: Sergileme indirimi. Ürününü rafta değil, daha göze çarpan bir yerde sergilemesi karşılığında üreticininperakendeciye uyguladığı indirim.
Disposable income: Harcanabilir gelir, net gelir. Vergiler ve devlete yapılan diğer zorunlu ödemelerden sonra bireye kalan gelir.
Dissociative group: İstenmeyen benimseyiş kümesi, Bireyin kendin koparmaya, ayırmaya çalıştığı, benzemek istemediği benimseyiş kümesi.
Distribution: Dağıtım. Üretilen mal ve hizmetlerin tüketiciye ulaştırılması işi ve bu isi gerçekleştirmek için başvurulan yöntemler.
Distribution channel: Dağıtım kanalı. Malın üreticiden tüketiciye artarılırken elindeng eçtiği aracılar.
Distribution cost: Dağıtım maliyeti. Ürünlerin fabrikadan tüketiciye
ulaştırılması için gerekli harcamaların tümü.
Distributor's brand: Dağıtımcı markası. Üreticiye değil, perakendeciye ya da mağaza zinciri gibi malın dağıtımını sağlayan kuruluşlardan birine ait marka.
Diversification: Çeşitleme çeşitlendirme. Kurumun çalışma alanlarını, ürettiği, dağıttığı ya da sattığı ürün ve hizmetlerin çeşidini artırması.
Dog: Başarısız ürün. Az büyüyen bir pazarda düşük pazar payına sahip işletmeya da ürün.
Domestic market: iç pazar.
Domination: Egemenlik, tahakküm.
Door-lo-door distribution: Kapıdan kapıya ürün dağıtımı. Tanıtım kitapçığı, föy, ürün örneği gibi reklam araçlarını kapı tapı dolaşarak dağıtma.
Door-to-door marketing: Kapıdan kapıya pazarlama. Kapıdan kapıya ürün dağılımı gibi yöntemlerden yararlanan doğrudan pazarlama.
Door-to-door selling: Kapıdan kapıya satış. Satıcıların kapı kapı dolaşarak her tüketiciye evinde satış sunumu yapmaları. Bir doğrudan satış yöntemi.
Down market: Alt pazar. Pazarın daha ucuz ve düşük kaliteli ürün ve hizmetlerden oluşan kesimi.
Downsize: Küçülme, küçültme. İşçi çıkararak kurumu küçültme.
Drip advertising: Genellikle bir yıldan uzun sür yayınlanan, uzun süreli reklam kampanyası.
25
Drive: Dürtü.
Drop: Doğrudan pazarlamada postaya verine.
Drop shipper: Aracı toptancı. Üreticinin doğrudan satıcıya ya da son müşterisine sevk ettiği malları satan toptancı.
Dry goods: Kuru inallar. Kumaş, hazır giyim malları, mutfak araç gereçleri gibi dayanıklı, bozulmayan ürünler.
Dual distribution: İkili dağıtım. Üreticinin ürününü son kullanıcıya ulaştırmak için iki farklı yaklaşımı aynı anda kullandığı pazarlama kanalı organizasyon sistemi. Genelde bir yaklaşımda aracılardan faydalanırken, diğerinde doğrudan son kullanıcıya satış yapılır.
Dumping: Damping. Bir malı özellikle dış pazarlarda iç pazardaki fiyatının çok altında satma.
Durable goods: Dayanıklı tüketim malları. Buzdolabı, çamaşır makinası. fırın, televizyon gibi dayanıklı, pahalı ve az sıklıkta satın alınan tüketim malları.
Early adopters: Erken benimseyenler.
Early majority: Erken çoğunluk.
Economic environment: Ekonomik ortam, çevre.
Economic forecast: Ekonomik tahmin.
Economic order quantity: Ekonomik sipariş miktarı. Satıcı için en çok kazanç sağlayan sipariş miktarını
matematiksel olarak belirleme yöntemi.
Economic utility: Ekonomik fayda. Bir mal ya da hizmetin müşterinin gereksinim ya da isteklerini tatmin etme yetisi.
Economies of scale: Olcek ekonomileri. Üretilen miktar ve ürünün pazar payı arttıkça birim başına üretim maliyetinin düşmesinden sağlanan tasarruf.
Effective buying income: Efektif satın alma geliri. Bireyin ücret ve maaş, yatırım getirişi, faiz, kar gibi harcanabilir gelirinden vergilerin çıkarılmasıyla hesaplanır.
Effective demand: Efektif talep Belir/ı bir ürünü belirli bir fiyatla belirli bir zamanda satın almak isteyen ve satın alma gücü olan tüketicilerin toplamı.
Elastic demand: Esnek talep. Bir ürün ya da kategoriye talebin fiyattaki ya da pazarlama desteğindeki değişmeye gösterdiği duyarlılık derecesi.
Electronic data interchange (EDI):
Elektronik veri değişimi. Electronic funds transfer at the point of sale: Kasada elektronik ödeme. Alıcının satış noktasında banka kartıyla ödediği tutarın banka hesabından düsülmesiyle gerçekleştirilen ödeme.
Electronic marketing: Elektronik pazarlama. Barkod tarayıcıları, bilgisayarca okunabilen tüketici bilgi formları gibi çeşitli elektronik yöntemlerden yararlanarak olası tüketicileri belirleme ve elektronik iletişim araçları yoluyla onlara reklam gönderme, sipariş alma gibi biçimlerde yürütülen pazarlama etkinlikleri.
26
Electronic retailing: Elektronik perakende satış. Elektronik yollardan yararlanan doğrudan pazarlama yöntemi. Tüketicinin kendi bilgisayarı aracılığıyla ya da alışveriş merkezlerine yerleştirilen elektronik büfeler yoluyla satıcının elektronik ürün kataloguna ulaşıp siparişini gene aynı yolla satıcının bilgisayar veri bankasına iletmesi gibi biçimlerde yürütülür.
Embedding: Gömülü ileti, bilinçaltı reklam iletisi.
Emergency goods: Acil mallar. Gereksinim duyulduğunda çabucak satın alınan tüketim malları.
Emotional appeal: Duygusal yaklaşım.
Empathy: Empati, duygu sezisi. Kişinin kendini bir başkasının yerine koyup onun duygularını anlayabilmesi.
Empty neşter: Boş yuva bekçisi. Çocukları büyüyüp evden ayrılmış anne baba.
End consumer: Bakınız end user.
Encoding: Şifrelemek, kodlamak.
Endorsement advertising: Onay reklamı. Ürünü tanıtan kişinin ünlü yada ürünün kullanıldığı alanda uzman kabul edilen biri olması.
End product: Son ürün. Bir dizi iylemin sonucunda elde edilen nihai ürün.
End user: Son kullanıcı. Ürünü satın alan ya da satın alınması kararını onaylayan değil, onu kullanacak ya da tüketecek kişi.
Ergonomics: Ergonomi. İnsan ile
kendi yarattığı eşya, makina, yapay çevre arasındaki ilişkiyi inceleyen; bunların rahatlık, güvenlik ve üretkenliği artıracak biçimde tasarlanması ve düzenlenmesi amacıyla insanların gözönünde bulundurulması gereken fiziksel ve ruhsal özelliklerini araştıran uygulamalı bilim dalı.
Escalator clause: Yükseltme kaydı. Kurumla müyterisi arasında yapılan sözleşmede yer alan , ileride ortaya çıkabilecek fiyat artışlarının enflasyon endeksi gibi bir oranla bağıntılanacağı kaydı.
Established brand: Oturmuş marka.
Evoked set: Seçenekler takımı. Tüketicinin belirli bir ürünü satın almadan önce seçenekler olarak değerlendirip gözden geçirdiği markalar.
Exchange: Değiştokuş.
Exclusive agency agreement: Tek
acentelik anlaşması. Üreticinin belirli bir ürününü belirli bir bölgede yalnızca bir acentenin satmasını öngören anlaşma.
Exclusive assortment: Münhasır çeşit. Yalnızca bir tek üreticinin ürünlerini içeren mağaza stoku.
Exclusive dealing: Tekelci ticareti. Satıcının belirli bir bölgede üreticinin satış yetkisi verdiği tek satıc ayrıcalığına sahip olması karşılığında rakip ürünleri satmaması.
Exclusive distribution: Tek
dağıtıcılık. Ürünün belirli bir bölgede tek. yetkili dağıtımcı tarafından satılmasını öngören dağıtım yöntemi.
Expectancy-value model of consumer choice: Değer beklentisi
27
modeli. Tüketicinin marka seçenekleri arasında seçim yaparken kullandığı karar süreci modellerinden biri. Bu modele göre tüketici seçimini yaparken her markanın birden çok niteliğini gözönüne alır, ancak niteliklerin hepsi kendisi için aynı oranda önemli değildir. Bu farklı değerler toplandığında en yüksek puan alan marka seçilir.
Experimental research: Deneysel araştırma. Değişkenler arasında bir neden-sonuç ilişkisi saptayabilmek için titizlikle denetlenen koşullarda yapılan deneyleri içeren araştırma.
Export marketing: Yurtdışı pazarlama. Kuruluşun ürününü ana bürosunun bulunduğu ülkenin dışında pazarlaması.
External marketing environment:
Dış pazarlama ortamı. Şirketin karar alma sürecini etkileyen şirket dışındaki görece denetlenemez faktörler.
External stimulus: Dış uyaran.
Extrinsic value: Dışsal değer. Ürünün, özellikle bir hammaddenin işlendikten sonraki parasal değeri.
Factor analysis: Etken çözümlemesi, faktör analizi. Araştırmaya konu olan olayda çok sayıda değişken bulunması durumunda bu değişkenlerden hangilerinin olayı açıklamada diğerlerine göre daha önemli olduğunu, aralarındaki karşılıklı bağımlılığın kökenini ve bunun ne orand anlam ya da önem taşıdığını değişkenleri en az sayıda etkene indirgeyerek incelemekte kullanılan çok değişkenli matematiksel teknikler.
Factory outlet: Fabnka satış yeri. OreUci kurumun defolu, elde kalmış ya da fazla mallarını düşük üyaıla elden çıkarmak amacıyla fabrikanın içinde ya da yakınında açtığı Perakende satış yeri.
Fad: Geçici heves. Pazara çıkmasından kısa bir süre sonra modası gecen, fakat bu süre içinde belirli bir pazar kesimi tarafından coşkuyla karşılanan ürün.
Fair trade
Dürüst, adıl ticaret.
Familiarity scale: Alışıklık ölçeği-kişi, kuruluş, ürün ya da hizmetin hedef kitlesi tarafından ne oranda tanındığını ölçmek amacıyla yararlanılan, tüketicilerin bir dizi 'tanıma' cümlesinden birini işaretlemeleriyle elde edilen bir o
Bir
:|çek-
Face to face selling: Yüz yüze satış. Satış gücünün olası alıcılarla yüz yüze yürütülen görüşmeler yoluyla satış yapması.
Facilitating channel institution-.
Yardımcı kanal kuruluşu. Taşıma kuruluşları, bağımsız depolar, bankalar, pazarlama araştırmacıları ve reklam ajansları gibi üreticiye ürün dağıtımında yardımcı olan, ancak bu ürün üzerinde sahiplik hakkı bulunmayan kuruluş.
Family brand: Ortak marka. Aynı kuruluşun ürettiği çeşitli ürünleri or bir ad altında, aynı markayla satışa sunması.
Family life cycle: Aile yaşam döngüsü. Aile olgunlaştıkça satın alma davranışlarının değiştiği ve beni evreler izlediği kavramı.
Fast moving consumer goods: Hız'1 tüketim malları, dayanıkrz tüketim malları. Sürümü çok, fiyatı düşük ve
28
sık alınıp sık tüketilen mallar.
Pavorability scale: Sevimlilik ölçeği. Bir kişi, kuruluş, ürün ya da hizmetin hedef kitlesi tarafından ne oranda sevildiğini belirlemek amacıyla kullanılan, tüketicilerin bir dizi cümleden birini işaretlemeleriyle elde edilen bir ölçek.
Fear appeal: Korkutma. Reklamın korkutma veya endişelendirme yoluyla tüketicileri ürünü satın almaya yöneltmesi.
Feature: Özellik. Ürünün tüketici için önemli olduğu düşünülen unsurları.
Feedback: Geri besleme. İletinin yöneltildiği kişilerce nasıl karşılandığını, gönderenin istediği biçimde algılanma düzeyini ve gönderenin amaçlarını ne oranda gerçekleştirdiğini ölçmek için yararlanılan bilgi alma yöntemleri.
Field-activated promotion: Alan yöneltimli satış artırma. Mağaza zincirinin merkez bürosu tarafından değil, perakendeci veya mağaza yönetici tarafından başlatılan satış artırma girişimi.
Field force: Alan görüşmecileri. Alan araştırmalarında katılımcılarla yüz yüze görüşme yapan kimseler.
Field sales manager: Alan satış müdürü. Alan satış gücünün yöneticisi.
Field selling: Alan satışı. Satış gücünün olası alıcıları kendi yerlerinde ziyaret ederek satış yapması.
Fighting brand: Önleyici marka, markajcı marka. Üreticinin düşük fiyatlı rakip ürünlerle rekabet ederken daha pahalı ve daha kaliteli ürününü
korumak için pazara sürdüğü düşük, fiyatlı ürün.
Financial advertising: Mali reklam. Banka, sigorta şirketi, aracı kurum gibi mali sektör kuruluşlarına yönelik hazırlanan ya da bu kuruluşların ürünlerini duyuran reklam.
Financial resources: Mali kaynaklar.
Financial risk: Mali risk.
Fixed-sum-per-unit method: Birim başına sabit harcama yöntemi. Reklam bütçesini üretilen ya da üretilmesi planlanan herbirim için belirli bir miktar para ayırarak hesaplama yöntemi.
Flagship: Amiral gemisi. Pazarlamada ana ürün, mağazacılıkta ana mağaza.
Flanker brand: Yan marka. Belirli bir ürün kategorisinde bir markası bulunan üretici tarafından aynı kategori için aynı marka altında satışa sunulan yeni ürün. Ana üründen farklı boyut, tat, biçim ya da türde olabilir.
Flexible pricing: Esnek fiyatlandırma. Satıcının aynı malı aynı miktarda satın alan herkesten aynı fiyatı istemek yerine alıcının gücüne ya da pazarlıktaki ustalığına göre farklı fiyat istemesi.
Flighting: Reklamı dönüşümlü yoğunlukta yayınlamak. Medya planında yoğun ve durgun reklam dönemlerine dönüşümlü olarak yer vermek.
Flyer: Genellikle tek yapraktan oluşan basılı el ilanı ya da föy.
Focus group interview: Odaklanmış küme görüşmesi. Tüketicilerin düşünce ve alışkanlıklarını belirlemek,
29
kar
ürüne karşı gerçek duygularını orta.ya çıkarmak için küme tartışmalarından yararlanan nitel araştırma yöntemi.
Follow-the-leader strategy Lideri takip et stratejisi. Bir şirketin karar ve eylemlerinde pazar liderinin yaptıklarını takip etmesi.
Follow-up: izleme mektubu ya da ziyareti. Potansiyel müşteriye reklam postası gönderildikten ya da alıcı sipariş ettiği ürünü teslim aldıktan sonra yapılan ziyaret.
Forecast: Tahmin, kestirme.
Foreign market entry: Dış pazara giriş.
Form utility: Biçimsel yarar. Ürünün yapısını ya da biçimini değiştirmekle sağlanan veya artırılan yarar.
Forward buy: Stoklama. Dönemsel bir indirimden yararlanmak ya da olası bir stok tükenmesine karşı önlem almak amacıyla mal stokunu kısa dönemdeki talebin çok üstündü tutma.
Forward integration: ileri bütünleşme. Üreticinin son tüketicilerle arasındaki aracıları kaldırmak amacıyla dağıtım yaptığı perakende satış mağazalarını ya da dağıtım kanalındaki bir unsurun son tüketiciye daha yakın diğer bir unsuru satın alması.
Four Cs: Pazarlama karmasındaki dört ana denetlenebilir değişkenin müyteri açısından değerlendirilmesi sonucunda ortaya atılan tomülasyon. Müşteri istek ve gereksinimleri, ürünün müşteriye maliyeti, ürüne rahat ulaşabilme ve müşteriyle iletişim unsurlarını içerir.
ana denetlenebilir değişkeni: Ürün, fiyat, tanıtım ve yer/dağıtım. - the four major controllable variables of the marketing mix - product, price, promotion and place.
Franchise: Özel satış yetkisi, isim hakkı, acentelik, imtiyaz, temsilcilik-Oretici, toptancı ya da hizmet kuruluşu tarafından bağımsız bir işletmeciye tanınan, üreticinin adını, ürün ve hizmetlerini, satış, dağıtım ve sergileme yöntemlerini aynen kullanarak bir satış yerini işletme ve üreticinin mallarını belirli bir ücret lığında satma yetkisi.
ranchised label: Özel satış izinli larka
marka
Franchisee: Özel yetkili satıcı. Franchisor: Özel satış yetkisi ve
ren-
Free association: Serbest çağnf1^ Yanıtlayıcıya bir sözcük ya da b|CI gösterip aklına gelen sözcük veya düşünceyi söyletmek yoluyla söz ve biçimlere yüklenen olumlu ve olumsuz anlamları belirlemeye caliŞc anket tekniği.
Free goods: Bedava mallar. Başka bir ürünü satın almayı özendirmek amacıyla herhangi bir ücret ya da yükümlülük olmaksızın verilen mallar-
Free market: Serbest pazar. Elman kararlara devlet müdahalesinin minimum seviyede olduğu pazar.
Free merchandise: Bakınız free goods.
Frequency: Sıklık, frekans. Bir reklamın yayın sayısı ya da hedef kitle içinde yer alan bir ev halkının reklamla karşılaşma sayısı.
Four l's: Pazarlama karmasının dört Frequency marketin,.-: İyi müşterilere
30
yönelik pazarlama. Karşılıklı iletişim yoluyla ve doğrudan pazarlama yöntemlerinden yararlanarak en iyi müşterileri belirleme, elde tutma ve onlara zaman içinde daha sık satış yapmaya dayalı pazarlama yöntemi.
Fulfillment: Müşteri istek ve siparişlerini karşılama.
Full-line wholesaler: Genel toptancı. Stoku çok geniş, ancak fazla derin olmayan toptancı.
Full-line department store
Genel mağaza. Geniş bir ürün çeşidine sahip mağaza.
Full-service advertising agency: Tam hizmet ajansı. Pazarlama iletişimi kapsamına giren hizmetlerin tamamına yakınını sunan reklam ajansı.
Full-service retailer: Tam hizmet perakendecisi. Müşterilerine ürün karşılaştırma ve seçim yapma sürecinin her aşamasında yardıma hazır satış görevlilerinin bulunduğu, satın alınan malların belirli bir süre içinde iade edilmesine genellikle izin veren, mağaza kredisi, ücretsiz eve teslim, dayanıklı malların evde bakım ve onarımı gibi hizmetler sunan, çoğunlukla içinde restoran, kafeterya da bulunan perakende satış yeri.
Full-service wholesaler: Tam hizmet toptancısı. Perakende satıcılara ticari kredi desteği sağlayan, mal stoklayan ve teslim eden, araştırma, planlama, reklam, satış artırma desteği, ürün yerleştirme, bakım ve onarım hizmetleri sunan toptancı.
Function: İşlev. Ürünün karşıladığı temel gereksinim.
Functional expense: işlevsel harcama. Pazarlama maliyetinin
çözümlenmesinde pazarlama araştırması, reklam, taşıma gibi amacı belli harcama kalemleri.
Functional product differentiation:
işlevsel ürün farklılaşması. Ürünün belli bir işlevsel özelliğiyle rakiplerinden farklılaşması.
G
Galvanic skin response: Galvanik deri tepkisi. Reklamın izleyenlerde uyandırdığı tepkileri ölçmek için kullanılan bir deney tekniği.
Gap analysis: Boşluk çözümlemesi. Tüketicinin ürün türünden tüm beklentilerini ve bu beklentileri karşılayan ürünleri belirleyerek, eğer varnsa boşlukları saptamaya çalışmak. Bu boşluklara yeni ürünler konumlandırılır.
Gatekeepers: Bilgi akışını denetleyen kurum ya da kimse.
General Electric multifaetor portfolio matrix: General Electric firmasının ürün portföyü çözümlemelerinde kullanılmak üzere önerdiği matris.
General public: Kamuoyu
Generic advertising: Markasız reklam. Belirli bir markanın değil, ürün türünün ya da sektörün reklamı.
Generic product: Markasız ürün. Ambalajında yalnızca ürün türünün yer aldığı, markalı ürünlerden daha ucuza satılan ürünler.
Generics: Bakınız generic product.
Geographic market concentration:
Coğrafi pazar yoğunlaşması. Bir satış ya da reklam kampanyasını belirli bir
31
coğrafi bölgenin sınırları içinde tutma.
Global advertising: Küresel reklam. Her ulusal pazarda yerel dile çevrilerek biçimi değiştirilmeksizin yayınlanan reklam.
Global brand: Küresel marka. Dünya pazarlarında temelde aynı tanıtımla satılan marka.
Global marketing: Küresel pazarlama. Üreticinin etkinlik gösterdiği tüm ülkelerde ürünleri aynı stratejiyle pazarlaması.
Green marketing: Çevreci pazarlama. Çevre dostu ürünlerin pazarlanması, çevre sorunlarını gözönünde bulundurarak gerçekleştirilen pazarlama etkinliği.
Gray market goods: Gri pazar mallan. Dağıtımcının kendi ülkesinde yabancı bir ülkedeki üreticisinden satış yetkisi almadan pazarladığı mallar.
Gross: Brüt, kesintisi yapılmamış.
Gross domestic product (GDP): Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYlH).
Gross national product (GNP): Gayri safi milli hasıla (GSMH).
Growth-share matrix: Büyüme oaf ^ matrisi. Ürün portföyünün ya da stratejik iş birimlerinin başanmım pazar büyüme oranı ve pazar payına ^
göre sınıflandıran yöntem. E
i
Guarantee: Garanti, güvence. .
Üreticinin ya da satıcının alıcıya ( ürünün söz verilen işi görmediği f takdirde yenisiyle değiştirileceği, ücretsiz onarılacağı ya da alınan paranın iade edileceği konusunda verdiği güvence. Guaranteed \yıhv: Garantili fiyat, üreticinin aracı dağıtım huluslarından birine kuruluşun elinde ürün stoku varken ürünün toptan satış fiyatının düşürülmesi halinde aradaki farkın kendisi tarafından karşılanacağına dair 3aranti vermesi.
Guaranteed sale: Garantili satış. Perakendeciye belirli bir süre içinde satamadığı mattan kutuları açılmamış cicimde iade ettiği takdirde malların
e , nı tümüyle geri alabileceği k0^ıyla yapılan satış.
H
Gross profit: Brüt kar. Toplam satışlardan satılan malların maliyeti ve işletme harcamaları çıkarıldığında kalan miktar.
Gross rating points: Brüt izlenme oranı. Toplam izlenme oranı da denir.
Gross sales: Brüt satışlar. Belirli bir dönemde yapılan satışlardan elde edilen toplam gelir.
Group advertising: Küme reklamı. Bağımsız bir dizi perakendeci tarafından ortaklaşa yapılan reklam etkinliği.
Habit buying
Alışkanlıkla satın alma. Tüketicinin o ürünü benzerlerine tercih ettiği için değil,alışkanlıktan ötürü satın almayı sürdürmesi.
Halo effect
Bağlam etkisi. Ürünün bir özelliğine verilen özel tepkinin tümüne genelleştirilmesi.
Hard goods
Dayanılı tüketim mallan. Hard sell
Rekabetçi dolaysız satış. Ürünün yararlarını vurgulayarak dile getiren,
32
uışteriyi alım yapmaya özendirmek ;in çeşitli yollara başvuran ısrarcı atıcılık.
leadhunter
3eyin avcısı. Müşterisi olan kurumlar cin yönetici olabilecek kişileri aramak, saptamak, saptanan kişilerle in görüşme yapmak ve aday listesini Dİuşturmak için tutulmuş bağımsız ticari kurum.
Head-on positioning
Doğrudan rekabetçi konumlama. Birbirine cok benzer iki ürünün birbiriyle doğrudan rekabet ettiği konumlama biçimi.
Headquarter
Merkez, ana büro.
Head-to-head competition
Kafa kafaya rekabet. İkinci ya da üçüncü şirketin lider şirketen meydan okuduğu, oligopolistik pazar yapılarına özgü bir rekabet durumu.
Hedonic consumption
Keyif tüketimi. Başlıca yararı keyif
vermek olan ürünlerin tüketimi.
Heterogeneous goods
Ayrışık ürünler. Ayrı gereksinmeleri
karşılayan, ayrı niteliklere sahip ve
birinin diğerinin yerini tutamayacağı
ürünler.
Hidden sen ices
Gizli hizmetler. Üretim ya da dağıtım sektöründeki kurumların ürünleriyle birlikte sundukları teslim, kurma, bakım, onarım gibi hizmetler.
Hierarchy of effects
Etki hiyerarşisi. Bu modele göre tüketicinin bir markayı satın alması aşamalı bir sürecin sonucudur. Bu süreç marka adını duymamış olmakla baslar, tüketici marka adını duyduktan sonra sırasıyla marka hakkında bilgi
edinir, markayı beğenir, rakipleriyle karşılaştırır, markayı satın almanın akıllıca bir davranış olduğuna ikna olur ve satın alır.
Hierarchy of needs
Gereksinimler hiyerarşisi. Bu modelde güdüler önem sırasına göre fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimleri, ait olma ve sevgi gereksinimleri, saygı görme gereksinimi ve özgerçekleşim gereksinimi tarafından belirlenir. Dolayısıyla kisi ancak fizyolojik gereksinimleri karşılandığında güvenliğe gereksinim duyar. Daha öncelikli bir gereksinimi karşılanmayan kişinin daha az öncelikli bir gereksinime güdüsü olamaz.
High-end
En yüksek fiyatlı. Üretici ya da satıcının belirli bir ürün kümesindeki en pahalı ürünü.
High-involvement product
Yoğun çaba ürünü. Tüketicinin kişiliğini ya da toplumdaki yerini yansıttığı, başlıca arzularını gerçekleştirmesine olanak verdiği ya da temel gereksinimlerini karşıladığı için çok önemsediği, bu nedenle uzun araştırmalardan sonra satın aldığı ürün.
High-price strategy Yüksek fiyat stratejisi. Talebin esnek olmadığı koşullara uygun, planlı bir fiyatlandırma yöntemi. Şirket çeşitli nedenlerden dolayı ürün fiyatını yüksek tutmayı tercih eder.
High tech
Yüksek, ileri teknoloji. Özellikle elektronik ve bilgisayar alanlarında gelişmiş aygıtlar üretilmesine ve kullanılmasına olanak sağlayan teknoloji.
33
Historical analogy: Tarihsel analoji. Bir ürünün geçmişteki satış sonuçlarının piyasaya sürülmeye hazırlanan benzer bir ürünün olası satışlarını tahmin etmek için kullanılması.
Home-based marketing: Ev odaklı pazarlama. Evlerde düzenlenen çay toplantıları, yemek davetleri gibi yollarla tüketicilere evlerinde ürün pazarlama yöntemi.
Home shopping: Evden alışveriş. Televizyon, bilgisayar ya da telefon yoluyla yapılan reklamlarda sunulan ürünleri izleyicilerin bilgisayarları aracılığıyla ya da duyurulan telefon numarasını arayarak sipariş ettikler alışveriş türü.
Homogeneous goods: Türdeş ürünler. Aralarında pek az fark bulunan, bu nedenle tüketicinin birini bulamadığı takdirde bir diğerini rahatlıkla satın alabileceği türde ürünler ve markalar.
Horizontal channel: Yatay satış kanalı. Aynı ürünü satan, aynı dağıtım düzeyindeki satış yerleri.
Horizontal competition: Yatay rekabet. Pazarlama zincirinin aynı halkasında yer alan satıcılar arasındaki rekabet.
Horizontal cooperative advertising
Yatay ortak reklam, iki ya da daha çok reklamverenin beraber yaptığı reklam.
Horizontal diversification:: Yatay çeşitleme.
cok farklı alıcısı olan oluşturduğu pazar.
ürünlerin
vstem
yatay
Horizontal marketing ay»»»— pazarlama sistemi. Benzer pazarlarda bulunmakla birlikte birbirine rakip | olmayan kuruluşların giriştikleri ortak J pazarlama ve dağıtım etkinlikleri. House advertising: Kurum reklamları Yayınında yer aldığı radyo ya da televizyon kanalının veya reklam o-nın kendi reklamını yapan
ajansının kendi reklam.
e halkı-
Bir e
Horizontal integration: Yatay bütünleşme. Üretim ya da dağıtımzincirinin aynı düzeyinde yer alan, dolayısıyla birbirine rakip kuruluşların birleşmesi. Horizontal market: Yatay pazar. Pek
Household: Ev, hane yaşayan insanların tümü.
Household name: Ünlü marka^ Hemen herkesin tanıdığı. 9U yaşamın parçası olmuş mar
rket İCinde Hypermarket: HipermarK^;
supermarket de bulunan buy
mağaza. Hipermarketlerde "
tüketim ürünlerinin yanısıra ı
ev aletleri, beyaz eşya, giyırn e'
gi.i cok çeşitli ürünler bulunun
Hipermarşe olarak da adlandırın ¦
I
Iceberg principle: Buzdağı ÜKeSl-Buna göre, yüzeysel verilere dayanarak yapılan çözümleme sadece gerçeğin ucunu ortaya Gerçeğin tümüyle ortaya çıkması İC ayrıntılı, sınıflanmış veri gerekir.
Idea advertising: Fikir reklamları.
Idea generation: Fikir üretimi. Yem ürün geliştirme sürecinin ilk adımı olarak ortaya yeni fikirler atılması.
Ideal-brand model of consumer choice: İdeal marka modeli. Tüketicinin marka tercihine ilişkin bü modele göre, tüketici marka
çıkarı''
34
.eçeneklerinin her birini zihnindeki deal markay karşılaştırır ve buna en 'aklaşan markayı seçer.
Idea marketing: Fikir pazarlama.
Idea screening: Fikir eleme. Yeni bir jrün kampanyası geliştirilirken ortaya atılan fikirler arasında pazarlama amaçlarına en uygun olanlarını seçme.
Identification: Özdeşleşme. Bireyin bir başkasını ya da toplumun niteliklerini benimseyerek ona benzemesi, onunla özdeşleşmesi.
Identity: Kimlik.
Image advertising: İmaj reklamı. Ürünün niteliklerini öne çıkarmak yerine çevresinde bir imaj oluşturmayı amaçlayan reklam.
Image building: İmaj oluşturma.
Image differentiation: imaj farklılaştırması. Bir şirketin kendini rakiplerinden imajıyla farklı kılması.
Image marketing: İmaj pazarlama. Bir kişi ya da kuruluşun imajını iyileştirmek, pekiştirmek ve bu imajın hedef kitlesi tarafından benimsenmesini sağlamak amacıyla yapılan çalışmaların tümü.
Impact: Etki, çarpıcılık, akılda kalıcılık. Bir reklam ya da iletinin izleyici üstündeki etkisi, onda bıraktığı iz.
Implementation: Uygulama, yürürlüğe koymak.
Import quota: ithalat kotası.
Impulse buying: Plansız satın alma. Planlanmadan yapılan, anlık bir karara dayanan satın alma davranışı.
Impulse goods: Plansız satın alınan ürünler.
In-and-oul promotion: Kısa süreli satış artırma. Ürün için çok kısa süreli satış artırma çabası.
Inbound telemarketing: İçe yönelik tele-pazarlama. Müşterilerin gördükleri bir reklam üzerine satıcıyı telefonla arayarak sipariş vermeleri.
Incentive marketing: Teşvikli pazarlama. Müşterileri daha çok alım yapmaya teşvik etmek için indirim, yarışma, çekiliş gibi yöntemlerden yararlanan pazarlama etkinlikleri.
Incremental method: Dereceli yöntem. Çizgi üstü reklam harcamalarını satışlarla doğru orantılı biçimde azar azar artırma.
Indirect advertising: Dolaylı reklam. Hedef tüketiciyi ürünü hemen satın almaya yöneltmek yerine gereksinim duyduğu zaman ürünün aklına gelecek seçenekler arasında bulunmasını sağlamayı, tüketicinin ürüne yönelik tutumunu değiştirmeyi ya da pekiştirmeyi amaçlayan reklam.
Indirect competition: Tamamen farklı kategorilerdeki ürünlerin birbirinin alternatifi olarak görülmesi.
Indirect cost: Dolaylı maliyet. Üretilen üründe görünmeyen, elektrik, emlak ve yangın sigortası gibi harcamalar.
Individual branding: Bireysel markalama. Kuruluşun ürünlerini ortak bir marka adı kullanmadan, ayrı markalar altında pazarlaması.
Industrial advertising: Endüstriyel reklam. Endüstri mal ve hizmetlerin kullananlara yönelik reklam etkinlikleri.
35
Industrial buyer: Endüstriyel alıcı. Bir endüstri kuruluşunda çeşitli ürün ve hizmetlerle ilgili satın alma kararlarını veren kişi.
Industrial goods: Endüstri malları. Yeni bir üretimde kullanılmak ya da çeşitli hizmletlerin sunulmasında yararlanılmak üzere üreticilere satılan gereç, donatı ve makinalar.
Industrial marketin»: Üretimde ya da işletme içinde kullanılacak ürünlerin şirketlere pazarlanma faaliyeti.
Inelastic demand: Esnek olmayan talep. Bir ürün ya da kategoriye yönelik talebin fiyat ya da pazarlama desteğindeki değişmelere duyarlılık göstermemesi.
Inertia selling: Atıl satış. Satıcının tüketiciye istememiş olduğu halde ya da eski bir anlaşmaya dayanarak bir ürünü gönderip belirli bir tarihe kadar geri göndermemesi veya istemediğini bildirmemesi durumunda fatura çıkararak ürünü salın almak zorunda bırakması.
Inferior goods: Düşük kaliteli mallar. Tüketicilerin tercih ettikleri ürünlerin yerini tutabilecek düşük fiyatlı ürünler.
Inflation: Enflasyon. Artan fiyatların paranın alım gücünün gerilemesine neden olduğu ekonomik ortam.
In-flight advertising: Uçuş reklamları. Havayolu dergilerinde yer alan ya da uçuş sırasında gösterilen film ve diğer programların arasına alınan reklam.
Inl'omercial: Bilgi reklamı. Tanıtım filmini andıran, söyleşi programı, belgesel ya da durum güldürüsü biçimini kullanarak ürüne ilişkin ayrıntılı bilgi veren, kullanılışını
gösteren, uzmanların ve kullanıcıların tanıklıklarına yer veren uzun televizyon reklamı.
Information flow: Bilgi akışı. Ürün, potansiyel müşteri, tüketici gereksinim ve isteklerine ilişkin bilginin dağıtım kanalında ileri ve gen hareketi.
Information processing: Bilgi işleme.
Information superhighway: Bilgi süper otoyolu.
Informative advertising: Bilgilendiric
reklam.
Innovation: Yenilik. Yeni bir ürünün geliştirilmesi ve piyasaya sürülmesi.
Innovator: Yenilikçi. Yeni bir ürünü il1 benimseyen öncü tüketiciler.
Inoculation: Etkisizleştirme. Reklamverenin kendi reklamında rakiplerinin reklamlarını, reklam vaatlerini ya da iddialarını gösterip, kendisininkiyle karşılaştırarak onların etkisini azlatmaya, tüketiciyi rakip reklamlara karşı kayıtsızlaştırmaya çalışması.
In-pack: Kutu içi, ambalaj içi, paket içi.
In-pack premium: Ambalaj İçi armağan. Ürün ambalajının içinde sunulanı armağan.
Input-output analysis: Girdi çıktı çözümlemesi. Endüstriyel pazarlar* arz ve talep dalgalanmalarını kestırebilmek amacıyla sektörler arasındaki alımların incelenmesinde yararlanılan teknik.
Installment snlı)- T-,u.,;*ı- ..
'iLsaıe. ı aksıtlı satış Urun
ödenmesine ımkan tanıyan satış tün
36
Institutional advertising: Kurumsal reklam. Bir kurumu tanıtmak, ona yönelik olumlu kamuoyu oluşturmak amacıyal yapılar reklam etkinlikleri.
Institutional market: Müze, hastane, okul, kütüphane gibi kar amaçsız kurumlar pazarı.
Institutions advertising: Kar amaçsız kurum reklamları.
In-stock: Stokta bulunan.
In-store advertising: Mağaza içi reklamlar.
In-store marketing: Mağaza içi pazarlama. Satış yerinde gerçekleştirilen ürün tanıtımı, ürün örneği dağıtma, indirim kuponu sunma, indirimli bilet satma gibi etkinlikler.
Intangibility: Soyutluk, elle tutuamazlık. Hizmeti maldan ayıran başlıca özelliklerden biri.
Integrated data processing: Bütünsel veri işlemBirleşik bir sistemin verileri tüm diğer veri işlem aşamalarıyla eşgüdümlü biçimde işlemesi.
Integrated direct marketing:
Bütünsel doğrudan pazarlama. Reklam postası gönderme, telepazarlama ve diğer doğrudan pazarlama yöntemlerini eşgüdümlü kullanarak yürütülen doğrudan pazarlama etkinliği.
Integration: Bütünleşme, entegrasyon. Bir kurumun satışlarını ya da karını artırmak amacıyla kendi işiyle ilgili kurumları satın alması.
Intellectual property rights: Fikri mülkiyet hakları. Düşünce ve sanat ürünleri üzerinde onları yaratanların sahip oldukları haklar.
Intensive distribution: Yoğun dağıtım. Üreticinin ürünlerini satın almak isteyen tüm toptancı ve perakendecilere satması.
Interactive advertising: interaktif reklam. Tüketicinin yalnızca aradığı niteliklere uygun ürünlerin reklamlarını izlemesine olanak tanıyan bir elektronik sistemde yer alan ya da yapısı bu tür karşılıklı bilgi alışverişine olanak sağlayan reklam.
Interactive marketing: İnteraktif pazarlama. Ürünlerin interaktif iletişim araçları yoluyla pazarlanması.
Intermedia ry
Aracı. Ürünü üreticisinden satın alıp biçimini değiştirmeden satan kuruluş.
Intermediate product
Ara mal. Üretim süreci sırasında başka bir biçime dönüştürülebilen mal.
International marketing
Uluslararası pazarlama. Bir kurumun ürününü çeşitli ülkelerde geliştirmiş olduğu yerel pazarlama ağı yoluyla eşgüdümlü pazarlaması.
Intrinsic value
içsel değer. Hammaddenin işlenmeden önceki parasal değeri.
Inventory
Stok. Bir işletmenin herhangi bir zamanda elinde bulunan hammadde, işlenmiş ve yarı işlenmiş malların tümü. Ayrıca üretici, dağıtımcı ya da satıcının elinde satışa hazır durumda bulunan malların toplamı, miktarı ve çeşidi.
Inventory management
Stok yönetimi. Satış yerindeki mal miktarını her zaman talebi karşılayacak düzeyde tutarak mal akışının sürekliliğini sağlama.
37
Invoice
Fatura. Satılan malların miktar, boyut ve fiyatlarının gösterildiği belge.
Involvement
İlgililik. Bir nesne, uğraş ya da markanın tüketicinin ilgi, istek ve amaçlarına uygunluk derecesi.
I nvolvemenl advert isi ng
Katılım gerektiren reklam. İzleyenin ya da okurun eksik bırakılan bir öğesini aklından tamamlamasıyla anlaşılabilen reklam.
Island stand
Bağımsız ürün standi. Satis yerinde raflardan ayrı tek başına duran ürün standi.
Item: Aynı ürün kümesinde yer alan benzerlerinden biçimi, boyutu, fiyatı ya da herhangi bir niteliğiyle ayrılan ürün.
Jobber: Dağıtımcı. Perakende satış yerlerine dağıtmak üzere toptancılardan bol miktarda mal satın alan kimse.
Joint demand: Ortak talep, bağlı talep. Bir ürünü satın almanın başka ürünlere karşı oluşturduğu talep.
Joint venture: Ortak girişim. İki bağımsız kurumun belirli bir projenin maliyetini paylaşmak ve karşılıklı çıkar sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği işbirliği. Stratejik ittifak olarak da adlandırılır.
Judgement sample: Yargılı örnek. Bir uzmanın deneyiminden ve araştırma konusuna ilişkin bilgisinden yararlanılarak oluşturulan olasılıksız örnek.
Jury of executive opinion method:
Uzman jüri yöntimi. Gelecekteki sa düzeyini kestirmek, pazara henüz sunulmamış bir ürüne yönelik taleP düzeyini tahmin etmek gibi konula ' uzman kişilerin görüşüne başvurulması.
Just-in-tinıe inventory sysleııı: Ucu
ucuna zamanlamayla stoklama. Stoksuz üretim ya da stoksuz satın _ alma. Üreticinin üretimde kullanacaQ hammaddeyi ve yarı lininleri stoklamak yerine tam gerektiği zam* satın alması sistemine dayalı env&nil yönetimi.
Kanban: Japonca'da kart ve göstere anlamına gelen bu sözcük, üretim ıç parça sağlanmasında izlenen belirli bir yöntemi de tanımlar. Her parçamı üstüne iliştirilen bir parçanın ne işe yaradığını ve toplam üreüm sürecindeki yerini belidir. Yalın üretin yönteminde yararlanılan ucu ucuna zamanlamayla stoklama sisteminin b parçasıdır.
Key influence people: Kilit etkili insanlar. Satıcıların yeni bir ürünü hemen benimsemelerini sağlamaya çalıştığı likir liderleri, danışmanlar, uzmanlar vs.
Kickback: Rüşvet, yasadışı ödeme. Bir ücret ya da komisyon karşılığı çalışan kişi veya kuruluşun işin kendisine verilmesini sağlayan kişiye gizlice yasadışı olarak verdiği para.
Kill bad name: Geçersiz adı atmak. Uzun süredir alım yapmayan ya da adresi gecersizleşen müşterinin adını adres listesinden çıkarmak.
Kinesics: Devimsel iletişim bilimi. Sözsüz iletişimde jest, mimik ve beden hareketlerini inceleyen bilim dalı.
38
Kinked demand curve: Kıvrımlı talep eğrisi. Alışılmış düzeyin üstünde bir fiyat artışı olması halinde talebin asın miktarda düşmesi neticesinde oluşan talep eğrisinin şekli.
Knocking copy: Aşağılayıcı reklam metni. Rakip marka hakkında küçültücü, aşağılayıcı, karalayıcı söz ya da görüntüler içeren reklam metni.
Know-how: Bir işi yapabilmek için gerekli uzmanlık bilgisi, beceri ve 1 deneyim.
L
Label: Etiket. Ürün ambalajı üzerindeki yafta. Bu yaftada marka
( amblemi, logo, fotoğraf, yazı gibi
' unsurlar bulunur.
' Laggards: Gecikenler. Yeni bir ürünü en son benimseyen tüketiciler.
Lagged effect: Gecikmeli etki. Reklamın marka imajı yaratmak, irıarkaya artı değer katmak gibi etkisi ancak uzun sürede görülebilen etkisi.
Lagged response: Gecikmeli tepki. Tüketicinin reklam kampanyasına verdiği gecikmiş tepki.
Late majority: Geç çoğunluk. Yeni bir ürünü geç benimseyen tüketiciler. Yeniliği benimseme sürecinde sondan bir önceki sırada yer alırlar.
Latent demand: Gizli talep. Belirli bir işlevi görecek ürüne gereksinim duyan, laka! bur gereksinimi karşılayacak ürünü pazarda bulamayan veya varlığından habersiz olan tüketici.
Lead generation: Olası alıcıları belirleme. Yeni müşteriler edinmek için satıcının müşterilerden kendisine
yeni müşteriler önermesini istemesi, müşteri olabilecek kimseleri telefonla araması, ziyaret etmesi, çeşitli satış artırma girişimlerinde bulunması.
Lean production: Yalın üretim. Verimliliği artırırken toplam sermaye maliyetini düşürmek amacıyla Toyota tarafından geliştirilen yöntemler bütünü. Başlıca özelliklerinden biri, üretim hattındaki her takımın kendi üretimi konusunda bütün sorumluluğu üstlenmesi, önemli konularda karar alma yetkisine sahip olmasıdır. Maliyeti azaltan bir diğer unsur, az stok tutulması, gereçlerin ancak gereksinim duyulduğunda sağlanmasıdır.
Leapfrogging: Taklitçilik. Üreticinin başka bir üretici tarafından bulunan ya da geliştirilen bir ürünü, üretim teknolojisini, tasarım ve pazarlama stratejisini taklit etmesi. Ayrıca bir grup isçinin aynı is kolundaki başka işçilerin aldığı ücret zammını almak için giriştikleri çaba.
Learning: Öğrenme. Bireyin deneyimleri sonucunda oluşan sabit davranışsal değişiklikler. Tüketici davranışını belirleyen bir etmen.
Learning curve: Öğrenme eğrisi, üreticinin üretim deneyimi arttıkça, üretilen birim sayısı arttıkça birim maliyetinin düştüğünü gösteren eğri.
Leasing: Finansal kiralama.
Least-effort principle: En az caba ilkesi. İnsanların gereksinimlerini en az çabayla karşılamak eğiliminde Oldukları varsayımına dayanarak tüketicinin edinilmesi en az caba gerektirecek ürünü satın alacağı savı.
Lexicographic model of consumer choice: Öncelik sıralaması modeli. Tüketicinin marka seçenekleri
39
arasında seçim yaparken kullandığı karar süreci modellerinden biri. Buna göre, tüketici aradığı ürün niteliklerini öncelik sırasına koyar ve markaları bu nitelikler acısından karşılaştırır.
Liability: Yükümlülük, borç. Kisi ya da kurulusun bir başkasına borçlu olduğu para.
Licensing: Lisans verme. Bir ticari kurulusun tescilli markasını, bulusunu ve diğer düşünce ürünlerini bir ücret karşılığında başka bir kuruluşun kullanmasına sözleşmeyle izin vermesi.
Life cycle: Yaşam döngüsü. Büyüme, gelişme, olgunluk gibi yaşam evrelerinin oluşturduğu döngü. İnsanlar gibi kuruluşların, ürün ve reklamların da bir yasam döngüsü vardır.
Life stage buying power segmentation: Satın alma gücü yasam evresi bölümlemesi. Satın alma davranıısını kişinin içinde bulunduğu yasam evresinin belirlediği varsayımına dayanılarak oluşturulmuş pazar bölümleme sistemi. Bu sisteme göre insan yaşamı dört bölüme ayrılır: Bağımlılık dönemi, aile öncesi dönem, aile dönemi ve ileri yaşlar dönemi.
Lifestyle advertising: Yaşam tarzı reklamı. Belirli bir yaşam biçimini simgeleyen kişileri ürünü kullanırken gösteren ve bunu çeşitli yollarla anlatan reklam.
Limited distribution: Kısıtlı dağıtım. Ürünün yalnızca belirli bölgelere ya da belli bir bölgede sadece birkaç mağazaya dağıtılması.
Limited-line retailer: Kısıtlı ürün mağazası. Sattığı ürün cesidi az. çoğunlukla tek kümede olan, ama bu küme içinde cok çeşit sunan mağaza.
Limited-service retailer: Kısıtlı hiZ^ perakendecisi. Tüketiciye tam hizme perakendecisinin sağladığı hizmetler vermeyen, çoğunlukla self-servis yöntemiyle çalışan satış mağazası-
Limited-sen ice retailer:
Kısıtlı hizm( toptancısı. Sunduğu malları satın almış olan, ama tam hizmet toptancısının sağladığı hizmetleri vermeyen toptancı.
Line: Ürün çizgisi.
Liquidity: Likidite. Şirketin hemen ulaşabileceği, envanter ve süregiden iş dışındaki cari varlıkları.
List broker: Liste acentesi. Kornisyo karşılığında doğrudan pazarlamacıla için adres listesi bulan acente.
List price: Liste fiyatı. Herhangi bir indirim yapılmadan önce Ürünün olağan fiyatı.
Load: Armağanlara boğmak. Üreticinin satıcıya armağan, İndirim prim ve diğer teşvik unsurları sLınar' ondan aldığı siparişleri artırmaya ' 91 çalışması.
Loading deal: Yüklü alım teşvik., Büyük miktarlı alımlaricin üretici dağıtımcının perakendeciye Sg) Vd d; indirim, armağan gibi teşvikler ad'^'
Local advertising: Yerel reklg^
Logistics: Lojistik. Tasıma ve depolama sektörü. Ürünlerin depolanması ve satış yerlerin,, iciprini vürüten kı,,-,.
ların
UOfJuıaı ıı ı ,,-(—
taşınması işlerini yürüten kurM oluşturduğu endüstri. u-
Logo: Logo. Belirli bir marka tasarlanmış, özel bir tipogrgfj 'c'n belirli bir biçimde yazılan, tu e ve ortamlarda aynı biçimiyle ye 1 marka adı, kurum adı. ' 9|9n
40
Loss leader: Müşteri çekmek için zararına satılan ürün.
Loss leader pricing: Zararına fiyatlandırma. Tüketiciyi mağazaya çekmek için ürünü çok düşük fiyatla, kimi zaman zararına, counlukla da maliyetine ya da çok düşük bir karla pazarlama.
Low-involvement product: Az çaba ürünü. Tüketicinin üstünde çok düşünmeden sık satın aldığı, genellikle hızlı tüketilen ürün.
Loyalty advertising: Müşteri bağlılığını özendirici reklam.
Luxury goods: Lüks ürün. Bir toplumda genel yaşam standardının gerekli dışında kalan ürün.
M
Macromarketing: Makropazarlama. Ekonomik sistemlerde pazarlama uygulamaları, etkinlikleri ve kuruluşları; bunlara ilişkin karar sürecinin toplumsal bir perspektiften incelenmesi.
Macrosegmentation:
Makrobölümleme. Hedef alınacak pazarı coğrafi bölge, nüfus yoğunluğu, ürünün kullanım alanı, sektördeki müşterilerin büyüklüğü gibi genel ölçütler kullanarak geniş kesimlere ayırır.
Mail order: Posta ile sipariş.
Mail order advertising: Posta ile sipariş reklamı.
Mail order house: Posta ile sipariş kuruluşu.
Mail order retailing: Posta ile sipariş yolyla perakende satış.
Mail order wholesaling: Posta ile toptan satış.
Maintenance marketing: Rekabetin yoğun olduğu bir ortamda varolan satış seviyesini muhafaza etmeyi amaçlayan pazarlama etkinlikleri.
Majority fallacy: Çoğunluk yanılgısı. En karlı pazarlama stratejisinin tüketicilerin çoğunluğunu hedeflemek olduğu varsayımı. Oysa pazarın çoğunluk kesimi daha çok rakip çekeceğinden kimi zaman küçük bir kesimden daha az karlı olabilir.
Mail: Alışveriş merkezi. Aynı bina içinde yer alan çok sayıda mağazası ve çoğunlukla bir otoparkı da bulunan alışveriş yeri.
Management: Yönetim. Kurum çalışmalarının kurum amaçlarına uygun biçimde yürütülmesinin sağlanması. Yönetim, planlama, düzenleme, yürütme ve bu çalışmaların s o n 11 c u n u değerlendirmeyi içerir.
Manager: Yönetici.
Manufacturer: Üretici, imalatçı.
Manufacturer's agent: Üretici acentesi. Üreticinin temsilcisi.
Manufacturer's brand: Üretici markası. Toptancı ya da dağıtımcının değil, üreticinin markasını taşıyan ürün.
Marginal cost: Marjinal maliyet. Ürünün bir ek birimini üretmenin maliyeti.
Marginal profil: Marjinal kar. Bir ek birim salısının toplam karda yarattığı değişim.
Mark down: Ürünün normal fiyatı ile
41
indirimli fiyatı arasındaki fark
Market: Pazar Piyasa. Bir ürünü satın aan ya da alabilecek tüm tüketiciler, işletmeler. ,ş.kolları. /\yrıca tüketic»ler, ureıc.ler ve dagıt.m kana|,annın oluşturduğu sistem. "anarının
Market challenger:
'azar liderinden
sonra en yüksek pa^ ' hj
ve sürekli pazar pay, ^, Pdyına çalışan, lidere meyd^' armaya okuyan
Market demand:
rket.
Urunun
Market development .
geliştirme. Üreticinin v" Pazar girerek ya da elinde^ ni Pazarlar3 daha cok alıcının dar^' azarlarda yapmasını sağlayarak^. Cok alırT' satışlarını artırmaya c ürünün ^''Sması.
Market diversifieali
Çeşitlendirmesi. Şirk.'Pazar vepazarlanyiaalaka^'-i varolan ürün geliştirerek ve vpm „ w„_: ;wı"ı0^r
yeni o-, buyumestartejısi.
Veni uru arlara g\reret
ile""
e-
Market expansion; ^
Urun için yeni alıcılı ^ketım veyku„a ra^ ^ ^p. «ketim miktarın, ^ Î^Sf^&İ'** o-nd,rerek pazar b^.^^Jr^f
Market factor: PaZr% satışlarını etkileyen '
Ut
rne stra
t-
rıeni-
)6U değ'5
Market follower- fa ı
liderim izleyen. Yenili* t^. _r Verme pazar liderini - P?fU
rakiplerinden pazar U^Kj^Uret kendi pazar pay,,,, k^^sa
calışan şirket Market index
Pa?af bir coğrafi bölgedeki potansiyelini ölçmek^ herhangi bir ölçüt.
, f3elirli K^ıllanıl3n
Marketing: Pazarlama. Bir ürünün satışından kazanç sağlamak, bir fikir kurum ya da kişiye taraftar toplayar^ istenilen sonuca ulaşmak amacıyla yapılan işlerin tümü.
Marketing advantage: Pazarlama avantajı. Müşterilerin gereksinim ve isteklerini daha net tanımlayarak ve
müşteri memnuniyetini artıracak dg|__
iyi ürünler geliştirerek rekabet gücür-artırmak.
Marketing audit: Pazarlama denetimi, üretici ya da satıcı kuruluşun pazarda nasıl daha başgr olabileceğini belirlemek amacıyla içinde bulunduğu pazar koşullarının ve pazarlama yönetiminin tüm yönleriyle ve belirli aralıklarla kapsamlı, sistemli bir biçimde incelenmesi. Bu incelemeyi kuruluşu pazarlama denetim bölümü ya da bağımsız bir kurum gerçekleştirir. - the periodic, orderly, objective review, analysis and evaluation of an organisation's marketing structure, goals, strategies, action plans, performance and results.
Marketing budget: Pazarlama bütçesi. Belirli bir dönem için pazarlama faaliyetlerine ayrılan harcama miktarı.
Marketing channel: Pazarlama kanalı. Ürünün üreticiden son kullanıcıya ulaşana dek takip ettiği yol.
Market ing communicat ions:
Pazarlama amaçlı her türlü iletişim.
Marketing concept: Pazarlama kavramı. Pazarlama hedeflerine ulaşmada en etkili yöntemin müşterilerin gereksinimlerini karşılayan, arzularını gerçekleştirmelerine olanak tanıyan ve sorunlarını çözen yollar bulmak
42
olduğunu savunan yönetim felsefesi.
Marketing cost analysis: Pazarlama maliyet çözümlemesi.
Marketing department: Pazarlama bölümü. Şirket içinde pazarlama faaliyetlerinin planlanması ve koordinasyonundan sorumlu birim.
Marketing implementation:
Pazarlama uygulaması. Pazarlama stratejilerinin pazarlama hedeflerinin gerçekleştirilmesi için hayata geçirilmesiyle ilgili etkinlikler.
Marketing intelligence: Pazarlama istihbaratı. Pazarlama ortamını oluşturan rakipler, tüketiciler, dağıtım kanalları gibi etmenlere ilişkin bilgi.
Marketing intermediary: Pazarlama aracı kuruluşu. Ürünlerin üreticiden tüketiciye ulaştırılmasına aracılık eden acente, dağıtımcı, toptancı, perakendeci, pasar araştırmacısı, reklam ajansı, mali kurumlara verilen toplu ad.
Marketing management: Pazarlama yönetimi. Şirketteki pazarlama faaliyetlerinin çözümlemesi, planlaması, organizasyonu, uygulama ve denetimi.
Marketing mix: Pazarlama karması. Pazarlama çabasını oluşturan öğelerin bileşimi. Bakınız 4 Ps.
Marketing objective: Pazar hedefi.
Marketing plan: Pazarlama planı. Markanın pazar durumu, geçmiş yıllardaki başarısı, bir sonraki yıl için hedeflen, pazarlama bütçesi, çeşitli hedef kitlelere yönelik marka stratejileri, stratejiyi uygulama planı ve uygulamada kimin hangi görevleri üstleneceği gibi bilgileri içeren ve pazarlama çabasının
gerçekleştirilmesi için uyulması gereken zamanlamayı açıklayan belge.
Maı-Keting research: Pazarlama
araştırması. Kurumların etkin
pazarlama kararları alabilmeleri için gere ı( i i r
m„ . -" Pazar bilgilerinin derlenip zocumi
enmesi isi.
Ma,
etin£ strategy: Pazarlama strateıi-si n
ula^rrı Hazarlama hedeflerine anki - ak' icin kullanılacak yöntemleri ¦lc*Van plan.
Mmı
voli '""»il-,,
s.vneı
Pazarlama
paro^, "' ^ütünün her zaman ilkeSj ardan daha büyük olduğu de9işk^aZar'ama karmasının îa9i^yan'erin'n maksimum etkiyi
9etiri|rY?Cak Şekilde bir araya nesi
Mu,-,
kal
a m a
dah-e* (3tl?nın gereksinim ve isteklerini
T^'l^rn''1 Ve venml1 bır sekllde ' -t Ssı gerektiği felsefesine bağlı
¦oriented company:
yönelimli şirket. Ayakta Güçlenmek için hedef
Ma
rek^VlH kîtl
-f. Pazar lideri.
'«a ger
^t)ötilli.t'he: Pazar açığı. Pazarda
cl hünez açığa çıkmamış bir
-met etmediği küçük bir
Sir(im
pa^ ^(i2).)|)°',iunity analysis: Piyasa Var^r fırsUrn|emesi. Yararlanılabilecek
lrY-ivıat'annı çeşitli yöntemler MH Vi;i ben
M;v,,. 6tr9syonu.
A s Pricing: Bakınız above-
""-I i heme, filiation: Pazara girme
et
Pri
43
Pole
cıng.
'¦tial: Pazar potansiyeli.
Ürünü satan tüm satıcılar tarafından belirli koşullarda gerçekleştirilmesi beklenebilir en yüksek satış hacmi.
Market price: Pazar fiyatı. Ürünün arz-talep düzeyine göre belirlenen fiyatı.
Market profile: Pazar profili. Ürünü satın alanların demografik ve psikografik nitelikleri, rakipler, bölge ekonomisi ve bölgede satışların izlediği genel doğrultunun belirlenmesiyle ortaya çıkan pazar tanımı.
Market research: Pazar araştırması. Pazarın özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışan araştırma.
Market saturation
Pazar doygunluğu. Arzın talepten fazla olması, ürünün onu satın alması beklenen tüm tüketiciler tarafından satın alınmış olması ve artık yeni alıcı bulmasının olanaklı olmaması durumu.
Market segment: Pazar dilimi, bölümü. Tüketiciler arasında ortak özellikleri, ilgileri, istekleri, gereksinimleri ya da sorunlarıyla belirlenebilen alt küme.
Market segmentation: Pazar bölümlemesi. Pazarı larklı tüketici/kullanıcı kesimlerine ayırarak her kesime yönelik ayrı reklam ve pazarlama etkinlikleri geliştirmeyi öngören pazarlama stratejisi.
Market share: Pazar payı. Belirli bir ürün kategorisinde bir markanın kategorinin toplam satışları içindeki yüzdesi.
Market si/e: Pazar büyüklüğü. Ürünün varolan ya da belirli bir süre içinde gerçekleştirilen satış hacmi.
Market test: Pazar testi. Pazara yem Çıkması planlanan bir ürünü önce pazarın küçük bir kesimine denetimli koşullarda sunma.
Market value: Pazar değeri. Ürünün pazarda alıcı bulacağı fiyat.
Mark up: Ürünün fiyatına zam yapmak.
Mass advertising-: Kitlesel reklam. Pazarın tümüne ya da olabildiğince geniş bir kesimine seslenmeyi amaçlayan reklam.
Mass consumption: Kitlesel tüketim. Urunun geniş topluluklar tarafından tüketimi.
Mass marketing: Kitlesel pazarlama. Pazarın tümüne ya da olabildiğince geniş bir kesimine yönelik yapılan pazarlama.
Mass media: KıUesel ılelısim araçları.
Matrix: Matris. Çapraz çizelge. Sıralar ve sütunlar biçiminde düzenlenmiş rakamsal lablo.
.Media huying: Medya satın alma. İletişim aracında reklam yeri ya da süresi satın alma.
Media department: Medya bölümü Reklam ajansında medya planlaması yapmak ve kitle iletişim araçlarında^ reklam yeri ve süresi satın almaklg görevli bölüm.
Media planning: Medya planlama^. Belirli bir reklam kampanyası ıcm reklamverinin pazarlama amaclarılla en uygun Helisim araçlarını önermej. bunları en etkili ve en verimli biçim,^ nasıl kullanılacağını belirtmek, reklamın iletişim araçlarında yer alacağı zamanı ve sıklığı planlama : .
IŞI.
44
Mega-retailing: Büyük mağazacılık. Derin ve geniş mal stokunun pek çok müşteri hizmetiyle birlikte ve modern lağazacılık yöntemleri kullanılarak geniş bir satış ağı yoluyla sunulması biçimini alan perakendecilik.
Memorability: Anımsanırlık, akılda kalıcılık. Reklamın akılda yer etme, anımsanmaya değer olma özelliği.
Merchandise: Ticari eşya, emtia.
Merchandise mix: Mal çeşidi. Satıcının stokta bulunan ana ürün çeşitleri.
Merchandising: Pazarlama. Mal alım satımı ve bu konuyla ilgili pazarlama etkinliklerinin tümü.
Merchant: Perakendeci, satıcı. Acenteden farkı, sattığı malı satın almış olmasıdır.
Merchant wholesaler: Toptancı tüccar. Toptancıyı toptancılık yapan üreticiden ayırmak için kullanılan terim.
Merge:
Birleşmek.
Message
İleti, mesaj.
Microm*ırla,tinfi: Mlkro pazarlama. Bir kurum1-"1 pazarlama etkinlikleri ve kurum düzeyinde pazarlamanın incelenmesi
.(.gmentation: Mikro •'nmîerrı6- Hedef alınacak pazar ini belirlemek amacıyla pazarı
ke lıciların a,ım slkllKları ve satın ^ | gjpi ayrıntı ölçütlerinden tercinin
yararlana
ayır
may1
öngörür.
Aracı. Üreticiden
Middle" an dağıtım zincirinin tüketicıy6 u/-bir halKa31-
Missionary salesperson: Öncü satıcı. Üretici tarafından henüz kendisinden alışveriş etmeyen alıcılarla bağlantı kurması için tutulmuş satıcı.
Monadic product test: Tek ürün testi. Deneklerin yalnızca bir ürün örneğini kullanıp değerlendirmelerinin istendiği test.
Money-hack guarantee: Para iade garantisi. Müşterinin satın aldığı üründen memnun kalmaması halinde satıcı tarafından parasının gen verileceği güvencesi.
Monopoly: Tekel. Tek satıcının bulunduğu pazar durumu.
Monopsony: Monopsoni. Tek alıcının
bulunduğu pazar durumu.
Motive: Güdü. Kişinin davranışını bilinçli ya da bilinçsiz yönlendiren güc.
Moving average: Hareketli ortalama. Bir veri dizisinde her ortalama alışta kayarak en yeni veriyi kullanan ortalama yöntemi.
Multihrand strategy: Cok markalı strateji. Üreticinin bir ürün kümesinde birden cok markayla yer almasına dayanan pazarlama stratejisi.
Multichannel market inn system: Cok kanallı pazarlama sistemi. Üreticinin iki ya da daha cok dağıtım kanalından yararlanması.
Multinational corporation: Cok
uluslu şirket. Birden cok ülkede faaliyet gösteren şirket.
Multiple product advertising: Cok
ürünlü reklam. Birden cok ürünü konu alan reklam.
Multiple segmentation: Çoklu bölümleme.
Mystery shopping: Örtülü alışveriş. Bir kurumun müşterilerine sunduğu hizmet kalitesini denetlemek ya da değerlendirmek amacıyla araştırmacıların kendilerine müşteri süsü vererek kurumu ziyaret edip nicel ve nitel veri toplamaları.
N
Narrow-casting: Kesimsel yayın. Kitlesel yayın yerine halkın belirli bir kesiminin ilgisini çekmesi amaçlanan yayıncılık anlayışı.
National account marketing: Büyük müyteriye yönelik pazarlama. Kuruluşun en büyük müşterilerine yönelik satış ve pazarlama etkinliklerini yalnızca bu müşterilerle ilişkileri yürütmesi için oluşturulmuş özel çalışma takımı yoluyla yürütmesi.
National marketing: Yurt genelinde pazarlama.
Near-pack premium: Pakete lakın armağan. Başka bir perakende ürünle birlikte indirimli satılan ya da ücretsiz verilen ürün.
Necessity goods: Zaruri mallar. Günlük yaşamı sürdürebilmek için gerekli ürünler.
Need: Gereksinim.
Negative advertising: Olumsuz reklamcılık. Reklamı yapılan ürüne sahip olunmaması halinde yaşamda ortaya çıkabilecek olumsuzlukları anlatan, kişiyi korku ya da kaygılarını harekete geçirerek satın alma eylemine yöneltmeyi amaçlayan reklam yaklaşımı.
Negative demand: Olumsuz talep. Pazarın büyük bir bölümünün üründen ya da hizmetten hoşnut
olmaması durumu.
Negotiation: Pazarlık, müzakere, görüşme.
Net hillings: Net ciro.
Net profit: Net kar.
Net sales: Net satışlar.
Networking: Ağ oluşturma. Yayın a' oluşturma. Ayrıca müşteri aracılığıyla pazarlama, satıcının ürünlerini müşterilerinin çevresinden yararlanarak pazarlaması.
New product: Yeni ürün.
New product development: Yeni ürC geliştirme.
New product launch: Yeni urunun pazara sunulması.
New-task buying: Endüstriyel satın almada ilk kez alım yapma. Kurumsı alıcının bir ürünü ilk kez satın alması
Niche: Pazar açığı, boşluğu, küçük pazar dilimi, niş.
Niche marketing: Pazar açığına yönelik pazarlama, bölümsel pazarlama, kesimsel pazarlama. Rekabetin hizmet vermediği küçük b tükeci kitlesine ya da olası bir gereksinime yönelik ürün geliştirme ve pazarlama.
No-name product: Bakınız generic product.
Nondurable goods: Dayanıksız malla Yiyecek, içecek ve temizlik ürünleri gibi sık alınıp çabuk tüketilen ya da giysi gibi modası geçebilen mallar.
Non-family household: Aile dışı ev halkı. Aralarında evl,„k ve kan bağı
46
bulunmayan, akraba olsalar bile geleneksel anlamda bir aile oluşturmayan bireylerin birlikte oturduğu konut birimi.
Non-price competition: Fiyata dayalı olmayan rekabet. Ürünleri reklam, kalite, teknik servis, ek hizmetler, dağıtım ağının genişliği gibi fiyat dışında talebi etkileyen yararlara dayandırarak fiyatta rekabet etmeden pazarlama.
düzenleme yöntemi.
Observational research: Gözlem araştırmaları. Yalnızca gözlem yoluyla bilgi toplamaya dayanan pazarlama araştırması.
Odd-line pricing: Tek sayılı fiyatlandırma. Tüketicide düşük fiyat izlenimi yaratmak için bir perakende malın fiyatını 100 dolar yerine 99.99 dolar olarak belirleme.
Non-profit marketing: Kar amaçsız pazarlama. Parasal kazanç sağlamak yerine siyasal ya da toplumsal bir konuya taraftar toplamak, kamu yararına çalışan kurum ve programları duyurmak, onlara destek sağlamak için gerçekleştirilen pazarlama etkinlikleri.
Non-profit organisations: Kara amaçlı olmayan kuruluşlar.
Non-selling activities: Satış dışı faaliyetler. Satıcının satma eylemi dışındaki görev ve sorumlulukları.
Non-store retailing: Mağaza dışı, ırıağazasız perakendecilik. Telefonla pazarlama, doğrudan postalama, kapıdan kapıya satış, katalog, ev partileri ya da satıcı makinalar gibi yollarla satış yapma.
ı
Nonverbal communication: Sözsüz iletişim. Jest, mimik, istençsiz beden dışavurumu ve beden hareketlerinden yararlanan iletişim.
O
' Objective: Hedef, amaç.
Objective and task method: Amaç ve görev yöntemi. Reklam bütçesini belirli hedeflere ulaşmak için gerekli işlerin maliyetini temel alarak
Offensive spending: Saldırı harcamaları. Bir kuruluşun, ürünün a da markanın pazar payını artırmak için yapılan reklam ve pazarlama harcamaları.
Off-price retailer: İndirimli satış mağazası. Çoğunlukla ünlü markaların indirimli satıldığı yer.
Oligopoly: Oligopoli. Sadece birkaç satıcının bulunduğu pazar durumu.
Oligopsony: Oligopsoni. Sadece birkaç alıcının bulunduğu pazar durumu.
Omnibus survey: Çok konulu inceleme. Birkaç konuyu kapsayan bir anketten yararlanan, geniş ve içinden seçildiği evreni yansıtma yeteneği yüksek bir örnek kümesiyle gerçekleştirilen, düzenli aralıklarla ve hızlı yenilenebilen uzun dönemli pazar incelemesi.
One-price policy: Tek fiyat politikası. Satıcım aynı malı aynı miktarda satın alan tüm alıcılara pazarlıksız aynı fiyatı uygulaması.
On-pack premium: Ambalaja iliştirilmiş armağan.
On-the-job training: İş yerinde eğitim. Sınıf ortamında değil, sahada, iş yerinde verilen satış eğitimi.
Open market: Açık pazar, isteyen her dağıtımcının ürünü satabildiği pazar.
Oııt-of-stock: Stokta bulunmayan, tükenmiş.
Operating expenses: işletme giderleri. Bir işletmenin işini yapabilmesi için gerekli harcamalar.
Opinion leader: Kanı önderi. Belirli bir konuda uzman kabul edildiği için tutum ve davranışları başkaları tarafından örnek alınan, sözüne kulak verilen, kamuoyunu yönlendirebilen kimse.
Opportunity: Fırsat, imkan.
Opportunity cost: Fırsat maliyeti. Seçilmeyen bir seçeneğin yitirilmiş bir gelir ya da kazanç olarak maliyeti.
Optimization: En iyileme, optimizasyon.
Order: Sipariş. Bir ürünün sağlanmasını isteme.
Output: Çıktı.
Overcommercialization: Reklam yığışması. Kitle iletişim araçlarında izleyenleri bıktıracak kadar çok sayı» reklam yayınlanması.
Overkill: Aşırı reklam yapma. Reklamlarda abartılı, inanılması güç vaatlerde bulunarak tüketicide güvensizlik ve öfke yaratma.
Oversell: Tüketiciyi tüketebileceğinden cok mal satın almaya ikna etmek. Ayrıca satışa sunulan ürünü gereğinden çok övmek.
Overstock: Stok fazlası. Satıcının elinde kalan ve genellikle indirimli satılan mallar.
Organisational buying: Kurumsal satın alma.
Organisational market: Kurumsal pazar. Sanayi kuruluşları, dağıtımcılar ve devlet kurumlarından oluşan alıcılar.
Organisational marketing: Kurumsal pazarlama. Kurumların giriştiği pazarlama çabaları.
Organisational structure: Kurumsal organizasyon yapısı. Şirketin yetki ve iletişim hatlarını düzenleme, görev ve sorumlulukları dağıtma biçimi.
Outbound telemarketing: Dışa yönelik pazarlama. Satıcıların müşteri olabilecek kimselere ulaşarak satış yapmaya çalışmaları.
Outdoor advertising: Açıkhava reklamları.
Package: Paket, ambalaj.
Packaged goods: Ambalajlı mallar.
Pallet: İstif rafı. Depo, fabrika gibi yerlerde süt üste istiflenmiş sandiklaı paketleri taşımak amacıyla kullanılan tekerlekli platform
Parasitic advertising: Parazit reklamcılık. Bir grubun başka bir gru üzerinde olumsuz etkiye yol acan reklamı.
Pareto effect: Pareto etkisi. Küçük b yüzdenin toplam üstünde yüzde Payları ile orantılı olmayan çok önem bir etkisi olması.
Paretopoly: Paretopolı. Birkaç büyür
Parelopsony: Paretopsoni. Birkaç büyük ve çok sayıda küçük alıcının olduğu pazar durumu.
Parity: Denklik, tam benzerlik.
Parity advertising: Tam benzer ürün reklamları. Farklılaştırıcı bir özelliği olmayan, birbiriyle tam benzerlik gösteren ürünlerin reklamı.
Parity product: Tam benzer ürün. İçerik, işlev ve ambalaj gibi yönlerden birbiriyle tam benzerlik gösteren, farklılaştırıcı özelliği olmayan ürünlerin reklamı.
Patron: Müşteri.
Payment: Ödeme.
Payback period: Kar getirme, geri kazandırma süresi. Bir yatırımdan kar elde etmeye başlamak için geçen süre.
Penetrated market: Girilmiş pazar. Bir ürünü satın almış tüketiciler.
Penetration pricing: Yaygınlaşma fiyatlandırması. En kısa zamanda olabildiğince büyük pazar payı elde edebilmek için yeni bir ürünü alıcıların çoğunluğu için çekici olabilecek bir fiyatla satışa sunma.
Per capita income: Kişi başına gelir.
Per diem expense plan: Satıcının sehayat ve konaklama masraflarının sabit bir günlük oranda ödenmesi.
Perfect competition: Tam, kusursuz rekabet.
Performance allowance: İşbirliği indirimi. Ürünlerinin tanıtımı için göstermeyi vaaci ettiği ya da göstermiş olduğu bir çabaya karşılık üreticinin satıcıya yaptığı indirim.
Performance risk: Performans riski. Alıcının satın aldığı ürünün yeterince verimli çalışmayacağına dair endişeleri.
Perishability
Dayanıksızlık, kolay bozulabilme. Ayrıca saklanamazlık. Hizmeti maldan ayıran en önemli özelliklerden biri.
Perishable goods: Dayanıksız mallar. Özellikle kolay bozulan, çabuk çürüyen gıda maddeleri.
Personal income: Kişisel gelir.
Personal marketing: Kişisel pazarlama. Satıcının alıcı olabilecek kimselerle doğrudan bağlantı kurarak giriştiği pazarlama cabası.
Person marketing: Kişi pazarlama. Halkın bir kişiye karşı olumlu izlenim edinmesini sağlamak amacıyla yapılan çalışmalar.
Persuasive advertising: İkna amaçlı reklam. Bilgilendirmek ya da hatırlatmaktan ziyade ikna etmeyi amaçlayan reklam.
Physical distribution: Fiziksel dağıtım. Ürünleri üreticiden tüketiciye istenilen biçim ve zamanda ulaştırmaya yönelik etkinliklerin tümü.
Physical inventory: Fiziksel stok. Belirli bir zamanda elde bulunan satılabilir malların elle sayılarak ve satış fiyatını belirterek tutulan kayıt.
Piggyback: Art arda.
Piracy: Korsanlık. Başkasına ait bir yapıtı izinsiz kullanmak, yayımlamak, çoğaltmak, satmak. Özellikle telif hakkını inal etmek.
Planned economy: Planlı ekonomi, komut ekonomisi.
Planned obsolescence: Planlı eskime. Ürünün kısa bir süre sonra eskiyecek, yıpranacak, modası geçecek ya da üreticinin daha sonra üretmeyi planladığı ürünler karşısında yetersiz kalacak biçimde üretilmesi.
Planning: Planlama.
Point of purchase: Satın alma noktası. Malın satışa sunulduğu, alıcının ürünle buluştuğu yer.
Point of purchase advertising1: Satın alma noktası reklamı.
Point of sale: Satış noktası. Alıcının satın alıdğı ürünün ücretini ödediği yer.
Point of sale display: Satış noktası sergisi. Alıcı henüz satış yerinden ayrılmamışken dikkatini çekmek amacıyya özellikle sürümü bol ve ucuz malların kasanın yanına ya da yakınına yerleştirilmesi.
Political advertising-: Siyasal reklam. Amacı seçmenleri ya da hükümeti belirli bir eyleme yöneltmek, bir görüşü ya da tutumu benimsetmek olan reklam.
Pölyopoly: Poliyopoli. Hic büyük satıcının olmadığı, küçük satıcıların egemenliğindeki pazar durumu.
Polyopsony; Poliyopsoni. Hiç büyük alıcının olmadığı, küçük alıcıların egemenliğindeki pazar durumu.
Portfolio analysis: Portföy çözümlemesi. Karlılıkta ve kurumsal amaçlara ulaşmada her bir pazarlama bileşeninin etkisini belirleme. Ayrıca ürün yelpazesi içindeki ürünlerin performanslarını çözümleme.
Portfolio (esi: Portföy testi. Reklamın etkililiğini ölçmek amacıyla
yararlanılan bir ön test.
I ost-noonıers: Nüfus patlaması kuşağının çocukları.
Poster: Afiş, poster. Halka açık bir lî ya da dış mekanda asılmak üzere hazırlanmış reklam.
Postmark advertising: Posta damgası reklamı. Posta damgalama makinasıyla basılan reklam sloganı T da amblem.
Post-purchase advertising
Satış sonrası reklamı. Satış sonrası uyumsuzluğunu gidermek amacıyla yapılan reklam.
Post-purchase dissonance: Satış sonrası uyumsuzluğu. Tüketicinin bi; ürünü satın aldıktan sonra doğru karar verip vermediğine ilişkin duyabileceği huzursuzluk.
Potential market: Potansiyel pazar. Bir ürünle ilgilendikleri belirlenen ve büyük olasılıkla onu satın alması beklenen tüketiciler.
Potential product: Potansiyel ürün. Yapılabilecek tüm değişiklikler ve iyileştirmelerden sonra ürünün gelecekte alacağı biçim.
Predatory pricing: Yıkıcı fıyatlandırma. Rakipleri yok etmek ™,ylaf,yat,arıcokduşüktutma
Preemptive marketing: Engelleyici pazarlama. Üreticinin rakip markalaf satın alınmasını engellemek için ken ürününün henüz pazara çıkarmada reklamını yapması.
Preemptive pricing: Engelleyici fıyatlandırma. Fiyatları pazara yeni rakiplerin girmesini engelleyecek kadar düşük tutma stratejisi.
50
Premium: Armağan, prim.
Premium pack: Armağanlı paket.
Premium pricing: Tercihli yer fiyatı. Tercihli bir yer için iletişim aracının reklamverenden talep ettiği en yüksek reklam fiyatı.
Press conference: Basın toplantısı.
Press release: Basın bildirisi.
Pressure group: Baskı grubu.
Prestige advertising: Prestij reklamı.
Prestige pricing: Prestij, saygınlık fiyatlandırması. Tüketicilerin benzerlerinden pahalı bir ürünü daha kaliteli varsayacakları düşünülerek yeni ürünün pazar ortalamasının üstünde fiyatlandırılması.
Prestige products: Prestij ürünleri.
Price: Fiyat. Bir ürün için alıcı ile satıcının üzerinde uzlaştığı değer.
Price awareness: Fiyat bilinci. Tüketicilerin rakip markalar arasındaki fiyat farkını ayrımsama oranı ve bu farklara gösterdiği tepki düzeyi.
Price hand: Fiyat bandı, aralığı Genellikle aynı pazar dilimine yönelik benzer ürünlerin fiyat.
Price ceiling: Tavan fiyat.
Price competition: Fiyat rekabeti. Kurumların fiyat kırarak rekabet ettikleri pazar durumu.
Price discrimination: Farklı fiyat uygulaması. Ürünü farklı piyasalarda farklı fiyatlara ya da farklı aracılara farklı fiyattan satmak.
Price elasticity: Fiyat esnekliği.
Alıcıların fiyat değişikliklerine karşı duyarlılığı.
Price elasticity of demand: Talebin fiyat esnekliği. Bir ürüne yönelik talebin fiyat değişmesine gösterdiği duyarlılık derecesi.
Price fixing: Sabit fiyat anlaşması. Rakipler arasında rekabetten kaçınmak amacıyla yapılan ve fiyatların belli bir seviyede sabit tutulmasını öngören anlaşma.
Price floor: Taban fiyat.
Price inelasticity: Fiyat esneksizliği. Alıcıların fiyat değişikliklerine karsı duyarsızlığı.
Price leader: Fiyat lideri. Sektörde ilk fiyat değişikliğini yapan kuruluş.
Price range: Fiyat yelpazesi.
Pricing: Fiyatlandırma.
Price war: Fiyat savaşı.
Pricing: Fiyatlandırma. Yeni ürünlerin fiyatlarının belirlenmesi ve varolan ürünlerin fiyatlarının ayarlanmasıyla ilgili pazarlama faaliyeti.
Primary advertising: Birincil reklam. Ana işlevi ürünün varlığını duyurmak ve talep üretmek olan reklam.
Primary demand: Birincil talep. Pazarın markasına bakmaksızın ürün türüne gösterdiği gereksinim.
Private hrand: Özel marka. Üreticinin adı yerine perakendeci, toptancı ya da başka bir aracının adıyla ve yalnızca o kuruluş tarafından satışa sunulan marka.
Private label: Özel etiket. Özel marka anlamında kullanılır. Bakınız private brand.
51
Privatisation: Özelleştirme.
Probability: Olasılık.
Problem-solution advertising: Sorun çözümü reklamı. Bir tüketici sorununu ve ürünün sorunu nasıl çözeceğini işleyen reklam.
Process: işlemek, işlem, süreç.
Product: Ürün, satışa sunulan nesne.
Producer goods: Üretim malları. Başka ürünlerin üretiminde kullanılan ürünler.
Product adoption: Ürün benimseme. Tüketicinin ürünün farkına varması, satın alması vc menun kaldığı takdirde satın almaya devam etmesiyle süregiden süreç.
Product advertising: Ürün reklamı.
Product audit: Ürün denetimi. Şirketin ürün karmasının güçlü ve zayıf yanlarını anlamak, olası fırsatları değerlendirmek için yapılan sistematik kontrol.
Product category: Ürün kategorisi.
Product development: Ürün geliştirme.
Product evaluation: Ürün değerlendirmesi. Ürünün pazara sunulmadan önce araştırmalar yoluyla tüketici için değerinin saptanması.
Product image: Ürün imajı. Ürüne ilişkin genel izlenim, ürünün ne işe yaradığına ilişkin genel kanı.
Production: Üretim.
Product launch: Ürün sunumu
Product life cycle: Ürün yaşam
döngüsü, eğrisi. Ürünlerin ve markaların pazarda kaldıkları sürece çeşitli evrelerden geçtiklerini ve başlangıç, büyüme, olgunluk ve gerileme olarak sıralanan bu evrelere özgü bir takım pazarlama fırsatları ve kısıtlamalarıyla karşılaştıklarını öne süren pazarlama kuramı.
Product line: Ürün grubu, kümesi, çizgisi. Aynı üretici tarafından benzer kullanım amaçları için satılan, aynı tüketici kitlesini paylaşabilen, pazarlama ve üretimi benzerlik gösteren ürün çeşitleri.
Product line extension: Ürün kümesinin yeni ürünlerin katılımıyla genişletilmesi. - adding depth to an existing product lino by introducing new products in the same product category; p
Product line filling: Ürün kümesini doldurma. Üreticinin pazara yeni rakiplerin girmesini engellemek için ürün kümesinde her türevi bulundurması.
Product line pricing: Ürün kümesi fiyatlandırması. Ürün kümesinde yer alan farklı ürünler arasında fiyat basamakları oluşturarak yapılan fiyatiandırma.
Product mix: Ürün karması. Belirli bir üreticinin ya da satıcının satıya sunduğu ürünlerin ve ürün kümelerinin tümü.
Product modification; Ürün değişikliği. Ürünün dıs görünüşünde, niteliklerinde ya da kalitesinde yapılan değişiklik.
Product parity: ürün benzerliği.
-îusun'Sr;';:^- Bir
bütün urun2 yf lpazes|nde bulunan " Umnlenn k^"'k oranlarına gore
52
değerlendirilmesi sonucu oluşan karlı ve karsız ürünler bileşkesi.
Product position: Ürün konumu. Ürün türünün rakip ürün türlerine göre üstün ve zayıt yönleriyle belirlenen konumu.
Product positioning: Reklam ve diğer pazarlama bileşenleri yoluyla tüketicinin zihninde ürün türüyle ilgili özel bir yer oluşturulması.
Product range: Ürün gamı.
Product research: Ürün araştırması. Ürünün niteliklerine yönelik tüketici tutumlarını inceleyen araştırma.
Product test: Ürün testi.
Profil: Kar.
Pro forma Invoice: Ön fatura. Sipariş ya da ön ödeme almak amacıyla alıcı olabilecek kimselere gönderilen, fiyatların ve diğer ayrıntıların belirtildiği belge.
Promotion: Satış desteği, tanıtım, poromosyon. Ürünün satışını artırmak amacıyla gerçekleştirilen alımı teşvik edici faaliyetler.
Promotional allowance: Satış artırma indirimi. Ürün satışını artırmak için özel bir çaba içine girmeyi kabul eden toptancı perakendecilere üreticinin yaptığı indirim.
Promotion mix: Promosyon karması. Bir kuruluşun nedef pazarıyla iletişim kurmak için kullanabileceği araçların tümü.
Promotional campaign: Satış artırma kampanyası.
Prospect: Olası müşteri. Bir ürünü satın alabilecei düyünülen kimse ya
da kuruluş.
Prospecting: Müşteri olabilecek kimselerin adlarını toplama ve niteliklerini belirleme. Satış sürecinin ilk aşaması.
Protectionism: Korumacılık.
Prototype: İlk örnek, prototip. Bir ürünün oluşturulan ilk modeli.
Psychography: Psikografi. Kişi ve kitlelerin tutum, ilgi, görüş, özimge ve yaşam biçimlerini inceleyen bilim dalı.
Psychological needs: Psikolojik gereksinimler.
Public opinion: Kamuoyu.
Public opinion poll: Kamuoyu yoklaması, anketi. Belirli aralıklarla yapılan anket ve benzeri standartlaştırılmış gözlem araçları yoluyla dar kapsamlı konularda kamuoyunun görüş, tutum, eğilim ve bilgilerini derlemeye ve zaman içinde bunlarda oluşan değişimi ortaya çıkarmaya yarayan araştırma.
Public relations (PR): Halkla ilişkiler. Bir kişi ya da kuruluşun kendine, ürününe ya da savunduğu görüşlere ilişkin, bunlara ilgi duyabilecek ya da ilgi duymasını istediği çeşitil kesimlerden kitlelere bilgi ulaştırmak ve bunlarla ilgi algılamaları yönlendirerek olumlu izlenimler oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiği etkinliklerin tümü.
Pull-push strategy: itme-çekme stratejisi. Kitlesel iletişim araçlarından yararlanarak sipariş çekme ve kitleye kapalı iletişim araçları yoluyla satışları artırma yöntemi.
Pull strategy: Çekme stratejisi. Perakende ürünü pazarlamak için
doğrudan tüketiciye yönelik reklamlara ağırlık veren pazarlama stratejisi.
Pulsing: Bir reklamı dönüşümlü yoğunlukta yayınlamak. - scheduling advertising campaigns in fairly regular bursts followed by periods of relative or complete inactivity. See Continuity; Flighting.
Purchase: Satin alma.
Purchasing power: Satın alma gücü.
Push money: Özendirme, teşvik parası. Çoğunlukla üreticiler ve kimi zaman dağıtımcılar tarafından perakendecinin çalışanlarına rakiplerinin ürünleri yerine kendi ürünlerini satmaları için her satışta verilen para.
Push strategy: İtme stratejisi. Perakende ürünü pazarlamak için tüketici yerine dağıtımcı ve satıcılara şönelik reklamlara ağırlık veren pazarlama stratejisi. - promotion to members of the marketing channel (mainly by means of personal selling) rather than promotion to end-users (mainly by means of advertising, sales promotion and publicity) to facilitate the flow of a good or service from producer to final consumer. See Pull Strategy; Push-Pull Strategy.
Pyramid selling: Çok katlı satış, piramit satışı. Her dağıtımcının satış yaptığı alıcıların dağıtımcı olmasıın sağlayarak ve diğer dağıtımcılara satış yaparak dağıtım ağını genişletmesi esasına dayanan, dağıtımcının gerek kendi yaptığı satışlardan, gerekse kendisine bağlı takımın yaptığı toptan satışlardan kazanç sağlamasıyla sürdürülen doğrudan satış biçimi.
Qualified available market: Nitelikli elverişli pazar.
Qualitative research: Nitel araştın"3' Davranışın nedenlerini irdeleyen, tutum, izlenim, algı, fikir ve güdüler biçimindeki bilgileri elde etmek için miktar ya da oran yerine tür ya da durumla ilgilenen pazarlama araştırması.
Quality control: Kalite denetimi. Ürünün kalitesini önceden belirlenen standartlar düzeyinde tutabilmek için üreticinin üretim süresince, dağıtım sırasında ve satış sonrasında gerçekleştirdiği işlemler.
Quality market: Kaliteli ürün pazarı.
Quantitative research: Nicel araştırına. Tür ya da durum yerine miktar veya oranla ilgilenen, örnekleme yöntemlerinden yararlanan, sonuçların sayısal veya yüzde cinsinden değerlendirildiği istatistiksel pazar araştırması.
Quantity discount: Miktar indirimi.
Question mark: Büyüyen bir pazarda düşük pazar payına sahip olduğu için yüksek oranda yatırım gerektiren ürün.
Questionnaire: Soru dizisi.
Quota: Kota, kontenjan, pay. Satıcının ya da acentenin belirli bir dönem
hede!daU,aŞmaSI ıstenen"sat|5 ^.samp,,: Kota örneği. payll
54
irs
Raw material: Hammadde.
Heal income: Reel gelir. Kişinin satın alabileceği mal ve hizmetlerin toplam tutarı olarak ölçülen gelir.
Real time: Gerçek zaman.
Rebate: İndirim, para iadesi.
Recall: Anımsamak, hatırlamak. Ayrıca ürün toplatma, geri çekme.
Receiver: Alıcı. İletinin yöneltildiği kişi.
Recession: Durgunluk, ekonomik faaliyetlerdeki yavaşlama.
Reciprocal trading: Karşılıkla alışveriş. İki kurumun birbirinden karşılıklı mal ve hizmet satırı alması.
Recognition: Tanıma, fark etme.
Recruitment: Marka listesine girme. Bir markanın tüketicinin alım yaparken gözönüne alacağı markalar arasına girmesini sağlama. Ayrıca isçi bulma. Belirli bir işi en iyi yapabilecek kişileri bulmak amacıyla yürütülen çalışmalar.
Recruitment advertising: Eleman ilanı.
Recycling: Geri kazanım, yeniden değerlendirmek. Kullanılmış bir ürünü ya da üretimde kullanılan bir maddeyi bir dizi işlemden geçirerek yeniden kullanılabilir duruma getirmek.
Redemption: Paraya çevirme. İndirimlerden yararlanabilmek amacıyla kuponların paraya çevrilmesi işlemi.
Red goods: Kızıl mallar. Yüksek
sürümlü, çabuk tüketilen ve hızla yerine yenileri satın alınan, yaygın biçimde dağıtılan ve az servis gerektiren tüketim malları.
Referral: Kuruluşun müşterisinden elde ettiği, müşterisi olabilecek kimselerin adları.
Refund: Para iadesi, geri ödeme. Ayrıca vergi iadesi.
Regulation: Yasal düzenleme, denetim, mevzuat.
Reinforcement advertising:
Pekiştirme reklamları. Ürünün belirli bir özelliğinden çok memnun tüketicileri göstererek onu satın almış tüketicilerin doğru bir secim yaptığı kanısını güçlendirmeye çalışan reklam.
Relationship marketing: ilişkisel pazarlama. Kurumun müşterileri, dağıtımcıları ve müşterisi olduğu kuruluşlarla uzun süreli yakın bağlar kurması. Bu pazarlama biçiminde fiyat ve hizmette ek. yararlar sunularak müşterinin satıcıdan uzun süre alışveriş etmesi sağlanmaya çalışılır.
Relaunch: Yeniden pazara sunma, rölansman. Pazarda varolan bir ürünü özünde, biçiminde ya da konumlamasında bir takım değişiklikler yaparak yeniden pazara sürme.
Reliability: Güvenilirlik. Bir sınamanın aynı evrene farklı zamanlarda uygulanmasıyla elde edilen ölçümlerin ölçülen konunun ölçümler arasında değişmemesi koşuluyla benzer sonuçlar vermesi.
Relevance: Uygunluk, ilgililik. Ürünün hedeflediği pazara uygunluğu.
Remarketing: Yeniden pazarlama.
55
Satışları düşmekte olan bir ürünü canlandırmak amacıyla yeni bir pazarlama stratejisiyle yeniden pazara sürme.
Reminder advertising: Anımsatma reklamı. Ürüne ilişkin ayrıntıları anımsatmayı amaçlayan reklam. Ayrıca daha önce tam biçimiyle yer almış reklam ya da kampanyayı anımsatan kısa reklam.
Repositioning: Yeniden konumlama. Markayı tüketici nezdinde yeni bir yere konumlama.
Representative: Temsilci.
Resale price maintenance: Yeniden satış fiyatının korunması. Üretici tarafından belirlenen minimum perakende satış fiyatıı tüm satıcıların kabul etmesi.
Resale value: ikinci el değeri. Kullanılmış ürünün yeniden satışa sunulduğunda alıcı bulduğu fiyat.
Reseller market: Yeniden satış pazarı. Ürünü kazanç karşılığında başkasına satmak veya kiralamak için salın alanların oluşturduğu pazar.
Response bias: Karşılık yanlılığı. Deneğin çeşitli nedenlerden dolayı ankete verdiği karşılıklarda ortaya çıkan yanlılık.
Retailing mix: Perakende karması. Bir mağazayı pazarda konıımlaya öğelerin özgün bileşimi.
Retail network: Perakende satışa ağı.
Retail price: Perakende satış fiyatı¦
Retention: Hatırda tutma. Bir reklamın akılda kalma süresi. Ayrıca aboneli satışlarda aboneliğin yenilenmesi yoluyla müşteriyi elinde tutma.
Return: İade mal. Ayrıca getiri.
Return on investment: Yatırım getirişi. Yatırımdan elde edilen karın yatırım maliyetine oranı.
Roll oul: Aşamalı sunum. Yeni ürünü pazarlama girişimlerinin test pazarlarından başlayıp bölgenin tümüne, daha sonra da tüm ülkeye ve dünya pazarlarına aşamalı biçimde yayılması.
Uub-off effect: Sürünme etkisi. Bir ürünün birlikte yer aldığı diğer ürünlerin imajından etkilenmesi, bu nedenle diğer ürünlere benzer bir biçimde algılanması.
Rush hour: Yoğun saat. işin en yoğun, trafiğin en sıkışık olduğu zaman dilimi.
Retail: Perakende satış. Malların son kullanıcıya doğrudan, küçük miktarlarda, teker teker ya da azar azar satılmasına dayanan satış biçimi.
Retail advertising: Perakendeci reklamıb Perakende satış yerleri tarafından gerçekleştirilen reklam etkinlikleri.
Retailer: Perakendeci
Safety recall: Bir urunda güvenlik sorununa rastlanması halinde üreticinin urunu geri toplaması.
Sale: Satış. Ayrıca indirimli satış.
Sale advertising indirimli satis reklamı.
56
Hales agent: Satış acentesi.
Sales booth: Satış pavyonu.
Sales call: Satış ziyareti.
Sales eh annel: Satış kanalı.
Sales-effectiveness test: Satış etkililiği testi. Pazarlama iletişiminde yararlanılan bir aracın ne denli etkili olduğunu belirlemek için yapılan sınama.
Sales force: Satış gücü. Görevi satış yapmak ve yeni müşteriler bulmak olan kurum çalışanları.
Sales goods: indirimli mallar.
Sales incentive: Satış teşviki. Kuruluşun mallarını pazarlayan satış görevlilerine sattıkları mal miktarı, buldukları müşterilerin alım hacmi, yitirilen müşterilerin geri kazanılması gibi ölçütlere göre sağladığı teşvik.
Sales kit: Satış takımı. Satış görevlisinin satış yapmasına yardımcı olnnası amacıyla sunumlarda kü|andığı müşteriyi bilgilendirici dosya.
mı.
Sa,('s management: Satis yöneti
Sal«s planning: Satış planlaması.
S;ıl(,s promotion: Satis artırma, ürün Sundurma, satış promosyonu.
Sales presentation: Satış sunumu. Urünün alıcı olabilecek kimselere sunulması.
Sales representative: Satış temsilcisi. S;'les report: Satış raporu. Sales strategy: Satış stratejisi.
Sales tactics: Satış taktikleri.
Sales (ax: Satış vergisi. Kimi ürünlerin perakende satış fiyatı üzerinden alınan vergi.
Sales territory: Satış bölgesi. Satış görevlisinin satış yapmakla sorumlu olduğu pazar kesimi.
Sales volume: Satış hacmi. Belirli bir dönemde satılan ürünlerin toplam birim sayısı ya da sağladığı toplam gelir.
Sample: Örnek, numune.
Sampling: Örnek dağıtma. Ücretsiz ya da indirimli ürün örneğinin hedef tüketicilere dağıtılması.
Satellite store: Uydu mağaza. Daha büyük bir mağazanın yakınında bulunan küçük rakip mağaza.
Saturated market: Doymuş pazar.
Scrambled assortment: Karma mal çeşidi. Birbiriyle ilgisiz pek cok ürünü içeren stok.
Scrambled merchandising: Karma mal satışı.
Seasonal discount: Mevsim dışı indirim. Bir ürünün normal mevsimi dışında satışını teşvik etmek için yapılan fiyat indirimi.
Seasonality: Mevsimsellik. Mevsimlere ya da yılın farklı dönemlerine göre belirli ürün ve hizmetlere yönelik talep düzeyinde oluşan farklılık.
Selective advertising: Seçimli reklam. Ana işlevi bir ürüne seçimli talep yaratmak olan reklam.
Selective demand: Seçimli talep. Bir
57
ürün türündeki herhangi bir ürüne değil, belirli bir markaya yönelik bilinçli talep.
Selective distribution; Seçimli dağıtım. Ürünün yalnızca belirli standartlara uyan toptancı ve perakendecilere dağıtılması.
Self-liquidating premium: Kendini sönürnleyen armağan. Satıcıya maliyeti satış fiyatıyla tamamen karşılanan armağan.
Shelf life: Rafta kalma süresi, raf ömrü. Zamanla bozulabilir bir ürünü kalitesini koruması beklenen, saklanabileceği ve satılabileceği sur ¦
Shelf-talken Raf alınlığı. Satış yerinde ürünlerin sergilendiği rafın kenarına asılan basılı reklam.
Shipping and handling: Gönderme ve işlem ücreti. Adrese ulaştırılacak siparişin işlenmesi ve gönderilmesi için istenen ücret.
Seller's market: Satıcı pazarı. Malların ve mal çeşidinin tüketici talebinin altında kaldığı, fiyatların ise yüksek olduğu pazar.
Sell-in: Sjtfıcı özendirme. Üreticinin ürünün satıcıya satışını ve dağıtımını sağlamak için teşvik vermesi.
Selling idea: Satış fikri. Hedef tüketiciyi reklamverenin istediği doğrultuda davranmaya ikna etmek.
Served market: Eldeki pazar. Satıcının ürününün alıcısı olabilecek tüm tüketiciler arasında belirlediği hedef kesim.
Service: Hizmet. Mal değiş tokuşunu içermeyen, kişi ve kurumlar tarafından başkalarına sunulan yararlı iş.
Service franchise: Hizmet satış yetkisi. Hizmet kuruluşu tarafından başka bir hizmet kuruluşuna tanınan satış yetkisi.
Service sector: Hizmet sektörü.
Service marketing: Hizmet pazarlaması. Hizmet sektöründeki kişi ve kurumların sundukları hizmetlerin ve asıl işi mal pazarlamak olan kurumların sundukları satış sonrası desteği gibi yan hizmetlerin pazarlanması.
Shopping goods: Alışveriş malları. Tüketicilerin birbirine rakip ürünleri gözden geçirdikten sonra satın alma alışkanlığında olduğu perakende satış ürünleri.
Short-run: Kısa vadeli.
Short-term: Kısa vadeli.
Shrinkage: Ürünlerin nemden çekme, hırsızlık ya da kaybolma nedeniyle sayı ve ağırlık olarak eksilmeleri.
Single-line store: Tek çizgi mağazası. Yalnızca bir ürün kümesinin satıldığı mağaza.
Single-product strategy: Tek ürün stratejisi.
Singles market: Bekar ve boşanmış tüketicilerin oluşturduğu pazar.
Slippage: Armağanı talep etmeyenler. Ürünü bir armağan için satın alan, fakat sonra armağanı istemeyi ihmal eden kimseler.
Slotting allowance: Raf alanı nereli Urune ayırdığı her yer birimi için üreticinin perakendeciye ödediâi ücret. y
Social marketing: Toplumsal pazarlama. Pazariama bilgi, kavram
58
Staple: Sürekli talep gören temel tüketim maddesi.
Socioeconomic variable; Sosyoekonomik değişken.
Soft seli: Dolaylı, yumuşak satış. Bir ürünü satmak için ısrar ya da iddiadan yararlanmak yerine imaj yaratarak satış yapma yöntemi.
Source credibility: Kaynağın güvenilirliği. Satıcının ya da reklamda bi|gi sağlayan kişinin uyandırdığı güven.
Specialty advertising: Özel reklamlar. Kitlesel reklam araçlarında değil, arrnağan olarak dağıtılan eşyalarda yer alan marka adı ve reklam.
Specialty product: Uzmanlık ürünü, özel ürün.
Speciality store: Uzmanlaşmış mağaza. Yalnızca belirli bir ürün 'ürünü satan mağaza.
Specialty wholesaler: Uzmanlaşmış toptancı.
Bir ürün türü üzerinde U2manlaşmış, yalnızca o ürünü ve °nunla bağlantılı ürünleri satan toPtancı.
Sponsorship: Sponsorluk. Bir kurumun çalışma alanıyla doğrudan 'toili olmayan etkinliklere parasal destek sağlaması.
Sta«flati
ücreti
ion: Stagflasyon. Fiyatların ve
erin yükselmeye devam ettiği
ekonomik durgunluk
: ortamı.
Standard market: Standart pazar, üreticinin bir pazar testi yoluyla denemek istediği yeni ürününü satmaları için satıcıları ikna etmesi gereken pazar.
Star: Yıldız. Sürekli çok satılan, önemli pazar payına sahip ve çok karlı ürün.
State-of-the-art: En gelişmiş. Teknik yönden en son, en yeni, en gelişmiş olan.
Statistics: istatistik bilimi, sayımbilim.
Stimulus-response theory: Etki-tepki, uyaran-karşılık kuramı. İletişimin iki yönlü bir süreç olduğunu, insanların karşılaştıkları her türlü iletişime kendi bilgi, inanç, görüş, önyargı ve düşünceleriyle tepki gösterip sonuç çıkardıklarını, dolayısıyla reklamın da hedef kitleden belli bir tepkiyi alacak şekilde oluşturulması gerektiğini savunan görüş.
Stock-keeping unit: Stok birimi. Bir ürünü ya da birlikte satılan birkaç ürünü tanımlayan envanter tutma birimi.
Stock turnover rate: Stok devir hızı. Perakende satış yerinde envanterin giriş çıkış hızı, malların satılma ve yerlerine yenilerinin yerleştirilmesi hızı.
Storage: Depolama, depo.
Straight rebuy: Olağan yeniden alım. Endüstriyel satın almada alıcının aynı ürünü niteliklerinde ya da fiyatında herhangi bir değişiklik istemeden yeniden siparişi.
Strategic marketing planning:
Stratejik pazarlama planlaması. Uzun dönemde hedeflenen sonuçlara ulaşabilmek için gereken pazarlama etkinliklerinin belirlenmesi.
Strategic window : Yeni bir pazar
açığı oluşmasıyla ortaya çıkan yeni bir pazar bölümü. Fırsat penceresi de denir.
Strip advertising: Bant reklam. Ekranın altında beliren ve bir bant içinde akan reklam yazı ve görüntüleri.
Subculture: Altkültür.
Substitute product: ikame mal. Birbirinin yerini tutan ürünler.
Supplier: Sağlayıcı, mal ya da hizmet arz eden, tedarikçi.
Survey: Tarama araştırması, anket, inceleme. Çeşitli soruların yer aldığı bir forma dayanarak geniş bir evrenden bilgi edinme yolu.
Sustainable: Sürdürülebilir.
Symbiotic marketing: Karşılıklı yarar pazarlaması.-Benzer pazarlarda bulunmakla birlikte birbirine rakip olmayan kuruluşların giriştikleri ortak pazarlama ve dağıtım etkinlikleri. Yatay pazarlama da denir.
Synchroınarketing: Mevsimsel pazarlama. Mevsimsel ya da dönemsel taleple arzı eş düzeyde tutabilmek amacıyla gerçekleştirilen pazarlama etkinlikleri.
Systems selling: Sistem satma. Endüstriyel pazarlarda bir ürünün yalnız başına değil, müşteriyi memnun edecek, sorunu çözecek başka ürünlerle birlikte kullanıma hazır durumda satılması.
Tactic: Taktik. Bir stratejiyi uygulamak, bir sonuca ulaşmak için yararlanılan araç, eylem ya da çaba.
Tactical planning: Taktiksel planlama. Pazarlama stratejisinde öngörülen hedeflere ulaşmak içm W dönemde gerçekleştirilecek iş ve etkinliklerin planlanması.
Tangible product: Somut ürün. Kendine özgü nitelikleri, fiziksel boyutu, ambalajı ve markasıyla benzerlerinden algı yoluyla ayırt edilebilen ürün.
Target market: Hedef pazar. Ürüne gereksinim duyduğu belirlenen ya da doğru iletişim kurulursa ilgi göstereceği düşünülen, onu satın alabilecek koşullara sahip, iletişim araçlarıyla ulaşılabilen ve satıcıya en çok kazanç sağlayacağı düşünüldüğü için en iyi olası alıcılar olarak tanımlanan, bu nedenle pazarlama çalışmalarının hedefini oluşturan kişi ve kurumlar.
Target pricing: Hedef fiyatlandırması. Ürünün satış fiyatını belirli bir üretim miktarında belirli bir getiri sağlayacak düzeyde belirleme.
Targeted revenue: Hedef satış geliri.
Tariff: ithalat vergisi.
Telemarketing: Tele-pazarlama. Alıcı olabilecek kimseleri telefonla arayarak ürünü tanıtma, siparişleri alma, soruları ya da yakınmaları yanıtlama işlerini içeren pazarlama etkinliği.
Telesbopping: Tele-alışveris. İzleyicilerin televizyonda gösterilen ürünleri, duyurulan telefon numarasını arayarak ya da bilgisayarları yoluyla satıcının elektronik adresine ulaşarak sipariş verdikleri alışveriş türü.
Test market: Test pazarı. Tüketiciler, satış yerleri ve iletişim olanakları açısından pazarın tümünü yeterince yansıttığı düşünülen ve bu nedenle
60
pazarlama planının denenmesi ya da ürünün sınanması için seçilen coğrafi bölge.
Test marketing: Test pazarlama. Ürünün hedef pazar bölgesinin tümünde pazarlanmasına geçilmeden önce nasıl karşılanacağını görmek, satışlarını ve karlılığını kestirebilmek ve pazarlama planını sınamak amacıyla belirli bir süre pazarın küçük bir kesiminde denenmesi.
Testimonials: Tanıklık. Reklamda bir kimsenin ürünü kullanıp memnun kaldığını öne sürmesi, ürünün yararlarını ve üstünlüklerini anlatıp, kullanımını önermesi. Tanıklı reklam.
Tie-in sale: Bağlantılı satış. Bir ürünü satın almak için başka bir ürünü de satın almayı gerektiren satış biçimi.
"ime management: Zaman yönetimi.
'ime utility: Zamansal yarar. Arandığı zaman bulunmasının ürüne kazandırdığı artı değer.
Top-down approach to planning:
Yl-ikarıdan aşağıya planlama Yaklaşımı Üst yönetimin alt kademelerden minimum yardım alarak hedef, strateji, taktikleri belirlediği planlama anlayışı.
Top-down approach to promotion budgeting: Promosyon bütçesine yukarıdan aşağıya yaklaşım. Promosyona yapılaacak harcamanın ali kademelerden minimum yardım alarak üst yönetim tarafından belirlenmesi.
Top-down approach to sales ''-.recasting: Satış tahminine yukarıdan aşağ.ya yaklaşım f|en Pazar koşulları yerine sırkeı temel alınarak yapıldığı anlayış-
Total costs: Toplam maliyetler.
Trade barrier: Ticaret duvarı, engeli.
Trade discount: Ticari indirim.
Trade down: Ucuzuyla değiştirmek. Eldeki bir malı satarak daha ucuzunu satın almak.
Trade selling: Ürünün yeniden satış amacıyla toptancılar ve perakendecilere satılması.
Trademark: Ticari marka, tescilli marka, alamet-i farika.
Trade-off: Değiş tokuş, ödün, vazgeçme. Bir üründen yararlanabilmek için onun yerine seçilebilecek ürünlerden vazgeçme zorunluluğu.
Trade up: Pahalı ürünler satmak. Satıcının saygınlığını artırmak için daha pahalı ya da daha kaliteli ürünler satması. Ayrıca eldeki bir malı satarak daha pahalısını satın alma.
Trial: Deneme. Tüketicinin bir ürünü sürekli kullanmaya karar vermeden önce denemek amacıyla satın alması.
Turnover: Ciro, dolaşım, aynı tüketicinin aynı ürünü yeniden satın alma oranı.
Two-stage seli: İki aşamalı satış. İki aşamalı yürütülen adrese postalama kampanyası.
Two-way:
interaktif, iki yönlü.
Tying agreement: Üreticinin belirli bir ürününü satın alabilmek için satıcının başka bir ürünü de satın almasını veya rakip ürünleri satmamasını öngören sözleşme.
61
u
Ultimate consumer: En son tüketici. Son tüketici ya da kullanıcı da denir.
Umbrella advertising: Şemsiye reklam. Aynı kurum tarafından üretilen ya da batılan ve genellikle aynı ürün kümesi içindeki birkaç ürünü ortak bir kavram altında birleştiren reklam kampanyası.
Umbrella brand: Semsiye marka.
Undifferentiated marketing:
Ayrımlaştırılmamış pazarlama. Hedef kitle içindeki altkümeler arasında bulunan farklılıklar dikkate alınmaksızın ürünü pazarın tümüne yönelik pazarlama.
Undisplay classified advertising:
Standart seri ilan. Görsel öğelerin ve süslü yazı karakterlerinin kullanılmadığı seri ilan.
Uniform delivered price: Standart teslim fiyatı. Alıcıların bulundukları yere göre değişmeksizin ödemek zorunda oldukları fiyat.
gönderilen ürünler. Tüketicinin herhangi bir talepte bulunmasını beklemeden gönderilen ürünler, istenmeden yenilenen ürün siparişle (
Unsought goods: Aranmayan ürünle--Tüketicinin varlığından haberi olmadığı ya da haberi olduğu halde olağan koşullarda satın almayı düşünmediği ürünler.
Update: Güncelleştirme.
Up market: Üst pazar. Pazarın daha pahalı ve kaliteli ürünlerden oluşan kesimi.
Upwardly mobile: Yükselen, toplumsal statüsü ve gelir düzeyi yükselmekte olan kişilere ilişkin.
lise: Kullanmak. Bir üründen yararlanmak, ürünü tüketmek.
User: Kullanıcı. Ürünü tüketen veya kullanan kimse.
User-friendly: Kullanıcı dostu, kullanımı kolay.
User habits: Tüketici alışkanlıkları.
Unit: Birim.
Unitary elasticity: Bütünsel esneklik. Ürün fiyatındaki bir birimlik artma ya da azalmanın ürüne yönelik talepte aynı oranda azalma veya artmaya neden olduğu için toplam satış hacminin aynı kalması durumu.
Universe: Evren. Araştırmacının hakkında bilgi edinmek istediği ve içinden örnek birimlerini seçtiği kişi, nesne ya da diğer gözlem birimlerin tümü. Ayrıca doğrudan postalamada adres listesine alınabilecek kişilerin toplam sayısı.
Unsolicited '^ods: istenmeden
Utility: Yarar, fayda, kullanışlılık. Ürünün bir amaç için uygunluğu, karşılaması beklenen tüketici gereksinimlerini karşılama gücü.
V
Validity. Geçerlilik.
Value-added product: Artı değerli ürün. Paketleme, garanti, satış sonrası hizmet ya da saygınlık ve kalite imajı gibi olgularla işlevi dışı değerler kazandırılmış ürün.
Value added tax: Katma değer vergisi. Ürünün üreticiden son
62
tüketiciye ulaşana dek her el değiştirmede aşamalı olarak vergilendirilmesi.
Value chain: Değer zinciri. Alıcıya Sunulan değeri artırmak için yararlanılan başlıca araçlardan biri. Üretim öncesinde hammaddenin sağlanmasıyla başlayarak ürünün al|cıya ulaştırılıncaya dek geçtiği tüm damaları kapsar. Her aşamada allC|ya sağlanan yararların lncelenerek kurum çalışmalarını deştirecek yolların aranmasını, öylelikle her aşamada rekabet üstünlüğü yaratılmasını öngörür.
Value marketing: Değer pazarlama, urumun daha yüksek, kaliteli ve daha düşük fiyatlı sunabilmek amacıyla kaynaklarının önemli bir bölümünü değer artıran yatırımlara otarması.
Variable costs: Değişken maliyetler. Blrim başına değişmeyen, fakat '¦""etilen birim ya da satış miktarı attıkça doğal olarak toplamda fark yaratan maliyet.
Variety store: Tuhafiyeci, tuhafiye akkanı. Genellikle pahalı olmayan, kücük boyutlu, kişisel eşyalar satar dükkan.
Vending machine: Satış makin*»-'indeki ürünler, satın alabilmek en badeni para ya da jetonla çalışta ^ makina.
Vendor: Satıcı. Satacak ürünler, olan k|Şİ ya da kuruluş.
Venture: Girişim. Yeni bir İ5 pr°ieSI ya da işletme.
v ¦ • Dikey rekabet.
Vertical competition. D'^alanni Pazarlama zincirinin ayrı' rekapet. oluşturan satıcılar arasına*
Vertical cooperative advertising: Dikey ortak reklam. Üreticiyle satıcının ya da ülke genelinde reklam yapan reklamverenle bölgesel reklamverenin birlikte giriştikleri ve harcamalarını paylaştıkları reklam etkinliği.
Vertical integration: Dikep bütünleşme. Tüm üretim ve dağıtım aşamalarının aynı kuruluş içinde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla hammaddenin üreticisinden son tüketiciye ürün akışını sağlayan zincirin farklı halkalarında yer alan kuruluşlar arasında yapılan birleşme.
Vertical market: Dikey pazar. Bir tek ya da az sayıda sektörde kullanılan ürünün pazarı.
Vertical marketing system: Dikey pazarlama sistemi. Üretici, toptancı ve perakendecinin tek sistem gibi davrandıkları, ortak pazarlama etkinlikleri geliştirdikleri pazarlama sistemi.
Volume: Hacim.
Volume buy: Toplu, büyük miktarlar içeren alım.
Volume disc
ount: Toplu alım indirimi.
Voluntary chain: İşbirlikçi mağazalar zinciri. Toplu alım indirimlerinden yararlanmak ve reklam harcamalarını paylaşmak amacıyla bir toptancının desteğiyle ortak ticari ad altında birleşen bağımsız perakende satış mağazaları.
Voucher: Kupon. Satış yerinde yapılan tüm alışverişlerde, üstünde yazılı tutar kadar indirim sağlayan kupon.
w
Want: İstek. Eksikliği duyulan, arzulanan varlık.
Warehouse: Depo. Malların dağıtım öncesi depolandığı yer.
Warehouse club: Bakınız closed-door discount store.
Warehouse retailing: Depo mağazacılığı.
Warranty: Garanti belgesi. Üreticinin ya da satıcının alıcıya ürünün istenildiği işi görmediği takdirde yenisiyle değiştirileceği, ücretsiz onarılacağı ya da alınan paranın iade edileceği konusunda verdiği yazılı güvence.
Wastage: Fire. Ticari mallarda kırılma, bozulma gibi nedenlerle meydana gelen eksilme.
Wearout: Yıpranma.
Weighted average: Ağırlıklı ortalama. Örneği oluşturan alt kümeler ya da ölçme aracını oluşturan sorular farklı ağırlık taşıyorsa her birinin değerini ağırlık katsayısıyla çarpıp elde edilen sonuçları topladıktan sonra katsayı değerlerinin toplamına bölerek bulunan ortalama.
Weighting: Ağırlıklama. Örneği oluşturan altkümelere ya da ölçme aracını oluşturan sorulara taşıdıkları ağırlığa göre farklı katsayılar verme.
White goods: Beyaz eşyalar. Buzdolabı, fırın, çamaşır makinası, kurutma makinası, bulaşık makinası gibi dayanıklı ev aletleri.
Wholesale: Toptan satış. Büyük miktarda alım satım. Malların
doğrudan son kullanıcıya satılmak yerine toptancı ya da perakendeciler toptan satılmasına dayanan satış biçimi.
Wholesale club: Bakınız closed-door discount store.
Wholesaler: Malları üreticiden satın alıp perakendecilere büyük miktarda satan kişi ya da kuruluş.
Wholesaling: Bir malı onu yeniden satacak ya da başka mal ve hizmetlerin üretiminde kullanacak olanlara büyük miktarlarda satma iş'-
Window of opportunity: Fırsat penceresi.
World brand: Dünya markası. Pek çok ülkede satılan ve aynı marka adı altında pazarlanan ürün. Küresel marka olarak da bilinir.
Write off: Silmek. Muhasebe kayıtlarına kullanılamaz bir malı nakit değeri yok' biçiminde işlemek. Aynca zarara geçirmek anlamında da kullanılır.
Yearbook: Yıllık. Belirli bir sektörde önceki yılın gelişmelerini anlatan, sektörde çalışan kişi ve kurumların adres, telefon ve çoğunlukla reklamlarını da içeren kitap.
Yuppie: Genç şehirli profesyonel. Büyük şehirlerde ya da büyük şehirlere yakın oturan, yüksek eğitimli, parlak bir meslek dalında hızla yükselen genç profesyoneller.
64
uyle tanımlanabilen
9enel atmosferi.
Zonal distribution: Bölgesel dağıtım. ürünü aynı anda ülke genelinde dağıtmak yerine bir bölgeden d|ğerine yayarak gerçekleştirilen asamalı dağıtım.
Zone pricing: Bölgesel fiyatlandırma. Pazarı coğrafi bölgelere ayırarak her bö|gede tek fiyat uygulama politikası.
s
Sales: Toplam otomotiv ürün satışı.
Scrappage: Önceki yıl kaydolmuş, fakat içinde bulunulan yıl itibarıyla kaydı yenilenmemiş araç.
Service station: Benzin istasyonu
Shipment: Teslimat.
Special services: Özel hizmetler. Başkaları tarafından üretilmiş otomotiv parçalarına boyama ve kaplama gibi işlemlerle değer katan tesisleri tarif eden kategori.
Specially repair shop: Özel onarım servisi. Özel araç ürün ve hizmetleri sunan perakendeci.
Sports utility vehicle (SUV); Spor araçlar.
Stamping: Presleme.
Standard work week: Standart haftalık çalışma süresi.
Subsidiary: iştirak.
T
Tariff: İthalat vergisi.
Tier 1 supplier: Bitmiş aracın tesliminden, ürün geliştirmeden ve teknolojik yeniliklerden sorumlu araç birimine çalışan tedarikçi üretici.
Tier 2 supplier: Alt seviyedeki montaja katma değerli parça sağlayan üretici.
Tier 3 supplier: Mühendislik materyalleri ve özel hizmetler sağlayan tedarikçi. _
Tire store: Lastik bayii.
Total quality management (TQM):
Toplam kalite yönetimi. Mal ve hizmetlerin kalitesini iyileştirmeyi, işletme giderlerini azaltmayı ve müşteri memnuniyetini artırmayı amaçlayan yönetim tekniği.
Tool: Araç gereç.
Trim Level: Spesifik ekipman paketlerini temsil eden ve araç üreticileri tarafından belirlenen araç özellikleri.
u
Used vehicle: Kullanılmış araç İkinci el araç.
Vehicle identification number (VİN):
Araç seri numarası. Üretici tarafından belirlenmiş ve aracın temel kayıt ve kimlik bilgilerini teşkil eden sayı ve harfler.
W
Wholesaler: Toptancı. Diğer aracılara satış yapan aracı.
SİGORTA TŞRiMLERi
ödeepta"Ce: KabuL Blr Po'iÇey' varj!eCek kişinin P°liçe bedelini • Sl geldiği zaman ödeyeceğini 2a yoluyla taahhüt etmesidir.
D^CePtance in blank: Acık kabul.
inleyenin imzasının bulunmadığı k'r Poliçenin muhatap tarafından sabul edilmesidir. Muhatabın poliçeyi at|n alıp imzalaması ile police Erlilik kazanır.
fideni insurance: Kaza sigortası. | 'gorta yaptıran kişinin bir kaza j*°nucu oluşabilecek hasarını karşılayan sigorta türü. Kaza lortalarının hırsızlık sigortası, kişisel kaza sigortası, motorlu kaza nakil araçları sigortası gibi çeşitleri bulunur.
accounting: Muhasebe. İşletmelerdeki parasal işlemleri kayıtlara geçirerek, bunlardan doğan sonuçları saptama ve yorumlama işlemleri. Mali muhasebe, maliyet muhasebesi ve yönetim muhasebesi olarak üçe ayrılır.
Actual cash value: Fiili natik değer. Kayıp sonrasında bir unsurun yenilenmesi.
Adjustable life insurance:
Ayarlanabilir yaşam sigortası. Police sahibinin sigorta planını değiştirmesine imkan tanıyan yaşam sigortası türü.
Adjusting: Sigorta şirketinin poliçe
ödemesine ilişkin gerçekleştirdiği soruşturma süreci.
Age limit: Yaş sınırı. Sigorta şirketinin altında ve üstünde kişilerin police başvurusunu kabul etmeyeceği minimum ve maxksimum yaş sınırı.
Agent: Acenta. Acentalık sözleşmesi çerçevesinde, faaliyet gösterdikleri mahalde, sadece sermaye piyasası araçlarına ilişkin alım ve satım emirlerinin aracı kuruma iletilmesine ve gerçekleşen emirlerin tasfiyesine aracılık eden gerçek kişiler veya ticaret şirketleri.
Agricultural insurance: Tarımsal sigorta. Tarımsal üretimde kullanılan araçlar, hayvanlar ve elde edilen ürünün ileride oluşabilecek risklere karşı güvence altına alınması. Ürün sigortaları ve hayvan sigortaları olarak gruplanır.
All-risk policy: Poliçede özellikle belirtilen riskler dışında bütün riskleri üstlenen poliçe.
Ambulatory care: Hastaneye yatmadan alınan sağlık hizmetleri.
Amendment: Sigorta poliçesinin şartlarını yenileyen resmi belge. Genelde sigorta şirketi yetkilisi ve police sahibi ya da onun vekili tarafından ortaklaşa imzalanır.
Amortisation: Amortisman. Organizasyon maliyetlerinin yanısıra diğer fiziksel olmayan varlıklara tahsisat ayırma işlemi. Kavramsal olarak aşınma payıyla aynı içeriğe sahiptir.
Arbitrage: Arbitraj. Farklı borsalardaki farklı fiyatları kullanarak, birinde alım, diğerinde satış yaparak para kazanma tekniği.
79
Asset: Varlık. Bir şirketin sahibi olduğu ve denetimini elinde bulundurduğu kaynakların tamamı. Borçların toplamı ve şirketin malvarlığından oluşur. Bir varlığın değen, o varlığın gelecekte sağlaması beklenen nakit akışı toplamının şimdiye göre ayarlanmasıyla hesaplanır.
Assumption: Emeklilik sigortasının hesaplanmasında kullanılan koşul ve kurallar.
Auditing': Denetim. Bir nesne ya da bir birimin, alanında uzman ve bağımsız bir kişi tarafından mali ya da güvenlik ve çevreyle ilgili amaçlar çerçevesinde incelenmesi ve değerlendirilmesi.
Automatic premuim loan: Otomatik prim borcu.
Automobile physical damağa insurance: Otomobil fiziksel zarar sigortası.
Aviation insurance: Havacılık sigortası. Uçak ve uçağın içindekileri kapsayan sigorta.
Balance of payments: Ödemeler dengesi. Bir ülke vatandaşlarının diğer ülkelerle yaptığı menkul kıymet, mal ya da hizmet işlemlerinin tamamı. Örneğin ABD'nin 198 yılında toplam ihracatı 319 milyar, ithalatı da 446 milyar dolardı. -112 milyar dolarlık net dengeye dış yardımların eklenmesiyle elde edilen cari işlem açığı 127 milyar dolardı. Bu açık, 219 milyar dolarlık serkaye ithali ve 82 milyar dolarlık sermaye ihracı ile dengelenmiştir. Rakamlar istatistiki sapmalardan dolayı her zaman tam olarak dengelenmeyebilir.
Balance sheet: Bilanço. Özünde temel muhasebe eşitliğinin bir ifadesidir. Çift giriş sistemi bu e$m tezahürüdür. Bu eşitlik, bir kuruluş V da şahsın söz konusu andaki malı konumunu ortaya koyar. Bu eşıtlige aktifler ve özvarlık eklendiğinde bilanço elde edilir. Bir bilanço ^ hazırlamak için her hesaptaki borç v kredilerin toplamının yazılması, butun hesap ve dengelerin bir listesinin hazırlanması ve sınıflandırılması gerekmektedir.
Bankruptcy: iflas. Bir şirketin mali zorluklar nedeniyle faaliyetlerine son vermesi, iflas eden şirketin borçların^ geri ödenmesinde mutlak öncelik hakları geçerlidir. Yani önce devlet iflas eden şirketin varlıklarından geçmiş vergi borçlarını tahsil eder. Daha sonra kıdemli eski kreditörler, genel kreditörler ve bunlarla ilgili kreditörler borçlarını tahsil eder. Küçük hissedarlara sıra geldiğinde genelde şirketin hesaplarında para kalmamış olur.
Beneficiary: Varis, mirastan, dolayısıyla sigorta poliçesinden yararlanan kişi.
Benefits: Sigorta şirketinin poliçe kapsamında yaptığı ödeme.
Bill: Bono. Bir tarafın bir diğer tarafa borçlu olduğunu kanıtlayan belgeye verilen addır. Vadesi genellikle bir yıldan kısadır.
Blanket insurance: Çarşaf sigorta. Tek br sınırlama çerçevesinde iki ya da daha fazla unsuru kapsayan poliçe.
Boiler and machinery insurance:
Basınç, mekanik ve eletrik ekipmanından kaynaklanan zararları karşılayan sigorta poliçesi
80
Tahvil. İhraç tarihi ile itfa tarihi asında bir yıldan uzun bir sure olan ono. Özel şirketler, mali kuruluşlar ya hükümetler tarafından
varılabilir. Sabit getirili olabildiği gibi, lz oranı belirli bir mali göstergeye de
endekslenebılır.
broadcasters liability insurance: ayırıcı yükümlülükleri sigortası.
Yayıncı şirketleri yasal
hükümlülüklerinden görecekleri zarara arşı korumayşa alan sigorta poliçesi.
Broker: Broker. Menkul kıymet 'Şlemlerinde alıcılarla satıcılara belirli bir komisyon karşılığında aracılık yapan, borsaya kayıtlı ve işlem yetkisini haiz kişi.
Brokerage house: Aracı kurum. Menkul kıymet işlemlerine aracılık yapan kuruluş.
Book value: Defter değeri. Bir şirketin bilançosuna göre hesaplanan toplam değeri.
Blue chip: ABD'de Büyük ve güvenilir Şirketlere batıda verilen ad. Bu tür Şirketlerin hisselerine de blue chip hisseleri' denir.
Builders risk insurance: İnşaat risk sigortası, inşa halindeki bir binada oluşabilecek zararı üstlenen sigorta Poliçesi.
Burglary andthefl insurance: Hırsızlık sigortası. Hırsızlıktan kaynaklanacak kayıplı kapsar.
ı). ,„,,¦ iş sigortası. Kilit
Business insurance. ı? a
bir çalışanın ya da 0^ kaybedilmesinden kayna anacak
hararı karşılamayı taannuı Poliçe.
kapsamındaki herhangi bir nedenden dolayı faaliyetlerine ara vermesi halinde oluşan zararı üstlenen police.
Business life insurance: Bir şirket tarafından çalışanı ya da ortağı için alınan ve söz konusu şahıs bu şirkette kaldığı sürece devam eden yaşam sigortası.
Capital gain: Sermaye geliri. Menkul kıymet satışından elde edilen kar. Realize edilmemiş sermaye geliri isi henüz satılmamış menkul kıyketin değerindeki artıştır.
Cargo insurance: Karg
o sigortası.
Business interruption insurance
Şirketin yangın ya da sgorta
(larry over effect: Aktarma etkisi. Cari harcamaların gelecekteki satışlara etkisini tanımlamak için kullanılır, iki tür aktarma etkisinden bahsedilebilir: Pazarlama harcaması ile satın alma işlemi arasındaki zaman farkını gösteren gecikmiş yanıt etkisi ve pazarlama yoluyla gelecekte de şirket müşterisi olarak kalacak yeni müşteriler yaratılmasından kaynaklanan alıkoyma etkisi.
Cash flow: Nakit akışı. Belirli bir zaman süreci boyunca bir şirketin nakit pozisyonunda meydana gelen değişimlere ilişkin rapor. Söz konusu şirketin nasıl nakit edindiğini ve bu nakitle ne yaptığını ortaya koyar. Belirli bir dönemin başında ve sonunda şirketin elinde bulunan nakit miktarını gösterir. Nakit akış tablosunun hazırlanması gayet basittir. Şirketin nakit girişi ve nakit dağıtımının kısa bir özeti olan tablo, nakit hesabını etkileyen bütün işlemleri içerir. Bu işlemler, üretim, satış ve idareyi kapsayan işletme faaliyetleri, pazarlanabilir menkul kıymetlerin alımı ve satımı, tesis ve
81
malzeme, kredi alımı ve geri ödemesini içeren yatırım faaliyetleri, hisse senedi ve tahvil ihracı ile temettü ödemelerinden oluşan finansman faaliyetleridir.
Chief executive officer (CEO): icradan sorumlu üst düzey yönetici, genel müdür.
Chief financial officer (CPO): Uzun vadeli finansman planlarından, temettü politikasından, sermaye yatırımlarından, nakit akış yönetiminden ve kaynak tahsisinden sorumlu üst düzey yönetici. Hazine, iç hesaplar yönetimi ve denetim doğrudan bu yöneticiye bağlıdır. Hazine temelde kısa vadeli nakit akısının yönetiminden sorumludur. Mali ürün sayısının hızla artması neticesinde gelişen mali mühendislik, hazine yöneticisini küresel sermaye piyasalarının en sofistike üyelerinden biri haline getirmiştir.
Chief Information officer (CIO):
Şirketin enformasyon sistemleri ve bunlarla ilgili kaynaklardan sorumlu üst düzey yönetici. Veri merkezlerinin günlük işleyişiyle değil, stratejik enformasyon meseleleriyle ilgilidirler.
Claim: Sigorta şirketinden oluşan zararın poliçe gereği karşılanması ve ödeme yapılması talebi.
Claim adjustor: layan kişi.
Collision insurance: Çarpışma sigortası. Poliçe sahibinin otomobilinin bir başka araç ya da nesneyle çarpışması sonucunda oluşacak zaararı karşılar.
Commission: Sigorta priminin hizmetleri karşılığında acente ya da broker'a ödenen bölümü.
Common stock: Adi hisse senedi.
Şirketlerin ihraç ettikleri ortaklık senetleri. Sahibine bir şirketin borç faizi ödemeleri de dahil olmak üzere bütün yükümlülüklerini yerine getirdikten sonra kalan gelirinin tamamı ve reel aktifleri üzerinde mülkiyet hakkı tanır. Şirketler büyuyui zenginleştikçe, bundan en çok hissedarlar faydalanır; şirketler başarısız olduğunda bundan en büyük zararı yine hissedarlar görür. Hise senedi yatırımlarında iki türlü getiri vardır. Temettü ve hisse senedinin fiyat artışı. Hissedarlara kardan temmettü dağıtılıp dağılmayacağına ve temettü miktarına şirket yönetim kurulları kara verir. Hisse fiyatındaki artışı ise yatırımcı elindeki hisseyi satarak kar olarak realize edebilir.
('omprehensive automobile insurance: Sigortalanan otomobildek1 zararı karşılayan poliçe.
Compulsory auto liability insurance
Zorunlu otomobil sigortası.
Consumer: Tüketici. Bir ürünü kullanan ya da bir hizmetten yararlanan kisi.
Convertible bond: Dönüştürülebilir, konvertibl tahvil. Belirli bir fiyat karşılığı başka menkul kıymetlere dönüştürebilebilen tahvil türü. Tahvil hisse senedine veya herhangi bir menkul kıymete çevrilebilir. Tahvilin dönüştürülme süresinin başlangıç ve bitiş süreleri bastan belirlenir.
Coverage: Sigorta sözleşmesinin sağladığı korumanın boyutu Poliçenin kaysadığı riskler. '
Country risk: Ülke riski. Bir ülkeye yapılacak yatırımla ilgili risk Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi nsk yükseldikçe yatırımın getıris" artar.
82
•"edit insurance: Üreticilere, Plancılara ve hizmet kuruluşlarına ™" gönderdikleri ya da hizmeti
raıklerı anda ödemenin yapılmasını 9arantl altına alan police.
Customer: Müşteri. Bir ürün ya da jzrneti satın alan kimse. Müşteri satın a'aığl ürün ya da hizmetten mali, doğrudan satın alınanla ilgili, sosyopolitik ve kişisel fayda elde etmeyi bekler.
Current liabilities: Cari yükümlülükler. Cari varlıklar kullanılarak ya da yeni cari borçlar yaratılarak kısa bir zaman dahilinde, Çoğu durumda da bir yıl içinde Ödenir. Ücretler ve maaşları, hizmet, parça ve hammadde tedarikçilerine yapılan ödemeleri (ticari, tediye olunacak hesaplar), devlete yapılan vergi ödemelerini, bankalara ve diğer kreditörlere yapılacak ödemeleri ve borç faizi ödemelerini kapsar.
Dealer: Kendi hesabına ve riski de kendi üstlenerek menkul kıymet işlemi yaparı kisı ya da kurum.
Debt: Borç. Bir şirketin menkul kıymetler haricinde yapmakla yükümlü olduğu toplam ödeme miktarıdır.
Decentralisation: Adem-i merkezileşme. Sorumluluğun
daâltllmaSI:tSeerad:m-, edilmemesi. Ş« cunkü merkezileşmeye ÇalW birim yöneticilerinin sak,
bir şirketin başındayj™^ etmelerini istiyorlar^ ^ merkeziyetçiliğin V™ sorunların basında yerjne
yöneticilerinin grUDu ^ etmesj birimin çıkarına gore
ve aynı işlevi birden çok birimin yerine getirmesi sonucunda personel sayısının şişmesi geliyor.
Dental insurance: Ağız sağlığı ve diş sigortası.
Demography: Demografi. Nüfusu ve nüfusun temel karakteristiklerini araştıran bilim dalı. Demografik çalışmalar alıcıların temel davranışları hakkında cok önemli bilgiler barındırır. Piyasanın sesini aracısız duymak isteyenler için çok faydalı bir araçtır. Reklam ve pazarlama uzmanları, piyasadaki insan sayısını ve bu insanların yaşıyla, cinsiyeti, medeni durumu, mesleği, gelir, servet ve eğitim seviyesiyle ilgili verileri nüfus araştırmalarından elde ederler.
Depreciation: Aşınma payı. Bir varlığın maliyetini kullanım ömrünün geneline yayma işlemi. Her bir varlık ya da varlık grubu için aşınma payı ayrı hesaplanır; kümülatif toplam ise varlığın asli (orijinal) maliyetinin, yaşının ve ömrünün (kullanılabilir olduğu sürenin) fonksiyonudur. Arazi aşınma payına tabi tutulamaz. Amortisman maddesine bakınız.
Direct cost: Doğrudan maliyet. Bir ürün ya da hizmetle doğrudan ilişkilendirilebilecek maliyet.
Disability: Bireyin temel yaşam faaliyetlerinden bir ya da daha fazlasına ciddi sınırlamalar getiren fiziksel ya da zihinsel engel.
Dividend: Temettü. Bir şirketin hissedarlarına yaptığı ödeme.
Earned income: Kazanılmış gelir. Earned premium: Kazanılmış prim.
Police süresinin uzamasıyla primin sigorta şirketinin mülkü haline gelmiş bölümü.
Earnings per share: Hisse başına düşen kar. Dağıtılabilir karın şirketin hisse senedi sayısına bölünmesiyle elde edilen oran.
Economic loss: Bir kaza ya da felaketin sigortalanmış ve sigortalanmamış tahmini toplam maliyeti.
Effective date: Poliçe kapsamındaki sigortanın başladığı tarih.
Endowment
Poliçe vadesi dolduğunda yaşıyorsa police sahibine, yoksa varisine ödenebilen yaşam sigortası.
Equity: Özvarlık. Borçlar çıkarıldıktan sonra bir şirketin varlıklarının toplam değeri.
Eurobond: Uluslararası bir bankalar konsorsiyumunun aracılığıyla ihraç edilen ve hemen çeşitli ülkelerde işlem görmeye başlayan tahviller. Ödemeler genellikle dolar, mark, yen, sterlin gibi para birimleri üzerinden yapılır. Ülkeler, uluslararası kurumlar ve büyük şirketler eurobond ihraç eder.
Exclusions: Sigorta poliçesinde poliçe kapsamına alınmadığı ve ödeme yapılmayacağı belirtilen özel koşul ve durumlar.
Exchange rate: Döviz kuru. Bir para biriminin başka bir para birimi cinsinden nominal değeri. Spot oran paranın anlık değerini yansıtır. Forward oran ise paranın gelecekteki değeri için bugünden öngörülen rakamın ifadesidir.
Financial institution: Mali kurum. Mali sistemi oluşturan ve parasal aracı kuruluşlar, parasal olmayan aracı kuruluşlar ve menkul değerler piyasası olarak üçe ayrılan kurumlar.
Financial intermediaries: Mali aracılar. Kıymetli evrak , menkul değer veya mali değer içeren her tür evrakın alım satımına aracılık eden kurum ve kişiler. Mali aracılar, kendi yükümlülüklerini içeren evrak ihdas ederek halka arz edemezler ve alım satımda bulunamazlar.
Eire insurance: Yangın sigortası.
Flexible premium policy: Esnek prim politikası.
Flood insurance: Sel sigortası.
Forgery/alteration insurance:
Kalpazanlığa karşı sigorta.
Fraternal insurance: Sosyal kuruluşların üyelerine sağladığı sigorta.
Fraternal life insurance: Sosyal kuruluşların üyelerine sağladığı yaşam sigortası.
(ilass insurance: Cam sigortası.
Gross national product (GNP): Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYIH) Kullanılabilir (affordable) gelir ve brüt vergi gelirinden transfer ödemelerinin çıkarılmasıyla elde edilen net verginin toplamıdır.
Gross margin: Brüt marj. Toplam gelirden doğrudan maliyetlerin
84
Ç,kar"niaS(yıa
hesaplaniı
öeöenn 7'ni: Brüt kar üru™n satış nnden ürünle ilgili doğrudan
mal|yetler,n
Çıkarılmasıyla bulunur.
Group insurance: Grup sigortası. Tek faster poliçe çerçevesinde birden Ç°k insanı kapsayan sigorta. Genellikle işveren adına düzenlenir.
Group life insurance: Bir gruba yönelik ve tıbbi bakımı kapsamayan, tek master poliçe kapsamında 9enelde işveren adına düzenlenen si9orta.
da aylık bazda prim ödemesi yapılabilen yasam sigortası.
Initial public offering (IPO): Bir
şirketin hisse senedi satışı yoluyla halka açılması.
Innovation: Yenilik. Yenilik, icat süreciyle başlar, icadın geliştirilmesi, pilot üretim ve pazarlama ile devam eder, üretim ile sona erer. Yeni ürün ve süreçlerin benimsenmesini gerektirir. Ürün yeniliği müşterilerin önceden karşılanmayan ihtiyaç ve isteklerine yanıt verir. Süreç yeniliği, bir ürünle ilgili bir sürecin verimlilik ve etkinliğini artırır.
'I("a"lı insurance: Sağlık sigortası.
^'Iffiııg: Risksiz bir portföy yaratmak
bir H°lyla b'r menkul değeri alırken, rJ./J|ğorinı satmak ya da birini alırken 9er|ni satmak. Özellikle future, swap
ve
°Psiyon gibi türev ürünler Ku,|anılarak yapılır.
II
"sPİtal expense insurance: Hastane
harca
maları sigortası.
I
"direct cost: Dolaylı maliyet.
aylaşıidığı jçin de tek bir ürün ya da "Zrnetle ilişkilendirilemeyen Maliyetler.
Indemnification: Zarara uğrayan k'Şiye yapılan telafi ödemesi.
["dependent agency system: 8a9ımsız acente sistemi.
^dividual insurance: Bireysel sigorta.
'ndustrial life insurance: Haftalık ya
Insurable risk: Sigortalanabilir risk.
Insurance: Sigorta.
Insurance company: Sigorta şirketi.
Insured: Sigorta poliçesi kapsamındaki kişi ya da kurum.
Intangible asset: Fiziksel olmayan var/ık. Patent ya da marka adı gibi elle tutulup, gözle görülemeyen varlıklar.
Legal reserves: Yasal rezervler. Bir sigorta şirketin gelecekteki ödeme ve yükümlülükleri için tutması gereken minimum rezerv.
Level premium: Poliçe devam ettiği sürece miktarı değişmeyen prim.
Level premium life insurance: Poliçe devam ettiği sürece prim miktarının değişmediği yaşam sigortası.
Liabilities: Yasal yükümlülükler.
Life expectancy: Ortalama yaşam süresi.
85
Limited policy: Sınırlı poliçe.
Liquidation: Likidasyon, bir şirketin özvarlıklarının nakde çevrilmesi ve kapanması.
Liquidity: Likidite. Bir şirketin cari ya da cari olmayan varlıklarını nakde dönüştürme yeteneği.
Loss reserve: Sigorta şirketinin poliçe sahibine yapacağı ödemenin tahmini maliyeti için ayırdığı miktar.
M
Marginal cost: Marjinal maliyet. Bir şirketin imal ettiği ürünü ya da sağladığı hizmeti bir birim artırması halinde oluşacak maliyet.
Market value: Piyasa değeri. Borsaya kayıtlı bir şirketin hisse senetlerinin işlem fiyatına göre hesaplanan toplam değeri.
Medical expense insurance: Tıbbi gider sigortası.
Medical payments insurance: Tıbbi ödeme sigortası.
Merger: Birleşme. İki ya da daha fazla şirketin bir araya gelerek tek bir kuruluşa dönüşmeleri. Genelde bu tür anlaşmalarda satın alan ve satın alınan bir şirket söz konusudur.
Mutual insurance company: Poliçe sahiplerinin aynı zamanda mülkiyet ve kontrolünü elinde bulundurduğu sigorta şirketi.
N
Net income: Net gelir. Bir şirketin net geliri farklı gelir katmanlarının sağladığı kar katkılarından toplam
dolaylı sabit maliyetlerin çıkarılmasıyla hesaplanır.
Net premium: Net prim.
Net present value: Net su anki değer.
Net written premiums: Net yazılmış prim, reasürans şirketlerine yapılan ödeme sonucunda sigorta şirketi tarafından edinilmiş prim geliri.
Note: Borçlanma senedi. Borç alınan paranın ne zaman ve ne kadar faizle geri ödeneceği belirtilmiştir.
O
Operating ratio: işletme rasyosu. Kazanılmış primin yüzdesi olarak ifade edilen gider ve zarar toplamı.
Over-the-counter market: Tezgah üstü piyasa. Borsaya kayıtlı olmayan hisse senetlerinin alınıp satıldığı piyasa.
P
Paid-up insurance: Prim ödemesi tamamlanmış sigorta.
Participating insurance: Sigorta şirketinin poliçe sahiplerine kar payı dağıttığı yaşam sigortası.
Pension benefit: Emeklilik ödemesi.
Pension plan: Emeklilik planı.
Physical damage: Fiziksel zarar.
Portfolio management: Portföy yönetimi. Portföy planlamasına göre çeşitlemeye gitmiş şirketler, aslında her bırı kurumsal performansa farklı katkılarda bulunan ve bu yüzden her biri ayr, ayrı yönetilmesi gereken farklı
felsefeJf K 6n 0,usur- Portföy yöneti
öngörür ^ n°ktada ûç kril,k ad'm P'anlam u ,şletme|erin stratejik
blnrnSan|hedef,eri Sereği stratejik iş
bir'rnlen,rnaS,d'r- lkinci olarak bu '9 ya rjg rekabet konumlarına ve ürün
s'n|flandSrrlar,nin cekıcıliâ,ne 9°)e
kuw,raî'nda ,se bu cerceve
trial, h [ ,er bir binme büyüme ve rnjsyn , flerıne göre stratejik bir
partiler tarafından sağlanan ve prim ödemesinde kullanılan kredi.
Product li;ıi)ilHy. Ürün yükümlülüğü.
de Vön
belirten
bir.
-¦ir ve bu misyona göre J ynak 'f'hsısi yapılır. Portföy tlrr» sayesinde şirketler iç
"Tilerin
1 daha iyi anlarlar ve bu da
°n/ann at m
l2|nin gerçekleştirilmesi mümkün
alIT '-'Vgun stratejik kararlar
tama"19 "T1ka" tam- ^'inlerin arr,ön mali olmayan, sözel bir
anal
anh CJa ıs ortam"lda karşılıklı tahay,şı güçlendirir. Kaynak 'yr/e 'S'nc,e ve eletme faaliyetinde SfT1e sağlanır. Portlöv vönetiminir
temel 'hsan ntın, Perfo Vadeli
ğlanır. Portföy yönetiminin sorunu kaynak tahsisinde araştırma gibi kaynaklar yerine ,T)a odaklanmasıdır. Günlük rrr(ansı önplana çıkararak uzun Meseleleri geri plana iter.
"''erred stock: İmtiyazlı hisse er|edi. Adi hisse senedi ile tahvil ar'Şimı Dfr Ö2e|||k taş)r Adj n/Sşe
jetlerinin taşıdığı ortaklık hakkının '"nda adi hisse senetlerinden farklı
yan ve
öncelikli olarak temettü hakkı ard'r. Bu ikinci özelliği de tahvillere er)2er. imtiyazlı senetler temettüden öncelikli ve sabit bir tutarda yararlanır. mt'yazlı senetlerin temettü ödemeleri VaPıldıktan sonra arta kalan dağHılabılır kar üzerinden adi hisse senetleri için bir temettü ödemesi alabilir. Türkiye'deki halihazırdaki ^vzuatlar uyarınca imtiyazlı senet olarak adlandırılan tür senetler Slrketler taralından ihraç bilememektedirler.
''Milium loan: Çoğunlukla üçüncü
Quality management: Kalite yönetimi. Üstün bir kalite tutturabilmek için rakiplerden ziyade müşterilerin taleplerini karşılayacak bir dizi üretim şartnamesi ve hizmet standardı geliştirmek gerekmektedir. Rakiplerle baş edebilmek için gerekli kalite standardı ise yine belirlenen ürün şartnamesine ve hizmet standardına sıkı sıkıya uymaktan geçmektedir. Kalite yönetiminde müşterinin talepleri kesinlikle gözardı edilmemelidir, çünkü müşteri ürünü satın almadığı sürece kaliteye yatırım yapmanın da bir anlamı olmaz. Bir iş biriminin performansını etkileyen en önemli faktör ürün ve hizmetlerin kalitesidir. Kısa vadede üstün kalite, rakiplerinkinden lyüzde 5-6 daha yüksek olması gereken fiyatlar sayeeinde karın artmasını sağlar. Uzun vadede ise kalite hem pazar genişlemesine yol açar, hem de pazar payının artmasına neden olur. Kilit ürünlerin satıy hacmindeki artıy ölçek avantajı getirir ve maliyetleri aşağı çeker. Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır: Kalite iyileştirmesi hiçbir zaman sona ermeyen bir süreçtir.
Rated policy: Standardın üzerinde riski kapsadığı için starndardın üzerinde bir prim ödemesi gerektirer sigorta poliçesi.
Recession
Durgunluk. Reel GSYİH'de en az iki çeyrek yıl boyunca gerileme kaydedilmesinden sonra ekonominin
87
Term insurance: Sigortalanan kısmın belirli bir dönemde öldüğü takdirde varışının ödemeye hak kazandığı yasam sigortası
Third party: Ucuncü parti
W
Working capital: Döner sermaye Bir şirketin nakit ya da normal ticari faaliyet içinde nakde dönütürebıleceğı kaynaklarından kısa vadeli borçlar çıkarıldığında döner sermaye elde edilir.
Revenue: Gelir Şirketin ürettiği mal ya da sağladığı hizmetin satışından elde ettiği nakit girişi ve varlıklar
Keten t ion: Sigorta şirketinin reasürans yoluna gitmediği, bizzat üstlendiği riskin net miktarı.
S
Self-insurance: Sirkelin zararını kısmen ya da tamamen kendisinin üstlendiği bir risk yönetimi bıcımı
Sickness insurance: Hastalık sigortası
Sofi market: Sigorta satış döngüsünde rekabetin en yoğun olduğu bolum
Sinek exchange: Menkul kıymet borsası.
T
Tangible asset:
Fiziksel varlık. Bina ve ekipman gibi somut, elle tutulabilir, gözle görülebilir vaılıklaı
genel durumunu tasvir etmek için kulanılan terim.
Regulation
Yasal düzenleme, mevzuat. Reinsurance
Reasürans. Sigorta şirketi tarafından kabul edilen riskin bir bölümünün bir ya da daha fazla reasürans şirketi tarafından kabul edilmesi.
Kent insurance
Kıra sigortası.
Resen ı)
Sigorta şirketinin varolan poliçelerden kaynaklanan gelecekteki olası yükümlülüklerini gösteren miktar
88
yAPl VE EMLAK
ERİMLERİ
SÖZLÜĞÜ
bs»ndonmen(: Mülkü boşaltma, 'erketme
Abatement: Azalma Miktar, derece, öğünlük ya da değerde azaltma ya da düşme
'"'(•derated deprccial ion:
Unlandırılmış amortisman, aşınma Payı
Acceptance: Kabul etme feklıfı alan kışının teklıl koşullarını kabul ettiğini beyan etmesi
Access: üıııs hakkı Belıılı bıı mülke genel ya da özel giriş hakkı.
\( ( relioıı: Birikme. Doğal nedenlerden dolayı alüvyon yığılmasıyla oluşan yavaş ve cogu zaman uzun vadeli gözlemle fark edilebilen toprak birikmesi
Vcknowledjrement: Resmi beyan. Genellikle noter huzurunda yapılır
Agency: Acentelik
Agreement of sale: Satış anlaşması Satıcı ile alıcı arasında gayrimenkul satışına ilişkin anlaşma
Hava hakkı: Gayrimenkulun üzerindeki acık ve dikey alanı, hava da dahil olmak üzere kullanma hakkı
Allodial system: Bireyin arazı üzerindeki bedava mülkiyeti.
\meni(ies: Gayrımenkule talebi artıran somut ve soyut özellikler
amortization: Amortisman
\pi)ıaisal: Değer bıcme Gayrimenkulun pazar değerini tahmin etme. sabitleme veya belirleme işlemi.
Appreciation: Değerlenme Ekonomik veya ilgili nedenlerden dolayı sürekli ya da gecıcı olarak gayrimenkulun değerinin artması
\rhil ration: Arabuluculuk.
Assessed valuation: Değer belirleme Devletin gayrimenkul vergilerini hesaplamak amacıyla gayrimenkule bıctıgı değer
Attachment: Haciz. Gayrimenkule mahkeme kararıyla el konması.
Acn- 0 404 hektarlık arazı olcu birimi. AUornej-in-fact: Müvekkil.
Ad valorem: Değerlemeye göre .ınlamında Latince bir ifade.
Vffidavit: Note, huzurunda imzalanan yeminli ve yazılı ifade.
B
lialloon payment: Balon ödeme. Son ödeme
89
Beneficiary: Mirasçı, varis.
Bilateral contract: iki taraflı anlaşma, iki tarafın da karşı tarafın sözünü tutması halinde belli bir eylemi gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği sözleşme.
Bili ol'sale: Satış belgesi. Kişinin kişisel mülkündeki hak ya da hissesini bir diğerine devrettiği, sattığı ya da aktardığı yazılı anlaşma.
Boundaries: Sınır. Arazinin yasal olarak belirlenmiş sınırı.
Breach of contract: Anlaşmanın ihlali.
Broker: Aracı, simsar, komisyoncu. Bir işlemde partiler arasında aracılık yapan ve bu işten komisyon alan kimse. Gayrimenkul komisyoncusu gayrimenkullerin satılması ya da kiralanmasında aracılık yapar.
Brokerage: Aracılık.
Buffer zone: Tampon bölge. Bir arazi parçasını diğerinden ayıran koridor.
Business days: iş günleri. Haftasonu ve tatil günleri haricindeki çalışma günleri.
c
Capital gain: Sermaye geliri.
Capital improvement:
Gayrimenkulde kalıcı bir iyileşme sağlayan, mülkün yararını artıran ve değeini yükselten herhangi bir yapı.
Capitalization: Kapitalizasyon. Neı geliri bir değer göstergesine dönüştüren matematiksel işlem.
Certified check: Bankanın karşılığı bulunduğu garantisini verdiği cek.
Chain of title: Tapu zinciri.
Chattel: Taşınır mal. menkul.
Clear title: Temiz tapu, sorunsuz tapu.
Closing: Satışın sonlandırılması. Gayrimenkul satış işleminde satıcının yapılan ödeme karşılığında alıcıya tapuyu teslim ettiği son aşama.
Collateral: Bir borç ya da yükümlülük karşılığında gösterilen teminat.
Commercial properly: Ticari mülk.
Commission: Komisyon.
Common areas: Ortak alanlar, kamu alanları. Bütün şehir sakinlerinin, gayrimenkul sahipleri ve kiracıların kullanımına ya da faydalanmasına açık arazi.
Common law: Mahkeme karar ve yargılarıyla belirlenen, kabul gören ve gelenek halini alan yasalar.
Common wall: Ortak duvar. İki yaşam birimini birbirinden ayıran duvar.
Compound interest: Bileşik faiz. Concession: imtiyaz. Ev sahibinin
90
klrac|ya sağladığı indirimler.
^«demnation: Bir özel mülke devlet Çından el konması ve söz konusu U|kun kamu kullanımına açılması.
»ntıngeney: Sözleşmede yer alan ,e sözleşmenin tamamlanması 0r|cesinde belirli bir eylemin ya da 0|ayın gerçekleştirileceğine dair Madde.
Contract: Sözleşme, kontrat.
Conveyance: Yazılı belgeyle gayrimenkule ait tapunun devredilmesi.
Cooperating broker: işbirlikçi komisyoncu. Bir gayrimenkulun satışında bir diğer komisyoncuyla işbirliği yapan komisyoncu. Co-tenancy: Ortak kiracılık.
Counter-offer: Karşı teklif.
Courtesy of brokers: işbirliği yapan komisyoncuların alınan komisyonu Paylaşması.
Covenant: İki ya da daha cok tarafın gayhmenkulle ilgili çeşitli eylemleri yerme getirme ye de getirmeme taahhüdünde bulundukları yazılı anlaşma.
Cul de
sac
Çıkmaz
sokak.
geri ödenmesinde ihtiyaç duyulan periyodik ana para ve faiz ödemesi için gerekli para miktarı.
Dedication: Kişinin sahip olduğu özel mülkü kamuya bağışlaması ve kamu kullanımına sunması.
Deed of trust: Borçluya ait tapunun borçverene olan yükümlülüklerine karşı bir teminat olarak bir üçüncü partiye devri.
Deferred commission: Gecikmeli komisyon. Hak kazanılmış, ama tamamı ödenmemiş komisyon.
Density: Yoğunluk. Bir arazide inşa edilebilecek maksimum bina sayısı.
Depreciation: Herhangi bir nedenden dolayı değer kaybetme. Ayrıca bu değer kaybı ve aşınma nedeniyle vergiden düşülen miktar.
Descent: Miras kalma, bir gayrimenkulun miras yoluyla sahibi olma.
Developer: Arazi geliştiren kişi ya da kurum.
Devise: Vasiyet yoluyla gayrimenkul devri.
Disclaimer: Tekzip, yasal sorumluluğu reddetme.
Discount point: iskonto puanı.
Discrimination: Ayrımcılık
¦a.er: Gayrimenkul ayıp
De
Debt service: Borç
servisi
satan kişi- Distraint: Ev sahibinin kira borcu
karşılığında kiracının eşyalarına Bir borcun mahkeme kararıyla el koyma hakkı.
Domicile: ikametgah, mesken.
Duplex: Dubleks ev, iki ailenin bir arada yaşadığı, ama ayrı girişleri, muttağı, yatak odaları ve banyoları bulunan yapı.
E
Eminent domain: Devletin gerektiğinde özel mülkü belirli bir istimlak bedeli karşılığında kamulaştırması.
Encroachment: Başkasına ait bir mülke tecavüz.
Encumbrance: Tapu devrini engellemeyen ipotek.
Equitable right of redemption: Geri ödemede sorun olduğu için ipotek ettiği gayrimenkulu kaybeden kişinin satıştan önce bütün ipotek bedelini ödeyerek tapuyu geri alması.
Equity: Bütün yükümlülük ödemeleri yapıldıktan sonra mülkün değeri.
Escheat: Mirasçısı bulunmayan bir kişi öldüğünde ya da mülk terk edildiğinde o kişiye ait mülklerin kamu mülkiyetine geçmesi.
Ethics: Etik. Ahlaki ilkeler, kurallar ve davranış normlarından oluşan sistem.
Eviction: Kira sözleşmesindeki şartların ihlali nedeniyle ev sahibinin yasal yollardan kiracıyı evden çıkarması.
Exchange: Değiş tokuş, takas.
Gayrimenkulun bir başka gayrimenkulle değiştirilmesi.
Exclusive agency: Komisyoncuya belirli bir sürede gayrimenkulu satma hakkı veren, ama bu arada ev sahibinin aynı mülkü kendisinin, komisyoncuya herhangi bir komisyon ödenmeden satma hakini saklı tuttuğu yazılı anlaşma.
Executive: Bir dokümanı yasal olarak geçerli hale getirme yöntemi.
Farm area: Gayrimenkul satıcısının özel bir dikkat ve önem verdiği coğrafi alan ya da bina.
Feasibility study: Fizibilite çalışması, incelemesi.
Fiduciary: Kişinin başka birinin mülk ya da parasını yönettiği ilişki.
Filled land: Doldurulmuş arazi.
Financial statement: Kişi ya da kuruluşun mali durumunu ve net değerini ortaya koyan, belirli bir tarih itibariyle varlık ve yükümlülüklerini sınıflandırarak gösteren resini belge.
Finder's fee: Alıcı ya da satıcı bulana yapılan ödeme.
Fiscal year: Mali yıl.
Floor area ratio: Kapalı kullanım alanının arazi yüzölçümüne oranı.
92
k°reclosure: Bore karşılığında mınat olarak gösterilen mülkün tek odemesındeki aksaklık edeniyle satılması ya da mülke el onulması.
'raı'(l: Sahtecilik, hilecilik.
ree and dear title: Sorunsuz ve lp°teksız tapu.
¦"ontaffe: Evin cadde ya da suya bakan cephesinin uzunluğu.
Holdover tenant: Sözleşmesi bitmesine rağmen evden çıkmayan kiracı.
Homestead: Kişisel ikametgah olarak kullanılan ev.
Hotel: Otel.
House rules: Ortak yaşanan evlerde herkesin uyması gereken kurallar.
Hypothecate: Mülkiyetinden vazgeçmeden bir gayrimenkulu bir yükümlülüğe karşı teminat gösterme.
General contractor: Arazi sahibiyle gayrimenkul inşaatı ya da projesi için resmi inşaat anlaşması imzalayan inşaat uzmanı, müteahhit.
Improved land: Çeşitli eklemelerle zenginleştirilmiş ve değeri artmış arazi.
Grantee; Gayrimenkul bağışını alan kişi.
Grantor: Gayrimenkul bağışlayan kişi.
Gross area: Brüt alan. Binanın dış duvarlarından ölçülen toplam kapalı kullanım alanı.
Gross lease: Kiracının sabit bir kira ödediği ev sahibinin de vergi, sigorta ve diğer ödemeleri karşıladığı kiralama yöntemi.
Guardian: Vasi.
Improvements: iyileştirme. Gayrimenkule yapılan, değer kazandırıcı, onarımdan daha fazlasını içeren eklemeler.
Income approach: Gayrimenkulun değerini geri kalan ekonomik ömründe sağlayacağı net gelir miktarına göre belirleyen yaklaşım
Income property: Gelir elde etmek için satın alınan gayrimenkul.
industrial park: Sanayi parkı.
injunction; Birinin bir şey yapmasını ya da yapmamasını emreden, mahkemece verilen karar.
Habitable: Yaşamaya uygun Heir: Varis.
Inspection: Teftiş.
Institutional lender: Kurumsal borcveren. Banka, sigorta şirketi gibi verdikleri krediler yasalarca düzenlenmiş mali kurumlar. Interest: Borç alınan paranın kullanımı karşılığında ödenen değer.
Interim financing: Genellikle bir binanın inşaatı sırasında alınan kısa vadeli kredi.
Inventory: Envanter, stok.
S
Joint and several liability: Birden çok tarafın bir borç ya da yükümlülüğü geri ödemek zorunda olduğu ve kreditörün istedği taraf ya da taraflardan tazminat talep edebileceği durum.
Joint tenancy: Ortak kiracılık.
Joint venture: Bir gayrimenkul projesi için iki ya da daha çok kişi ve kurumun birlikte gerçekleştirdiği ortak girişim.
Judicial foreclosure: El konan bir gayrimenkulun mahkeme denetiminde satılması.
tüketim ürünleri ve kimi zaman bunlarla birlikte yiyecek içecek de satan, bir ya da birkaç yanı açık küçük dükkan.
L
Land: Arazi.
Land contract: Arazi anlaşması.
Landlocked: Yola bağlantısı olmayan gayrimenkul.
Landlord: Ev sahibi.
Landscape: Manzara.
Lease: Kiralama.
Legal notice
Yasal ihbarname, uyarı.
Legal rate of interest: Yasanın izin verdiği en yüksek faiz oranı.
Lessee: Kiralayan, kıracı.
Lessor: Kiraya veren, ev sahibi.
Letter ot' credit: Akreditif, kredi mektubu.
Jurisdiction: Yargı yetkisi, yargı hakkı.
K
Key lot: Stratejik konumu nedeniyle değer kazanan arazi parçası.
Kiosk: Büfe. Gazete, dergi gibi
Letter of intent: Niyet mektubu.
Leverage: Kaldıraç. Gayrimenkul yatırımını büyük oranda krediyle finanse etmek.
Licensee: Geçerli bir lisansı olan kişi ya da kurum.
Lien: Bir borç ya da yükümlülüğe
94
öayrtnSîT? °'arak 9österı,d,9| 'cın
'cfdia UZBrir)de borç verenin
e(tl9' hak.
Orta(,,^Cİ partnership: Limited
Minemi rights: Yüzey altındaki arazi ve olası karlara ilişkin haklar.
Misrepresentation: Yalan ya da eksik beyan.
SaVgın Bankanır) güvenilir ve
başV(j y,r müs!erisine resmi kredi rn=r ,rUSU 0)madan verebileceği aks,Mum kredi miktarı.
("ıdıiy. LjklcJ|te B|) varhğ)n satl)ma 9ercek değerine er
en yakın fiyatları türülme özelliği.
^ dönüş
arj)''"K: ^v sahıbıyle komisyoncu nda yapılan ve komisyoncuya ^ Onusu gayrimenkule alıcı ya da
C| bulma yetkisi veren yazılı an,asma.
Monument: Abide.
Mortgage: İpotek. Gayrimenkulun kendisinin teminat olarak gösterildiği ve bu teminat karşılığında bir mali kuruluştan alınan krediyle
gerçekleştirilen gayrimenkul alımı.
Kredi geri ödemesinde bir gecikme
olduğu takdirde kreditör kuruluş
gayrimenkule el koyar.
Mortgage banker: ipotek finansmanına fon sağlayan kuruluş ya da şirket.
OSs
Payee: Sigorta poliçesinde
"Vhmenkulün tah
Hula
zarar görmesi ya da rıP edilmesi durumunda ödemenin
'cağı belirtilen kişi.
M
Maintenance: Bakım. Binanın işler, üfetken ve kullanılabilir (utulması için °arf edilen caba ve yapılan iş.
lVl;"'«'inal land: Belirli bit yetersizlik nf"deniyle değeri düşük olan arazi.
Marketable title: F'azarlanabilir tapu.
Market value: Piyasa değeri.
Master plan: Belirli bir bölgenin uzun vadeli fiziksel
gelişimini şekillendirmesi amaçlanan kapsamlı plan.
M
Negative cash flow: Negatif nakit akışı. Yatırımın devam edebilmesi için gerekli nakit harcamalarının yatırımdan elde edilen nakit geliri aştığı yatırım durumu.
Negotiation: Müzakere, pazarlık.
Net income: Net gelir.
Set lease: Kiracının kira dışında vergi, sigorta ve onarım gibi bakım ve
işletme giderlerini de üstlendiği kira
anlaşması.
Net worth: Varlıklardan yükümlülükler çıkarıldığına kalan değer.
Note: Borç senedi. Null&void: Yasal güç ve etkisi
olmayan, değersiz, yaptırım gücü ve bağlayıcılığı olmayan.
O
Offer: Teklif.
Open-end mortgage: Açık uçlu ipotek.
Open house: Satışa sunulan ya da kiraya verilecek gayrimenkulun günün belli saatlerinde muhtemel müşterilere gösterilmesi.
Open space: Arazinin üzerinde inşaat yapılmayan, doğal haliyle korunan ya da tarım veya eğlence amaçlarına ayrılan bölümü.
Operating expenses: İşletme giderleri.
Option: Opsiyon. P
bir ipoteği paylaştığı ortak kredi.
Possesion
Sahip olma, servet.
Power of attorney
Vekaletname.
Prepaid interest: Vadesinden önce gerçekleştirilmiş faiz ödemesi.
Prime rale: Ticari bankanın kısa vadeli kredilerde en iyi müşterilerine uyguladığı minimum faiz oranı.
Principal: Anapara.
Private mortgage insurance: Özel ipotek sigortası.
Pro forma statement: Gelecekteki gelir ve giderlere ilişkin tahmin beyanı.
Property: Mülk.
Partition: İki ya da daha çok kişinin gayrimenkuldeki ortak hisselerinin bölünmesi.
Partnership: Ortaklık.
Penthouse: Çatı katı, garsoniyer.
Percolation test: Hidrolik mühendisinin yerin suyu emme ve süzme özelliğini ölçtüğü toprak testi.
Periodic tenancy: Dönemsel kiralama.
Personal property: Kişisel mülk. Piggyback loan: İki borç verenin tek
Kate of return: Yatırımdan elde edilen yıllık net gelirin yatırım sermayesine oranı.
Raw land: Ham, geliştirilmemiş ara2j
Real estate: Gayrimenkul.
Real property: Gayrimenkul.
Realty: Arazi ve onun üzerindeki taşınmaz varlık.
96
Rebate: indirim.
mülkiyetini elinde bulundurmak, tek sahibi olmak.
Refinance: Varolan bir krediyi
Ödemek için yeni kredi almak, krediyi sh™»!». .
... , y topping center: Alışveriş merkezi
krediyle ödemek.
Rent: Kira. Kiracı tarafından ev sahibine yapılan dönemsel sabit ödeme.
Kont control: Kira denetimi.
Kesene fund: Rezerv fon, gelecekteki ödemeler için ön tedbir olarak ayrılan para.
Restriction: Mülk ku sınırlamalar.
a ilişkin
Retaliatory eviction: Ev sahibinin kiracı taralından yapılan bir şikayet üzerine misilleme olarak kiracıyı evden çıkarması.
i„k of loss: Kayıp
İti
iski.Gayrımcnkulde yapılan i(eŞtirmelerde oluşacak zarara ilişkin
sorumluluk.
Shoreline: Özel araziyle kamuya ait kumsalı birbirinden ayıran çizgi.
Simple interest: Basit faiz.
Summary possession: Ev sahibinin kıra sözleşmesini ihlal eden ya da sözleşme bitmesine rağmen evde kalmaya devam eden kiracıya sözleşmeyle devrettiği haklarını geri almak üzere yasal işlem başlatması.
Tax shelter: Vergi avantajı. Tenant: Kıracı.
turnkey project: Anahtar teslimi inşaat.
u
Secondary mortgage market: İkinci -I ipotek pazarı. Varolan ipoteklerin a|ım satımının yapıldığ, pazar.
Se
,,,-ity deposit: Depozito. Kiracının
ey sahibine eve verilecek zarar, kıra ödemesinde gecikme ya da kira sözlesmesı bittiğinde bütün anahtariarın teslim edilmemesi ^maline karşılık verdiği para.
Severalty: Bir gayrimenkulun bütün
Unilateral contract: Tek taraflı sözleşme.
Useful life: Bina gibi bir varlığın ekonomik olarak lizibl olma özelliğini sürdürmesi beklenen süre.
Usury: Yasanın izin verdiğinden daha yüksek faiz oranı uygulamak.
Vendee: Alıcı.
97
Vendor: Satıcı.
Void: Yasal gücü, yaptırım etkisi ya da bağlayıcılığı bulunmayan.
W
Waiver: İradi olarak bir haktan vazgeçmek.
Warehouse: Toptan satış mağazası.
Warranty: Satıcının tapu ve mülkün fiziksel durumuna ilişkin verdiği garanti.
Waste: Mülkün kiracı tarafından uygunsuz ya da kötü kullanımı.
Y
Yield: Getirı.
z
Zoning: Bir bölgede ancak belirli ya da bir takım faaliyetlere izm verme, bir bölgeyi belirli ya da bir takım faaliyetler için ayırma.