Türk Hukuk Sözlüğü (D-H)

D
DAAVİ DAİRELERİ UMUMİ HEYETİ bk. Devlet Şûrası.
DAAVİ KALEMİ 1284 tarihinde ticaret mahkemelerine bağlı olmak üzere Ticaret Nezaretinde teşkil olunan kalem. Bu kalem ticaret-i umumiye kançılaryası diye isim almıştır. Vazifesi ticari mukavelelerin, vekâletname, kefaletname, protesto gibi evrakın tanzim ve tebliği, ticaret mahkemelerinden verilecek ilâmların kaydı ve tebliği gibi bugün noterler ve mahkeme kalemleri tarafından görülen işlere bakmaktı.
DAHİLİ HARB {aim. Bürgerkrieg. — fr. guerre civile. — ing. civil war. — lât. bellum civile].
Bir devlet teba .sından bir kısmının millî, siyasi veya iktisadi duyuş ve görüş ayrılıkları dolayısiyle, bağlı bulunduğu devlete karşı teşkilâtlı ve ihtilâl hareketleriyle, bu devletten ayrılmak veyahut içinde bulunulan siyasi rejimi değiştirmek için, giriştiği silâhlı mücadele. İstiklâllerini elde etmek için XVIII. asır sonlarında Şimalî Amerika sömürgeleri halkının bağlı bulundukları İngiltere'ye, XIX uncu asırda Cenubi Amerika sömürgeleri halkının İspanya'ya, Yunanlıların Osmanlı İmparatorluğuna karşı mücadeleleri, Şimalî Amerikada Cenup halkının ayrı bir ittihat kurmak için Federal Cumhuriyete karşı savaşları, millî mücadele yıllarında Türk milletinin Padişah Hükümetine karşı mücadeleleri gibi.
Dahilî harb halinde, devletler arası hukukunun genel kaidelerine göre ihtilâle mâruz kalan devlet ve diğer devletler tarafından muharip sıfatı tanınmadıkça harb kaideleri tatbik olunamıyacağı gibi tarafsızlık hak ve borçlarından da bahsolunamaz.
DAHİLİ NİZAMNAME [aim. Hausordnung, Ge-schaftsordnung, Regulativ.— fr. reglement interieur. — ing. standing orders (Parliament), house - regulations, rules, order of business].
Meclis, cemiyet, şirket gibi teşkillerin veya her hangi bir daire veya müessesenin işlerini düzenlemek ve iyi işlemesini sağlamak ve hükmü yalnız bunları teşkil edenlere ve tatbik olundukları yerlere münhasır bulunmak üzere meydana getirilen kaidelerin hepsi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahilî Nizamnamesi bu kabildendir.
Bazı anonim şirketler nizamnamelerine (statü) denmesi doğru değildir.
DAHİLİ TALİMATNAME bk. Talimatname.
DAHİLİYE VEKÂLETİ [aim. Innenministerium, Ministerium des Innern. — fr. Ministere de l'Interieur. — ing. Home Office, Ministry of Interior (of internal affairs) ].
Bir vekilin emir ve idaresi altında memleketin iç emniyet ve asayişini korumak, vilâyetlerin, belediye ve köylerin idaresini düzenlemek, memlekette ikamet veya seyahat eden ecnebilere ait muameleleri yapmakla vazifeli vekâlet. Teşkilâtı 2624 Sayılı Kanunda ve bunu tadil eden kanunlarda gösterilmiştir.
DA'IY (Da'iyy) Evlât edilen çocuk (evlâtlık).
DAİMİ BİTARAFLIK {aim. Neutralisation. — fr. neutralite permanente (perpetuelle). — ing. perpetual neutrality, permanent neutrality, neutralisation].
Harb halinde tarafsız kalacağını önceden taahhüt ve ilân eden ve tarafsızlığı çok zaman kolektif bir halde garanti edilmiş olan devletin vaziyeti: İsviçrenin tarafsızlığı gibi.
DAİMİ BORÇ MÜNASEBETLERİ [aim. Dauer-schuldverhaltnisse. — fr. contrat â duree (determinee ou indeterminee, contrat successive), contrat â long terme. — ing. permanent (durable) obligations].
Hükümleri muayyen bir müddet zarfında veya taraflardan biri feshi ihbar edinceye kadar devam eden borç münasebetleri: havagazı, su, elektrik mukaveleleri, muayyen veya gayrimuayyen müddet için yapılan hizmet akitleri gibi.
DAİMİ HAKEM DİVANI [Aim. Standiger Schieds-gerichtshof. — fr. cour permanente d'arbitrage. — ing. Permanent Court of Arbitration] .
1899 Lâhey mukavelenamesinin ortaya çıkardığı bu divan heyeti, bir büro ve bu mukavelenameyi imza eden devletler tarafından dört hakem tâyini suretiyle vücuda gelen bir hakemler listesinden ibarettir. İki devlet, aralarında çıkan her hangi bir anlaşmazlığı Divan marifetiyle hallettirmek istedikleri takdirde
60 ÇOCUK MALLARI - DAİMÎ HAKEM DİVANI
Vesayet makamı çocuk mallarının idaresinde, tabii bir murakıptır (MK. 278, 279).
ÇOCUK TİCARETİ bk. İnsan ticareti.
ÇOK KARILILIK {aim. Doppelehe, Vielweiberei, Bigamie, Polygamie. — fr. bigamie, polygamie — ing. bigamy, polygamy, polygyny — lât. bigamia, polygam-ia (plurus mores habere), (bina sponsalia, binas nupti-as habere) binas uxores habere].
Birden fazla karı ile evlenmek. Eski hukukumuzda dörde kadar karı almak caiz olduğu halde bugün mer'i olan kanunlara- göre birden fazla karı ile evlenmek bir suçtur (MK. 112, CK. 237).
ÇOK KOCALILIK {aim. Vielmânnerei, polyan. drie. — fr. polyandrie. — ing. polyandry. — lât. pol-yandria (pluribus viris nuptam esse)].
Karının mütaaddit koca ile evlenmesine cevaz veren bir müessese olup medeni milletlerin kanunu bunu daima menetmiştir.
Bugünkü hukuk nizamımız çok kocalılığı da çok karılılık gibi bir suç sayar (CK. 237).
ÇOK TARAFLI AKİTLER bk. Akit.
ÇUVALDIZ İki hilâl miktarını gösteren ölçü. İki hilâl birleşince çuvaldız kalınlığını bulur.
D
DAAVİ DAİRELERİ UMUMİ HEYETİ bk. Devlet Şûrası.
DAAVİ KALEMİ 1284 tarihinde ticaret mahkemelerine bağlı olmak üzere Ticaret Nezaretinde teşkil olunan kalem. Bu kalem ticaret-i umumiye kançılaryası diye isim almıştır. Vazifesi ticari mukavelelerin, vekâletname, kefaletname, protesto gibi evrakın tanzim ve tebliği, ticaret mahkemelerinden verilecek ilâmların kaydı ve tebliği gibi bugün noterler ve mahkeme kalemleri tarafından görülen işlere bakmaktı.
DAHİLİ HARB {aim. Bürgerkrieg. — fr. guerre civile. — ing. civil war. — lât. bellum civile].
Bir devlet teba .sından bir kısmının millî, siyasi veya iktisadi duyuş ve görüş ayrılıkları dolayısiyle, bağlı bulunduğu devlete karşı teşkilâtlı ve ihtilâl hareketleriyle, bu devletten ayrılmak veyahut içinde bulunulan siyasi rejimi değiştirmek için, giriştiği silâhlı mücadele. İstiklâllerini elde etmek için XVIII. asır sonlarında Şimalî Amerika sömürgeleri halkının bağlı bulundukları İngiltere'ye, XIX uncu asırda Cenubi Amerika sömürgeleri halkının İspanya'ya, Yunanlıların Osmanlı İmparatorluğuna karşı mücadeleleri, Şimalî Amerikada Cenup halkının ayrı bir ittihat kurmak için Federal Cumhuriyete karşı savaşları, millî mücadele yıllarında Türk milletinin Padişah Hükümetine karşı mücadeleleri gibi.
Dahilî harb halinde, devletler arası hukukunun genel kaidelerine göre ihtilâle mâruz kalan devlet ve diğer devletler tarafından muharip sıfatı tanınmadıkça harb kaideleri tatbik olunamıyacağı gibi tarafsızlık hak ve borçlarından da bahsolunamaz.
DAHİLİ NİZAMNAME [aim. Hausordnung, Ge-schaftsordnung, Regulativ.— fr. reglement interieur. — ing. standing orders (Parliament), house - regulations, rules, order of business].
Meclis, cemiyet, şirket gibi teşkillerin veya her hangi bir daire veya müessesenin işlerini düzenlemek ve iyi işlemesini sağlamak ve hükmü yalnız bunları teşkil edenlere ve tatbik olundukları yerlere münhasır bulunmak üzere meydana getirilen kaidelerin hepsi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahilî Nizamnamesi bu kabildendir.
Bazı anonim şirketler nizamnamelerine (statü) denmesi doğru değildir.
DAHİLİ TALİMATNAME bk. Talimatname.
DAHİLİYE VEKÂLETİ [aim. Innenministerium, Ministerium des Innern. — fr. Ministere de l'Interieur. — ing. Home Office, Ministry of Interior (of internal affairs) ].
Bir vekilin emir ve idaresi altında memleketin iç emniyet ve asayişini korumak, vilâyetlerin, belediye ve köylerin idaresini düzenlemek, memlekette ikamet veya seyahat eden ecnebilere ait muameleleri yapmakla vazifeli vekâlet. Teşkilâtı 2624 Sayılı Kanunda ve bunu tadil eden kanunlarda gösterilmiştir.
DA'IY (Da'iyy) Evlât edilen çocuk (evlâtlık).
DAİMİ BİTARAFLIK {aim. Neutralisation. — fr. neutralite permanente (perpetuelle). — ing. perpetual neutrality, permanent neutrality, neutralisation].
Harb halinde tarafsız kalacağını önceden taahhüt ve ilân eden ve tarafsızlığı çok zaman kolektif bir halde garanti edilmiş olan devletin vaziyeti: İsviçrenin tarafsızlığı gibi.
DAİMİ BORÇ MÜNASEBETLERİ [aim. Dauer-schuldverhaltnisse. — fr. contrat â duree (determinee ou indeterminee, contrat successive), contrat â long terme. — ing. permanent (durable) obligations].
Hükümleri muayyen bir müddet zarfında veya taraflardan biri feshi ihbar edinceye kadar devam eden borç münasebetleri: havagazı, su, elektrik mukaveleleri, muayyen veya gayrimuayyen müddet için yapılan hizmet akitleri gibi.
DAİMİ HAKEM DİVANI [Aim. Standiger Schieds-gerichtshof. — fr. cour permanente d'arbitrage. — ing. Permanent Court of Arbitration] .
1899 Lâhey mukavelenamesinin ortaya çıkardığı bu divan heyeti, bir büro ve bu mukavelenameyi imza eden devletler tarafından dört hakem tâyini suretiyle vücuda gelen bir hakemler listesinden ibarettir. İki devlet, aralarında çıkan her hangi bir anlaşmazlığı Divan marifetiyle hallettirmek istedikleri takdirde
DAİMİ HAKEM DİVANI - DÂR-I ŞÜRA-YI ASKERİ 61
yukardaki listeden her biri ikişer hakem seçer ve böylece seçilen hakemler de bir üst hakem (super arbitre) seçerler. Bu suretle teşekkül eden hakem heyeti ihtilâfı katî ve nihai olarak halleder. Divan Lâhey'de toplanır.
DAİMİ KADRO 6*. Kadro.
DAİRE 1 — [aim. Bezirk. — fr. circontcripiion, section. — ing. districkt] : Ülkenin bir âmme hizmetini veya faaliyetini veyahut salâhiyet sahasını göstermek üzere hükmi şahsiyeti haiz olarak veya böyle bir şahsiyeti olmaksızın ayrıldığı ikinci derecede taksimat parçası: Belediye dairesi, mahkemenin kaza dairesi, intihap dairesi gibi.
2 — /aim. Amt (Lokal, Gebâude) — fr local, bureau d'une administration. — ing. office]: Bir âmme hizmeti teşkilâtının toplandığı ve bu hizmetin görüldüğü yer: maarif dairesi, adliye dairesi gibi.
DAİREİ İNTİHABİYE bk. İntihap dairesi.
DAİRE-1 KAZA (Kaza dairesi) bk. Vazife, salâhiyet .
DALGALI BORÇLAR [aim. schuebende Schuld. — fr. dette flottante. — ing. floating debt, unfunded debt].
Hesaplan kapatılan bütçelerin henüz ödenmemiş masraflarından doğan ve yıllık hazine ihtiyaçları için kısa vâdelerle çıkarılıp henüz tedavülde bulunan bono ve tahvillerden hâsıl olan veyahut müteferrik ve muhtelif mahiyette olup fevkalâde zamanlardan ve buhranlı devirlerden kalan birikmiş gayrimuntazam borçlar.
DALGALI SİGORTA /aim. laufende Versiche-rung. — fr. assurance courante (İs) assurance flottante (Fr). — ing. floating policy] .
Bir veya birçok rizikonun muayyen bir müddet için muayyen bir para ile sigorta edilmesi. Bu sigortada sigorta edilen kıymetler belli değildir. Ancak, hasarın vukuu günü belli olacaktır. Onun içindir ki, sigortaya «dalgalı» denmektedir. Sigorta devam ettiği müddetçe sigorta olunan kıymetler her an değişebilir. Kararlaştırılan para miktarına kadar sigorta daima caridir. Bir iş sahibinin çalıştırmakta olduğu bütün işçileri bir yıl içerisinde uğrıyabilecekleri kazalara karşı muayyen bir miktar para için sigorta ettirmesi halinde bir dalgalı sigorta meydana gelmiş olur. Dalgalı sigortanın ispat vasıtası olan poliçeye umumi ve kolektif poliçe veya dalgalı poliçe denir. Damga Resmi Kanunu buna «mütedavil sigorta mukavelenamesi» adını vermektedir. Dalgalı sigortaya «abonman sigortası» da denmektedir. Bununla anlatılmak istenilen şey, muayyen müddet bitmedikçe mukavelenin, ara yerde hasarlar vukua gelse bile yine devam edeceğidir.
DALYAM TASARRUFU bk Balıkçılık hukuku.
DAMGA RESMİ /aim. Stempelabgabe, Stempel-steuer. — fr. dornt de timbre. — ing. stamp duty].
Kanunda yazılı olan ve ihtiyaç için ibraz edilebilecek mahiyette olmak üzere hazırlanan her nevi evrak ve senetlerle ilânlardan bu evraka pul yapıştırılmak veya matbu damga vurulmak mukabilinde makbuz verilmek suretiyle bu evrakın mahiyetine göre maktu veya nispî olarak alınan resim (Damga Resmi K.).
DÂMİA (Dami'a) Akmaksızın göz yaşı kadar kan çıkmış olan yara. Hükmü, hükümet-i adildir.
DÂMİCA ( Dâmiga ) Ümmüd -dimağ denilen deriyi yırtan, dimağa kadar işi iyen yara.
DÂMİYE ( Dâtııiy u ) Kendisinden göz yaşı miktarı kan çıkıp akan yara. Hükmü, hükümet-i adildir.
DAMPİNG (aim. Dumping. — fr. Dumping. — ing. dumping),
İngilizce umumiyetle yığıntı ve bilhassa süprüntü ve eski eşya ve malzeme yığıntısı, atmak ve boşaltmak mânalarına gelen «dum» kelimesinden alınmıştır.
Her hangi bir maddenin ecnebi memleketlerde (umumiyetle o memleketlerdeki benzer istihsali sarsma maksadiyle) maliyetten aşağı bir fiyatla satılmasıdır.
Damping tâbiri, daha umumi bir mânada, böyle bir maksat olmadan dahi ecnebi mahsul veya mamullerinin yerlilere nazaran düşük fiyatla satılmasını ifade için kullanılır. Dampingin tesirlerinden korunmak üzere 1499 sayılı Gümrük Tarifesi K. 3 bazı tedbirler almıştır.
DAnIK ( Dânik ) Bir dirhemin altıda biri. Cem'i «devan ik».
DÂR (Dar) Mekân, makam, ülke.
DÂR-I ADL (-i'Adl) Ulülemrin adalet ve hâkimiyeti altında bulunan islâm ülkesi. Dâr-ı islâm, dâr-ı adilden daha umumi bir tâbirdir.
DÂR-I BAGİY (- i BaKy ) Ulülemre karşı haksız olarak isyan eden bir kısım müslümanların idare ve hâkimiyeti altında bulunan islâm beldesi.
DÂR-I EMÂN (-İ Aman) Müslümanlar ile sulh halinde bulunan veya müslümanların zimmetini kabul eden gayrimüslim bir milletin ülkesi.
Burası ehl-i islâmın emânı altında bulunduğundan ahalisine müslümanlar tarafından hiçbir veçhile taarruz olunamaz.
DÂR-I HARB (-İ Harb) Müslümanlar ile aralarında sulh hali bulunmıyan gayrimüslimlerin ülkesi. Bu ülkedeki müslim olmıyan ahaliden her birine « harbî » denir.
DÂR-I İSLÂM ( - i İslâm) Müslümanların hâki-miyeti altında bulunan yerler. Müslimler oralarda huzur ve emniyet içinde yaşarlar.
DÂR-I RİDDE (-i Ridda) An'asıl müslim iken sonradan irtidadeden veya bir aralık islâmiyet'i kabul etmiş iken sonradan mürtet olan şahısların hâkim bulunduğu şehir veya kasaba. Bazı ahkâm itibariyle dâr-ı harbden ayrılır.
DÂR-I ZİMMET ( - i Zimmat ) Müslümanların ahit ve emânını, himayesini kabul etmiş olan gayrimüslimlere mahsus yerler. Vaktiyle idari muhtariyete nail olan bir kısım eyaletler bu kabilden idi.
DARBE"! HÜKÜMET /aim. Staatsstreich, Putsch. — fr. coup d'Etat. — ing. coup d'Etat, puteh ].
Bir memlekette siyasi kuvvetin tamamını kanunsuz vasıtalarla ve umumi surette silâh kuvvetiyle zabıt veya buna teşebbüs etmek.
DÂR-I ŞÜRA-YI ASKERÎ 1253 senesi muharreminde teşkil ve 1259 tarihli nizamname ile vazifesi tesbit
62 DÂR-I ŞÛRA-YI ASKERÎ — DÂVADAN VAZGEÇME
olunan ve bir reis ve bir müftü ile askerî ve mülki ricalden on bir daimî ve altı muvakkat âza ile kurulan yüksek askerî bir meclis idi. 1296 tarihinde ilga edilmiştir.
Meşrutiyetin ilânından sonra bu müessese 10 ağustos 1325 tarihli nizamname ile Şûrayı Askerî unvanı altında yeniden ihdas edilmiş, Büyük Harb dev-resinde içtima edemiyen bu müessese kararnamelerle birkaç defa ilga ve yeniden ihdas olunmuş ve nihayet Cumhuriyet devrinde 660 No. lı kanun ile Ali Askerî Şûra unvanı ile yeniden teşkil edilmiştir.
DARPHANE [lât. moneta.— aim. Münze ( Münz-stâtte). — fr. Hotel de la monnaie. — ing. mint].
Madenden paraların ve bazan da madalyaların imal edildiği mahal.
DARÜLACEZE [aim. Armenasyl.— fr. asile des pauvres. — ing. alms - house, poor - house. — lât. pto-chotrophium].
Yoksul ve çalışıp kazanmak kabiliyetinden mahrum kimselerin barındırıldıkları içtimai yardım müessesesi. Bilhassa İstanbul'da mevcut ve İstanbul Belediyesine bağlı böyle bir yardım müessesesi bu adı taşımaktadır ( Darülaceze Nz.).
DARÜLFÜNUN [aim. Universitat (früher übliche Bezeichnung). — fr. nom de l'ancienne Üniversite. — ing. former designation of university],
Osmanlı İmparatorluğunda 27 recep 1262 (1846) de «Rüşdiye» (o zamana göre bugünkü orta tedrisatın bir kısmı) üstünde «kâffe-i ulûm ve fununu iktisap için leylî ve nihari» olmak üzere bir «Darülfünun» inşası kararlaştırılmış ve o bina yapılıncaya kadar tedrisata başka yerlerde devam edilmiştir.
16 zilkade 1286 (1870) da inşası tamamlanan Dârül-fünun'a sırasiyle ilk okulu, rüştiyeyi ve mülki idadi ile sultaniyeyi bitirenler alınmaya başlanmıştır. O tarihlerde birer müstakil okul halinde açılmış olan «Mekteb-i Hukuk» ile «Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye» de dâhil olmak üzere 1 ağustos 1316 (1900) «Ulûm-u Aliye-i Diniye» , «Ulûm-u Riyaziye., ve Tabiiye», «Edebiyat» şubelerinden mürekkep bir «Dârülfünun-u Şahane» açılmıştır.
11 teşrinievvel 1330 tarihli nizamname ile yapı. lan tadilât neticesinde Darülfünun, «Hukuk, Tıp, Edebiyat ve Fünun» medreselerinden müteşekkil bir «Medrese-i Aliye» haline konmuş ve «ilmî muhtariyeti» haiz olduğu bu nizamnamede gösterilmiştir.
21 nisan 1340 tarihli kanunla «Darülfünun» a şah-siyet-i hükmiye verilmiş ve nihayet «istanbul Darülfünununun İlgasına ve Maarif Vekâletince Yeni Bir Üniversite Kurulmasına Dair Kanun» ile bu müessese kaldırılmıştır.
DÂRÜSSAADE AĞALIĞI İkinci Murat zamanında sarayda ihdas edilen memuriyetlerden biri olup vazifesi harem işlerine bakmak, darüssaade ağaları ile onlara mensup olanlara ait vakıflara, haremeyn vakıflarına nezaret etmek idi.
Bu memuriyet hazinedarbaşılık, k'îercibaşılık gibi diğer saray hizmetleri için ihdas edilen memuriyetlerin en büyüğü idi. Buna «Kızlarağalığı» da denir.
DÂVA [lât. actio, lis, litigium, jurgium, contro-versia, contentio, judicium, certamen. — aim. Klage, Prozess, Rechtsstreit. — fr. action, proces, cause, pour suite, litige. — ing. action, suit, lawsuit, claim, dispute; litigation/.
1 — Şu anlamlarda kullanılır:
a) Alacak ve talep hakkı anlamına [lât. actio.— aim. klagbarer Anspruch. — fr. action. — ing claim, legal (equitable) claim] (MK. 87).
b) Hâkimden bir niza ve ihtilâfın hallini, bir hakkın himayesini istemek ve dâva hakkının verdiği sala. hiyeti kullanmak [aim. Klage. — fr. action, instance, ing. — action, suit, petition] (HMUK. 187).
c) Mahkemece takibi kabil mahiyet ve vasıfta maddi iddianın kendisi / aim Klage (Klageanspruch).
— fr. cause, confestation]. (HMUK.J&).
2 — Asli dâva [aim. Haupt ( - Klage J anspruch.
— fr. action (demande) principale. — ing. principal action (claim).— lât. actio principalis] : ihtilâfın mahkemeye aksini icabettiren esas iddia, yani başka bir dâva ile alâkası olmıyan müstakil iddia.
3 — Fer'î dâva [aim. Neben (- Klage) anspruch.
— fr. demande (action ) accessoire. — ing. accessory claim]: tarafların asıl dâva ile beraber ve bunun teferruatından olarak, diğer bir şeye hüküm verilmesini istemeleri: boşanma dâvasiyle birlikte tazminat ve eşya talebi, gayrimenkule müdahalenin men'i dâvasiyle birlikte tazminat talebi gibi.
DÂVA (da'vâ) Bir kimsenin diğer kimseden hâkim huzurunda hakkım istemesi.
DÂVA-YI BATILA (-i Bâtıla) Esasında sahih olmıyan dâva: nesebi malûm birisini, kendi olduğunu dâva etmek gibi.
DÂVA-YI FASİDE ( - yi fâsida) Esasında sahih ve fakat bazı haricî vasıfları itibariyle gayrimeşru olan dâva : müddeabihin meçhul olması gibi.
DÂVA-YI SAHİHA ( - i şahlha ) Esasında sahih ve vasfı itibariyle meşru olan, yani sıhhat şartlarını haiz olan dâva.
DÂVA ARZUHALİ bk. Arzuhal
DÂVADA MUALLÂKIYET [lât. lis pendens, litis pendentia. — aim. Rechtshângigkeit. — fr. litis pendan-ce. — ing. lis pendens, pending suit, sub iudice, sub judice].
Ceza ve hukuk işlerinde dâva etmek hakkı kullanılarak bir mahkemede açılmış ve henüz bitmemiş olan muhakemenin bu mahkemede cereyanı lüzumunu ifade ve usul hukukuna taallûk eden bir müessesedir. Bu bağlılık devam ettiği müddetçe, dâvanın mevzuu olan fiil veya iş hakkında aynı veya diğer bir mahkemede başka bir takibat veya dâva açılamaz. Açıldığı takdirde bu dâva re'sen tatil olunur. Fakat bizim HMUK. 187 f. 4 nazaran «İkame olunan bir dâvanın diğer bir mahkemede görülmekte bulunduğu iddiası» iptidai itirazlardan olup dâvanın başında ileri sürütmezse artık dinlenmez.
DÂVADAN VAZGEÇME bk. Feragat.
DÂVA EDEN - DÂVANIN İSTİMAI KABİL OLMAMASI 63
DÂVA EDEN / lât. actor (Aulus Agerias). — aim. Klager.—fr. demandeur.— ing. plaintiff, pursuer (Scot-land), claimant, litigant, suitor].
Kaza merciinde dâvayı açan, niza halini bu mercie arz eden ve niza hallini istiyen taraf. Aynı anlamda «davacı»; «müddei» terimleri de kullanılmaktadır.
Ceza muhakeme usulünde âmme dâvasını açan memura « cumhuriyet müddeiumumisi», askerî kazada âmme dâvasını açan memura «adlî âmir», şahsi hak talebiyle âmme dâvasına iştirak edene «müdahil, dâhil-i dâva», mahdut ve muayyen suçlarda cumhuriyet müddeiumumisinin iştirakini tahrike hacet olmaksızın suçu doğrudan doğruya takibeden kimseye «şahsi davacı» denir (CMUK. 148, 365, 372, 344, vd.).
DÂVA EDİLEN [lât. reus (numerius nigidiusj.— aim. Beklagter. — fr. defendeur. — ing. defendant, defender (Scotland/].
Kaza merciinde aleyhine dâva açılan taraf. Hukuk muhakeme usulünde «müddeialeyh», «dâva olunan» terimleri de kullanılmaktadır.
Aleyhine ceza takibi yapılan kimseye «maznun», aleyhine icra takibi yapılan kimseye «borçlu» denir.
Tatbikatta maznuna yanlış olarak «suçlu» denmektedir.
DÂVA EHLİYETİ .bk. Dâvaya ehliyet.
DÂVA HAKKI /lât. actio. — aim. Klagerecht, Rechtschutzanspruch. — fr. droit d'action. — ing. right of action, claim].
Şahsın kaza mercileri vasıtasiyle kendisine veya başkasına ait nizaı hal, hakkın istihsalini temin etmek, hakkı tanıtabilmek, himaye ettirilmek şeklinde diğer bir şahsa karşı haiz olduğu salâhiyettir.
Usul hukukuna ait olmak üzere böyle bir sübjektif hakkın mevcudiyeti ilimde münakaşalıdır.
DÂVA İKAMESİ MECBURİYETİ PRENSlPİ
[aim. Legaliâtsprinzip, Verfolgungszuang. — fr. principe d'opligation de poursuite. — ing. principle of compulsory public prosecution].
Ceza usulünde müddeiumumilerin, bir şahsın hakkında suç şüphesini davet eden sebepler mevcut olması halinde dâva ikame etmeğe mecbur olması prensipi (CMUK. 148).
Ancak bazı istisnai hallerde dâva açmak müddeiumumilerin takdirine bırakılmıştır. Buna da «Dâva ikamesi muhtariyeti prensipi» [aim. OpportunitSsprinzip.— fr. principe d'opportunite de poursuite] denir. Meselâ CMUK. 346; AsMUK. 281 fk. b de yazılı olduğu veçhile dâva açan alâkadarların müracaatı üzerine Müddeiumumi âmme dâvasını ancak umumi bir menfaat gördüğü takdirde açar.
DÂVA İKAMESİ MUHTARİYETİ bk. Dâva ikamesi mecburiyeti.
DÂVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ [aim. Verbin-dung mehrerer Prozesse, Klagenverbindung. — fr. jonction de causes, de poursuites. — ing. Joinder of causes of action].
1 — Cezada : her biri muhtelif mahkemelerin va. zifesine giren ve biribirine merbut ceza dâvalarının yüksek vazifeli mahkemede birleştirilmesi, yani müddeiumumi tarafından birleştirilerek dâva açılmasıdır.
Bununla beraber birleştirilen ceza dâvalarının bu mahkemelerin karariyle ayrılması da emrolunabilir. [aim. Trennung von Prozessen, Klagentrennung. — fr. des jonction de causes, de poursuites. — ing. severance of actions].
Bir maznunun duruşma sırasında iddianamede yazılı suçtan başka bir suç işlemiş olduğu meydana çıkarsa müddeiumuminin talebi ve maznunun muvafakatiyle her iki suça ait dâvalar birleştirilebilir.
2 — Hukukta: müddeiler veya müddeialeyhler arasında müddeabih olan hak veya borcun iştirak halinde bulunması veya müşterek bir muamele ile hepsinin lehine bir hak taahhüdedilmiş olması veya kendilerinin bu suretle taahhüt altına girmeleri halinde birden ziyade kimseler birlikte dâva açabilecekleri gibi birlikte aleyhlerine dâva da açılabilir.
Kanun ile icabetmediği halde aynı dâvada toplanan müddeialeyhlerden birinin veya birkaçının talebi üzerine dâvanın onlar hakkında ayrılmasına karar verilir.
Tahkikat hâkimi de talep üzerine biribirine mürte-bit dâvaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar verebilir (HMUK. 43, 44, 48).
DÂVALARIN TEFRİKİ bk. Dâvaların birleştirilmesi.
DÂVANIN DİNLENMEMESİ [aim. Unzulâssig-keit der Klage. — fr. irrecevabilite de la demande (de l'action). — ing. action which does not lie, inadmissibility of action].
Muhtevası hukuk hükümleriyle himaye edilmiyen bir talep teşkil eden dâvanın kaza mercilerince kabul edilmemesi hali : kuvvet ve bahiste doğmuş alacak dâvası gibi.
Eski hukukta aynı anlamda «ademi mesmuiyet» terimi kullanılırdı.
DÂVANIN ESASINA CEVAP [aim. Einlassung zur Hauptsache.— fr. reponse au fond.— ing. appearance, entering appearance.— lât. judicio def endere, defensioj.
Davacının iddiasında dayandığı vakıalarla hukuki neticeleri hakkında müddeialeyhlerin cevabı. Aksi: iptidai itiraz.
Aynı anlamda: esasa itiraz, itiraz, müdafaa terimleri de kullanılmaktadır (HMUK. 195, 221).
DÂVANIN İHBARI /lât, litis denantiatio. - aim. Streitverkündüng. — fr. denunciation du litige, de l'instance (İs), mise en cause (Fr).— ing. third party notice (third party procedure)].
Hukuk dâvasında : iki taraftan birinin dâvayı kaybettiği takdirde rücu hakkı olduğunu düşündüğü üçüncü şahsa, kendi yerine dâvayı takip veya kendisine iltihak etmesi lüzumunu bildirmesi (HMUK. 49-52).
DÂVANIN ISLAHI bk. Islah.
DÂVANIN İSTİMAI KABİL OLMAMASI bk. Dâvanın dinlenmemesi.
64
DÂVANIN NAKLİ - DÂVAYA MÜDAHALE
DÂVANIN NAKLt [aim. Uberweisung der Sache an ein anderes Gericht. — fr. renvoi de l'instruction et du jugement â un autre tribunale — ing. transfer of a case for hearing to another court/.
Ceza işlerinde, salahiyetli hâkim veya mahkemenin hukuki veya fiilî sebepler dolayısiyle kaza vazifesini ifa edemiyecek halde bulunması, yahut tahkikatın bu hâkim veya mahkeme önünde icrası âmmenin emniyeti için tehlikeli olması hallerinde yüksek vazifeli mahkemece dâvanın başka yerde bulunan aynı derecede bir mahkemede görülmesine karar verilmesi. Amme emniyeti için dâva naklini istemek Adliye Vekiline aittir (CMUK. 14; As.CMUK. 24).
Amme emniyeti için dâva naklini talep /aim. Ver-weisung der Sache (des Prozesses) an das zustândige Gericht. — fr. transmission de I'exploit introductif d'instance et du dossier de la cause].
DÂVANIN REDDİ / lat. absolutio ab actione. — aim. Abweisung der Klage — fr. jugement ou arrit de deboute (Fr), deboutement (İs). — ing. dismissal of action, judgment of non . suit].
Hukuk muhakeme usulünde: müddeialeyhin itiraz ve müdafaaları karşısında davacının ileri sürdüğü vakıaların sabit olmaması veya bunlardan iddia edilen hukuki neticenin çıkarılmaması veyahut dâva hakkının bulunmaması yüzünden talep neticesinin varit görülmemesi, yani davacının haklı olmadığını beyan suretiyle niza ve ihtilâfa hâkim tarafından nihayet verilmesi.
DÂVAN.N SUKUTU ( Düşmesi ) /aim. Einstel-lung des Verfahrens. — fr. E tinction de Vaction. — ing. discontinuance of action].
I — Hukuk dâvalarında: dâvanın muayyen müddet içinde takibine devam edilmemesi sebebiyle iptali.
Hukuk muhakeme usulünde dâvanın sukutu kabul edilmemiştir. Takibedilmiyen dâva dosyasının muameleden kaldırılmasiyle iktifa edilir (HMUK. 409).
II — Ceza dâvalarında : âmme dâvasının sukutu: a) maznunun ölümü (CK. 96), b ) umumi af (CK. 97), c ) dâva müruruzamanının tahakkuku (CK 102, 104, 105), ç) En çoğu elli lira hafif para cezasının en yüksek haddini teşkil eden miktarı ile mahkeme masraflarının maznun tarafından ödenmesi (CK. 119), d) takibi şikâyete bağlı suçlarda şikâyet olunmaması veya şikâyetin geri alınmış olması (CK. 99, CMUK. 253), e) takibi mezuniyet veya karar alınmasına bağlı suçlarda mezuniyet veya karar bulunmaması, f ) maznunun akıl hastalığına tutulması (CMUK. 253) gibi cezanın bütün neticeleriyle düşmesini icabettiren hallerde âmme dâvasının nihai bir karar ile ortadan kaldırılması, yani ceza takibine ait adlî muamelelerin katî olarak durdurulması. «Hukuku âmme dâvasının düşmesi veya ortadan kaldırılması» terimleri de aynı anlamda kullanılır.
Tatbikatta d, e, f fıkralarında yazılı haller dâvanın sukutu sebebi sayılmamakta, duruşmanın muvakkaten tatiline karar verilmektedir.
1) Amme dâvasının sukutu fiilin cezai neticelerini ortadan kaldırır. Malların geri alınması ve zararın ödenmesi gibi hukuki neticeler üzerine, düşmesi suçtan zarar
gören şahsın şikâyetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçme sırasında şahsi hak ayrıca muhafaza edilmemiş ise artık hukuk mahkemesinde dahi dâva açılamaz (CK. 111). — 2) Şahsi dâvanın sukutu: şahsi dâva yolu ile takibi mümkün olan suçlarda (CMUK. 344) şahsi davacının dâvadan vezgeçmesi veya vazgeçmiş veya vazgeçmemiş sayılması dâvanın ortadan kalkmasını ica-bettirir. Vazgeçilen dâva bir daha açılamaz (CMUK. 361, 362). — 3) Müdahalenin sukutu: suçtan zarar gören kimse âmme dâvasına iltihak ve şahsi haklarını istediği halde bundan vazgeçerse müdahale hükümsüz kalır. (CMUK. 372).
III — İcra hukukunda : İcra Kanununda yazılı suçlardan takibi şikâyete bağlı olanlara ait dâvalar umumi sukut sebeplerinden başka müştekinin dâvadan vazgeçmesi veya borcun itfa edilmesi halinde de düşer ( İclf K. 354).
DÂVA VEKİLİ [aim. Prozessagent, Prozessver-treter (Nichtanwalt).—fr. mandataire (pour une action, qui n'est pas avocat).— ing. attorney-at lam, colicitor. — lât. cognitor, procurator].
Avukatlık sıfatını haiz olmıyan ve fakat kanun dairesinde elde edilmiş bir ehliyetnameye dayanarak beş avukat bulunmıyan yerde avukatlık hukukuna sahip olan ve barolara kaydedilmemiş olmakla beraber meslekî fiillerden dolayı mahallinin en yüksek dereceli hâkiminin nezareti ve murakabesi altında bulunan kimseler. Avukatlık Kanunu dâva vekili ruhsatnamesi verilmesini menetmiştir.
Avukatlık kelimesi Türkçeye ilk defa dâva vekili olarak tercüme edilmiştir.
(Dâva Vekilleri Nz.; Mehamat K; Muhtelif avukatlık kanunları; 3499 No. lı K. Muvakkat m. 4).
DÂVAYA EHLİYET [aim. Prozessföhigkeit, Pro. zesstandschaft.— fr. capacite d'ester en justice.— ing. capacity of suing and being sued.— lât. persona legi. tima standi in judicio ].
1 — Geniş anlamda, usul hukuku bakımından davacı veya müddeialeyh sıfatiyle bizzat veya vekil, yahut mümessil vasıtasiyle adlî muamele yapabilmek kabiliyeti [aim. Parteifâhigkeit (Prozessrechtsfâhigkeit). — fr. capacite d'etre partie] •' Bu anlamda medeni haklardan istifade ehliyetini haiz olan hakikî ve hükmi her şahıs bundan doğan dâva ehliyetini de haizdir (HMUK. 38).
2 — Dar anlamda, usul hukuku bakımından davacı veya müddeialeyh olarak bizzat veya bir vekil vasıtasiyle muamele yapabilmek kabiliyeti [aim. Prozessfâ-higkeil (Prozesshandlungsfahigkeit j. — fr. capacite d'ester en justice. — lât. persona legitima standi in judicio]: Bu anlamda, medeni hakları kullanmaya ehil olan hakikî veya hükmi her şahıs bundan doğan dâva ehliyetini de haizdir. Usul hukukunda «dâva ikamesi ehliyeti» bu dar anlamda kullanılmaktadır (HMUK. 59).
DÂVAYA MÜDAHALE Hukuk muhakeme usulünde [aim. Intervention (Haupt-oder Neben). — fr. intervetion. — ing. intervention, interpleader. — lât. interventio] : Hakkı veya borcu, görülmekte olan bir dâvanın neticesine bağlı şahsın veya Medeni Kanunun tasrih ettiği hallerde, müddeiumuminin iki taraftan birine iltihak ve o tarafla birlikte hareket ve ona yardım etmek maksadiyle dâvaya karışması (HMUK. 53, 58).
DÂVAYA MÜDAHALE - DEĞER PAHA
65
Ceza muhakeme usulünde / aim. Nebenklage. — fr. action civile (Fr), jonction â Vaction publique] suçta zarar gören şahsın ceza takibi sırasında, şahsı hak talebiyle âmme dâvasına iltihakı (CMUK. 365-372).
DÂVAYI HADÎSE bk. Hadis dâva.
DAVET [alnı. Ladung. — fr. convocation. — ing: summons.— lât. citatio, vocatio, evocatio, denuntiatio].
Adlî bir muamele yapması için alâkalı şahsın kaza merciine, adlî makama çağrılması (HMUK. 73). Tarafları, şahidi, ehli vukufu davet; mal beyanına, duruşmaya, isticvaba, yemin, keşif için davet gibi.
Ceza muhakeme usulünde maznun ve şahitler hakkında «celp» terimi kullanılmaktadır.
DAVETİYE [aim. Ladungs — ,Vorladungsurkunde.
— fr. exploit.— ing. summons, subpoena (=¦ sub poena).
— lât. citatio, citatoriumf.
İdari ve hukuki dâvalarda davacı, müddeialeyh veya vekil mümessillerine, şahit, ehli vukuf gibi yardımcı kimselerin muayyen tahkikat veya muhakeme celsesine gelmeleri için posta veya mübaşir vasıtalariyle gönderilen ve mahkeme kalemince numunesine göre tanzim ve mahkeme mührü ile tasdik edilmiş olan yazılı kâğıt (HMUK. 114, 115, 258; Devlet Şûrası K. 43; Adlî evrakın P. T. T. idaresi vasıtasiyle tebliğine dair Nz. 4).
Ceza muhakeme usulünde, maznun ve şahitlere gönderilen davetiye hakkında «celpname» terimi kullanılmaktadır (CMUK. 45, 132, 207 vd.; AsMUK. 101, 113, 114, 146).
DEFİ [lât. exceptio, praescriptio, defensio. — aim. Einrede, Einztendung. — fr. exception. — ing. plea, defence] •
Taraflardan birinin, hususiyle müddeialeyhin kendisine karşı açılan dâvada edadan kurtulmak için başvurduğu her türlü vasıta. «Hasım tarafın iddiasına yeni maddi veya hukuki sebepleri ileri sürerek yapılan itiraz.» Müruruzaman, tediye, butlan, kumar defileri gibi.
DEF'l DÂVA (Daf'-i da'vâ) Müddeialeyh tarafından davacının dâvasını defedecek bir iddia ileri sürülmesi. Meselâ: «benimdir» diye dâva ettiğinde o kimse «sen bundan evvel o malı bana satmıştın» diye iddia eylerse, müddeinin dâvasını defetmiş olur.
DEFİ HUSUMET (Daf'-i huşümat) Müddeialeyh tarafından müddeinin husumetini kendisinden defedecek bir söz ileri sürülmesi. Bir malı mülkü olduğunu dâva eden kimseye karşı müddeialeyhin o malı filân kimsenin kendisine emanet olarak verdiğini söylemesi gibi.
DEFİNE [lât. theasaurus. — aim. Schatz. — fr. trisor. — ing. treasure- trove].
Keşiflerinden çok zaman evvel gömülmüş veya saklanmış olduğu ve artık maliki bulunmadığı muhakkak crorunen kıymetli şeyler (MK. 696).
DEFTERDAR [aim. Finanzdirektor einer Provinz. -— fr. autrefois: tresorier - payeur general; actuellement: fonctionnaire des finances representant le ministere dans un departement- — ing. district treasurer/.
Bulundukları vilâyette Maliye Vekâletinin en büyük memuru, vilâyet merkezi ve mülhak kazalarında maliye teşkilâtının mesul âmiri (Maliye Teşkilât K. ve buna ait Nz. 45) .
UEFTER-1 HAKANI Eskiden gayrimenkule ait tasarruf muamelelerinin kayıt ve tescil edildiği defter ve siciller. Şimdi buna tapu sicilli denilmektedir.
DEFTERLER (Vergi kanunlarında) [aim. Bücher (Steuerrecht). — fr. livres (sens fiscal) . — ing. tax rolls, tax registers} .
Beyanname esası üzerine vergiye tâbi mükelleflerin beyannamelerinin doğruluğunu gerçekleştirmek için muamelelerini kaydetmeğe mahsus olmak üzere kanunları mucibince tutmağa mecbur oldukları tasdikli vergi defterleri. Bu defterler Ticaret Kanunu mucibince tutulması mecburi olan defterlerden başka vergi matrahının mahiyetine göre beyannamenin kayıtlarına uygunluğunu sağlamayı mümkün kılacak bazı defterleri daha ihtiva eder ve kanun bazan Ticaret Kanunu mucibince defter tutmaya mecbur olmıyan kimseleri dahi vergi bakımından defter tutmakla mükellef kılar ( Kazanç Vergisi K. 15, 16).
DEFTER TUTMA [aim. Buchführung, Errichtung oder Aufstellung eines Inventars. — fr. invantaire. — ing. filing, furnishing of an inventory. — lât. inven-tariumj.
1 — Medeni hukuka göre : ilerde çıkması umulan ihtilâfları önlemek, himayeye muhtaç şahısların hak ve menfaatlerini korumak, hakların ispatı için sübut vasıtaları elde etmek gibi maksatları sağlamak için bazı malların ve hakların resmî veya gayriresmî bir surette tespiti usulü.
Mal birliği rejiminde ve vesayette kaasırın mal ve haklarının, çocuk mallarının, mirasta mirasçıların ve namzedin miras haklarının taallûk eylediği mal ve hakların ve kirada tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerinin korunması gayesiyle defterlerinin tutulması gibi ( MK. 197
279, 382, 470, 532, 547, 559, 571, 597, 735; BK. 271).
o
2 — Ticaret hukukunda : bk. Ticari defterler.
DEF'UD-DEFİ ( Daf'ud-daf' ) Müddeialeyhin define karşı müddeinin ileri sürdüğü defi. Meselâ: müddei bir kimse elinde bulunan bir mal için « bu mal benimdir, babamdan miras kaldı» diye dâva ettiğinde müddeialeyh «ben bu malı babandan satın aldım» diyerek defetmesi üzerine müddei «her ne kadar babam sana sattı ise de sonradan bey'i ikale etmiştiniz» dese def'ud-defetmiş olur.
DEĞER PAHA [aim. gerechter, angemessener Preis. — fr. juste prix. — ing. reasonable ( adequate, just, fair) price. — lât. iustum pretium],
Bir malın umumi iktisadi duruma göre kıymetini ifade eden fiyat.
Kanunlar, istimlâkte ve el koymada malların değer pahalarının verilmesi esasını kabul etmiştir (TEK. 74; Belediye İstimlâk K.; Millî Korunma K. 14 f I, 42 f II).
Bununla beraber kanunun istimlâk ve el koymada bazan değer pahadan başka bir fiyat tâyin eylediği de vardır (Millî Müdafaa ve İhtiyaçları İçin Yapılacak İstimlâkler Hakkında K. 2, 3; Millî Korunma K. 36 f I ).
H. L. 5
66
DEKAN — DENİZ
DEKAN flat, decanus. — aim. Dekan. — fr. doyen. — ing. deanj.
Bir fakülte idaresinin başında bulunan profesör. DEKONT bk. Hesap hulâsası.
DELÂLET (Dalâlat) Lügatte yol gösterip kıla-vuzluk etmek manasınadır. Istılahta bir şeyin bilinmesinden diğer bir şeyin bilinmesi lâzım gelen hal ve vaziyettir.
Eğer delâlet eden şey, lâfız ise «delâlet-i lâfziye», lâfız değilse «delâlet-i gayrilâfziye» denir. Her ikisi de akliye, tabiiye, vaz'iye kısımlarına ayrılır. Eğer dâl ile medlul arasında medlule intikal edilecek akli bir alâka mevcut ise buna «delâlet-i akliye» denir: sözün, söyli-yenin vücuduna ve masnuun sânia delâleti gibi.
Eğer dâl ile medlul arasında medlule intikal edilecek bir alâka-i tabiiye bulunursa buna «delâlet-i tabiiye » denir: gülmenin neşeye delâleti gibi.
Eğer dâlde medlule intikal vazı münasebetiyle ise «delâlet-i vaz'iye» olur: sözlerin medlullerine ve sınır alâmetlerinin mevzu sınıra delâleti gibi.
Delâlet-i vaz'iye ; delâlet-i mutabakiye, tazammu-niye, iltizamiye kısımlarına ayrılır. .
Sözün tam mânasına delâlet etmesine «mutabakiye», cüz mânasına delâletine «tazammuniye» ve lâzım olan mânasına delâletine « iltizamiye » denir. Meselâ : insan sözünün natık hayvana delâleti «mutabakiye» ve hayvan ve natıktan her birine delâleti «tazammuniye» ve okur yazar olabilme kabiliyetine delâleti «iltizamiye» olmuş olur.
DELİL [lât. probatio, argumentum. — aim Bew-eis, Beıveismittel. — fr. moyen de preuve, — ing. evi-dence, proof f.
1 — Nizaa sebebolan fiilî veya hukuki vakıanın, olduğuna veya olmadığına hâkimin kanaatini çekmek için usul hukukunun kullanılmasına müsaade ettiği ispat vasıtası.
Delil, dâvanın halline tesir edebilecek münazaalı hususları ispat için ikame olunur (HMUK. 238).
Beyyine, ispat vasıtası, sübut sebepleri, esbab-ı sübutiye, sübut vasıtası da aynı anlamda kullanılır.
2 — (DalÜ) Delâlet ve irşadeden ve kendisinde delâlet ve irşat bulunan şey. Delil, emareyi de içine alır.
Istılahta: kendisinde doğru olarak matluba varmak mümkün olan vasıta.
DELİLLERİN TAKDİRİ (aim. Beu eiszıürdigung. — fr, appreciation des preuves.-— ing. estimation of evidence].
Mahkemelerin bir hâdisenin vâki veya bir hususun mevcut olup olmadığını tespit için toplanan delillerin tetkik ve mütalâası suretiyle, bunların, meselenin hakikatini meydana çıkarmak hususundaki kuvvetini ölçmek salâhiyeti. Bu salâhiyet üst mahkemelerin murakabelerine tâbi değildir.
DELİLLERİN TESBİTİ [aim. Beueissicherung. — fr. fixation des preuves. — ing. recording of evidence/.
Görülmekte olan bir dâvada henüz tetkik sırası gelmemiş olan veyahut muhtemel bir dâvada istinad-edilecek delillerin zaruret ve müstaceliyet sebebiyle vaktinden evvel tetkik edilmesinden ibaret adlî muamele.
Derhal zabıt ve tesbit olunmazsa ilerde zayi olacağı veya ikamesinde çok müşkülât çıkacağı umulan deliller bu usule göre ve hâkim karariyle tesbit olunur (HMUK. 368 - 374).
Bu usulün tatbiki kabil olmıyan yerlerde bir şeyin veya yerin halini, şeklini ve alâkalı şahısların hüviyetini veya ifadelerini tesbite noterler salahiyetlidir ( Noter K. 44). Medeni kanun hükümleri mahfuzdur ( MK. 194, 382, 531, 532, 560, 561, 735; BK. 198, 199, 201, 436, 444; TK. 716, 719, 736, 418, 436, 570, 628, 826, 917, 921, 1060, 1063, 1065, 1066, 1096, 1049, 1150, 1187, 1269, 1425).
DEMİRBAŞ EŞYA [aim. Inventarstücke, Eiserner Bestand (*eisern Vieh») . — fr. objets inventories. — ing* inventory stock, farm stock, appurtenant stock. — lât. inventarium].
Bir gayrimenkulun kiraya verilmesinde ve hususiyle hasılat kirasında kiraya dâhil olan ve tarafların her birinin imzasiyle tamam -ve imzalı bir defteri diğer bir tarafa verilip kıymetleri müştereken takdir ve tâyin olunan ve kiranın sonunda aynı nevi ve kıymette olarak iadesi yahut kıymet noksanlarının tazmini kiracıya te-rettübeden alât, hayvan yahut zahiredir (BK. 271, 293).
Âmme hukukunda: Daimî surette kullanılmak üzere devlet malları sayılan eşyadır.
DEMİRBENTLİK Ordularda tatbik olunan askerî bir ceza idi. 21 şevval 1286 tarihli eski Askerî Ceza Kanunumuzun 30 uncu maddesinde bu ceza şöyle tarif edilmişti: «Şahs-ı mahkûmun bir ayağında üç yüz elli dirhem ağırlığında demir halka olduğu halde mahbeste tevkif olunması ve icabı halinde pranga mahkûmları gibi kışla ve sair askerî binaların hidematı şakkasında kullanılmasıdır.» Askerî Ceza Kanunu ile bu ceza kaldırılmıştır.
DEMOKRASİ [aim. Demokratie. — fr. democratic. — ing. democracy].
İçtimai hürriyetin ve hukuki müsavatın gerçekleştirilmesi ülküsüne bağlı olarak, siyasi hakları kullanmak ehliyetini haiz vatandaşların, doğrudan doğruya veya seçtikleri mümessiller vasıtasiyle, devlet idaresinin teşekkülüne iştirak etmeleri esasına dayanan hükümet rejimidir.
Bu rejim eski Yunan sitelerinde ve bugün de Is-viçrenin Uri, Unter Walden, Alaris, Appenzell gibi küçük kantonlarında kanunların vaz'ı, kaza ve idare uzuvlarının seçimi işlerinin, siyasi haklarını kullanma ehliyetini haiz olan vatandaşlar toplantısında doğrudan doğruya başarılmasından ilham alınarak «halk tarafından halk hükümeti» diye de tarif edilmiştir.
DEMİZ [lât. Mare. — aim. Meer, die See. — fr. mer. — ing. sea].
Devletler arası hukuku, denizi bütün milletlerin müşterek kullanma sahası (res communis usus) olarak kabul eder. Yalnız kara suları sahildar devletin hükümranlığına tâbidir.
Okyanuslarla irtibatı bulunmıyan denize «kapalı deniz » /aim. geschlossenes Meer. — fr. mer fermee. — ing. landlocked sea. — lât. mare clausum/ denir: Lût Denizi, Aral Denizi, Hazer Denizi' gibi.
DENİZ - DENİZ MUHAREBELERİ HUKUKU 67
Okyanuslarla veya denizlerle, genişliği kara sularının iki mislini aşmıyan ve iki sahili de aynı devlete ait olan bir boğaz vasıtasiyle birleşen denize «iç deniz» /aim. Binnenmeer. — fr. mer intirieure. — ing. inland sea. — lât mare conclasum, mare internum ] denir: Marmara Denizi, Azak Denizi gibi.
Bütün sahilleri yalnız bir devlete ait olan kapalı deniz veya iç deniz bu devletin tam hükümranlığı altındadır.
DENİZ BANK 3295 No. lı K. ile hükmi şahsiyeti haiz, iktisat Vekâletine bağlı olmak üzere kurulan bir müessese idi. Deniz, göl, nehir ve limanlarda ve bunların kıyılarında deniz ticareti, sanayii ve inşaatı ile bunlara ait diğer işleri ve her türlü banka ve liman muamelelerini yapmakla mükellefti.
Bu vazifeler sonradan 3653 No. lı Kanunla «Deniz Yolları İşletme Umum Müdürlüğü» namı altında kurulan müstakil bir teşkilâta verilmiş ve Denizbank Kanunu ilga edilmiştir.
DENİZDE ZABIT VE MÜSADERE [aim. Prisen-recht. — fr. droit de prise, prise maritime. — ing. prize, right of prize].
Denizde zabıt ve müsadere hakkı, deniz taşıtlarını durdurmak, aramak ve devletler arası hukuku ile ve hususi kanunlarla muayyen şartların tahakkuku halinde bu vasıtalarla onların içinde bulunan malları zabıt ve müsadere etmek salâhiyetidir.
Harb gemileri ile âmme idaresine tahsis edilen veya bu uğurda kullanılan deniz taşıtları zabıt ve müsadere hakkına tâbi değildir.
Zabıt ve müsadere hakkını kullanmaya harb gemileri komutanları ile ordu birlikleri komutanları salahiyetlidirler.
Türkiyede bu hakkın tatbik edileceği zamanı İcra Vekilleri Heyeti tâyin eder.
Türkiye Cumhuriyeti hukukuna nazaran zabıt ve müsadere hakkı açık denizlerde Türkiye Cumhuriyetinin, müttefiklerinin ve düşmanlarının hâkimiyeti altında olan sularla bunların seyrüsefere yarıyan iç sularında ve tesisatında caridir. Bitaraf sularda takibedilemez (3894 No. h K.).
DENİZE ELVERİŞLİLİK [aim. Seetüchtigkeit. — fr. navigahilite. — ing. seaworthiness].
Bir gemi teknesinin olağanüstü haller müstesna, havanın en elverişsiz olduğu zamanlarda dahi deniz yolculuğunun tehlikelerine dayanabilecek kabiliyette olması demektir. Denize elverişsiz bir gemi daima yolculuğa da elverişsizdir; fakat yolculuğa elverişsiz bir geminin behemehal denize de elverişsiz olması lâzım gelmez. Gemi yola çıkmadan önce donatan ( kiralıyan ) ve kaptan gemiyi denize elverişli bir halde bulundurmak mecburiyetindedir.
DENİZ HAŞARATI bk. Avarya.
DENİZ HAYDUTLUĞU [lât. piratica (latrocinium maritinum yahut maris). — aim. Seerâuberei, Piraterie. — fr. piraterie. — ing. piracy].
Umumiyetle kabul edilen telâkkiye göre; bir geminin tayfa ve yolcuları tarafından, açık denizde yapılan
ve muayyen bir millete karşı tevcih edilmiyerek, bütün milletler arası ticaretini, kanunun menettiği cebir ve şiddet hareketlerine başvurarak tehlikeye sokan fiil.
Deniz haydudu bütün insanlığın düşmanı (hostis humani generis) ve deniz haydutluğu milletler arası topluluğuna karşı işlenmiş bir suç sayılmıştır. Bundan dolayı bu suçun failini her hangi bir devletin harb gemisi takibederek yakalıyabilir ve her hangi bir devletin mahkemesi muhakeme edip cezalandırabilir.
Eski devirlerde deniz haydudu ölüm cezasına çarptırılırdı. Bugün cezanın mahiyet ve derecesini her memleketin kendi kanunları tâyin etmektedir.
DENİZ HUKUKU [aim. Seerecht. — fr. droit maritime.— ing. maritime law, admiralty (law). — lât. maritimumj.
Deniz yolu ile ticaretin doğurduğu bütün münasebetleri tanzim eden kaideler. Bu hukukun şümulüne deniz ticare'i devletler arası hukuku (denizlerin serbestliği, zabıt, abluka ve ilh..), deniz ticareti idare hukuku (kabotaj ve sair donatanlık ve denizcilik sıfatlarında takyitler, gemilerin muayene ve murakabesi, liman nizamları, gemi adamlarının himaye ve inzibatı ve ilh..) , deniz ticareti devletler arası hukuku (muhtelif kabiliyetteki fertler ve gemiler arasındaki ihtilâflar ) ve medeni deniz münasebetleri hep birden girer.
Dar anlamda : Yalnız deniz ticaretinin doğurduğu hususi hukuk münasebetlerini düzenliyen kaidelerdir [ Deniz ticareti hukuku: aim. Seehandelsrecht. — fr. droit commercial maritime. — ing. maritime commercial law].
DENİZİN ATTIĞI ENKAZ [aim. Seewurf, stran-dtriftige Cegenstande. — fr. epaves maritimes. — ing. jettison, jetsom. — lât. jactus, jactura mercium].
Fırtına, çatma veya başka her hangi bir sebep neticesinde batan veya parçalanan bir gemiye ait kısımlardan yahut bir gemiden denize dökülen veya avarya halinde bilerek atılan yük veya sair eşyadan olup gemi adamlarının tasarrufundan çıkmış olarak denizde bulunan veya deniz tarafından karaya atılan menkul şeyler. Denizin attığı enkaz da menkul hükümlerine tâbidir.
DENlZ İŞARETLERİ bk. İşaret.
DENİZLERİN SERBESTİSİ [aim. Freiheit der Meere. — fr. liberie des mers. — ing. freedom of the seas. — lât. mare liberum).
Açık denizlerde gemilerin dolaşabilmeleridir ki, sulh zamanında bu serbestiye riayet umumiyetle kabul edilmiş bir prensiptir. Şu kadar ki, açık denizlerde deniz haydutluğu ve zenci ticareti gibi devletler arası hukukuna göre suç teşkil eden hallerde gemiler bu serbestiden istifade edemezler.
Harb halinde açık denizlerde seyrüsefer birtakım tahdide tâbidir.
DENİZ MUHAREBELERİ HUKUKU [aim. See-kriegsrecht. — fr. droit de la guere maritime. — ing. law. of naval warfare (of sea warfare) ].
Deniz harblerinde devletlerin örf ve âdetlerine ve aralarında akdettikleri genel ve özel mukavelenamelere dayanan müşterek ve mümasil hukuk. Bu hukuka taallûk eden mukavelenamelerden başlıcaları şunlardır:
68 DENİZ MUHAREBELERİ
HUKUKU - DEPOZİTO
1 — Deniz muharebeleri hukukunun esasları hakkında 16 nisan 1856 tarihli Paris beyannamesi,
2 — Deniz harb hukukuna dair 26 şubat 1909 tarihli Londra beyannamesi,
3 — Ticaret gemilerinin harb gemilerini çevirmesi hakkındaki 18 birinci teşrin. 1907 tarihli Lûhey mukavelenamesi,
4 — Muhasamatın başlangıcında düşman ticaret gemilerinin tâbi olacağı rejim hakkında 18 ilkteşrin 1907 tarihinde Lâhey'de imzalanan Nz. ,
5 ¦— Cenevre mukavelenamesinin esaslarının deniz harblerinde de tatbikine dair ikinci Lâhey konferansın, da tanzim olunan 18 ilkteşrin 1907 tarihli hastane gemileri mukavelenamesi,
6 — Bir deniz harbi vukuunda bitaraf devletlerin hukuk ve vazifelerine dair ikinci Lâhey konferansında tanzim olunan 18 ilkteşrin 1907 tarihli mukavelename,
7 — Dumdum kurşunu kullanılmasını meneden 1868 tarihli Petersburg beyannamesi.
DENİZ MÜSADERE MAHKEMELERİ [aim Pri. sengerichte. — fr. tribunal des prises maritimes.— ing. prize Courts].
Denizde babıt ve müsadere hukukuna taallûk eden muameleler ve tedbirler harbi sevk ve idare edenler tarafından kullanılırken bu hukukun koyduğu kaidelere riayeti sağlamak ve bu suretle bunların hareketlerini hukuk bakımından bir kontrola tâbi tutmak üzere kurulan hususi mahkemeler. (Denizde zabıt ve müsadere K. 87 -153).
DENİZ NAKİL VASITALARI [aim. Seefahrze-uge. — fr. moyens de transport maritime. — ing. — ships, vessels, water craft, means of transportation on sea. — lât. naves maritimae]
Bütün gemilerde deniz nakliyatına ve işlerine hizmet eden her nevi taşıma, çekme, kurtarma ve yardım, yükletme ve boşaltma vasıtalarına şamil hukuki bir ıstılahtır (Millî Müdafaa Mükellefiyeti K. 42; Denizde Zabıt ve Müsadere K. 1).
DENİZ ÖDÜNCÜ [aim. Bodmerei. — fr. prğt â la grosse. — ing. loan on bottomry. — lât. bodmeria, pecunia trajecticia].
Çok eski bir hususiyeti olan bir deniz karz muka-velesidir. TK. 1220 ye göre bir prim temin etmek ve gemiyi, navlunu, yükü veyahut bunlardan birini veya birkaçını rehnetmek suretiyle kaptan tarafından bu sıfatla ve kanunda kendisine verilen salâhiyete dayanarak yapı-. lan borç alma ınukavelesidir.
Hususiyetini veren başlıca şart şudur: gemi selâmetle dönerse ana para ile primi (faizi) istenebilir. Fakat gemi veya karşılık gösterilen yük veya navlun zayi olmuşsa borçludan bir şey istenemez.
Zamanımızda mütekâmil kredi vasıtaları önünde eski ehemmiyetini gitgide kaybetmektedir. Bir kısım kanunlar (Türk ve Alman) bunu yalnız kaptan tarafından yolculuk esnasında fevkalâde zaruret hallerine hasretmiş, hattâ, bazı yeni kanunlar bu müesseseyi büsbütün kaldırmışlardır (Holânda kanunu, italyan kanunu*
DENİZ SERVETİ [aim. Schiffsvermbgen. — fr. fortune de mer. — ing. property on sea].
Donatanın, gemi ve navlun alacağından ibaret olan ve kanunla muayyen hallerde mahdut mesuliyetine karşılık teşkil eden hususi muamelesi. Her gemi, o gemi ile hak kazanılan navlun ile birlikte bir deniz serveti teşkil eder; bu itibarla donatanın kaç gemisi varsa o kadar da ayrı ve müstakil deniz serveti var demektir. Bir gemiye nazaran donatanın, diğer gemileri de dâhil olduğu halde geri kalan bütün serveti onun «kara serveti» ni [aim. Landvermögen. — fr. fortune de ter. re, — ing. property on land] teşkil eder.
DENİZ SİGORTASI [aim. Seeversicherung, Seet-ransportversicherung. — fr. assurances maritime, assu. rance de transport maritime. — ing. marine insurance].
Sigorta akdinin bir çeşididir ki gayesi denizde gemi, yük, navlun, büyük avarya masrafları, umulan kâr gibi para ile ölçülebilecek bir menfaati bir prim mukabilinde deniz yolculuğu rizikolarına karşı korumaktır. (TK. 1319, 1320, 1361, 1962).
DENİZ TİCARETİ HUKUKU bk. Deniz hukuku.
DENİZ YOLLARI İDARESİ Kanuni adı « Devlet Deniz Yolları idaresi» dir. Halen Türkiyede devlet inhisarı altında olan bazı deniz teşebbüs ve faaliyetlerinin (muntazam posta seferleri, kurtarma, kılavuzluk, Akay Vapur İşletmeleri, Van Gölü) işletilmesi için 3633 No. lı kanunla kurulmuş olan muhtar ve hükmi şahsiyeti haiz iktisadi devlet idaresidir.
DENİZ ZABITASI [aim. Seepolizei. — fr. police des mers. — ing. maritime police].
Açık deniz hiçbir milletler arası şahsın hükümranlığı altında olmayıp bir müşterek kullanma mevzuu (res communis usus) olduğuna göre burada işlenmesi mümkün suçları (denizlerin serbestliğini ihlâl, zenci ticareti, deniz haydutluğu gibi) önlemek, suçluları yakalayıp cezalandırabilmek için deniz zabıta teşkilâtına ihtiyaç görüldüğünden ve hiçbir devletin açık. denizde hüküm yürütmeğe hakkı olmadığından bu vazife deniz kuvvetlerine malik devletlerin harb gemileri tarafından yapılır.
Açık denizlerde inzibatın temini için icabında muharipler tarafından gemilerin sancağı tesbit, sulh zamanında deniz haydutluğu şüphesi halinde gemiler, harb zamanında bitaraf devletler ticaret gemileri harb kaçağı taşıyıp taşımadıklarını anlamak için, muayene edilebilir.
DEPO bk.. Antrepo.
DEPÖR [aim. Deport, Kursabschlag. — fr. de. port — ing. backwardation].
Borsada vadeli muamelelere tâbi senetler az olup satıcı da senetlerin teslimini ertesi tasfiyeye bırakmak isterse müşteriye ödemeye mecbur olduğu faize, daha doğrusu tazminata depor denir; bizzat muameleye de depor namı verilir falın. Deportgeschaft, Kostgeschaft].
DEPOZİTO [aim. Kaution, Sicherungssumme, Sicherheit. — fr. deport. — ing. security, caution money. — lât. satisdetio].
DEPOZİTO - DEVLET DAVALARI
69
Resmî artırma ve eksiltmelere girebilmek için isteklinin bunları yapacak dairelere tevdi etmeye mecbur olduğu emanet. Bu emanet nakit, devlet tahvil veya bonoları, hükümetçe tâyin edilecek millî esham ve tahvilât ve banka teminat mektubu olabilir. Artırma, Eksiltme ve İhale Kanununda buna muvakkat teminat denilmiştir (16 vd.).
DERB (Darb) Dâr-ı harbin methali olup dâr-ı islâmı dâr-ı harbden ayıran hat.
DEREBEYLİK bk. Feodalite.
DERECATI MEHAKİM bk. Mahkeme dereceleri.
DERECE (aim. Grad, Rang, Klasse. fr. deg-re, grade, rang, classe, categoric. — ing. degree, rank order (of priority). — lot. gradus, locus, ordo].
Lügatte; sıra, mertebe.
1 — (MH) a) Hısımlıktaki yakınlık ölçüsü (MK. 17* HMUK. 28, 245; CMUK. 21,47; b) İpotek derecesi : üzerinde ipotek tesis edilen gayrimenkul satış bedelinden alacaklıların alacaklarını istîfa sırası (MK. 785, 786, 787).
2 — İcra ve iflâs hukuku ile deniz hukukunda bu mânada sıra tâbiri kullanılmaktadır (İc. İf. K. 206; TK. 1295, 1309).
3 — Memurlara mütaallik hükümlerde: maaş veya ücret sırası (3656' No. K. 1; 3656 No. K. 2).
DERECE TENZİLİ bk. Sınıf tenzili.
DEREK (Darak) Mebia müstehik çıktığında müşterinin satış bedeli ile satana rücu etmesi.
DEVÂL-1 VATIY (Davâl-i vaty) El ile dokunmak, öpmek, boynuna sarılmak gibi mukarenete sebebolan haller.
DEVİR VE TEMLİK [lât. cessio.— aim. Zession, Abtretung, Übertragung (eines Rechts). — fr. cession, transfert. — ing. assignment, transfer].
Bir hakkın bir şahıstan diğer bir şahsa geçmesini intaceden muamele: alacağın temliki gibi.
DEVİR VE TESLİM [aim. Amts - (Geschöfts -) ûbergabe (Beamtenrecht). — fr. transmission (des dossiers). — ing. transfer, transference of (office)].
1 — Bir memurun vazifesi icabı olarak elinde bulunan mal, evrak ve hesapların halefine geçirilmesi.
2 — Teslim.
DEVLET [lât. res publico, civitas. — aim. Staat.
— fr. Etat. — ing. State, Commonwealth].
Âmmenin menfaatini hukuk esaslarına göre gerçekleştirmekle mükellef bir otoriteye tâbi olan insanların muayyen ülküdeki birliği.
Mürekkep devlet [aim. zusammengesetzter Staat,
— fr. Etat compose.— ing. composite (compound) state!: Her biri dar veya geniş bir muhtariyeti haiz ve haricî işlerde birleşmiş olan iki veyahut daha fazla devletin bir araya gelmesinden teşekkül eden devlettir. Devletlerin birleşmeleri, konfederasyonları, federasyonları mürekkep devlet zümresine girer.
Konfederasyon : devletlerin bir nevi birleşme şek-
lidir ki, bunda birleşmeye giren devletler hâkimiyetlerini tamamen muhafaza eylerler. Konfederasyonu, diyet veya kongre denilen merkezî bir uzuv temsil eyler. Bu uzuv konfederasyona giren devletler tarafından verilen salâhiyetten fazlasına malik değildir. İsviçre, Almanya, Birleşik Amerika devletleri bugünkü şekillerini almadan evvel konfederasyon halinde idiler.
Federal devlet: ekseriya konfederasyon devletler şekline halef olan devlettir kî bu devlet milletler arası ayrı bir birlik teşkil ve birlik de federal devleti terki-beden küçük devletler arasında bir bağ hasıl eder. Federal devlette, konfederasyon devletin aksine olarak, devlet makinasının bütün esaslı çarkları vardır: federal hükümet, federal parlâmento, federal mahkeme gibi. Haricî hâkimiyet -münhasıran federal devlete aittir. Konfederasyon bugün tarihe karışmışsa da federal devlet şekli Avrupada pek az, fakat Avrupa haricinde geniş mikyasta mevcuttur. İsviçre, Birleşik Amerika, Kanada, Meksika ve Cenubi Amerikanın çoğu, Avustralya federal sayılırlar.
Yarı müstakil devlet: Bir bağ ile diğer bir devletin siyasi tâbiiyeti altına konulmuş olan devlettir.
DEVLET BANKASI [aim. Staatsbank. — fr. Ban-que d'Etat. — ing. state bank].
Bu tâbir, iki mânada kullanılır: 1) Banknot ihracı imtiyazına sahip olan banka, 2) Devlet sermayesiyle kurulan banka. Banknot ihraceden banka, devlet malı bir müessese olmıyabilir. Netekim bizde bu imtiyazı haiz olan Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ve Osmanlı Bankası devlet malı değildir; her ikisi de birer anonim şirkettir. Bu itibarla devlet bankası tâbirini, devlet sermayesiyle kurulmuş ihraç bankalarına hasredip banknot ihraceden diğer bankalara «tedavül bankası» veya «ihraç bankası» namını tahsis etmek lâzımdır.
DEVLET BORÇLARI (Düyun-u umumiye) [aim. Staatsschulden. — fr, dette publique. — ing. public debt, national debt].
Devlet tarafından memleket içinden veya dışından ödünç alınan paralar ile iç ve dış ödenmesi gereken borçlar.
DEVLETÇİLİK [aim. Etatismus, Staatssozialis-mus. — fr. etatisme, — ing. etatism].
Ferdin şahsi mülkiyet ve teşebbüs hukuku ve hususi mesai ve faaliyeti mahfuz tutulmak ve milletin umumi ve yüksek menfaati icabı olarak fert elindeki iş devlete intikal ettirilince ferdin uğrıyacağı zarar tazmin edilmek kayıt ve şartları altında, devletin bilhassa iktisadi sahada bir kanuna dayanarak fiilen alâkalanmasından doğan siyaset.
C. H. Partisinin ana vasıflarından dördüncüsünü teşkil eden bu esas 5 şubat 1937 tarihinden itibaren TEK. na alınmıştır (C. H. P. Programı 5; TEK. 2).
DEVLET DAVALARI [aim. Fiskalprozeese.— fr. l'Etat plaideur. — ing. government proceedings].
Vekâletlerle umumi muvazeneye giren dairelere ait olan, bu daireler tarafından hakikî veya hükmi hususi hukuk şahsiyetleri aleyhine, yahut bunlar tarafından devlet dairelerine karşı açılan her nevi adlî ve idari dâvalardır. Mülhak ve hususi bütçeli daireler dahi bir
70 DEVLET DAVALARI - DEVLET İTİBAR-I MALÎSİNİ İHLAL
devlet dairesi ve bu dairelere ait dâvalar da devlet I dâvası olmakla beraber umumi muvazene içindeki dairelere ait dâvaların Maliye Vekâletine bağlı hazine avukatları tarafından takibini emreden 2573 No. lı Kanun, « Devlet Dairelerine Ait Dâvaları Takibe Memur Avukatlar Hakkına Kanun» unvanını taşımakta olduğundan devlet dâvaları denince tatbikatta daha ziyade umumi muvazene içindeki dâvalar kasdolunmaktadır. Umumi muvazene içindeki dairelere ait bütün ad.lî dâvalar hazine avukatları, idari dâvalar daireleri âmirleri ve mülhak, ve hususi bütçeli dairelere ait dâvalarla sair âmme hükmi şahıslarına ait dâvalar kendi kadroları dahilindeki avukat veya memurları tarafından takip olunur. Devlet dairelerinin yekdiğerine karşı açtıkları dâvalar 3533 No. lı kanun mucibince ve tahkim yoliyle hallolunur. 4355 No. lı Kanun devlete ait adlî ve idari dâvalarda devletin kimler tarafından ve ne suretle temsil edileceğine, devlet dâvalarının nasıl açılacağına ve nasıl bu dâvadan vazgeçileceğine, yeminin kimler tarafından teklif ve icra edileceğine dair yeni hükümler koymuştur.
DEVLET EMLÂKİ bk. Âmme hükmi şahıslarının malları.
DEVLET HAZİNESİ [lât. fiscus, aerarium . — alın. Staatskasse. — fr. tresor public. — ing. Treasury, Exchequer].
Bütçenin icrasını deruhte etmiş olan malî hizmete devlet hazinesi adı verilir ki, bizzat devletten ayrı gayrı olmıyan bu şahsiyetin vazifesi bir taraftan bütçenin icrasına ait muameleleri ve diğer taraftan masraf ve varidatın muvaziliğini ve hemzamanlığını sağlamaktır.
DEVLET HİZMETİ [aim. Staatsdienst. — fr. service etatique.— ing. government service, public service, civil service}.
Umumun veya devletin menfaat ve ihtiyaçları için çalışan bütün devlet makam ve mevkileri ve bunları işgal edenlerin bu hususta sarf ettikleri faaliyetler.
DEVLETİN PARÇALANMASI [aim. Zerstûcke-lung, Teilung von Staaten. — fr. demembremet de V Etat. — ing. dismemberment of the state}.
1 — Bir devlet, diğer devletler arasında tamamen taksim edilmek suretiyle parçalanabilir. Bu takdirde, parçalanan devlet büsbütün ortadan kalkar.
2 — Bir devlet, arazisinin tamamının değil, az veya çok kısmının diğer devletler arasında taksim edilmesiyle parçalanabilir. Bu takdirde, parçalanan devlet arazisi küçülmüş olmakla beraber aynı milletler arası şahıs olarak mevcut kalır.
DEVLETİN ŞAHSİYETİ ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR [ aim. Straf bare Handlungen (Verbrechen) gegen den Bestand des Staates, (Hoch-und Landes-¦verrat). — fr. delits (infractions (Fr)) contre la perso. nalite de l'Etat. — ing. offences against the safety of the State. — lât. perduellio, crimen majestatis].
Devletin istiklâline ve hâkimiyetine, emniyetine, siyasi menfaatlerine ve şerefine karşı işlenen cürümler. Bunlara «objektif siyasi cürümler» ismi verilir. Türk
Ceza Kanunu bu cürümlere ikinci kitabın birinci babını tahsis etmiş ve üç fasla ayırmıştır.
1 — Devletin milletler arası şahsiyeti aleyhine işlenen cürümler: istiklâl ve hâkimiyeti aleyhine işlenen cürümler, Türk Devletinin sair devletlerle münasebetlerini tehlikeye düşürecek veya bozacak mahiyette cürümler, casusluk cürümleri, harb zamanlarında bozgunculuk gibi cürümler.
2 — Devletin dahilî kuvveti aleyhine işlenen cürümler: Teşkilâtı esasiye uzuvlarına karşı işlenen cürümler: Büyük Millet Meclisine, Cumhurreisine, Vekiller Heyetine karşı işlenen cürümler, bunların vazifelerine müdahale ve vazifelerini görmekten men, halkı isyana teşvik, siyasi ve askerî mevkileri gasp, askerleri itaatsizliğe teşvik gibi cürümler.
3 — Yabancı devlet reisleri veya mümessilleri aleyhine işlenen cürümler: onların hayat ve şereflerine taarruz gibi.
DEVLETİN TEFTİŞ VE MURAKABESİ [aim. Staatsaufsicht (Allgemein ) . — fr. contrâle etatique (sens general). — ing, state supervision}.
1 — Devletin Büyük Millet Meclisi marifetiyle İcra Vekilleri ve dolayısiyle bütün hükümet ve idare faaliyetleri üzerinde ve Divanı Muhasebat vasıtasiyle hükümetin malî faaliyetleri üzerinde yaptığı siyasi ve teşriî murakabe [aim. parlamentarische Kontrolle, Obe-raufsicht des Parlements. — fr contrâle parlementa-ire. — ing. control of Parliment].
2 — Vekillerin hiyerarşi salâhiyetine dayanarak idare memurları ve dolayısiyle idare faaliyetleri üzerinde icra ettikleri murakabe [aim. Dienstaufsicht, — fr. contrâle executif des fonctionnaires. — ing. executive control}.
3 — Devletin vilâyet; belediye, köy gibi âmme idareleriyle âmme müesseseleri üzerinde icra ettiği murakabe [aim. Staatsaufsucht (über Provinzial - und Lo-kalverwaltungen). — fr. contrâle du pouvoir central sur les services decentralises (tutelle administrative).— ing. central control) (bk. İdari vesayet).
4 — Devletin muhtelif meslek sahipleri ve bunların meslekî faaliyetleri üzerinde, ticaret ve sanayi odaları, etıbba odaları, barolar gibi âmme müessesesi mahiyetindeki resmî teşekküller ve bunları tâbi tuttuğu idari vesayet vasıtasiyle icra ettiği murakabe.
5 — Devletin ferdî ve hususi faaliyetler üzerinde umumun emniyet, sıhhat ve selâmeti bakımından muhtelif zabıta kuvvet ve salâhiyetlerini kullanmak suretiyle icra ettiği umumi .murakabeler.
DEVLET İTİBARİ MALİSİNİ İHLÂL [aim. Münz-und Wahrungsverbrechen und - vergehen. — fr. attiente â la monaie metalique et de papier et aux sceax de l'Etat. — ing. coinage offences).
Üzerinde devlet itibarına ait alâmet bulunan madenî veyahut kâğıt her türlü para, esham ve tahvilât ve bonoların ve sair bu mahiyette malî evrakın itibarını taklit veya her hangi bir suretle kırmak yolundaki her nevi hareketler (CK. 4, 316 - 320, 323 - 333; Kaçakçılığın
DEVLET İTİBAR-1 MALÎSİNİ İHLÂL - DEVLET MUAMELELERİ 71
Men ve Takibi Hakkındaki Kanuna Zeyil K.; Türk Parasının Kıymetini Koruma K.).
DEVLETLER ARASI ( Milletler arası ) İDARELER HUKUKU [aim. Recht der internationalen Ver-waltung. — fr. droit administratif international. — ing. international administrative law].
Devletlerin, posta ve telgraf, demiryolları, ölçüler, bazı milletler arası suçlara karşı koruyucu ve idari zabıta faaliyetleri gibi ülkeler hududunu aşan ve milletler arası âmme hizmetleri adı verilen idari faaliyetlerin tanzimine mütaallik olarak müştereken kabul ettikleri kaide ve teamüller.
DEVLETLER ARASI TİCÂRET HUKUKU [aim. Internationales Handelsrecht. — fr. droit commercial international. — ing. international commercial law/.
1 — Ticaret, ayrı tâbiiyette birçok kimseleri karşılaştırdığı için sık sık - kanun ihtilâflarına yol açar. Hâdiselerin ticaretteki (hele deniz ticaretindeki) hususiyetleri «devletler arası hususi hukuk» alanında denize uygun ayrı kaidelerin konulmasını icabettiriyor ki bunlar bu anlama göre devletler arası deniz hukukunu vücuda getirmektedir.
2 — Bu tâbirden asıl anlaşılan: deniz tieareti dolayısiyle devletler arasında doğan münasebetleri tanzim eden kaidelerdir.
3 — Son anlamda, evvelden beri kozmopolit mahiyet arz eden deniz münasebetlerine tatbik olunacak bütün kaideleri tesbit yolunda sarf edilen mesai kanunların ve mukavelelerin gitgide biribirine benzetilen ve birleştirilmiş hükümlerinin bütününü ifade edebilir.
DEVLETLER HUSUSİ KUKUKU [aim. Internationales Privatrecht, zwischenstaatliches Privatrecht, Zwischenprivatrecht, Grenzrecht, Kollisionsrecht. — fr. droit international prive. — ing. conflict of laws, private international law/.
Şahısların tâbiiyetlerini tesbit, ecnebilerin bir memlekette haiz oldukları hakları tâyin eylemek, hakların doğmalarına veya düşmelerine mütaallik kanunlar ihtilâflarını hal ve nihayet bu haklara riayeti sağlıyan hukuk sahası. Devletler hususi hukukunun başlıca üç mevzuu vardır: 1) şahısların tâbiiyeti, 2) ecnebilerin halleri, 3) kanunların çatışma ve müktesep hakların tanınması.
DEVLETLER KONFEDERASYONU [aim. Sta-atenbund. — fr. confederation.— ing. confederation.— lât. confederatio ].
Hâkimiyetini muhafaza eden devletlerin teşkil ettiği birlik. Bu birliğe dâhil olan devletlerin her biri muhtariyetini, istiklâlini, hâkimiyet vasfına bağlı salâhiyetlerini muhafaza ederek yalnız dış hâkimiyet bakımından bazı ufak tahditler kabul eylerler.
Konfederasyon, âza devletlerden ayrı bir devlet değildir, ve merkezî bir hükümeti yoktur. Tarihte görülen konfederasyonların başlıcaları şunlardır: Helveçya Konfederasyonu, Felemenk Birleşik Eyaletleri Cumhuriyeti, Mukaddes Roma - Cermen İmparatorluğu, Ren Konfederasyonu, 1815 te kurulmuş olan Cermen Konfederasyonu, Şimalî Almanya Konfederasyonu, Şimalî Amerika Birleşik Devletleri (1776-1787).
DEVLETLERİN ESAS HAKLARI NAZARİYESİ [aim. Grundrechte der Staaten. — fr. droits fonda-mentaux des Etats. — ing. fundamental rights af states /.
Devletlerin, milletler arası topluluğu âzası olmak sıfatiyle terk edemiyecekleri bazı hakları vardır. Bu haklar bir telâkkiye göre şunlardır: serbestçe inkişaf hakkı {aim. Recht auf freie Entwicklung. — fr. droit de libre development —ing. right of free development/ hâkimiyet hakkı [aim. Recht auf Unabhüngigkeit. fr. droit d'independance. — ing. right of independence /, ticaret hakkı [aim. Recht auf /.
Freien Handel. — fr. droit de commerce — ing. right of free commerce], mütekabil hürmet hakkı /aim. Recht auf gegenseitige Achtung. — fr. droit au respect. — ing. right of mutual respect], müsayat hakkı [aim. Recht auf Gleichberechtigung (ıınd Gleichbe-handlung)/.
DEVLETLERİN TANINMASI [aim. Anerkennung der Staaten.-—fr. reconnaissance des. Etats. — ing. recognition of states].
Siyasi bir topluluk, devlet olmak için lâzım olan esaslı unsurları kendisine topladığı anda, devlet olarak fiilen mevcuttur. Fakat bu devletin milletler camiasına âza sıfatiyle girebilmesi için diğer devletler tarafından tanınması lâzımdır. Tanınan devlet dış münasebetler sa hasında, diğer devletlerle olan temaslarında, hâkimiyetini icra salâhiyetini haizdir.
Devletlerin tanınması bahsinde nazariyeler iki gu-rupa ayrılmaktadır : a ) tanımanın haklar bahşettiğini ileri sürenler: b) tanımanın sadece mevcut bir vaziyeti kabul ettiğini iddia edenler. Bugün, birinci fikir hemen tamamen terk edilmiş gibi olup ikinci fikir galiptir.
Tanınma ya fiilî ( de facto ), ya hukuki ( de jure ) olur. Birinci şıkta yeni devletle münasebetlere girişil-mekle beraber, kendisinin tanındığına dair hiçbir beyanda bulunulmaz. İkinci şıkta ise, yeni devletin tanındığı açıkça beyan olunur.
DEVLETLER UMUMİ HUKUKU [aim. Völker-recht. — fr. droit international public. — ing. law of nations, international law. — lât, jus gentium].
Devletlerin ve devlet vasfını haiz olmıyan bazı milletler arası şahısların hukuk ve vazifelerini gösteren kaidelerin hepsi.
DEVLET MUAMELELERİ (Tasarrufları) [aim. Staatsakte, Staatshandlungen. — fr. actes de l'Etat.— ing. State acts].
Devletin fonksiyonlarını yerine getirmek için yaptığı hukuki muameleler (Bunlara « tasarruflar» ve « fiiller » de denilmektedir). Nazariyecilerden bir kısmı bu muamelelerin maddi mahiyetleri, yani mevzularının mahiyeti bakımından, diğer bir kısmı da sâdır oldukları uzuvlar veya şekilleri bakımından incelemek lüzumunu teklif etmektedir.
Muamelelerin maddi mahiyetleri bakımından incelenmesini teklif edenler devlet muamelelerini üç kalıba sığdırmaktadırlar:
72 DEVLET MUAMELELERİ - DEVROLUNAMIYAN HAKLAR
1 — Mevzularının mahiyeti itibarile yeni bir kaide koyan, mevcut bir kaideyi değiştiren veya kaldıran muameleler. Bunlara kısaca «tanzim edici muameleler» (kaide - fiil yahut fiil - kaide) [aim. Normative oder rec htesetzende Staatsakte. — fr. acres normatifs ou reg-lementaires (actes - regies) J. denilmektedir. Bu bakımdan maddi mahiyetleri itibariyle aynı mevzuu ihtiva eden kanun ve nizamname bu nevi muamelelerin belirik misa. lidir. Bunlar hangi uzuvdan ve hangi şekilde sâdır olurlarsa olsunlar «tanzim edici» muamelelerdir.
2 — Mevcut bir hukuki vaziyetin,- evvelce kendisine tatbik edilmiyen bir şahsa teşmiline şart teşkil eden idari muamelelerdir: memur tâyini gibi. Tâyin teşriî uzuvca yapılsa dahi o muamele idari mahiyetini muhafaza eder (Bu muamelelere kısaca «şart . muamele», «şart-tasarruf» yahut «fiil-şart» [aim. Vertvaltung-sakte, — fr. actes administratifs, (actes - conditions) ] denilmektedir.
3 — Kazai muamelelerdir ki [aim. Justizakte. — fr. actes juridictionnelsj bunlar ihtilaflı bir meselenin talep üzerine ve hasım muvacehesinde hal suretini ve bu. hal suretinin mantıkan muktazi olan icrası lüzumunu ihtiva eyliyenlerdir. Bu mahiyette bir'muamele idari bir makam tarafından yapılsa dahi maddi mahiyeti itibariyle kazai vasfını muhafaza eder.
Uzvi ve şeklî bakım taraftarlarının fikirlerine göre, muamelenin yalnız sâdır olduğu uzuv ve ifa edildiği şekil bakımından tetkik edilmesi lâzımdır. Bu takdirde teşriî uzuvdan şekle uygun olarak sâdır olan her muamele, maddi mahiyeti ne olursa olsun, teşriî yahut «tanzim edici muamele», idari uzuvdan sâdır olan her muamele de kazai olarak karşılanmaktadır.
Devletin hususi hukuk hükümleri dairesinde yaptığı muameleler bunların dışında kalır.
DEVLET RElSl [aim. Staatshaupt, Staatsberha-upt. — fr. chef d'Etat. — ing. chief of the state, head of the state, sovereign. — lât. priceps civitatisj.
Milletle veya yabancı devletlçrle münasebetlerinde devleti temsil etmek salâhiyeti ana yasanın koyduğu usullere (veraset, halk tarafından intihap, bir meclis tarafından intihap gibi) tevfikan kendisine verilen şahıs (kral, imparator, reis).
DEVLET SIRLARI bk. Sır. DEVLET ŞEKİLLERİ bk. Devlet.
DEVLET ŞÛRASI [aim. Staatsrat (Obervertval-tungsgericht). — fr, Conseil d'Etat. — ing. Council of State). ¦
İdari dâva ve ihtilâfları hal ve hükümetin hazırlayıp verdiği kanun lâyihaları, imtiyaz mukavele ve şartnameleri hakkında mütalâa beyan eden ve Devlet Şûrası Kanununda ve diğer kanunlarda gösterilen vazifeleri gören kaza ve istişare heyetidir.
Devlet Şûrasının, bir reis ile beş daire reisi ve yirmi beş âzası vardır. Başvekâlete bağlıdır.
Devlet Şûrası, üçü idari, ikisi kazai işlere bakan beş daireye ayrılmıştır. Her dairede bir reis ile dört âza bulunur.
İdari dâvalar, Devlat Şûrasının müstakil mahkeme sıfat ve salâhiyetini haiz olan dördüncü ve beşinci dairelerinde görülür. Bu daireler nezdinde muavinler arasından seçilmiş birer müddeiumumi bulunur (TEK. 51 ; Devlet Şûrası K.) •
DEVLET TAHVİLÂTI lalm. Staatsobligationen, Staatsschuldverschreibungen. — fr. rentes d'Etat. — ing, state bonds J.
Devletin umumi borçları defterine kaydedilerek çıkarılan ve nispeten usun vadeli olan istikraz tahvilleri: ikramiyeli Ergani tahvilleri, Sivas - Erzurum tahvilleri gibi.
DEVLET TEŞEKKÜLLERİ bk. İktisadi devlet teşekkülleri.
DEVLET TEŞKİLÂTI [aim. Staatsorganisation.— fr. organisation de l'Etat — ing. state organisation).
Devletin muhtelif fonksiyonları ifa eden uzuvlariyle sair otorite makamları ve yardımcı teşkilâtı. Devletin fonksiyonları teşri, icra ve kaza olmak üzere üç uzuv tarafından ifa edilir. Teşri fonksiyonunu [aim. Cesetzgebende Gewalt (Funktion). — fr. Function legislative. — ing. legislative powers) Büyük Millet Meclisi, icra ve idare fonksiyonunu (aim. Vollziehende Gewalt (Funktion). — fr. fonction executive. — ing. executive power) başta reisicumhur ve icra Vekilleri Heyeti olmak üzere hü-kümet ve idare makamları, kaza fonksiyonunu da [aim. Richterliche (rehtssprechende) Gewalt (Funktion). — fr. fonction juridictionnelle. — ing. judiciary powers] mahkemeler ve müddeiumumilik ile icra teşkilâtını ihtiva eden adliye makamları temsil eder.
DEVLET VARİDATI / aim. Staatteinnahmen. — fr. revenus de l'Etat. — ing. public revenues. — lât. vectigalia {publico), reditus publici].
Devletin vergilerden, emlâk hasılatından, istikrazlardan toplanan gelirlerinin hepsi.
inhisarlar, devletçe idare edilen müesseseler, ticaret ve sanayi şirketlerindeki devlet hisselerinin temet-tüleri ve para cezaları da devlet varidatını teşkil eden kaynaklar arasında yer almaktadır.
DEVLET ZİRAAT İŞLETMELERİ "KURUMU Her türlü ziraat işleri ve sanatlariyle iştigal etmek, merkezi Ankara'da olmak, Ziraat Vekâletine bağlı ve hükmi şahsiyeti haiz bulunmak ve hususi hukuk hükümlerine göre idare edilmek üzere kurulmuş teşekkül (3308 No. K.).
DEVRE / aim. Periode. — fr. periode. — ing. period].
Kanun ve nizamlarla tâyin edilmiş olan intihaplı ve intihapsız vazifelerin devam edeceği zaman: teşriî devre, hesap devresi, intihap devresi gibi. (Meclis Dahilî Nz. 1 fk. 4; Belediye K. 20).
DEVRE-1 HESABİYE bk. Hesap devresi.
DEVRE-1 TEŞRİİYE bk. Teşriî devre.
DEVROLUNAMIYAN HAKLAR [aim. Unübtrtra-gbare Rechte.— fr. droits intransmissibles. — ing. ina-
DEVROLUNAM1YAN HAKLAR - DİNÎ EVLENME 73
lienable, non.transferable, non-assignable rights. — lât. iura quae non recipiunt alienationem].
Kanun, mukavele veya işin mahiyeti icabı temliki mümkün olmıyan .haklar. Şahsa bağlı olan haklar (isim, nesep, nafaka istemek hakkı gibi) temlik edilemez. Mameleke bağlı olan haklardan :
1 — Bazıları kanun hükmü icabı olarak temlik edilemez (BK. 284 fk. 1, 300 fk. 2, 320 fk. 2, 519 fk. 1; MK. 85 fk. 2).
2 — Bazıları işin mahiyeti icabı olarak temlik olunamazlar : akit yapma, ölünceye kadar bakma vait-lerinde olduğu gibi. Çünkü; buralarda temlik edanın mahiyetini değiştirir.
3 — Tarafların anlaşmasiyle de temliki kabil bir hak temlik edilemez bir hale gelir. Buna «temlik edilmemek şartı» derler.
DEYİN bk. Borç, para borcu.
DEYİN (Dayn) Zimmette sabit olan şey. Meselâ : bir kimsenin zimmetinde şu kadar kuruş borcu veya meydanda mevcut olmıyan şu kadar kuruş, ve meydanda mevcut olan akçanın yahut bir yığın buğdayın ifrazdan evvel muayyen miktarı hep «deyin» kabîlindendir.
DEYN-1 LÂZIMI SAHİH - (i Lâtim i sahili) ödenmedikçe veyahut hakikaten veya hükmen ibra olunmadıkça sakıt olmıyan borç. Semen-i mebi gibi ki, ödenmedikçe veya satan müşteriyi hakikaten ibra, yani müşterideki bu alacak hakkını ıskat etmedikçe veyahut hıyarattan birinin vücuduna mebni muhayyer olan satışı
feshetmesi gibi bir suretle borç sebebinin infisahiyle hükmen ibra vâki olmadıkça sakıt olmaz.
DEYN-1 GAYRİ SAHİH (- i gayr-i sahih) ödeme yahut hakikaten veya hükmen ibra olmaksızın dahi sakıt olan borç. Karı için koca üzerine takdir olunan nafaka gibi ki ödeme ve ibradan başka boşama veya karı ve kocadan birinin vefatiyle de sakıt olur. Ancak hâkim nafakayı takdir ettiğinde karıya başkasından borç almaya izin verip de karı borç alarak geçinmiş olursa bu borç alma nafakayı ibradan başka bir yol ile sakıt olamıyacağından « deyn-i sahih » olur.
DEYN-1 HÂL ( - i Hâl) Bir vakte talik ve tehir edilmiyen borç.
DEYN-1 MÜECCEL ( - i Muaccal) Muayyen bir vakte talik ve tehir edilen borç.
DEYR (Dayr) Hıristiyanların manastırları. Cem'i edyardır.
DIŞ TİCARET [aim. Aussenhandel. — fr. com. merce exterieur- — ing. foreign trade].
1 — Bir memleketin başka memleketlere mal satması ve bunlardan mal alması.
2 — Bir memlekete dışardan giren ve bu memleketten başka memleketlere gönderilen mal yekûnu ( gerek miktar ve-gerek kıymet bakımından ifade edilsin) için de dış ticaret tâbiri kullanılır. Fakat « dış ticaret hacmi » tâbiri bu mânayı daha açık anlatır.
DI'VET (Nesepte) (Di'vat) Hamil halinde olsa dahi bir çocuğun kendisinin olduğunu itiraf etmek.
DI'VET-1 İSTİLÂD (-ilstilâd) Bir kimsenin mülkünde iken gebe olan cariyeden doğan çocuğun nesebini o kimsenin iddia etmesi.
Dl'VET-1 TAHRİR ( - i Tahrir) Gebeliği bir kimsenin mülkünde iken vâki olmıyan cariyenin doğurduğu çocuğun nesebini o kimsenin iddia etmesi.
DİLENCİLİK [lât. mendicatis, mendicitas.— aim. Bettel, Bettelei. — fr. mendicite. — ing. mendicancy, mendicity, begging].
Hukuki bir salâhiyeti olmadığı halde ve hiçbir iş, emek ve menfaat mukabili olmaksızın başkalarından para ve sair maddi yardım istemek. Bedenen iş işlemeğe muktedir olan kimsenin bu fiili «dilencilik suçu » nu teşkil eder (Umumi Hıfzıssıhha K. 165; CK. 544 - 545).
DİLSİZ bk. Sağır - dilsiz.
DİN (Din) Lügatte : taat, ceza, siyaset demektir. Millet, şeriat mânasında da kullanılır. Istılahta ; akıl sahiplerini kendi ihtiyarlariyle iyiliğe, doğruluğa ve saadete sevk eden ve itikadiyatı, ibadetleri, ahlâkı, muameleleri içine alan ilâhî kaidelerin hepsidir.
' Mutlak surette din denilince Allah tarafından vaz'olunan vaz'ı ilâhî hakikî dinler kastolunur. Gayri-hakikî dinler ise bir kayıt ile - meselâ dini muharref, dini bâtıl diye - anılır.
Dinler başlıca üç kısımdır:
1 — Hakikî ve ilâhî dinler : Peygamberlerin tebliğine memur oldukları dinlerdir ki, bunlara ulviyetine işaret olarak semavi dinler de denir.
2 — Muharref dinler: Vaktiyle peygamberler tarafından tebliğ edilmiş iken sonraları ahkâmı değiştirilmiş dinlerdir.
3 — Bâtıl dinler: Evvelce peygamberlerce tebliğ edilmiş olmayıp alelade insanlar tarafından konulmuş bulunan dinlerdir.
DİNAR (Dinar) On şer'î dirhem halis gümüş kıymetinde altın. Bir miskal ağırlığında altın sikkeye de denir. Cem'i «denânir» dir.
DİN HÜRRİYETİ [aim. Religionsfreiheit, Beken-ntnis ¦ und Kultusfreiheit. — fr. liberie de religion. — ing. fredo m of religion].
Ferdin her hangi bir dini tanıyıp tanımamak (vicdan hürriyeti), aksini beyan ve talim eylemek ( fikir hürriyeti) ve akidesine uyan ibadeti aleni olarak icra etmek (ibadet hürriyeti) hakkı (TEK. 70 - 75).
DİNÎ CEMAATLER bk. Cemaatler
"DİNÎ CEMİYET [aim: "religiöser Verein. — fr. association religieuse. — ing. religious association (corporation)] ¦
Dinî bir gaye takibeden şahıslar topluluğu. Din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan cemiyet teşkili yasaktır ( Cemiyetler K. )
DİNÎ EVLENME [aim. religiose (kirchliche) Tra-uung. — fr, mariage religieux.— ing. religious marriage ceremony. — lât. celebratio matrimonii ecclesiasticn].
DÎNÎ EVLENME - DÎRHEM-Î ŞER'Î
74
Dinin gösterdiği şekillere uygun olarak yapılan evlenme' olup Medeni Kanunumuza göre hiçbir hükmü yoktur.
Evlenme akdinin Medeni Kanuna göre yapılmasından sonra kanun eşlerin dinî akitlerine riayet göstererek ayrıca evlenmenin dinî merasiminin yapılmasını, buna hiçbir hukuki hüküm izafe etmeksizin, caiz görmüştür (MK. 115).
DİNİ HUKUK /aim. religiöses Recht, göttliches Recht. — fr. droit religieux. — ing. religious law. — lât. ius sacrum, fas, ius religiosum].
Allahı hakikî sâri olarak kabul eden hukuktur ki, İslâmlık, Hıristiyanlık, musevilik bu kısımdandır. Bu hukuk doğrudan doğruya Allahın kitabına, bu kitapta bulunmıyan hususlarda da yine o kitap esası dairesinde cevazı mevsuk kimseler delaletiyle ağızdan ağıza intikal eden hükümlere dayanır. Bu hukuka «kitabi hukuk» ve «ilâhi hukuk» dahi denir.
Yukarda ismi geçen dinlerde olduğu gibi Allah tarafından indirilmiş bir kitabi hukuk mesnedi tanımamakla beraber, mukaddes sayılan kitapları kendilerine mezhep tanıyan dinler de vardır: bir kısım Hintlilerde olduğu gibi.
DİNİ MERASİM bk. Evlenme akdi, evlenme kâğıdı.
DİNLENME ( İş hukuku ) [aim. Arbeitsruhe. — fr. heures de repos, temps de repos. — ing. free time (of work) J.
Günde en az beş saat süren çalışma müddetlerinin haricinde olarak mahallî âdete ve işin icabına göre bütün işçilere birden verilmesi ve çalıştırılmaksızın geçirilmesi lâzım gelen ücretli müddet. Beş saatten az süren çalışma müddetlerinde dinlenme vermek iş veren için ihtiyaridir. Mecburi olmıyan dinlenmeler iş müddeti içinde sayılır (IşK. 42; BK. 334).
DİPLOMASİ İMTİYAZ VE MUAFİYETLERİ
/o/m. diplomatische Vorrechte und Jmmanitâten.— fr. prerogatives et immunites diplomatiques. — ing. diplomatic immunities and prerogatives (privileges and exemptions of diplomatic envoys) ].
Diplomasi mümessil ve memurlarına vazifelerini yaparken tam bir istiklâl ve serbesti içinde çalışabilmelerini sağlamak ve milletlerin şereflerini karşılıklı olarak korumak maksadiyle vazifeye başladıkları andan vazifeden ayrıldıkları zamana kadar tanınan bazı imtiyaz ve muafiyetler: Şahıs ve ikametgâh masuniyeti, cezai ve hukuki kaza muafiyeti, bazı vergi ve resimlerden muafiyet gibi.
Bu imtiyaz ve muafiyetlerden diplomatla beraber karısı, çocukları ve elçiliğin resmî şahsiyetleri de istifade eder. bk. Masuniyet, diplomatik masuniyet.
DİPLOMASİ MÜMESSİL VE MEMURLARI [aim. diplomatische Vertreter und Gesantschaftspersonal. — fr* representants et agents diplomatiques. — ing. diplomatic envoys and agents. — lât. legatus, legati, legationesj.
Yabancı memleketlere gönderilen mümessil ve memurlar. Bunlardan yalnız elçiler mümessil vazifesini haiz olup elçilik müsteşarları, ataşeler, kâtipler gibi memurlar mümessil değildirler.
DİPLOMATİK MASUNİYET /aim. diplomatische Immunitat, Etterritorialitât der Diplomaten, persönli-che Unantastbarkeit. — fr. Inviolabilite diplomatique1. — ing. diplomatic inviolability, inviolability, immunity, exterritoriality of diplomatic envoys/.
Diplomasi mümessil ve memurunun şahıs, ikametgâh veya meskeninin, muhaberatının gerek fertler, gerek nezdinde vazife gördüğü hükümet tarafından vâki olacak her türlü tecavüz hareketinden masun olması. Bu masuniyet diplomatın şahsından ziyade ifa ettiği vazifeye bahşedilmiş olduğundan, diplomat masuniyetinden vazgeçemez. Elçiliğin, müsteşar, kâtipler, kara askeri ataşeleri, ticaret ataşeleri, kançılarlar, tercümanlar, kuriyeler, hekimler, dinî işlere bakan memurlar gibi resmi memurları ve elçinin ailesi efradı (karısı, çocukları ve kendisi ile aynı çatı altında yaşıyan akrabaları ) da diplomatik masuniyetten istifade ederler, bk. Masuniyet.
DİRHEM (Dirhanı) Bir nevi ağırlık ölçüsü. Gümüş para ölçüsü olarak kullanılır. Türk örfünde bir okkanın dört yüzde biri olarak şöhret bulmuştur.
DİRHEM-İ CEYYİT - ( -i Cayyid) Bozuk, karı-şık olmıyan dirhem (gümüş para). Nisab-ı akitte muteber olan da budur. Karışık olan on dirhem veya on dirhem miktarı zarbedilmemiş gümüş, sirkatte nisaptan sayılmaz.
DİRHEMİ HALİS — (-i hâli?) Sırf gümüşten ibaret olup başka bir maden ile karışık olmıyan dirhem.
DİRHEM-I MAĞŞUŞ - ( - i Mag,iis. ) Sırf gümüşten ibaret olmayıp başka bir madenle karışık olan dirhem: Zekât, diyet gibi hususlarda gümüşü yabancı kısımdan çok olan dirhemler halis dirhemler hükmündedir. Bu cihetledir ki vaktiyle seksen üç ayarında, yani yüzde seksen üç nispetinde halis bulunan bütün gümüş Osmanlı sikkeleri, halis dirhem hükmünde tutulmuştur,
DİRHEM-İ ÖRFİ - ( - i 'Urf îyy ) On altı kırattan ibaret dirhem. Bazı kimselere göre zekâtta, diyette ve sair hususlarda her beldenin dirhem-i örfisi muteberdir. Şu kadar var ki bu dirhem, dirhem-i şer'î muteber olur.
DİRHEM-1 RAYİÇ —(-i Râyic) Gerek ceyyit ve gerek züyuf olsun, halk arasında alınıp verilen dirhem
DİRHEMİ ŞER'Î — ( - i Şar'iyy ) On dört kırattan ibaret dirhem. Zekâtta, mehirde, diyette, nisabı sirkatte muteber olanda bu dirhemdir.
Peygamber zamanında 20, 12, 10 kırat ağırlığında üç nevi dirhem mevcut olup bunlar Halife Ömer zamanında toplanarak üçünün vasatisi olarak kabul olunmuştur.
Diğer bir rivayete göre Peygamber zamanında^ dört türlü dirhem mevcut olup:
1) Dirhem-i bagalî ki sekiz dânıktır, 2) dirhem-i taberî ki dört dânıktır, 3) dirhem-i mağribî ki üç dânıktır, 4) dirhemi yemani ki bir dânıktır.
Halife Ömer bunlardan en rayiç olan dirhemi bagalî ile dirhemi taberîyi toplatarak vasatisi on altı dânıkı bir dirhem olarak kabul eylemiştir. Bu iki rivayet netice itibariyle aynıdır. Çünkü altı dâmk on dört kırat eder.
DİRHEMİ ZÜYUF - DİYANET İŞLERİ TEŞKİLÂTI
75
DİRHEM-İ ZÜYUF — ( - i Zuyüf ) Bakır veya diğer bir madenle karıştırılmış olmasından dolayı cey-yitlik vasfını kaybetmiş olan dirhem.
DİRLİK Arazinin hukuku öşriye ve örfiyesi. Dirlik geçim vasıtası mânasına olup devlet tarafından verilen her nevi yevmiye, has, timar, zeamete «padişah dirliği» ıtlak olunur.
DİSİPLİN CEZA HUKUKU [aim. Disciplinarst-rafrecht — fr. droit penal disciplinaire. — ing. disciplinary criminal regulations ].
Amme hizmetlerinin lâyık olduğu ehemmiyet ve doğrulukla görülmesi için memurlar üzerinde ıslah ve ikaz, bazan da tasfiye maksatlariyle konan muayyen tedbirler ve kaidelerdir. Bu tedbirler ceza hukuku bakımından ceza mahiyetini taşımaz. Memurin ve Hâkimler Kanunlarında memurlarla hâkimler ve Askeri Ceza Kanununda askerler hakkında konmuş olan disiplin cezaları gibi.
ÜİSPEÇ [aim. Dispache. — fr. dispache. — ing. average adjustment, average statement].
Her büyük avarya sonunda gemi, yük ve navlun ile alâkalıların kendilerine isabet eden alacak' ve vereceği tesbit ve taksim etmek ihtiyaciyle yaptıkları hesap-laşmayı tevsik eden kâğıt (TK. 1288).
Bu tâbir küçük avaryalarla sigortalı ile sigortacı arasındaki hesaplaşmalar hakkında da kullanılmaktadır Dispeççi (dispacheur) dispeçi tanzim eden memur ve şahıstır,
DİVAN (Divân) İslâm hükümetinin askerî, idari ve malî umuruna .mütaallik malûmat ve kayıtları muhtevi defterler ve siciller demektir ki bunlara «divan-üs-saltana» da denir ve başlıca dört kısma ayrılır: 1) Divan-ı cüyûş: İslâm mücahitlerinin isimlerini, neseplerini, ırklarını, kabilelerini ve her birine idaresine kâfi miktarda verilecek atiyyeleri muhtevi sicillerdir. Bunlarda kayıtlı olanlara «ehl-i divan» denir; 2) Divan-ı amal: rüsum ve hukuka, şehirlerin, kasabaların, mezraaların vesairenin ahvaline, bunların ne suretle fethedilmiş olduğuna ait umuru muhtevi sicillerdir; 3) Divan-ı ummâl: memurların tâyinlerine, azillerine, ahvaline dair sicillerdir; 4) Divan-ı istîfa : beytülmale mahsus varidat ve masarifi muhtevi sicillerdir.
DİVANI AHKÂMI ADLİYE Kanunlara ve nizam, namelere göre bakılacak dâvaları görmek üzere 1284 tarihinde kurulan ilk nizamiye mahkemesidir. Şer'iye mahkemeleriyle gayrimüslim cemaatlerin kendi ruhani teşkilâtı içinde gördükleri dâvalar ve hususi meclislerde görülen ticaret dâvaları müstesna olmak üzere, kanunlara ve nizamnamelere göre bakılacak dâvaların mercii bu divandı. Ancak, şahıslarla hükümet arasındaki dâva ve ihtilâflar bir idare mahkemesi sıfat ve salâhiyetini de haiz olan Devlet Şûrasında görülüyor.
Divan-ı ahkâmı adliye, Meclisi Vâlâyı Ahkâmı Adliyenin Şûrayı Devlet ile bu divana ayrılmak suretiyle parçalanmasından doğmuş ve Meclisi Vâlânın adliye kısmının vazifelerini de üzerine almıştı. Bu divan, sonradan nizamiye mahkemelerinin ihdası ile bu mahkemelere inkılâbetmek suretiyle, bugünkü adliye teşkilâtımıza esas olmuştur.
DİVAN-I ÂLİ [aim. Staatsgerichtahof.— fr. Haute Cour. — ing. High Court/.
Yüksek bir hususi mahkeme mahiyetinde olup vazifelerinden doğan hususlarda İcra Vekillerini, Devlet Şûrası ve Temyiz Mahkemesi reis ve azalarını ve Baş-müddeiumumiyi muhakeme eder. Kararları katidir. Divan-ı Ali için on biri Temyiz Mahkemesi, onu Devlet Şûrası âzası arasından kendi umumi heyetlerince yirmi bir âza seçilir (TEK. 61-67).
DİVAN-I ÂLİ-1 ASKERİ Rus ve Balkan Harbleri mesullerini muhakeme etmek üzere kurulmuş olan yüksek hususi askerî mahkemeler. Bu hususi mahkemeler bugün cumhuriyet kanunlariyle tarihe karışmıştır.
DİVAN-I HARB Eski hukukumuzda askerî mahkemelere verilen isimdir. Divan-ı harbler 21 şevval 1286 tarihli eski Askerî Ceza Kanununun 48 inci maddesine göre beş askerden teşkil edilirdi. Divan-ı harblerde iddia makamı temsil edilmez, müdafi kabul olunmaz ve muhakemeler gizli yapılırdı. Bir muhakeme usulü yoktu. Bu mahkemelerde hukuk mesleğinden hiçbir uzuv bulunmazdı.
Divan-ı harbler Askerî Ceza Kanunu ile kaldırılmıştır.
DlVAN-I HAYSİYET bk. Haysiyet divanı.
DİVAN-I HÜMAYUN Halkın dâva ve şikayetlerinin dinlenip hallolunduğu, devlet işlerinin görüldüğü padişah huzuru. Sadrazam, şeyhülislâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük ve merasime dâhil devlet ricalinin padişahın huzuru ile halkın ve devletin işlerini görmeleri ve görüldüğü mekân, meclis.
Merkezde sadrazam, başdefterdar, yeniçeri ağası; taşralarda beylerbeyleri ve sancak beyleri de haftanın muayyen günlerinde dairelerinde divan kurup halkın dileklerini, dâvalarını dinler ve devlet işlerini görürlerdi.
DlVAN-I MUHASEBAT [aim. Rechnungshof. — fr. Cour des comptes — ing. audit court (office)/.
Büyük Millet Meclisine bağlı ve devletin bütün varidat ve masraflariyle mallarını ve hesaplarını onun namına murakabe ve de'let mallarını kabız ve sarf ve idare ve muhafaza edenlerin hesaplarını tetkik ve muhakeme ile mükellef bir heyet (TEK 100; Divanı Muhasebat K. 1).
DlVAN-I TFMYİZ-I ASKERÎ 6 ilkteşrin 1332 Tarihli Muvakkat Kanun ile tstanbulda toplanmak ve Harbiye Nezaretine bağlı olmak üzere Divan-ı Temyiz-i Askerî ismi altında yüksek ve askerî mahkeme kurulmuş idi.
Bu mahkeme bir reisin nezareti altında birinci ve ikinci meclis namlariyle iki heyetten ve temyiz müddeiumumiliğinden mürekkep olup divanı harblerden verilen ve temyizi kabil olan hükümleri tetkik ederdi.
Askerî Muhakeme Usulü Kanunu ile Divan-ı Temyiz-i Askerî kaldırılmıştır.
DİYANET İŞLERİ TEŞKİLÂTI /aim. Verıcalt-ungsorganisation- des Islams in der Tûrkei. — fr. organisation administrative da culte islamique en Tur-
76 DİYANET İŞLERİ TEŞKİLÂTI - DOLANDIRICILIK
quie.— ing. administration of Masulman religious affairs in Turkey}.
Diyanet işleri riyaseti adı altında 3 mart 1340 tarih ve 429 No. Kanunla müslümanhğın itikada ve ibadete mütaallik ahkâm ve mesalihinin idaresi için Cumhuriyetin Merkezinde Başvekâlete bağlı olarak tesis olunan ve mülhak bütçe ile idare edilen teşkilât. ( Diyanet İşleri Reisliği Teşkilât ve Vazifeleri Hakkında K.)
DİYANİ TESİS (Vakıf) [aim. religiose Stiftun-gen. • fr. fondaiions pieuses.- ing. religious foundations, pious endowments. — lât. pia corpora].
Gayesi münhasıran ibadete mütaallik hususları temine matuf olan tesis. Meselâ : bir camiin inşa ve tamirine veya imam ve hatip ve vaiz gibi dinî iş görenlerin maişetini temine mahsus olan tesis sırf diyanidir.
Tesisin gayesi âmmeye veya aile ile beraber ibadete mütaallik olabilir (MK. 80).
DİYET (Diyat) Cinayet sebebiyle aleyhine cinayet işlenen kimseye veya velisine ödenmesi icabeden maldır ki, bu bir nevi tazminat mahiyetindedir.
DİYET-1 KÂMİLE Katledilen şahsın nefsine bedel caniden veya ailesinden alınan tam diyettir ki miktarı maktule göre değişir. Şöyle ki : hürrün diyet-i kâmilesi yüz deve veya bin dinar veya on bin dirhem-i şer'î gümüştür. Hürrenin diyet-i kâmilesi bunların yarısıdır. Memlûkün diyet-i kâmilesi kendi kıymetidir. Şu kadar var ki kölenin kıymeti hürrün diyetine müsavi veya ondan ziyade ise, hürriyet şerefine işaret için, hürrün diyetinden on dirhem miktarı eksik verilir. Cariyenin kıymeti de hürrenin diyetine müsavi veya ondan fazla ise hürrenin diyetinden on dirhem miktarı noksan verilir. Meselâ : hataen öldürülen bir cariyenin kıymeti beş bin dirhem olsa velisine dört bin dokuz yüz doksan bir dirhem verilmek lâzım gelir ( Türkiyede eskiden beri kolay olduğu için diyetlerin gümüşten verilmesi teamül halini almıştır). Bu cihetledir ki vaktiyle yirmi kuruşa rayiç olan ve her biri yedi buçuk dirhem, yani yüz yirmi kırat sıkletinde bulunan ve seksen üç ayarında bulunmuş olmakla derahim-i haliseden sayılan sim mecidiyelerden tartılarak diyetin verilmesi tecviz edilmiştir.
Binaenaleyh bir hürrün diyet-i kâmilesi bin yüz altmış altı mecidiye ile bir mecidiyenin üçte biri miktarı bulunmuştur ki, mecmuu yirmişer kuruştan yirmi üç bin üç yüz otuz altı kuruş on iki para pul eder.
Diyette dirhem-i şer'î muteber olduğundan diyetler bu miktar üzere verilegelmiştir.
«Mi'yar-ul-1 Adale» kitabında dirhem-i örfiye göre hesabedilmiş olduğundan bu diyetin miktarı bin üç yüz otuz üç adet mecidiye ile bir çeyrek mecidiye ve bir kuruşlukla yirmi para gösterilmiştir ki, mecmuu yirmi altı kuruş yirmi paradan ibarettir. Fakat bu hesap mülga Fetvahanece muteber tutulmamıştır.
DİYET-1 MUGALLÂZA (- i Mugallaşa ) Şibhi amd .suretiyle vuku bulan bir katilden dolayı verilmesi lâzım gelen diyettir ki dört neviden yirmi beşer adet olmak üzere yüz devedir. Bu neviler: bmt-i mehas, bint-i lebun, hıkka ve cezea denilen develerdir.
Katl-i hatada bu yüz devenin yirmisi ibn-i mehas, yirmişerden sekseni de bint-i mehas, bint-i lebun, hıkka ve cezeadan ibarettir.
Maahaza bu katillerden dolayı her halde diyetin deveden verilmesi lâzım değildir. Altın ve gümüşten de verilebilir.
DİZBARKO [aim. Disbargo (Ausschiffungs- und Hafenkosten). — fr. disbareo].
Bazı limanlarda yükün gemiden boşaltılarak karaya getirilinceye kadar üstüne binen masraflar yekûnunu anlatır.
Bazan bir geminin bir limanda suya, kömürü ve kumanyası da dâhil olmak üzere limandan faydalanmak mukabilinde ödediği paralar hakkında da kullanılır.
DOĞRUDAN DOĞRUYA DÂVA [aim. Unmittel-bare Klage, unmittelbares Klagerecht. — fr. action direete. — ing. direct claim (action) ].
Alacaklının borçlusunu bir tarafa bırakıp onunla hukuki bir muamele ve münasebeti bulunan üçüncü şahıs aleyhine ve kendi namına açtığı dâva. Kiralıya-nın kendi kiracısına karşı değil, kiracısı aleyhine açtığı tazminat dâvası gibi (BK. 259).
DOĞUM [aim. Geburt. — fr. naissance. — ing. birth. — lât. nativitas, ortus].
Hukuk süjesine şahsiyet kazandıran fizyolojik hâdise. Şahsiyet çocuğun sağ olarak tamamiyle doğduğu, yani anasının vücudundan sağ olarak ayrıldığı andan itibaren başlar.
Mamafih çocuk sağ doğmak şartiyle kendisine gebe kalındığı andan itibaren medeni haklardan istifade eder (MK. 27).
DOĞUM EVİ [alın. Entbindungsanstalt. — fr. mnternite (maison d'accouchement). — ing. maternity hospital].
Kaza ve vilâyet belediyelerinin, umumi hıfzıssıhha ve sosyal yardım vazifeleri icabı olarak, kadınların çocuk doğurmaları için kurdukları hastaneler (Umumi Hıfzıssıhha K. 20 bent 13).
Varidatı iki yüz bin liradan fazla olan belediyeler için meccani mahiyette doğum evleri açmak mecburi vazifelerdendir. (Belediye K. 15 bent 45 ve 16 fk. 3. 253, 254).
DOĞUM SİGORTASI [aim. Aussteuerversiche-rung (im Faile der Geburt eines Kindes). — fr. assurance de natalite. — ing. maternity insurance).
Evli şahısların her çocuğu doğdukça muayyen bir sermaye temini için yapılan .sigorta ; çok defa evlenme sigortası ile bir arada akdolunur.
DOLANDIRICILIK [aim. Bet rug. - fr. esero-querie. — ing. fraud. — lât. fraus, dolaş, fallacia, circumscripta].
Bir kimsenin saflığından istifade olunarak ve onu kandıracak mahiyette sanialar veya hileler yaparak hataya düşürüp o kimsenin veya başkasının zararına kendisi veya başkası için menfaat temin etmektir.
Mala karşı işlenen suçlar arasında bulunan ve geniş mânasiyle hırsızlıktan başka bir şey olmıyan bu suçun gösterdiği hususiyet, teşekkül unsuru olan rıza-sızlığın önceden tahakkuk etmeınesindedir.
DOLANDIRICILIK —
DÖVİZ TAKYİDATI
77
Cürmün tamam olması için suç mevzuu olan şeyin hakikaten veya hükmen (meselâ bir gayrimenkulun ferağını yapmak gibi) teslimi şarttır. Bu teslim ile cürüm tekemmül eder, ve teslim vâki olmadıkça da tam bir suç var farz olunamaz. Şu halde dolandırıcılıkta tam teşebbüs yoktur, tcrai hareketlere başlandıktan sonra cürüm ya tamam olur, ya nakıs teşebbüs derecesinde kalır (Ck. 503-505).
DOLUYA KARŞI SİGORTA [aim. Hagelversic-herung, — fr. assurance contre la grele. — ing. hail insurance ].
Dolu tanelerinin gökten düşmesi neticesinde menkul veya gayrimenkul eşya üzerinde ve bilhassa zirai mahsullerde husule gelen maddi zararları karşılamayı istihdaf eden sigorta. Uzun zaman sigortaya mevzu olamıyacağı söylenen dolu rizikosu bugün çok memleketlerde ya doğrudan doğruya devlet eliyle, yahut da devletin müdahalesiyle sigorta edilmektedir. Birçok devletlerde doluya karşı sigortanın hususi teşebbüsler tarafından yapıldığı da görülür.
DOMİNYON [aim. Dominion. — fr. dominion. — ing. dominion].
Evvelce ingiliz müstemlekesi iken bugün Büyük Britanya tacına bağlı, Britanya camiasının (British Commonwealth) âzasından olan ve hâkimiyetine sahip bulunan devletler. Büyük Britanya tacına bağlılık haricî siyasette müşavere ve müşterek hareketi icabettirmek-tedir. Kanada, Avustralya, Yeni zelânda, Cenubi Afrika ve Şimalî İrlanda birer dominyondur.
DONANMA [alın. Kriegsmarine, Flotte. — fr. flotte, marine. — ing. navy, fleet. — lât. classis, naves bellicae].
1 — Bir devletin filo ve filotilla ve bütün deniz kuvvetlerinin heyeti mecmuası.
Deniz ordularında büyük harb gemilerinden mürekkep birliklere filo, torpito, muhrip, denizaltı, mayn arayıcı ve tarayıcı gemiler gibi küçük gemilerden müteşekkil birliklere de filotilla denir: zırhlı filosu, kruvazör filosu, muhrip filotillası, torpitobot filotillası gibi.
Hava ordularında da filo ve filotilla mefhumları aynı mânaları ihtiva eder.
2 — Aynı neviden olup müşterek bir idare altında faaliyette bulunan gemilerin heyeti umumiyesi: harb donanması, ticaret donanması gibi.
DONATAN [aim. Reeder (Ausrüster). — fr. arma-tear. — ing. shipowner. — lât. exercitor navis].
Türk ve Alman hukukuna göre gemisini deniz ticaretinde kullanan gemi sahibi (TK. 1025). Armatör tâbirinin Fransız ve emsali yabancı hukuklardaki anlamına her »aman uygun değildir. Çünkü bu memleketlerde gemi üzerinde mülkiyet zaruri bir unsur teşkil etmez (TK. 1051).
Müşterek donatan [aim. Mitreeder. — fr. coarma-teur] bir donatma iştirakinin şerik unsuru, şerikleri (TK. 1031).
DONATANIN MESULİYETİ [aim. Reederhaftung, Haftung des Reeders. — fr. responsabilite de l'arma-teur.— ing. shipowner's liability].
Deniz hukukuna has bir nevi daraltılmış mesuliyet. Bir kimsenin borçlarından dolayı bütün mamaleki ile mesul olması ana kaidesine istisna olarak deniz hukukunda donatanların yalnız denize, daha doğrusu yolculuğa tahsis ettikleri serveti ile (deniz serveti ) veya servet miktarınca mesul tutulmalarıdır.
DONATMA [aim. Ausrüstung. — fr. armement. — ing. ship's outfitting. — lât. exercitio navis].
Dar mânada: bir geminin denize çıkabilmesi için icabeden vasıtalar, malzeme ve vesikalarla teçhiz olunması.
Geniş mânada : Donatanın icra ettiği sanatın kendisi. Bu anlamda donatma: bir teknenin denize ve yolculuğa hazırlanması ve işletilmesi suretiyle deniz ticareti işlerinden birindeki bütün işletme faaliyetidir /aim. Reedereigewerbe ].
Diğer bir kullanışla böyle bir işletme veya müessese [aim Reederi (Schiffahrtsunternehmen) ].
DONATMA İŞTİRAKİ [aim. Partenreederei. — fr. armement collectif. — ing. association of shipow. ners].
Müşterek menfaat güden birden fazla şahısların müştereken malik oldukları bir gemiyi deniz ticaretinde kullanmaları halinde meydana gelen birlik. Gemi bir ticaret şirketinin, meselâ bir anonim şirketin, malı olursa o şirket kanunun anladığı mânada bir donatma iştiraki sayılmayıp münferit bir donatan olacağından donatma iştiraki hükümleri^tatbik olunmaz (TK. 1030).
DOSTANE TEŞEBBÜS [aim. Gute Dienste, Ver-mittlungen. — fr. bons offices. — ing. good offices, bons offices].
İki devlet arasında çıkan bir ihtilâfın .sulh yolu ile hallini temin maksadiyle bir üçüncü devletin araya girerek ihtilâf halindeki devletlerin müzakereye girişmelerini veya kesilen müzakerelerin tekrar devamını mümkün kılmak için teşebbüsatta bulunması. Dostane teşebbüste bulunan devlet müzakerelere iştirak etmiye-ceği gibi, ihtilâfın ne suretle halledileceği hususunda da bir teklifte bulunmaz, bir mütalâa ileri sürmez.
DÖNÜM Orta adımlarla eni ve uzunluğu kırkar adım olan, yani altı yüz zira yer. Dokuz yüz on dokuz metre kare tutar.
DÖVİZ /aim. Valuten, Devisen, Fremdwah-rungsforderungen. — fr. devise. — ing. foreign currencies] .
Geniş mânada: Para, çek, poliçe ve emre muharrer senet gibi her türlü ödeme vasıtası.
Dar mânada ve bilhassa hukuki ve ticari ıstılah olarak: ecnebi parasına, ecnebi memleketleri üzerine çekilmiş ve ecnebi parasiyle ödenecek çek, poliçe ve bunlara benzer her türlü ödeme vasıtaları. Döviz bu mânada kambiyo kelimesiyle müteradiftir.
DÖVİZ TAKYİDATI [aim. Devisenbeschrdnkun-gen. — fr. restriction sur les devises. — ing. control of exchange].
Ecnebi paraların ve ecnebi memleketler üzerine çekilen ve bunlardan gelen çeklerin ve poliçelerin alım ve satımını ve umumiyetle ecnebi memleketlerine yapılan
78 DÖVİZ TAKYİDATI - DÜŞMAN İLE TESLİM MUKAVELESİ
ödemeleri birtakım kayıtlara- ve şartlara bağlı tutan kanuni hükümler. Bu gibi hükümler 1914-1918 Harbinden sonra Avrupa devletlerinde tatbika başlanmış ve 1936 dan ve biihassa 1939 Harbinin başından beri de bütün dünya memleketlerinde kabul ve tatbik olunmuştur (1567 No. K.).
DRAGO PRENStPİ [aim. Dragodoktrin. — fr. doctrine de Drago. — ing, Drago doctrine].
İngiltere, Almanya ve İtalya devletlerinin, Venezüella devletinden plan muhtelif alacaklarını tahsil için, askerî tedbirlere başvurması üzerine, Arjantin Cumhuriyeti Hariciye Vekili Drago, bir Amerika devletine karşı devlet borçlarını ödetmek maksadiyle kuvvete müracaat edilemiyeceği prensipini ortaya attı. 1907 Lâhey konferansı bu prensipi kabul etmiyerek Porter prensipini tasvibetti,
DRAWBACK (Red-di rüsum) [aim. Rückzoll.— fr. drawbak. — ing. drawback].
Bir memlekete girerken bazı şeylerden devletin aldığı gümrük resminin . o şeyler birtakım mamulâta çevrilerek ecnebi memleketlere çıkarılırken, sahibine geri verilmesi (Gümrük K.).
DUHUL (Duhûl) Kocanın karıya mukareneti, cinsî münasebet. Kadına «medhûl-ün-biha» denir.
DUHUL HAKKI [aim. Einreiserecht. — fr. droit de libre entree. — ing. right of free entrance].
Ecnebilerin, bir devlet ülkesine serbestçe girebilmek hususunda, haiz oldukları hak. Bugün, devletler umumi hukukunda sarahaten teessüs etmiş bir kaideye nazaran, bir devlet kendi ülkesine ecnebiler.n girmesini, umumi bir surette, ancak âmme menfaati icabettirdiği veya çok vahim sebepler mevcut olduğu zaman mene-debilir.
Lozanda 24 temmuz 1923 t e imzalanan ikamet ve Adlî Salâhiyet mukavelesi bu prensipten mülhem olmuş ve Türkiyeye gelecek ecnebilere «muhaceret hakkındaki ahkâma halel gelmemek şartiyle tam bir duhul ve yerleşme serbestisi» tanımıştır (M. 2).
DUL bk. Eytam ve eramiL
DURUŞMA [aim. Hauptverhandlung, miindliche Verhandlung. — fr. debate. — ing. hearing, trial].
Maznunun suçlu olup olmadığını tâyin etmek üzere, mahkemece taraflar teşkil ederek aleni, vicahi ve şifahi surette dâvaya bakılmasına ve bitirilmesine mütaallik muhakeme safhası (CMUK. 219-268).
DURUŞMA HAZIRLIĞI [aim. Vorbereitung der Hauptverhandlung. — fr. preliminaire des debats. — ing. preliminary proceedings].
Ceza dâvası son tahkikat safhasına, yani mahkemeye intikal ettikten sonra, reis veya hâkim tarafından duruşma gününün tâyini, son tahkikatın açılması kararının veya müddeiumuminin iddianamesinin celpname ile beraber maznuna tebliği, müdafiin daveti, . iz ..ı:.ıin müdafaa delillerinin toplanması, reis veya maznun tarafından başka şahit ve ehli hibrenin davet ettirilmesi, yeniden bir keşif ve muayene icrası gibi duruşmanın hazırlanması için yapılacak muamele (CMUK. 206-218).
DÜELLO [aim. Duell, Zweikampf.— fr. Duel. — ing. duel].
Tecavüze uğrıyan şereflerini tamir maksadiyle, iki kişinin öldürücü aletlerle, kararlaştırılan veya teamülle yerleşmiş olan kaidelere göre ciddî " surette mücadelesi.
Bazı memleketlerde cari olan düello bizim hukukumuzda bir suçtur.
DÜĞÜNLERDE İSRAFIN MEN'I Düğünlerde çeyiz teşhirini, çeyizin açıktan naklini, erkek tarafından iki kattan fazla elbise verilmesini, bir günden fazla çalgı çaldırılmasını ve ziyafet, ağırlık ve hediyeler verilmesini, köçek oynatılmasını ön emek için alınan tedbirler. Bu gibi hareketler 25 ikinci Teşrin 1336 Tarihli ve 55 No. Kanunla ceza tehdidi altına konulmuştur.
DÜKRUVAR [aim. Delkredere. — fr. Ducroire.— ing. del credere].
Bir malı satana karşı üçüncü bir şahsın ve ekseriya satışı yapan komüsyoncunun malın bedeli ödenmediği takdirde bunu ödemek üzere müşteri yerine geçeceğini ifade eyliyen taahhüt. Bu taahhüt ve mesuliyete mukabil komüsyoncunun komüsyondan ayrı olarak aldığı ücrete de «ducroire» denir (TK. 867).
DÜSTUR / — [lât. Norma. — aim. Norm. — fr. norme. — ing, norm, rule] :
Kaide, asıl kaide, hattı hareket kaidesi mânalarında da kullanılmıştır ki hukuki hükümleri maksada uygun ve veciz surette ifade eden şekil.
2 — Osmanlı imparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti mevzuatını ihtiva eden resmî külliyat üç tertibe ayrılmıştır: birinci tertip, Gülhane hattından itibaren Osmanlı devletinin mevzuatını; ikinci tertip 1908 senesi meşrutiyetinden itibaren Osmanlı devletince tanzim edilen mevzuatı; üçüncü tertip Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulduğu tarihten itibaren tedvin olunan mevzuatı havidir.
DÜŞMAN [lât. hostis. — aim. Feind. — fr. enne-mi — ing. enemy].
Gerek devletler arası hukuku ve gerek askerî hukuk bakımından, düşman, kendisiyle harb halinde bulunulan silâhlı devlet veya siyasi kümedir.
Düşman ve savaşan devletin askerî birliklerine ve askerî şahıslarına düşman ordusu, düşman askeri denildiği gibi, zamanımızda muharebe ve mücadele sahalarının hukuki ve iktisadi cephelere de sirayet etmiş olması yüzünden düşman devlet tebaası ve hattâ tabiiyeti' ne olursa olsun düşman devlet ülkesinde rızasiyle ikamet eden veyahut bir iş tutan her şahıs da düşman mefhumunun içine alınmaktadır.
Askerî ceza hukuku da silâhlı eşkıyayı düşman sayar.
DÜŞMAN İLE TESLİM MUKAVELESİ [aim. Kapitulation, Übergebungsvertrag — fr. convention de capitulation. — ing. capitulation, surrender on stipulated terms. — lât. deditioj.
DÜŞMAN İLE TESLİM MUKAVELESİ — ECR-İ MİSİL 79
Bir askerî komutanın savaşı keserek düşmanla, silâhlarını ve müdafaa vasıtalarını ve mevkiini teslim için yaptığı mukavele.
Komutanın bütün müdafaa vasıtalarını kullanıp bitirmiyerek ve vazifenin kendisinden istediği her şeyi önceden yapmadan böyle bir mukavele yapmasr ölüm cezasını muciptir (ASCK. 62) .
DÜVEL-t MUAZZAMA bk. Büyük devletler.
DÜVEL-I MÜTTEHİDE bk Birleşik devletler.
DÜYUNAT /a/m. Passiva (eines Vermögens). — fr. passif (d'un patrimoine). — ing. liabilities].
Bir memleketi ilzam eden ve para ile ifade edilebilen borç ve külfetlerin bütünüdür.
DÜYUNU UMUMİYE bk. Devlet borçları.
E
EBADI ECELEYN İLE IDDET (Ab'ad-i acalayn ile 'iddat). Iddet.
EBEVEYN (Abavayn) Ana ve baba.
EBEVİYYAT (Abaviyjâı) Baba tarafından olan sahih cedde. Babanın anası, babanın babasının anası gibi. Cedde-i sahiha.
ECANİP (Acânib) Arz-ı memlekette arz üzerinde asla tasarruf hakkı olmıyan kimseyi ifade eder, yoksa ecnebi devlet tabiiyetinde bulunanları değil. 1274 tarihli Arazi Kanununun 33 üncü maddesinde «bâ tapu tasarruf olunan araziye gerek mutasarrıfı ve gerek eean;pten biri meyyit defnedemez» ibaresinde olduğu gibi.
ECEL [aim. Frist, Termin, Aafschab. — fr. delai. — ing. period, time, period of time, fixed time, time allowed, limit. — lât, dies, tempusj.
1 — Taraflar arasındaki anlaşma veya kanun icabı olarak, bir vecibe hükmünün ifasını geciktiren veyahut vecibenin sukutunu muayyen bir tarihe veya şüpheli olmıyan bir hâdisenin meydana gelmesine talik eden hal: borcun altmış bir gün sonra ödenmesi, üç sene müddetle bir yerin kiralanması, bir malın vasiyet edilmesi gibi.
2 — (ACAL) Lügatte bir şeyin müddet ve zamanına ve bir vaktin gaje ve encamına denir ve geciktirme mânasına gelir.
Ecel, yani bu bilinmezlik ya mütekarip veya mü-tefavit olur :
a) Cehalet-i mütckaribe veya yesire : ecelin asıl vücudu meçhul olmayıp hulul zamanı, jani tâyin olunan şeyin takaddüm ve teahhurunda cehalet bulunmaktır: kiraz vakti, orak vakti gibi.
b) Cehalet-i mütefavite ve fahişe: ecelin vücudu meçhul olmaktır: Yağmur yağdığı, rüzgâr estiği vakit gibi.
ECİR fAcir) Kendisini kiraya veren kimse. Ecîr-i has ve ecîr-i müşterek olmak üzere ikikısma ayrılır:
1 — Ecîr-i has: Yalnız kiralıyana çalışmak üzere tutulan ecîr; aylıklı, hizmetçi gibi.
2 — Ecîr-i müşterek: kiralıyandan başkası için dahi çalışmaya kudreti olan ecîr; hamal, tellâl, terzi, saatçi, kuyumcu, iskele kayıkçısı, kira arabacısıve köy çobanı gibi.
ECNEBİ [aim. Aaslönder. — fr. etranger. — ing. alien, foreigner. — lât. peregrin'us].
Bir devlete nazaran, kendi tabiiyetinde olmıyan hakikî veya hükmi şahıs.
ECNEBİLERİN HAK VE VAZİFELERİ [alın. Rechte und Pflichten (Rechtsstellung) der Auslânder, Fremdenrecht- — fr. droits et devoirs des etrangers.— *ng- rights and obligations of aliens].
Bir devlet ülkesinde bulunan ecnebilerin hak ve vazife bakımından tâbi bulunduğu hukuki durumu anlatır. Bugün devletler, ülkelerinde bulunan ecnebilere kendi vatandaşlarının haiz oldukları hususi hukuk sahasına dahil hakları ve âmme haklarını bazı istisnalar ve kayıtlar altında tanımağa mütemayil bulunmaktadırlar. Sovyet Rusya istisna edilecek olursa öteki devletler intihap, memurluk, askerlik gibi siyasi haklan yalnız kendi vatandaşlarına tanımaktadırlar.
Ecnebilerin hukuki durumları birçok devletler tarafından mukavelelerle tâyin edilmektedir. Bu nevi mukaveleler mevcut olmıyan memleketlerde tatbik edilecek usul hakkında doktrin ve tatbikatta sezilen temayül, mahallî kanunların açıkça ecnebilere reddetmediği ve memleket âmme nizamına aykırı bulunmıyan, aile haklarından ve ayni haklardan istifade edecekleri yolundadır. (23 şubat 1330 tarihli Ecnebilerin Hukuk ve Vezaifi Hakkında Muvakkat K.; Ecnebilerin seyahat ve ikametleri hakkında K.; Köy K. 87; 2007 No. K.).
ECNEBİLERİN MEMLEKETTEN ÇIKARILMASI
[alın. Ausveisung von Auslândern].
Türkiyede kalmaları umumi emniyete, siyasi ve idari icaplara muzir görülen ecnebilerin Dahiliye Vekâletince ve bazı ecnebilerin de İcra Vekilleri Heyeti ka-rariyle memleketten çıkarılmaları gibi (Ecnebilerin Seyahat ve İkametleri Hakkında K. 22 - 25) .
ECNEBİ MAHKEMELERDEN VERİLEN HÜKÜMLERİN TENFİZİ bk. Tenfiz kararı
ECNEBİ PARASI bk. Döviz.
ECNEBİ ŞİRKETLER [aim. auslândische Cesel-Ischaften. — fr. societes etrangeres. — ing. foreign companies, foreign corporations].
Ecnebi memleketlerde kurulup Türkiyede şubeleri veya ajanları vasıtasiyle faaliyette bulunan şirketler (30- 11-1330 tarihli K., 1149 No. K.; 3392 No. K.).
ECR-1 MİSİL / aim. angemessene Vergütung (Preis). — fr. prix â determiner par equivalent, par
DÜŞMAN İLE TESLİM MUKAVELESİ — ECR-İ MİSİL 79
Bir askerî komutanın savaşı keserek düşmanla, silâhlarını ve müdafaa vasıtalarını ve mevkiini teslim için yaptığı mukavele.
Komutanın bütün müdafaa vasıtalarını kullanıp bitirmiyerek ve vazifenin kendisinden istediği her şeyi önceden yapmadan böyle bir mukavele yapmasr ölüm cezasını muciptir (ASCK. 62) .
DÜVEL-t MUAZZAMA bk. Büyük devletler.
DÜVEL-I MÜTTEHİDE bk Birleşik devletler.
DÜYUNAT /a/m. Passiva (eines Vermögens). — fr. passif (d'un patrimoine). — ing. liabilities].
Bir memleketi ilzam eden ve para ile ifade edilebilen borç ve külfetlerin bütünüdür.
DÜYUNU UMUMİYE bk. Devlet borçları.
E
EBADI ECELEYN İLE IDDET (Ab'ad-i acalayn ile 'iddat). Iddet.
EBEVEYN (Abavayn) Ana ve baba.
EBEVİYYAT (Abaviyjâı) Baba tarafından olan sahih cedde. Babanın anası, babanın babasının anası gibi. Cedde-i sahiha.
ECANİP (Acânib) Arz-ı memlekette arz üzerinde asla tasarruf hakkı olmıyan kimseyi ifade eder, yoksa ecnebi devlet tabiiyetinde bulunanları değil. 1274 tarihli Arazi Kanununun 33 üncü maddesinde «bâ tapu tasarruf olunan araziye gerek mutasarrıfı ve gerek eean;pten biri meyyit defnedemez» ibaresinde olduğu gibi.
ECEL [aim. Frist, Termin, Aufschub.— fr. delai. — ing. period, time, period of time, fixed time, time allowed, limit. — lât, dies, tempusj.
1 — Taraflar arasındaki anlaşma veya kanun icabı olarak, bir vecibe hükmünün ifasını geciktiren veyahut vecibenin sukutunu muayyen bir tarihe veya şüpheli olmıyan bir hâdisenin meydana gelmesine talik eden hal: borcun altmış bir gün sonra ödenmesi, üç sene müddetle bir yerin kiralanması, bir malın vasiyet edilmesi gibi.
2 — (ACAL) Lügatte bir şeyin müddet ve zamanına ve bir vaktin gaje ve encamına denir ve geciktirme mânasına gelir.
Ecel, yani bu bilinmezlik ya mütekarip veya mü-tefavit olur :
a) Cehalet-i mütckaribe veya yesire : ecelin asıl vücudu meçhul olmayıp hulul zamanı, jani tâyin olunan şeyin takaddüm ve teahhurunda cehalet bulunmaktır: kiraz vakti, orak vakti gibi.
b) Cehalet-i mütefavite ve fahişe: ecelin vücudu meçhul olmaktır: Yağmur yağdığı, rüzgâr estiği vakit gibi.
ECİR (Acir) Kendisini kiraya veren kimse. Ecîr-i has ve ecîr-i müşterek olmak üzere ikikısma ayrılır:
1 — Ecîr-i has: Yalnız kiralıyana çalışmak üzere tutulan ecîr; aylıklı, hizmetçi gibi.
2 — Ecîr-i müşterek: kiralıyandan başkası için dahi çalışmaya kudreti olan ecîr; hamal, tellâl, terzi, saatçi, kuyumcu, iskele kayıkçısı, kira arabacısıve köy çobanı gibi.
ECNEBİ [aim. Auslönder. — fr. etranger. — ing. alien, foreigner. — lât. peregrinus].
Bir devlete nazaran, kendi tabiiyetinde olmıyan hakiki veya hükmi şahıs.
ECNEBİLERİN HAK VE VAZİFELERİ [alın. Rechte und Pflichten (Rechtsstellung) der Auslönder, Fremdenrecht- — fr. droits et devoirs des etrangers.— *ng- rights and obligations of aliens].
Bir devlet ülkesinde bulunan ecnebilerin hak ve vazife bakımından tâbi bulunduğu hukuki durumu anlatır. Bugün devletler, ülkelerinde bulunan ecnebilere kendi vatandaşlarının haiz oldukları hususi hukuk sahasına dahil hakları ve âmme haklarını bazı istisnalar ve kayıtlar altında tanımağa mütemayil bulunmaktadırlar. Sovyet Rusya istisna edilecek olursa öteki devletler intihap, memurluk, askerlik gibi siyasi haklan yalnız kendi vatandaşlarına tanımaktadırlar.
Ecnebilerin hukuki durumları birçok devletler tarafından mukavelelerle tâyin edilmektedir. Bu nevi mukaveleler mevcut olmıyan memleketlerde tatbik edilecek usul hakkında doktrin ve tatbikatta sezilen temayül, mahallî kanunların açıkça ecnebilere reddetmediği ve memleket âmme nizamına aykırı bulunmiyan, aile haklarından ve ayni haklardan istifade edecekleri yolundadır. (23 şubat 1330 tarihli Ecnebilerin Hukuk ve Vezaifi Hakkında Muvakkat K.; Ecnebilerin seyahat ve ikametleri hakkında K.; Köy K. 87; 2007 No. K.).
ECNEBİLERİN MEMLEKETTEN ÇIKARILMASI
[alın. Ausveisung von Auslândern].
Türkiyede kalmaları umumi emniyete, siyasi ve idari icaplara muzir görülen ecnebilerin Dahiliye Vekâletince ve bazı ecnebilerin de İcra Vekilleri Heyeti ka-rariyle memleketten çıkarılmaları gibi (Ecnebilerin Seyahat ve İkametleri Hakkında K. 22 - 25) .
ECNEBİ MAHKEMELERDEN VERİLEN HÜKÜMLERİN TENFİZİ bk. Tenfiz kararı
ECNEBİ PARASI bk. Döviz.
ECNEBİ ŞİRKETLER [aim. auslândische Cesel-Ischaften. — fr. societes etrangeres. — ing. foreign companies, foreign corporations].
Ecnebi memleketlerde kurulup Türkiyede şubeleri veya ajanları vasıtasiyle faaliyette bulunan şirketler (30- 11-1330 tarihli K., 1149 No. K.; 3392 No. K.).
ECR-1 MİSİL / aim. angemessene Vergütung (Preis). — fr. prix â determiner par equivalent, par
80
ECRİ MİSİL - EHLİ SALÂH
comparaision, par analogie. — ing, adequate price, — lât. justum paetium].
1 — Bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleriyle takdiri. Meselâ, kira bedeli tâyin edilmeden bir yerin kiralanması halinde vasıf, mevki ve kullanma tarzı bakımlarından kiralanan yere benziyen yerlerin kira bedelleri o yerin de eer-i misli olur (Artırma, Eksiltme ve İhale K. 67).
2 — Bi garaz ehli vukufun takdir ettikleri ücrettir.
ECR-1 MÜSEMMA [aim. Vereinbarter Vergütung (Preis). — fr. prix convenu, fixe, stimuli.— ing. agreed price, — lât. pactum pretiumf.
Taraflar arasında tâyin olunan ücret: aylığı yirmi liradan hizmetçi tutmak veya seneliği beş yüz liradan bir ev kiralamak gibi.
ECZACILIK HUKUKU [aim. Apothekenreckt. — fr, legislation sur la pharmacie. — ing. pharmacy (phan. maceutical) law. — lât. ius medicamentarium, ius taber-narum medicinarum (pharmacopolarum) /.
Ecza ve eczacılığı düzenlendiren hukuk kaideleri. Bu hukukun başlıca gayesi: ilâçların, eczacılar ve eczanelerin, ecza ticarethaneleriyle zehirli ve müessir kimyevi maddeler satan müesseselerin tâbi bulunacakları kayıt ve şartları, usul ve kaideleri, memnuiyet ve mecburiyetleri tesbit eylemektir (Türk kodeksi; 1262 No. İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Kanuniyle ona teferru eden 1557 , 3304, 3402, 3940 ve 3959 No. kanunlar ; «uyuşturucu ilâçlar» gayrimeşru ticaretinin men'i hakkında Cenevre'de 26 haziran 1936 da yapılan mukavele ve onun tasdikine dair 3189 No. K., İspençiyari ve tıbbî müstahzarlar hakkındaki Nz., eczacılar ve eczaneler hakkındaki 964 No K., ecza ticarethaneleriyle zehirli ve müessir kimyevî maddeler satan müesseselere mahsus 984 No. K.).
EDA 1 — Borç.
2 — (ADÂ') Lügatte mutlaka ödemek demektir. Usül-ü fıkıh ıstılahında vacip olan şeyin aynını teslim demektir ki, üç kısımdır: Edayı mahz-ı kâmil, eda-yı mahz-ı kaasır, kazaya şebih eda.
a) Eda-yı mahz-ı Jcâmil: yapılması gereken şeyi her türlü şartlarına riayet ederek yerine getirmektir. Meselâ zorla bir diğerinden alınan malın geri verilmesi eda-yı mahzı-kâmildir ; çünkü aynen geri vermekle yapılması gereken şey yerine getirilmiş olur.
b) Eda-yı mahz-ı kaasır: yapılması gereken şeyi bazı vasıflariyle ifa etmektir. Meselâ mutlak olarak yapılan bir satışta satılan malın eski bir ayıpla müşteriye teslim edilmesi gibi. Buradaki teslim bir edadır; çünkü satılan şeyin aynı teslim olunmuştur. Fakat mutlak satış malın ayıpsız teslimini icabettirir; halbuki bu misalde inal ayıplı olarak teslim olunduğundan edayı - mahz -1 kaasır meydana gelmiştir.
c) Kazaya şebih eda: yapılması gereken şeyin aynını yerine getirmekle beraber bir bakımdan kazaya benziyen eda : meselâ bir diğerine ait olan hir malı salâhiyeti olmaksızın satan kimse, işbu malı sahibinden satın alarak müşteriye teslim edebilir. Bu suretle olan teslim edadır; çünkü satılan malın aynı teslim olun-
muştur. Fakat kazaya benzer; çünkü mülkiyet değişmiştir.
EDANIN İMKÂNSIZLIĞI [aim. UnmSglichkeit der Leistung ( Leistungsunmöglichkeit, Unvermögen ). — fr. impossibiliti d'ixecution de la prestation. — ing. impossibility of performance. — lât. impossibilitas praestationis].
Borçluya düşen eda mükellefiyetinin yerine getiri-iememesidir. Eğer imkânsızlık akit yapıldığı sırada mevcut ise hukuki muamele bâtıldır [aim ursprüngliche od. anfângliche UnmSglichkeit. — fr. impossibiliti ini-tiale. — ing. initial impossibility of performence] (BK 20). Fakat akit yapıldıktan sonra imkânsızlık husule gelir [aim. nachtrâgliche od. nachfolgende Unm'öglich-keit. — fr. impossibiliti postirieure ou survenue. — ing. supervining impossibility yahut subsequent impossibility of performence/ ve buna borçlunun kusuru sebebiyet vermemiş olursa borç sukut eder (BK 117). Borçluya atfı mümkün olan bir kusur neticesindeki imkânsızlık tazminat borcunu doğurur (BK 98).
EDA YERİNİ TUTAN İFA [lât. datio in solu-tum. — aim. Hingabe an Zahlungsstatt, Leistung an Erfüllungsstatt. — fr. dation en paiment. — ing. performance in lieu of payment, prestation in lieu of the promised payment/.
Borcun sukut sebeplerinden biridir ki, onunla borçlu alacaklısının rızasiyle evvelce taahhüdettiğinden başka bir edada bulunarak borcunu yerine getirir: tediye yerine yapılan temlik gibi.
EDEBÎ MÜLKİYET bk. Fikrî haklar.
EDİLLE (Adılla) İslâmiyetin dayandığı esaslar.
EDİLLE-1 ASLİYE (- i Aşliyya) Kitap, sünnet, icma, kıyastır. Fıkıh ilminin dayandığı asıl deliller bunlardır. Kitaba ve sünnet ile icmaa «usul-ü mutlaka» denir. Kıyas bir cihetten asıl olup evvelki üç delile nazaran fer'îdir ve bunlardan çıkarılan illete dayanır.
örf, âdet, teamül, istishap, ıstılah ve diğer tâbirle maslahat-ı mürsele ve kavaidi külliye gibi deliller kitap, sünnet, icma ve kıyastan birine racidîr.
EDİLLE-1 TÂLİYE (Tâliyya) Örf, âdet, teamül, istishap, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsar-ı sahabe ve âsar-ı kibar-ı tâbiiyn gibi deliller. Tâli denmesi müstakil delil olmayıp edille-i asliyeye raci olmak itibariyledir.
EHL-1 BAGİY (Ahl-i bag)) Kuvvet sahibi olan, toplanarak bir bölgeyi zorbalıkla idareleri altına alan, bir tevile, yani kendilerince doğru görülen bir delile dayanan ehl-i adil ile mukatelede bulunan; bununla beraber müslümanların katlini, zürriyetlerinin esir edilmesini helâl görmiyen bir islâm zümresidir ki, kendilerine «bügat» da denir.
EHL-1 BEYT (Vakıfta) (Alıl-i bayt) Bir kimsenin son babasına intisabı bulunan erkekler, kadınlar, çocuk, lar. Bunlara «âl, hemcins» de denir.
EHL-I HİBRE 1 - Ehl-i vukuf.
2 — (Ahl-i hibra) Bir şeyi lâyikiyle bilen kimse.
EHL-1 SALÂH (Alıl-i şalâ'ı) Hali mestur, namuslu, doğru olan kimse. Bu evsafı haiz olanlara ehl-i afa, ehl-i hayr, ehl-i fazıl da denir.
EHL-İ SALÂH - EKSERİYET
81
Binaenaleyh ehl-i salâh veya ehl-i afa namına olan bir vakıf veya bir vasiyet bu evsafı haiz kimselere ait bulunmuş olur.
EHL-1 UKUBET (Alıl-i 'Ukübat) Men edilen şeyleri yaptıklarından dolayı haklarında ceza tertibi kabil olan âkil, baliğ kimseler. Cezaya ehil, kimseler.
EHL-1 VEZAİF (Ahl-i Vaza'îf ) Vakfın gailesinden maaş ve tayina müstahik olan kimseler: camiin imam, müezzin vesair hademesi veya fakirler gibi.
EHLİVUKUF /aim. Sachvjırstândiger, Gutachter (Schiedsautachter) — fr. expert. — ing. expert. — lût. artis peritus].
Hesap vaziyetinin veya yazı ve imzanın tahkiki, ölü veya sağ bir şahıs üzerinde tıbbi araştırma icrası, bir malın kıymetini tayin ve tesbit gibi maddi delillere taallûk eden bir meselede haiz oldukları bilgi ve ihtisas hasebiyle hakime yardım için tavzif edilen kimseler.
Hukuk muhakemeleri usulünde: halli, hususi ve fennî bilgiye bağlı olan işlerde hakim ehlivukuftan rey ve mütalâa alınmasına karar verir. Ehlivukuf iki tarafın ittifakiyle intihap ve ittifakın mevcut olmaması halinde hakim tarafından tayin edilir (HMUK. 275, 286, 309).
Ceza muhakemeleri usulünde: bu kimseye «ehlihibre» denilmektedir. Hakim veya müstacel hallerde Cumhuriyet Müddeiumumisi tarafından tayin edilir (CMUK. 65-85).
İstimlâk hükümlerinde: '«Hakem heyeti» terimi kullanılmaktadır. (1295 tarihli Menafii Umumiye için istimlâk kararnamesi; Belediye istimlâk k. ).
Resmî ehlivukuf: ehli vukuf sıfaiıyle rey vermek üzere kanun ile veya kanuna dayanarak, idari bir karar ile tayin edilen kimselerdir (Adli Tıp K.; Gümrük K.).
EHLİYET (lâi. capacitas, facultas — aim. Fdhig-keît. — fr. capacite. — ing. capacity, ability/.
1 — Hukuk süjesinin haklara sahip olması, haklarını kullanması, vazife, mükellefiyet ve mesuliyetler yüklenebilmesi hali:
a) Medeni ehliyet: Hukuk süjesinin medeni haklardan istifade etmesi ve onları kullanması ehliyeti (MK. 8, 9, 46);
b) Cezaya ehliyet: Hukuk süjesinin cezalandırılabilmesi ;
c) Siyasi ehliyet: Hukuk süjesinin siyasi haklardan istifade etmesi, mükellefiyetlere muhatap olması ve siyasi hakları kullanması (TEK. 10, 92; intihabı Mebusan K.; Askerlik Mükellefiyeti K. 1, 2);.
d) Evlenme ehliyeti: Evlenme akdini yapabilmek hususunda hukuk süjesinin haiz bulunduğu ehliyet. Medeni Kanuna göre on yedi yaşını bitiren erkek ve on beş yaşını bitiren kadın evlenebilir. On beş yaşını bitiren erkek ve on dört yaşını bitiren kadın da fevkalâde hallerde veya pek mühim sebeplerle ana ve babasının veya vasisinin muvafakatiyle, hâkim tarafından evlen-miye mezun kılınabilir (MK. 88).
e) Ticari ehliyet: Münferit tacir sıfatiyle ticaret yapabilmek hususunda hukuk süjesinin haiz olduğu ehliyet (TK. 4-8).
2 — (Ahliyyat) İslâm hukukunda hak ve vecibelere salâhiyet. İki nevidir:
a) Ehliyeti vücup : leh ve aleyhte olan hukukun vücubuna salâhiyet". Ehliyet-i vücup zimmetle hasıldır ;
b) Ehliyet-i edâ : insanın müted-dünbih ve muteber olabilecek veçhile kendisinden fiil çıkmasına salâhiyettir ki, iki türlüdür: ehliyet-i kaasıra, ehliyet-i kâmile.
Ehliyet-i kaasıra : kaasır akıl ile sabit olan kaasır kudret ile ve ehliyet-i kâmile, kâmil akıl ile sabit olan kâmile kudret ile subut bulur. Küçük ile ma'tuhun ehliyeti kaasıra ve akil baliğin ehliyeti, ehliyet-i kâmiledir.
EHLİYETSİZLİK falm. Unföhigkeit. — fr. inca. pacite. — ing. incapacity, inability, disability/.
Hukuk süjesinin; haklara sahip olması, haklarını kullanması; vazife, mükellefiyet ve mesuliyetler yüklenebilmesi hallerine sahip olmaması (MK. 10; CK. 46, 53).
EİMME-1 ERBAA (A'imma-i Arba'a) Müslümanların en büyük müçtehitlerinden, en meşhur hukuk alimlerinden olan İmam-ı Azam ile İmam-ı Mâlik, İmam-I Şafii ve İmam-ı Ahmed-ibn-i Hanbel'e itlak olunur.
EKBER EVLÂT HAKKI [aim. Erstçeburtsrecht.
— fr. droit d'atnesse. — ing. right of primogeniture.
— lût. ius primogeniturae/.
En büyük çocuğun, mirası tamamen veya kardeşlerinin alacakları hisseden fazla miktarda almasını ifade eden kaide. Halen dünya yüzünde pek az yerde cari. dir. İngiltere buna misal gösterilebilir.
Eski Kanunu Esaside saltanat makamı Osmanlı hanedanından en büyük erkek evlâda kalırdı. Birçok vakıflarda mütevellilik vakfedenin ekber evlâdına (en büyük çocuğuna) tahsis edilmiştir.
EKONOMA /aim. Werkkonsum. — fr. iconomatj.
İşçilere veya bunların ailelerine yiyecek, içecek, giyecek ve yakacak gibi zaruri ihtiyaçlara ait ve işçiler tarafından kendi başlarına tedarik edilmesi güç olan maddeleri onlara faydalı bir surette satmak üzere İktisat Vekâletinin izniyle açılan veya şehir ve kasabalardan uzak iş yerlerinde işçiler veya bunlara müştereken iş veren tarafından açılmamış ise iş verenin açmağa mecbur olduğu satış yerleri. İşçiler bunlardan alış veriş etmeğe icbar edilemezler (İş K. 27 ve Nz.).
EKSEKUVATÜR bk. Tenfiz kararı. EKSERİYET (aim. Mehrheit. — Jr. majorite. — ing. majority — lât. major pars, major numerasj.
Bir şahıs veya bir fikir için toplanmış olan reylerin o şahsa veya fikre üstünlük temin eden miktarı. Üç suretle olur:
1 — Mutlak ekseriyet (aim. absolute Mehrheit. -fr. majorite absolue. — ing. absolute majority/. Bir tarafta toplanan reylerin, verilen bütün reylerin yarısından fazla olmasıyle teşekkül eden çokluk. Yüz kişi ile toplanan bir heyette en az 51 ve daha ziyade kimse;
2 — Nisbi ekseriyet /aim. relative Mehrheit. — fr. majoriti relative. — ing. relative majority/: toplanan reyler yekûnunun yarısından fazla olması lâzım gelmeksizin, yalnız diğer rey topluluklarının haiz oldukları rey adetlerinden ziyade olmakla muteber olan çokluk. Yüz kişilik bir heyette 40 ın, daha aşağı miktardaki rey topluluklarına nazaran vaziyeti gibi.
3 — Mukayyet (mevsuf) ekseriyet /aim. qualifi-zierte Mehrheit.— fr. majorite restreinte.— ing. qualified majority/. Verilen bütün reylerin yarısından fazla-siyle hasıl olmayıp kanunun yarıdan daha ziyade bir miktarda reylerle muteber saydığı çokluk. Yüz kişilik heyette üçte iki kaydı var ise reylerin en az 67 olması gibi.
H. L. 6
82
EK SİGORTA — EMAN BİL-KİNAYE
EK SİGORTA [aim. Nebenversicherang. — fr. assurance - jointe].
Maluliyet sigortasının bir hayat sigortasiyle veya hastalık, kaza, ibtiyaılık sigortalariyle birleşmesi halinde aldığı isimdir. Maluliyet sigortası gibi bir sigortama kendisiyle birleştiği asıl sigortaya ait poliçeye ek bir mukavelename tzeyiljame; tanzim oluaur. Buna göre, sigortalı gereK tabii gerek arızi bir maluliyete düşerse hayat sigortacı po!iç2âi dola/isiyle ödemiye mecour oldjğu primi tediye etmeyecek bunu onun yerine şirket yapacaktır.
EKŞİLİME bk. Artırma v» eksiltme.
EKSPER /aim. Saehverstândiger, Fachmann, Be-gutachter, Experte. —- fr, expert. — ing. expert. — lât. artış peritusj.
1 — Gümrük eksperi: gümrüğe gelen ve gümrük resmine tâbi bulunan eşyanın tariıeye tatbikinden doğan ihtılaıları halletmek üzere meıkezce tayin olunan ve bu eşyanın hikemi ve kimyevi vasıtlariyle gümrük tariıesi üzerinde ihtisası bulunan kimse.
2 — hesap eksperi: gerek kazanç ve gerek muamele ve istihlak veıgıleri tahakkuklarına esas olmak üzere ilgili mukelleiler taratından varidat şubelerine verilen beyannameler muhteviyatının bu mükellet müesseselerin tutmağa ve ibraz etmeğe mecbur oldukları deiter ve kayıt ve vesikalar üzerinde tatbikat yapaıak hakikate uygun olup olmadığı ve eksik matrah bulunup bulunmadığı hakkında rapor veren ve vasılları ve tayın şaıtları kanunla belirtilen mütehassıs kimseler.
3 Tutun eksperi: tutun satın alma, işleme ve bakım işlerinde ihtisaslarından istiıade olunan kimseler. Bunların resmi olanları maaşlarının derecesine göre Uum-rük ve inhiaaılar Vekâletince veya Umum Müdürlüğünce tayin olunuılar.
EKSPERTİZ bk. Keşif ve muayene.
EKZARHL1K [aim. Exarchat. — fr. exarchat. — ing. exarchatusj.
Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyeti altında yaşayan bulgarların Rum Patrikhanesiyle aralarında çıkan İhtılar ve mücadeleler üzeıine Rum Patrikhanesinden ayrılarak teşkil ettuderi ruhani müessese.
ELÇİ [aim. Gesandter (im weiteren Sinnı). — fr. envoye diplomatique. — ing. diplomatic envoy. — lât. legutusj.
Devletlerin birbirlerine, karşılıklı münasebetlerinde, kendilerini yekdığeıi nezdinde temsil etmek veya dış idleri çevirmek üzere gondeıdikleri diploması memurları, 18l5 Viyana Kongıesındenberi elçiler, aşağıdaki similars ay ılımaktadır:
1 — birinci sınıf: a) Büyük elçi [aim, Botschaf-ter,— fr. ambassadeur.— ing. ambassador/. Devlet Reisi nezdinde kendi devletinin reisini temsil eder. Bu sılatla devlet reisinden doğrudan doğruya mülakat istiyebilir. Teşrifatta diğer sınıf elçilere Üstün tutulur. Büyük elçilerden daimi surette vazife görenler «alelade büyük elçi», muvakkat bir vazife ile gönderilenlere «fevkalâde büyük elçi* denmektedir, b) Papanın elçileri iki kısımdır: 1) Papanın fevkalâde murahhası [aim. Legat.- fr, legat. — ing. legate. - lât. legatusj. Bunlar muayyen bir vazife için gönderilirler ve kardinaller arasından intihap edilirler. 2) Daimi olarak gönderilen murahhas [lât. nunti-
us apostolicus. — aim. Nuntius — fr. nonce. — ing. nuncio, papal nuncio/. Her ikisi de büyük elçi ile aynı hak ve imtiyazları haizdir. Katolik devletlerin büyük elçileri tekaddiim haklarını papa elçisine terk etmektedirler.
2 — İkinci sınıf: a) Orta elçi /Gesandter, bevoll-mâchtigter Minister. — fr. ministre plenipotentiaire. — ing. minister plenipotentiary]. Devlet reisinin şahsını değil, vazifesinin mevzuunu teşkil eden işlerde memleketini temsil eder. Nezdinde bulunduğu devletin reisinden Hariciye Vekili vasıtasiyle mülakat istiyebilir. b) İkinci sınıf papa elçisi [aim. Internuntius. — fr. internonce. — ing. internuncio.— Ifit. internuntiusj¦ Birinci sınıf papa elçilerine tanınan takaddüm hakları bunlara tanınmamıştır.
3 — Üçüncü sınıf: Mukim elçi - [aim. Ministerre-sident. — fr. ministre resident — ing. minister resident]. Bu sınıf 1815 Viyana Kongresi Nizamnamesinde yoktu; sonradan 1818 Ekslaşapel Protokolü ile ilâve edildi.
4 — Dördüncü sınıf : Maslahatgüzar. ( iş güder ) [aim. Geschâfstrager. — fr. charge d'affaires. — ing. charge d'affaires]. Bunların itimat mektupları bir devletin hariciye vekilinden diğer devletin hariciye vekiline gönderilir. Ekseriya mukim elçi yerine kaim olurlar. Devlet reisinden mülakat istemeğe hakları yoktur.
ELÇİLİK BİNASI [aim. Botschaft (Gebâude), Gesandtschaft (Gebâude), Gesandtschaftshotel. — fr, hotel d'ambassade, hotel de legation. — ing. embassy, legation].
Elçiliğin resmi işlerinin görüldüğü bina. Diploması imtiyaz ve muaiiyetleri elçilik binasına olduğu gibi el-çinin resmen işgal eylediği diğer mahallere de şamildir.
ELDEN HİBE [aim. Handschenkung. — fr. don manuel — ing. executed gift—lât. donatio perfects (per traditionem) ].
Bağışlama kasdına dayanan bir tasarruf muamele-sidir ki bununla bir kimse kendisine ait olan bir menkul d diğerine teslim ve temlik eder (BK. 237).
ELVİYEYİ MÜSTAKİLLE (elviye-i gayr-i mülhaka) (Alvi)a-i Mustakilla) Vilâyete tâbi olmayıp müstakil ve merkeze bağlı olan livalardır ki vaktiyle Antalya, İzmit, Samsun, Muğla, Çanakkale gibi livalar bu kabildendi.
ELVİYEYİ MÜLHAKA (Alviya-i Mülhaka) Müstakil olmayıp vilâyetleıe bağlı olan livalar idi. Geıek müstakil, geıek mülhak livalaıın başında bulunan idare âmirine «mutasarrıt» denildi.
ELVİYEYİ SELÂSE (Alviya-i Salaşa) Eski Kars, Ardahan, Artvin livaları.
EMAN (Aman) Emniyet altında olduğu hakkında düşmana verilen söz veya yapılan işaret.
EMAN BİL-KİNAYE (. Bi-'I Kınaya) Ema-nı karine ile anlatan bir tabir veya bir işaret ile verilen eman: «Geliniz» diye hitabedilmesi gibi ki, kendilerine hitabedilen kimseler bunun eman olduğuna zahip bulundukları takdirde emana kavuşmuş oluılar. Parmakla semaya doğru işaret edilmesi de bu kabildendir.
EMAN BİL-KİNAYE — EMİR
83
İslâm erkekleri tarafından sesi işitilmiyecek kadar uzak bir mesafede ve kendi kuvvetleri arasında bulanan bir düşman eri, müslümanların bulundukları tarafa silâhsız olarak gelip sejini işittirecek bir mesafede eman dilediği takdirde emana nail olmuş olur, artık kendisi fey yani ganimet addedilemez.
EMAN BİL KİTABE (- Bî-'l-Kiıâba ) Harb
edenlere yazılı eman gönderilmek suretiyle verilen eman-dır ki, sözle verilen eman gibidir.
EMAN-I ÂM (-i'Âmm) Bütün harbeden düşmana verilen genel bir emandır ki, bu bir «müsalâha» demektir.
EMAN-I HAS (- i Hâjş) Salahiyetli bir ferdin düşmandan bir veya müteaddit- şahsa vermiş olduğu emandır ki, buna riayet olunur.
EMAN-I MUVAKKAT (- i Muvakkat) Muayyen bir zamana kadar verilen emandır ki, o müddetin nihayet bulmasiyle sona erer.
EMAN-I MÜEBBET (Mu'abbad) «Sulh yapmak» demektir ki, iki tarafın biribirine karşı harb etmemek üzere silâh bırakmaları ile otur. Muharip bir kavmin «akd-ı zimmeti» kabul etmesi dahi bn kabildendir.
EMAN-I SARİH (-i Sarih) «Sana eman verdim» ve «siz eminsiniz» ve «size bir zarar yoktur» gibi bir tâbir ile verilen eman.
EMANET 1 — bk. Vedia.
2 — (Amanat ) Emin sayılan kimse nezdinde bulunan şey. Gerek vedia gibi saklamak için emanet edilsin ve gerek mecur ve müstaar gibi bir akit zımnında emanet, olsun ve gerek bir gûna akit ve kast olmaksızın bir kimsenin eline kendiliğinden emanet geçsin.
Rüzgâr ile bir kimsenin evine komşunun bir malı düşse akit ve muhafaza kasdi olmadığı halde o mal ev sahibi yanında emanettir.
EMANETEN İDARE 1 — [ ( verginin emaneten idaresi) aim. Steuerpacht— fr. ferme de l'impöt.— ing. tax-farming — lât. redemptio (locatio) vectigaliamj.
Verginin emaneten idaresi : İltizam usuliyle ciba-yeti temin edilmekte olan bir kısım vergi ve gelirin her hangi bir sebeple mültezimine ihalesi mümkün olmıyan hallerde o vergi ve gelirin devlet veya belediye memurları tarafından ve iltizamdaki usule göre tahsil ve ciba-yeti mânasını tazammun eden bir tâbirdir. İltizam usulü ile cibayet edilen vergi hemen hemen kalmamış gibidir.
2 — İnşaatın emaneten idaresi: [aim. Eigenregie (Verwaltungsrecht I. — fr. regie au risque et perils de Ventrepreneur]. Her hangi bir inşaat veya esaslı bir tamiratın müteahhidine ihale suretiyle temin edilmeyerek bu gibi işlere muktazi malzeme ve İptidai maddelerin, canlı ve cansız vasıtaların hükümet taratından tedarikiyle inşaatın bizzat hükümet eliyle yaptırılması (emanet usulü).
EMANETEN TEVDİ [aim. Hinterle?ung. — fr. consignation. — ing. lodgment (with a public authority), deposit (at the deposit office). — lât. depositio in publico loco, obsignatio et depositio judicialisj.
Alacaklının temerrüdü üzerine, eda mevzuunun borçlu tarafından, hasar ve masratları alacaklıya ait olmak üzere, bir mahalle bırakılmasıdır. Bu suretle borçlu olduğu şeyi veren kimse borcundan kurtulur.
Verilecek mahalli, tediye yerindeki hâkim tayin eder. Ancak ticari eşya, hâkimin kararı olmaksızın dahi bir ardiyeye tevdi olunabilir (BK. 91).
EMANET USULÜ bk. Emaneten idare.
EM VRE [lât. indicium, arçamentnm.— aim. indi-zien.— fr. indice (comme bate de la preuve). — ing. circumstantial evidence].
Bir fiilin ikamı, ihmalini teyid eden ve fakat başlı başına bir delil mahiyet ve kuvvetinde olmıyan vakıadır ki, diğer delilleri tamamlamak için hâkim tarafından nazara alınabilir: kendisine suç .isnadolunan kimse üzerinde ve suçun ikaı sırasında elde edilen silâhın henüz atılmış olması, mahkeme dışında borç ikrar eden kimsenin bu ikrarını teyidedecek mahiyette fiil ve hareketleri gibi (HMUK. 236).
Ticari ihtilâllarda hâkim emarelere dayanarak hüküm verebilir (TK. 680).
EMARET (Amârat) Doğrusu (İmaret» ise de Osmanlıcada emar't şeklinde kullanılmıştır.
Emirlik, bir kavmin, bir memleketin veya mahdut bir cihetin reisliğidir. İki kısma ayrılır :
1 — Emaret-i âmme: bir beldenin, bir iklimin bütün işlerine taallûk ed;n emirliktir. Bu halde emir olan zat bulunduğu yerde milleti himaye, hudut ikame, cuma ve bayram namazları gibi dinî vazifelere reislik, hâkimleri tâyin, hacılara yardım, orduları idare, vergileri cibayet, düşman ile harbe girmek gibi bütün memleket işlerine tevelli eder.
Bu emaret iki suretle olur:
a) Emaret-i istikfadır ki ülülemrin ihtiyariyle tevcih edilmiş olur.
b) Emaret-i istilâdır ki, ulülemir-tarafından zaruretle tevcih edilmiş bulunur.
2 — Emaret-i hassa : Ordu kumandanlığı, harb kumandanlığı gibi memleketin muayyen, mahdut işlerine taallûk eden emirliktir.
3 — bk. Eyaleti mümtaze.
EMARET-ALEL-CİHAD (Amârat 'Ala-'l-cihad) Harbe kumandanlık. İki kısımdır:
1 — Yalnız orduyu idare, harb işlerini görmeye maksur bulunan emarettir. Bu nevi emaret-i hassa demektir.
2 — Harbi idare, ganaimi -taksim, müsalaha akdi gibi bütün harb işlerine şamil olan emarettir. Bu da bir emaret-i âmme mesabesindedir.
EME (Ama) Cariye. Mukabili «hürre»dir.
EMIN-1 BEYTÜLMAL (Amî.ı-i Bayt Ulmfil) Devletin hazinesi işlerine bakan memur. Şimdi Maliye Vekili, delterdar, malmüdürü gibi.
EMİN-1 KADI (Aıuîn-i kail) Kadı'nın bir hususa memur eylediği kimse.
EMİR [aim. Befehl. Dienstbefehl, Weisung (des Vorgesetzten). — fr.ordre, commandement, injonction. — ing. order, commend. — lât. jussum, praeceptum]'.
1 — (AH): âmme hizmetlerini sevk ve idare ile mükellef olan ve mahiyetleri itibariyle bir silsile takip eden teşekküller tarafından maduna karşı kanuna uygun olarak kullanılan otorite tezahürüdür. Kanuna aykırı olan emre itaat, memuru mesuliyetten kurtarmaz ^T.E.K 94; Memurin K. 40).

84
EMİR — EMNİYET TEDBİRLERİ
• 2 — (AsH)-: Emir, hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair suretle ifadesidir (Ordu Dahili Hizmet K. 8). Askerlikte âmirin verdiği bir emir ceza kanunlarının bir hükmünü ihlâl ediyorsa bu emrin yapılmasından dolayı, prensip itibariyle, emri veren mesul olur. Ancak, verilen emrin hududunu aşmış veya emrin bir suç maksadı taşıdığı kendisince malûm bulunmuş olursa, âmirin fiiline şerik olur (AsCK. 41; CK. 49, 60, 174, 243, 526).
EMİR LİMANI [aim. Orderhafen. — fr. port d'ordre.— ing. port of cali]..
Yolculuğun asıl hedefi hakkında, yani gemiyi veya yükü nereye sevketmesi lazım geleceği hususunda kiralayan veya yükletenden emir almak üzere kaptanın gemisiyle gidip bekleyeceği liman. Bu emri kiralayanın veya yükletenin kendiliklerinden vermeleri lâzımdır; emir limanında bekliyen kaptanın bunlardan aynca talimat istemeye mecburiyeti yoktur.
EMİR-ÜL-MÜMİNİN (Amir ul -mu'minin) Bütün müslümanların din ve dünya işlerinde reisliğini haiz bulunan kimse. Halife müradilidir.
Bu unvan, ilk evvel halife ömere verilmiştir.
EMİSYON bk. İh raç. I
EMLÂK-1 EMİRİYE bk. Âmme hükmî şahıslarının malları.
EMLÂK-1 HASSA bk. Hazine-i hassa
EMLÂK-1 MİLLİYE bk. Âmme hükmî şahıslarının malları.
EMLÂK-1 SIRFA (Amlâk-i Şirfa). Yeri ve üzerindeki binalar ve ağaçları mülk olan gayrimenkuller.
EMLÂK VE ARAZİ VERGİSİ bk. Arazi vergisi, Bina vergisi.
EMLÂK VE EYTAM BANKASI Bina ve üzerine bina yapılacak arsa sahiplerine ipotek mukabilinde ödünç para vermek üzere doksan dokuz sene müddet ve yirmi milyon lira sermaye ile anonim şirket şeklinde kurulan banka. Lâğvedilen eytam sandıklarında mevcut paralar da devletin kefaleti altında bu bankaya tevdi edilmiştir. Banka bu mevduata %7,5 faiz ve sermaye sahiplerine verilen faiz çıkarıldıktan sonra safi kârdan %15 hisse verir.
Maliye Vekâleti, bankanın sermayesine, devlet emlâkinden on milyon lira kıymetinde bir miktarı' bankaya devretmek suretiyle iştirak eyler. Bankanın umumi surette teftiş ve murakabesi Maliye Vekâletine aittir. Bankanın idare uzuvları anonim şirketlerde mevcut vasıtalardan ibarettir (844 No. K.).
EMNİYET-1 SUİİSTİMAL (aim. Unterschlagung, Verantreuung.— fr. abus de confiance, detournement.— ing. embezzlement.— lât. furtum, furtum improprium (contrectio fictaJJ.
Bir kimsenin başka una ait olup da iade veya muayyen bir surette kullanmak üzere kendisine verilen veya her ne namla olursa olsun teslim olunan bir şeyi kendisinin veya başkasının menfaatine olarak satması, rehnetmesi veya sarf ve istihlâk etmesi yahut saklaması ve inkâr eylemesi yahut tahvil ve tağyir etmesinden ibaret takibi zarar gören şahsın şikâyetine bağlı cürüm (CK. 508 - 511).
EMNİYET-1 UMUMİYE NEZARETİ ALTINA ALINMAK [aim. Stellung unfer Polizeiaufsicht. — fr. mise sous la surveillance speciale de l'autorite de sürate publique.— ing. being subject to the supervision of the police].
Kanunun tesbit ettiği hallerde, mahkûmun asli cezayı ikmal ettiği veya kısmen veya tamamen affolunduğu günden itibaren on beş gün zarfında hangi mahalde ikamet etmek istediğini salahiyetli makama bildirmeye mecbur tutulmasını ve kanuna tevfikan kendisine verilecek ten-bih ve ihtarlar dairesinde hareketle mükellef olmasını icabettiren ve nezarete tâbi olduğu müddet zarfında muayyen bazı yerlerde ikametinin memnuniyetini ihtiva edebilen emniyet tedbiridir (CK. 28, 42).
EMNİYET SANDIĞI Türkiye Cumhuriyeti Z iraat Bankasına bağlı, hükmi şahsiyeti haiz ve bankanın mü-rakabasına tâbi bir müessese olup müdürü ve murakıpları Ziraat Bankası idare meclisinin teklifi üzerine İktisat Vekâleti tarafından tayin edilir. Bilançosu, Ziraat Bankası Umum Müdürlüğü ile İdare Meclisi tarafından kabul edildikten sonra İktisat -Vekâletince Bankanın umumi heyetine tevdi olunur.
Faaliyet merkezleri şimdilik İstanbul ve Ankara-dadır. Ziraat Bankası idare meclisinin kararı ile İstan-bulun muhtelif semtlerinde ve memleketin diğer şehir ve kasabalarında şube ve ajanslar açar ve açılanları da icabında kapatır.
Sandık vadeli, ihbarlı ve vadesiz tasarruf tevdiatı alır ve sahiplerine tasarruf bonoları veya cüzdanları verir. Bir kimsenin tasarruf hesabına yatırdığı paraların bin liraya kadar olan kısmı faiz müstesna olmak üzere haczedilemez.
Sandık halka ihtiyaçlarını gidermek maksadiyle borsalar tarafından kabul edilen hisse senetleri ve tahviller, altın ve gümüş paralar veya külçeler, platin, altın, gümüş, inci, elmas, pırlanta ve sair kıymetli şeyler, halı, kilim, örtü, biblo, ev ve giyim eşyası ile fotoğraf makinesi, kitap ve saat gibi zata mahsus maddeler, güzel sanat eserleri, karşılık gösterilmek şartiyle ödünç para verir.
Gayrı menkullerin ipotek edilmesi mukabilinde taksitlerle ve en fazla üç sene müddetle para ikrazına ve nizamnamede gösterilen diğer muamelelerin icrasına da salahiyetlidir (3202 sayılı kanun 25; İstanbul Emniyet Sandığı nizamnamesi).
EMNİYET TEDBİRLERİ (aim. bessernde und .
sichernde Massregeln, Massregeln der Besserung und
der Sicherung. — fr. mesures de surete. — ing. corrective (reformatory) measures].
Cemiyeti suçlara karşı korumak maksadiyle suçlularla yapılan nvücadelede tazyik vasıtalarını ve cezaları kuvvetlendiren şahsi ve men edici bir takım tedbirlerdir. Bu tedbirlerden bir kısmı, suçlunun şahsi hürriyetini bağlıyarak diğer Suçlar işlemesine imkân bırakmıyan maddi ve men edici tedbirler ve bir kısmı da suçlunun ruhi ve manevi cihetlerden üzerinde tesir yaparak onu İslaha yarıyan manevi ve men edici tedbirlerdir: Suçlunun bir sıhhi müesseseye veya bir mektebe konulması gibi. Diğer bir kısmı da suçlunun hürriyetine dokunmaz, fakat onun cemiyete karşı muhtemel zararlarının önünü alır: Suçlunun Umumi Emniyet
EMNİYET TEDBİRLERİ - ENGİZİSYON Sİ6TEMİ 85
idaresinin nezareti altında bulundurulması gibi. Bu tedbirlerden bazıları şunlardır: suçlunun bir ziraat müessesine, bir fabrikaya, bir sıhhat müessesesine, adli bir islâh müessesesine konulması, hürriyetinin nezaret altına alınması, muayyen yerlerde ikametinin veya müskirat satan yerlere girmesinin men'i.
EMPERYALİZM [aim. Imperialismus.— fr. impe-rialisme.— ing. imperialism].
Başka devlet veya milletleri kendi siyasi veya. iktisadî nüfuza altına almak istiyen devletin siyaseti.
EMPREVİZYON bk. Beklenilmiyen vaziyet.
EMRE MUHARRER SENET [aim. Eigenwechsel, Solaıuechsel, trockener Wechseh— fr. billet â ordre. — ing. promissory note].
Bir şahsın başka bir şahsa veya onun emir ve havalesine tayin edilen bir vadede muayyen bir meblağı ödeme teahhüdünü havi hususi şekil ve hükümlere tabi ticari senet (poliçe, emre muharrer .senet ve çek). Bunlar ciro usulü ile tedavül eder
EMRE MUHARRER SENETLER [aim. Orderpa-piere. — fr. titreş d ordre, papier â ordre. — ing. instrument i bili, note) payable to ordre].
İçine «emre» veya «emir ve havalesine» kelimeleri yazılı ve ciro suretile temliki caiz olan (poliçe, emre muharrer senet ve çeklerden gayrı) kıymetli evrak ve senetler (konşimento, nakliye senetleri, sigorta poliçeleri, varantlar, TK. 804, 890, 926, 991).
EMR-1 ÂLİ Eski hukukta padişah tarafından verilen emre denirdi.
EMR-1 SAMİ Eski hukukta Sadaret makamından yazılan emirnameye denirdi,
EMTİA [aim. Ware. — fr. marchandise. — ing. goods, merchandise, ware, commodity. — lût. mer.y].
Ticarette kullanılan bir terim olup, ticaretin mevzuunu teşkil eden her türlü menkul malları ifade eder.
EMVAL-1 BATINA (Amval-i B itina). Saklanması mümkün olan mallar. Altun, gümüş gibi.
EMVAL-1 EYTAM Yetimlerin, mecnun ve matuh gibi diğer kaasırların malları. Yetim mallarının muhafaza ve idareleri eski nizam ve emirlerle olup daha mufassal olarak 7 rebi-ül-ewel 1268 tarihli nizamname ile muahharan diğer nizam ve talimatnamelerle ve en son 4 rebi-ül-evvel 324 ve 3 nisan 322 tarihli nizamname ile tayin olunmuştu.
EMVAL-1 EYTAM MÜDÜRİYETİ Yetim ve kaasırların mallarını muhafaza etmek ve nemalandırmak ve bunların nafakalarını vesikalarına göre veli ve vasilere vermek ve rüştlerini ispat edenlerin mallarını kendilerine teslim eylemek vazifeleriyle mükellef olmak üzere merkez ve mülhakatta tesis olunan memuriyet idi.
EMVALİ GAYRIMENKULE bk. Gayrimenkul mallar.
EMVAL-1 MENKULE bk. Menkul mallar.
EMVAL-1 METRUKE Hükümetçe görülen siyasi ve idari lüzum ve zarurete binaen bulundukları yerden başka yerlere naklolunan ve kendiliklerinden bulundukları yeri terkederek tegayyüp, müfarakat veya ecnebi
memleketlere, yahut emval-i metruke kanunlarının neşir olunduğu tarihte düşman işgali altında bulunan yerlere kaçan gayri müslüm unsurların bıraktıkları gayrimenkul mallar.
Bu mallardan icareteyinli musakkaflar evkaf hazinesine ve diğerleri maliye hazinesine 1331 senesi mukayyet kıymetleriyle intikal etmiştir (Ahar mahallere nakil olunan şahısların emval, duyun ve matlubat-ı metrûkesi hakkındaki 13 eylül 1332 tarihli kanunla bu kanunun bazı maddelerini değiştiren 15 nisan 339 tarihli kanunla ve bu kanunlarla alâkalı talimat ve kararlar).
EMVAL-1 UMUMİYE bk. amme hükmi şahıslarının malları.
EMVAL-1 ZAHİRE (Amvâl-i zahira) Saklanması mümkün olmıyan mallar: Emlâk, ekinler, ağaçlardaki meyveler, mevaşi gibi ki, bunlar şer'an vergi mevzuudur.
ENCÜMEN-1 ADLÎ bk. Adliye encümeni.
ENCÜMEN-1 DAİMÎ bk. Vilâyet daimi encümeni.
ENCÜMEN-t DANİŞ [lât. academia.— aim. Aka-demie (früher üblich getuesene Bezeichnung). — fr. academic — ing. academy/.
Garp memleketlerinde fennî, edebî, bediî ve diğer bu kabil müesseselere alem olan «akademi» kelimesinin mukabili olarak alınmıştır. Tanzimat devrinde düşünülen darülfünunda okutulacak ilimlere dair açık Osmanlıca ile yazılmış kitapları hazırlamak gayesiyle bir «Encümeni Daniş» kurulmuştu. Mustafa Reşit, Âli, Ahmet Vefik paşalar bu encümenin azaları arasında idiler.
ENCÜMEN-t İNTİHAP bk. İntihap encümeni.
ENDERUN İç manasınadır. Fatih zamanında enderûn ve birûn (iç ve dış) unvaniyle iki teşkilât vücude getirilmişti. «Enderûn» saray teşkilâtının, «Birûn» memur ve ordu gibi umumi devlet teşkilâtının unvanı idi." Enderûn mektep esası üzerine teşkil olunmuş mükemmel bir program ve sıkı bir inzibatla ve küçük büyük ve has odaları namiy-fe üî sınıf üzerine kurulmuştu. Sınıfların dereceleri vardı. Ehliyetlerini ispat edenler bir dereceden diğerine terfi ettirilirdi.
ENFÂL (Anfâl) Ulü'l-emr tarafından harbe teşvik için bazı gazilere sehimlerinden ziyade tahsis ve ita edilen mallar. Müfredi «nefl» dir.
Enfâl kelimesi mutlaka ganaim ve âtay mânasına da gelir.
ENFLASYON [aim. Inflation. — fr. inflation. — ing. inflationj.
Ecnebi dillerde bu tâbir alelıtlak şişkinlik mânasında kullanıldığı zaman fiyatlarda enflasyon, itibarda enflasyon, bütçede enflasyon gibi şekiller alır.Enflasyonla bilhassa, mecburi tedavüldeki kâğıt paranın şişkinliği kast olunur ki, banka banknotlarının veyahut evrak-ı nakdiyesinin hakiki para ihtiyacı haricinde olarak piyasaya çıkarılması demektir.
ENGİZİSYON SİSTEMİ [aim. Inquisitionsprozess. — fr. systeme inquisitorial— ing. inquisitorial system}.
Ceza işlerinde, evvelce tatbik edilen bu sistemdeki muhakeme usulünde, mahkeme maznunlar hakkında ceza tatbiki işini resen üzerine alırdı. Bu suretle davacı, müdafi ve hâkimlik işleri bir şahıs üzerinde toplanırdı.
86
ENGİZİSYON SİSTEMİ — ESER
Maznun hâkimin tahkikatına yalnız bir mevzu teşkil ederdi. Bu usulde muhakemeler yazı ile ve gizli yap.lirdi. Delillerin kabule şayan olması da, hukuk dâvalarında olduğu gibi deliller hakkındaki kanuni hükümlere tâbi idi. Bu usulün zıddı «iddia ve itham sistemi» dir.
ENKAZ /aim. zugeführte Sachen, Trümmer (eines Houses), Haus auf Abbruch, Wrack.— fr. epave, debris, materiaux d'un bâtiment â demolir. — ing. wreckage, ruins debris. — lât. ruinae].
Su, rüzgâr, zelzele veya diğer tabiî kuvvetler va-sı t asiyle yahut her hangi bir suretle ait oldukları muhitten veya tâbi oldukları aslî cisimden ayrılmış olan şeyler. Asli cisim bir gayrimenkul olabileceği gibi bir menkul de olabilir Fakat bir gayrimenkula ait olan enkaz dahi daima menkul haline inkılâp eder. Ve menkul mallar hakkındaki hükümlere tâbi olur. Lukata hakkındaki hükümler enkaz hakkında da tatbik olunur, yani enkazı her ne suretle olursa olsun eline geçiren kimse kaybolan bir malı bulan kimse gibi, sahibine veya zabıtaya haber vermekle mükelleftir (MK. 698, 693 vd.).
ENVANTER bk. müfredat cetveli.
EN ZİYADE MAZHAR-I MÜSAADE DEVLET ŞARTI [aim. Meistbegünstigungsklausel. — fr. clause de la nation la plus favorisee. — ing. most-favoured, nation clause].
Bir devlet tebaasına veya eşyasına gösterilmiş veya gösterilecek olan müsaadelerin diğer bir devlete teşmil edilmesini kararlaştıran ticaret muahedesi şartı. Bu şart en ziyade gümrük tarifelerinde görülür.
ER (Nefer) [aim. der Gemeine (Soldat). — fr. simple soldat. — ing. private soldier. — lât. caligatus, miles, manipularius (manipularis) ],
İhtiyaçları devlet tarafından deruhte ve temin olunan rütbesiz asker (Ordu Dahili Hizmet K. 2).
ERBAB-I HİDÂNE (Arbâb-i hiiâana) bk. Hidane.
ERHAM VE ENSAB (Arhâm ve ansâb) bk. Hısım, akraba.
ERŞ (Ar*) Azanın bedeli, yani ölümü mucip olanlardan başka vukubulan cinayetlerden dolayı verilmesi icabeden diyet. Miktarı muayyen olup olmamak itibariyle iki kısma ayrılır. Cem'i «Üruş» tur.
ERŞ-1 MUKADDER (-i Mukaddar) Uzuvlara mahsus, miktarı muayyen olan diyettir. Şöyle ki: el, ayak, göz gibi çift olan uzuvlardan her çittin ersi bir diyet-i kâmiledir. Yalnız birinin ersi diyet-i kâmilenin yarısıdır.
Kirpik, gözkapakları gibi adedi dört olan azanın dördünün ersi bir diyet-i kâmiledir. Her tekinin ersi diyet-i kâmilenin dörtte biridir.
İptal edilen lisanın, izale edilen aklın ersi de bir diyet-i kâmiledİT.
ERŞ-1 GAYRİ MUKADDER ( - i ğayr-i mukaddar) Uzuvlara mahsus, miktarı gayrı muayyen olup ehlivukufun usulü dairesinde takdir ve tayinine bırakılmış diyettir, bk. hükümet-i adil.
ESARET (Esirlik) [lât. servitus. — aim. Skla-verei.— fr. esclavage.— ing. slavery],
1 — Bir kimsenin başka bir şahsın hükmü altına
girişi, ferdin hak sahipliği vasfını kaybederek hak mevzuu haline düşmesi. Meselâ, eski Romada insanı her tüılü haktan mahrum eden, bir mal durumuna düşüren kölelik, hukukça tanınan bir müessese idi. Hususi hukuk münasebetlerine de taallûk ederdi. 2 — bk. Harb esiri.
ESAS HAKLAR bk. Türklerin siyasi hakları.
ESAS MUKAVELENAME bk. Esas nizamname.
ESAS NİZAMNAME [lât. stalutum.- aim. Statut, Satzung. — fr. statut. — ing. statute].
Hükmi şahısların ehliyet ve salâhiyetlerini' ve teşekkül gayeleriyle gelir membalarını ve teşkilatını gösteren mukavelenameye «nizamname», «esas mukavelename» veya «statü» denir. MK. 47, 49, 53 de «nizamname» ve TK 280, 292 de «esas mukavelename» tabirleri kullanılmıştır. Bu mânada olmak üzere kanunlarda «mukavelename» tabiri de kullanılmaktadır. Anonim şirketlerin esas mukavelenamelerine «statü» de denildiği gibi, «statü» tabiri hükmi şahsiyeti haiz olmıyan ihracatçı ve ithalâtçı birliklerinin çalışma tarzlarını gösteren esaslar hakkında da kullanılmaktadır. Esas nizamname, esas mukavelename veya bu mahiyette olan statüler hükmi şahısların teşekkülü hususunda kanunlarında gösterildiği veçhile tasdik ve tescil edildikten sonra ilgililer için objektif hukuk mahiyetindedir. Cemiyetler K. 2 «ana nizamname» tâbiri kullanılmıştır.
ESAS TEŞKİLÂT KANUNU bk. Teşkilâtı Esasiye Kanunu.
ESBAB-I HÜKÜM bk. Hüküm sebepleri.
ESBAB-I MAZERET [lât excusatio, causae excu-sationis. — aim. Rechtfertigungs - (Entschuldigungs -) gründe. — fr. excuses. — ing. excuse, exculpation].
Kanunun, cezayı azaltmak veya değiştirmek suretiyle hafiı.letmeye sebep olarak kabul ettiği özürler.
Esbab-ı mazeret tâbirinin 1274 ( 1855) tarihli mülga ceza kanununda mahdut ve mahsus bir mânası vardı. Fakat bugünkü Ceza Kanununda esbab-ı mazeret diye diğer «esbab-ı muhaflife» den ayrıca mülâhaza edebileceğimiz sebepler yoktur. Eski kanunun mazeret sebepleri de bugün kanuni tahfif sebepleri şümulüne girmiştir.
ESBAB-I MUAFİYET (Esbab-ı beraet) bk. Cezayı kaldıran sebep.
ESBAB-I MUHAFFİFE bk. Cezayı hafifleten sebepler.
ESBAB-I MÜCBİRE ( Kuvve-i mücbire) bk. Müc. bir sebepler.
ESBAB-I MÜŞEDDİDE bk. Cezayı ağırlatıcı sebepler.
ESBAB-I SÜBUTİYE bk. Sübut sebepleri.
ESBAB-1 TASARRUF (Asbâb-ı Tasarruf) Arzı mirîde tasarrufa salâhiyet veren hukuki sebepler: devletten tefevvuz, ahârden teferruğ, intikal, ihya, hak-kı karar gibi.
ESER
1 — bk. Fikrî haklar.
2 — Aşr Lügatte, alâmet, nişane, iz manasınadır. Istılahta hadis-i mevkufe, kelâm-ı selefe denir. Cem'i «âsâr» dır.
ESER - EŞYA-YI ZATİYE
87
(Hadis-i mevkuf, rivayet-i eshab-a varıp akıl ile idare olunabilecek bir mevzua ait bulunan hadistir).
ESHAB-I MATLUP Eski hukukta iflâs halinde bulunan şahsın alacaklarının kanuni topluluğu.
Bu alacaklılar ve müllisin mevcudu masa namı altında hükmi bir şahsiyet teşkil ederdi.
ESHAB-I FERAİZ (Aşhâb-i Farâ'iz) Mirasta muayyen farz, sehim sahibi olan verese. Bunlar 1) karı, 2) koca, 3) baba, 4) ced-di sahih (yani babanın babası ve bunun babası ve ceddi ilh.), 5) ana, 6' ana bir oğlan kardeş, 7) ana baba Bir kız kardeş, 8) ana bir kız kaıdeş, 9) baba bir kız kardeş, 10) kız, 11) oğlun kızları ve onların kızları, 12) cedde-i sahiha (yani babanın anası ve bunun babasının anası ve ananın anası ve onların anası ) dır.
ESHAB-I TAHRlC (Aşhâb-i tahrîc) İçtihada muktedir olmayıp mezhep usul ve kaidelerini vesair fıkıh hükümlerini ve bunların delil ve mehazlarını kavramış olduklarından sahib-i mezhepten veya mezhepte müçtehid olan zatın ashabından nakledilmiş olup da birçok cihet-leıe ihtimali olan bir muhtemel sözü tafsile ve iki cihete ihtimali bulunan müphem bir hükmü tavziha ve mevcut olmayan meselelerin hükümlerini mezhep usul ve kaidelerinden istinbat ve tahrice* muktedir olan kimseler.
ESHAB-I TEMYİZ (Aşh5h-i tamyîz) Tahriç ve tercih kudretini haiz olmayıp yalnız zahir-i mezhep ve zahir-i rivayet ile rivayet-i nadireyi tefrika ve mezhepte mevcut kuvvetli rey ve mütalâa ile zayıf mütalâayı ayırmağa muktedir olan kimseler.
ESHAB-I TERCİH (Aşhâb-ı tarcîh) Mezhepte mevcut sözlerden ve rivayetlerden birini diğerine tercih ikdidarları bulunan kimseler. Bunlar muhtelif sözler arasından «esas» veya «sahih» olan veyahut hassa veya kıyasa uygun olan budur gibi tabirlerle değişik sözlerden birini diğerine tercih ederler.
Eshab-ı tercih meleke-i tahrice malik olmadıklarından eshab-ı tahricten sonra gelirler.
ESHAM VE TAHVİLÂT bk. Menkul kıymetler.
ESlR bk. Harb esiri.
ESlR TİCARETİ bk. İnsan ticareti.
ESKİ HALE GETİRME flat, restitutio in integrum.— aim. Wiedereinsetzung in den vorigen Stand.— fr* restitution en entier. — ing. entire restitution].
1 — Muhakeme usulü hukukunda: usul kanunlarının veya hakimin tayin ettiği kati bir müddete mücbir sebepler dolayısiyle riayet edilmemesi yüzünden düşen hakkın iade olunması. «Hali sabıka irca» terimi de aynı anlamda kullanılır.
1 — Hukuk muhakemeleri usulünde eski hale getirmek için: 1) müddete riayetsizlik arzu ve ihtiyar haricinde Vaki olmalı; 2) kanun yollarına müracaat hukukan imkânsız bulunmalıdır. (HMUK. 166- 174).
II — Ceza muhakeme usulünde eski hale getirmek için: mücbir sebepler veya beklenilmiyen, sakınılması kabil olmıyan hadiseler neticesi olarak mehle riayet imkansızlığı hasıl olmalıdır (CMUK. 41-44).
2 — Eski halin iadesi [aim. Naturalrestitution. — fr. reparation en nature. — ing. restitution in kind/: Mala karşı yapılan zararın tazmin ve telati şeklidir ki
zararlı fiilin vukuundan evvelki vaziyetin iadesini tazammun eder.
ESLİHÂ-I MEMNUA bk. Memnu silâhlar.
ESNAF Umumiyetle sınaî mahiyette olmayarak daha ziyade el emeği sarfı ile mamuller vücuda getiren ve bunların satışı ile iştigal eden kimseler, bk. Küçük sanatlar.
Ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları ve ticaret borsaları kanununun birinci maddesinde esnaf «ister seyyar olsunlar, ister bir dükkânda veya bir sokağın muayyen mahallelerinde sabit bulunsunlar, ticareti nakti sermayesinden ziyade bedeni mesaisine istinad eden ve kazancı maişetlerini'temine kâfi olacak derecede az olan sanat ve ticaret sahipleri» diye tarif edilmiştir. Esnaf bulundukları yerin esnaf odalarına kaydolunmağa mecburdur (aynı kanun 3). Esnaf odalarının kurulduğu yerlerde 655 numrolu Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu hükümleri mülga olduğundan mevcut esnaf cemiyetleri yalnız cemiyetler kanununa ve kendi nizamnamesine göre devam edebilirler.
ESNAF CEMİYETLERİ [aim. Zünfte, Güden. — fr. corporations d'artisans. — ing guilds, corporations (of artisans;. — lât. corpus, collegium (artificum) ].
Ticaret ve tktisad Müdürlüklerine ve bulunmayan yerlerde, ticaret ve sanayi odalarına, ticaret ve sanayi odaları bulunmayan mahallerde de belediyelere bağlı olarak sanatlarının ilerlemesine yarayacak istekleri esnafa bildirmek ve onları teşvik etmek, esnaftan aciz haline düşenlere veya malûl olanlara yardımda bulunmak esnaf arasındaki esnallık işlerinden doğan ihtila.ları halletmek, esnaftan biri hakkında hükümetçe malûmat alınması veya bunlardan birinin kefalete rapdedilmesi lazımgelirse muavenet ve kanuni tebligata tevessül ve tahsilata delalet eylemek gibi vazifeleri yapmak üzere kurulan aınıne müesseseleridir. İsminin cemiyet olmasına rağmen hakiki cemiyet mahiyetinde değildir.
Esnaf cemiyetleri; Ticaret ve Sanayi Odaları Nizamnamesi (27 eylül 1341) ve Esnaf Cemiyetleri Talimatnamesi (23 eylül 1341) hükümleriyle tanzim edilmiştir. (Ticaret ve Sanayi Odaları K. 10).
4355 numıolu ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları ve ticaret borsaları kanununun (36, 37) tatbik edildiği yerlerde 655 numrolu ticaret ve sanayi- odaları kanunu mülga olduğundan esnaf cemiyetleri buralarda yalnız Cemiyetler Kanununa ve kendi nizamnamesine göre devam edebilirler.
EŞ [aim. Ehegatte, Ehegattin. — fr. conjoint. — ing. spouse. — lât: conjunx (cpnjux), vir et uxor].
Hukuk ilminde yekdiğerile evlenme mukavelesiyle bağlı olan karı ve kocadan her birini ifade eden tabir. Medeni hukuka göre: eşlerden her biri evlenme birliğinde ve miras hukukunda umumiyetle müsavi" hak ve vazifelere sahiptirler.
EŞYA SİGORTASI bk. Mal sigortası.
EŞYA-YI CÜRMlYE bk. Suç eşyası.
EŞYA-Yİ MÜŞKİLE (Aşyâ-yi mu«akkala) Karının da kocanın da kullanabileceği ve her ikisinin de işine yarayan eşyadır.
EŞYAYI ZATİYE bk. Zati eşya.
88
ETABLİ — EVLENME AKDİ
.ETABLİ [aim. der Niedergelassene (Lausanner Vertrag).— fr. etabli.— ing. settled].
Lozan muahedesine bağlı Türk - Yunan ahali mübadelesi mukavelenamesine göre mübadeleye tabi yerler ahalisinin Istanbulda yerleşmiş olanların mübadeleden hariç olduklarını ifade için kullanılmış fransızca kelime. Yunanlılarla bu kelimenin tefsiri yüzünden çıkan bir anlaşmazlık milletlerarası daimi adalet divanının 21 şubat 1925 tarihli ve 20 No. lu istişari kararına mevzu teşkil etmiştir.
ETİBANK Memleketimizde mevcut maden servetlerinin aranması, işlenmesi, işletilmesi ve elektrik istihsal ve tevzi işleriyle ve her nevi banka muamelele-riyle meşgul olmak üzere 2805 No. lu kanunla kurulan ve 3460 numrolu kanuna tabi olan, hükmi şahsiyeti haiz hususi hukuk hükümlerine tabi ve beş kişilik bir idare meclisi tarafından idare olunan iktisadî devlet teşekkülü.
ETİBBA ODASI [aim. Ârztekammer — fr. cham-bre des medec'ins.— ing. chamber of physicians].
Tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına dair K. 18 mucibince, tabiplerin meslekî haysiyet ve menfa-atlarına taalluk eden meseleleri rüyet ve teşkil edecekleri haysiyet divanları vasıtasiyle meslekî adaba riayetsizliği görülen tabipler, diş tabipleri ve dişçiler hakkında inzibati cezalar tayin ve tabipler arasında çıkan mesleke ait ihtilal ları hal ve tesviye eden teşekkül. Etibba odaları Sıhhat ve İçtmai Muavenet Vekâletinin tayin edeceği bölgelerde bulunur. (Etibba odaları heyeti idare ve divanı haysiyetleri azalarının evsaf ve sureti intihabiyle vaziieleri hakkında Nz; 7.)
EVKAF ( Avkâf) Vakıf kelimesinin cemi.
EVKAF-I HÜMAYUN ( - i Hümâyun) Padişahların ve onlara mensup olanların vakılları.
EVKAF-I HÜMAYUN MÜFETTİŞLİĞİ Evkaf-ı hümayuna ait muayyen bazı hususları rüyet etmek üzere ihdas olunan şeri memuriyet. 10 Rebiülahır 1250 tarihine kadar evkafı hümayunun teftişi, haremeyin vakıfları müfettişleri üzerinde iken bu tarihte evkaf-ı hümayun müfettişliği ayrılmıştır.
EVKAF-I MAZBUTA ( - i Mazbuta) Doğrudan doğruya vakıilar idaresi tarafından idare ve temsil olunan vakıflar. Eski hukuka göre üç kısımdır: 1) eski padişahların ve bunlara mensup olanların vakıfları, 2) tevliyet bakımından lehine şart edilenin tükenmesi üzerine evkaf teşkilatı tarafından zabt ve idare olunan vakıflar, 3) tevliyetleri lehine şart edilenlerin üzerinde bırakılıp kendilerine muayyen bir maaş verilen ve işleri evkaf teşkilatı tarafından idare ve temşiyet olunan vakıflardır. Birinci evkaf teşkilatı «vekil-i mütevelli» ikinci kısım «mütevelli-i mensup», üçüncü kısmı da «kay-makam-ı mütevelli » hükmündedir.
Vakıflar Kanununa göre 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan a) bu kanun, dan önce zabtedilmiş bulunan vakıflar, b) bu kanundan önce idaresi zabtedilmiş olan vakıflar, c) mütevelliliği bir makama şart edilmiş olan vakıflar., ç) kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar, d) mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şart edilmiş vakıflar, «Vakıflar Umum Müdürlüğü» nce idare olunur. Bunların hepsine birden «mazbut vakıflar» denir'.
EVKAF-I MÜLHAKA ( - i Mülhaka) Vakıflar idaresinin mürakebesi altında mütevellileri marifetiyle idare olunan vakıflar.
3513 sayılı ve 28 haziran 1938 tarihli kanuna göre 4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan a) mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şart edilmiş vakıflar, b) cemaatlarca idare olunan vakıflar, c) bazı sanat sahihlerine mahsus vakıflardır. Bunlar mütevellileri tarafından idare olunur ve hepsine birden «mülhak vakıflar» denir.
EVKAF MAHKEMESİ bk. Mahkeme-i Evkaf.
EVKAF NEZARETİ Bazı vakıfları idare etmek ve bilumum vakıilara bakmak üzere teşkil olunan Nezaretti ki evkafı hümayun nezareti namiyle rebiülevvel 1242 tarihinde tesis olunmuştu. Bugün bu vazife Vakıflar Umum Müdürlüğünce görülmektedir.
EVLAD EDİNME [tât. adoptio, adrogatio. - aim. Kindesannahme, Annahme an Kindesstatt, Adoption.— fr. adoption. — ing. adoption/.
Hakimin müsaadesiyle yapılan resmi bir akittir. Evlatlık, kendi hakiki ailesiyle olan bağlılığını muhafaza etmekle beraber evlatlıkla evlat edinen arasında akdi bir nesep alâkası meydana gelir. Evlatlığa alınmak için her hangi haklı bir sebep mevcut olsa bile çocuğun menfaatlarına aykırı gördüğü bir talebi hakim kabul edemez ıMK. 253 vd).
EVLÂDI BUTUN (Avlâd-i bulun) Bir kimsenin kız çocuklarının erkek ve kız çocukları.
EVLÂD-I SULBİYYE (AvlâJ-i şulbiyya) Vakıfta torunlar dahil olmaksızın yalnız çocukları anlatır. Bir adamın bizzat kendisinden hasıl olan çocuklarına denir. Bundan dolayıdır ki, bir adamın torunlarına o adamın evlâd-ı sulbiyesidir denemez.
EVLÂD-I-ÜM (Avlâd"i umtn) ölenin ana bir oğlan ve kız kardeşleri.
EVLÂDI ZUHUR (Avlâd-ı zulıür) Bir adamın öz erkek ve kız çocuklariyle erkek evladının erkek ve kız çocukları. Mukabili «evlad-ı butun» dur.
EVLENDİRME MEMURU [aim. Standesbeam-ter. — fr. officier de Vetat-civil prepose aa mariage. — ing. Registrar-General of marriages].
Evlenme akdini icra eden kimsedir ki belediye reisi veya evlenme işlerine memur ettiği belediye dairesindeki vekili ve köylerde ihtiyar heyetleridir (MK. 97, 108, 109).
EVLENME [lât. matrimonium, conjugium, nup-tiae. — aim. Ehe. — fr. mariage. — ing. marriage].
1 — Birbirleriyle evlenecek ve evlenme ehliyetini [aim. Ehe - (Heirats-) fâhigkeit.— fr. capacite de mariage. — ing. capacity of marriage] haiz olan kimselerin evlilik birliğini tesis gayesiyle ve karı koca olarak yekdiğeriyle birleşmek üzere meşru, müşterek bir hayat kurmaları (MK. 97).
2 — Ecnebilerle evli olan Türkler devlet memuriyetine tayin edilemezler. Memurin kanunudan evvel ecnebilerle evlenmiş memuılar Hariciye ve Millf Müdafaa Vekâletlerinde kalamazlar.
EVLENME AKDİ [lât. celebratio matrimonii. — alnı. Eheschliessung, Trauung. — fr. celebration du mariage. — ing. celebration of marriage].
EVLENME AKDİ - EV REİSLİĞİ
89
Birbirleriyle evlenmek isteyenlerin bu husustaki irade ve kararlarını evlenme memuru huzurunda karşılıklı ve alenen beyan etmeleri ve bunun üzerine evlenme memuru tarafından akdin yapıldığının söylenmesiyle tamamlanan hukuki vaziyet (MK. 105 vd).
EVLENMEDE SAKATLIKLAR (NOKSANLAR) [aim. Mangel der Eheschliessung. — fr. irregularites du mariage. — ing. defects of marriage, circumstances affecting the validity of marriage/.
1 — Evlenmeyi menetmekle beraber riayet edilmemeleri halinde evlenme üzerinde hiçbir tesir yapmayan sakatlık: Bekleme müddetlerini ve. evlatlık mukavelesini hiçe sayarak yapılan evlenmeler gibi (MK. 121 . 124).
2 — Evlenmenin butlanı halleri; evlenmenin her halde ortadan kaldırılmasını icap ettiren veya kaldırılmasına imkân veren sakatlıklardır. İki türlüdür: a) mutlak butlan sebepleri [aim. Nichtigkeitsgründe (nichtige Ehel). — fr. cas de nullite absolue. — ing. grounds of absolute nullity J : evlenmenin âmme nizamı düşüncesi ile ve her halde iptalini haklı gösteren sakatlıklar. Evlenenlerin zaten evli veya evlenmeleri memnu derecede hısım bulunmaları halleri gibi (MK. 120 v. d.), bj Nisbi butlan sebepleri [aim. Anfechtbar. keitsgründe (anfechtbare Ehel). — fr. cas de nullite, relative. — ing. grounds of relative nullity/: evlenmenin alakadarlarca iptalini istemeğe hak veren sakatlıklardır. Evlenmeleri veli veya vasilerinin iznine bağlı olanların bu izni almadan evlenmeleri veya evlenmenin hata, hile veya tehdit ile yapılmış olması gibi (MK. 115 v.d.).
3 — Evlenmenin hiç vaki olmamış sayılmasını icap ettirecek sakatlıklar; aynı cinsten olanların evlenmesi veya evlenmenin evlendirme memuru önünde yapılmaması gibi [aim. Nichtehe. — fr. mariage non existant. — ing. non-existing marriage. — lât. matrimonium non existens].
EVLENME KÂĞIDI [aim. Trauschein. — fr. cer. tificat de mariage. — ing. marriage certificate/.
Evlenme merasiminden sonra evlenme memurunun evlenme akdini yaptığını göstermek üzere, eşlere verdiği vesika. Evlenmenin dini merasimini yaptırmak isteyen eşlerin bu kâğıdı göstermeleri lâzımdır (MK. 110).
EVLENME MUKAVELESİ [aim. Ehevertrag- fr. contrat de mariage (Is.); contrat du regime matrimonial. (Fr.) — ing. marriage contract, marriage settlement — lât. pactum dotale, pactum confugale].
Eşlerin mal münasebetlerini tanzim için evlenmeden evvel, evlenirken veya sonra aralarında akdettikleri mukavelelere denir. Bu mukavelelerle ancak evlilik malları hakkında cari olmak üzere Medeni Kanunca kabul edilen rejimlerden birini ihtiyar etmek mümkündür. Bizde esas itibariyle üç tüılü evlenme malları rejimi mevcut olup bunlar da «mal ayrılığı», «mal birliği» ve «mal ortaklığı» dır. Eğer eşler evlenirken mallarına dair hiçbir mukavele yapmazlarsa haklarında mal ayrılığı rejimi cari olur (MK. 170-237).
Evlenme mukavelenamesi mânasında evlilik mukavelesi, evlenme malları rejimi mukavelesi, evlilik malları mukavelesi tabirleri de kullanılmaktadır.
EVLENME SİGORTASI bk. Cihaz sigortası.
EVLENME TELLALLIĞI [aim. Ehemâkleret, Hei-ratsvermittlung. — fr. courtage matrimonial. — ing. marriage brokage, negotiation of marriage/.
Aralarında kanuna göre evlenmeye mani bir hal bulunmayan kadın ile erkeğin evlenmelerine vasıta olmaktır. Evlenme tellallığı ücrete hak bahşetmez. (BK. 408).
EVLENME VAADİ bk. Nişanlanma.
EVLENMEYE İTİRAZ [aim. Einspruch gegen die Eheschliessung. — fr. opposition au mariage. — ing. forbidding the marriage, forbidding the bannsf.
Evlenme ile ilgili bulunan herkesin ve müddeiumuminin evlenmenin yapılmasına, evlendirme memuru nez-dinde, yazı ile muhalefet etmesidir.
Bu itiraz evlendirme memurunun keyfi surette kabul veya reddedebileceği bir muhalefet olmayıp mahkemece reddedilinceye kadar evlenmeyi geri bıraktı-rıcı bir itirazdır (MK. 100, 150).
EVLERDE ARAMA bk Arama.
EVLİ KADIN bk. Karı.
EVLİLİK BİRLİĞİ [aim Eheliche Gemein. sehaft. — fr. union conjugate. — ing. conjugal community. — 'ât communio vitae conjugalis/.
Evlenme akdi ile kurulan birlik. Medenî Kanun bu birliğin azasına karşılıklı bir takım ahlâki vazife ve mükellefiyetler yüklemektedir (MK. 151).
EVRAK-1 MATBUA bk. Matbua.
EVRAK-I MÜSBİTE [aim. Dokumente, Unterla-gen. — fr. pieces fustificatives. — ing. documents of proof. — lât. documenta).
Bir vakıanın hakikate uygunluğunu veya bir şeyin vukuunu, yahut varlığını gerçekleştirmeğe yarayan ve bu maksatla kullanılan yazılı kâğıt.
EVRAK-I NAKDİYE bk. Banknot.
EVRAK-I RESMİYE bk. Resmi evrak.
EVRAK ÜZERİNDE HÜKÜM [aim. Entscheidung nach Lage der Akten. — fr. jugement sur procedure ecritef.
Tarafların yazılı iddia ve müdafaaları ve istinad ettikleri vesikaları üzerine ve iki taraf dinlenmeksizin, murafaa yapılmaksızın verilen hüküm ve karar.
(HMUK 36, 108, 223, 438, 457, 469, 477; İc İf K. 18, 97 , 258, 327; Devlet Şûrası K. 43; Askerlerin zat işlerine taallûk eden davalara ait K. 8).
EVRAK VE VESAİTTE SAHTEKÂRLIK bk. Sahtekârlık.
EV REİSLİĞİ [aim. Hausgeualt. — fr. autorite domestique. — ing. authority over the family. — lât. patria potestaşj.
Aynı ikametgâhta oturan şahıslar üzerinde bunların iyiliğini temin ve ikâmetgâhının nizamını koruma bakımından «ev başı» nın haiz bulunduğu düzen kurma salâhiyetine denir. Bu salâhiyeti haiz olan şahsa da ev reisi adı verilir, [aim. Familienhaupt. — fr. chef de famille, chef de Vunion conjugate. — ing. head of the house.— lât. pater familiasf. Bir ikametgâhta çok zaman
90
EV REİSLİĞİ - FAHİŞ
reşit olmıyan çocukların'yanı başında reşit evlâtlar, evlâtlıklar, mahcur evlâtlar, vesayet makamınca birleştirilmiş yabancılar, uzak yakın hısımlar, devamlı oturan dostlar, hizmetçiler, yanaşmalar, pansiyonerler, bakım mukavelesiyle alınan çocuklar, çıraklar, kalfalar, kâhyalar, çobanlar ve işçiler oturabilir-ki nadiren bunlardan bir kısmı üzerinde ev reisinin velayet hakkı olabilir. Böyle bir müşterek ikâmetgâh sahibinin ana veya baba olmaması halinde bu şahısların hiç biri üzerinde velayet hakkından bahis edilemez. Fakat ikametgâh sahibinin kendisiyle birlikte oturan yukarıki şahıslar üzerinde ev reisliğinden doğan bir tanzim salâhiyeti daima mevcuttur.
Ev reisliği vazife ve salâhiyetleri kanuna, akde veya örfe göre belli olur. Bir ailede koca, evlilik birliğinin reisi ve ana baba da velayet hakkının sahibi sıfatıyla ayni zamanda kanunca ev reisliği sıfat ve salâhiyetini taşırlar.
işçiler, çıraklar ve diğer ev hizmetinde bulunanlar üzerindeki ev reisliği salâhiyeti bunlarla yapılan mukavelelere dayanır.
Müşterek ikâmetgâhta oturan diğer bjr çok şahıslar hakkındaki ev reisliği salâhiyeti de örfe dayanır (MK 152, 262, 318 vd).
EV SANATLARI /aim. Hausgewerbe. — fr. arts et metiers domestiques.— ing. domestic arts and crafts/
Aile fertlerinin veya yakın akrabanın bir araya toplanarak ve aralarına dışardan başka işçi katılmayarak ev içinde yapılan işler. Bu işlere İş Kanunu hükümleri şamil değildir. (İş K 3 ç).
EYALÂT-I MÜMTAZE Bilhassa XIX asırda, büyük devletlerin tazyiki altında zaafa düşmüş olan Osmanlı
İmparatorluğuna dahil olup ayrı bir milliyete mensup-Luğunu muhafaza ve ileride istiklâlini elde edecek derecede tekâmül etıniş bulunan bazı eyâletlere padişahın hükümranlığı altında imtiyazlı bir vaziyet bahşedilmiştir.
Eflâk-Buğdan, Sırbistan, Bulgaristan, Cebel-i-Lüb-nan, Sisam, Girit sırasiyle birer eyâlet-i mümtaze haline getiıilmişti. Babıalide bu eyâletlerin işleriyle vazifeli « eyâlât-i mümtaze» dairesi tesis olunmuştu.
Eyaleti mümtazenin bazılarına emaret de deniliyordu. Bulgaristan, Sisam emaretleri gibi.
EYTAM SANDlCl [aim Waisenkasse. - fr. cais-se des orphelins. — ing. orphans fund].
Medenî Kanunun meriyetinden evvel yetim ve kaa-sırlara ait para ve malların toplanıp saklandığı ve idare edildiği daire idi.
EYTAM VE ERAMİL [aim. Witwen unt Waisen.
— fr. orphelins et veuves.— ing. orphans and widows.
— lot. orbi orbaeque, viduae et orbi]
Eytam ve eramil, eski tekaüt kanunlarında geçen bir tabirdir. Mülkî ve Askerî Tekaüt Kanununda «era-mil» kelimesi kullanılmamıştır. Eramil, dul ana ve dul kan mânasına gelmektedir. Tekaüt kanunu karı ve dul anayı yetimler arasında saymıştır. Bu kanuna göre yetim maaşının tahsisi noktasından evlât, karı birinci derecede, dul ana, muhtaç ve malûl koca ve baba ikinci derecede yetim sayılmışlardır.
EY'YİM (Ayyim) Kendi ile meşru veya gayrımeş-ru cinsî münasebet yapılmış olup da halen kocası bulunmayan kadındır. Cem'i «Eyyama» dır.
F
FAAL İDARE [aim. Verwaltungim engeren Sinne; «handelnde Staatsgewatt». (Gegensatz •' Gesetzgebung und Rechtsprechung). — fr. administration active. — ing. executive, administration. — lât administratio rei publicae].
İdareler bazı mülâhazalar itibariyle üç sınıfa ayrılırlar :
1 — İcra eden idare [aim. vollziehende (aktive) Vertvaltungsbehörde. — fr. administration executive. — ing. the executive; the executive authority). Hem karar ittihazına, hem bunun tatbikine salâhiyettar olan makamdır. Bu suretle aynı makamda karar vermek ve bu kararı tatbik eylemek iktidarları birleşmiş olur. Buna faal idare de denir.
2 — Karar ittihaz eyleyen idare •.•[aim. beschlies-sende Verualtungsbehörde. — fr. administration delib-erante.— ing. deliberative administrative (or executive) authority)- müzakere ile icrai bir karar ittihazına salâhiyettar olan makamdır ki bu makam icrai bir karar ittihaz edebilirse de bu kararı tatbik edemez. Bu makam bittabi bir meclis, bir heyettir.
3 — Rey veren idare [aim. beratende Verwaltungs-
behörde. — fr. administration consultative. — ing. consultative administrative (or executive) authority]: bunda idare yalnız ittihazı icabeden karar hakkında bir rey ve mütalâa beyan etmekle iktifa e) ler. Bunun başlıca misali Devlet Şûrasıdır. Netekim bizde Devlet Şûrası, hükümet tarafından kendisine havale olunan her hangi bir mesele hakkında yalnız mütalâasını beyan eyler,
FABRÎKA bk. Sınai müessese.
FAHİŞ Lügat bakımından itidalin hudutlarını aşan demektir. Hukuk bu haddi bazı muamelelerde kullanır :
1 — Fahiş fiyat [aim. übermassiger, ungerecht-fertigter, ungerech'ter Preis. — fr. prix illicite. — ing. unlawful, illegal, illicit, unjust or undue price. — lât. pretium iniustum, pretium immodicum (laesio enormis)/: satışta yüksek fiyat demektir ki, eski hukukumuzda kullanılırdı.
2 — Fahiş faiz [aim. übermâssig hoher, unzulas-siger, uucherischer Zins. — fr. usure, interet usuraire. — ing usury, usurious interest. — lât. faenus (fenus) illicitum, iniquum (iniquissimum, iniustum, grave);
90
EV REİSLİĞİ - FAHİŞ
reşit olmıyan çocukların'yanı başında reşit evlâtlar, evlâtlıklar, mahcur evlâtlar, vesayet makamınca birleştirilmiş yabancılar, uzak yakın hısımlar, devamlı oturan dostlar, hizmetçiler, yanaşmalar, pansiyonerler, bakım mukavelesiyle alınan çocuklar, çıraklar, kalfalar, kâhyalar, çobanlar ve işçiler oturabilir-ki nadiren bunlardan bir kısmı üzerinde ev reisinin velayet hakkı olabilir. Böyle bir müşterek ikâmetgâh sahibinin ana veya baba olmaması halinde bu şahısların hiç biri üzerinde velayet hakkından bahis edilemez. Fakat ikametgâh sahibinin kendisiyle birlikte oturan yukarıki şahıslar üzerinde ev reisliğinden doğan bir tanzim salâhiyeti daima mevcuttur.
Ev reisliği vazife ve salâhiyetleri kanuna, akde veya örfe göre belli olur. Bir ailede koca, evlilik birliğinin reisi ve ana baba da velayet hakkının sahibi sıfatıyla ayni zamanda kanunca ev reisliği sıfat ve salâhiyetini taşırlar.
İşçiler, çıraklar ve diğer ev hizmetinde bulunanlar üzerindeki ev reisliği salâhiyeti bunlarla yapılan mukavelelere dayanır.
Müşterek ikâmetgâhta oturan diğer bjr çok şahıslar hakkındaki ev reisliği salâhiyeti de örfe dayanır (MK 152, 262, 318 vd).
EV SANATLARI /aim. Hausgewerbe. — fr. arts et metiers domestiques.— ing. domestic arts and crafts]
Aile fertlerinin veya yakın akrabanın bir araya toplanarak ve aralarına dışardan başka işçi katılmayarak ev içinde yapılan işler. Bu işlere İş Kanunu hükümleri şamil değildir. (İş K 3 ç).
EYALÂT-I MÜMTAZE Bilhassa XIX asırda, büyük devletlerin tazyiki altında zaafa düşmüş olan Osmanlı
İmparatorluğuna dahil olup ayrı bir milliyete mensup-luğunu muhafaza ve ileride istiklâlini elde edecek derecede tekâmül etıniş bulunan bazı eyâletlere padişahın hükümranlığı altında imtiyazlı bir vaziyet bahşedilmiştir.
Eflâk-Buğdan, Sırbistan, Bulgaristan, Cebel-i-Lüb-nan, Sisam, Girit sırasiyle birer eyâlet-i mümtaze haline getirilmişti. Babıalide bu eyâletlerin işleriyle vazifeli « eyâlât-i mümtaze» dairesi tesis olunmuştu.
Eyaleti mümtazenin bazılarına emaret de deniliyordu. Bulgaristan, Sisam emaretleri gibi.
EYTAM SANDlCl [aim Waisenkasse. - fr. cais-se des orphelins. — ing. orphans fund].
Medenî Kanunun meriyetinden evvel yetim ve kaa-sırlara ait para ve malların toplanıp saklandığı ve idare edildiği daire idi.
EYTAM VE ERAMİL [aim. Witwen unt Waisen.
— fr. orphelins et veuves.— ing. orphans and widows.
— lot. orbi orbaeque, viduae et orbi]
Eytam ve eramil, eski tekaüt kanunlarında geçen bir tabirdir. Mülkî ve Askerî Tekaüt Kanununda «era-mil» kelimesi kullanılmamıştır. Eramil, dul ana ve dul kan mânasına gelmektedir. Tekaüt kanunu karı ve dul anayı yetimler arasında saymıştır. Bu kanuna göre yetim maaşının tahsisi noktasından evlât, karı birinci derecede, dul ana, muhtaç ve malûl koca ve baba ikinci derecede yetim sayılmışlardır.
EY'YÎM (Ayyim) Kendi ile meşru veya gayrımeş-ru cinsî münasebet yapılmış olup da halen kocası bulunmayan kadındır. Cem'i «Eyyama» dır.
F
FAAL İDARE (aim. Verwaltungim enqeren Sinne; «handelnde Staatsgewatt». (Gegensatz •' Gesetzgebung und Rechtsprechung). — fr. administration active. — ing. executive, administration. — lât administratio rei publicae].
İdareler bazı mülâhazalar itibariyle üç sınıfa ayrılırlar :
1 — İcra eden idare [aim. vollziehende (aktive) Verwaltungsbehorde. — fr. administration executive. — ing. the executive; the executive authority). Hem karar ittihazına, hem bunun tatbikine salâhiyettar olan makamdır. Bu suretle aynı makamda karar vermek ve bu kararı tatbik eylemek iktidarları birleşmiş olur. Buna faal idare de denir.
2 — Karar ittihaz eyleyen idare :-/a'm. beschlies-sende Verwaltungsbehorde. — fr. administration delib-erante.— ing. deliberative administrative (or executive) authority)- müzakere ile icrai bir karar ittihazına salâhiyettar olan makamdır ki bu makam icrai bir karar ittihaz edebilirse de bu kararı tatbik edemez. Bu makam bittabi bir meclis, bir heyettir.
3 — Rey veren idare [aim. beratende Verwaltungs-
behorde. — fr. administration consultative. — ing. consultative administrative (or executive) authority]: bunda idare yalnız ittihazı icabeden karar hakkında bir rey ve mütalâa beyan etmekle iktifa eyler. Bunun başlıca misali Devlet Şûrasıdır. Netekim bizde Devlet Şûrası, hükümet tarafından kendisine havale olunan her hangi bir mesele hakkında yalnız mütalâasını beyan eyler,
FABRİKA bk. Sınai müessese.
FAHİŞ Lügat bakımından itidalin hudutlarını aşan demektir. Hukuk bu haddi bazı muamelelerde kullanır :
1 — Fahiş fiyat [aim. iibermiissiger, ungerecht-fertigter, ungerech'ter Preis. — fr. prix illicite. — ing. unlawful, illegal, illicit, unjust or undue price. — lât. pretium iniustum, pretium immodicum (laesio enormis)[: satışta yüksek fiyat demektir ki, eski hukukumuzda kullanılırdı.
2 — Fahiş faiz [aim. übermâssig hoher, unzulas-siger, uucherischer Zins. — fr. usure, interet usuraire. — ing usury, usurious interest. — lât. faenus (fenus) illicitum, iniquum (iniquissimum, iniustum, grave);
FAHİŞ - FARKLI TARİFELER
91
usurae illicitae]: kanunun tâyin ettiği hadleri aşan faiz nispeti demektir, ödünç Para Verme Kanununun 25 ma,ıs 1938 tarihinde değiştirilen 9 uncu maddesine göre ödünç para verme işlerinde % 8 den fazla faiz almak yasaktır. Ancak açık kredi şeklindeki muamelelerde % 12 ye kadar (12 dahil) faiz alınabilir. Şu halde bu nispeti aşan faizler, fahiş addolunurlar.
3 — Fahij cezai şart [aim. übermâssig hohe Ver-tragsstrafe. — fr. peine excessive. — ing. excessive (extravagant, unreasonable) penalty. — lât. poena im-modica (nimia)]-' itidal haddini aşan şart demektir (BK. 160 TK. 647).
FAİL [aim. Tater. — fr. auteur. — ing. actor, perpetrator].
Hukuki netice doğuran bir fiili yapan kimsedir.
1 — Aslî fail [aim. Haupttater, Urheber (eines Delikts). — fr. auteur principal.— ing. principal actor, principal in the first degree, chief actor. — lât. prin-ceps delicti, principalis reus]. İştirakte; suçun maddi unsurunu teşkil eden hareketi yapan, yahut fiili doğrudan doğrnya beraber işleyen veya başkasını suç işlemeğe azmettiren kimsedir (CK. 64).
2 — Fer'î fail [aim. Gehilfe. — fr. complice. — ing. accessory. — lât. minister, adiutor]. Suç işlemeğe teşvik veya suçu irtikâp kararını takviye yahut fiil işlendikten sonra müzaheret veya muavenette bulunacağını vâdederek, talimat veya tarifatta bulunarak, iş ve vasıtaları tedarik ederek yahut suç işlenmeden. önce veya işlendiği sırada müzaheret veya muavenetle yapılmasını kolaylaştırarak bir suçun işlenmesine iştirak eden kimsedir (CK. 65).
3 — Müşterek fail ( hemfiil ) [aim. Mittâter.— fr. co-auteur.— ing. accomplice.— lât. socius (criminis)]. İştirakte aslî faillerin müteaddit olması halinde bunların her birine verilen isimdir.
FAİL-1 ASLİ bk. Fail.
FÂİL-1 MÜBAŞİR (Fâ'il i mübaşir) Bir şeyi bizzat yapan kimsedir.
FAİL-1 MÜŞTEREK bk. Fail.
FAİZ [aim. Zins. — fr. interet. — ing. interest. — lât. usura (usurae), fenus (faenus, foenus)].
Alacaklının borçlusundan istemeye hakkı olduğu bir ivaz. Faiz yalnız para borçlarında işler ( istisnası: TK. 749, 752). Ekonomi bakımından faiz ; ödenecek olan paranın geliri, hukuki bakımdan ise alacağın medenî semeresidir. Her medenî semere gibi bu da mukaveleden veya kanun hükmünden doğar. Bunun hususiyeti zamanla doğan ve çoğalan bir alacak olmasıdır. Faiz esas alacağa bağlı olan fer'î bir haktır. Resülmal bulunmadıkça laiz de doğmaz. Faizin muhtelif nevileri vardır:
1 — Temerrüt faizi [aim. Verzugszins. — fr. in-tirit moratoire. — ing. moratory interest, interest for default. — lât. usurae ex mora] : borçlunun temerrüdü üzerine işliyen faizdir (TK. 128, 129, 830; BK. 103). Bunun nispeti % 5 tir (BK. 103; TK. 531 f 3, 574 f 2, 575 f 2).
2 — Kanunî faiz [aim. gesetzlicher Zins. — fr. interet legal. — ing. interest prescribed by law. — lât. usurae legalesf. Bir kimsenin faiz vermeye mecbur olup ta miktarı da ne mukavele ile ne de kanunla muayyen değilse bu faiz senevi % 5 hesabiyle ödenir (BK. 72).
3 — Mukaveleye bağlu faiz (akdî faiz) [aim. ver. traglicher, vereinbarter Zins. — fr. interet conventionnel. — ing. interest prescribed by contract or agreement, agreed interest. — lât. usurae conventionales]. Taraflar fahiş dereceyi bulmamak şartiyle aralarındaki faiz nispetini serbestçe tâyin edebilirler (BK. 72; MK. 767; TK. 654). Fakat faiz tâyin olunmamışsa adi muamelelerde faiz lâzımgelmez; ticari muamelelerde ise şart edilmemiş olsa dahi faiz verilmek lâzımdır (BK. 307; TK 752 ).
FAİZE FAİZ YÜRÜTÜLMESİ [aim. Zinseszins, Anatozismus. — fr. anatacisme — ing. compound interest ; interest on interest. — lât. usurae usurarum ; anatocismus].
Borçlu zimmetindeki faiz borcuna da faiz yürütmek demektir (mürekkep faiz). Bu muamele uzun vadeli alacaklarda borçlunun hiçte intizar etmediği bir süratle borcun çoğalmasını intaç eder. Bu sebepten dolayıdır ki kanun bu usulü tahdit etmiş, yani burada taraiları serbest bırakmamıştır (BK. 104, 161 f 3, 301! f 3 ).
Ancak hesab-ı carilerde ticari faiz hesaplarında Ve hususiyle tasarruf sandıklarında olduğu gibi faize faiz yürütmek âdet olan mukavelelerde bu tahdidat yoktur (BK. 308). Ticaret Kanunu ise, hesabı carilerde üç aydan aşağı olmamak üzere tarafların diledikleri zamanda faizlerin resul male kalbini kararlaştırabileceklerini tasrih etmektedir (TK. 788).
FAİZ "NİSPETİ [aim. Zinsfuss, Zinssatz. — fr. faux d'intertt. — ing. rate of interest, — lât. fenus ( faenus) ].
ödenmesi icabeden paranın muayyen zamandaki yüzdesiyle hesap olunan ivazdır.
FAKIYH (Fakih) Bir meselenin leh ve aleyhine olan ahkâmı bilmek meleke ve istidadım haiz olan kimsedir ki, müçtehit demektir.
Binaenaleyh istinbat melekesini haiz olmıyan zata, bir çok mesail-i fıkhiyeyi ezberine almış olsa dahi, fakıyh denmez. Fakat sonraları bu gibilere fakiyh den-miye başlanmıştır.
FAKİR (Fakir) Nisaba yani kendisine ze\ât vacip olacak miktar mala malik olmıyan kimsedir. Cem'i «fukara » dır,
FAKİR-1 MUTEMİL (Fakir i mu'tamil) Kazanıp yaşıyabilmeye kudreti olan yoksul kimsedir.
FAKÜLTE bk. Üniversite, Hukuk Fakültesi.
FARAZİYE [aim. Hypothese. — fr. hypothise. — ing. hypothesis. — lât. opinio, coniectura, hypothesis].
Hukuk meselelerini, muayyen bîr sistemin esaslarına muvafık ve tenakuzlara mahal vermiyecek tarzda, halledebilmek için bu sistemin hükümleri ve hususiyetleri üzerine yapılan müşahede, mülâhaza, kıyas, istikra ve hâdiselerin verdiği mümkün mertebe toplu neticelere istinaden muvakkaten kabul edilen en sade bir esasın ifadesidir.
FARİĞ bk. Ferağ.
FÂRİS (Fâris) Atlı, süvari demektir.
FARKLI TARİFELER [aim. Differentialtarif, ermâssigter Zolltarif. — fr. tarif differentiel. — ing. preferential tariff ],
02
FARKLI TARİFELER - FEKK-İ RAKABE
Bir devletin ihraç mallarından umumi gümrük tarifesinden farklı gümrük resmi alan diğer bir devlete karşı malları farklı tarifeye tabi tutulan devlet tarafından tatbik edilen gümrük tarifesine denir.
FAR (F5rr) Karısını mirastan mahrum etmek mâksadiyle maraz-ı mevtinde bâyinen boşıyan kimsedir.
FARRE (Fârra) Kocasını mirastan mahrum etmek mâksadiyle maraz-ı mevtinde kendi fiiliyle beynunete sebebiyet veren karıdır. Hürmet-i musahareyi mucip bir .'iilde bulunmasıdır.
FATIYM' (Fatim) Memeden kesilmiş çocuktur.
FATURA [aim. Faktur'a, Rechnung. — fr. facture. — ingi bill, account. — lât. ratio, ratiancula].
Ticari satışlarda satıcı tarafından alıcıya verilen ve satılan malın miktarını, vasıflarını, ölçüsünü, fiyatını ve sair izahları veya ifa edilmiş hizmetleri gösteren hesap pusulasıdır. Sekiz gün içinde itiraz edilmiyen faturanın münderecatı kabul edilmiş sayılır.
Kabul edilmiş faturalar, akitten. doğacak ihtilâflarda ispat vasıtası olarak kullanılabilir (TK. 684).
FAYDALI MASRAFLAR bk. Masraflar.
FAZL TARlKI (Fazl tarîki) Vereseden bazısı diğerini ikrar ve bazısı inkâr ettikte biri ikrara diğeri inkâra göre olmak üzere iki mesele yapılır. Mahreçler arasında mübayenet varsa her biri diğeri ile, muvafakat varsa, yekdiğerinin vefkı ile, zatp olunur, mukır olan vârisin her iki meseleden aldığı sehirh arasındaki fazla ikrar olunana veıilir.
Meselâ müteveffanın iki oğlundan biri üçüncüyü ikrar diğeri inkâr edip hakikat-ı hal ispat edilemezse mesele evvelâ inkâr farzı ile ikiden ve badehu ikrar farziyle üçten olup mahreçler arasında mübayenet olmakla birinci mesele üç ve ikinci mesele iki ile zarbo-lundukta mesele altıdan olur. Münkire inkâr meselesindeki hakkı yani hissesi ve ikrar olunana mukırrın iki meselede aldığı sehimler arasındaki fark verilir.
Mesele:
i İnkâr eden 1 ikrar eden İnkâr 2
Oğul 3 İnkâr eden Oğul 3 İkrar eden İkrar o X unan 3
Oğul 2 İnkâr eden Oğul 2 ikrar eden Oğul 2 ikrar o unan 3 T Netice
Oğul 3 Oğul 2 1 6
FEDA (Fada) Düşmandan alınan esirleri bir mal ile veya'esir düşen isjâmlarla mübadele etmektir.
FEDÂ-YI DtYET (Fad5-)i diyal) Kölen:n cinayetinden dolayı üzerine terettüp eden diyeti mevtasının deruhte ederek men-leh-üde-diyete (diyet alacak şahsa) ödenmesi demektir.
FEDDAIN (Faddân) Bir çift Ö4tiiz ile sürülüp ekilebilen yeıdir. (Feddan, esasen ziraatte kullanılan bir çift öküz ve çift tâbirine giren ekin aleti demektir. Mısır ıstılahınca bir feddan, dört yüz kasaba miktarı tarlaya ıtlak olunur. Her kasaba ise altı zira ile bir zirâin üçte iki miktarı sayılmıştır).
FEDERAL DEVLET [aim. Bundesstaat. — fr. Etat federal. — ing. federal state, federated state. — lât. confoederatio]. 1
Dış' hâkimiyetlerini tamamen merkezî devlete terk etmiş ve iç hakimiyet sahasında geniş bir muhtariyet muhafaza eylemiş olan devletlerin teşkil ettiği birliktir. Milletlerarası münasebetler sahasında yalnız merkezî devletin (federal devletin) şahsiyeti tanınmaktadır. Aza devletlerin (federe devletlerin) [aim. Einzelstaat, Bundesstaat (im engeren Sinne), Land (Aim), Kanton (İs). — fr. Etat membre, Etat federe. -— ing. mem. ber state } devletlerarası münasebetlerinde hak ve vazifeleri bulunmadığı için milletlerarası mesuliyetleri de yoktur. Milletlerarası münasebetleıde hak ve vazife, lere ehil ve mesuliyetlere muhatab olan merkezî devlettir. İç hukuk sahasında ise, konfederasyondan farklı olarak federal devletin merkezi hükümeti, parlamentosu ve federal mahkemesi vardır.
Federal devletlerin en tipik misali Şimali Amerika Birleşik Devletleridir. Kırk sekiz âza devletten mürekkeb olan bu federal teşekkül milletlerarası münasebetler sahasında, merkezi Vaşington şehri olan federal devlet tarafından temsil edilmektedir. Diğer başlıca federal devletler şunlardır: İsviçre, Meksika, Brezilya, Arjantin, Kanada, Avustralya.
FEK Hukukî bir takyidin kaldırılmasıdır ki, muhtelif nevileri vardır:
1 — Haczin fekki [aim. Aufhebung der Pfândung (des Arrestes).— fr. mainlevee de saisie. — ing. raising of arrest, release from arrest, delivery from arrest. — lât. solvere pignus]: para veya teminat borcu için haczedilen bir mal, borcun ödenmesi veya haczin başka mal üzerine nakli yahut o malın kanunen haczi caiz olmıyan mallardan olması veya borçlunun olmayup başka bir şahsın mülkü olduğu istihkak davası neticesinde hüküm altına alınması gibi hallerde haczin kaldırılması muamelesidir. Mahcuzun satılması kanunî müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da bu müddet içinde yenilenmezse haciz kendiliğinden kalkar.
2 — Mühür fekki a) [aim. Lösen (Abnahme) der Siegel. — fr. levee des scelles. — ing. raising of seals (placed upon property arrested or distrained)J: salahiyetli makam tarafından hukuki bir takyid veya tasarrufun ifadesi'olmak üzere konulmuş olan alamet veya işaretin salahiyetli makamca kaldırılmasıdır,
b) (cezada) [aim. Siegelbruch. — fr. bris de scelles- — ing breaking of seals}: 'salahiyetli bir makamın koymuş olduğu bir mührün bilerek fekki suç teşkil eder (CK. 274).
3 — Rehin fekki: [alın. Freigabe des Pfandes. — fr. extinction du gage. — ing. release, extinction of pledge. — lât Uberatio, Initio, solutio pignorisj: reh-nin temin ettiği borcun ödenmesi halinde, alacaklının rızasiyle ve imtinaı takdirinde mahkeme kararij le o borcu temin eden rehnin kaldırılmasıdır. Merhun, menkul ise rehnin fekki malikinin yedine iadesi ve . gayrimenkul ise sicildeki ipotek kaydının terkini neticesini verir (İc İf K. 153).
FEKK-t RAKABE (Fakk-i rakaba ) Memlükü veya cariyeyi azadetmek, kölenin boynundaki esaret kaydını gidermektir.
FEKK-Î RAKABE
- FERAĞ
93
FELAHA (Falâha) Mısırda fellâh denilen ekincilerden alınan vergidir.
FENA MUAMELE [aim. Misshandlang.— fr. mau-vais traitement. — ing. battery, assault, cruelty, ill-treatment. — lât. iniuria, vexatioj.
1 — bk. Boşanma sebepleri.
2 — Astlara karşı yapılacak muameleler hakkında askeri mevzuatta gösterilen hükümlere ve askerlik âleminde kabul edilmiş olan taammüllere aykırı olarak astına karşı üstten sâdır olan hareketlerdir. Bir cezanın hissiyatı kıracak şekilde tatbiki, talimatlarda müsaade edilmiş derecenin üstünde hizmet teklifi gibi (AsCK. 116).
FENERLER*[aim. Leuchttürme, Leuchtfeuer. — fr. phares. — ing. light - houses, signal-fire. — lâf. pharus ].
1 — Deniz ve hava nakil vasıtalarının yollarını ve tehlikeli veya yasak yerleri göstermek üzere denizlerde, sahillerde veya dahilde kurulan ışık tesisatıdır. Bu tesisati her devlet kendi ülkesinde yapmak hak ve vazifesine sahiptir.
Türkiye, Lizbonda toplanan «Kıyıların Işıklanması ve İşaretlenmesi Kaidelerinin Birleştirilmesi Konferans»ın kararlarına iştirak etmiştir (2968 No K.).
2 — Osmanlı devleti bazı deniz sahillerine fenerler konulmasını ve yakılmasını 8 ağustos 1860 tarihli imtiyaz mukavelenamesiyle Fenerler İdaresi namını taşıyan bir müesseseye tevdi etmişti. Bu idareye ait fenerler im'iyazı 1938 senesinde devlete intikal eylemiştir (3302 No K. ).
FENER RESMİ [aim. Leuchtfeuergeld.— fr. droits de phare.— ing. light-house or light dues, light-house charges].
1 — Deniz fenerleri dolayisiyle devletin deniz nakil vasıtalarından aldığı resimdir.
2 — bk. Tenvirat resmi.
FEODALİTE (Derebeylik) [aim. Lehenswesen, Adelsherrschaft, Feudalismus. — fr. feodalite.— ing. feudalism. — lât. feudalismus].
Orta çağda IX uncu asır ortalarından XIII üncü asrın ilk on yıllarına kadar, bilhassa garbi ve merkezî Avrupa siyasi, içtimai nizamının dayandığı rejim ve buna ait kanun, örf ve âdet gibi hukuk kaidelerinin heyet-i mecmuasını ifade eden bir tabirdir ki, lâtince «feodalis» kelimesinden gelmekle beraber böyle geniş mânada olarak iptida 1727 de Conte de Boulainvilliers tarafından kullanılmış ve sonra, bilhassa Montesquieu tarafından tamim edilmiştir. Bu rejimin esası toprağa (le fief) malikiyet dolayısiyle toprak üzerindeki eşya gibi fertler üzerinde de bir takım hak ve salâhiyetlere malik olmaktan ibarettir. Bu rejimde hakimiyet ve bundan doğan emretme, kaza, para basmak, mali ve bedeni mükellefiyetler koymak gibi salâhiyetler toprak ma-likiyetinin bir neticesidir. Her derebeyi toprağa maliki-yeti dolayısiyle mıntakasında bu hakları kullanır ve bunlara bağlı olan vazifeleri görür. Feodalitede toprağı işleyen fert toprağın sahibi değildir. O, işlediği toprakla beraber senyöre tabidir ve onun nam ve hesabına
çalışır. Toprağın intikaliyle beraber senyörün bütün hakları ve toprağı işleyen fertler de yeni senyörün emrine geçer. Ferdin toprağa bu bağlılığı da «fief» müessesesini teşkil eder.
k Feodalitede muhtelif derebeylikler (senyörler) ve derebeyler arasında bir hiyerarşi (meratip .silsilesi) vardır. Mafevk derebeyi «suzerain», ona tabi olan madun derebeyi ise «vassal» dır. Vassal senyöre karşı bir takım borçlarla mükelleftir.. Bunların başlıcaları askerlik bakımından kendi maiyeti ile birlikte senyörün emir ve kumandasına, kaza hakkına tabi bulunmak ve lüzumunda ona mali yardım! .r yapmaktır. Buna mukabil senyör de vassalı başkalarına karşı himaye eder.
Feodalite denilen siyasi ve içtimai teşkilât tarzı, yukarda gösterildiği gibi, muayyen bir zaman ve mekâna mahsus bir rejimin adı olmakla beraber, dünya tarihinde başka zaman ve mekânlarda da bu tipte teşkilâta tesadüf edilmektedir. Meselâ: islam aleminde Selçukiler devrinde, İranda, Japonyada garp feodalitesine benziyen teşkilâtlara rastlanıyor. Avrupada mutlakiyetçi monarşilerin ilk mükemmel örneği addedilen Osmanlı İmparatorluğunda gördüğümüz tımar sisteminin ise, feodalite ile hiçbir benzerliği yoktur. Osmanlı İmparatorluğunun son inhitat asırlarında meydana çıkan ayanlar, derebeyleri devlet hakimiyetinin zayıflamasından doğan bir feodalizm başlangıcının ilk belirtileri gibi telâkki olunabilir se de o devirdeki içtimai ve siyasi şartlar bunun inkişafına müsait olmadığı için hiçbir hukuki mahiyet kazanamayarak sadece birer zorba mevkiinde kalmışlar ve XIX uncu asırda merkezî idare tarafından ortadan kaldırılmışlardır.
FERAĞ (Farâğ) Lügatte, bir işle iştigali terk edip boş durmak manasınadır, istilanda bir kimsenin gayri menkuldeki tasarruf hakkını ahara tefviz ve terk etmesi demektir. Terkeden kimseye «fariğ», uhdesine terk olunana «mefruğunleh», ferağ olunan şeye «mefrugunbih», fariğin mefruğunlehten aldığı şeye «bedel-i ferağ» denir. Ferağ aşağıdaki kısımlara ayrılır:
1) Ferağ anilcihad-. ('Farâg 'an-il-cihât ) Bir kimsenin uhdesindeki bir ciheti vakıftan kasr-ı yet ederek onu başkasına ferağ eylemesidir ki, hâkimin tasvip ve tevcihine iktiran etmedikçe muteber olmaz.
2) Ferağ bilvefa (vefaen ferağ), (Farâg bi-'l vafâ) Bir kimsenin ahardan istidane eylediği para mukabilinde borç ödendikte iade olunmak şartiyle alacaklısına yaptığı ferağdır: bir kimsenin diğer kimseden bir sene sonra ödenmek üzere beş yüz lira borç alıp buna mukabil tasarrufunda olan icareteyinli bir vakıf akan ferağ etmesi gibi. Mülkte benzeri «beyi bilvefa» dır.
3) Ferağ bil-istiglâl (istiglâlen ferağ). (Farâg bi-'l-istiglâl) Fariğin meiruğunbihi mefruğunlehten isticar etmek üzere yaktığı ferağdır: bir kimsenin diğerine bir miktar para alarak buna mukabil uhdesinde bulunan icareteyinli bir vakıf akarı para ödendikte iade olunmak üzere ferağ etmesi ve mefrugunbihi mefruğunlehten isticari şart kılması gibi. Bunun mülkte benzeri «beyi bilistiğlâl» dır.
4) Ferağ bil-muvazaa (muvazsatan ferağ). (Farâg bi-'l-muavâza'a) Fariğ ile mefruğunlehin gizlice aralarında «sana mutasarrıf olduğum şu icareteyinli gayrimenkulu ferağ edeceğim; fakat aramızda hakikatte ferağ
94
ferağ — fesat
olmayıp gayrimenkul eskisi gibi benim uhdemde kalacaktır» diye sö'zleştikten sonra zahiren yapılan ferağdır.
Bir de ölünceyedeğin kendisini beslemek şartiyle bir şahsa ferağ etse bu ferağ muteber ve beslemek şartiyle ferağ olur. Bunun mülkte benzeri beslemek sortiyle hibedir.
5) Ferağı batıl: (Farâi-i batil). Şerait-i inikattan biri mevcut veya memurun izni munzam olmaksızın yapılan ferağdır.
6) Ferağ-ı fâsid: (FarâgT-i fSsid). Akdin sıhhat şartlarından biri bulunmaksızın yapılan ferağdır.
7) Ferağ-ı fuzuli: (Farâğ-ı fuiö i). Başkasının arazisini veyahut şerikinin hissesini mutasarrıfı veya şeriki tarafından ferağa vekâleti veyahut velayet veya vesayeti olmaksızın memuru izniyle bir kimsenin ahara ferağıdır.
8) Ferağ-ı kat'i: kayıt veya şartsız yapılan ferağdır : bir kimsenin icazetiyle mutasarrıf olduğu bir vakıf akarı bedel ile veya bedelsiz katiyen ahara ferağ etmesi gibi. Mülkte benzeri «kat'î bey-i» dir.
FERAGAT (vazgeçmek) [aim. Rücktritt vom Ami; Verzicht, Erlass; Ausschlagung, Aufgabe eines Rech-tes. — fr. renonciation, abdication, demission. — ing. release, waiver, renuntiation, abandonment, surrender (of a right). — lât. renuntiatio, repudiatio, recusdtio].
1 — (AH): Hükümdarın veya Devlet Reisinin hükümdarlıktan vazgeçmesi. Muasır Cumhuriyetlerde Devlet Reisinin reislikten vazgeçmesi (istifa) kelimesi ile ifade edilir.
2 — (CH): Takibi, şikayete bağlı suçlarda, şikayet edenin vaz geçmesi, âmme dâvasını; şahsi dâva yolu ile takip edilen işlerde de davacının vaz geçmesi şahsi davayı düşürür (CK. 99, 100, 111, 444, 460, 489; CMUK. 344 - 364).
3 — (HH): Şahsın mal veya mallar üzerindeki haklarından ve davacının talebinin neticesinden vaz geçmesi. İntifa hakkından, ipotekten, mirastan vazgeçmek gibi. Üçüncü bir şahsın iddiasına karşı müdafaa veya deli'den vaz geçmek de feragattir. Butlan, müruruzaman iddialarında bulunmaktan vazgeçmek gibi (BK. 34, 343, 344; HMUK 91 - 95).
FERAGAT MUKAVELESİ bk. Mukavele.
FERAGATİ CAİZ OLMAYAN HAKLAR [aim. unverzichtbare Rechte. — fr. droits inalienables. — ing. inalienable rights, indefeasible (undefeasible) rights. — lât. iurq quae alienari non possuntj.
Başkasına temliki kabil olmayan veya üzerlerinde rehin, irtifak vesaire tesis edilemeyen haklardır; Umumiyetle şahsa bağlı olan haklardan sahibi isterse dahi vaz geçemez. Bu katagoriye:
a) temliki caiz olmayan haklar,
b) şahsa bağlı olan haklar girer.
FERAC VE İNTİKAL HARCI bk. Tapu harçları.
FERAİZ (Far5'iz) Farizenin cem'idir. Fariza, takdir olunan şey ve mirasta tayin olunan sehim demektir. Bu cihetle mirasta muayyen hisseleri olan vârislere
«eshab-ı feraiz» denir. Terekenin tevzi suretini bildiren İlme «ilm-i feıâiz» denir.
FERAK (Farak) Otuz altı rıtl, yani dört bin altı yüz seksen dirhemlik bir miktardır. Cem-i «efrak» tır. (Bazılarına göre bir ferak, on altı rıtldır).
FERAN ZİMETHAL (feri failler) bk. Fail.
FERDİ HAKLAR bk. Şahsiyet hakları.
FERDİYETÇtLİK [aim. îndividualismus. — fr. individualisme. — ing. individualism].
Muhtelif anlamlara göre :
1 — Ahlâki ve hukuki gayeyi ferdî kıymette top-lıyan dünya görüşüdür.
2 — Cemiyetin hayatî menfaatlarına dokunmadıkça fertlerin faaliyet serbestisine hiç bir hukuki sınır konmasını istemeyen doktrindir.
3 — Hukuk nizamınca ferdiyetin, bilhassa insan varlığının, en esaslı unsuru olarak ferdi mülkiyetin tanınmasıdır.
FERDİYLE MUAYYEN MAL [aim. Sptziessache.
— fr. corps certain — ing. specific goods, specific chattels, ascertained goods. — lât. species/.
Maddi varlığı ve bazı hususiyetleri itibariyle emsali diğer eşyadan ayırd edilebilen maldır: bu halı, şu masa, filân mahaldeki buğday çuvalı gibi. Bunun zıddı «neviyla muayyen mallar» dır.
FERİ CEZA bk. Ceza.
FERİ FAİL (Feran zimethal) bk. Fail.
FERİ HAKLAR [aim. akzessorische Rechte, Ne* benrechte. — fr. droits accessoirs. — ing. accessory rights.— lât. ius accessorium *}.
Kefalet ve rehin gibi bir alacağın ifası için şahsen veya aynen karşılık olmak üzere gösterilen veyahut faiz ve cezai şart gibi bir alacaktan doğan ve alacağın aki-betine bağlı olan haklardır. Bu haklar mütemmim mahiyetteki haklarla karıştırılmamalıdır.
FERİZA (Fariza) Farz maddesinden sıfattır. Farz, takdir etmek, beyan etmek gibi mânalara gelir. Ferîza, takdir olunan şey, mirasda takdir olunan sehim demektir. Cem-i «feraîz» dir.
FERMAN [aim. Ferman. — fr. Firman imperial.
— ing. Firmen (Decree of the Saltan) /.
Padişah tarafından tahriren verilen emir, bir kararın icrası için sâdır olan tuğralı padişah emridir: beraat fermanı, imtiyaz fermanı, rütbe fermanı gibi.
FERSAH (Farsah) Üç m 1, yani, on iki bin ziıâ-i mimarîdir.
FESAT 1 — [aim. Komplott, Konspiration, Auf-forderung oder Vorbereitung zum Hochverrat. — fr. complot, conspiration. — ing. plot, conspiracy. — lât. conspiratio, coniuratioj: Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyire, tebdile veya ilgaya ve Büyük Millet Meclisini İskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs için sözle, yazı ile, ve fiil ila teşviklerde bulunmaktır ( CK. 146).
2 — /aim. Willensmangel. — fr. vices du consen-tement.— ing. lack of mutual assent, flaws of con-
FESAT - FEVKALÂDE TAHSİSAT
95
tractual agreement. — lât. vitium voluntatis*]: Yapılan bir muamelenin istenilen hukuki neticeyi tevlid edemiye-cek bir sakatlığı ihtiva etmesi halidir: irade fesadının nispi butbna sebebiyet vermesi halinde olduğu gibi.
3 — bk. İsyan.
FESH-t AKİT (FasbVı 'akd) R,2a ile veya her-hangi bir sebeple akdin kaldırılmasıdır.
FESHİ İHBAR /aim. Kündigung.— fr. conge.— ins(. notice of termination of a contract. — lût. renun-tiatioj.
Hizmet veya kira akitlerinde taraflardan birinin mukavele hükümlerine devam etmemek hakkındaki iradesini diğer tarafa bildirmesidir (BK. 262, 285, 340).
FESİH /aim. Auflösung, Beendigung, Rücktritt— ff. annulation, dissolution, resilation, resolution,, resci-«on — ing. rescission, dissolution, annulment, cancellation, termination, avoidance. — lût. dissolutio, rei-cissio].
Fesih, hukuki muamelenin irade ile ortadan kaldırılmasıdır: cemiyetin kendisini her zaman feshe karar verebilmesi veya hâkimin karariyle cemiyetin feshedilmesi hallerinde olduğu gibi (Cemiyetler K. 10; MK. 69, 71).
İnfisah, akdin kendiliğinden ortadan kalkmasıdır. Hizmet akdi işçinin ölümiyle sona erer. Kezalık muayyen müddetle faaliyette bulunmak için teşekkül eden cemiyetler ve şirketler bu müddetin hitamiyle infisah ederler. Cemiyetin aciz haline düşmesi veya idare heyetinin nizamnameye tevfikan teşekkülüne imkân kalmaması da cemiyetin infisahını intaceder (MK. 70; BK. 347; TK. 181, 442).
FESİH DÂVASI (aim Auflösungs-, Aufhebungs-, Anfechtungs-, Wandelungsklage. — fr. action en resilation, en resolution, en rescision, en annulation. — ing. action for rescission (for dissolution, cancellation, annulment, avoidance; ].
Taraflar arasında yapılan hukuki muamelenin ortadan- kaldırılmasını istihdaf eden dâvadır. Umumiyetle kira, şirket, hizmet veya muayyen zamanlarda muayyen miktar mal teslimi gibi temadi eden akitlerde fesih makable şamil olmaz. Borçlar Kanunu fesih için dâva ikamesine lüzum göstermez; belki kanunun tâyin ettiği hallerin meydana gelmesi bazan borçluya, bazan da alacaklıya fesih hakkını verir. Alacaklı mütenterrit olup ve yapılması lâzımgelen edanın da tevdii mümkün olmazsa borçlu akdi ıeshetmek hakkını haizdir. Borçlunun temerrüdü halinde alacaklının da aynı salâhiyeti vardır. Ticaret Kanununa göre tesih bir dâva neticesinde mahkeme karariyle olur (BK. 95, 1C6, 107; TK. 714).
FETHİMEYİT bk. Otopsi.
FETİH (Fath) Bir beldeyi, bir ülkeyi ya sulhan veya harben hâkimiyet altına geçirmektir.
(Fetih esasen kapalı bir şeyi açmak, bir işgali gidermek manasınadır. Hem maddiyatta hem de maneviyatta kullanılır: feth-i bab, feth-i kulûb gibi).
FETİH HAKKI [aim. Eroberungsrecht. — fr. droit de conauâte. — ing. right of conquest. — lût. ius occupationis, ius occupandi].
Bir memleketin kuvvet istimaliyle ele geçirilmesi üzerine o topraklar üzerindeki hâkimiyetin, fetheden devlete intikal etmesine hukuki bir mesnet teşkil eden hakka «fetih hakkı» denmekte idi. XIX uncu asrın ba-şındanberi fetih hakkı ret ve inkâr edilmektedir. Devletler umumi hukukunun bazı vesikalarında fethin hâkimiyet intikali için bir hak bahşedemiyeceği sarahaten kaydedilmiş bulunmaktadır. Bugün gerek nazariyecileıin görüşlerinin, gerek devletler tatbikatının fetih hakkını ret yolunda inkişaf ettiği söylenebilir.
FETVA (fatvfi) Aslında bir meselenin hükmü hakkında verilen cevaptan ibarettir, örfte, vukubulan suallere müftüler tarafından yazı ile verilen cevaplara denir.
FETVAHANE Mülga meşihat dairesindeki meşhur ifta müessesesine ve müitülerin ifay-ı vazife ettikleri daire-i mahsusaya denir.
FETVAHANE-1 ÂLİ Mülga şeyh-ül-islâm dairesinde mahkeme-i şer'iye ve müftülerin mercii olmak üzere vücuda getirilen ifta müessesesidir ki, pusla odası, fetva odası, ilâraat odası namlariyle üç daireden ibaretti. Pusla odası m üstef tilerin suallerini tesvit eder Ve müs-teftiler bu pusla ile hâdisenin hükmünü fetva odasından sorarlardı. Fetva odası şifahi ve tahriri vukubulan suallerle, ilâmat odasından vâki istiftalara cevap vermek ve ilâmat odası şer'iye mahkemelerinden resen veya temyiz talebiyle gelen ilâm ve hüccetleri tetkik etmek vazifesiyle mükellefti. Fetvahane-i âli, «fetva emini» olan zat tarafından idare ve mürakaba olunur ve ihtilâf vukuunda bu zatın reyi muteber olurdu.
FEVKALÂDE HALLER [aim. Ausnahmezustand; aussergevıöhnliche UmstSnde. — fr. etat exceptional. — ing. exceptional circumstances].
Umumi veya kısmi seferberlik ilânı veya devletin bir harbe girmesi ihtimali veyahut yabancı devletler arasında, Türkiye Cumhuriyetini de alâkalandıran, harb halinin ilânı gibi nazik ve tehlikeli anlardır. Bu halleri ve başlıyacağı ve biteceği zamanları İcra Vekilleri Heyeti tesbit ve Büyük Millet Meclisine arz eder (Millî Korunma K. t ; AsCK. 56).
FEVKALÂDE HALLERDE MÜHLET bk. Moratoryum.
FEVKALÂDE İKAME bk. İkame.
FEVKALÂDE MAHKEMELER bk. Mahkeme.
FEVKALÂDE MÜHLET (aim. ausserordentliche Fristen. — fr. delais extraordinaires.— ing. exceptional time limits].
İcra hukukunda; fevkalâde hallerde ve hususiyle devamlı iktisadi buhran zamanlarında İcra Vekilleri Heyetinin tâyin edeceği müddet içinde ve mıntaka dahilindeki bir borçluya muaccel borçlarını ödemesi için icra tetkik mercii tarafından altı ayı geçmemek üzere verilen mühlettir (İcttK. 317 - 329).
FEVKALÂDE TAHSİSAT (aim. ausserordentliche Kredite 'Budget).— fr credits extraordinaires.— ing, supplementary Emergency) Budget estimates].
Bütçenin tanzim ve tatbiki sırasında düşünülmemiş
96
FEVKALÂDE TAHSİSAT - FİİL
olan yeni bir hizmet için alınan tahsisata denir. (Muhasebe! Umumiye K. 36).
FEVKALÂDE VARİDAT [aim. ausserordentliche Einnahmen, ausserordentliche Deckungsmittel (Budget). — fr. recettes extraordinaires.— ing. exceptional (ex-traordinary, abnormal) Budget receipts],
Fevkalâde zamanlarda bütçedeki normal varidat ile karşılanamayan devlet masraflarına tahsis edilmek ve bütçe ile kabul ol anan tahsisat ile mukayyet kalınmaksızın sarf olunmak üzere fevkalâde men balardan temin edilen devlet gelirine denilir.
FEY (fay') Gayrimüslimlerden muharebe etmeksizin bihakkın alınan maldır ki tamamen beyt-ül-mala aittir: haraç, cizye, ticaret rüsumu, vâris bıramaksızın ölenlerin terekeleri gibi.
Gayrimüslimlerden müsalâha bedeli olarak alınan mal dahi haraçtan madut olup tamamen beyt-ül-mala ait bulunur.
Fey tâbiri «beyt-ül-malda mevcut olan her hangi bir şey» mânasında da kullanılır. Bu taktirde mal-i ganimete de şamil olur.
(Fey esasen rücu demektir. Bu cihetle güneşin zevali anında doğuya doğru dönen gölgeye: fey-i zeval denildiği gibi zevalden batıya kadar olan gölgeye de fey denir).
ilâdan rücua da fey denir.
FEZLEKE / aim. gedrângte Zusammenfassung eines Verhörs. — fr. resume d'un interrogatoire. — ing. summary of proceedings].
Bir tahkikat veya muhakeme zabtının hülâsası demektir. Bunda tafsilâta girişilmeden işin ana hatları gösterilir. Bir teftiş raporunun kısaltılması hâlinde ikti-sab ettiği şekle de denir.
FlDÂ bk. Feda.
FlDYE [aim. Loskaufgeld, Lösegeld. — fr. ran-çon.— ing. ransom].
Bir geminin düşman veya deniz haydutları tarafından durdurulması halinde gemi ve yükünü kurtarmak maksadiyle verilen şeylerdir. Verilen fidye, rehinelerin gemi ve kurtarılma masrafları ile birlikte büyük avaryadandır (TK. 1247 No. 6).
FİDYE-I NECAT [aim. Lösegeld. — fr. rançon. ing. ransom. — lât. pecunia redemptionis].
Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para ve sairedir.
FİİL [aim. Handlung, Tat, Akt. — fr. acte, fait, action. — ing. act, action, fact, — lât. actus, actio, factum)'.
I — (HH) Fiil, bir iradeye dayanan müsbet veya menfi bir hareket tarzıdır ki, harici alemde veya ferdin hukuki sahasında bir takım değişikliklere meydan verir. Hukuk nizamına uygun olan hareket tarzlarına «haklı fiiller» [aim. Rechtshandlung, juristische Handlung. — fr. action juridique. — ing. act in law. — lât. actus iuridicus] denir. Fakat hukuk, harici âlemde değişikliği intaceden bütün fillerle meşgul olmaz. O ancak hukuki
neticeler tevlit etmesi itibariyle fiile ehemmiyet verir. Bu bakımdan mevzuun tetkiki fiillerin psikolojik mahiyetleri üzerinde durmakla mümkün olacağından haklı fiilleri bir takım kısımlara ayırmak icab etmektedir:
1 — İrade tezahürleri [aim. Willensausserungen — fr. manifestations de la volonte. — ing. expressions (declarations, manifestations) of the will or intention. — lât. declaratio voluntatis, mentis declaratio] dır ki, dört şekilde meydana gelir.
a) Bir hukuki muameleyi istihdaf eden irade tezahürleri [aim. rechtsgeschöftliche Willensausserungen. — fr. declarations de la volonte, — ing. expression of the will (intention) aiming at an act in the law (juristic act). — lât. declaratio voluntatis quae ad negotium iu-ridicum spectat] dır ki, burada hukuki muameleye vücut veren unsur izhar ediUn iradenin muhtevasıdır.
b) Kanun tarafından kendilerine hüküm izafe olunan irade tezahürleridir. Burada iradenin muhtevasını aramıya lüzum yoktur' Meselâ: ihtar "ile alacaklının istediği şey borcun ifa edilmesidir. Fakat ihtara rağmen borcunu eda etmiyen kimse mütememerrit olur. Kezalik münasip bir mehil tayin edilmesi halinde (BK. 106 f. 1) borçlu ifadan imtina ederse alacaklı lehine fesih hakkı doğar; münasip mehil tâyin eden alacaklının fesih hakkını elde etmek isteyip istemediği aranmaz.
c) Fiili irade izharları [aim. Tathandlungen, Re-alakte. — fr. actions materielles. — ing. factual acts. — lât. actus realisj: dır ki, maddî âlemde değişiklik husule getirmek için yapılan hareketlerdir: ikametgâh ittihazı ( MK. 19 ), lûkata ( MK. 693 ), hukuki tağyir ( MK. 699 ), kiralanan şeyin kullanılmasına devam ( BK. 263 ), bir hizmetin ifası (TK. 653 ) gibi.
ç) iradî olan, yani gerek kasten ve gerek ihmal suretiyle yapılan imtinalar [aim. Unterlassungen. — fr. abstentions.— ing. (acts of) omission.— lât. omit-tere, omissio*, actio omissiva]: dır ki, hukuki fiil mefhumuna giren irade tezahürleridir (BK. 198 f2. 221, 263; TK. 668, 684 f2, 710 f3 gibi).
işbu bendin b, c ve ç fıkralarındaki irade tezahürleri hukuki muameleden sayılmazlar fakat ona benzerler.
2 _— Bir fikrin, bir telâkkinin veya bir tasavvurun izharı [aim. Vorstellungsöusserungen, Aussagen. — fr. assertion, declaration. — ing. expression of an idea (of an opinion), declaration. — lât. declaratio animi, opinionisf: dir ki, bir kimsenin bir şey hakkındaki hususi fikrini ve bilhassa bir vakıanın mevcudiyetini bildiren hareketlerdir. Bunlar hukukta çok defa «ihbar» [aim. Anzeige, Benachrichtigung, Kundgabe, Mitteilung.— fr. notification, avis, avertissement.— ing. notice, notification, announcement, declaration.— lât. nuntiatio, renun-tiatio, commun'icatio, significatio, ceriiorem facere, cer-iiorare]: namı altında toplanır. İhbarın muhtevası mazi, hal veya istikbaldeki her hangi bir vakıa olabilir. İhbar ile irade tezahürünü yekdiğerinden ayıran muhteva-larındaki mahiyet farkıdır. İhbarlar doğru veya yanlış olabilirler. İrade izharları ise ya muteber veya batıldırlar. Demek ki; ihbarda hâkim olan fikir kaide olarak hukuki muameleye vücut vermek iradesi değildir. Meselâ: muahhar rehin tesisi hakkındaki ihbarda ihbarı yapan kimse, bu husustaki kanun hükümlerini bilmese dahi, rehni tekemmül ettirir ( MK. 855 ).
FİİL - FİLİM HUKUKU
97
3 — Hislerin izharı [aim, Gefühlsausserungen. — fr. manifestations d'un sentiment — ing expression of feeling]: dir ki, bir hukuki netice meydana getirmekle, beraber bir irade tezahürü veya bir tasavvurun izharı sayılmazlar. Kanun bu sahada yalnız afdan bahseder (MK. 129, 520). Affın hususiyeti diğer tarafın iştirakine lüzum göstermemesidir. Bu itibarla feragattan ayrılır.
4 — Açığa vurulmamış ruhi vakıalar dır ki, bir fiil ile birlikte oldukları zaman ehemmiyet kesbederler Manevi tazminatın istinat ettiği esas böyle ruhi bir vakıadır. Kez'alık, vekâleti olmaksızın başkası hesabına tasarrufta dahi (BK. 410) iş sahibinin menfaatına ve tahmin olunan maksadına göre hareket mecburiyeti vardır.
5 — Ferdin iradesine dayanmıyan harici âlemdeki değişikliklerin hukuki neticeler meydana getirdiği haller de olabilir: bir çocuğun sağ olarak doğmasının şahsiyet iktisabını intaç etmesi, güneşin doğup batmasının iş saatlerini tâyinde müessir olması gibi ki, bunlara «hukuki fiil» [aim. Rechtstatsache, rechtlich erhebliche Tatsache.
— fr. fait juridique. — ing. fact in law, fact of legal importance (legal significance). — lât. factum iuridicumj denir.
Demekki; hukuki neticeler doğurması bakımından fiil; mücerret mahiyeti haiz bulunan hukuki hadise tiplerinden (kalıplarından) biri olur.
II — (AH) Fiil, mevcut hukuki nizamda bir değişiklik husule gelmesine sebep olan harekettir: yeni bir hukuki kaide vaz etmek, mevcut bir hukuki kaideyi değiştirmek veya ortadan kaldırmak, muayyen bir şahsa evvelce tatbik edilmeyen objektif bir kaidenin yapılan bir fiilden sonra tatbik edilmesini mümkün kılmak, bir ihtilâfı hallederek mantıkan gerekli olanın icrasını teinin zımnında bir karara bağlamak yollarında selâhiyetli şahıslar ve teşekküller tarafından yapılan iradi hareketler gibi.
Bu objektif fiillerden maada, bir de ferdî ve geçici hukuki vaziyetler meydana getiren sübjektif fiiller vardır. Bunun belirik misali olarak akdin akitler için meydana getirdiği karşılıklı vecibeler gösterilebilir ise de selâhiyetli bir memurun bir mükellefe vergi tahmil eylemesi gibi tek taraflı bir fiil de sübjektif hukuki bir vaziyet ihdas eyleyebilir.
FİİLİ HÜKÜMET bk. Hükümet.
FİİL-J MÜESSİR bk. Müessir fiil.
FİİL-1 NEBİY (Fi'l-i Nabiyy) Peygamberden sadır olan ihtiyari harekettir.
FİİLİ ŞİRKET [aim. de facto Gesellschaft. — fr. societe de fait. — ing. de facto corporation).
Şirket mukavelesi aktedilip de, şirket teşkili için kanuna göre yapılması gereken merasimi ifa etmeden önce, ortaklar arasında fiilen mevcut olan durumdur. Üçüncü şahıslar fiilî şirketin mevcut olduğunu iddia ve isbat edebilirler (TK. 151, 518; BK. 520).
FİİLÎ ZİLYETLİK bk. Zilyetlik,
FİKRÎ HAKLAR [aim. Jmmaterialgüterrechte, Urheberrechte. — fr. droits inteUectueİs. — ing. rights over intellectual (immaterial) property J.
Fikir, zeka ve his mahsulleri üzerinde onları vücuda getirenlerin haiz oldukları haklardır..Hakkın mevzuu maddi bir mal olmayıp eser sahibinin ibda ve icadının karşılığı bir imtiyazıdır ki, muhtelif nevileri vardır:
1 — Edebi ve bedii eser müelliflerinin bu şekildeki haklarına «edebi mülkiyet hakları» [aim. geistiges Eigentum. — fr. propriite intellectuelle. — ing. intellectual property) denilmektedir. Buna «telif hakkı»
{aim. Urheberrecht. — fr. droit d'auteur--ing. copy-1
right ] da denir. İlmî ve edebi eserlerle «esimler, heykeller, musiki besteleri vs üzerindeki haklar bu nevi fikrî haklardandır.
2 — Teknik keşifler ve ihtiralarda bulunan kimselerin eserleri üzerindeki hakları da fikrî haklar7 mahiyetindedir. Bu haklar, devletten alınacak «ihtira beratı» [aim. Patent, Erfindungspatent. — fr. brevet d'inventi-on. — ing. patent, patent right] ile tevsik olunur (İhtira Beratı K- )
3 — Bir tacirin, veya sanayicinin kendi mallarını diğerlerinden ayırdetmek ve bu suretle kendi şöhretini muhafaza edip tanıtmak için malları üzerine koyduğu resimleri, işaretleri, isimleri vs. usulen tescil ettirmekle onları yalnız kendisi kullanmak hakkını muhafaza eder (Alâmeti Farika Nizamnamesi).
4 — İkinci ve üçüncü fıkralarda yazılı haklara umumi bir ifade ile «sınai mülkiyet hakları» /aim. ge-werbliches Eigentum. — fr. propriite industrielle. — ing. industrial property] da denilmektedir.
Edebi ve bediî mülkiyet haklarının milletler arası himayesi için 1886 da Bern'de bir mukavele aktedildi. Bu mukavele 1908 de Berlin ve 1928 de Roma içtimala-rında tadil ve tekemmül ettirildi. Bu mukaveleye Türkiye dahil değildir.
Sınai, mülkiyet haklarının milletler arası himayesi için 1883 te Paris'te bir mukavele aktedildi. Bu anlaşma da muhtelif anlaşmalarla tadil ve islâh olundu. Türkiye bu anlaşmaların Lahey tadilâtına' iltihak etmiştir (1619 No. K.; Hakkı Telif K. İhtira Beratı K. Alâmeti Farika Nz.).
FİKRÎ İÇTİMA (cali içtima) bk. Suçların içtimai. FİKSIYON bk. Mevhume.
FİLİKA [aim. Schiffsboot, Schaluppe, Rettungs-boot- — fr. chaloupe. — ing. ship's lifeboat. — lât. scapha].
Geminin içinde veya yedeğinde birlikte götürdüğü hizmet veya can kurtaran sandallarına verilen isimdir. Bunlar da geminin teferruatıdır (TK. 1019).
Filikaların diğer vasıflarının her gemiye ve sefere göre miktarı, vasıfları ve diğer şartları hakkında : 1341 tarihli Türkiye sularında icrayı seyrüsefer eden sefa in i ticariyenin temini selâmeti hakkında talimatname; 25 / 4 / 1936 tarihli Türk ticaret gemilerinde bulunması icap eden can kurtaran vasıtaları ile alınması muktazi tedbirler hakkında talimatname; 18 / 5 / 1936 tarihli muntazam posta seferleri yapan vapurlarla veya münhasıran toplu asker ve muhacir, nakledecek gemilerle yapılacak nakliyata dair talimatname.
FİLİM HUKUKU [aim. Filmrecht. — fr. ligisla-Hon cinimatographique. — ing. law relating to films].
H. L. 7
98
FİLÎM HUKUKU - FORMÜL
Sinema filimlerine ait senaryoların yani eserlerin tertibi, oynanması, filime alınması, çoğaltılması, kiralanması, gösterilmesi, sigorta edilmesi ve sinema filimlerine taallûk eden sair hükümleri ve bu hükümlerin dayandığı esas ve kaideleri ihtiva eden hukuktur.
Filim hukuku biri telif hakkı ve diğeri işletme hukuku olmak üzere başlıca .iki kısma ayrılır. Filim telif hakkı: senaryosunun yazılı bir eser ve alınan filim-ferin bir resim ve fotoğrafı olmasına göre edebi mülkiyet ve telif hakkının bir kısmını teşkil eder. Bu suretle esas itibariyle sinemanın mevzuunu teşkil eden resimdeki fiil ve hareketler ile senaryoya göre vücuda getirilen şaheserler ve bunların filime alınan resimleri birer sanat eseri olarak himaye görür. Filimlerin ses kısmı da aynı suretle himaye görmektedir. Hak sahiplerinin muvafakati alınmadan gerek sinema filimlerinin negatifleri gerek bunlardan çekilen kopyalar kullanılamaz. Yürürlükte olan Telif Hakkı Kanununda filimlere müteallik hükümler yoktur.
Filimleri işletmek hukuku ise, çekilmiş filimlerin ticaretine, selâhiyetli makamlar tarafından muayene ve müsaadeye tâbi tutulmasına ve amme hukukunun filimlere ait sair hükümlerine teallûk etmektedir. (Matbuat Umum Müdürlüğü teşkilâtına ve vazifelerine dair 3837 sayılı K. 4, h; Polis vazife ve selâhiyetlerine ait K. 6; öğretici ve teknik filimlerin kontroluna ait K. ve sinema filim Ve senaryolarının kontroluna dair talimatname ve Nz.).
FİLO bk. Donanma.
FİLOTİLLA bk. Donanma.
FİRAR {aim. Fahnenflucht. — fr. desertion. — ing. desertion (from the armed forces). — lât, desertioj.
1 — Bir askerin, askerlik vazifesinden kurtulmak kastiyle kıtasından veya vazifenin bulunmaya mecbur ettiği yerden izinsiz olarak uzaklaşması veyahut mazeretsiz olarak izin müddetini kasten geçirmesi suretiyle maddi unsurları tahakkuk eden askerî bir cürümdür (As. CK. 66 vd. )
2 — Kanun dairesinde tevkif veya hapis olunan kimsenin tevkif veya ceza evinden, sürgüne mahkûm olanın ikâmete mecbur tutulduğu yerden kaçnası, suçtur (CK. 298, 299, 304).
FİRE (aim. Schwund, Dekalo. — fr. discale, de-chet de route. — ing. shrinkage, deficiency].
Tabii sebepler neticesinde malın sıkletinde hasıl olan noksanlıktır. Bu noksanlığa binaen semenden örf ve âdetlere göre tenzil olunan mikdara «tenzili paha» [aim. Refaktie.'.— fr. refaction,— ing. tretl denir.
FİRMA bk. Ticaret unvanı.
FİYAT [aim. Preis. — fr. prix. — ing. price. —-lât preüumj.
1 — (İktisatta) Herhangi bir mal kıymetinin para ile ifadesidir.
2 — (BH) Bazı hallerde bedel ve semen tabirleriyle müteradiftir.
FIKIH (Fikh) Fıkıh lügatte gereği gibi anlayıp bilmek manasınadır. Fıkhın ıstılahta iki manası vardır:
Umumi manası, insanın kendi lehine ve aleyhine olan ahkâmı bilmek için hasıl ettiği meleke ve istidattir Bu tarifdeki ahkâmdan mutlak ahkâm murad olunursa iti-kadiyata, vicdaniyata, muamelata mütaallik ahkâm dahil olur. Ahkam-ı ameliye murad olunursa itikadiyat ile vicdaniyat tariften hariç kalır. Hususî manası ahkâm-ı şer'iye-i ameliyeyi edille-i tafsiliyesinden bilmektir.
FIKRA bk. Madde.
F1KRA-I HÜKMİYE bk. Hük üm fıkrası.
FITAM (Filim) Çocuğun sütten kesilmesidir.
FOB SATIŞLAR [aim. Fob-Kauf oder Fob. Ver-kauf. — fr. vente fob. — ing. sale of purchase f. o. b.j.
«f. o. b.» harfleri ingilizce «free on board» cümlesindeki kelimelerin baş harfleridir. Bu terim limanda teslim şartiyle yapılan satışlarda kullanılır. Fob satışlarda satıcı malı, alıcı tarafından tâyin edilen veya ticari teemmüllere göre yükletilmesi icabeden gemi küpeştesine kadar getirip gemiye yüklemeye mecburdur. Buraya kadaT yapılması gereken masraflar, vergiler ve resimler satıcı tarafından ödenir ve bu ana kadar malın bütün ziya ve hasarları (rizikosu) satıcıya ait olur.
Alıcı da gemiyi temine ve malın gemiye yüklenmesinden sonraki bütün masrafları ve zararları üzerine almiya mecburdur.
FON [aim. Fonds, Kapital. — fr. fonds. — ing. assets, fund. — lât. sors, caput).
Fransızca «fonds» kelimesinin türkçeleştirilmiş şeklidir. Kelimenin böylece kullanılması «sermaye» mânasına gelir.
«Fonds de commerce» tâbiri bizde «ticarethane» diye ifade edilmektedir.
FONKSİYON {aim. Funktion ( Tâtigkeitsbereich). — fr. fonction. — ing. function. — lât. functio].
Muhtelif devlet organlariyle faaliyetlerinin yahut âmme iradesini izhar şekillerinin muayyen esaslara göre biribirlerinden ayrıldıkları bölümlerden her birini gösteren tâbirdir.
Devletin hukuki faaliyetinde, deruhte ettiği rolü başarabilmek için vasıta olarak kullandığı tasarruflara tekabül eden yekdiğerinden müstakil büyük faaliyet, ve tesir kümesidir.
Umumiyetle teşri, icra, kaza olmak üzere hâkimiyete ait üç fonksiyon biribirinden ayrılır ki bunlardan sonuncuyu icra fonksyonunun bir kolu sayanlar da vardır.
Amme fonksyonu geniş ve dar olmak üzere iki mâna taşır: a) sahibine âmmeye ait bir işin sevk ve idaresi salâhiyetini, veren her mevki ve vaziyet; b) âmme hizmetindeki memurun salâhiyet ve mükellefiyetlerini tâyin eden hukuki durum.
Bu kelime mukabilinde teşri, kaza ve icra salâhiyetlerini ifade eden (teşri kuvveti, kaza kuvveti ve icra kuvveti) ıstılahları da kullanılır.
FORMÜL [aim. Formular, Formblatt. — fr. for-mulaire. — ing. formulary. — lât. formula).
Aynı çeşit hukuki muamelelerin tabi tutulduğu şekil, örnektir. Davetiye, celpname, icra ve iflâs muamelelerine ait formüller gibi (Adlî Evrakın P. T. T.
FORMÜL — GAİPLİK
99
İdaresi vasıtasiyle tebliğine dair Nz. 4,37, 43; tc If K. Tatbikine dair Nz. 21,. 22).
FUHŞİYÂTA TAHRİK [aim. Kuppelei, Verleitung zur Unzucht. — fr. incitation â la prostitution. — ing. soliciting. — lût. lenocinium].
Bir kimsenin on beş yaşını doldurmamış küçüğü kandırarak fuhşa teşvik etmesi veya bunun yolunu kolaylaştırması, yahut rızasiyle olsa bile yirmi bir yaşını doldurmamış veyahut' cehir ve şiddet veya tehdit veya nüfuz icrası veya hile ile yirmi bir yaşını bitirmiş olan bakiri veya kadını başkası için iğfal veya tedarik veya sevk veyahut bir yerden diğer bir yere nakletmesidir (CK. 435, 436).
FUHUŞ [aim. Prostitution. — fr. prostitution. — ing. prostitution. — lût. prostituere (prostitutio)J.
Umumi kadınların sanatıdır. Kendilerini başkalarının cinsi zevkine, menfaat mukabili veya itiyadi surette hasretmeyi sanat ittihaz eden ve bu suretle müteaddit erkekle münasebette bulunan kadınlara Umumi Kadın denir (Umumi Hıfzıssıhha K; Fuhuşla ve fuhuş yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla mücadele Nz.).
FURUZ-U MUKADDERE (Furüz-i mukaddarn) Nâs ile takdir olunan vehimlerdir ki nısıf (yarı), rub-u (dörtte bir), sümün (sekizde bir), sülüsan (üçte iki), sü. lüs (üçte bir), südüs (altıda bir) dir.
FUZULÎ (Fuzuli) Salâhiyeti olmaksızın diğer bir kimsenin hakları üzerinde tasarruf eden kimsedir.
FUZULİ TASARRUFLAR [aim. Verfügungen (Reçhtsğeschafte) eines Nichtberechtigten. — fr. aetes faits hors ou sans procuration. — ing. dispositions (contracts) made without authority].
Bir kimsenin akdi veya kanuni temsil kudretini haiz olmaksızın üçüncü şahsa ait bir hak üzerinde diğer
birine karşı tasarrufta bulunmasıdır: A ya ait olan bir malın veya bir alacağın B tarafından C ye devir veya temlik edilmesi gibi. Bu gibi tasarruflar kaide olarak ancak hak sahibinin icazetiyle lüzum ifade ederler (İstisnalar: BK 165; MK 901 - 903,931).
FUZULİ İŞGAL [aim. verbotene Eigenmacht. — fr. occupation illicite. — ing. unlawful interference.— lût. vis (vi aut elam)].
Bir gayrimenkulu sahibinin izin ve rızası olmıyarak işgale denir. Meselâ : A, B nin malik olduğu eve B nin izin ve rızası olmadan taşınarak işgal ve istimal eylese bu yeri fuzulen işgal, etmiş otur.
FUZUL ÜL-GANAİM (fuiülu'l-gana'im) Ganimet mallarının tâyin ve tevziinden sonra ka)an az miktardaki maldır. Ganimlerin çokluğu cihetiyle.taksimi kabil olmaz.
Bu fazla miktar, ütül-emr tarafından fakirlere tevzi olunur, beyt-ül-mala vaz edilmez.
FÜLS (fuls) Pul, mangır, para, vaktiyle tedavül etmiş bir nevi akçe. Cem'ı «fülûs» tur.
Servet elden çıkıp pula muhtaç olmıya da «felez» denir-
FÜRÛ [aim. Abkömmlinge, Nachkommen, Des-cendenten. — fr. descendants. — ing. descendants, issue — lût. descendentes].
1 — Evlâtlar ve torunlar ve onların çocukları (MK. 17).
2 — (Fuıü') Fer'in cem'idir. Birçok mânalara geıen fer, gayır üzerine mübteni olan şeye denir. Bir adamın fürûu oğlu ve kızı ve bunların oğul ve kızlarının... ilâ çocuklarıdır.
Fıkıh ve usul-ü fıkıh ıstılahında fürû ahkâm-ı cüziyeye. denir.
G
GABİN /aim, Übervorteilung. — fr. lesion.— ing. lesion. — lût. laesio (enormis)]. Karşılıklı edaları ihtiva eden akitlerde bir tarafın edası ile diğer tarafın ivazı arasında fahiş bir kıymet farkı bulunmasıdır. Şu halde bir taraflı hukuki muamelelerle ivazsız akitlerde gabin olmaz. Gabin ancak ivazlı akitlerde tesadüf edilebilen bir haldir. Kanunumuza göre gabinin mevcut olabilmesi için karşılıklı edalar arasında nispetsizliğin açık olması kâfi gelmez. Bu objektif unsuradan başka zarar gören kimsenin müzayaka halinde bulunması veya hiffe-tinden yahut tecrübesizliğinden istifade edilmiş olması gibi sübjektif unsurların da mevcudiyeti lâzımdır (BK. 21).
GADR (gadr) (Cihadda): hıyanet, nakz-ı ahd, muahede ahkâmını bozmaktır.
GAİP 1 — bk. Hazır olmayan şahıs. 2 — bk. Gaiplik.
GAİPLERİN MUHAKEMESİ [aim. Strafverfah-rtn gegen Abwesende, gegen den ausgebliebenen An-geklagten; Kontumazialverfahren. — fr. procedure par cüntumace. — ing. proceedings in default of appearance. — lût. confumaciaj.
Ceza muhakemeleri usulünde kaide, maznunun gıyabında duruşma yapılamıyacağıdır.
Fakat tahkikatın mevzuunu teşkil eden suç para cezasını veya müsadereyi yahut her ikisini istilzam ediyorsa gaip hakkında duruşma açılabilir.
Meskeni bilinmeyen veya yabancı memlekette sakin olupta salahiyetli mahkeme huzuruna celbi mümkün olmayan yahut böyle bir davetin netice vermiyeceği kuvvetle anlaşılan maznun gaip sayılır (CMUK. 269 - 288).
GAİPLİK [aim. Verschollenheit. — fr. absence. — ing. disappearance (of untraceable or missing persons). — lût. absentia/.
1 — Bir şahsın, ölümünün pek muhtemel bulunduğunu kabul ettirebilecek bazı alâmetler ve emareler içerisinde kaybolması (meselâ bir gemi batmasında, bir yangında kaybolmak) veya kendisinden uzun zaman haber alınmadan ortadan kaybolup gitmesi hali. Bu hal mahkeme karariyle tespit olunmak lâzımdır ki buna «gaiplik kararı» [aim. Todeserklörung (Al.), Vertchol-lenerklörung (İs.). — fr. declaration d'absence. — ing. declaration of death (by the Court), adjudication of
FORMÜL — GAİPLİK
99
İdaresi vasıtasiyle tebliğine dair Nz. 4,37, 43; Jc If K. Tatbikine dair Nz. 21,. 22).
FUHŞİYATA TAHRİK [aim. Kuppelei, Verleitung zur Unzucht. — fr. incitation â la prostitution. — ing. soliciting. — lât. lenocinium].
Bir kimsenin on beş yaşını doldurmamış küçüğü kandırarak fuhşa teşvik etmesi veya bunun yolunu kolaylaştırması, yahut rızasiyle olsa bile yirmi bir yaşını doldurmamış veyahut' cebir ve şiddet veya tehdit veya nüfuz icrası veya hile ile yirmi bir yaşını bitirmiş olan bakiri veya kadını başkası için iğfal veya tedarik veya sevk veyahut bir yerden diğer bir yere nakletmesidir (CK. 435, 436).
FUHUŞ [aim. Prostitution. — fr. prostitution. — ing. prostitution. — lât. prostituere (prostitutio)J.
Umumi kadınların sanatıdır. Kendilerini başkalarının cinsi zevkine, menfaat mukabili veya itiyadi surette hasretmeyi sanat ittihaz eden ve bu suretle müteaddit erkekle münasebette bulunan kadınlara Umumi Kadın denir (Umumi Hıfzıssıhha K; Fuhuşla ve fuhuş yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla mücadele Nz.).
FURUZ-U MUKADDERE (Furüz-i mukaddaru) Nâs ile takdir olunan vehimlerdir ki nısıf (yarı), rub-u (dörtte bir), sümün (sekizde bir), sülüsan (üçte \ki), sü. lüs (üçte bir), südüs (altıda bir) dir.
FUZULÎ (Fuzuli) Salâhiyeti olmaksızın diğer bir kimsenin hakları üzerinde tasarruf eden kimsedir.
FUZULİ TASARRUFLAR [aim. Verfügungen (Reçhtsğeschafte) eines Nichtberechtigten. — fr. actes faits hors ou sans procuration. — ing. dispositions (contracts) made without authority].
Bir kimsenin akdi veya kanuni temsil kudretini haiz olmaksızın üçüncü şahsa ait bir hak üzerinde diğer
birine karşı tasarrufta bulunmasıdır: A ya ait olan bir malın veya bir alacağın B tarafından C ye devir veya temlik edilmesi gibi. Bu gibi tasarruflar kaide olarak ancak hak sahibinin icazetiyle lüzum ifade ederler (İstisnalar: BK 165; MK 901 - 903,931).
FUZULİ İŞGAL [aim. verbotene Eigenmacht. — fr. occupation illidte. — ing. unlawful interference.— lât. vis (vi aut elam)].
Bir gayrimenkulu sahibinin izin ve rızası olmıyarak işgale denir. Meselâ : A, B nin malik olduğu eve B nin izin ve rızası olmadan taşınarak işgal ve istimal eylese bu yeri fuzulen işgal, etmiş otur.
FUZUL-ÜL-GANAİM (fuiûlu'l-gana'inı) Ganimet mallarının tâyin ve tevziinden sonra kajan az miktardaki maldır. Ganimlerin çokluğu cihetiyle taksimi kabil olmaz.
Bu fazla miktar, ülül-emr tarafından fakirlere tevzi olunur, beyt-ül-mala vaz edilmez.
FÜLS (fuls) Pul, mangır, para, vaktiyle tedavül etmiş bir nevi akçe. Cem'i «fülûs» tur.
Servet elden çıkıp pula muhtaç olmıya da «felez» denir-
FÜRÛ [aim. Abkömmlinge, Nachkommen, Des-cendenten. — fr. descendants. — ing. descendants, issue — lât. descendentes].
1 — Evlâtlar ve torunlar ve onların çocukları (MK. 17).
2 — (Fuıü') Fer'in cem'idir. Birçok mânalara geıen fer, gayır üzerine mübteni olan şeye denir. Bir adamın fürûu oğlu ve kızı ve bunların oğul ve kızlarının... ilâ çocuklarıdır.
Fıkıh ve usul-ü fıkıh ıstılahında fürû ahkâm-ı cüziyeye. denir.
G
GABİN /aim, Übervorteilung. — fr. lesion.— ing. lesion. — lât. laesio (enormis) J. Karşılıklı edaları ihtiva eden akitlerde bir tarafın edası ile diğer tarafın ivazı arasında fahiş bir kıymet farkı bulunmasıdır. Şu halde bir taraflı hukuki muamelelerle ivazsız akitlerde gabin olmaz. Gabin ancak ivazlı akitlerde tesadüf edilebilen bir haldir. Kanunumuza göre gabinin mevcut olabilmesi için karşılıklı edalar arasında nispetsizliğin açık olması kâfi gelmez. Bu objektif unsuradan başka zarar gören kimsenin müzayaka halinde bulunması veya hiffe-tinden yahut tecrübesizliğinden istifade edilmiş olması gibi sübjektif unsurların da mevcudiyeti lâzımdır (BK. 21).
GADR (gadr) (Cihadda): hıyanet, nakz-ı ahd, muahede ahkâmını bozmaktır.
GAİP 1 — bk. Hazır olmayan şahıs. 2 — bk. Gaiplik.
GAİPLERİN MUHAKEMESİ [aim. Strafverfah-rtn gegen Abwesende, gegen den ausgebliebenen An-geklagten; Kontumazialverfahren. — fr. procedure par cüntumace. — ing. proceedings in default of appearance. — lât. confumaciaj.
Ceza muhakemeleri usulünde kaide, maznunun gıyabında duruşma yapılamıyacağıdır.
Fakat tahkikatın mevzuunu teşkil eden suç para cezasını veya müsadereyi yahut her ikisini istilzam ediyorsa gaip hakkında duruşma açılabilir.
Meskeni bilinmeyen veya yabancı memlekette sakin olupta salahiyetli mahkeme huzuruna celbi mümkün olmayan yahut böyle bir davetin netice vermiyeceği kuvvetle anlaşılan maznun gaip sayılır (CMUK. 269 - 288).
GAİPLİK [aim. Verschollenheit. — fr. absence. — ing. disappearance (of untraceable or missing persons). — lât. absentia].
1 — Bir şahsın, ölümünün pek muhtemel bulunduğunu kabul ettirebilecek bazı alâmetler ve emareler içerisinde kaybolması (meselâ bir gemi batmasında, bir yangında kaybolmak) veya kendisinden uzun zaman haber alınmadan ortadan kaybolup gitmesi hali. Bu hal mahkeme karariyle tespit olunmak lâzımdır ki buna «gaiplik kararı» [aim. Todeserklörung (Al.), Verschol-lenerklarung (İs.). — fr. declaration d'absence. — ing. declaration of death (by the Court), adjudication of
100
GAİPLİK - GARAMETEN TEVZİ
disappearance. — lât. declaratio mortis (pro mortuo *] denir ve umumiyetle ölümün hukuki neticelerini doğurur (MK. 31, 32).
2 — Yolculuğa başlamış olan bir geminin, gaiplik müddeti (TK. 1403, 1404) içinde varma limanına ulaşmamış ve bu müddet içinde alâkalıların da ondan haber almamış olması. Bu hal, geminin kalkma Umanından çıktığı zamana ve gaiplik müddeti içinde geminin varma limanına ulaştığına dair güvenilir vesikalarla ispat edilebilir (TK. 1425 No. 3). Gaiplik halinde sigortalı sigortalanmış şeye ait haklarını «bırakma» suretiyle devrederek sigorta bedeli bütününün ödetmesini isteyebilir (TK. 1402, No. 1).
GALLE (galla) Hasılat, irat ve menfaat demektir.
GALLE-1 ÂTİYE (galla-i âtiya) (Vakıfta) Galle-i hadisenin müradifi olarak kullanılır ve galle-i mehuze-nin mukabili olur.
GALLE-1 HÂDİSE (galla-i HâdiŞa) (Vakıfta) Vâkıfın icabından sonra meşrüt-un-lehin reddinden mukaddem husule gelip de henüz meşrut-un-leh tarafından alınmamış olan gaileye denir. Ret, bunun hakkında muteberdir. Çünkü, kabzetmemiş olan meşrut-un-lehe henüz ele geçirmediği bu gailede mülkiyet değil yalnızca bir kabul hakkı mevcuttur ki sonraki ret hakkı da iskat etmiştir.
CALLK-1 MAZİYE (gullu i maiiya) (Vakıfta) Ret yüzünden gayrı münkati cihete tevzi olunduktan sonra şartı kabul eden meşrut-un-lehin istirdat edemi-yeceği gailedir. Sonradan kabul galle-i hâdise hakkında muteberse de tevzi olunan hakkında muteber değildir.
GALLEİ MEHUZE (galla-i hıahüza) (Vakıfta) Meşrut-un-leh tarafından ahız ve kabzedilmiş olan gailedir.
GALLE-1 VAKF (galla-i vaki) Vakfın faydası ve mahsulü demektir. Tabiî ve madenî semereye şamildir. Vakfedilen paraların faizi ve mevkuf akarın kirası ve vakıf bahçenin semeresi bu tâbirin şümulüne girer.
GANAİM (Bana im) Ganimetin cemidir. Ganimet: gazilerin kahren düşmandan aldıkları maldır.
GANAİM-1 GAYR-1 MELÜFE (ganâim-i ga)r-i me'iüfa) Harb ile düşmandan kahren veya sulhan alınan gayrimenkul mallardan yani düşman topraklarından ibarettir ki, bunun hakkında karar itası ülül-emre aittir. Şöyleki, bir arazi fetih olunduktan sonra üKil-emr muhayyerdir. O araziyi ya gayrimüslim bulunan kadim ahalisi elinde bırakır veya oraya hariçten 'gayrimüslim ahali celbederek iskân eyler. Bu halde o arazi haTaciye olur. Yahut o arazi ahalisini, kendi rızalariyle islâmiyeti kabul ettikleri taktirde, yine yurtlarında bırakır veya orasını mücahitler arasında taksim eyler. Bu halde o arazi öşriye olmuş olur; veyahut o araziyi ne mücahitler ne de başkaları arasında taksim etmeyip ilelebet kâffe-i müslimin namına ipka eyler. Bu halde o arazi, arazi-i memleket, arazi-i havz namını alır.
Vâris bırakmaksızın vefat edenlerin arazisi dahi beyt-ül-male intikal edeceğinden arazi-i memleketten olur.
Sonraları bu gibi araziye, arazi-i emriyye, arazi i milliye denilmiştir. Bunlardan alınan vergiler beyt-ül-male nazaran emval-i haraciyeden, zürraa nazaran bir ücret -kira bedeli - nden maduttur.
GANAİM-İ HÂLİSE (ganâ'mı-i hâlişa) Enfal denilen ganimet mallarıdır ki, mücahit askerlerden bir kısmına tenfil suretiyle 'tahsis edilmiş bulunur. Bu malları elde edenler bunlara dâr-ı harpten itibaren malik olurlar.
GANAİMİ MAKSDME (gaı.5'im-i nıak^noıa ) Beşte biri beyt-ül-male alındıktan sonra mütebakisi mücahitler arasında hisselerine göre tâyin ve tevzi olunan ganimet ma larıdır ki, dâr-ı İslama çıkarılmadıkça bunlara kimse malik olamaz.
GANAİM-1 MELÜFE (ganâim-i me'Jüfa) Harb esnasında düşmandan kahren alınan menkul mallardan ibarettir ki, bunun yalnız beşte biri beyt-ül-male aittir.
GANAİM-1 BAHRİYE bk. Denizde zabt ve müsadere.
GANİMET [aim. Beute. — fr. butin. — ing. boo-ty. — lât. praedaj.
1 — Hukuk bakımından «ganimet» kelimesinin ifade ettiği mâna kat'î surette tespit edilmemiştir. Düşmana ait eşyayı mal edinmek hakkını ifade «den «ganimet hakkı» [aim. Beuterecht. — fr. droit de butin. — ing. right to seize booty. — lât. ius praedae] mefhumunun şümulü değişiktir. Binaenaleyh bu hakkın tespiti ve tahdidi her devletin kendisine taallûk eden bir iştir. Şu kadar ki, ganimet hakkına gayrimenkullerin mevzu teşkil edemiyeceği katidir. Düşman devlet tebaasına ait hususi menkul mallar dahi bazı istisnai hallerde, meselâ mukabele bilmisil olarak, ganimet ilân edilebilir. Kara harbleri kanun ve teamüllerine dair 1907 Lâhey nizamnamesinde ( 16, 53 ) ancak düşman devletin malı olan paraların, kıymetli evrakın, silâh depolarının, nakil vasıtalarının, erzak ve yiyecek eşyanın ve 'harb hareketlerine yarıyan her nevi menkul eşyanın zapt ve müsadere olunabileceği ve şahıslara ait hususi malların zapt ve müsadereye tâbi olmadığı yazılıdır.
Askerî hukuk bakımından bir asker ancak kendi devleti namına ganimet yapabilir. Ganimet yapmak maksadiyle kıtasından uzaklaşmak, ganimet hukukuna taallûk eden bir şeyi kendisine mal etmek askerî bir cürümdür i^AsCK. 122).
2 — Ganimet (gurı'mul bk. Ganaim. GAÂNİMÎN (ganimin) Harbte muharip olarak
hazır bulunup ganimete nail olan muzaffer mücahitlerdir. Müfredi «gaânim (ganim)» dir.
GARÂMAT (garamSı) Tazminat, diyat gibi edası lâzımgelen şeylerdir.
GARAMETEN TEVZİ [aim. anteilmössige Ver. teilung, Verteilung pro rata 'im Konkurs, bei Zıvangs-versteigerung, bei grosser Haverei). — fr. distribution par contribution (Fr.) distribution des deniers (Is.) . — ing. distribution (of the estate, of average) . — lât. distributio pro rata yahut pro parte].
1 — İcra ve İflâsta : iflâs masası tasfiye edilirken kalan para her hangi sıradaki alacaklılara yetmezse bu para alacaklılara nispet dairesinde paylaştırılır. Rehin ve haciz yolu ile takipte dahi, her hangi bir dereceye kayıtlı alacakları ödeyecek kadar para bulunmaz, veya kalmazsa onlar için de aynı tevzi usulüne müracaat edilir ki, buna «garameten tevzi» denilmektedir ( İc If K. 100, 101, 107, 139, 140, 206, 250).
GARAMETEN TEVZİ —
GAYRİMENKUL KREDİ MÜESSESELERİ 101
2 — Deniz ticaret hukukunda : • büyük avaryadan olan bütün hasarın gemi, yük ve navlun arasında gemi ile yükün kıymeti ve navlun miktariyle mütenasip olarak pay edilmesidir. (TK. 1257).
GARANTİ bk. Teminat.
CARAZ-I VÂKIF lgaraz-i vâkif) Vâkıfın arzusu demektir. Vakıfla alâkalı hukuki vaziyetleri tâyin ve tanzime medar olan hususlardan biridir.
GARNİZON /aim. Garnisonort, Standort (von Truppen). — fr. lieu de garnison. — ing. garrison town. — lât. castra stativa, statio].
içinde veya civarında yerleşmiş askerî kıta bulunan meskûn yerler. En büyük rütbeli kıta komutanı garnizonun komutanı olur.
Garnizon komutanları, garnizon içinde bulunan askerî kıta, müessese ve mekteplerin disiplin âmiridir.
GARR (.garr) Aldatan kimsedir.
GASP [alın. Anmassung ( von Namen, Amt, Or-den, Amtskleidung). — fr usurpation (de nom, de function, de titreş); port illegal (de decorations et d'unifor-mes). — ing. unauthorized assumption (of name); unlawful wearing (of decorations and uniformes ; false representation (as to name, title or office); usurpation. — lât. asurpatio/.
I — Muhtelif terkipler teşkil edilerek kullanılan bir terim.
1. tsmin gaspı : Bir şahsın hakkı olmadan bir ismi taşıması veya bir roman veya tiyatrodaki muhayyel şahıslara vermesi gibi her hangi bir suretle başkasının ismini kullanmasıdır (MK. 25).
2. Memuriyetin gaspı : Mülkî ve askerî memuriyetlerden birini nizam hilâfına olarak ifa veya ifaya teşebbüs veyahut memuriyetini terk ve tatil emri kendisine resmen bildirildiği halde memuriyete devamdan ibaret cürümdür (CK. 252).
3. Resmi kıyafetin yahut nişan ve madalyaların veya alâmet ve işaretlerin gaspı : Bir rütbe veya memuriyetin veya bir mesleğin resmi elbisesini salâhiyeti olmaksızın alenen giymek veya ihraz edilmiyen nişan ve madalyaları talik veyahut siyasi bir partiye ve Kızılay cemiyetine ait alâmet ve işaretleri ilgili parti veya cemiyetin rızası olmaksızın kullanmaktan ibaret cürümdür (CK. 253).
II — GASP (gaş'j) Lügatte, mal olsun olmasın mutlaka bir .şeyi tagallüp suretiyle başkasından almak manasınadır.
Istılahta bir kimsenin izni olmaksızın malını ahz ve zaptetmektir.
GAÂSIP (gâş b) Gasbeden kimse.
GAÂSIB-ÜL-GAÂSIP (gâşib-ul-gâşib) Mağsup malı gaâsıptan gasbeden kimse.
GAYRİ ASKERÎ MINTAKA [aim. entmilitari-sierte Zone.— fr. zone demilitarisee.— ing. demilitarized zone).
Milletlerarası emniyet tçdbiri olarak, içinde her türlü askerî tesisatın muhafazası veya yeniden yapılması ve her türlü askerî faaliyette bulunulması bir muahede
ile menedilmiş olan bölge. Başlıca gayri askerî mıntaka-lar şunlardır: Fransa ile isviçre arasında Savoie mıntekası (Versay muahedesiyle gayri askerîliği ilga edilmiştir), Amerika Birleşik Devletleriyle Kanada arasındaki büyük göller mıntakası, Norveç ile İsveç arasındaki hudut boyunca uzanan «bitaraf mıntaka», Fransa ile Almanya arasındaki Ren Nehrinin şarkında elli kilometre genişliğinde bir mıntaka (Almanya, 1935 de Versay 'muahedesinin bu hükmünü tanımadığını ilân etti), Lozanda 24 Temmuz 1923 de imzalanan mukavele mucibince Ege denizinden Karadenize kadar uzanan Türk - Yunan, Türk - Bulgar hudutlarının iki tarafında otuz kilometre genişliğinde bir mıntaka (31 Temmuz 1938 tarihinde Selânikte Bulgaristan Başvekili ile Balkan Antandı namına hareket eden Yunan Başvekili Metaksas arasında imzalanan anlaşma ile ilga edilmiştir) (tasdik eden kanun No. 3553), Karadeniz ve Çanakkale Boğazları etrafındaki mıntakal r (21 Temmuz 1936 da Montröde imzalanan Boğazlar Mukavelesiyle bu tahdit kaldırılmıştır).
GAYRİ KANUrl REKABET /o/m. unlauterer, unerlaubter, ungesetzlicher Wettbeu erb. — fr. concurrence deloyale, illicite, — ing. unfair competition].
Bir tacirin, rakip ticarethanelerin müşterilerini kendisine çekmek mâksadiyle ve hüsnüniyet kaidelerine aykırı olarak yaptığı veya kanun ile menedilmiş olan hareket ve muameleleridir.
Borçlar Kanununda buna «haksız rekabet» denmiştir (TK 56-65; BK. 48).
GAYRÎ MADDİ MALLAR bk. Mal.
GAYRİMENKUL 1 - bk. Mal.
2 — (gayr-i mankül) Hane ve arazi gibi başka yere nakli mümkün olmıyan şeydir.
Han, hane, dükkân gibi binalar ile ağaçların hakikatte gayrimenkul olan kısmı arsalarıdır. Üzerlerindeki bina ve ağaçlar arza tebaan gayrimenkul sayılır.
GAYRİMENKUL DÂVASI (aim. Grundstücksklage, Immobiliarklage. — fr. action Immobiliere. — ing. action concerning land or immovables; land action].
Mevzuu, gayrimenkulun aynı, veya gayrimenkul üzerindeki şahsi veya aynî bir hak, veya onun zilyetliği veyatıut hapis hakkı olan dâva (HMUK. 13, 443 f. 4 ).
GAYRİMENKULE TECAVÜZ [aim. Eigentums-störung, verbotene Eigenmacht — fr. atteinte â la propriety immobiliere.— ing. infringement of real property rights; trespass to land].
1 — Bir kimsenin bir gayrimenkul üzerindeki mülkiyet veya tasarruf hakkına doğrudan doğruya veya dolayısiyle yapılan taarruzdur.
Bu tecavüzden doğacak mesuliyette kusur aranmaz; illiyet rabıtası kâfidir (MK. 644, 702; BK. 41, 58).
2 — Gayrimenkule vaki tecavüz idareten dahi def olunabilir (2311 No. K. ve bu husustaki Nz.).
3 — Gayrimenkule tecavüz ceza tehdidi ile de men edilmiştir (CK. 513, 521; Köy K. 54: Çiftçi Mallarını Koruma K.).
GAYRİMENKUL KREDİ MÜESSESELFRİ [aim. Bodenkreditinstitute, Bodenkreditanstalten.-.fr. itablis-sements de credit fonder. — ing. land credit institutions; banks granting loans on real property; land mortgage institutes].
102 GAYRİMENKUL KREDİ MÜESSESELERİ — GEBELİK
Gayrimenkul mallar üzerinde yapılacak inşaat ve İslâhat için arsa, tarla, bina karşılık tutularak borç veren müesseseler (MK. 765, 766, 884, 886).
Gayrimenkuller mukabilinde ikrazda bulunan müesseseler ya doğrudan doğruya bina yapma veya gayrimenkuller üzerinde diğer nevi İslâhat gibi bunların kıy -metlendirilmesine matuf krediler temin etmek üzere kurulurlar (Emlâk ve Eytam Bankası gibi) yahut teşekkül maksatları olan muayyen nevi krediyi temin için gayrimenkul rehini kabul ederler (Ziraat Bankası, Emniyet Sandığı gibi). Gayrimenkul kredi müessesesi tâbirinin yalnız birinci nevi müesseseler için kullanılması daha doğru olur ( Emniyet sandığı Nz.32; Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası K.; Emlâk ve Eytam Bankası K.).
CAYRİMENKULLEŞTİRMEK [fr. immobilisation].
Menkullerin, bağlı bulundukları gayrimenkullere tâbi olarak, hukukan onlar gibi muamele görmesi. Bu müessese Fransız hukukunda mevcuttur. (Türk Medenî Kanununun 621 ve 622 inci maddelerine de bakınız.)
GAYRİMENKUL MALLAR bk. Mal.
GAYRİMENKUL MÜKELLEFİYETl/a/m. Grund. dienstbarkeit (Al.), Grundİast (İs.). — fr. charge fon-ciğr'e. — ing. land charges, charge on land.— lât. onus realej.
Bir gayrimenkul malikinin, mülkü dolayısiyle diğer bir kimse lehine bir şey yapmaya veya vermeye mecbur tutulmasıdır ki bu mükellefiyetin karşılığı münhasıran bu gayrimenkuldur. Bu mükellefiyet, diğer bir gayri-menkule malik olan kimse lehine de mülkiyeti dolayısiyle tesis olunabilir.
Yapılacak edaların bizzat mükellef olan gayri-menkulden çıkması şart olmadığı gibi, mükerrer ve mü-tevali olması da zaruri değildir. İcabında bir defaya-mahsus bir eda dahi mükellefiyetj mevzuu olabilir. Meselâ : bir gayrimenkulun, bir çitin, bir hendeğin daima mevcut ve iyi halde bulundurulması, muayyen mahsulâtın teslimi mükellefiyetlerine tâbi tutulması gibi ( MK. 754 vd.).
GAYRİMENKUL REHNt /aim. Grundpfand — fr. gage fonder. — ing. pledge on land, mortgage. — lât. hypotheca, pi gnus].
Borcun edası için bir gayrimenkulun teminat olarak gösterilmesidir. İpotek ve ipotekli borç senedi ve irat senedi şekillerinde yapılır (MK. 765 vd.).
GAYRİMEŞRÜ HARB /aim. unberechtigter, un-gerechtfertigter, unerlaubter Krieg. — fr. guerre in-juste. — ing. injust war. — lât. helium, iniustum].
Müspet hukuk sahasında yakın zamana kadar harb yapmakta devletler yalnız bazı şekil şartlariyle mukayyet addedilmekte idiler. Harb ilânı_hangi sebebe istinaden vâki olursa olsun, devletin hâkimiyetinin bahşettiği bir salâhiyet olarak kabul edilirdi. Fakat doktrin sahasında bir çok müellifler harbleri, sebepleri itibariyle meşru ve gayrimeşru olarak ayırmakta idiler. Nihayet Milletler Cemiyeti Misakı (15), yalnız müdafaa-i nefs maksadiyle yapılan harbleri meşru addetmek ve pek mahdut hallerde tecavüzî harhin meşruiyetini kabul etmek suretiyle^harbleri, sebepleri bakımından tefrika tâbi tutan görüşü müsbet milletlerarası hukukuna mal etmiş oldu.
GAYRI MÜBADİL bk. Mübadele.
GAYRI SAFİ HASİLAT [aim. Bruttoertrag.- fr. recettes brutes, produit brut. — ing. gross receipts (income, takings)].
Menkul ve gayrimenkul malların, her nevi teşebbüslerin vesair hak ye hizmetlerin gelirlerine denir.
Bu gelirlerin masraflar çıktıktan ' sonra kalan kısmına da «safî hasılat» /aim. Reinertrag, Nettoertrag.
— fr. produit net; recettes nettes. — ing. net receipts] denir.
GAYRİ TABİÎ MUKARENET /aim: widernatur-liche Unzucht. — fr. rapports sexuels contre nature.— ing. buggery ( unnatural sexual intercourse). — lât. stuprum (cum masculo); sodomia contra ordinem naturae (sodomia ratione sexus yahut generis) ].
Cinsî hissi tahrik ve tatmin maksadiyle erkekler veyahut kadınlar arasında veyahut insanlar tarafından hayvanlara karşı yapılan (sodomi) cinsi muamelelerle bu maksatla tabiata mugayir yap'lan sair temaslar ve her türlü fiillerdir (AsCK. 153, 154).
GAYRI ZÂHİR-IR'RİVAYE bk. Nevadır.
GAZÂ (ğazâ) Çarpışmak maksadiyle düşmana doğru yürümektir. Müfredi «G azve (gazva) * cem'i « Gazevat (ğazavât) » tır.
GAZETE ABONESİYLE SİGORTA /aim. Abon-nentenversicherung. — fr. assurance par abonnement (de journal), assurance - abonnement.— ing. insurance through registration under a newspaper's scheme ; insurance for readers/.
Gazete veya mecmualara abone, kaydiyle birlikte yapılan hayat sigortası. Gazeteye abone olan şahıs Jaynı zamanda bir hayat sigortası policası sahibi olur. Gazete idaresi sigortalıya bu poliçayı ilk primi ödenmiş olarak temin eder Bu usul en ziyade Almanya ve Isviçrede vardır.
GAZVE (gazva) bk. Gazâ (gaza).
GEBELİK [aim. Schwangerschaft.— fr. grossesse.
— ing. pregnance. — lât. graviditas, praegnatio].
1 — İslâm hukukunda : İlkah edilmiş insan yumurtasını taşıyan kadının bulunduğu hal ve vaziyet. İlkah ile başlar, doğum veya sıkıt ile nihayet bulur. Vasati müddeti iki yüz doksan gündür.
2 — Medenî hukukta: Gebelik müddeti /aim. Empfangniszeit. — fr. ipoque'de la conception. — ing. time of conception.— lât. conceptionis tempus] en aşağı yüz seksen, en çok üç yüz gün olarak kabul ve dul kalan kadın üç yüz gün evlenmekten menedilmiştir.
3 — Ceza hukukunda: Gebe bir kadın /aim. schwangere Frau, Schwangere.—fr. femme enceinte.— ing. pregnant woman; woman with child.—lât. praeg-nans (praegnas) yahut gravida mulier] aleyhine işlenen müessir fiil vaktinden evvel doğumu veya çocuğun düşmesini mucip olursa bu hal cezayı arttırıcı bir sebep teşkil, eder (CK. 456 f 2, 3)
Hürriyeti bağlayıcı bir cezanın ve ölüro cezasının infazı gebe olan kadınlar hakkında geri bırakılır (CK. 12; CMUK. 399).
GECE VAKTİ - GELİR
103
GECE VAKTİ [aim. Nachtzeit. — fr. nocturne. — ing. night-time, Common law night- — lât. nox, tempus noctaruum, tempus noctis, (noctu) ].
1 — İcra ve İflâs Kanununda, güneş battıktan doğuncaya kadar devam eden müddet (İc If. K 51).
2 — Ceza kanunu tatbikatında, güneş batmasından bir saat sonra başlayıp doğmasından bir saat evveline kadar devam eden müddet (CK. 502).
3 — Ceza muhakemeleri usulü tatbikatında, Nisan başından Eylülün otuzuna kadar saat yirmi birden sabahın dördüne ve İlkteşrinin birinden Martın otuz birine kadar saat yirmi birden sabahın altısına kadar süren müddet (CMUK. 96).
CEÇİT HAKKİ bk. Mürur hakkı.
GEDİK (Eski hukuk) [aim Gewerbemonopolrecht (Zwangs-und Bannrecht). — fr. droit exclusif d'exercise cfun metierfd'une profession)dans une certaine zone.— ing. trade monopoly, the right to exclusive exercise of a trade (profession) in aparticular area. — lât. mono polium].
Sanat ve ticaret edebilmek salâhiyeti. Bu salâhiyete maddi, hukuki bir şekil verebilmek için sanat ve ticareti yapmaya yarıyan alât ve edevata gedik denmiş ve alât ve edevatı kullanmak salâhiyetini haiz olanlara bunların konulduğu gayrimenkul üzerinde rüçhan hakkı ve bir nevi karar hakkı (hak-kı karar) tanınmıştır.
Hicrî bin tarihinden sonra memleketimizde sanat ve ticaret inhisara tâbi tutulmuş ve sanatkâr ve tüccarın adedi tahdit olunmuştur. Her istiyen dükkân açıp ticaret ve sanat yapamazdı. Bunu yapabilmek için bu hakkı haiz olanlardan devren almak veya inhilâl vukuunda müzayedeye iştirakle bu salâhiyeti iktisab eylemek lâzımdı. Bu sebeple gedikler hukuki ve maddi kıymeti haiz bir intifa hakkı teşkil eylemekte idi.
Gedik, dükkânlarda yapılan bir kirdar mahiyetini arzetmekte ve bu bakımdan buna «kirdar» ve «sükna» dahi denmektedir. Muhtelif nevileri vardır: 1) âdi gedik: Haremeyn ve Mahmud-ı Adlî vakıflarından olan gedik, lerdir; 2) havai gedik bir gayrimenkulde kararı olmiyan gediklerdir ki buna mutasarrıf olan kimse istediği yerde sanatını icra edebilir; 3) mahlûl gedik : mutasarrıfın haklarından azade kalarak gedik mülkü sahibine rücu eden gediktir; 4) mevkuf gedik : vakfiyeti mütearef olmasından dolayı vakıf edilmesine cevaz gösterilen gediklerdir; 5) muhdes gedik : Hicrî 1247 yılından sonra ihdas olunan gediklerdir. Aynı ıstılah müsakkafat ve müstegallat harici bazı çarşı ve sokak köşelerinde ihdas edilmiş olan gediklere de itlak olunur. Tasfiyede bunların bedelleri belediyece ödenip kimseye devir olunmaksızın tamamen ilga edilmiştir; 6) mülkiyet veçhile tasarruf olunan gedik : mutasarrıfı tarafından vakfedilmemiş olan gediktir. «Mülk gedik» tâbiri de aynı mânada kullanılır ; 7) müstahlas gedik : içinde bulunduğu mülkü yanan gediktir; 8) müstekar gedik: bir gayrimenkulde. kararı bulunan yani o gayrimenkul içindeki alât ve edevata taallûk eden gediktir ki, gediksiz olarak gayrimenkulun ecri misli verildikçe müstecirin başkasına rüçhanı ve böylece hak-kı karan vardır; 9)' nizamlı gedik: Haremeyn ve Mahmud-ı Adlî vakıflarına tahsis olunan gediklerdir. Bunlarla tevsi-i intikal muamelesi yapılmaksızın borç ödenebilir. Nizamlı gedik denilmesi
borcun ödenmesi mahsus nizam iktizasından olduğu içindir; 10) örf-ü belde gediği: İzmir ve havalisi Manisa ve Bursa şehir ve kasabaları dahilinde bazı mülk arsalar üzerinde bina inşa ve ağaç dikmek ve bunların durması mukabilinde ar. a sahiplerine muayyen bir ücret vermek üzere tesis edilen intifa hakkına denir. Bu hak tapu dairelerinde kabul olunarak bina ve ağaçlar ayrı ve yerleri ayrı kayıt olunmuş ve bazılarında «yer kiralı» veya «filânın örf-ü beldesinden» işaretiyle yalnız muh-desat yanj bina ve ağaçlar kayıt olunmuştur; 11) Paftos gediği : İzmir ve Manisa ve Bursa havalisinde şehir ve kasaba haricinde bazı arazi üzerinde bina yapmak ve ağaç dikmek ve bunların o arz üzerinde durması mukabilinde yer sahiplerine seneden seneye muayyen bir ücret vermek üzere tesis olunan intifa hakkı tapuca kabul ve kayıt olunarak bina ve ağaç bunları yapan ve diken namına ve yerleri mutasarrıfları namlarına kayıt olunmuştur ki bu intifa hakkına Paftos gediği denir; 12) tevsi-i intikalli gedik : binde otuz kuruş tevsi resmi verilip icare-i misliyesi binde bir kuruşa iblâğ edilerek intikali tevsi olunan ve bu suretle mutasarrıfın muayyen yedi sınıf mirasçılarına intikal kabiliyeti kazanan icare-teyinli vakıf gedikleridir; 13) vakıf gedik : vakfı mütearef, menkul kabilinden olarak vakfedilmiş bulunan gediktir; 14) vakfiyet veçhile tasarruf olunan gedik: mutasarrıfı tarafından usulüne tevfikan vakıf veya vakfa tahsis olunan gediktir.
Gedikler 1327 tarihli kanunla kaldırılmıştır.
GEDİĞİN MÜLKÜ Gediği» bulunduğu akardır. Bu akar vakıf veya mülk olabilir,
GEDİK MUACCELESİ Gediğin talibine tefvizi sırasında bulunduğu gayrimenkulun gedikten âri kıymetine yakın tesmiye olunan ve peşin ödenen bedeldir.
GEDİK MUTASARRIFI Gediğin bulunduğu gayrimenkulun hak-kı kararı haiz olan müsteciridir.
GEDİK MÜECCELESİ «Gedik mülkünün kirası» tâbirinin müteradifidir.
GEDİK MÜLKÜNÜN KİRASI Gedik mutasarrıfı tarafından gediğin bulunduğu gayrimenkul malikine cüz'i miktarda verilen kiradır ki İstanbul ve bilâd-ı Selâsedeki gediklerin ilgasına dair olan muvakkat kanunda sermayeye kalb ve tahvil olunurken bunun senevi üç kuruşu yüz itibar olunmuştur. Mülk kirası malûm olmiyan gedikler de tahrir kıymeti yeni tahrire dahil olmiyan yerlerde muhammen kıymetin otuzda biri mülk bedeli addolunur.
GEDİK MÜLKÜNÜN SAHİBİ Gediğin bulunduğu gayrimenkulun rakabesine malik olanlardır ki vakıf veya sair her hangi hükmi veya hukuki şahıs olabilir.
GEDİK TİMARI Memurlara verilen timardır.
GEDİKLİ ERBAŞ [aim. Unteroffizier, Deckoffi-zier. — fr. sous - officier. — ing. non - commissioned officer, warrant officer. — lât. principales (optio, ies-serarius, vecillarius, signifer) J.
Erbaş mertebesinde hususi surette yetiştirilen bir nevi gönüllü ve maaşlı asker (2503 No. K.)
GELİR (İrat) [aim. Einkünfte, Einkommen, Be-züge, Renten. —fr. revenu, rente. — ing. income, revenue, rents. — lât. reditus, annuum].
GELİR - GEMİ
TASTİKNAMESİ
Menkul ve gayrimenkul mallarla her türlü haklardan, hizmetlerden elde edilen menfaatler.
GEMİ [aim. Schiff, Seeschiff.— fr. navire, vaisseau. — ing. vessel, ship. — lât. navis, navigium, novis marina yahut maritima).
Sular üstünde insanların arzu ve iradesine tâbi olarak insan veya eşya taşıyan her nevi nakil vasıtası.
GEMİ ADAMLARI [aim. Schiffsbesatzang, Schiffsleute.—fr: gens de mer, equipage (du navire). — ing. sailors, ship's crew, ship's company.— lât. nautae, nautici, socii navales, remiges, ministri navigii].
Geminin görülecek her türlü işleri için donatan veya kiralı yanın para ile tuttuğu kimseler. Bunlara «gemi mürettebatı» da denir.
Kaptan, gemi zabitleri, tayfalar ve gemide çalışan diğer bütün şahıslar gemi adamlarından sayılır ( TK. 1022, 1026).
GEMİ ALACAKLILARI [aim. Schiffsglciubiger.— fr. crianciers du navire. — ing. lienors).
Deniz serveti üzerinde kanuni rehin hakları, yani donatanın diğer alacaklılarına nazaran imtiyaz ve rüç. han hakları olan alacaklılardır. Gemi alacaklısı hakkı yalnız donatana değil gemiye zilyet olan üçüncü şahsa karşı ileri sürülebilir (TK. 1295).
GEMİ İPOTEĞİ bk. Gemi rehni.
GEMİ JURNALİ [aim. Schiffsjournal, Schiffsta. gebuch, Logbuch.— fr. journal du b'ord, livre da bord. — ing. log-book).
Her gemide bulunması lâzımgelen ve kaptanın nezareti altında ikinci kaptan ve bunun mazereti halinde, bizzat kaptan veya nezareti altında olmak şartiyle, tâyin edeceği gemi adamlarından elverişli bir kimse tarafından tutulan bir defter.
Her yolculukta gemiye, yüke ve kısmen de gemide bulunan şahıslara müteallik olmak üzere ( meselâ havanın hali, takip edilen rota, gemi ve yükün uğradığı kazalar ve bunların tafsilâtı v.s. gibi) geçecek bellibaşlı hâdiseler günü gününe bü deftere yaz,ılır(TK. 1060 vd.).
GEMİ KAFİLESİ bk. Refakat. GEMİLERİN ÇARPIŞMASI bk. Çatma.
GEMİ MECLİSİ [aim. Schiffsrat. — fr. conseil du navire. — ing. council of ship's officers).
Tehlike balinde alınacak tedbirleri kararlaştırmak üzere gemi zabitlerinden kaptanın teşkil edeceği meclis. Gemi meclisinin mütalâa ve kararları yalnız istişari mahiyettedir; kaptanı bağlamaz, alınan tedbirlerden mesul olan yegâne şahıs kaptandır (TK. 1059).
GEMİ MÜDÜRÜ [aim. Korrespondentreeder, Schiffsdirektor. — fr. commissaire du navire. — ing. managing owner, purser. — lât. navicularius].
Donatma iştirakinin işletme icabatından olan hukuki muamelelerini ve bütün işlerini yapmaya mezun daimi bir mümessil. Bir gemi müdürü bulundurmak kanunen mecburi olmayıp müşterek donatanların ihtiyarına bırakılmıştır. Müşterek donatanlar gemi müdürü olarak aralarından_birini seçtikleri taktirde ekseriyet kararı kâfi ise de dışardan birinin seçilmesi için ittifak şarttır (TK. 1033).
GEMİ MÜLKİYETİ [aim. Schiffseigenium. — fr. propriite de navire. — ing. ship's property, equipment, gear. — lât. armamenta, instrumentum navis].
Gemi üzerindeki mülkiyet hakkı. Bizde gemi mülkiyeti, taraftarın mutabakatiyle, teslimsiz de iktisap olnnabilir (TK. 1015).
GEMİNİN MÜRETTEBATI bk. Gemi adamları
GEMİNİN TAHMİLİ bk. Yükleme.
GEMİ PAYI [alm.Schiffspart. — fr. part de navire — ing. share of ship).
Gemi üzerindeki müşterek mülkiyette müşterek maliklerden her birinin hissesi.
Gemi payına sahib olmak müşterek donatanlıkta ortaklık sıfatını verir. Mâlik kendi payını, dilediği gibi temlik ve terhin edebilir (TK. 1030, 1044, 1045 ).
GEMİ REHNİ [aim. Schiffspfandrecht, Schiffs-hypothek.— fr. hypotheque maritime. — ing. mortgage on ship).
Sicilde kayıtlı gemi üzerinde tesis olunan bir nevi ipotektir ki mukavele ve tescil yoluyla tesis olunur. Alacaklıya takip ve rüçhan hakkı verir, gemiyi ve takımlarını takyit eder, fakat navluna ve sigorta teminatına şamil değildir. Kanuni rehin hakkını doğuran imtiyazlı alacaklıların tekaddümü dolayısiyle gayrimenkul ipoteği kadar güvenli değildir (TK. 1447, 1458)
GEMİ SENEDİ bk. Gemi tasdiknamesi.
GEMİ SİCİLLİ [aim. Schiffsregister— fr. registre des rtavires. — ing. ship register].
Gayrisafi hacmi istiabisinde elli metre mikâbını geçmiyenler hariç olmak üzere deniz ticaretine ayrılan gemi ve yatlar, denizci yetiştirme gemileri gibi denizde taşıma yolu ile kazanç elde etmede kullanılmıyan Türk gemilerinin kaydettirileceği resmî sicil. Sözü geçen vasıfları haiz ve Türk malı olan her gemi mukayyet bulunduğu bağlama limanının tescil dairesinde kaydolunur. Trabzon. Samsun, Zonguldak, İstanbul, Bandırma, İzmir, Antalya ve Mersin limanlarında birer tescil dairesi vardır. Tescil dairelerinin âmirleri liman reisleridir. Gemi sicilli alenidir. Hukuki mahiyeti bakımından Medenî Kanunun 7 nci maddesindeki resmi siciller meyanına dahildir. Sicil dairesi geminin sicil kaydına uygun bir tasdikname (bk. gemi tasdiknamesi) tanzim eder. Tescil şartları ve sicile kaydedilecek hususlar hakkında bk; TK. 1459 - 1482; Türk bayrağı altına girecek vapurlar hakkında 15/1/1940 ve 1/3/1941 tarihli nizamnamelerle Türk gemilerinin tescili hakkında 18/5/1931 tarihli nizamname.
GEMİ TASDİKNAMESİ [aim. Schiffszertifikat.-fr. certificat du navire. — ing. certificate of registry (vessels) ] •
.Geminin gemi sicilindeki kayıtlarına uygun olen ve taşımakta olduğu bayrağı çekmiye hakkı olduğunu gösteren âdeta geminin pasaportu sayılabilen bir vesika. Türkiyede gemi tasdiknamesi, gemi sicilli daireleri tarafından verilir. Türk bayrağını çekmek hakkı bu tasdikname ile ispat olunur. Tasdiknamenin tebliğinden önce bu hakkın kullanılması yasaktır. Gemi tasdiknamesinin veya bunun tasdikli bir suretinin yolculukta daima gemide bulundurulması lâzımdır (TK. 1466, 1467).
GEMİ TONAJI
GEMİ TONAJI /aim. Schiffstonnage. — fr. tonnage du navire. — ing. tonnage of ship/.
Bir geminin hacmini ve taşıma kabiliyetini ifade eden ve teknik ölçme usullerine göre bulunan bir rakamdır.
Harb gemilerinde tonajdan maksat geminin yçrin-den oynattığı su hacmine müsavi olan ağırlığıdır. Ticaret gemilerinde önemi olan cihet, milletlerarası Moorson sistemine göre bulunan gayrı safi ve safi ölçüdür [aim. Brutto und Nettoregistertonnen. — fr. jauge brute et nette. — ing. gros and net tonnage]. Bilhassa geminin hayat ve mal selâmeti bakımından murakabesine (istiap hadleri), navlun~~ve sigorta akitlerinin düzenlenmesine, deniz resimlerinin tesbitine yarar. Muayene ve Mesahai-Sefain Talimatnamesine göre gemi ölçüldükten sonra bir mesaha şahadetnamesi [aim. Schiffsvermes-sungswkunde. — fr. certificat de jauge. — ing. certificate of measurement] verilir.
(.EMİ VESİKALARI [aim. Schiffspapiere. — fr. documents du navire, papiers de bord. — mg. ship's papers].
Yolculuğa başlıyan bir deniz ticaret gemisinde bulunması nizamen gereken vesikaların bütünü Bunlardan gemiye ait olanlar, gemi tasdiknamesi, muayene şahadetnamesi, mesaha şahadetnamesidir. Gemi adamlarına ait olanlar tayfa tezkereleri ve tayfa defteridir. Yolcu ve gemi adamlarına ait olan patentadır. Mala taallûk, edenleri navlun mukaveleleri, konşimentolar, manifesto, gümrük tezkeresidir.
GEMİ ZABİTLERİ [aim. Schiffsoffiziere. — fr. officiers du navire. — ing. ship's officers, certificated officers].
Gemide kaptandan başka ve onun emri altında muhtelif işlere kumanda edenlere denir. Başlıca güverte, makina, idare ve sağlık işlerinde olmak üzere geminin büyüklüğüne ve tesisatının çeşitliğine göre her gemide gemi zabitleri bulunur. Hayat selâmeti bakımından en aşağı kadrosu her yerde hususi nizamlarla tesbit olunmuştur.
GEZGİNCİ ESNAF [aim. Wandergeuerbe, Hnu-siergevıerbe, Gewerbe im Umherziehen.— fr. marehand ambulant. — ing. pedlar's trade, hawker's trade, hawking].
Muayyen idari hudut içinde ikametgâhı olan ve mallarını, evvelce sipariş almaksızın, evden eve dolaşarak veya umumi yollarda ve meydanlarda vesair umumi yerlerde satışa arz etmek suretiyle çalışan esnaf.
GİBB ET-TASDİK (gibb at-taşdik) Seriye mahkemelerinden verilip ikrar ve takrire mütedair olan hüccetlerde «gibb et-tasdik mâ vakaa bittalep ketbo-lunduğu» ibaresinde çokça tesadüf olunur ki, «diğer taraf tasdik ettikten sonra cereyanı hâl talebe binaen yazılı» demektir. Hâkim tarafından tasdik edildikten sonra demek değildir.
Bu beyan cereyan-ı hale muvafık olmak için diğer taraf meselâ:ikrarda mukarrün-leh hazır bulunup mukırrı ikrarında tastik etmiş olmak lâzımdır. Aksi halde bu söz manasız olur.
- GÖÇMENLİK los
Gıb (gibb) lügatte âkibet ve encam manasınadır. Arasıra dost ziyareti mânasına da kullanılır. Fakat sonra mânasına gelmez. Şu halde sonra mânasına kullanıl-, ması müvelled yani bu mânaya alınmış olacaktır
GIYAP [aim. Versiiumnisveffahren. — fr. procedure par defaut. — ing. proceedings in default of appearance. — Zar. lis deserfa, eremodicum].
Hukuk muhakemeleri usulünde: tahkikat veya muhakemede-hazır bulunması için usulen davet edilmiş olan tarafın muayyen günde hazır bulunmaması hali.İki taraftan biri muayyen tahkikat veya muhakeme celsesine gelmediği veya gelipte cevaptn kaçındığı taktirde hak-kınba gıyap kararı [aim. Versâumnisurteil.— fr. jage-ment par Şefaat. — ing. judgement by default! verilir (HMUK 398-412 ve 509).
GİZLİ CELSE [aim. geheime Sitzung, Sitzung un. ter Ausschluss (Ausschliessung) der Offentlichkeit. — fr. huis elos. — 'ng. secret session, session without strangers (Parliament),hearing in camera (Law-court)]'.
Umumiyetle: Alâkalılardan başkasının iştirakine, dinlemesine müsaade edilmeyen toplantı.
I — Usul hukukunda: iki taraf ile vekillerinden ve mahkemede hazır bulunmaları zaruri olan müdahil, şahit, ehli hibre gibi, dâva ile doğrudan doğruya alâ-kah kimselerden başka şahısların bulunmasına müsaade edilmeyen tahkikat veya muhakeme celsesidir.
Kararlar yalnız karara iştirak edecek hâkimlerin huzuriyle ve gizli olarak müzakere edilir (HMUK. 382; CMUK. 382).
1. Hukuk muhakemeleri usulünde: alenen icrası âdap ve ahlaV-ı umumiyeye mugayir olduğu muhakkak olan hallerde muhakeme mahkemenin karariyle gizli olarak yapılır (HMUK. 149, 233).
2. Ceza muhakemeleri usulünde: umumi âdap ve emniyeti muhafaza mâksadiyle duruşmanın bir kısmı veya tamamı mahkeme karariyle gizli olarak yapılır. On beş.yaşını bitirmemiş olanlara ait duruşma-mutlaka gizli olur (CMUK. 373, 375, 377).
II — Esasiye hukukunda : teşriî meclis müzakereleri ancak dahili nizamnamede münderiç şartlara tevfikan gizli olarak yapılabilir (TEK. 20).
«Hafi celse» tâbiri aynı mânada kullanılır.
GİZLİ CEMİYET bk. Cemiyet.
GÖÇEBE [aim. Nomade. — fr.. nomade. — ing. no mad. — lât. nomas, nomades, vagae gentes[.
Sabit bir ikametgâhı olmaksızın yurt içinde çadır, hayvan ve sair vasıtalariyle mevsimler ve iklimlere göre yer değiştiren insan gurupları Bunlar daha ziyade aşiret esaslarına göre yaşarlar (iskân K. ).
GÖÇMEN bk. îskân.
GÖÇMENLİK [aim Wanderung (Ausuanderang und Einwanderung). — fr. migration (emigration, immigration).— ing. migration (emigration, immigrationj. ¦ — lât. migratio, commigratio (emigrare, immigrare)],
1 — Dışardan içeriye: Az veya çok şahısların evvelce yerleşmiş oldukları memleketi terk ederek diğer bir memlekete yerleşmesi. Arazi terk ve ilhakları dola-yısiyle kendi ırk ve milletlerinin ekseriyeti teşkil ettiği
106 GÖÇMENLİK
devletten ayrılmış olanlar (Romanya, Bulgaristan, Yunanistan Türkleri gibi) ekseriya' kendi milletlerinin yaşadıkları topraklara göç etmektedirler. Bundan başka nüfusu sÜTatle artan, siyasi rejimi değişen, iktisadi vaziyeti bozulan memleketlerden de diğer memleketlere göç edilmektedir:
2 — İçerden dışarıya: Bir devlet vatandaşının kendi memleketini terk ederek, yabancı bir memlekette kati surette yerleşmesi. Bilhassa iktisadi zaruretler dolayısiyle bazı memleketlerden hicret eden insanların sayısı, hem muhacirlerin terk ettiği devlet ve hem de nezdinde yerleştikleri devlet için mühim endişeler doğurduğundan devletlerin dahili mevzuatiyle ve muahedelerle, muhaceret meselesi nizam altına alınmıştır.
Lozan muahedesinde merbut İkamet ve Adli Salâhiyet Mukavelesi ( 2) « muhaceret hakkındaki ahkâma halel gelmemek şartiyle» ecnebilerin Türkiy ey e serbestçe girebilmesini kabul etmiştir.
GÖK TERİKE (tarika) İdrak etmemiş ve henüz biçilmemiş ekin demektir.
GÖNDEREN bk. Mürsil.
CÖNDERİLEN bk. Mürsel-ün-ileyh.
GÖNÜLLÜ [aim. Freiwilliger. — fr. volontaire.— ing. volunteer. — lât. voluntarius miles, voluntarii],
Askerî mükellefiyet dışında kendi rıza ve arzusiyle orduya intisabeden kimse. Ordumuza gönüllü asker ancak, deniz, jandarma sınıilariyle gedikli erbaşlık için alınır. Gönüllü on sekiz yaşını ikmal etmiş olmalıdır (AsK. 11).
GÖTÜRÜ PAZARLİK /aim. Akkordvertrag (Ak. kordlohn, Akkordpreis). — fr. marche â forfait. — ing. job-vıork, contract-jıork].
Satılan malın veya yapılan hizmetin bedel veya ücretinin götürü olarak tesbit edilmesi. Bunun hususiyeti şudur: görülen işin veya satılan malın kıymeti tarafların ilk tahminlerinden fazla veya az olduğu anlaşılsa bile bedel veya ücret miktarı değişmez (BK. 322, 365).
GÖTÜRÜ SATİŞ bk. Satış.
GÖZ ALTINA ALINMA [alın. Internierung.— fr. internement. — ing. internment. — lât. relegatio (in Ificam) (meselâ: relegatio in insulam)].
Muharip yabancı ordu mensuplarından Türkiyeye iltica edenlere tatbik edilen usuldür (K No. 4104, 4322).
GÖZ HAPSİ [alm.\Stubenarrest. — fr. arrets â domicile. — ing. house arrest.— lât. custodia libera].
Yalnız subaylar hakkında tatbik olunan askerî bir disiplin cezasıdır. Cezalı, ceza müddeti içinde resmî daire, kışla ve talimhanelerdeki hizmetin hiç birisinden muaf değildir. Fakat, hizmetin- bitmesinden sonra kışla vey» resmi daire dışına çıkamaz. Hizmete müteallik olanlar müstesna' olmak üzere hiç bir ziyaret kabul edemez. Azami müddeti dört haftaya kadardır (AsCK. 23, 24).
GREV_VE LOKAVT [aim. Streik und Aussper-rung. — fr. greve et lock-out. — ing. strike and lock-oat ].
— GÜMRÜK
Kendi menfaatlerine daha uygun gördükleri başka iş şartlarını iş verene kabul ettirmek veyahut muayyen ve mer'i iş şartlarına karşı itirazları bulunmaksızın ancak bunların tatbikine ait usullerin ve tarzların' değiştirilmesini temin eylemek kasdiyle kanunda gösterilen miktarda işçilerin aralarında kararlaştırarak hep birlikte ve birden ve birdenbire işi bırakmaları «grev» dir.
iş verenin kendi menfaatlerine daha uygun gördüğü başka iş şartlarını işçilerine kabul ettirmek veyahut muayyen ve mer'i iş şartlarını değiştirmeksizin ancak bunların tatbikine ait usul ve tarzların değiştirilmesini temin eylemek kastiyle işi durdurması, yahut iş veren tarafından bu gayelerden biriyle yapılan teklifleri kabul etmediklerinden dolayı işten çıkmağa mecbur olan işçiler sayısının «grev» hakkında yazılmış olan nisaplara varması «lokavt» tır.
«Urev» ve «Lokavt» yasaktır ( İşK. 72, 75, 127-132).
GURUP SİGORTASI, bk. Toplu sigorta.
GULÛL (gulul) (cihadda). Ganaimden sirkat veya ganimet mallarından taksimden önce hiyanet tarikiyle bir şey almaktır.
GUREMA (Burama ) Borçlu ve alacaklı mânasına olan «garîm» in cemidir.
GUREMA TAKSİMİ İslâm hukukunda tereke mevcudunu alacaklıların alacağı nisbetinde kendilerine taksim - etmektir.
GURRE (gıırra) Iskat edilen bir ceninden dolayı verilmesi icabeden beş yüz şer'î dirhemdir.
Şöyleki: bir kimse Zevcesinin veya başka bir kadının karnına vurup çocuğunun düşmesine sebep olsa bakılır : eğer çocuk ölü olarak düşmüşse o kimse üzerine gurre lâzîmgelir; diri olarak düşüp te akebinde ölmüş ise diyet i kâmile lâzîmgelir. Hamil olduğu cenini kocasının izni olmaksızın ilâç vesaire istimaliyle iskat eden kadın üzerine de bu veçhile gurre veya diyet lâzîmgelir. Bu gurre ceninin veresesine feraiz mucibince mevrus olur.
GÜLHANE HATTI HÜMAYUNU Sultan Mecidin, Gülhanede (İstanbul 3 teşrinievvel 1839) Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunup Osmanlı tarihinin «Tanzimat» denilen son devrini açan fermanının adıdır.
Gülhane hattının esasları; tebaanın can, mal ve namusunun temini, vergilerin muntazam bir usul altına konulması ve toplanması,, askerî işlerin ve askerlik müddetinin muayyen bir nizam altına alınmasıdır.
GÜMRÜK (aim. Zoll. — fr. douane. — ing cus-
t*m*. — lât. vectigal portorium (portusj }¦
1 — Yabancı memleketlerden gelen ve kendi kanununda ve tarifelerinde yazılı esaslara göre rüsuma tâbi tutulan, bilûmum maddelerle şahısların, muayeneye tâbi olduğu hat ve mıntakanın bütünüdür.
Gümrük hattı [aim. Zollgrenze- — fr. frontiere douaniere.— ing, customs frontier] siyasi sınırlarımızı çevreleyen denizlerde memleketimizi komşu devletler arazisinden ayıran j kara hudutlarından ve hududu teşkil eden akar sular sahillerinden ibarettir.
Gümrük mıntakası [aim. Freizone, — fr, zone franche. — ing. free zone], sahil hudutlarımızda sahil hattından denize doğru dört mil, kara hudutları-
gümrük - güzeşte
107
mızda gümrük hattından memleket içine doğru on kilometre; müşterek nehirlerde, nehirlerin kara sularından sayılan yani Talveg hattının ayırdığı, memleketimize ait kısmından ibarettir.
2 — Tarife kanunlarına dayanarak, memlekete giren eşyadan, muafiyetleri kanunla kabul edilenler müstesna ; resim almak ve ayrıca bazı vergi ve resimleri toplamak ve ihraç olunan malların muayene ve kayıtlarını yapmak ve transit Veya muvakkat kabul yolu ile memlekete gelen eşyanın muvakkaten ve emanetten resimlerini almak üzere teşkil edilen dairelere de «gümrük» /aim. ZoHamt. — fr. bureau de douane. — ing. customs house. — lât. telonium/ denir.
Bizde «Gümrük idaresi» 1860 tarihinde kurulmuştur. Ondan evvel iltizam usulü vardı. Yalnız 1840-1860 arasında gümrük resmi hazine hesabına gümrük eminleri, muhassilleri marifetiyle toplanmıştır.
Gümrük idaresi evvelce dahilî ve harici olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Komşu devletlerle münasebet tesis ve ticaret muahedeleri akit olundukça, o memleketlerden gelen mallardan alınan resimlerle harici gümrükler ve yapılan tarifelere dayanarak memleket mamul ve mahsullerinden alınan resimlerlede dahilî gümrükler meşgul olurlardı. 1874 tarihinde dahilî gümrükler ilga edilmiştir.
Bizde gümrük idaresi halen yalnız gümrük resmiyle değil, ithalât eşyasından alınmakta olan muamele, istihlâk vergileri, belediye hisseleri, tayyare, hayvan, sağlık resimleri ve ardiye ücretiyle de meşgul olmaktadır.
gümrük beyannamesi falm Zollerklârung, Zolldeklaration. — fr. declaration en douane. — ing. customs declaration/.
Salâhiyettar gümrük idarelerine verilen ve gümrük resminin ve bu mahiyetteki diğer rüsumun tediyesini mutazammın ve taahhütname mahiyetinde olan ve tarife tatbikatı için gümrük idarelerince bilinmesi lâzımgelen bilûmum malûmatı, ezcümle kapların adet, marka ve numaralarını, eşyanın mahiyet, nevi, menşe, kıymet ve miktarını gümrük tarifesindeki fasıllara göre bildiren ve eşya sahibinin veya vekilinin isim ve adresini de ihtiva eyliyen ve manifestoya uygun olması lâzımgelen vesika, ithalât eşyası için olduğu gibi resme tâbi tutulmayan ihracat eşyası için de dahili ticaret muamelelerinde ibraz ve istimali mecburidir.
gümrük resmi /aim. Zollgebühren, Zollabga-ben. — fr. droits de douane, taxe doaaniere. — ing. customs of excise duty/.
Bizde gümrük resminin esasını, âmediye, reftiye, masdariye namlariyle Osmanlı devletinin kuruluşundan beri mevcut olan vergiler teşkil etmiştir.
Tanziruatta gümrük rüsumu ithalât, ihracat, transit ve ticaret-i dahiliye eşyasına ait olmak üzere dört neve
/aim. Einfahr-, Ausfuhr-, Durchfuhr, Binnenzoll. — fr. droits (taxes) d'entree, -d'exportation, - de transit, -d'oçtroi. — ing. import, export, . transit, octroi duties / ayrılarak kıymet üzerinden alınırdı.
Bundan başka evvelce fermanlarla muhtelif devlet tebaasına «en ziyade mazharı müsaade millet muamelesi» namı altında geniş ölçüde ticaret hakları bahşedilmiştir.
Umumî harbde hükümet hareket serbestisini ele alarak, gümrük ithalât resminin kıymet üzerinden /aim. Wertzoll. — fr. taxe ad valorem — ing. ad valorem duty/ alınması usulünü terkle sıklete müstenit / aim. Gewichtszoll. — fr. taxe d'apres le poids. — ing. duty, calculated or applied by weight] mütevafit tarife, sistemini ikame eylemiştir.
Bununla beraber ancak 1929 tarihinde meriyet mevkiine giren kanunla bihakkın tarifeye hâkim olunabilmiştir.
gümrük TÂRlFESl /aim. Zolltarif. — fr. tarif douanier. — ing. customs tariff ].
Bir memlekete yabancı memleketlerden ithal edilecek maddelerinde ithalinde tâbi olacağı rüsum miktarını ve bu hususta kabul edilen sistemi gösteren Ve bir usul dairesinde tasnif edilmiş ve ekseriya altının milletlerarası fiyatlarına veya ecnebi dövizlerine göre sabit bir kambiyo üzerinden miyarı tanzim kılınmış olan tarife. Bizde iki türlüdür :
1 — Umumi tarife /aim. Einheitszolltarif, auto-nomer Tarif. — fr. tarif general. — ing. general tariff/ kendileriyle ticaret muahedesi yapılmayan devletlerden ithal edilen maddelere tatbik olunan tarifedir.
2 — Ahdî tarife /aim. Vertrags -, Konventional-tarif. — fr. tarif conventionnel. — ing. tariff made or applied under treaty / kendileriyle ticaret muahedesi yapılan devletlerden gelen mallara tatbik edilen ve âkit devletlerin karşılıklı menfaatleri bakımından ekseriya umumi tarifeye nazaran daha müsait esasları ihtiva eyliyen tarifelerdir.
gümrük ve İnhisarlar vekâlet! [aim.
Ministerium für Zölle und Monopole. — fr. Ministere
de» Douanes et des Monopoles---ing. Customs and
Excise Department/.
Bir vekilin emir ve idaresi altında gümrük ve devlet inhisarları işleriyle meşgul olmak üzere 1909 No. kanunla kurulmuştur. Bu Vekâletin merkezde ve taşradaki teşkilâtı ve daireleri ve bunların vazifeleri Gümrük ve İnhisarlar Vekilliği teşkilât ve vazifeleri hakkındaki kanunda izah edilmiştir.
gündelik ücret bk. İşçi ücreti.
güzeşte bk. Faiz.
H
HABERLEŞME SIRRI bk. Muhaberat sırrı.
HABİS (HabT,) (Es.H.) Vakfedilen şeydir. Gerek arazi, gerek akar ve gerek hayvan olsun. Cihad için vakfedilen atlara ıtlakı şayidir. (Bu atlara vakıf olduğunu gösterir birer dağ vurulması vaktiyle âdet idi).
HAC fi (Hacb) (Es. H.) Lügatte menetmek ve bir şeyden alıkoymak manasınadır. Istılahta daha yakın diğer bir vâris bulunmasından naşi bir şahsı tamamen veya kısmen mirastan menetmektir. Hacbeden vârise «hâcib», hacb olunan vârise «mahcub» denir. Meselâ : müteveffanın babasının babası, habasiyle tamamen mahcub ve sakıt olur.
HACB-I HIRMAN (Hacb-ı hirmân (Es.H.) Bir vârisi mirastan defaten menedip tamamen mahrum eylemektir.
.HACB-1 NOKSAN (Hacb-i noksâ-0 (Es.H.) Bir vârisin hissesini çok miktardan aza indirmek, miras hissesini azaltmaktır.
HACET (Hâcat) (Es.H.) Bertaraf edilmediği takdirde zarar ve meşakkati mucip olan haldir ki umumi ve hususi kısımlara ayrılır.
HACİR (Kısıt) aim. Entmündigung, Bevormundung. — fr. interdiction — ing. placing under guardianship or curatorship, disability. — lût. interdicitur bonorum administratio].
1 — Bir şahsın medeni haklarını kullanma salâhiyetinin mahkeme tarafından kaldırılması. Binaenaleyh hacredilen bir şahıs muamele istiklâlini kaybederek bir tâbiiyet ve himaye vaziyetine girer. Mahcur /aim. Ent-miindigter, Bevarmundeter. — fr. interdit. — ing. per. son placed under guardianship, judicial disability.— lât. in curatione esse) üzerindeki bu himaye velayet veya vesayet şekillerinde tesis olunur Hacir sebepleri: akıl hastalığı veya akıl zayıflığı, israf, ayyaşlık, mallarını kötü idare (sui idare), çirkin hayat sürme, bir yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına mahkûm olma ve nihayet ihtiyarlık, maluliyet veya tecrübesizlik sebebiyle işlerini gereği gibi görmekten âciz olan reşidin kendi talebi (ihtiyari hacir) [aim. Entmündigung auf eigenes Begehren.— fr. interdiction volontaire] (MK. 355-360).
2 — Haer (Es.H,) Lügatte mutlaka meni manasınadır. Istılahta bir şahsı tasarruf-u kavliyesinden menidir.
HACİZ (aim. Pf'dndung (Beschlagnahme). — fr. saisie. — ing. distraint, attachment, seizure.— lât. pig. noris capioI.
Borçlu borcunu ödemezse kendi elinde veya üçüncü şahısta olan menkul mallariyle gayrimenkullerinden
ve alacak haklarından alacaklının, ana, faiz ve masraflar da dâhil olmak üzere bütün alacaklarına yetecek miktarının adlî veya idari makamların emrine konulmasıdır. Bazı malların haczi caiz değildir.
HACZİ CAİZ OLMIYAN MALLAR (alm.unpfând-bare Gegenstönde. — fr. objets insaisisables. - ing. non - distrainable chattels]. Para borcunun ödenmesi için haciz yoliyle yapılan icra takibinde borçluya ait olup âmme hukuku veya borçlunun zaruri ihtiyacı bakımından veya paraya çevrilmesine maddeten imkân bulunmaması noktasından haczi ve paraya çevrilmesi kabil olmıyan, diğer bir deyim ile hacizden istisna edilmiş şeyler ve alacaklardır.
İcra İflâs Kanununda (82,83) tahdiden tasrih edildiği gibi hususi kanunlarda ayrıca haczi caiz olmıyan şeyler ve alacaklar gösterilmiştir.
Amme hukuku bakımından haczi . caiz olmıyan mallar şunlardır:
Devlet malları ve mahsus kanunlarda haczi caiz olmadığı gösterilen diğer mallar (2762 Numaralı Vakıflar K. 9; 1580 Numaralı Belediye K 19 6. 7; 422 Numaralı Köy K. 8).
Borçlunun zaruri ihtiyacı bakımından haczi caiz olmıyan eşyaları: 1 — Borçlunun zatı ve mesleki için lüzumlu elbise ve eşyası, borçlu ve ailesine lüzumlu olan yatak takımları, ibadete yarıyan kitap ve eşyası, 2 — Vazgeçilmesi kabil olmıyan mutfak takımı ve pek lüzumlu ev eşyası, 3 — Borçlu çiftçi ise kendisinin ve ailesinin geçinmeleri için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve taşıma vasıtaları ve diğer teferruatı ve ziraat aletleri, borçlu çiftçi değil ise sanat ve mesleki için lüzumlu olan alât ve edevat ve kitapları, arabacı ve kayıkçı ve hamal gibi küçük nakliye erbabının geçinmelerini sağlıyan nakil vasıtaları, 4 — Borçlu ve ailesinin idareleri için lüzumlu ise borçlunun tercih edeceği bir süt veren mandası veya ineği, yahut üç keçi veya koyunu ve bunların üç aylık yem ve yataklıkları, 5 — Borçlu ile ailesinin iki aylık yiyecek ve yakacakları, borçlu çiftçi ise gelecek mahsul için lâzım olan tohumluğu, 6 — Memleketin ordu ve zabıta hizmetlerinde malûl olanlara bağlanan tekaüt maaşları ile bu hizmetlerden birinin ifası sebebiyle ölenlerin ailelerine bağlanan maaşlar, ordunun hava ve denizaltı mensuplarına verilen uçuş ve dalış ikramiyeleri, askerî malûllerle şe. hit yetimlerine verilen terfih zammı ve 1485 Numaralı Kanuna göre verilen inhisar bey'ie hisseleri, 7— Borçlu bağ ve bahçe veya meyva veya sebze yetiştirici ise kendisinin ve ailesinin maişetleri için zaruri olan bağ, bahçe ve bu sanat için lüzumlu bulunan alât ve edevat, geçimi hayvan yetiştirmeğe münhasır olan borçlunun kendisi ve
HACZİ CAİZ OLMIYAN
MALLAR - HÂDİSE
109
ailesinin maişetleri için zaruri olan hayvanları ve bu hayvanların üç aylık yem ve yataklıkları, 8 — Bir muavenet sandığı veya kurumu tarafından hastalık, zaruret ve ölüm gibi hallerde bağlanan maaşlar, 9 — Vücut veya sıhhat üzerinde yapılan zararlar için tazminat olarak zarar görene veya ailesine toptan veya irat şeklinde verilen veya verilmesi lâzım gelen paralar, 10 — Borçlunun haline münasip evi (evin kıymeti fazla ise haczedilir ve bedelinden haline münasip bir ev alınabilecek miktarı borçluya bırakılır) (Medeni Kanunun 807 nci maddesindeki kanuni ipotek hali müstesna), 11 — Maaşlar, tahsisat ve ücretler ve intifa hakları ve hasılatı ve ilâma dayanmiyan nafaka, emekli maaşları, sigortalar veya tekaüt sandıkları tarafından tahsis edilen iratlardan borçlu ve ailesinin geçinmeleri için lüzumlu olan miktar (haciz olunacak kısım bunların 1/4 inden aşağı olamaz.), 12 — Borçlar Kanununun 510 uncu maddesi gereğince haciz olunmamak üzere tahsis edilmiş olan kaydı hayatla iratlar.
(Takip mevzuu olan borç yukarda 1,2,3,7 nci fıkralarda yazılı eşya bedelinden doğmuş ise bunlar haczedilebilir).
Kanunun aradığı lüzum ve zaruretin takdiri icra memuruna ve şikâyet halinde icra yargıcına aittir.
Bazı ekonomi topluluklarına ilgiyi sağlamak ve bu toplulukların varlığını korumak maksadiyle hacizden istisna edilen eşya ve alacaklar için bk. 2834 Numaralı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkındaki K. 8 ve 2836 Numaralı Tarım Kredi Kooperatifleri K. 7 ve 1711 Numaralı Tasarruf Sandıkları K, 94.
HAD (Hadd) (Es.H.) Hakkullah olmak üzere icrası icabeden mukadder akıbettir. Cem'i «hudud» tuT.
Had-di sirkat, had-di zina, had-di şürb, had-di sekr, had-di kazif, had-di kat-ı tarik namiyle altı nev'e ayrılır. Bunlara «hudud-u hâlisa» de denir.
Had bir şeyi mahiyetiyle tarif mânasına da gelir. Gayrimenkullerin sınırlarına da hudut denir. Zira bunlar
gayrimenkullerin sahasını tâyin, başkalariyle karışmasını meneder.
Bir kısım cezalar da - mazarratları bütün beşeriyete dokunan birtakım fena hareketlerden insanları zecir ve menedeceği cihetle - hudud mânasını almıştır.
Âmmenin mesalihi için, yani bütün insaniyete ait fesadı def, menfaatleri celp için ifası icabeden ve miktarı şer'an muayyen bulunan bu cezalara hudud.u şer'î-ye, hukuk-u ilâhiye namı da verilmiştir. Bu cezalar hu-kuk-u âmmedendir. Bunların Cenab-ı Hakka nispet edilmesi ehemmiyetini göstermek içindir.
HADDEN KATİL (Haddan kati) (Es.K.) Memlekette fesat çıkarmaya çalışan bir şahsın emr-i ulülemr ile (siyaseten) katledilmesidir: Yol kesen veya alet-i cariha istimal etmeksizin döğmek suretiyle onun bunun ölümüne sebebiyet verip duran eşhas hakkındaki katil bu kabildendir.
HADDİ KATI TARİK (Hadc-i kat'-i larîk) (Es.H.) Yol kesicilikte bulunan bir şahıs veya mütaaddit eşhas hakkında cinayetlerine göre icabeden ukubettir.
HAD-Dİ KAZ E (Haddi kazf ) (Es.H.) Bir muhsin veya muhsineye, yani mükellef, hür, müslim, zinadan afif bir kimseye dar-ı islâmda zina isnadeden mükellef bir şahıs hakkında icabeden ukubettir ki, miktarı had-di şürb gibidir.
HAD-Dİ SEKR (Hadd-i sakr) (Es.H.) Hamirden başka müskir meşrubattan birinin bilihtiyar içilmesinden mütevellit sarhoşluktan dolayı icabeden ukubettir ki, miktarı had-di şürb gibidir,
HAD-Dİ SİRKAT (Hadd-i sirkat) (Es.H.) Şeraitini cami bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesilmesi suretiyle tatbik edilen bir cezadır. Şöyle ki: muhrez bir yerden sirkat nisabı malı gizlice alan ve âkı) ve baliğ olmakla beraber haddin sukjıtunu mucip sebeplerden biri bulunmıyan hırsızın sağ eli mafsalından kesilir.
Mütaaddit sirkatleri içtima 'etmiş olsa da yine bu bir el ile iktifa edilir. Fakat kesildikten sonra yine şeraiti dâhilinde sirkatte bulunursa bu defa sol ayağı kesilir. Şayet yine sirkatte bulunacak olursa artık başka bir uzvu kesilmeyip salâhı zahir oluncaya kadar hapis ve taziri ile iktifa olunur.
HAD-Dİ ŞflRB (Hadd-i gurb) (Es.H.) Az veya çok miktarda bilihtiyar «hamr» içilmesinden dolayı icabeden ukubettir. Sekir vermiş olsun olmasın (Bu ukubet hür ve hürre hakkında seksen, köle hakkında kırk celdedir. Celd kamçı ile vurmak veya derisine dokunmaktır).
HAD-Dİ ZİNA (Hadd-i zina) (Es.H.) Şeraiti dâhilinde vâki ve sabit olan zinadan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukubettir ki, ya celd veya recim suretiyle olur.
HAD-Dİ BULÛĞ (Hadd-i bulüg) iEs.H.) Küçüklük halinin nihayete vâsıl olmasıdır ki erkekte ihtilâm ve ihbâl, yani gebe eylemek, ve kadında hayz ve habil, ' yani gebe kalmak ile sabit olur.
HADEMEİ VAKIF (Hadama-i vakf) (Es.H.) İmam, hatip, müezzin, müderris, mütevelli, bevvap, kay-yum gibi kimselerdir.
HADIMLAŞTIRMA /aim. Entmannung, Kastruti-on. — fr. castration. — ing. castration. — lât. castra-tio j
Ceza hukukunda, son senelerde hadım etme bir emniyet tedbiri olarak kanunlara girmiştir: Şehvani hisleri anormal surette inkişaf etmiş bazı insanların, cemiyet için mühim bir tehlike teşkil ettiği görülerek bazı devletlerde ve bilhassa Almanyada cinsî cinayetlerle mükerrir tehlikeli caniler hakkında asli ceza ile birlikte «hadımlaştırma» da hüküm olunabilir.
HÂDlNE (Hâzina) (Es.H.) Hidâne hakkına sahip olan kadındır.
HADİS DÂVA [aim. Incident -, Zwischenfeststel-lungsklage.— fr. demande iricidente. — ing, incidental claim}.
Bir dâvanın tetkiki sırasında meydana çıkan ve o dâva ile birlikte veya daha evvel halledilmesi lâzım gelen müstakil dâvadır.
1 — Hukuk muhakemeleri usulünde; esas dâva ile birlikte görülmek üzere müddeialeyh tarafından ikame edilen hadis dâva «mütekabil dâva» mahiyetini alır,
2 — Ceza muhakemeleri usulünde, buna meselei müstehire denir; bk. Meselei müstehire.
HÂDİSE /aim. Zwischenstreit. — fr. incident]. Bir dâvanın tahkiki esnasında ortaya çıkan usule mütaallik bir mesele, yani dâvanın esası hakkındaki tah-
110
HÂDİSE — HAK
kikatta karşılaşılan ve önceden halledilmesi icabeden arıza ve ihtilâl: iptidai itirazlar, dâvaların birleştirilmesi ve ayrılması talepleri, vazife itirazları, müdahale, hâl-i sabıka irca talebi, sahtekârlık iddiaları, müddetlerin temdidi talebi, delillerin ikamesine itiraz gibi (HMUK. 222-225 ve 483 - 487)
HAFİ (Kapalı) CELSE bk. Gizli celse
HAFİF HAPlS /aim. Ha/t. — fr. arret. — ing. imprisonment without hard labour. — lât. custodial.
Müddeti bir günden iki seneye kadar olan şahsi hürriyeti bağlayıcı ve kabahatlere mahsus bir ceza.
Kanunun tâyin ettiği hallerde bu ceza imalâthanelerde ve nafıa ve belediye işlerinde çalıştırılmak suretiyle de infaz olunabilir.
Mahkûmiyetleri bir aydan fazla ve kendileri de mükerrir olmıyan kadın ve küçüklerin bu nevi cezalarının oturdukları yerde çektirllmesine mahkemece karar verilebilir (CK. 11, 21, 22).
HAFİF PARA CEZASI bk. Para cezası.
HAFRİYAT [aim. Ausgrabung, Grabungen. — fr. foııilles. — ing. excavation].
Medeni hukuka göre malikin mülkiyet hakkına istinaden mülkünde yapabileceği çukur, hendek, kazı gibi derinliğine her türlü tesisattır.
Malik, hafriyatı ile, arsasına veya üzerindeki bina ve kaynaklara zarar veremez. Komşuluk hakkının ihlâlinde tatbik edilen müeyyideler komşu gayrimenkulüne veya onun üzerindeki binalara zarar verme halinde de kıyasen tatbik olunur.
Hafriyat ile komşu kaynaklarını ızrar halinde ise mümkün mertebe eski halin iadesi cihetine gidilmek gerekir.
Malikin mülkünde yapabileceği hafriyat ve inşaattan ebat bakımından uyulacak hükümlerin vasfı aynı zamanda ve daha ziyade âmme emniyet ve nizamını ilgilendirir.
Böylece inşaatta bodrum katları dolayisiyle temel hafriyatı ile binaların etrafındaki arsaların ebadı hakkında Belediye Yapı ve Yollar. Kanunu ile gerekli hükümler konmuştur (20, 26).
Asar-ı atîka aranması yüzünden yapılacak hafriyata gelince mühim ve ilmî kıymeti haiz olmamakla beraber kimsenin mülkiyetinde olmadığından dolayı hazineye ait bulunan-tabiî nadir eşya ile antikaların bulunduğu gayrimenkullerin malikleri melhuz zararlarının tam tazmini karşılığı, mülklerinde bu kabil hafriyat yapılmasına katlanmağa mecburdurlar (MK. 662, 663, 680, 681, 697; 10 nisan 1332 tarihli Âsar-ı atîka nizamnamesi, 4,10-25).
bk. Komşuluk hakkı; âbideler ve âsar-ı atîka.
HAFTA TATİLİ — bk. Ulusal bayram ve genel tatiller.
HAHAMLIK [aim. Rabbinat. — fr. rabbinat. — ing, rabbinate].
Osmanlı saltanatında, memlekette bulunan musevi cemaatinin işlerini idare için İstanbulda teşkil edilen bir makam olup (Dersaadet Hahamhanesi) unvanını taşırdı. Hahamhanenin başında bulunana hahambaşı de-
nirdi. Hahamhanelerin ruhani ve cismani birer meclisi ile ayrı bir umumi meclisi vardı.
Hahamlık, Cemiyetler Kanununun 39 uncu maddesiyle diğer dinî müesseseler gibi cemiyet haline getirilmiştir.
HAİL [aim- Einfriedigung, Einfriedung, Einzâu-nung, Grenzvorrichtung. — fr. clotures. — ing. enclosure.— l6t. saepes, saepimentum J.
Medeni hukuka göre, duvar, çit, parmaklık, tahta perde gibi gayrimenkulleri birbirinden ayırmağa yarı-yan hudut işaret ve alâmetleri ve manialar.
Komşu gayrimenkullerin haillerinin mülkiyetinde asıl olan komşular arasında müşterek olmaktır; binaenaleyh bu yüzden doğacak mükellefiyetler de ilgililere müştereken terettübeder.
Buna mukabil münferit gayrimenkullerin haillerinin veya münferit haillerin yapılması ve onların iyi halde tutulması mükellefiyeti münhasıran maliklerine terettüb. eder. Bundan başka arazi ve arsalara, belediye zabıta ve koruma tedbiri olarak veya imar ve estetik mülâhazaları ile hail koyma mecburiyeti ve bunların yapılış şekil ve tarzı mahsus kanunları ile tâyin olunur. Meselâ arazi, arsa ve inşaat yerlerinin haille çevrilmesi belediye zabıta tedbirleri cümlesinden olarak âmme kanunlarınca tesbit edilmiştir (MK 647, 673; Umuru Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkında K. 1 ve Belediye Yapı ve Yollar K. 15, 52) bk. Çit.
HÂtT (Hâil) (Es. H.) Duvar, tahtaperde ve çit demektir. Cem'i «hiytân» gelir.
HÂİZ (Hâ'z) Bilfiil hayız görmekte olan kadındır.
HAK (Hukuk) [aim. Recht. — fr. Droit, droits. — ing. right, rights, law. — lât. ius, iuraj.
Hukuk ilminde kabul edilmiş olan umumi telâkkiye göre haklar iki zümrede toplanabilir :
1 — Objektif hak (hukuk): İçtimai hayat nizamının muhafaza ve idamesi için cemiyet âzası, sıfatiyle fertlerle fertler, veya cemiyetle - yani devletle - fertler, yahut muhtelif devletler arasındaki münasebetleri tanzim eden usul ve kaidelerdir. Bu mânada hak, yani hukuk nizamı, [aim. Rechtsordnung.—fr. ordre juridique. ing. legal system, legal order. - lât. ius/, fertler veya devletler arasında beraberlik, ve fertlerle devlet arasında ise devletin üstünlüğü esasına dayanır.
2 — Sübjektif hak: objektif hakkın usul ve kaidelerine dayanarak hak sahibi sıfatiyle fertlere veya devletlere tanınmış salâhiyetler.
İçtimai hayatı yalnız hukuk nizamı tanzim etmez. A, rica ablak ve muaşeret nizamları da vardır. Hukuk nizamının bunlardan farkı, devlet kuvvetine dayanan zecir ile müeyyidelenmiş olmasında görülmektedir.
Yukarda anlatılan telâkkiye zıt olarak ileri sürülen sosyolojik görüşe göre, hukuk devlet tarafından vazedilmiş olmayıp içtimai hayatın kaidesinde mevcut objektif vaziyetlerin (müesseselerin) mahsulüdür. Bu vaziyetlerin devlet tarafından tanınması ve himaye edilmesiyle hukuk nizamı vücuda gelir. Aynı telâkkiye göre •dar sübjektif hak» bu objektif vaziyetlerin hak sahipleri cephesinden bir ifadesidir Umumi bir mefhum olarak fertlerin iradesine bırakılmış sübjektif hak mevcut
HAK - HAKİKÎ İÇTİMA
111
olmayıp sübjektif hukuki vaziyetler vardır. Bu irade yazılı olan ve olmiyan mevzuatla (kanunlar, örf ve âdet) tezahür eder.
HAKARET VE SÖVME [aim. Verleumdung and Beleidigung. — fr. diffamation et injures. — ing. defamation and damage. — lât. iniuria].
Toplu veya dağınık birkaç kişi ile ihtilâf ederek bir kimseye, şeref ve haysiyetini kıracak veya onu halkın husumetine mâruz bırakacak bir maddei mahsusa isnadetmektir. Buna «mevsuf hakaret» de denir.
Maddei mahsusa ihtiva etmiyen hakaret sövmedir (CK. 480, 482).
HAKEDİŞ bk. İstihkak.
HAKEM [aim. Schiedsrichter. — fr. arbitre. — ing. arbitrator. — lât. arbiter].
Mevcut veya ilerde çıkacak hukuki bir ihtilâfı halletmek için hususi surette intihabedilen kimse. İki tarafın arzularına tâbi olmiyan meseleler hakem tarafından halledilemez: boşanma, ceza dâvaları gibi.
Mevcut bir ihtilâfın hakem ile halledilebilmesi tarafların bu hususta yazılı mukavele tanzim etmiş olmalarına bağlıdır. Bu mukaveleye «tahkimname» /a/m. Schieds-vertrag.— fr. compromis. ~ ing. arbitration agreement.
- lât. compromissum] denir. Tarafların tahrirî bir mukaveleye, bundan doğacak ihtilâfların hakem marifetiyle halledileceğine dair, koyacakları şart muteberdir. Buna «tahkim şartı» [aim. Schiedsklausel, Arditrageklausel.— fr. clause compromissoire, — ing. arbitration clause] denir.
Hakem; tarafların ittifakiyle veya mukaveledeki şartlara göre veya dâvayı rüyete salahiyetli hâkim tarafından intihap olunur (HMUK. 516-536).
Bazan kanun ihtilâfı hakeme tevdi etmeğe alacaklıları mecbur tutmuştur. Bazı hâdiselerde hakemi kanun tâyin etmiş ve tarafların serbestçe hakem seçmelerine mâni olmuştur. Meselâ :
Umumi ve mülhak ve hususi bütçelerle idare edilen daireler ve belediyelerle sermayesinin tamamı devlete veya belediyeye veya hususi idarelere ait olan daire ve müesseseler arasında çıkan ihtilâflardan adliye mahkemelerinin vazifesi dâhilinde, bulunanlar tahkim usulüne tâbi kılınmıştır. Umumi bütçeye dâhil daireler arasındaki ihtilâflar İcra Vekilleri Heyetince seçilecek icra vekilleri azasından bir hakem vasıtasiyle halledilir. Mülhak bütçe ile idare edilen daireler veya bunlarla umumi bütçeye dâhil daireler arasında hâsıl olan ihtilâflarda hakemi Yargıtay birinci reisi, Yargıtay daire reisleri arasından seçer. Belediyeler, ve diğer müesseseler arasında veya bunlarla umumi bütçeye dâhil daireler veya mahallî bütçe ile idare edilen daireler arasında çıkan ihtilâfta yüksek dereceli hukuk mahkemesi reisi veya hâkimi hakem olur. Bu takdirde salahiyetli hakem ihtilâfın çıktığı yere veya iş gayrimenkule taalûk ediyorsa o gayrimenkulun bulunduğu yere ve tarafları ayrı yerlerde ise müddeialeyhin bulunduğu yere göre tâyin edilir. 3533 Numaralı Kanun; Alıcıdan Tütün Alma Kanunu, Menafii Umumiye için İstimlâk Kararnamesi; Millî Müdafaa İhtiyaçları İçin Yapılacak İstimlâkler Hakkında Kanun; Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların işletilmesi Hakkında Kanun)
HAKEM (Hakam) (Es. H.) Tarafeynin rızasiyle hususi hâkim tâyin olunan kimsedir. Buna «muhakkem» de denilir.
HAKEM ENCÜMENİ [aim. Schiedskommission (im Enteignungsverfahrenj — fr. commision arbitrale (expropriation) — ing. arbitral tribunal, commission (expropriation}.
İstimlâk .işlerinde: devlet veya vilâyet tarafından âmmenin menfaati için yapılacak istimlâklerde, istimlâk edilecek malın bedeli az veya fazla tahmin ve takdir edildiğinden bahisle açılacak dâva üzerine bazı tetkik ve tahkikler icra ederek hakikî bedeli tâyin etmekle mükellef ve yedi ilâ on bir kişiden ibaret olan heyet (24 teşrinievvl 1295 tarihli menafii umumiye için istimlâk kararnamesi).
bk. İstimlâki emlak kararnamesi
HAKEM KARARLARI [aim. Schiedirichterliche Entscheidungen, Schiedsspruch. — fr. decision arbitrale. — ing. arbitral award. — lât. arbitrium. arbitra-tus).
Hakemler tarafından verilen kararlar olup, tahkimname veya hakem şartı mucibince halli hakemlere tevdi edilmiş olan niza ve ihtilâfa inhisar eder. Bir nizaın hakemler vasıtasiyle halledilip edilemiyeceği hususunda çıkacak ihtilâflar salahiyetli mahkemece . seri muhakeme usulü - ile hallolunur.
Hakem kararlarının, ilk içtimadan itibaren altı ay içinde verilmiş olması, münazaanın mahiyetini, maddi .ve hukuki mucip sebeplerini, dâvanın esası ve masrafları hakkındaki karan ve masraf miktarını ihtiva etmesi lâzımdır. Bu altı aylık müddet ancak tarafların yazılı muvafakatleri veya mahk*me reisinin karariyle uzatılabilir. Tahkimnamenin hakem kararına eklenmesi icab. eder.
Hakemlerin ekseriyetle verdikleri karar muteber olup kararın salâhiyettar mahkeme kalemine tevdii üzerine keyfiyetin taraflara mahkemece tebliği tarihinde bunlar hakkında mevcut addolunur. Bu kararlar mahdut ve muayyen sebeplerden dolayı temyizen nakzoluna-bilir, aleyhlerine muhakemenin iadesi yolu açıktır. Temyiz müddeti geçmek suretiyle katîleşen kararlar mahkeme reisi veya hâkimin tasdikiyle icra ve infaz kabiliyetini iktisabeder (HMUK. 516, 536).
HAKEM MAHKEMESİ [aim. lnternationaler Schiedsgerichtshof.— fr. Tribunal international d'arbit-rage. — ing. international arbitral tribunal].
Devletler tarafından serbestçe seçilen hakemlerden mürekkep mahkemedir. Devletler, istikbalde çıkması melhuz bütün ihtilâfları yahut muayyen bazı ihtilâfları hakem mahkemesine tevdi etmeyi önceden kabul ve ta-ahhüdedebilecekleri gibi, her hangi bir ihtilâf çıktıktan sonra da sırf bu ihtilâfı hallettirmek üzere bu mahkemeye müracaat edebilirler.
HAKİKİ HAYAT (Hakîki lıayât) (Es.H.) Murisin ölümü zamanında vârisin lâzım olan vasıfları haiz olarak sağ bulunmasıdır. Lâzım vasıflar vefat zamanında ihtilâf-ı din, ihtilâf-ı tâbiiyet, rıkkiyet gibi mirasçı olmaya mâni haller bulunmamaktır.
HAKİKİ İÇTİMA bk. İçtima.
112
HAKİKİ ŞAHIS -
HAKKI KARAR
HAKİKİ ŞAHIS bk. Şahıs.
MAKİM (Yargıç) /aim. Richter. — fr. juge. — ing. judge, justice, magistrate. — lût. iudex].
Niza ve ihtilâl lan hukuka göre kaza yolu ile hal etmek için Devlet tarafından nasıp ve tâyin edilen kimse: Anayasa 55-57, Hâkimler K.)
HÂKİM (Hâkim) (Es.H.) Nâs arasında vuku bulan dâva ve muhasamayı ahkâmına tevfikan fasl ve
hasım için ülülemr tarafından nasıp ve tâyin olunan zattır.
HÂKİM-1 MÜNFERİD (Tek hâkim) bk. Asliye mahkemeleri, sulh hâkimi.
HÂKİMİN DÂVAYA BAKMAKTAN MEMNUİYETİ
[aim. Ausschliessung des Richters. — fr. empechement du juge].
Hâkimin, vazife ve salâhiyet kaidelerine uygun kaza mercii sıfatiyle, kendisine veya çalıştığı mahkemeye arz edilen bîr dâvanın tahkik ve muhakemesinde taraflarla veya dâva mevzuu ile olan şahsi münasebet ve alâkası gibi mahdut ve muayyen sebeplerin mevcudiyeti halinde, hâkimlik yapmaktan ve rey vermekten katî şekilde menedilmiş olması halidir ki bu halde hâkim, talebedilmese dahi, bizzat istinkâfa mecburdur (HMUK. 28, 30, 37, 440 b. 9; Devlet Şûrası K. 44; CMUK. 21,22)
HÂKİMİN HUKUK KAİDESİ KOYMASI bk.
Kanunda boşluk.
HÂKİMİN REDDİ [aim. Ablehnutıg des Richters. — fr. recusation du juge. — lât. reiectio iudicis].
Vazifeli ve salahiyetli mahkemede ikame edilen bir dâvanın tahkik ve muhakemesinde; taraflarla veya dâva mevzuu ile olan şahsi münasebet ve alâkası veya bitaraflığından şüpheyi mucip sebeplerden dolayı hâkimlerden bir veya bir kaçının o dâvada bulunmasına ve rey vermesine mâni olmak için taraflardan birinin vâki talebidir (HMUK 29 - 37, 277, 521; CMUK 23, 30, 67; Devlet Şûrası K 44).
HÂKİMİYET (EGEMENLİK) [aim. SouverSnitöt, Staatshoheit, — fr. souverainete. — ing. sovereignty. — lât. summum imperium] .
Devletin başlıca unsuru olup ferdî iradelere hâkim olan ve devlette nizam ve intizamı temine yarıyan yüksek bir iradedir.
Hâkimiyetin milleti hariçte temsil ve diğer devletlerle muahede akdeylemek salâhiyetini ve başka bir devlet veya milletlerarası makama tabi olmamayı tazammun eden haricî kısmına «istiklâl» (baginsızlık ) adı verilir ve devletler umumî hukukunu alâkadar eder. Hâkimiyetin millete aidiyeti esası resmen ve alenen insan ve vatandaş beyannamesile ilân edilmiş, Türk inkilâbı da bu esas üzerine kurulmuştur (Anayasa 3).
HÂKİMİYET-İ MİLLİYE bk. Millî hâkimiyet.
HÂKİMİYETİN TAHDİDİ [dim. Einschrânkung der Souverânitöt. — fr. restriction ou limitation de la souverainete. — ing. limitations on sovereignty].
Dış münasebetler sahasında hâkimiyet istiklâl ile tecelli eder. Kendisinden üstün hiç bir otoriteye tabi olmamak, son sözü söylemek hâkimiyetin esaslı unsurlarından olduğundan bu unsurları haleldar edecek her
fiil devletin hâkimiyetini tahdid eder; bir devlet tarafından diğer devletin iç veya dış işlerine müdahalede bulunmak gibi.
HAKİMİYET MUAMELELERİ (ta9nrruflar.)/a/m. Hoheitsakte. — fr. actes de souveraineti, actes d'auto. rite. — ing. act öf state, act of sovereignty].
Devletin, hâkimiyet sıfat ve salâhiyetine dayanarak, fertlerin tasarruf ve muamelelerinden farklı surette yapmakta olduğu tasarruf ve muamelelerdir.
HAKİMLERİN KANUNLARI KONTROL HAKKI bk. Kanunların anayasaya aykırılığı.
H ".KİMLERİN MESULİYETİ [aim. Verantwort. lichkeit der Richter, Richterverantwortlichkeit. — fr. responsabilite des juges. — ing. responsibility of the judge, — lât. iudex qui litem suam facit].
Hâkimlerin ve icra reislerinin (icra hâkim ve muavinlerinin) vazifelerini yaparken sebebiyet verdikleri zararlardan mesul tutulmalarıdır ki ancak usul hukukunun tâyin ve takyid ettiği hallerde kabildir ve hususi muhakeme usulüne tabidir (HMUK. 573 - 576). Eski hukukta buna «tştikâ-an-il-hükkâm» denirdi.
HAKİM MUAVİNİ [aim. Hilfsrichter, (Gerichtsas-sessor).i— fr. juge assesseur.— ing. assessor, assistant judgs. - lât. iudex pedaneus; arbiter pedaneus, adsessor].
Toplu hakimle kurulmuş mahkemelerde; muhakemeye, müzakere ve reye iştirak etmek ve kendisine verilen kazaî işleri görmek; tek hakimli mahkemelerde hâkime yardım etmek, hüküm vermek vazifesiyle mükellef, hâkimliğin muavinlik sınıfına dahil adliye memurudur (Hâkimler K.) .
HAKİM NAMZEDİ [aim. Richteranwarter, Ge-richtsreferendar. — fr. candidat d la magistrature. — ing. judicial assistant, prospective judge].
Bilgi ve mümaresesini artırmak, ehliyetini ispat etmek ve bu suretle hâkimlik veya müddeiumumîlik mesleğine girmek için hazırlanmak üzere iki sene müddetle mahkemelerde veya müddeiumumilerin yanında staj gören, zabıt kâtipliği, başkâtiplik, yazı işleri, icra memurlarına ve sorgu hâkimlerine yardım veya vekâlet gibi adlî işleri kendi mesuliyeti altında yapan adliye memurudur (Hâkimler K.),
HAKKANİYET 6*. Nasafet.
HAK-KI HIYAR bk. Muhayyerlik
HAK-KI HUZUR [aim. Sitzungegeld, Tagegelder, Anuıcsenheitsgelder, — fr, jeton de presence. — ing. daily allowânce(Ingiltere), per diem (Birleşik Amerika)].
Bilhassa şirket idare heyetleri içtimalarında rey ve mütalaa dermeyan etmek üzere bulunan azaya kayıp ettikleri zamana ve 'mesailerine karşılık verilen paraya denir.
HAK-KI İKMAL (hakk-i ikmâl) (Es.H.).
Fahişen noksan bir bedel ile tefevvuz olunan arz-ı mirinin teffiz tarihinden itibaren on sene müddet zarfında bedel-i mislini ikmal salâhiyetidir. Bu salâhiyet sair taliplere karşı zilyeddine rüçhan hakkı verir.
HAK-KI KARAR (hakk-i karâr) Eski hukukta küçüklük, cinnet, teğallüp, müddet-i sefer, bait olan
HAKKI KARAR — HAK-KI RUÇHAN
diyarda bulunmak gibi bir özürden âri olarak başkasına ait mirî arazide on sene müddetle nizasız devam eden tasarrufun temin eylediği iktisap ve tasarruf sebebidir.
HAK-KI MEBİ (bakk-i mabî') (Es.H.) Satılan gayrimenkule lâzım olan şeydir. Şirbi has ve tarik-ı has gibi.
HAK-KI MESÎL (liakk-i masü) (Es.H.) Ev ve bahçe gibi bir mahallin harice suyunu ve selini ve damlalarını akıtmak hakkıdır.
HAK-KI MÜEKKED (hakk-i mu'akkad) (Es.H.) Mülkten mücerret olan kuvvetli haktır. Rehin hakkı gibi ki mürtehin merhuna malik olmadığı ve hukuk-u mücer-rededen i'tiyaz dahi caiz bulunmadığı halde mürtehinin merhundaki hakkı, hukuk-u müekkededendir. Merhunu itlaf eden kimseden mürtehin talep ve dâva ederek merhunun mislini veya kıymetini alır
HAK-KI MÜRUR (hakk-i m„rür) (Es.H ) Aharın mülkünden geçmek hakkıdır.
HAKK-I NÂR (Ateş payı) [aim. Toleranz. Re-medium, Fehlergrenze. — ing. shere].
Bir madenin eritilmeden önceki sıkleti ile eritildik, ten sonraki sıkleti arasında hâsıl olan ağırlık farkı.
HAKKIN KULLANILMASI bk. Ehliyet.
HAKKIN MEVZUU [aim. Rechtsobjeki. fr. objet de droit. — ing. object of a right.— lût. obiectum iuris*].
Geniş mânada hakkın (hukukun) mevzuu; hususi hukukun, âmme hukukunun ve devletler umumi hukukunun tanzim ettiği münasebetlerdir. Dar mânada hakkın (sübjektif hakkın) mevzuu, bu hak bir irade salâhiyet ve iktidarı olarak telâkki edildiği takdirde, bu iradenin, üzerinde hükümran olduğu sahadır. Bu telâkkiye göre maddi ve mânevi, yani fikrî bir şey veya başka bir şahsın fiil ve hareket tarzı hak mevzuudur. Dar mânada haklar da hak mevzuu olabilir. Fakat şeylerin hak mevzuu olması ihtilaflıdır.
Hukuk, mutlak ve izafi olmak üzere iki sahaya ayrılır. Ayni haklar ile şahsiyet hakları «mutlak hukuk» sahasına ve aile ile borçlar hukuku «izafi hukuk» sahasına dâhildir. Bu farklar göz önünde bulundurulmak şartiyle hakkın mevzuları şu suretle tasnif edilebilir :
1 — Hak sahibinin kendi şahsı (mutlak şahsi haklar): şahsın kendi ismi üzerindeki hakkı gibi.
2 — Diğer şahıslar: aile hukuku, alacaklar ve bir hükmi şahıs ile onu vücuda getiren hakiki şahıslar arasında olan hukuki münasebetler.
3 — Hak mevzuu olması kabul edilen maddi şeyler (ayni haklar).
4 — Fikir mahsulleri olan gayrimaddi şeyler (sınai ve edebî mülkiyet hakları).
5 — Bu hak mevzularından birine taallûk eden hakların kendisi: alacak hakkının rehnedilmesi gibi.
Buna mukabil şahısla kaim ve bir şahsa ait hakların heyet-i mecmuasını teşkil eden ve bir kül olarak nazarı itibara alınan mamelekin miras hukukundan başka haklara mevzu olamıyacağı ve ancak mameleki teşkil eden parçalar halinde münferit hakların hak mevzuu olabileceği kabul edilmektedir.
113
HAKKIN MUHTEVASI [aim. Rechtsinhalt. — fr. contenu du droit. — ing. content of a right].
Bir hakkın mevzuuna taallûkunun neden ibaret olduğudur. Borç münasebetinin muhtevası «eda» olduğu gibi mülkiyet hakkının muhtevası da «Onu herkesin tanıması mecburiyeti» dir.
HAKKIN SUİİSTİMALİ [aim. Rechtsmissbrauch, Schikane. - fr. abus du droit.— ing. abuse of right (s). — lât. iure male uti, iure abuti, abusus, aemulatio].
Bir hakkın kullanılması objektif hüsnüniyet kaidelerine, yani namuskâr ve dürüst insanların umumiyetle tâbi bulunması icabeden kaidelere aykırı bir surette vâki olursa, buna hakkın suiistimali denir. Bunu kanun himaye etmez. Çünkü bu türlü bir hak istimalinde suiniyet vardır.
Medeni Kanunumuz (2. f 2) hakkın suiistimalini «bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suiistimalini kanun himaye etmez» şeklinde mahkûm etmiştir Şu kadar ki bu hüküm kanunumuzun aslı olan İsviçre Medeni Kanununun aynı maddesindeki hükmü ile biraz aykırılık göstermektedir. Orada «bir hakkın aşikâr suiistimali» tâbiri kullanıldığı halde Kanunumuzda «bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suiistimali» denmek suretiyle âdeta bir hakkın sırf gayrı ızrar etmiyen suiistimalinin himaye görebileceği mânasını müdafaa etmek istiyenlere silâh verilmiş gibi görülür. Mamafih Kanunumuzdaki bu farkı İsviçre Kanunu mânasında imal etmek medeni hukuk sistemimizin ruhuna daha uygundur.
Hakkın suiistimalinin en klâsik misali «haset duvarı» diye anılan misaldir: her ne kadar malik mülkünde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haiz ise de mah-za komşusunu kızdırmak veya manzarasını kesmek mâksadiyle kendi arsası üzerine bir tahtaperde veya duvar çekemez.
HAKKIN SUKUTU [aim. Rechtsverwirkung, Prii. judizierung; Rechtsausschluss, Prâklusion.—fr. deche-ance; forclıısion.— ing. forfeiture, foreclosure, foreclosing. — lât. committere, commissum].
Kanun, mukavele veya hâkim tarafından tâyin olunan müddet zarfında kullanılmıyan bir hakkın sakıt olmasıdır. Bu müddete «iskat edici müddet [aim. Verzvir-kungs — , Prâjudizierungs—, Prâklusiv —, Ausschluss-frist. — fr. delai prefix, delai de decheance, de for-clusion. — lât. dies committendi] dcir. Meselâ mebiin halini imkân hâsıl olur olmaz muayene ederek malda bir ayıp gördüğü zaman bunu derhal bayie ihbar etmiyen müşterinin bayie rücu hakkı sakıt olur (MK. 897; BK. 198, 502). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun tâyin ettiği veya hâkim tarafından katî olduğuna karar verilen müddetlerde yapılması lâzım olan muamele yapılmazsa o hak sakıt oIüt (HMUK. 163). Muayyen şartlar altında sakıt olan hakkın «hali sabıka ircaı»na karar verilebilir, bk. Eski hale getirme.
HAK-KI RAİY (hakk-i ra'y) (Es. H.) Bir adamın hayvanlarını otlatmak hakkıdır ki asli haklardandır.
HAK-KI RÜÇHAN (hakk-i ruchân) Arz-ı mirînin ferağında halit ve şerikin ve üzerinde mülk ve ebniyesi bulunan kimsenin ve karye ahalisinden olup da yere zarureti olanların mefru-ğun-lehe tercihan bedel-i misi ile bu
H. L. 8
114
HAK-K1 RÜÇHAN - HAKSIZ FİİL
araziyi alabilmeleri salâhiyetidir. «Hak-kı takdim» mü-radifidir.
HAK-KI ŞEFE (hakk-i ,afa) Su içmek hakkıdır.
HAK-KI ŞÜRB (hakk-i surb) Bir nehirden muayyen ve malûm olan nasiptir ki tarla, bag, bahçe ve hayvan sulamak için su ile intifa etmek növbetidir: bir tarla sahibinin her gün bir saat, yahut haftada bir gün bir nehirden tarlasını sulamak hakkı gibi.
HAK-KI TAKDİM (hakk-i takdim) bk. Hak-kı rüçhan.
HAK-KI TALEB (hakk-i talab) (Es. H.) Arazi-i memlekette rüçhan hakkının müradifi bir ıstılahtır. Mücerret haklardandır.
HAK-KI TAPU (hakki tapu) (Es.H.) Arazi-i emî-riyeyi tapu-yı misi ile tefevvüz etmek hakkıdır. Kanunun müsaadesiyle vücut bulan mücerret bir haktır.
HAK-KI TAPU SAHİBİ (hakk-i lapu sahibi) (Es.H.) Mirî olsun mevkuf olsun arzı memleketi tapu-yı misi ile tefevvüz etmek hakkına malik olan kimsedir.
HAK-KI ZAM (hakk-i zamrn) (Es.H.) Velilerin, pek genç yaşta olup korunmaya ihtiyacı olan baliğ erkek ve kız çocuklarını yanlarında bulundurmak hakkıdır.
Erkek çocuk gayrimemun ve kız bikr ve genç yaşta bulunduğu takdirde baba ve ana gibi terbiye hakkı olanlar bunların kendileriyle ikamet etmesini istiyebi-lirler. Baliğ ve memun olan oğlanla yaşlanıp akıl ve rey sahibi bulunan kız üzerinde zam hakkı yoktur. Bunlar istedikleri yerde oturup kalkabilirler. Muhafaza ve siya-
net maksadını istihdaf eden bu hak hidâne ve terbiye salâhiyeti cümlesindendir.
HAKLARIN İÇTİMAİ [aim. Anspruchsmehrheit, Klagenhaufung. — fr. cumal d'actionsj.
Aynı kimseler arasında bulunan birden ziyade mü-talebe haklarının muhtevaları yekdiğerinin aynı değilse, yani iki haktan birinin ifası diğerini ortadan kaldırım -yorsa o takdirde bu haklar yekdiğerine zammedilirler. Meselâ: borçlunun temerrüdü halinde alacaklı borcun her zaman ifâsını talep ve gecikmesiyle zarar ve ziyan dâvası ikame eylemek hakkını haizdir (BK. 106 f2). Bu misalde alacaklının ifa talebi ile zarar ve ziyan istemek hakkı aynı zamanda mevcuttur; fakat bazan her iki mütalebe hakkı da, alacaklının tek menfaatini himayeye matuf olabilir. Bu suretle işbu haklardan yalnız birinin kullanılması mümkündür. Bu gibi hallerde hakların içtimai bahis mevzuu olamaz. Çünkü dikkat edilirse ayniyet bakımından mütalebe haklarının muhtevaları birbirinden farklı ise de istihdaf olunan gaye birdir. Meselâ : müte-merrit olan borçluya karşı alacaklının birtakım mütalebe hakları vardır. Bunlardan herhangi birini intihabetmekle alacaklı, kendisini gayesine götürecek hareket tarzını ihtiyar etmiş olur. Bu sebebe binaendir ki alacaklı hem akdi feshetmek, hem de ifa edilmemekten mütevellit zarar ve ziyanı istemek hakkını haiz değildir.
HAKLARIN TELÂHUKU 1 — Sübjektif hukukta / aim. Anspruchskonkurrenz, konkurrierende rechte (Anspriiche), Konkurrenz von Rechten. — fr. concours de droits (İs.) , cumııl de droits (Fr.) . — lât. actiones concurrentes; concursus actionum]: tek bir hak süjesinin birden ziyade mütalebe hakkı bulunması ihtimalini ifade eden bir tâbirdir ki, alacaklının aynı eda mevzuunu yekdiğerinden müstakil olan ayrı iki hukuki sebebe istinadettirebilmesi imkânına vücut verir. Bu takdirde «bu iki mütalebe hakkı arasında telâhuk vardır» denir.
Meselâ: bir kimse^malik sıfatiyle mala zilyet bulunan şahıs aleyhine istihkak dâvası açabileceği gibi (MK. 618) yine o sıfatla kiracısı aleyhine mecurun iadesi dâvası da açabilir (BK. 266). Bu iki mütalebe hakkında evvelkisi ayni, ikincisi şahsidir. Fakat şahsi mahiyeti haiz birden ziyade mütalebe haklarının da telâhuk etmesi mümkündür. Meselâ : A bir malını B ye veresiye satmış, B ise semen için bir poliçe kabul ederek A ya vermiştir, işte burada A için biri poliçeden, öbürü beyi akdinden doğmuş olan iki şahsi mütalebe hakkı sabit olur. Bu suretle telâhuk eden mütalebe hakları yekdiğerinden tamamen müstakildir, her biri ayrı bir müruruzamana tâbi olur ve mahiyetlerine halel gelmeksizin ayrı ayrı temlik edilebilir. Fakat telâhuk eden haklardan birinin ifası diğer mütalebe hakkını ortadan kaldırır.
2 — Objektif hukukta [aim. Rechtsnormenkollisi-on. — fr. conflit de normes — ing. conflict of legal rales. — lât. collisio legum]: Aynı hukuki hâdise hakkında iki ayrı hukuk kaidesinin kanunda yer almış olmasıdır (BK. 106; TK. 714).
Bu takdirde kanunun hükümlerinden istifade edecek kimse için telâhuk eden iki müstakil hak meydana gelmiş olmaz; belki hâdisenin mahiyeti göz önünde tutularak umumi veya hususi hükümden hangisinin tatbiki lâzım geleceği meselesi halledilir. Şu halde mütemer-rit olan borçlu hakkındaki Borçlar Kanununun 106 ve mü-taakıp maddelerinin hükümleri, müstecirin temerrüdü halinde tatbik edilemez. Çünkü Borçlar Kanunu (260) kira borçlusuna münhasır hususi bir hüküm ihtiva etmektedir.
HAK SAHİBİ (Hukuk süjesi).
1 — Sübjektif hakkı hir irade iktidarı olarak kabul eden telâkkiye göre, hakkını kendi veya üçüncü şahıs menfaatine kullanan ve bu kullanışı hukuk nizamı tarafından kabul olunan şahıs («hukuk süjesi») [aim. Rechtssubjekt. — fr. sujet de droit. — ing. subject.— lât. subjectum iuris */.
2 — Dar anlamda, muayyen sübjektif bir hakkın (hukukun) sahibi [aim. Rechtsinhaber, Berechtigter. — fr. ayant-droit, ayant-cause, titulaire du droit — ing. subjekt, owner, holder of a right — lât. ad quern ius pertinet].
HAKSIZ FİİL (Eylem) [aim. unerlaubte Handlung (Delikt). — fr. ccte illicite. — ing. tort. - lât. delictum].
Fail ile mutazarrır arasında hiçbir hukuk münasebeti olmaksızın, doğrudan doğruya kanun tarafından emir ve tesis olunan bir vazifenin ihlâli demektir. Sadece bu ihlâl, haksız fiil faili aleyhine, fiilinden doğan zararın tazminini emreden bir borç münasebeti (vecibe, bağlam, obligatio) doğurur Meselâ bir şahsın gerek kasten ve gerek ihmal, teseyyüp veya tedbirsizlikle diğer şahıslara verdiği zararları tazmine mecbur olması gibi (BK. 41 vd.)
Bazı müellifler, bu türlü haksız fiilleri, mutlak haksız fiiller (fr. actes absolument illicites-alm. absolute unerlaubter Handlungen) diye tavsif ederek bunların karşısına nisbî haksız fiiller f/r. actes relativement illici-tes.—aim. relative unerlaubte Handlunnen) dedikleri diğer bir kategori fiiller koyarlar ; bunlar bir mukavele veyahut vesayet veya vekâletsiz tasarruf... ilh gibi, fail ile diğer taraf arasında, esasen mevcut bir hukuk münasebetinden doğan borçların (bağlamların) yerine geti-
HAKSİZ FİİL - HÂMİL 115
rilmemesi şeklinde meydana gelenlerdir. Bunlarda fail aleyhine hem bir tazmin borcu (bağlamı) doğar ve hem de mevcut hukuk münasebetini ihbar, fesih. . ilh gibi yollarla bertaraf edebilmek neticesi hasıl olur. Fakat Türk hukuk doktirininde bu sonuncuları haksız fiilden ziyade, aktin (mukavelenin, sözleşmenin) ihlâli ve hukuk münasebetinin doğurduğu vecibelere riayetsizlik veya aykırılık., ilh diye tavsif etmek daha doğrudur.
HAKSIZ FİİL İLE MAL İKTİSABINDAN DOĞAN BORÇLAR bk. Sebepsiz iktisap.
HAKSIZ İKTİSAP bk. Sebepsiz iktisap.
HAKSIZ REKABET bk. Gayrikanuni rekabet.
HALEFİYET [aim. Rechtsnachfolge, Sukzession, Surrogation. — fr. subrogation. — ing. subrogation, transfer of rights. — lât. subrogatio, successio].
Lügat bakımından bir başkasının yerine geçmek demektir. Hukukta bu tâbir yerine göre «ayni» veya «şahsi» vasıflariyle birlikte kullanılır.
1— Şahsi halefiyet [aim. persönliche Surrogation, gesetzlicher Reehtsübergang, Eintritt eines Dritten (Is.).
— fr. subrogation personelle. — ing. personal subrogation, succession in title]: aralarında hukuki münasebet bulunan iki kimseden birinin veya her ikisinin yerine diğer bir şahsın kaim olmasıdır. Meselâ : kefil eda ettiği miktar nispetinde alacaklının haklarında ona halef olur (BK. 496 f 1). Bazı hallerde halefiyet yalnız borçlunun edasından doğar; bazan da üçüncü şahsın iradesi buna meydan verir. Fakat bu son ihtimalin tahakkuk etmesi için alacağın temini zımnında rehnedilen mal üzerinde bu üçüncü şahsın ayni bir hakkı bulunması lâzımdır (BK. 109 f 1, 2).
2 — Ayni haleliyet [aim. dingliche Surrogation.
— fr. subrogation reelle]: mülk veya hukuk bütünlüğü teşkil eden mallardan birinin hukuki vasıflarını o mal yerine kaim olan diğer bir mala izafe etmektir. Meselâ: mameleke giren bir mal, çıkan malın yerine kaim olur. Borçlu alacaklısına karşı bütün mallariyle mesuldür. Borca girdiği zaman borçlunun mülkiyeti altında bulunan bir gayrimenkul diğer bir malla trampa edilmiş olursa bu mal, alacaklının teminatı bakımından, eski gayrimenkul yerine geçer. Buna «ikame prensipi» de denir.
3 — Külli halefiyet [aim. Gesamtrechtanachfolge, Universalsukzession.— fr. succession üniverselle.— lât. successio universalis]: bir mamelekin miras veya şirketlerin birleştirilmesi halinde olduğu gibi kül olarak başka kişiye intikal etmesidir. Cüzi halefiyet [aim. Einzelrechtsnachfolge, Singularsukzession. — fr. succession singuliire. — lât. successio singularis] e karşılık olarak kullanılır.
HALF (half) (Es. H.) Yemin etmek, yani ant içmektir.
HÂLİF (hâlif) (Es.H.) Yemin eden kimse
HÂLİFE (halîfa) (Es.H.) Lügatte : bir zatın halefi olup makamına kaim ve niyabetini haiz bulunan kimse demektir. Istılahta: Hazret-i Peygamberin irti-hallerinden sonra bütün müslümanların dini ve dünyevi riyasetini ihraz eden zata verilmiş olan unvandır. Cem'i «hulefa» ve «halâif» tir.
HALİ [aim. Entthronung — fr. detrânement. — ing. dethronement, deposition of monarch. — lât. reg. num alieni adimere yahut auferre, imperium abrogare].
Bir hükümdarın ihtilâl neticesinde veyahut kanunların tâyin eylediği usul dairesinde saltanatı terk etmeye mecbur tutulmasıdır.
HAL-1 SABIKA İRCA bk. Eski hale getirme. HALİ SAHV (Es.H.) [aim. lichte Augenblicke — fr intervalle lucide, moments de lucidite. — ing. lucid interval, — lât. dilucidum intervallum, intervallum insaniae].
Daimî veya arızi bir sebepten dolayı şuuru mün-selip bulunan bir şahsın akli melekelerini muvakkaten iktisabetmesidir.
HÂLİT (halît) (Es.H.) Su ve yol hakkı gibi arazinin hukukunda müşarik olan kimsedir.
HALKÇILIK Devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşı mütekabil vazifelerini hakkiyle ifa edebilmeleri için millî irade ve hâkimiyetin her iki taraf hakkında âdilâne kullanılması ve vatandaşlar arasında her bakımdan mutlak müsavat kabul edilerek hiçbir fert, sınıf, aile', cemaat için imtiyaz tanınmaması ve bir halkı teşkil eden muhtelif meslek erbabı arasında sınıf farkına meydan vermeden bunlardan her birinin çalışmalarının camia saadetinin teminatı sayılması, hulâsa halkın idaresinde halk reyinin hâkim kılınması prensi-pine denir.
C. H. P. nin ana vasıflarından üçüncüsünü teşkil eden bu esas 5 şubat 1937 den itibaren Anayasaya alınmıştır (Anayasa 2; C. H. P. programı 5).
HALK HÜKÜMETİ bk. Hükümet.
HALKIN REYİNE MÜRACAAT bk. Plebisit, Referandum.
HALKIN TEŞEBBÜSÜ [aim. Volksinitiative. — fr. initiative populaire, — ing. popular initiative (legislative)].
Kanunların tanziminde halkın kendiliğinden teşebbüste bulunmasıdır.
Bir' meclis hareketsiz ise bu yol ile halk onu harekete getirir. Teşebbüsün iki safhası vardır. Şöyle ki: ya kati şeklini almış ve madde madde yaz\Imış bir kanun lâyihası için vâki olur, yahut meclisin muayyen bir madde için tâyin edilen mânada bir kanun yapması istenebilir.
Alman milleti Joung plânına ve tamirat sistemine 1929 senesinde bu yolda muhalefet etmiştir.
HALK SİGORTASI [aim. Volksversicherung. — fr. assurance populaire].
Hayat sigortasının bir nev'i olup gayesi kazanç ve iradı az olan kimselere hayat sigortasına sahip olmak imkânını vermektir. Halk sigortasında sigortalı şahıs hekim muayenesi geçirmez, primler çok kısa zamanlarda ve meselâ haftada, on beş günde veya ayda bir ödenir.
HALT VE İHTİLÂT bk. İktisap ve yolları.
HALVET (halvHt) (Es.H.) Karı ile kocanın müsaadeleri olmaksızın başkalarının giremiyecekleri bir yerde, karı ile kocanın beraber bulunmalarıdır.
HALVET-İ SAHİHA (halvat-i şahîha) Mukarenete mâni bir şey bulunmadığı halde karı koca arasında vuku bulan halvettir.
HALVET-İ FASİDE (halvat-i fasida) Mukarenete mâni bir şey bulunduğu halde karı ve koca arasında vuku bulan halvettir,
HAM ARAZİ (hâ m arazi) (Es.H.) Öteden beri bina yeri olmıyan ve üzerinde bina eseri bulunmıyan yerdir.
HÂMİL [aim. İnhaber (einer Urkunde, eines Wertpapieres). — fr. porteur (d'un titre, d'un effet de commerce etc). — ing. holder, bearer].
1 — Poliçe, çek ve emre muharrer, senetlerde, senet kime veya kimin emrine tediye edilecekse o kimseye «senedin hâmili» denir.
116
HÂMİL - HAPSEN TAZYİK
Emre muharrer ticari senetlerde senedin metninde hâmilin kim olduğu yazılıdır. Bu kimse üçüncü bir şahıs olabileceği gibi keşidecinin kendisi de olabilir. Hâmil senedi başkasına ciro edebilir. Bu takdirde kendisine ciro edilen kimse «hâmil» mevkiine geçmiş olur. Böylece son hâmil vâdesinde senet bedelini muhataptan tahsil etmek hakkına malik olan kimsedir (TK. 529, 569).
2 — Anonim veya sermayesi eshama münkasim komandit şirketlerin ihracettikleri hisse senetlerinin hâmili, senet nama muharrer ise, senet metninde ismi yazılı olan kimsedir; hâmile muharrer ise zilyet, senedin kanuni hâmilidir.
Sigorta poliçeleri, varant, umumi mağazalara mahsus makbuz senetleri, konşimentolar ve nakliye senetlerinin hâmilleri ya bu senetler namlarına yazılan kimselerdir, yahut ciro suretiyle bunları elde edenlerdir.
HÂMİLE MUHARRER (yanlı) SENETLER [aim. İnhaberpapiere. — fr. titreş au porteur. — ing. bearer securities, obligations to bearer].
Muayyen bir kimsenin adına veya emrine yazılma-yıp şekil ve metnine göre hâmili hak sahibi tanınan senetlerdir. Tahviller, hisse senetleri, çekler, nakliye senetleri ve sigorta poliçeleri hâmile yazılabilir (TK. 399 vd. 611, 894. 966, 991).
HÂMİLE MUHARRER (yazılı) SİGORTA POLİÇESİ [aim. Versicherungsschein (Versicherungspolize) auf den İnhaber. — fr. police au porteur].
Sigortadan istifade edecek şahsın kolayca değişe-bilmesini, yani poliçenin elden ele geçmesini temin eden poliçelerdir. Hâmile muharrer sigorta poliçeleri teslim suretiyle devir olunurlar.
HAMÎS (Hamiş) (Es.H.) Büyük ordu demektir. Ordular vaktiyle mukaddeme, kalb, meymene, meysere, sâka namiyle beş kısımdan müteşekkil olduğu cihetle hamiş unvanını almıştır.
HAMMURABI KANUNU Milâttan evvel 1947-1905 senelerinde hüküm sürmüş olan Babil hükümdarı Ham-murabinin milâttan evvel 1910 senesinde meriyete koyduğu iki yüz seksen küsur maddelik kanundur. Sümerler bu tarihlerde Babillilerin hükmü altında bulundukları halde bu kanunun kaynağı Sümerlerin aralarında cari hukuk hükümleridir. Bu hukuk âbidesi 1901 senesinde Sus'ta Fransız heyeti tarafından yapılan hafriyatta bulunmuştur. İki buçuk metre yüksekliğinde bulunan bazalt üzerine üç bin üç yüz elli satırdan mürekkep yirmi sekiz sütun olarak hakkedilmiş olan bu âbidenin yirmi üç sütununu Elâmlılar silmişlerdir. Hammurabi kanunu usul hukukuna, ceza hukukuna ve medeni hukuka ait hükümler ihtiva etmektedir. Yeni tetkiklerde bunun bir kanun olmayıp hususi şahıslar tarafından toplanmış hukuk kaidelerinden ibaret olduğu ileri sürülmektedir.
HAMULE bk. Yük,
HÂNİS (Hâaiş) (Es.H.) Yemininde sebat etmiyen kimsedir.
HAPİS 1 — [aim. Gefângnis (- strafe). — fr. emprissonnement. — ing. imprisonment.— lât. vinculo]. Cürümlere mahsus ve hürriyeti bağlayıcı bir ceza olup müddeti üç günden yirmi seneye kadardır (CK. 11, 15).
2 — İslâm ceza hukukunda örfen suçluyu mahalli mahsusunda alıkoyup bir tarafa bırakmamak demektir.
HAPİS (Habs) (Es.H.): Ecîrin; icar akdi ile iltizam eylediği ameli ifa için kiralıyan tarafından kendisine teslim olunan malı. ücreti için yedinde tutması demektir : bir kimse elbise dikmek üzere terziye bir kumaş verip terzi bu kumaştan elbise diktikten sonra veresiye mukavele olunmadığı halde o kimse terzinin ücretini vermeden elbiseyi almak, istediğinde ücretini alıncaya kadar terzinin elbiseyi vermeyip elinde tutması gibi.
HAPİS HAKKI [aim. Rück - , Zurückbehaltungs-recht, Retentionsrecht. — fr, droit de retention.— ing. right of retention, lien, possessory lien. — lât. ius retentionis],
Takas fikrine dayanan kanuni bir rehin hakkıdır. Bu hakka istinaden alacaklı, kendisine edada bulunmadıkça elindeki şeyi borçlusuna teslimden imtina edebilir. Ancak böyle bir hakkın teessüs edebilmesi için : a) alacaklının, borçlusunun rızasiyle onun menkul eşyasına veya kıymetli evrakına zilyed olması; b) alacağın bu eşya ve evrakla irtibatı bulanması; c) alacağın muacce-liyet iktisabetmesi lâzım gelir (MK. 864) . Mahiyetleri itibariyle paraya çevrilmesi kabil olmiyan şeyler üzerinde hapis hakkı kullanılamaz (MK. 865 f 1). Bunun diğer rehinlerden farkı, borçlunun teminat göstererek hapis hakkının taallûk ettiği malı alacaklı yedinden istirdadedebilmesidir.
HAPİS HAKKI (habs hakkı) İslâm hukukuna göre peşin satışta semeni istifa etmek için bayiin mebii tevkif etmek, yani elinde tutmak hakkıdır.
HAPİSHANE (Cezaevi) [aim Gefângnis. - fr. prison. — ing. prison, gaol (jail). - lât custodia publico, career publicusj.
Hürriyeti bağlayıcı cezaların infaz mahallî.
HAPSEN TAZYİK [aim. Schuldhaft, Zwangshaft (Haft zur Erzroingung des Offenbarungseides, der Zeugenaussage oder der Eidesleistung).— fr. contrainte par corps. — ing. arrest for debt, attachment].
Umumiyetle; bir kimseyi ifasına mecbur olduğu hususu yapmaya icbar için kanuni salâhiyet? binaen hapsetmektir.
İcra hukukunda ; borçluyu borcunu ödemeye veya vazifesini ifaya icbar için hapsetmek, hürriyetini tahdi-detmektir, Türk icra hukukunda; hukuki taahhütlerden dolayı hapsen tazyik usulü yoktur. Ancak : 1) suiniyet sahibi borçlunun ihmal veya fena hareketi hapis cezası ile cezalandırılır ( İc. İf K. 331 -334); 2) mal beyanında bulunmiyan borçlu alacaklının talebi üzerine beyanda bulununcaya kadar icra memuru tarafından hapisle tazyik olunur (İc İf K. 76).
Hukuk muhakeme usulünde ; şahadeti mecburi olan hallerde şahadetten veya yeminden çekinen şahit hapsen tazyik olunur (HMUK. 271).
Ceza muhakemeleri usulünde: kanuni sebep olmaksızın şahadetten çekinene tazyik hapsi tatbik olunur (CMUK. 63).
Maliye hukukunda; devletin vergi alacakları için mükellef hapsen tazyik olunur (Tahsili Emval K).
HARAÇ — HARB KAÇAĞI
117
HARAÇ (harâe) (Es.H.) Lügatte; kira, gaile manasınadır. Istılahta; arazi-i haraciye sahiplerinden beyt-iilmal namına alınan vergidir ki iki türlüdür:
1 — Harac-l rüus : mirî için eşhastan alınan muayyen vergidir. Buna «cizye» de denir.
2 — Harac-ı arazi: mirî için araziden alınan vergi veya hasılattan alınan hissedir. Bu da iki kısımdır: a) harac-ı mukaseme: arazinin hasılatından yerin tahammülüne göre öşürden nısfa kadaf tâyin olunan vergidir; b) harac-ı muvazzaf veya vazife : dönüm gibi bir vahid*i kıyasi esas ittihaz olunarak ziraate salih arazi üzerine, yerin tahammülüne göre, maktu olarak tâyin edilmiş olan muayyen paradır.
HARB [aim- Krieg. — fr. guerre. — ing. war. — lât. bellum].
Devletler arasındaki silâhlı çatışmaya denir. Milletlerarası adaletin temininde doğru görülmiyen bu usulü Milletler Cemiyeti Misakı sıkı şartlar altına almış ve Briand - Kellogg Misakı (1928) da bunu millî siyasetin bir vasıtası olmaktan çıkarmıştır.
HARBD1ŞI OLMAKLIK [aim. Zustand der Nichikriegführung. — fr. non-belligerance. — ing. non belligerency].
Askerî noktai nazardan bitaraf kalmakla beraber, ahdî mecburiyeti veya salahiyetli uzuvların beyanatı ile hangi tarafı iltizam edebileceği belli olan devletin vaziyeti, iktisadi ve mânevi sahalarda iltizam edebileceği taraf lehinde hareket etmek mevcut teamül dahilindedir (İtalya eylül 1939 dan haziran 1940 a kadar bu vaziyette kalmıştır).
HARB ESİRİ [aim Kriegsgefangener. — fr. pri-sonnier de guerre, — ing. prisoner of war. — lât. captivus, bello captus, ab hostibus captus[.-
Bir devletin askerî kuvvetlerine mensup olan muharipler (askerler) , gayrimuharipler ( askerî memurlar) ve bir askerî hizmeti ifa veya askerî bir makamı işgal etmek suretiyle orduyu takibedenlerden düşman eline geçenlev.
Esirlik hali askerî kuvvetler tarafından tevkif halinden itibaren başlar ve tahliye halinde biter.
Harb esirleri, esir eden devletin himayesi altında bulunurlar ve bunlara insani muamele yapılmak icabeder. Şahıslarına ait mallar tasarrufları altında kalır. Silâhları ve hayvanları ve askerî evrak bunların elinden alınır.
Harb esirleri ceza hukuku bakımından, bunları esir eden devletin askerî ceza kanunu hükümlerine tabidirler ve askerî mahkemelerde muhakeme olunurlar (As.CK. 158; 1899 ve 1907 tarihli Lâhey konferansları; 1929 tarihli Cenevre mukavelenamesi ve bunu tasdik eden 1791 No. K.).
HARB GEMİLERİ [aim. Kriegsschiffe. — fr. bailments de guerre, navires de guerre. — ing. warships, men of war.— lât. naves bellicae, naves longae].
Deniz ordularına mensup olan ve mürettebatının başında komutan sıfatiyle bir deniz subayı bulunan her nevi deniz nakil vasıtaları.
1907 tarihli Lâhey mukavelenamesi hükümlerine nazaran harb gemilerine çevrilmiş olan ticaret gemileri de vatanlarının harb gemilerine mahsus olan haricî
alâmet ve işaretlerini taşımak, komutanları mensup oldukları devlet tarafından usulü dairesinde tâyin edilmiş olmak, gemi adamları askerî disipline tâbi bulunmak, harb kanunu ve teamüllerine riayet etmek şartiyle harb gemilerine ait ve merbut olan haklardan istifade edebilirler.
HARB HALİ [aim. Kriegszustand. — fr. etat de guerre. — ing. state of war. — lât. bellum, in bello esse, bellum habere].
Harb ilânı veya düşmanlık hareketlerinin başlaması anından bu hareketlerin sona ermesi anına kadar devam eden hal. Düşmanlık hareketleri, umumiyetle, çarpışan devletlerden birinin tam ve mutlak olarak boyun eğmesi veya sarih bir sulh muahedesinin akdi, yahut zımni bir anlaşma ile sona erer.
Harb halinin başladığı ve sona erdiği anları kesin olarak bilmenin muharip sıfatının tanınması, bitarafların hukuki durumu, diplomasi münasebetleri, muahedeler, şahıslar ve mallar bakımlarından pek büyük bir ehemmiyeti vardır.
HARB HÜKÜMLERİ [aim. Kriegsgesetze. - fr. lois de guerre. — ing. laws of war. — lât. lex milita-ris, bellilex].
Askerî Ceza Kanununun askerî suçlardan bazılarının harb zamanında veyahut fevkalâde vaziyet ve şartlar içinde işlenilmesi halinde bu suçlara ayrıca ve daha ağır cezaları tazammun eden ve kanun maddelerinde seferberlik tabiriyle takyidedilmiş olan hükümlerine denir. Umumi ve kısmi seferberlik müddetince, örfi idare ilân edilen mahallerde bunun devamı müddetince, fesat ve isyan veyahut silâh kullanılacak askerî bir hareket yapılması halinde harb hükümleri cari olur (As.CK. 7).
HARB İLÂM [aim. Kriegserklörung. - fr. declaration de guerre.— ing. declaration of war. — lât. belli indictio, belli denuntiatioj.
Devletler umumi hukukuna göre hiçbir harbe önceden harb ilân edilmeden başlanamaz. Fiiliyatta, devletler bazan bu kaideye riayet etmemektedirler.
Harb diplomatik usullerle ilân edilir. Ekseriya doğrudan doğruya harb ilân edilmeden evvel bir ültimatomla son şartlar teklif edilir ve muayyen bir müddet içinde bu şartlar kabul edilmediği veya cevapsız bırakıldığı takdirde harb halinin başlıyacağı bildirilir. Harbi hangi makamın ilân edeceği her memleketin kendi millî mevzuatiyle tâyin ve tesbit edilir. Anayasa harb ilân etmek salâhiyetini Büyük Millet Meclisine vermiştir.
HARBİYE NEZARETİ [aim. Kriegsministerium. — fr, ministere de la guerre.— ing. ministery of war, War Office, War Department],
Osmanlı imparatorluğu devrinde ordunun teşkilât komuta ve idaresi işleriyle tavzif edilmiş olan bir nezaret idi. Millî idare kurulunca bu nezaret ilga edilerek yerine Millî Savunma Bakanlığı ihdas edilmiştir.
HARB KAÇAĞI [aim. Konterbande, Banngut, Bannware. — fr, contrebande de guerre, — ing. contraband of war].
118
HARB KAÇAĞI - HARCIRAH
Kara, hava veya deniz teslibatına yarıyan ve bitaraf bir devlet veya şahıs tarafından düşman ülkesine veya düşman tarafından işgal olunan araziye veyahut düşman harb kuvvetlerine tahsis edilmiş olan bütün eşya ve maddeler. İki türlüdür :
1 — Mutlak harb kaçağı {aim. absolute Konter-bande. — fr. contrebande absolue.— ing. absolute con-traband]: bunlar, yalnız harb maksat ve gayelerine yarıyan eşya ve maddelerdir.
2 — Meşrut harb kaçağı [aim. relative Konter-bande. — fr. contrebande relative. — ing. conditionel contraband}: bunlar harb gayeleri için olduğu kadar muslihane gayeler için de kullanılabilir ( 3894 No. K. 20 vd.).
HARB KAZANÇLARI VERGİSİ [aim. Kriegsge-ıvinnsteaer.— fr. impöt sur les benefices de guerre. — ing. tax on war profits].
Harbin yarattığı fırsatlardan, iktisadi şartların değişmesinden istifade ederek bir nevi tesadüf mahsulü büyük ve âni servet sahibi olanların servetleri üzerine konulan istisnai bir vergi olup 1914-1918 Harbine iştirak eden devletlerde olduğu gibi bizde de v'azı've tatbik edilmiştir (Harb Kazançları Vergisi K.).
HARB LİMANLARI [aim. Kriegshüfen. — fr. ports de guerre. — ing. war ports. — lât. portus (militares) ].
Harb gemilerinin teçhizi, tamiri ve fena havalarda barınmaları ve harbe taallûk eden sair maksat ve gayelerin temini için denizlerde ve nehirlerde tesis edilmiş olan limanlarla hava harb gemilerinin inmeleri, havalanmaları, durmaları için karada ve sahillerde tesis edilmiş olan mahallerdir.
HARB MALÛLÜ [aim. Kriegsverletzter, Kriegs. versehrter, Kriegsbeschödigter. — fr. invalide de guerre. — ing. war casualty, war woundet].
1 — Harbe müncer olan umumi veya kısmi seferberliğe veya seferberliği icabeden dahilî tedip ve tenkil hareketlerine iştirak eyliyen subaylarla askerî memurlardan ve erlerden 551 sayılı kanunda mevcut altı dereceden birisine girecek surette malûl düşenlere denir (Tefsir No. 191).
Harb malûllerinden yeniden hizmete alınanların tekaüdiyeleri kesilmez (3656 No. K. 27).
Harb malûlleri bazı munzam tahsisatlar verilmek ve arazi tefviz olunmak ve tütün ikramiyeleri verilmek suretiyle ayrıca terfih olunurlar (551, 1122, 1485, 1633, 1890, 2591 No. K.).
2 — Devletlerarası hukukunda da harb malûlleri hakkında insani mülâhazalarla kabul edilmiş esaslar vardır (1864, 1907, 1929 tarihli Cenevre mukavelenameleri).
HARB RİZİKOSU bk. Harb sigortası.
HARB SEBEBİ [aim. Kriegsgrund, casus belli.— fr. casus belli. — ing. casus belli. — lât. casus belli/.
Bir devletin; menfaat, şeref ve haklarının diğer bir devlet tarafından vahîm bi' surette ihlâli halinde bu devlete karşı harb etmekte haklı bulunduğunu zannettiren sebep. Milletler Cemiyeti Misakı ve harbe mâni
olmak için imza edilen hususi mukaveleler harbe girmeden evvel birtakım yollara müracaat edilmesini mecburi kılmaktadır.
HARB SİGORTASI [aim. Kriegsversicherang. — fr. assurance contre les risques de guerre. — ing. war insurance ].
Harbden doğan zararların tamir ve tazmini gayesiyle bazı muayyen harb rizikolarına, yani bir harb esnasında harb sahasında harb hareketlerinden ileri-gelen rizikolara karşı yapılan sigorta.
Harb rizikolarından doğan zararları karşılamak üzere sigorta mukaveleleri, yapmak esas itibariyle fertlerin ihtiyarına bırakılmış ise de harbde bulunan bazı memleketlerde harb rizikolarına karşı sigorta mecburi veya kanuni sigorta şeklini de almıştır.
Türkiyede kanun tarafından yasak edilmiş olmamakla beraber hayat ve deniz sigortaları hariç olmak üzere harb rizikolarına karşı harb sigorta mukavelesinin akdi mümkün değildir.
Harbin hayat sigorta mukaveleleri üzerinde icra ettiği tesirler hakkında bk. TK. 1000; Millî. Korunma K. 13 (4648 No. K.) Koordinasyon K. (No. 328).
HARB TAZMİNATI [aim. KriegsentschSdigung. — fr. reparation des dommages de guerre. —' ing. war indemnity ].
Galip bir devletin harb esnasında yaptığı masraflara karşılık olmak üzere mağlûp devlete sulh muahedesiyle yüklettiği tazminat. 1870-1871 Harbi sonunda Fransanın Almanyaya vermeye mecbur olduğu tazminat gibi (Lâhey 4 No. mukavele 3).
HARB ZARARLARI [aim. Kriegsschaden. — fr. dommages de guerre. — ing. war damages].
İdare hukukunda: harb faaliyetleriyle alâkadar bütün teşebbüs, fiil ve tedbirlerden fertlerin şahıs ve mallarına gelen zararlardır. Vatandaşların umumi zarar ve külfetlere müsavi olarak iştirakleri ve aralarındaki içtimai tesanüt göz önünde tutularak bu kabîl Zarar ve külfetlerin zarar görenlere mensup oldukları devlet tarafından tazmin edilmesi için Büyük Harbe iştirak eden devletler bazı tedbirler ittihaz eylemişler, kanunlar tedvin etmişlerdir.
Devletler hukukunda : sulh muahedesiyle muharip devletlerden birinin veya bir zümrenin tazminini mağlûp tarafa yüklettiği kendi tebaasının şahıs ve mallarında mâruz kaldıkları zarardır: 1914-1918 Harbi dolayısiyle Almanyaya yükletilen tazminat gibi.
HARCIRAH [aim. Reisekosten und Tagegelder, Reisentsch&digung (für Beamte). — fr. frais de depla-cement. — ing. travelling expenses — lât. viaticum, sumptus itineris yahut viae].
Daimî veya muvakkat vazife ile bir yere gönderilen memurların memuriyet mahalline ve tekaüt edilenlerin ve ölen memur yetimlerinin ihtiyar edecekleri ikamet mahalline gidebilmeleri için yol masrafı, yevmiye, aile masrafı ve tebdil-i mekân masrafı olarak verilen paradır (Mülkiye Harcırah Kararnamesi ve Tadili; Hariciye Memurlarına Verilecek Harcırahlara dair K. ; Müfettişlerin Yevmiye ve Harcırahlarına Mütaallik K.).
HARCIRAH —
Mülhak ve hususi bütçelerle idare olunan müesseseler, sermayelerinin yarısından fazlası devlete ait olan müesseseler ve bankalar memur ve mensuplarının harcırahları umumi harcırah hükümlerine tâbidir (1486 No. K.7).
HARÇ falm. Gebiihren. — fr. taxes. — ing. customs duties/.
Tapu harçları ve kaydiyesi, mahkeme harçları, pasaport ve kançılarya ve sair harçları, noter harçları, nüfus, tâbiiyet ve tasdik harçları, eczahaneler ve tıbbi müstahzarlar ve ecza ticarethaneleri harçları, ihtira beratı ve alâmeti farika tescil harçları namlariyle ve her biri ayrı ayrı kanunlarla mevzu olup mahiyetine göre idarenin yaptığı bazı hizmetlerden fayda görenlerin işlerini yaptırmak maksadiyle ve o işler âmme hizmetinden ziyade ferdin şahsına mütaallik olduğu için yalnız, işle alâkalı eşhastan hizmetin formalite ve kırtasiye masraflarını temin gibi bir mülâhaza ile alınan paralar.
HARÇ TARİFESİ falm. Gebahrenordnung, Ge-bühr entarif. — fr. tarif des taxes, tarif des frais et depenses. — ing. customs tariff j.
Harca tâbi işler için gerek iş, gerek meblâğ üzerine müesses ve hizalarında alınacak harç miktarını muhtevi ve kanunla meriyet mevkiine konulmuş olan tarifeler harç tarifesi mefhumuna dâhil olmakla beraber bu tâbir memleketimizde daha ziyade mahkeme harçlarına mütaallik tarifelere alem olmuştur.
HAREMEYN Evkafta halen veya maalen, yani meşrutası münkariz olduğu takdirde hasılatı haremeyn «Mekke, Medine» fukarasına meşrut olan vakıflardır.
HAREMEYN EVKAFI MÜFETTİŞLİĞİ Evkafı hümayun ve haremeyn evkafı ve mülhakatına ait muayyen bazı hususları rüyet ve temşiyet etmek üzere muharrem 995 tarihinde ihdas olunan şer'î memuriyettir.
HARİÇ (hâriç) (Es.H.) Zilyed olmiyan kimsedir.
HARİÇ-EZ MEMLEKET [aim. Exterritoriality. -fr. exterritorialiti. — ing. exterritoriality, extraterrito-riyality ].
Yabancı bir devlet nezdine gönderilen diplomasi memurunun, vazife ifa ettiği memleket toprakları üzerinde değil de, mümessili olduğu memleket topraklarında ikamet ettiğini kabul eden mevhumedir. Bundan bazı neticeler çıkarılmakta idi : elçilik binasının masuniyeti, mahallî hükümet memurlarının oraya ancak davet vukuunda girebilmeleri, diplomasi memurlarının menkul ve gayrimenkul mallarının haczedilmemesi, hukuk ve ceza sahalarında kaza muafiyeti gibi.
Bugün hariç ez.memleket faraziyesi hemen bütün müellifler tarafından reddedilmektedir. Diplomasi memuruna bahşedilen imtiyaz ve muafiyetler, kendisinin vazife gördüğü memlekette değil de temsil ettiği memlekette ikamet eylediğini kabul eden bir mevhumeden ziyade, ifa edilen vazifenin mahiyetinden doğmaktadır. Filhakika diplomasi mümessil ve memuru tam bir emniyet ve istiklâl içinde çalışabilmek için her hangi bir bahane ve sebeple taciz ve tazyik edilmemelidir.
Hariç ez-memleket faraziyesi yabancı devlet limanında bulunan harb gemilerine de teşmil edilmekte idi.
HASM-I CALİ 119
HARİCİYE VEKÂLETİ (DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI)
[aim. Auswdrtiges Amt, Ministerium deS Âusseren —fr. Ministere des affaires etrangeres. — iag. Ministery of foreign affairs, Foreign Office (İngiltere); Department of State (Birleşik Amerika)]. Cumhuriyet Hükümetinin ecnebi devletlerle münasebetlerini tanzim ve idare ile mükellef bakanlıktır. Teşkilâtı 2223 Sayılı Kanunla bunu tadil eden kanunlarda gösterilmiştir.
HAR İM (harîra) (Es. H.) Lügatte yapışılıp tutulmak caiz olmiyan şeydir. Örfen haklara ve bu hakjarin taallûk ettiği şeylere «merafıka» ıtlak olunur. Bu ıtlak başkasının bunlarda tasarruf etmesi memnu, olmasına mebnidir. Evin, kuyuların, nehirlerin, harkların harimi bunların çevre ve yüresinde olup intifaa mahsus olan yerlerdir.
HÂRISA (hârişa) (Es. H.) Bir yaradır ki kan çıkmaksızın yalnız deri yırtılmış olur. Hükmü; hükümet-i adildir.
HÂS bk. Timar, zeamet, has, yurtluk, ocaklık.
HASAR [aim. Gefahr, Risiko, Beschüdigung, Schaden. — fr. risque, dommage. — ing. risk, damage, injury, loss. — lât. periculumj.
Tarafların iradesi haricinde mala ânz olan zarar. Bu zararın kimin üstüne yükleneceği ilgili olanların hukuki durumuna göre değişir :
1 — Satış aktinde, akit tamam olduktan sonra satılan malın hasan alıcıya aittir (BK. 183 ve TK. 696).
2 — Ticari satışlarda ne gibi ahvalde hasarın satıcıya ait olduğu Ticaret Kanununda (697) tasrih edilmiştir.
3 — Sigorta mukavelelerinde, sigortacı tarafından sigorta bedelinin ödenmesi için vukuu lâzım gelen hâdiselere «riziko» ve bü hâdisenin vukuu neticesinde mala arız olan Zarara da «hasar» denir. Sigortacının tazmin edeceği meblâğ hakiki hasar miktarıdır. Bu da sigortalı malın kıymeti ile hasardan kurtarılan kısmının kıymeti arasındaki farktır.
Hasarın gerçekten meydana gelip gelmediği ehemmiyetlidir. Hasarın tahakkuku için evvelâ, sigorta mukavelenamesinde adı geçen bir hâdisenin vukua gelmiş olması lâzımdır.
Sonra da bu hâdise, sigorta şirketi tarafından tediye borcunu icabettirecek mahiyette olmalıdır. Ticaret Kanunu, aksine bir mukavele bulunmadıkça bazı sigorta çeşitlerinde hasar mefhumuna ne gibi hususların gireceğini yazmıştır (TK. 932 vd., 977).
HASARAT-I BAHRİYE bk. Avarya.
HASILAT bk. Gelir.
HASILAT-I GAYRİSÂFİYE bk. Gayrisafi hasılat. HASILAT İCARI bk. İcar.
HASIM (haşini) Dâva salâhiyeti olan müddei ile kendisinden dâva edilebilen müddeialeyhten her biridir.
HASMEYN (huşmayn) (Es H.) İki hasım demektir ki müddei ile müddeialeyhtir.
HASM-I MÜTEVÂRİ (haşmi mutavari) (Es.H.) Mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten imtina ve ihtifa eden kimsedir.
HASM-I CALİ (haşmi cali) Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim huzurunda husumeti kabul eden kimsedir.
120
HASIM TARAF
- HAVA HARBİ
HASIM TARAF [aim. Gegenpartei, Gegenseite.— fr. partie adverse. — ing. adverse party, opponent. — lât. adversariusj.
Bir dâvada taraflardan her birinin diğerine karşı vaziyetidir. Aynı mânada «diğer taraf» terimi de kullanılır (HMUK. 34, 62, 86, 90, 93, 110, 179 f. 4, 193, 223, 239, 307 , 326, 347, 408).
HASIY (haşiyy) (Es. H.) Hayaları çıkarılmış olan kimsedir. «Tavaşi» tâbir olunur.
HASMANE HAREKET [aim. feindliehes Verhal-ten. — fr. acte d'hostilite. — ing. hostile act. — lât. hostiliter agere yahut facerej.
Sulh münasebetleriyle telifi kabil olmıyan fiil ve hareketlerdir ki, buna mâruz kalan devlet bu muameleleri harb sebebi sayabilir.
HASMANE HİMAYE VE YARDİM /aim. Vor-schubleisten, Unterstützung des Feindes. — fr. assistance hostile. — ing. unneutral service].
Harb hareketlerine iştirak etmek, düşman harb kuvvetlerini himaye etmek, düşman tarafından kiralanmış olmak veya onun kontrolünda bulunmak, düşman menfaatine haber götürmek veya düşman kuvvetlerini devamlı surette nakle tahsis edilmiş olmak, telsiz ile düşman menfaatine haber göndermek gibi hareketlerdir (Denizde Zabıt ve Müsadere K. 14, 36, 37, 39).
HASSA (l.'âşşa) (Es. H.) Tanzimattan evvel sipahilere ve vüzera ve ümeraya tahsis edilen yerdir.
HASTALIĞA KARŞI SİGORTA [aim. Kranken-versicherung. — fr. assurance maladie. — ing. health insurance].
Bu sigortanın mevzuu bir şahsı muayyen hastalıklardan birine tutulması sonunda uğrıyabileceği sakatlığa ve çalışma gücünün eksilmesine karşı temin etmektir. Hastalığa karşı sigorta kazadan doğan halleri temin etmez. Bununla beraber meslekî kazalar sigortası ile hastalık sigortasının birleştiği poliçeler de vardır.
HAŞEM (Vakıfta) lyâlin müradifidir.
HÂŞlME (Es. H.) Bir yaradır ki bunda kemik kırılmış olur hükmü diyetin öşrüdür.
HATA- [aim, îrrtum. — fr. erreur. — ing. mistake. — lât. error].
I — Hakikata uygun olmıyan ve fakat hata eden kimsece katî surette, yani tereddütsüz hakikat olarak kabul edilen bir fiildir. Kanun hatalı bir irade beyanına, hata esaslı olduğu, takdirde lüzum izafe eder (BK. 23):
1 — Akdin zatında hata: [aim. Geschâftsirrtum.
— fr. erreur sur le contrat. — ing. essential mistake.
— lât. error in negotio]. Doğru ifade edilmiyen ve bu sebeple muhatabı tarafından yanlış anlaşılan bir beyan neticesinde beyan sahibinin iradesine uymıyan hukuki bir neticenin meydana gelmesidir : kefalet ediyorum zanniyle bir borcu üzerine almak, kira akdi yapıyorum zanniyle bir satış akdi yapmak gibi.
2 — Akdin taallûk ettiği şeyde hata : [aim. tden-titatsirrtum. — fr. erreur sur la chose, sur la nature de la chose. — ing. mistake in detail. — lât. error in corporej. Burada kastolunan şey ile zikredilen vasfın veya yapılan işaretin iki ayrı mala taallûk etmesi ihti-
mali üzerinde durulur, işaret ettiği kitapla satın almayı kastettiği kitabın aynı olmaması bu mahiyetteki bir hataya vücut verir.
3 — Şahısta hata : [aim. Persone/ıirrtum. — fr. erreur sur la personne. — ing mistake in identity. — lât. error in persona]. Akitte âkitlerden birinin yanıla-rak kastettiği şahıstan başka bir kimse ile akit yapmış olmasıdır. Hukuki muamelenin muayyen bir şahıs ile yapılması kastolunan hallerde bu mahiyetteki hatalara tesadüf edilir. Borcun bizzat borçlu tarafından yerine getirilmesinde alacaklının menfaati bulunduğu haller umumiyetle bu kabildendir. Buna mukabil herkesle aynı şartlar dairesinde yapılmakta olan mukavelelerde şahısta hata edilmesi akdin sıhhatine müessir olamaz.
4 — Kemiyette hata: [aim. Kalkulaticnsirrtum, Quantitatsirrtum. — fr. erreur de calcul, erreur sur la quantite. — ing. arithmetical mistake. — lât. error in quantitate]. Buradaki hataya çok defa nevile muayyen mallara mütaallik mukavelelerde tesadüf edilir. Karara müessir olan takdir hataları da bu fıkra hükmüne girer: yüz metre mikâbı takdir olunan ve ona göre bedeli kararlaştırılan bir malın elli metre veya iki yüz metre mikâbı çıkması hallerinde olduğu gibi.
5 — Saikte hata: [aim. Motivirrtum.— fr. erreur Sur les motifs. — ing. mistake of motive. — lât error causam dans]. Akdin saiklerine taallûk eden hata kai-deten esaslı değildir (BK. 24 f 2). Fakat bu hükmün hiçbir istisna kabul etmiyecek bir katiyetle kabulü de doğru olmaz. Bu sebepten dolayıdır ki «akdin lüzumlu vasıflarından olarak nazara alınmasına ticari doğruluğun müsait olduğu şeylerde hata edilmiş olması» keyfiyetini kanun esaslı bir hata olarak saymaktadır.
II — HATA (haJS) Hata kasta makrun olmıyarak insandan sâdır olan yanlışlıktır. Hata bazan sözde olur: Ahmed'e şu kadar borcum var diyecek yerde Mehmed'e şu kadar borcum var demek gibi. Bazan zanda olur: Alman malını İngiliz malı zanniyle almak gibi. Bazan da fiilde olur: bir hayvana atılan kurşunun diğer bir hayvana isabeti gibi. Hem zanda, hem fiilde olur: av zanniyle bir insana atılan kurşunun diğer bir insana isabeti gibi.
HÂTIB (lıâlib) (Es. H.) Evlenme talebinde bulunan erkektir.
HATIR SENEDİ (halır bonosu) bk. Senet.
HAT-TI HÜMAYUN Bir hususun yapılması içrn Osmanlı padişahlarının el yazılariyle yazılı ve sâdır olup alay ile resmen ve alenen Babıâlide okunan fermana denirdi. Aynı mânada «Hat-tı şerif» tâbiri de kullanılırdı.
HAVA HARBİ [aim. Luftkrieg. — fr. guerre aerienne. — ing. aerial war, warfare].
Hava muharebeleri, gerek teknik ve gerek hukuki cihetlerden, kara ve deniz muharebelerinin sadece bir fer'ini ve cüz'ünü teşkil ettiği müddetçe bu muharebe hakkında hususi kaideler vaz'ını icabettirecek bir mevzu bulunamamıştır. Bazı mukavelenamelere hava muharebeleri hakkında umumi tedbirler vaz'edilmiştir. Bu cümleden olmak üzere 1899 birinci Lâhey konferansında hava nakil vasıtalarından patlayıcı maddelerin atılması me-nedilmişti-
122
HAVA SAHASI - HAYIR MÜESSESELERİ
Arazi üzerindeki hava sahası için yer sahiplerine mutlak surette bir mülkiyet hakkı tanımak hava nakil vasıtalarının inkişafı önünde büyük bir mâni ihdas etmek demektir. Hava hukuku arazi sahipleriyle hava nakliyatı müteşebbislerinin mütekabil menfaatlerini temin edecek şekilde hava sahasındaki mülkiyet hakkı üzerinde bazı takyitler vaz'ını tecviz etmiştir (MK. 644).
Devletler, hava sahasındaki hâkimiyet haklarını büyük bir taassupla muhafaza ve müdafaa etmektedirler. Tayyarelerin bir harb vasıtası olmaları itibariyle harb zamanındaki tehlikeli vaziyetleri hiçbir tereddüde mahal bırakmıyacak şekilde devletlerin kendi ülkeleri üzerinde hava sahasında mutlak bir hâkimiyete sahip oldukları esasının kabulüne sebebolmuştur.
C. İ. N. A. ve C. t. A. N. A. birinci maddelerinde her devletin arazisi üzerinde bulunan hava sahasındaki hâkimiyet hakkını bir esas olarak kabul etmiş ve bir devletin arazisini de ana vatanı ile müstemlekleri ve bunlara civar kara suları olarak tesbit eylemiştir.
Açık denizler üzerindeki hava sahaları serbesttir.
HAVA SİGORTALARI [aim. Luftversicherung.— fr. assurance aerienne. — ing. insurance respecting aerial transportation].
Hava seyrüseferlerine mahsus vasıtalar ile yapılan nakliyata ait sigortalardır. Hava nakil vasıtasına, gemi adamlarına, yolculara, eşyaya, nakliyeden doğan hukuki mesuliyetlere taallûk edebilir (Mevzuatımızda hava sigortaları için halen hususi hükümler yoktur. Bu itibarla Deniz Ticaret Kanunundaki hükümler hava seyrüseferinin hususiyetleri ile kabili telif oldukları takdirde tatbik olunmalıdırlar).
HAVÂŞl (l.iavâş») (Es.H.) Amud-ün.nesep, yani biribirinin aslı veya fer'i olmıyan kimsedir.
Meselâ: baba ve oğul amud-ün-neseptirler. Ama kardeşler, amea, halalar, dayı ve teyzeler amud-ün-ne-seb değildirler.
HAVA YOLLARI [Luftwege. — fr. voies aerien-nes. — ing. air lines (routes, ways)].
Hava nakil vasıtalarının uçuşları esnasında takib-etmeye mecbur oldukları yollardır. Bugün umumi olarak kabul edilmiş olan esaslara göre her devletin kendi hava sahası üzerindeki hâkimiyeti mutlaktır Her devlet ülkesi dâhilinde dilediği bölgeleri memnu bölge ilân ve muayyen hava yolları tâyin ve tesbit etmek hususunda tanıamiyle serbesttir.
HAVA ZABITASI [aim. Luftpolizei. — fr. Police aerienne. — ing. air police].
Hava nakil vasıtalarının hudutlardan girmeleri, çıkmaları işlerinin tanzimi ve tayyarelerin muayyen hava yollarını takibederek memnu mıntakalar üzerinden geç. melerinin men'i, kesif ahali kütleleriyle meskûn olan şehirler üzerinde uçmak işlerinin tanzimi ve hava kazalarına karşı tedbirler ittihazı ve hava seyrüseferlerinde memleketin emniyeti noktasından alınması lâzım gelen sair inzibati vazifelerin temini hava zabıtasının mevzuunu teşkil eder.
HAYAT (hayât) (Es. H.) Sağlık demektir ki verasette hayat iki nevi itibar olunmuştur: hakiki hayat, takdirî ha; at.
HAYATI TAKDİRİYE ( Jıayât-i takdiriyya ) Hamlin, yani rahimde bulunan çocuğun hayatıdır. Bu cihetle hamil ölüm zamanında anası rahminde olmak ve sağ doğmak şartiyle vâris olur.
HAYAT HALİNDE SİGORTA bk. Hayat sigortası.
HAYAT SİGORTASI [aim. Lebensversicherung.— fr. assurance sur la vie. — ing. life insurance].
Bir mukaveledir ki onunla sigorta eden taraf kendisine birden veya taksitlerle ödenecek ücret mukabilinde sigortalıya veya gösterdiği şahsa gerek ölümleri, gerek muayyen bir tarihe kadar yaşamaları hallerinde bir meblâğ ödemeyi taahhüdeder. Bu meblâğ sermaye «sermaye sigortası» [aim. Summenversicherung. — fr. assurance de capitaux. — ing. capital insurance] veya bir irat «irat sigortası» [aim. Rentenversicherung.— fr. assurance de rente. — ing. insurance of interest] olabilir (TK. 1002).
Hayat sigortası; hayat halinde sigorta, muhtelit sigorta ve ölüm sigortası şeklinde olur (TK. 989- 1001):
1 — Hayat halinde sigorta [aim. Erlebensfallver-sicherung. — fr. assurance en cas de vie. — ing. endowment insurance]: Gayesi ihtiyarlığa veya maluliyete karşı önceden tedbirler teminidir. Bu sigorta ile sigortacı sigortalıya veya tâyin ettiği şahsa muayyen bir müddet sonra hayatta olmaları şartiyle bir miktar para ödemeyi taahhüdeder (TK. 990). Hayat halinde sigorta ya sermaye üzerine, yahut irat tediyesi şartiyle yapılır. Birinci halde sigortalı muayyen bir yaşa geldiği zaman sigortacıdan evvelce tesbit edilmiş olan tazminatı alır. ikinci halde ise sigortacı sigortalıya muayyen zamanlarda muayyen para taksitleri, yani muayyen iratlar öder.
2 — Ölüm sigortası [aim. Todesfallversicherung. — fr. assurance en cas de deces. — ing. insurance in case of death]: sigortalının veya tâyin ettiği şahsın ölümü halinde sigortacı tarafından muayyen bir para ödenmesi taahhüdünü tazammun eyliyen sigorta akti-dir. ölüm halinde sigorta ile güdülen gaye sigortalının ölümü ile birlikte evvelden göstermiş olduğu, yani sigortadan istifade edecek olan kimseye toptan bir para ödenmesidir. Bazan toptan para yerine muayyen iratların ödenmesi de sigorta akdine şart edilmiş olabilir.
3 — Muhtelit hayat sigortası [aim. gemischte Versicherung. — fr. assurance mixte. — ing. mixed insurance] : hayat halinde veya hayatta olmak şartiyle yapılan sigorta ile ölüm sigortasının bir arada yapılan şeklidir.
Muhtelit hayat sigortası gerek hayat hali.ıde ve gerekse ölüm halinde sigortaların temin edeceği menfaatleri verir. Muhtelit hayat sigortasında muayyen tarihte sigortalı hayatta bulunuyorsa bizzat kendisi, yahut poliçesinde tâyin etmiş olduğu kimseler, şayet muayyen tarihten önce ölmüş bulunuyorsa mirasçıları veya yine mukavelede tesbit eylemiş bulunduğu şahıslar sigorta tazminatını alırlar.
HAYİNLIK bk. Hıyanet
HAYIR MÜESSESELERİ (aim. Wohlfahrtsein-richtungen, Wohlfahrtsunternehmungen. — fr. etablis-sements de bienfaisance. — ing. philanthropic yahut charitable institutions, foundations].
HAYIR MÜESSESELERİ - HAZİNE BONOSU 123
Hükmi şahsiyeti haiz ve münhasıran yardım işleriyle uğraşan birtakım cemiyetlere verilen isimdir: Kızılay Cemiyeti, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi.
HAYMATLOZ bk. Tâbiiyetsizlik.
HAYSİYET DİVANI [aim. Ehrengericht. — fr. conseil d'honneur, tribunal d'honneur. — ing. court of honour/.
Her hangi resmî veya hususi bir teşekküle mensup olanların şahsi veya meslekî haysiyet ve şereflerine ve menfaatlerine taallûk eden meseleleri ve meslek mensupları arasında çıkan ihtilâfları hal ve meslekin vakar ve şerefine ve icaplarına aykırı harekette bulunanlar hakkında disiplin cezası vermek salâhiyetini haiz heyettir. Bazı kanunlarda bu heyetlere disiplin meclisi (Avukatlık K. da olduğu gibi), bazı kanunlarda da inzibat meclisi (Hâkimler K. da olduğu gibi) ismi verilmektedir.
HAYVAN ALIM SATIMI [aim. Viehkauf. — fr. vente o cheptel, vente de betail. — ing. sale of live-stock/.
Hususi kanunlar hükmü mahfuz kalmak üzere her nevi hayvanın borçlar hukuku dairesinde alınıp satılmasıdır (Hayvanların Sağlık Zabıtası Hakkında K.; Hayvanlar Vergisi Hakkında K.; Hayvan Sirkatinin Men'i Hakkında K. ; Millî Müdafaa Mükellefiyeti Hakkında K. 7)
HAYVAN HIRSIZLIĞI [aim. Viehdiebstahl.- fr. vol d'animaux, de betail. — ing. theft of livestock, cattle theft. — lât. abigeatus/.
Mevzuunu ehlî hayvanlar teşkil eden hırsızlıktır ki hususi bir cezayı ve tazmini icabettirir. Meni için mahsus kanuni ariyle kazai ve idari tedbirler konulmuştur (Hayvan Sirkatinin Men'i Hakkında K. ve ekleri).
HAYVAN İCARI /aim. Viehpacht, Viehverstellung (Is.). — fr. bail d cheptel. — ing. hire of cattle/.
At, kısrak, öküz, inek, davar gibi mevaşinin kiralanması aktidir. Hilâfına bir anlaşma veya mahallî âdet olmadıkça kira müddetince icar edilen hayvanların bütün hasılatı kiracıya aittir. Kiracı hayvanları beslemeye, onlara iyi bakmaya mecbur olup mucire hasılat hissesi olarak ayni veya nakdî bir bedel ödemekle mükelleftir (BK. 296).
HAYVANLAR TARAFINDAN YAPILAN ZARARLARDAN MESULİYET [aim. Tierhalterhaftung. - fr. responsabilite du detenteur (İs.), du gardien (Fr.) d'animaux. — ing. liability of the keeper for animals — lât. actio de pauperis/.
Bir hayvan tarafından yapılan zararın o hayvan kimin idaresinde ise o kimsenin hal ve maslahatın icabettir d iği bütün dikkat ve itinayı yaptığı, yahut dikkat ve itinada bulunmuş olsa bile zararın vukuuna mâni olamıyacağını ispat etmedikçe tazmini ile mesul olması hali (BK. 56).
HAYVANLAR VERGİSİ [aim. Viehsteuer. - fr.
impöt sur le betail. — ing. cattle taxe].
Koyun, keçi, sığır gibi bir kısım sürü hayvanlarından baş hesabiyle ve kanunlarla tâyin edilen miktarlar
üzerinden yılda bir alınan vasıtasız vergidir. Eskiden ağnam ve yakın zamana kadar sayım vergisi denilirdi. Vergi, senenin belli aylarında hayvan sahiplerinin beyanı ve maliye dairelerinin yoklaması ile tahakkuk eder. Bu )aman içinde kanunun vergiye tâbi kıldığı hayvanlar, bir yerden diğer bir yere götürülmek istenilirse vergisinin ödendiğini gösterir vesikalar almak lâzım gelir. Vergiye tâbi hayvanlarla bunların her biri için alınacak vergiler zaman zaman kanunlarla değişmiş olup zirai istihsalde kullanılan beygir ve saire için vergiyi ödeme, hafifletme veya büsbütün kaldırma şeklinde bazı kolaylıklar vardır (1839 No. Kanun).
HAYVAN REHNİ [aim. Viehverpfândung. — fr. gage sur le betail.— ing pledge of cattle (of livestock)].
Hayvanların, borçlu elinde kalması şartiyle rehni (MK. 853). Filhakika merkezlerinin bulunduğu mahal hükümeti tarafından bu gibi muamelelerde bulunmak hakkını istihsal etmiş olan itibar müesseseleriyle kooperatif şirketleri alacaklarını temin etmek için umumi bir sicilde kayıt ve icra memuruna ihbar suretiyle hayvan üzerine kabzedilmeksizin rehin tesis edilebilir.
HAYVAN SİGORTASI /aim. Viehversicherung. -fr. assurance du betail. — ing. insurance of livestock/.
Hayvanların ölüm, kaza, hastalık, yangın rizikolarına karşı temin eden bir sigorta. Hırsızlığa karşı sigorta suretinde de hayvan sigortası yapılabilir. Hayvan sigortası sayesinde hayvan sahipleri mameleklerini tehdidebilecek büyük küçük eksilmeleri tazmin ettirmek imkânlarını bulmuş olurlar (TK. 1010).
HAYZ (hayz) (Es. H.) Lügatte seyelân manasınadır. Istılahta âise ve gebe olmiyan kadının âdet vaktinde hastalık sebebiyle olmıyarak rahminden gelen kan demektir. Dilimizde «namazsız olmak» ve «kirlenmek» denir.
HAZAR (barış) HALİ [aim. Friedenszeit. — fr. temps de paix. — ing. time of peace, peace, peacetime. — lât. pax, pads tempus].
Orduların seferî vaziyet dışında terbiye, talim ve hazırlıklarla meşgul olmaları hali.
HAZIRLIK TAHKİKATI bk. Ceza Muhakemeleri Usulü.
HAZIR OLMİYAN ŞAHIS (Kişi) (aim. Abwesender. —fr. ptrsonne non presente.—in. absentee. —lât. absens].
Hukuki muamelenin veya kanuni merasimin ifası sırasında hazır bulunmıyan alâkalı kimse (BK, 5; İc. İL K. 103; TK. 673).
HAZİNE (Devlet hazinesi) [aim. Fiskus, Staatskas-se, Staatsschatz, Tresor. — fr. fisc, tresor public. — ing. treasury. Exchequer. — lât. aerarium fiscus] .
Devletten ayrı bir şahsiyet teşkil etmemekle beraber bir taraftan bütçenin tatbikine mütaallik ameliyeleri ve diğer taraftan âmme masraf ve gelirlerinin zaman itibariyle tetabukunu temin eden merkezî bir teşekküldür. Bu mânada, cari lisanda hazine tâbiri Maliye Bakanlığına ve maliye dairelerine alem olmuştur.
HAZİNE BONOSU [aim. Schatzanueisung, Schatz-schein. — fr. bon du tresor, — ing. Treasury bill/.
124
HAZİNE BONOSU
— HESAP PARASI
Her sene Muvazenei Umumiye Kanuniyle muayyen hadler dâhilinde olmak üzere hazine muameleleri ihtiyaçları için Maliye Bakanlığı tarafından çıkarılan faizli ve âzami bir sene vadeli borç. senetlerine bu nam verilir. Mamafih bir seneden fazla vadeli olarak çıkarılan birtakım senetlere de bono (meselâ 1482, 2135, 2200,3395 No. K.) veya hazine bonosu denmektedir (2173 No. K.)
HAZİNE-1 EVRAK bk. Arşiv.
HAZİNE-1 HASSA [aim. Zivilliste. — fr. trisore-rie privee du Sultan. — ing. civil list].
Hükümdarlık makamına mahsus tahsisat ile emval ve emlâk. Osmanlı saltanatında bunları idare eden daireye Hazine-i Hassa Nezareti namı verilmiştir.
HAZİNE TAHVİLÂTI [aim. Staatsschuldverschrei. bungen, Staatsobligationen. — fr. obligations-du tresor. — ing. Treasury bonds].
Devletin umumi borçları defterine kaydedilmeksizin çıkarılan ve umumiyetle orta vadeli olan istikraz tahvilleri (2031 No. K. 11; 2808 No. K., 3528 No. K.). Bununla beraber devletin evrak-ı nakdiye karşılığı için Merkez Bankasına 1715 No. K. ile tevdi ettiği tahviller (30 senelik) ve 2031 No. K. 12 nci maddesiyle çıkarılmış olan tahviller (20 senelik) daha uzun vadelidir.
HEDİYE [aim. Geschenk, Anstandsschenkung. — fr. cadeau, present. — ing. gift, present. — lât. munus, donum].
I — Ekseriya hibe mahiyetinde, bazan da ahlâki veya içtimai bir vazifenin ifası mâksadiyle sahibi tarafından başkasına devir ve temlik edilen mallar. Hediyeye mevzu teşkil eden mallar umumiyetle menkul ve nadiren gayrimenkul olur. Hibe mahiyetindeki hediyelerde hibe hükümleri cari olmak lâzımdır. Diğer hediyelerden hukukan hüküm ifade edeni, bilhassa nişanlılar arasındaki hediyelerdir. Yalnız bunlar geri alınabilir (MK. 86; BK. 234).
II — (hediye) (Es. H.) Bir kimseye ikram için götürülen veya gönderilen maldır.
HEMFİİL bk. Fail.
HESAB-I CARİ [aim. Kontokorrent, laufende Rechnung. — fr. compte courrent. — ing, current account].
Karşılıklı alışverişte bulunan iki tacir arasında yapılan bir akittir ki bununla iki taraf karşılıklı muamelelerden doğan alacaklarını derhal istemeyip muamelenin mahiyetine göre yekdiğerinin zimmet veya matlubuna kaydederler. Mukavele ile tâyin edilen zamanda veya ticari teamüllere göre icabeden zamanlarda zimmet ve matlup hanelerinin yekûnları toplanarak bunların takasından sonra bakiyeyi alacaklı taraf diğerinden istemek hakkına malik olur (TK. 782 vd.).
HESAB I KATÎ (Kesin hesap) KANUNU [aim. Gesetz über den endgültigen Staatshaushalt. — fr. Loi de reglement].
Malî sene bitip bütçe hesabı kesildikten sonra maddeler üzerine tertibedilen bir metinle varidat ve masarif cetvellerinden müteşekkil olarak çıkarılan kanundur ki varidat hesabı cetvelinde: varidatın muham-menatı, malî seneye ait tahakkukatı, geçen seneden
devredilen bakayayı, sene içinde vuku bulan tahsilatı, gelecek seneye devir olunan bakayayı; ve masarif hesabı cetvelinde de : bütçe ile verilen tahsisatı, sene zarfında ilâve olunan tahsisatı, sene içinde tahakkuk eden masarifatı, sene zarfında tediye olunan veya emanet hesabına alınan masarifi, malî sene sonunda kalan düyun ve kullanılmayıp iptal edilen tahsisat bakiyesini gösterir (Anayasa 98; Muhasebe-i Umumiye K. 100 vd.).
HESAP DEVRESİ [aim. Rechnungsperiode. — fr. periode de compte. — ing. accounting period].
1) Muhasebe ıstılahı: yekdiğerini takibeden iki bilanço arasındaki zaman devresine bu nam verilir. Bu devre ticaret âleminde umumiyetle bir senedir. Bilanço en az yılda bir defa tanzim olunur (TK. 70). Kanunun bu hükmüne göre bizdeki hesap devresi bir yılı tecavüz edemez.
2) Maliye ıstılahı: iki bütçe arasındaki zaman devresine «hesap devresi» denir. Malî seneden farklıdır. Malî sene on iki aydan ibaret olduğu halde hesap devresi, masarife ait olup malî senenin hitamından evvel ikmal edilememiş bazı mahsus muamelelerinin intacı için on iki aydan fazla devam eder (Muhasebe-i Umumiye K. 83 b. H. , 108).
HESAP HULÂSASI (Dekont) [aim. Rechnungs - , Kontoauszug. — fr. releve de compte; decompte. — ing. render of account, statement of account].
Borçlu veya alacaklı bir hesabın gün, hafta, ay, sene gibi muayyen devreler sonunda veyahut bu hesabın kesilmesi zamanında çıkarılıp hesap sahibine gönderilen suretine denir. Bankalar ile diğer bazı müesseselerde nakdî ve ayni mevduat ile emanet ve cari hesap şeklindeki her türlü matlubat için her sene başı - hilâfına tahrirî talepleri olmadıkça - sahipleri namına hesap hulâsaları göndermeleri bu banka ve müesseseler için mecburidir (Bankalar K. 41).
HESAP KESİMİ [aim. Rechnungsabschluss. — fr. arrğte de compte. — ing. closing of account].
Cari hesap mahiyetinde olsun veya olmasın bir hesabın üç ay, altı ay gibi muayyen fasılalarla veya muayyen bir tarihte faiz, komisyon ve sairesini hesap ve tesbit edip ortaya vazıh bir bakiye, bir vaziyet çıkarmaya denir (TK. 780; BK. 115).
HESAP MÜFETTİŞLERİ [aim. Buchprüfer, Bü-cherrevisoren, Abschlussprüfer. - fr. commissaires aux comptes. — ing. auditors].
Muhtelif mevzuatla teftiş ve murakabeye tâbi tutulan müesseselerin ve bilhassa şirketlerin defterlerini, hesaplarım, bilanço, kâr ve zarar hesaplarını ve bunların müstenidatını tetkik etmek salâhiyetini haiz olan ve meslek ve ihtisasları muayyen usullere tevfikan tanzim ve tevsik edilmek suretiyle yetiştirilen hesap mütehassıslarıdır.
Şirketlerin ve sair müesseselerin teftiş ve murakabesi 3614 No. Kanunla Ticaret Bakanlığına aittir. Bankalar Kanunu ile muayyen salahiyetli yeminli murakıplar usulü vaz'edilmiştir.
HESAP PARASI [aim. Rechnungswahrung, Rech-nungsgeld. — fr. monnaie de compte].
HESAP PARASI — HISIMLIK
125
Fiilen tedavülde bulunmıyan ve fakat alışverişlerde hesaplarda kullanılan ve tedavüldeki paraya nispetle muayyen bir kıymeti haiz olan paradır (Eskiden bizde kese akça, îngilterede gine, eskiden Holândada banka florini gibi).
HESAP SENESİ [aim. Rechnungsjahr. — fr. an-nee d'exercise. — ing. financial year].
Ammeye ait müesseselerle hususi müesseselerin, hilafı kanun Ve nizamnamelerinde tasrih edilmedikçe, bir senelik varidat ve masarifini ihtiva eden hesap zamanıdır (Anayasa 98; Muhasebei Umumiye K. 28, 40 vd. ; TK. 361).
HEYET-1 ADUL bk. Jüri.
HEYET-1 AYAN (Ayan meclisi) Osmanlı Kanunu Esasisine göre Meclisi Mebusandan verilen kanun ve muvazene lâyihalarını tetkik ile bunlarda esasen din işlerine, padişahın hukukuna, hürriyete, Kanunu Esasi hükümlerine, devletin mülki tamamiyetine, memleketin dahilî emniyetine, vatanın müdafaa ve muhafazası sebeplerine ve umumi âdaba halel verir bir şey görür ise mütalâa beyanı ile Meclisi Mebusana iade etmek ve kabul ettiği lâyihaları Sadaret makamına takdim eylemekle mükellef olan ve reisi ile âzası padişah tarafından nasbedilen heyete denirdi
HEYET-1 İTTİHAMİYE [aim Anklagejury. — fr. chambres des mises an accusation. — ing. grand jury, chamber of accusation].
Eski Usulü Muhakematı Cezaiye Kanununa (199-331) göre mücazat-ı terhibiyeyi icabettiren suçlar hakkında müddeiumumiyi dinledikten sonra fasılasız ve kimse ile temas etmeksizin tahkikat yapan ve neticede bir mazbata ile maznunun ya ittihamına ve ahzu giriftine veya tahliyesine karar veren heyettir.
tstanbulda bu vazife istinaf-ı cünha mahkemesine verilmiş ve taşralarda vilâyet istinaf mahkemesi hukuk dairesi heyetinden istinaf birinci reisinin tensibiyle seçilen üç zattan ve istinaf mahkemesi bir daireden ibaret olan vilâyetlerde de vilâyet merkezi bidayet mahkemesi hukuk dairesi âzasından teşekkül eden bir heyete verilmişti
HEYET-1 MEBUSAN (Meclis-i mebusan) Osmanlı Kanunu Esasisine ( 42, 65 vd.) göre Osmanlı tebaasından her elli bin erkek nüfus için bir kişi olmak üzere intihabedilen mebuslardan meydana gelen teşriî teşekkülün adıdır. Heyet-i Ayan ile Heyet-i Mebusan başka başka iki heyet olup ikisine birlikte Meclis-i Umumi denir.
Yeniden kanan tanzimi, mevcut bir kanunun tadili, nazırların istizahı Heyet-i Mebusana ait olduğu gibi sulha, ticarete, arazi ilhak ve terkine ve Osmanlıların asli ve şahsi haklarına taallûk eden ve devletçe masrafları mucip olan muahedeleri de bu heyetin tasdiki şart idi.
HEYET-1 UMUMİYE (Genel Kurul) bk. Umumi heyet.
HEZL (hazl) (Es.H.) Bir lâfzın ne hakiki, ne de mecazi mânası muradedilmiyerek söylenmesidir. Bunu yapan kimseye «Hâzil» denir. «Cidd» in zıddıdır. Mese-
lâ : bir kimse borcu olmadığı bir şahsa borcu olduğunu ikrar etse bu ikrar hezl kabîlinden olacağı gibi iki kimse aralarında şu mal hakkında beyi mukavelesi yapalım, fakat hakikatta beyi olmasın diye görüştükten sonra zahiren bir beyi akdetseler hezl olur. Buna muvazaa da denir.
Akaitte, ihbar ve inşa'da hezl mümkündür.
HIDAD (lıidâd) (Es. H.) Lügatte süslenmemektir. Istılahta kocasının bainen boşaması veya kocasının ölümü sebepleriyle iddet bekliyen kadının süslenmeyi terk etmesi demektir.
HIDÂNE (hjiâna) (Es.H.) Lügatte çocuğu kucağa almak, yahut beslemek mânasındadır.
Istılahta; hâk ve ehliyeti haiz olan kimsenin muayyen müddet zarfında çocuğu besleyip büyütmek ve terbiye etmek üzere yanında bulundurmasıdır.
HIDİVİYET [aim. Khediviat. — fr. Khidivat. — ing. Khedivatej.
Osmanlı imparatorluğunda vezirliğe muadil bir rütbe ve unvan olup Mısır valilerine tevcih olunur ve Mısıra «Hıdiviyet» ve Mısır valilerine de «Hıdiv» denilirdi. Hıdiv; dijer bütün vezirlerin üstünde ve sadrazamla aynı rütbe ve derecede sayılırdı.
HIKKA (fıikka) (Es.H.) Dört yaşma giren dişi devedir.
HIML (hami) (Es.H.) Bir deve yükü, üç yüz menn' yani yetmiş sekiz bin dirhemlik bir miktar. Cem'i «ahmal» dir.
HINS (hirış) (Es. H.) Yeminden hulfetmek, nakz-ı ahdeylemek manasınadır.
HIRABE (hirâba) (Es. H.) Şehir haricinde teş-hir-i silâh ile yol kesicilikte bulunmaktır.
HİRFET (Iıirfut) (Es. H.) Maişete medar olan sanattır. Bir kimsenin daima iştigal eylediği amel ve kâra da sanat ve hırfet ıtlak olunur.
HIRSIZLIĞA KARŞI SİGORTA [dim. Diebstahls-, Einbruchdiebstahlsversicherung. — fr. assurance con-tre le vol. — ing. insurance against theft].
Hırsızlıktan zarar gören kimseler ile bu hırsızlık yüzünden malî mesuliyete uğrıyacak kimselerin zararlarını temin etmek üzere yapılan sigorta (TK. 1015).
HIRSIZLIK [aim. Diebstahl. — fr. vol. — ing. larceny, theft. — lât. furtum].
Başkasının taşınabilir bir malını onun rızası olmaksızın faydalanmak kastiyle almaktır (CK. 491 vd.).
HIRZ (Hirz) (Es. H»Nı İçinde eşya ve emval saklanan mekân demektir ki, iki kısma ayrılır :
Hırzbi - gayrihi Esasen eşya saklamaya hazırlanmış olmayıp izinsiz girilebilen ve konulacak malların yanıbaşında muhafızı bulunan bir yerdir. Mescitler, yollar, meydanlar gibi.
Bunlarda muhafazasız bırakılmış olan malları sirkat, haddi icabetmez.
Hırz-bi - nefsini İçinde eşya saklanmak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz girilmesi memnu olan her hangi bir yerdir. Evler, dükkânlar, çadırlar gibi. Çuvallar, sandıklar da bu hükümdedir.
i 26
HISIMLIK — HIYAR-1 BULÛĞ
Binefsihi hırz olan bir yerden sirkat vukuu, haddi mucip olur, velev ki oradaki eşyanın yanıbaşında bir muhafız bulunmasın.
HISIMLIK /aim. Vertvandtschaft. — fr. parente.
— ing. relationship, kinship. — lât cognafio, agnatio, propinquitas, necessitudoj'.
Biribirine kan, evlenme veya evlâtlık mukavelesi gibi, tabiî veya akdî bir bağla yaklaşmış olanlar arasındaki münasebete denir. Bu da kan hısımlığı ve akdî hısımlık olmak üzere ikiye ayrılır:
1 — Kan hısımlığı [aim. Blutsverwandtschaft. — fr. parente de sang. — ing. blood relationship. — lât. cognafio, consanguinitas, sanguinis vinculum, sanguinis necessitudo] : Biribirine kan rabıtası denilen tabiî bir münasebetle bağlı olanların hısımlığıdır ki iki türlü olur:
a) Usul ve füru hısımlığı [aim. Vertvandtschaft in gerader Linie. — fr. parente en ligne directe. — ing. kinship in the direct line (direct relationship). — lât, cognatio in linea directaf: biri diğerinin sulbünden gelenler arasındaki hısımlıktır, evlâtlarla ana baba arasındaki hısımlık gibi.
b) Civar hısımlığı [aim. Vertvandtschaft in der Seitenlinie. — fr. parente collaterale. — ing. kinship in the collateral line(collateral relationship). —lât. cognatio in linea obliqua yahut transversa, ex obliquo cognati, collaterales * j: biribirinin sulbünden gelmemekle beraber müşterek bir sulpte birleşenlerin hısımlığıdır: kardeşler, amca, dayı ve hala çocukları arasındaki hısımlıktır.
2 — Akdî hısımlık: mukaveleden doğan hısımlık olup iki türlüdür :
aj Kayın hısımlığı (sıhriyef hısımlığı) [aim. Schwagerschaft.—fr. alliance. — ing. affinity relationship by marriage. — lât. affinitas]: evlenmede karının kan hısımlariyle koca, ve kocanın kan hısımlariyle kari arasında husule gelen hısımlıktır.
b) Evlât edinme mukavelesinden doğan hısımlıktır [aim. Adoptivermandtschaft. — fr. parente adoptive.— ing. adoptive relationship. — lât. adoptivi, familia adoptiva], ki bu hısımlık tabiî hısımlığa yakın hukuki hükümler hâsıl eder (MK. 17, 18, 253, 257).
HITBE (hitba) Evlenme talebinde bulunmadır.
HIYANET (Hayınhk) [aim. Verrat.— fr. trahison.
— ing. treason/.
I — Sadakate muhalif hareket etmektir. Ceza hukuku bakımından hıyanet bir vatandaşın milleti, devleti için borçlu olduğu sadakate aykırı hareket etmesidir ki, suçların en bı'iyüğünü teşkil eder. Hıyanet fiilleri dört kısma ayrılabilir :
1 — Ağır hıyanetler / aim. Hochverrat, — fr. haute trahison. — ing. high treason — lât. perduellio, erimen maiestatis/ : Türk milletinin bir devlet olarak teşekkülü itibariyle ağır hıyanetlere şu esaslar mevzu olabilir :
a) Devlet ülkesinin tamamlığı, b) Türk milletinin bir devlet olarak varlığı ve hâkimiyeti; c) Türk milletinin hukuki nizamının dayandığı esaslar ; d) Türk milletinin yüksek sevk ve idaresi.
(a) ve (b) fıkralarında gösterilen devlet ülkesinin hâkimiyeti aleyhindeki hıyanetler devlet ülkesini veya
bir kısmını yabancı bir hükümete ilhak ve yabancı devlet ülkesine iltihak etmek, devlet ülkesinin bir kısmında istiklâl ilân eylemek devlet ülkesini azaltmak unsurla-riyle teessüs eder (CK. 125, 126, 127, 128).
(c) fıkrasında gösterilen hukuki nizamların dayandığı esaslara karşı olan ağır hıyanetler ise devletin esas teşkilâtını ihlâl suretiyle tarif olunan unsurları ihtiva eden fiillerdir. Ceza Kanununda (146 f. D.) gösterilen ve Türk milletinin yüksek sevk ve idaresine taallûk eden hıyanetler devlet kuvvetlerini taşıyan ve kullananlara karşı yapılan her türlü tecavüzler ve devlet organlarının devlet işlerindeki hareketlerinin serbestisini ihlâle matuf fiillerdir (CK. 147, 156, 158, 159).
2 — Yurda hıyanet [aim. Landesverrat. — fr. trahison. — ing. treason. — löt. proditio]: Türkiye devletinin diğer devletler manzumesi arasındaki siyasi durumunu, yani devletin dış emniyetini bozan fiil ve hareketlerdir ki, «yabancı devletler karşısında Türkiye Cumhuriyetini tehlikeye düşüren fiil ve hareketlere teşebbüs » suretiyle tarif olunabilir (Devlet sırlarına hıyanet CK. 132, 133,134, 135, 136 sadakatsizlikle yurda hıyanet 127, 130, vesikaları yok etmek 132)..
3 — Harb hıyaneti [aim. Kriegsverrat.— fr. trahison en temps de guerre. — ing. war treason, — lât. proditio]: bir harb esnasında veya tehlikesinde askerî vaziyet ve hareketler aleyhine düşman lehine işlenen fiillerdir (As. CK. 51; CK. 129).
4 — Millî Müdafaaya hıyanet: Millî Müdafaa kuvvet ve vasıtalarına tecavüz ve halkın millî müdafaa mukavemetini ihlâl suretiyle yapılan fiil ve hareketler bu hıyanetin maddi unsurlarını teşkil eder (As. CK. 56 ve 59).
II — (hiyânat) (Es. H.) Bir şahsın, elinde emanet bulunan mal hakkında yapılması caiz olmıyan şeyi yapmasıdır.
HIYANETİ VATANİYE bk. Hıyanet.
HIYANETİ VAKF (hiyânat-i vakf) Vakıfta yapılmasına mesağ olmıyan bir hareketi mütevellinin kasten icra etmesidir. Vakfa ait akarı bir zaruret olmaksızın bilerek ecr-i mislinden fahiş noksan bir ücretle kiralamak, vakıf akarı kendi mülkü diye satmak, vakıf gaileyi şart.ı vâkıf hilafı olarak kendi işlerine sarf ve istihlâk etmek, kiraya vermemek gibi.
HIYAR (hiyâr) (Es. H.) Muhayyerlik demektir.
Mecuru bey id e: satın alınan mal üçüncü şahsın taht-ı isticarında olup müstecir bey'i müciz olmadığı halde müşterinin muhayyer olmasıdır.
Merhunu beyide: satın alınan mal üçüncü şahsın yedinde merhun ölüp da mürtehin bey'i müciz olmadığı surette müşterinin muhayyer olmasıdır.
HIYAR-I AYB (hiyar-i 'ayb) Malın ayıplı olması sebebiyle olan muhayyerliktir.
Bey-i mutlak ile satılan bir malın aybı kadîmi tebeyyün etmesiyle müşterinin ve mecurdaki ayıptan dolayı müstecirin muhayyer olması gibi.
HIYARI BULÛĞ (hiyâr-i bulûğ) Bulûğ sebebiyle nikâhı feshettirmek muhayyerliğidir. Buna «Hıyar-ı idrak» de denir. Şöyle ki: babasından ve ced-di sahihinden başka velileri tarafından mehr-i misli
HIYAR-I BULÛĞ - HİCRÎ SENE
127
ile küflüne tezvicedilen bir ssgire, veya bu veçhile evlendirilen bir sagir bu nikâha evvelce muttali iseler baliğ oldukları zamanda, ve muttali değilseler bulûğdan sonra buna vâkıf oldukları anda muhayyer bulunurlar. Binaenaleyh bu muhayyerlik hakkını istimal etmek isteyince hâkime müracaatla alelûsul nikâhı fes-hettirebilirler. Eğer tezviceden veli suihal ile mâruf olmiyan baba veya ced-di sahih ise hıyar-ı bulûğ yoktur.
HIYAR-I-FİL-KİTABE (hijârifi-'l-kitâha) Kitabet aktinde dermeyan edilen hıyar-ı şarttır ki - mubayaada olduğu gibi - muteberdir. Meselâ : üç gün muhayyer olmak üzere bir kimse kölesini kitabete kesip de bu müddet nihayetinde icazet verse kitabet nafiz ve bu müddet içinde kölenin kazancı kendisine ait olur.
HIYARI GABİN VE TAĞRİR (hiyâr-i gubn-ü ta'rir) (Es. H.) Alan ile satandan biri diğerini aldatıp da beyide gabni fahiş olduğu tahakkuk ettiğinde aldanan kimse için sabit olan muhayyerliktir.
Satan «bu mal şu kadar kuruş eder, al» diyerek müşteriyi aldatır ve müşteri de bayiin bu sözüne inanıp o malı o kadar kuruşa satın aldıktan sonra beyide gabni fahiş olduğu anlaşılırsa müşteri için bey'i feshetmek hakkı sabit olur.
HIYARI HIYÂNET-İ TEVLİYE (hiyâr-i hiyâ nat-i tavlıya) (Es. H.) Tevliye yolu -ile akit olunan beyide bayiin hıyaneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olmasıdır.
HIYAR-I HIYANETİ MURABAHA (hijâr-i hi-yânııt-i murabaha) (Es- H.) Murabaha yolu ile akıt olunan beyide bayiin hıyaneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olmasıdır.
HIYARI HIYANET-1 VAZÎA (hijâı-i hijânei i vazi'ıı) (Es. H.) Vazîa yolu ile akit olunan beyide bayiin hıyaneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olmasıdır.
HIYAR-I ITK (hiyâr-i 'itk) Itk sebebiyle cariyenin nikâhı feshetmek muhayyerliğidir. Şöyle ki: Mevlâsı tarafından birisine tezvicedilmiş olan cariye azat olunduğu zaman kocasını istemezse hâkimin hükmüne hacet olmıyarak nikâhı feshedebilir. Köle için hıyar-ı ıtk yoktur.
HIYAR-I İCAZET (Akd-i füzulide) (hiyâr-i icâzat) (Es. H.) Füzulinin icra eylediği akde icazet vermek salâhiyetini haiz olan kimsenin icazet verip vermemek hususunda muhayyerliğidir.
HIYAR-I İDRAK (hiyâr-i idrâk) (Es. H.) Hıyar-ı bulûğun aynıdır.
HIYARI İSTİHKAK (hi)âr-i istihkak) (Es. H.) Mebiin bazısı bil-istihkak zabıt olundukta bakiyesinde müşterinin bey'i fesih veya kabul arasında muhayyer olmasıdır.
HIYAR-I KEMİYET (hiyâr-i kammiyyat) (Es. H.) Miktara ıttıla ile sabit olan muhayyerliktir. Bir kimse mevcut fakat miktarı meçhul para ile bir mal iştira eyledikten sonra bayi paranın miktarına muttali oldukta muhayyer olması gibi.
HIYAR-I KEŞFİ HAL (hijâr-i keşf-i hâl) (Es H.) Hububat muayyen kab ve ölçek ile ölçülerek veyahut bir muayyen taş ile tartılarak satıldıktan Sonra hali keş-
finde yani kab ve ölçeğin istiap miktarına ve taşın ağırlığına ıttılaında müşterinin muhayyer olmasıdır.
HIYAR-I NAKİT (hijâr-i nakd)(Es.H.) Bayi ve müşterinin filân vakte kadar tediyede bulunmak, aksi taktirde beyi olunmamak üzere pazarlık etmeleriyle olan muhayyerliktir. Nakit; akça ve sair nesnenin iyisini kötüsünden seçmek ve bir şeyin pahasını ita eylemek mânasına gelir. Burada ikinci mânası maksuttur Tenkid ve inti-kad birinci mânada alınmıştır.
HIYAR-I RÜYET (hiyâr-i ru'yat) (Es. H.) Görmekle sabit olan muhayyerliktir: bir malı görmeden satın alan veya kiralıyan kimsenin o malı gördüğünde muhayyer olması gibi.
HIYAR-I ŞART (hi? âr-i şart) (Es. H.) Akitte taraflardan birinin veya her ikisinin malûm müddet içinde akdi fesih veyahut icazet ile infaz eylemek hususlarında şart kıldıkları muhayyerliktir.
HIYAR I TAĞRİR-! FİİLÎ (hiyâr-i ta'rlr-i fi'lî) (Es. H.) Bayiin müşteriyi fiilen tağriri sabit oldukta müşteri için sabit olan muhayyerliktir. Meselâ : bayi ineğin sütü çok zannolunsun diye birkaç gün sağmiyarak müşteri de memesinin büyüklüğüne aldanıp sütü çok zanniyle iştira ettikten sonra bayiin bu veçhile tağrir-i fiilisi zahir olsa eimmei hanefiyeden' bazılarına göre müşteri muhayyer olur.
HIYAR-I TÂYİN (hiyâr-i ta', in) (Es. H.) Kıyemi-yattan iki yahut üç şeyin başka başka pahaları beyan olunarak bunlardan müşteri dilediğini almak yahut bayi dilediğini vermek üzere yapılan sa'ıştaki muhayyerliktir.
HIYAR-I TEFRİKİ SAFKA (hiyâr-i tafrîk-i Şaf ka) (Es. H.) Safkanın tefrik edilmesinden dolayı sabit olan muhayyerliktir. Kabl-elkabiz mebiin bazısının telef ve helaki sebebiyle bakiyesinde müşterinin muhayyer olması gibi.
HIYAR-I VASIF (hiyâr-i vaş'f) (Es. H.) Akitte meşrut vasf-ı mergubun bulunmamasiyle sabit olan muhayyerliktir. Sağılır diye satılmış olan bir ineğin sütten kesilmiş olduğunun zahir olmasiyle müşterinin muhayyerliği gibi,
HİBE (Bağışlama) [aim Schenkung. — fr donation. — ing. gift, donation. —• lât. donatio].
1 — Bir kimsenin mukabilinde bir ivaz taahhüd-edilmeksizin malının tamamını veya bir kısmını diğer bir kimseye, kabulüne bağlı olmak üzere, temlik eylemesi akdidir.
2 — (Hiba) (Es. H.) Bir malı karşılıksız olarak âhara temlik etmektir; bir kimsenin saatini birisine bağışlaması gibi. Hibe, mevhub mânasında da kullanılır.
HİCRET 1 - (İçerden dışarıya) bk. Göçmenlik.
2 — (Hicraı) (Es. H.) Dâr-ı harbden çıkıp dâr-ı imlâma azimet etmektir. Hicreti ihtiyar eden zata «muhacir» denir.
Hicret iki kısımdır: a) Hicret-i vacibe: dinini izhardan âciz olan bir müslimin hicretidir, b) Hicret-i mesnune: dinini izhara kadir olan bir müslimin muhaceretidir.
128 HİCRÎ SENE -
HİCRÎ SENE [aim. Jahr der Hedschra (Hidschra). — fr. l'annee de l'Hegire. — ing. the year of the Hegira].
Peygamberin Melekeden Medineye hicretlerinden itibar olunan senedir. Peygamber sefer ayında Mekkeyi terk ile rebiyülevvelde Medine diyarına vâsıl olmuşlardı.. M'iahharen bu senenin Muharrem iptidası islâm tarihine mebde itibar kılınmıştır.
HÎDEMAT-I ÂMMEDEN MEMNUİYET (Kamu hizmetlerinden yasaklık). {aim. Unfâhigkeit zur Bekle-idung öffentlicher Âmter. — fr. interdiction de l'occu-pation des fonetions publiqu.es.— ing. disablement from holding public office].
Siyasi hakları kullanmak ehliyetinin kaldırılması suretiyle bazı suçlara karşı müebbet veya _ muvakkat surette tertibedilmiş olan bir ceza ve bazı ahvalde ceza mahkûmiyetinin kanuni neticesidir.
Bu ceza, intihabetmek veya olunmak ve siyasi hakları kullanmak, memuriyet ve hizmetlerde bulunmak, rütbe, unvan, nişan ve madalyalar taşımak haklarından mahrumiyeti tazammun eder. Bu cezaya çarpılanlar, vesayet vazifelerini deruhte etmekten ve resmî vasiyetname tanziminde şahitlik eylemekten memnudurlar (Anayasa 12; CK. 20, 31; MK. 368, 483).
HlüEMAT-I ŞAKKA [aim. Zwangsarbeit. — fr. travaux forces. — ing. forced labour. — lât. in opus condemnarij.
Vaktiyle mahkûmlara çektirilen meşakkatli ve iş-kenceli hizmetlerdi. 1274 Tarihli Ceza Kanununda mevcut «kürek» ve 1286 Tarihli Askerî Ceza Kanunnamesinde mevcut «prangabent» cezaları bu nevidendirler.
HİDEMAT-I VATANİYE KANUNLARI Bazı yurttaşlara veya ailelerine, vatani hizmet mukabili maktuan bağlanan maaşlar hakkındaki kanunlara «hidemat-ı vataniye kanunları» denilmektedir. Bu şekilde tahsis edilen maaşlar kanunlarındaki şartlara göre verilmekte ve kimlere ne miktar maaş verilmekte olduğu da Muhasebe-i Umumiye Kanununun 29 uncu maddesine tevfikan her sene bütçe kanunlarına bağlı Ç işaretli cetvelde gösterilmektedir.
HİLÂFET (Hilâfat) Imamet-i kübrâ müradifidir ki «Peygamber» e halef olarak dinî ve dünyevi işlerde riyaset-i âmme demektir. Hilâfet islâm hukukunca, millet ile halife arasında âdeta icap ve kabul ile mür nakit vekâlet-i âmme mahiyetini haiz bir nevi akittir. Bu cihetledir ki halifenin vefatı halinde devlet memurları münazil olmaz. Zira bunlar halife tarafından müvekkilleri olan millet namına nasıp ve tâyin edilmişlerdir.
HİLÂLİ AHMER bk. Kızılay Cemiyeti.
HİLE 1 — (HH.) [aim. arglistige Tâuschung, rechtstvidrige Absicht. — fr. dol — ing. fraud, wilful fraud, wilful misrepresentation. -- lât. dolus malus, fraus]: Bir kimsenin kendi hareket tarzı ile, diğer bir şahsı bir irade beyanında bulunmaya veya bir muka- , vele yapmaya sevk etmek için yanlış bir fikrin doğumuna veya teyidine veyahutda idamesine, kasten sebebiyet vermesidir. Şu halde hile akde takaddüm eden bir aldatmadır ki, bunun neticesinde diğer taraf akde rıza gösterir (BK. 28).
HİMAYECİLİK
2-(CH.): Ait. Dolandırıcılık
HİLE-1 ŞER'İYE (Es.H.) Çarei şer'iye demektir. Asıl örfte buna yalnız hile ve hürmet ve fesattan olmak münasebeti ile mahlas ve mahlası şer'î denir.
Gayrın hakkını iptal veya ihlâl ve teşviş eden hile memnu ise de haramdan kaçınmak ve bir muameleyi fesattan kurtarmak için hileye cevaz verilmiştir. Bunun pek çok misalleri vardır. Ezcümle mürtehinin rehinden intifaı ve böyle bir şart caiz değildir. Lâkin rahin ariyet suretiyle rehinden intifaa m'ürtehine izin verirse mürtehinin rehinden intifaı meşru olur.
Bunun gibi müstecir mecuru tamir etmek şartı ile icar masraf meçhul olduğundan sahih değildir. Amma fazla ücret tesmiye meselâ seneliği bin lira olan bir han için senelik iki bin lira ücret tâyin ederek ve mucir müstecire fazla bin liranın hanın tamirine sarfına, izin verirse icar akdi ve izin muteber olur.
Bir gayrimenkulu şuf'a hakkından kurtarmak için bayi mebiyi müşteriye ve müşteri semeni bayie: hibe ve teslim (yani beyi akdini böyle hibe şeklinde inşa) etseler hibe şut'a cereyan etmeyeceğinden şuf'a hakkı iskat edilmiş olur. Görülüyor ki yukardaki muameleler rehinden intifa, mecuru tamir, şuf'a hakkını iskat için birer hile ve çaredir.
HİLELİ (dolanlı) İFLÂS [aim. betrügeriseher Bankrott. — fr. banqueroute frauduleuse. — ing. fraudulent bankruptcy].
iflâsından evvel veya sonra alacaklılarını zarara sokmak kastiyle hileli muamelelerde bulunan kimsenin iflâsıdır (1c. İf. K. 311; CK. 506).
HİMAYE 1 — [aim. Schutz (der Staatsangehöri-gen im Ausland).— fr. protection (des nationaux). — ing. protection (of nationals abroad/: Bir devletin ecnebi bir memlekette bulunan vatandaşlarının şahıslarını, hak ve menfaatlerini, mukavele mevcut değilse, devletler umumi hukukunun kaidelerine ve teamüllerine uygun olarak, elçileri ve konsolosları vasıtasiyle mahallî makamlar nezdinde teşebbüslerde bulunarak korunması hak ve vecibesidir.
2 — [aim. Protektorat. — fr. proteetorat. — ing. protectorate) : Zayıf bir devletin bir muahede ile kuvvetli bir devletin himayesi altına girmesini ve buna rağmen milletlerarası varlığını muhafaza etmesini ifade eden hukuki bir vaziyettir. Himaye altına giren devletlere (mahmi = himaye altında devlet) [aim. Protekto. ratsstaat, Protektcrat. — fr. Etat protege. — ing. protected state, protectorate/ yarı müstakil devlet denir. Tam bir tarifi yapılmamış olan himaye müessesesi her himaye için himaye muahedesine göre hususiyetler göstermektedir. Maamafih, himaye altındaki devletin dış hâkimiyetini himaye eden devlet (hami ve koruyan devlet) [aim. Schutzstaat — fr. Etat protecteur. — ing. protecting state] tarafından icra edilmesi ve buna karşı iç ve dış emniyetinin bu devlet tarafından korunması himaye müessesesinin belirik vasfıdır. Himayeye misal olarak 1881, 1883 muahedesinden beri Fransa ile Tunus'un vaziyetleri gösterilebilir.
HİMAYECİLİK /aim. Protektionismus.— fr. pro-teetionisme — ing. protectionism].
HİMAYECİLİK - HUDUDDA VELAYET-İ İSTİFA
129
Bir memleketteki sanayii veya ziraatı dış memleketler sanayiinin ve ziraatinin rekabetinden koruyarak inkişafına yardım eylemek maksadiyle tedbirler almak siyasetidir (1873, 1913, 2967, 5509 No. K.).
HİSSE (Pay) [aim. Anteil. — fr. part, lot. — ing. portion, share, interest. — lât. pars].
Kollektif ve komandit gibi şahıs şirketlerinde şeriklerin her birinin şirketteki iştirak payına denir.
HİSSEDAR 1 — (TH) [aim. Aktionür, Anteils-eigner. — fr. actionnaire, participant. — ing. share owner]. Sermayesi sehimlere ayrılmış olan şirketlerin ortakları hakkında kullanılan bir terimdir.
Bu nevi şirketlerin sermayeleri biribirine eşit parçalara ayrılarak bunların herbirine «hisse» ve bunların sahiplerine de «hissedar» denir.
Anonim şirketlerde hisse sahiplerine hissedar denildiği gibi sermayesi eshama taksim edilmiş komandit şirketlerde komanditer ortaklar da hissedardır (aksiyo-ner). Keza, hisse senedi çıkaran kooperatif şirketlerde de hissedar vardır.
2 — (MH) Birden ziyade kimseler şayian bir şeye malik olur ve hisseleri bilfiil taksim edilmemiş bulunursa, onlar, o şeyin hissedarıdırlar (MK. 623 vd.) bk. 1st irâk halinde mülkiyet, müşterek mülkiyet.
HİSSEDARLAR UMUMİ HEYETİ bk. Umumi heyet.
HİSSEYE İŞTİRAK bk. Aidat.
HİSSEl ŞAYİA 1 — bk. Müşterek mülkiyet.
2 — (Hişşa-i gâyi'a) (Es. H.) Mal-i müşterekin her cüz'üne sâri ve şâmil olan sehimdir. Meselâ bir haneye iki kimse iştirak üzere malik olsa onların o hanedeki hisseleri mütemeyyiz değildir. Filân odası falan şerikin ve filân odası diğerinin hissesidîr diye tâyin ve işaret kabil olamaz. Belki o hanenin bir çivisine varıncaya kadar her cüz'üne şeriklerden herbirinin hissesi sâri ve şâmildir.
Menkulâtta da, meselâ bir kitap iki kimse beyninde müşterek olsa, hal böyledir.
HİSSE-1 MÜFREZE (Es. H.) Bir arzın taksiminde kısmet sahiplerinden herbirinin hissesine isabet eden yerdir.
HİSSE SENEDİ {aim. Aktie, Aktienurkunde. — fr. action. — ing. share].
Buna kısaca «aksiyon» da denir. Kanunlarımızda «esham» kelimesi kullanılmaktadır. Yalnız «anonim», «kooperatif» ve kısmen de «eshamlı komandit» şirketler aksiyon ihracederler. Hisse senedi; şirket sermayesinin birbirine eşit kısımlara ayrılmış parçalarından herbirinin karşılığı olmak üzere, kanunda gösterilen şekillere uygun kıymetli evraktır. Bunların üzerinde yazılı para miktarının yekûnu şirket sermayesine muadildir.
Hisse senedi bir şahsın adına yazılı (nama muharrer) olabileceği gibi adsız, yani (hâmiline) olmak üzere de tanzim edilebilir (T K. 399).
Hisse senetleri «âdi» veya «imtiyazlı» olabilir:
1 — Âdi hisse senetleri [aim. Stammaktien. - fr. actions ordinaires. - ing. ordinary shares] şirketin alelade zamanlarda çıkardığı aksiyonlardır ki, umumi heyet
toplantılarında bu cins aksiyonların sahipleri şirket esas mukavelesinde yazılı nispetlere göre rey sahibi olur. 2 — İmtiyazlı hisse senetleri [aim. Vorzugsaktien.— fr. actions prtvilegiees. — ing. preference shares] de iki kısımdır: a) rey bakımından imtiyazlı hisse senetleridir ki [aim. Stimmrechtsaktien. — fr. action â droit de vote privilegie. — ing. shares carrying voting-power] bunlar, umumi heyet toplantılarında sahiplerine âdi hisse senedi sahiplerinden daha elverişli rey hakkı temin eder. b) kazanea iştirak bakımından imtiyazlı hisse senetleridir ki, bunlar âdilere nazaran daha fazla nispette temettüe iştiraki temin ederler (TK. 419).
Aksiyonların diğer bir nev'i de ayın mukabili hisse senedidir ki şirkete para yerine menkul veya gayrimenkul bir mal, bir «ayın» [aim. Sacheinlage.— fr. apport en nature] verilmesi mukabilinde alınır (TK. 416).
Anonim şirketlerdeki «müessis hisse senedi» /aim. Gründeranteilscheine. — fr. part de fondateur. — ing. founder's shares] sahibine sermayeye, idareye iştiraki tazammun etmeksizin tesis hizmeti karşılığı olmak üzere yalnız temettüe iştiraki temin eden nama muharrer senettir. (T K. 298).
Hisse- senetlerinin diğer bir nev'i de «intifa senedi» dir. [aim. Genusschein. — fr. action de fouissance.
— ing. redeemed share],
HİYERARŞİ bk. Mertebeler silsilesi.
HİZMET AKDİ [aim. Dienstvertrag. — fr. lou-age de service, contrat de service, contrat de travail.
— ing. contract of service. — lât. locatio conductio operarum].
Muayyen zamanda iş görmek ve buna mukabil bir ücret vermek taahhüdü ile işçi ve iş sahibi arasında yapılan akittir (BK. 313 vd.).
HİZMET ŞAHADETNAMESİ bk. İş şahadetnamesi. HUCCİYET bk. İhticaca salih olmak.
HUCCEC-1 HATTİYYE (Huccaei hattiyya) (Es. H.) Yazılı deliller demektir ki tezvir ve tasni şüphesinden salim ise mamül-ün-bih, yani hükme medar olur. Başka veçhile sübuta hacet kalmaz.
Beratlar, Defter-i Hakanı kayıtları, hile ve fesattan salim olacak surette tutulan mahkeme sicilleri, tescil edilen vakfiye gibi.
HUDUDD-U MÜCTEMİA (Hudüd-i muctami'a) (Es. H.) Suçlu hakkında cinsleri muhtelif cinayetlerden dolayı yapılması icabeden mütaaddit ve mikdarı müte-ayyen ukubetlerdir ki istifası mümkün olduğu takdirde hepsi de suçlu hakkın da tatbik olunur.
Meselâ: bir şahıs hem kazifte, hem sirkatte, hem de şürb-ü hamirde bulunmuş olsa hakkında muhtelif üç had içtima etmiş olur. Binaenaleyh bunlar usulü dairesinde ifa edilir. Fakat «kısas fin-nefs» ile «hudud» içtima edecek olsa - hak-kı abid olduğundan - evvelâ kısas icra edilir, artık hududun istifasına imkân kalmaz.
Kezalik had-di kazif ile recmen had-di zina ve sair hudud içtima edecek olsa minveçhin hak-kı abid olduğundan evvelâ had-di kazif icra olunur, badehu recim icra edileceğinden hududun istifası mümkün olmaz.
HUDUDDA VELÂYET-1 İSTİFA Hudüd-i vala-yat-i istifa1) (Es. H.) İcrası icabeden hudud-u şer'iyeyi tatbik salâhiyeti demektir. Bu salâhiyet yalnız ülül-emre aittir. Ülül-emr, bu salâhiyeti ya bizzat veya bil-istihlâf kullanır. İstihlâf iki nevidir :
H. L. 9
130 HUDUDDA VELÂYET-İ İSTİFA HUKUK FAKÜLTELERİ
1 — Tahsis suretiyle istihlâftır ki istihlâf olunan zatın hududu ikameye mezun olduğu sarahaten beyan olunur.
2 — Tevliye suretiyle istihlâftır ki, bir zatın büyük bir şehri veya bir iklimi idare için velâyet-i âmmeyi haiz olmak üzere tâyin edilmesiyle olur.
HUDUT [aim. Grenze. — fr. frontiere. — ing. frontier, border. — lât. finis, limes].
1 — İki devlet ülkesini biribirinden ayıran hattır. Hudutlar bazan tabiî (deniz, nehir, dağ silsileleri gibi), bazan suni (mevhum bir hat, arz dairesi, tul dairesi gibi) olur.
2 — Hudut (sınır) /alm.Abgrenzung.-fr. limitesj Medeni hukukta, tapu sicilinde müstakil olarak kayıtlı bulunan gayrimenkullerin biribirine bitiştiği yer demektir. Bu hudutlar gayrimenkullerin hem plânlarında ve hem de arz üzerinde konulacak işaretlerle belirtilir.
Plândaki hudut ile arz üzerindeki hudut biribirini tutmazsa asıl olan plândaki huduttur.
Komşu gayrimenkullerin malikleri hudutlarını tâ. yin ve tesbitte karşılıklı yardım vazifesiyle mükelleftirler (MK. 645, 646) bk. Hail.
3 — Hudut (Es. H.) «had» din cem'idir. Had, aslen meni manasınadır. İki nesneyi ayıran şeye denir.
HUDUTSUZ SİGORTA /aim. unbegrenzie Ver. sicherung. — fr. assurance illimitee. — ing. unlimited insurance].
Sigorta bedelinin evvelden tâyin olunmaksızın sigorta yapılmı; olması halidir. Bu sigortaların hukukan muteber tutulup tutulmıyacağı meselesi münakaşalıdır. Anglo-sakson dünyasındaki şirketler hududsuz sigorta poliçeleri çıkarmışlardır, isviçre, İtalya gibi memleketlerde ise bu çeşit sigortalar yasak edilmiştir. Türk mevzuatına göre de hudutsuz-sigorta yapılamaz. Hudut-, suz sigortalara bilhassa mesuliyet sigortalarında raşla-nır. Ancak burada da azami bir had (kanun veya po İlçelerde) tesbit edilmektedir.
HUFBE (hufra) (Es. H.) Zimmet, icare gibi ahit ve eman demektir. Bazı kimseleri emanı altına alan zata ve emana nail olan şahsa «hâfir» denildiği gibi bu hususta yapılan muahedeye de «hâfir» denir.
Bu emana nail olan şahıs, kabail arasında serbestçe seyir ve sefere muvaffak olur. Ahde, himayeye ve bunun mukabilinde alınan ücrete hufaret denir, lhraf ise gadir ve nakz-ı ahit manasınadır.
HUKUK 1 - bk. Hak.
2 — (hukuk) (Es H.) Hak-kın cem'idir. Başlıca iki kısma ayrılır :
a) Hukuk-ullahtır ki : nef'i umuma taallûk edip yalnız bir şahsa muhtas bulunmıyan ahkâm demektir. Bunlar hukuk-u umumiyeden ibarettir. Bunların cenab-ı hakka izafesi tazim ve ehemmiyetlerine işaret içindir.
b) Hukuk-u ibattır ki .* nef'i mahdut eşhasa taallûk eden, başka bir tâbirle mesalih-i hassaya mütaallik bulunan haklar demektir. Bunlara hukuk-u hususiye, hukuk-u şahsiye de denir.
Bazı hususlarda hukukullah ile hukuk-u ibat birleşir ki bu, hukuk-u umumiye ile hukuk-u şahsiyenin içtimai demektir. Had-di kazifte olduğu gibi.
HUKUK-U AKİT (h„kük.i 'akd) (Es. H.)Akitten doğan haklardır.' Müşterinin bayiinden mebiin teslimini istemesi, mucirin müstecirden mecurun akde uygun şekilde kullanılmasını talebetmesi gibi haklar.
HUKUK-U ARZ (hukiik-i arz) (Es. H.) Arz-ı memlekette rakabe sahibi olan devlete tasarruftan dolayı mükellefiyet şeklinde ödenen şeydir. Menafi-i hazine, menafi-i emîrîye müradifidir.
HUKUK-U EMÎRÎYE (h„kf,k-i amiriyya) (Es.H.) Istılah olarak dar bir mânada arazi-i memleketten alınan öşrü ifade eder.
HUKUK-U MÜCERREDE (liakflk-i mucnrrada) (Es. H.) Mülkten mücerret olan haklar; mürur ve şüf'a hakları gibi.
HUKUKU MÜFREDE ( hukük.i mufrada ) (Es. H.) Hukuk-u mücerrede demektir.
HUKUKU ÖŞRİYE VE ÖRFİYE (hukük-i uş-riyya ve 'urfiyya) (Es.H.) Arazi-i memleketin mutasarrıfı canibine ödenen müeccelenin müradifi bir ıstılahtır. Arazi-i mevkufe-i gayrisahihada istimali şayidir.
HUKUK-U ZEVCİYET (lıukük-i zavciyyat) (Es. H.) Karı ile kocanın yekdiğerine karşı haiz oldukları haklardır.
HUKUKA BAĞLI DEVLET /aim. Rechtsstaat. — Etat de droit].
Hukuki ve fiilî tasarrufları idare edenlerin keyif ve takdirine tâbi olmayıp evvelden konulmuş hukuk kaidelerine tâbi olan devlettir.
HUKUKA MUGAYERET [aim. Widerrechtlichkeit, Unerlaubtheit. — fr. illicite* — ing. illegality. — lât. iniuria, illicitum] .
Hukuki muamelelerin, hukuk nizamının koyduğu esaslara aykırı olması demektir. Kanunun kati surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalif; ahlâka (âdaba) veya umumi intizama yahut şahsiyete mütaallik haklara mugayir bulunmadıkça iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir (BK. 19; f. 2).
Aykırılık zamanımız hukukunda iki grupta mütalâa olunabilir:
1 — Bir mukaveleden ve vesayet ve vekâletsiz tasarruf gibi bir hukuki münasebetten doğan vecibelerin ifa edilmemesi (BK. 96 vd.).
2 — Borçlar Kanunundaki (41 vd.) haksız fiiller. Bunlar mutlak surette hukuka mugayir muameleler, dir. Böyle hallerde zarar ve ziyandan maada tecavüzün veya tekerrürün men'i dahi istenebilir.
HUKUK FAKÜLTELERİ /aim. Juristische Fa. kultöten, Rechtswissenschaftliche Fakultâten. — fr. Facultes de Droit. — ing. Law Schools, Faculties of Lavı. — lât. facilitates iuridicae].
Hukuk ilimlerini tedris eden ve bu ilimler üzerine tetkikler ve araştırmalar yapan fakültelerdir. Bu fakülteler üniversite teşkilâtı içinde ilmî ve idari muhtariyeti haiz âmme müessesesi halinde idare olunmakta iseler de halen doğrudan doğruya Millî Eğitim Bakanlığına bağlıdırlar.
İstanbul Hukuk Fakültesi, 1074 tarihinde şimdiki Galatasaray Lisesi binasında Darülfünun-u.SııHani şube-
HUKUK FAKÜLTELERİ - HUKUKİ MESELE
131
sinden olmak üzere «Hukuk mektebi» adiyle açılmış ve 1880 tarihinde İstanbul tarafına nakledilerek Hukuk mektebi adını almıştır. İstanbul Üniversitesinin tesis tarihi olan 1933 te bu mektebe Fakülte adı verildi.
Ankara Adliye Hukuk mektebi de 5/11/925 tarihinde tesis edilmiş ve Fakülte adını 9/12/931 tarihinde almıştır.
Bunlardan maada, Osmanlı İmparatorluğu zamanında «Selanik, Konya, Berut ve Bağdat'ta» da İstanbul Hukukunun ders şartlarını ve mezuniyet haklarını haiz olmak üzere 1323 (1907) tarihinde birer hukuk mektebi açılmışsa da bunlardan Selanik Hukuk Mektebi 1912 senesinde Balkan Harbi ve diğer Bağdat, Berut hukuk mektepleri Umumi Harb neticesinde kapanmışlar, Konya Hukuk Mektebi de 15 mart 1919 da lağvedilmiştir.
HUKUK FELSEFESİ {aim. Rechtsphilosophie. — fr. philosophie de droit.— ing. philosophiesf law, juris-prudence. — lât. philosophia iuris, ius naturae/.
Hukukun menşe, mahiyet ve meşruiyetini araştıran nazariye veya bilgi şubesidir. Vazifesi, mücerret hukuku, felsefi metotla tetkik ederek normatif muhtevaya malik bilgilerle hukukun mutlak meriyeti haiz mefhumunu meydana çıkarmak (hukukun bilgi nazariyesi), hak fikrinin felsefi dünya görüşiyle alâkasını tesis ederek hukuki kıymeti ölçüye vurmak (hukukun metafiziği) tır.
HUKUKİ BÜTÜNLÜK [aim. Rechtsinbegriff (Rechtsgesamtheit,. Sachgesamtheit. — fr. universality de droit. — lât. universitas iuris, universitas facti].
Eskiden *untversitates juris» (hukuki bütünlükler) ve «universitates facti» (fiilî bütünlükler) olmak üzere bir taksim yapılırdı. Varislik, cihaz ve «peculium» ih. tiva eyliyen birincide; bütünlüğe dâhil mevaddı birleştiren bağ sırf indî ve hukuki idi. Ticari sermayeyi ihtiva eyliyen ikincide ise; fiilen ve hakikaten bir bütünlük teşkil eden mevaddı ihtiva ediyordu. Bugün hukukta yekdiğerleriyle irtibatı olan şeyler bir kül olarak telâkki edilmekte ve hususi hükümlere tâbi bulunmaktadır. Mamelek (mal bütünlüğü) ve ticari sermaye bunun bir misalidir. Ayın (şey) mefhumunun dar veya geniş mânada alınmasına göre maddi bütünlüğün çerçevesi daralır veya genişler. Maddi bütünlüklerin hususiyeti, bu bütünlüklere bir dereceye kadar aynî hakların iktisap ve ilzama ve umumiyetle tasarruf ve halefiyete ait hükümlerinin tatbik edilmesinde, kül halinde menkul rehni hükümlerine tâbi tutulabilmelerinde ve bilhassa bu bütünlüğe dâhil mevaddın yerine başka mevaddın kaim olması halinde bütünlüğün tâbi olduğu hukuki tasarrufların bunlara da şâmil olmasındadır. Maddi bütünlüğe dâhil malların kül halinde terhinine cevaz verilen hukuk sistemlerinde bütünlüğe dâhil malların yerine ikame edilen mallar üzerinde de rehin hakkı, ayrıca rehin ahkâmına riayete ve merhunun teslimine hacet kalmaksızın, teessüs etmiş addedilmekte ve borçlu merhun malların zilyedi kalmaktadır: Alman ticaret hukukunda örf ve âdetle teessüs eden «teminat almak üzere temlik» de [aim. Sicherungsübereignung. — lât. traditio fiduciae causa] olduğu gibi. Fransız hukukunda da ayni halefi, yet (subrogation) esasına istinadedilerek maddi bütünlükler kül halinde terhin edilebilmekte ve hukuki muameleye tâbi tutulmaktadır. İsviçre medeni hukuku bunu
meneylemektedir (İsviçre MK. 717; MK. 690). Fakat bu madde ile kattın takdiri hâkime bırakılmış olduğuna göre kastın bulunmaması halinde maddi bütünlüğü teşkil eden malların kül halinde hukuki muameleye tâbi tutulmasına ve terhin edilmesine mâni mevcut olmasa gerektir.
HUKUKİ FİİL (Eylem) bk. Fiil.
HUKUKİ HÂDİSE /aim. Rechtstatsache, rechtlich erhebliche Tatsache, — fr. fait juridique. — ing, juridical fact. — lât. factum iuridicum *].
Hukuki neticelerin husule gelmesi için objektif hukuk tarafından aranılan, birden mevcut, olması veya birbiri ardından vücut bulması icabeden «hukuki vakıa» denilen unsurları havi bulunan tip hâdiselerdir. Hayat hâdiselerinde hukuki hâdisenin unsurları mevcut olunca bu tip hâdisenin hukuki neticesi hayat hâdisesine tatbik olunur. Tip hâdiseler objektif hukuki vaziyetlerin inikası ve kanun vâzıı tarafından, yine içtimai ihtiyaçlar ve zaruretler dolayısiyle, himayesidir,
HUKUKİ HATA [aim. Rechtsirrtum.— fr. erreur de droit. — ing. erro. of law. — lât. error iuridicus].
1 — Usul hukukunda: bir hukuk kaidesinin tatbik edilmemesi veya yanlış tatbik edilmesidir.
Maddi hataya karşılık olarak- kullanılır. Hükümlerde hukuki hata yargıtayca nakız sebebi teşkil eder (HMUK. 428 f: 1; CUMK. 307, 308).
2 — Maddi hukukta: bir kanun hükmünün varlığında veya tefsirinde fertlerin yanılmasıdır (BK. 137; CK. 44).
HUKUK İLMİ falm. Rechtswissenschaft. — fr. science juridique. — ing. legal science, juridical science. — lât. iuris prudentia, iuris scientia].
Hukuk kaidelerinin doğuşu, yaşayışı ve tarihî oluşu hakkındaki bütün bilgileri toplıyan ilimdir. Vazifesi : hukuk unsurlarına ve malzemelerine sistemli bir şekilde nüfuz etme ve onu işleme, muhtelif hukuki hükümleri muhteva yakınlığına göre toplama, bu şekilde vücut bulan grupları müşterek prensiplere göre ayarlama, daha umumi prensiplere varma ve bunlardan teferruat için neticeler çıkarmaktır.
HUKUK İLMİNİ YAYMA KURUMU bk. Türk Hukuk Kurumu.
HUKUKİ İTTİSAL falm. Rechtlicher Zusammen-hang, Synallagma. — fr. lien juridique. — ing. legal relation, vinculum iuris. — lât. connexitas iuris, synallagma].
İki kimse arasındaki akdî rabıtanın husule getir-diği haldir. Bir kira akdinde mal sahibi ile kiracı arasında kira devam ettiği veya kiracı borcu ödemediği müddetçe hukuki ittisal vardır; buna istinaden taraflardan her biri diğerinden eda mevzuuna giren şeyi istemek hakkını haiz olur.
HUKUKİ MESELE (Mesele-i hukukiye) [aim. Rechtsfrage. — fr, point de droit].
Bir dâvada iddia ve müdafaanın mesnedi olan hukuki kaideler.
Maddi meselelere karşılık olarak kullanılır. Mahkemenin nihai kararında, kararın mesnedi olan hukuki
132
HUKUKİ MESELE - HUKUK MUHAKEME USULÜ
meselelerin gösterilmesi lâzımdır. Hâkimin hukuki meselenin takdirinde hata etmesi (bk. hukuki hata) bozma sebebi teşkil eder (HMUK. 388, 428; CMUK. 307, 308).
HUKUKİ MESULİYET bk. Mesuliyet.
HUKUKİ MUAMELE (işlem)[aim. Rechtsgeschaft. — fr. acte juridique. — ing. act in the law. — lât. negotium iuridicum *].
İnsana hukuk nizamı tarafından geniş mikyasta bir irade iktidarı verilmiş olduğunu ve bu irade ile hukuki münasebetlerin ihtiyaç ve arzulara göre tanzim edildiğini kabul eden telâkkiye göre muayyen hukuki neticelerin husule gelmesi için iradenin izhar edilmesine veya irade ile tahrik olunan hukuki hâdiseye denir. Diğer tâbirle, hukuki muamele, dar mânada hakkı (sübjektif hukuku) iradeye istinadettiren telâkkiye göre, esaslı unsuru bir veya mütaaddit hususi şahısların iradesi olan hukuki hâdisedir. 8u suretle insanlar kendi hukuki münasebetlerini tanzim ederler ve haklarını kullanırlar. Aynı telâkkiye göre netice, irade sahibi tarafından istenilmiş olmakla husule gelir. Bu hukuki neticeye matuf irade beyanı sarih (sözle veya malûm, yahut evvelce kabul edilmiş işaretle veyahut yazı ile doğrudan doğruya taraflar arasında) veya zımni (fiil ve hareketin, yahut bazan sükûtun tezahürü ile) olur. Hukuki neticenin bir taraflı veya karşılıklı birçok taraflı irade ile husule gelmesine göre hukuki muameleler bir taraflı veya birçok taraflıdır.
HUKUKİ MÜNASEBET [aim. Rechtsverhöltnis.— fr. rapport de droit. — ing. legal relation (ship). — lât. ius inre].
Hukuki hâdiselere mevzu teşkil ey üyen, yani hukuki neticeler doğuran, münasebetlerdir. Hukuki münasebet doğrudan doğruya muayyen kimseler arasında, veya bir şey dolayısiyle muayyen yahut gayrimuayyen kimseler arasında husule gelmesine göre esas itibariyle «şahsi» [aim. obligationenrechtliches, schuldrechtliches Rechtsverhöltnis. — fr. rapport de droit contractuel.— lât. obligatio] ve «ayni» [aim. dingliches Rechtsverhöltnis.— fr. rapport de droit reel.— lât. ius in re] olmak üzere ikiye ayrılır: borçlar hukukunun ihtiva ettiği hukuki münasebetler «şahsi»,- ayni hakların hukuki münasebetleri «ayni», aile hukukuna ve miras hukukuna ait hukuki münasebetler ise hem «şahsi» ve hem «ayni» dir. Devletle fertler arasında husule gelen irtibatları anlatmak üzere âmme hukukunda da bu mefhum vardır.
HUKUKİ NETİCE [aim. Rechtsfolge (Rechtswir-kung). — fr. effet juridique. — ing. legal effect. — lât. effectus iuridicus *].
Hukuki hâdiselerin unsurları tamam olması halin-, de, husule gelmesini objektif hukukun kabul ettiği vaziyettir. Bu suretle haricî âlemde değişiklikler vukua geldiği söylenir. Bu değişiklikler hakların doğması, değişmesi ve ortadan kalkması şeklinde gözükür.
HUKUKİ TAĞYİR bk. İktisap ve yollan. HUKUKİ VAKIA bk. Hukuki hâdise. HUKUKİ VAZİYET [aim. Rechtslage.- fr. situation juridique].
Hukuki hâdiselerin unsurları tamam olmayıp kısmen mevcut olduğu takdirde, hak sahibi ile ona huku-
kan bahşedilmiş olan hukuki faaliyet sahasına giren imkânlar (hukuki nimetler) arasında vücut bulan bazı sübjektif vaziyetler (ümit, irade, bağlılık, bekleme halleri, ihdas hakları gibi) veyahut bu gibi vaziyetlerle muhtelif hakların bir araya gelmesi (miras gibi) dir.
HUKUKİ ZİLYETLİK bk. Zilyetlik.
HUKUK MAHKEMELERİ [aim. Zivilgerichte, Gerichte fnr bürgerliche Rechtsstreitigkeiten. — fr. tribunaux civils. — ing. civil justice].
Kanunda başkaca mercii gösterilmemiş olan hukuk ve ticaret dâvalarını tetkik eden adliye mahkemeleri. Vazifeleri kanunla tahdid edilmiş «sulh hukuk mahkemeleri» ile «asliye hukuk mahkemesi» nevileri vardır. Yalnız olarak kullanıldığı zaman «asliye hukuk mahkemesi» anlaşılır. Asliye hukuk mahkemesi tek hâkimle kurulmuşsa buna (hukuk hâkimliği) de denilmektedir.
HUKUK MUHAKEMELERİ USULÜ [aim. Zivilpr-ozess, Zivilprozessrecht.— fr. droit de procedure civile, — lât. ius quod ad actiones pertinet; ordo iudiciarius yahut iudiciorum (orta çağda); ius processum ( kanonik hukukta)/.
Hukuk mahkemelerinde tatbik edilen usul hukukudur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile esaslı hüküm, leri tesbit edilmiştir. Medeni Kanun ile hususi kanunlarda da usule ait hükümler mevcuttur (1086,1268,1539, 1582, 2606, 3560, No. K.; MK. 6, 7, 32 f. 2, 102 -104, 128, 135 -138, 150, 250, 299, 300, 359, 360 - 362, 369, 375, 381, 531, 538, 560, 561, 562, 566, 574, 575, 576, 583, 584, 586, 602; istimlâk kanunları ve saire gibi).
İdari dâvalarda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ancak açık bir atfın mevcudiyeti halinde tatbik olunur (Devlet Şûrası K. 44).
Hukuk muhakeme usulünde dâvaların mahiyetine göre muhtelif tahkik ve muhakeme tarzı kabul edilmiştir:
1 — Adi muhakeme usulü [aim. ordentliches Pro-zessverfahren. — fr. procedure ordinaire. — lâf. pro. cessus ordinarius, iudicium ordinarium; ordinarium]: kanunun hususi muhakeme usulüne tâbi tutmadığı bütün dâvalarda cereyan eden tahkik ve muhakeme şeklidir. Ayırıcı vasfı: a) tarafların iddia ve müdafaalarını, itiraz ve mütekabil dâvalarını dâvanın başında kanunun veya hâkimin tâyin ettiği müddetler içinde mahkeme kalemine verecekleri ve hasma tebliğ ettirecekleri lâyihalarla bildirmeleri; b) delillerin tebliğini mütaakıp tarafların hazır bulundukları alenî tahkikat celsesinde tahkik ve münakaşa edilmesi; c) tahkikat veya muhakeme için muayyen celseye gelmiyen taraf kakkında gıyap kararı ittihaz ve tebliğ olunması; ç) hükümler vicahen verilmiş olsa dahi kanun yollarına müracaat müddetlerinin tebliğ tarihinden cereyan etmesi (HMK. 178 vd.)
2 — Şifahi muhakeme usulü [aim. mündliches Ver)'ahren. — fr. procedure orale]: sulh mahkemeleriyle kanunun tasrih ettiği hallerde - mevcut kanunlarımızda böyle bir sarahat yoktur - asliye mahkemelerinde cereyan eden tahkik ve muhakeme şeklidir (HMK. 473 vd.). Ayırıcı vasfı: a) iddia ve müdafaaların ve her nevi itirazların lâyiha teatisine mecburiyet olmaksızın şifahen arz edilmesi; b) delillerin hasma tebliğine lüzum olmaksızın tahkik ve münakaşa edilmesi; c) vicahen tefhim edi-
HUKUK MUHAKEME USULÜ — HURMET-t GALİZA 133
len hükümlerin kanun yoluna müracaat müddetinin tefhim tarihinden başlaması; ç) muhakemenin yaz tatilinde de görülebilmesi.
3 — Seri muhakeme usulü (aim. beschleunigtes Ver-fahren. — fr. procedure acceleree (urgenU). — lât. processus sine strepitu et figura, simpliciter et de plano *]: mahiyeti itibariyle müstacel olup Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununda veya hususi kanunlarda bu usulün tatbik olunacağı tasrih edilen dâvaların tahkik ve muhakeme tarzıdır. Ayırıcı vasfı: a) lâyihaların teatisi için taraflara verilen müddetlerin kısaltılmış olması; b) iptidai ve esas itirazların birlikte dermeyan mecburiyeti; c) sübut sebeplerinin ibraz ve ikamesi için taraflara ancak bir defa mühlet verilebilmesi (HMUK. 501 vd.)
4 — Basit muhakeme usulü [aim. vereinfachtes yahut summarisckes Verfakren. — fr. procedure som-maire. — lât. sıımmarium, summaria cognitio, processus summarius *]: ihtilafsız kazalarda veya mevcut delillerin ve işin mahiyeti âdi muhakeme usulünün tatbikim lüzumlu kılmadığı ve usul kanunu ile hususi kanunların tasrih ettikleri hususlarda tatbik olunan muhakeme tarzıdır. (HMUK 507 vd). Ayırıcı vasfı: a) dâvanın hasma tebliğ edilecek istida ile ikamesi; b) sübut delillerinin istidaya bağlanması; c) derhal muhakeme günü tâyini ile iki tarafın daveti; ç) delillerin bu celsede tahkik olunması; d) mahkemeye gelmiyen tarafa gıyap kararı tebliğ edilmeksizin gıyabında karar verilebilmesi; e) muhakemelerin yaz tatilinde de görülebilmesi.
HUKUK MÜŞAVİRİ [aim. Rechtsberater, Justitiar, Syndikus, Rechtsbeirat. — fr, conseiller legiste, conse-iller. - lât. syndicusf.
Devlet dairelerinin hukuk işlerini görmek, hukuki meselelerde istişari rey vermek ve idari dâvalarda mensup olduğu daireyi temsil eylemek salâhiyetini haiz olan memurlardır.
Hususi müesseselerin hukuk işlerini gören, hukuki meselelerde istişari rey veren ve bu müesseselerin dâvalarını takibeden hukuk müntesiplerine de hukuk müşaviri denir.
HUKUK NİZAMI bk. Hak.
HUKUK SÜJESİ fci.Hak sahibi.
HUKUK TARİHİ [aim. Rechtsgcschichte. — fr. histoire du droit. — ing. legal history, history of law. — lât. historia iurisj.
Kültür tarihi ile birlikte yürüyen ve hukuki hükümlerin, müesseselerin, nizamların doğuş ve ilerleyişini izah eden bilgi şubesidir.
HUKUK-U ÂDİYE bk. Müşterek hukuk.
HUKUK-U ÂMME (kamu hakları) Mr.Âmme hukuku.
HUKUKU AİLE KARARNAMESİ 1914-1918 Harbi içerisinde, aile hukukunu azçok garp aile hukukuna yaklaştırmak ve müstakar bir hale koymak maksadiyle 25 teşrinievvel 1333 tarihinde neşrolunan kararnamedir.
Bu kararnamenin gerek çok kadın almayı ve gerekse talâkı eski mâna ve mahiyette muhafaza ve teyidey-lemekle Türk aile nizamı üzerindeki tesiri ehemmiyetsiz olmuştur.
Bu kararnamenin tatbikine dair ve 3 kânunuevvel 1333 tarihli nizamname evlenmenin şekil, ilân ve diğer merasim
ve şartlarına dair yeni birçok hükümler koymuş ve nikâhın aktini de mahkeme kararına bağlamıştır.
HUKUK-U ÂMME DÂVASI bk. Âmme dâvası.
HUKUK-U BEŞER BEYANNAMESİ bk. însan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi.
HUKUKLU DÜVEL bk. Devletler umumi hukuku.
HUKUK-U ESASİYE bk. Teşkilâtı Esasiye Kanunu.
HUKUK-U MEPENİYEDEN ISKAT bk. Medeni haklardan iskat.
HUKUK-U MEKTUBE bk. Yazılı hukuk.
HUKUK-U MEVZUA bk. Mevzu hukuk.
HUKUKUN KAYNAKLARI (aim. Rechtsquellen. — fr. sources de droit. — ing. sources of law}.
Hukuk dilinde kaynak kelimesi fertlerce ve mahkemelerce riayeti mecburi olan kaidelerin nasıl ve ne suretle teessüs ettiğini göstermek için kullanılır. Bir memlekette cari olan hukukun dinî veya lâyik olmasına göre kaynaklar da değişir. Hukukun üç kaynağı vardır: 1) örf ve âdet; 2) kanuni 3) kazai ve ilmî içtihatlar (MK. 1) Kazai ve ilmi içtihatların hukuk kaynağı teşkil edip etmediği meselesi kontinantal hukuk doktrininde ihtilaflıdır.
HUKUK-U ŞAHSİYE DÂVASI bk. Şahsi dâva, şahsi hak dâvası.
HUL (hul1) (Es.H.) Nikâhı, bir bedel mukabilinde hul veya emsali bir lâfz ile refetmektir. Karının kabulü ile münakit olur. Meselâ: koca «vereceğin bin kuruş mukabilinde seni hul, ettim» diye icapta bulunup da karı dahi kabul eylese «muhalâa» münakit ve bainen hır talâk vâki olur.
HULÂSA-1 HİSABtYE bk. Hesap hulâsası.
HÜLLE (Kulla) (Es. H.) Üç talâk ile boşanmış olan kadının iddeti hitamında başkasiyle nikâh ve mu-karenetinden hâsıl olan «hildir» ki bundan sonra müfa-rakat vukuu takdirinde kadın iddetten sonra evvelki kocasiyle tekrar izdivacedebilir.
HLLÜV (hulv) (Es.H.) Vaziyet ve kıdemden mütevellit olup kendisinden itiyaz caiz olmıyan mücerret bir haktır.
öteden beri bir mülkün müsteciri olmak gibi ki isticar için rüçhan hakkı bahşetmez.
Peştamallık da hulüv kabîlindendir. Hulüv bazan gedik mukabili olarak da kullanılır.
HÜRMET (hurmat) (Es. H.) Bir şey hakkında şer'an sabit olan memnuiyet demektir; üç kısma ayrılır:
1 — Zarurete mebni sakıt olmıyan hürmettir: başkasını bigayr-i hakkın öldürmek gibi.
2 — Zarurete mebni aslan sakıt olan hürmettir: kesilmeden ölen koyunun etini yemek gibi.
3 — Zarurete mebni sakıt olmayıp yalnız zaruret halinde mütaallâkı olan fiilin işlenmesine taraf - ı sariden rushat verilen hürmettir: zaruret halinde başkasının malını itlaf gibi.
HURMET-1 GALİZA (hurmat-i galiza) (Eş. H.) Üç talâk ile hasıl olan hürmettir. Buna «beynunet-i mugallâza» dahi denir.
134
HURMET-İ HAFİFE — HÜDNE
HURMET-İ HAFİFE (hurmat-i hafîfa) (Es. H.) Bir veya iki talâk-ı bâin ile hâsıl olan hürmettir. Buna «beynunet-i suğra» dahi denir.
HURMET-İ MUVAKKATE (hurmat-i muvakkata) (Es. H.) Sebebinin zevali ile nihayet bulan hürmettir.
HURMET-1 MÜEBBEDE (hurmat'i mu'ahbada) (Es. H.) Sebebi asla zail olmıyan hürmettir.
HUSUMET [aim. Prozessführungsrecht (- befug-nzs), aktive yahut passive Legitimation. — fr. qualite pour ester en justice. — ing. right to sue and be sued. — lât. persona legitima standi in iudicio],
1 — Bir dâvanın ikamesi üzerine davacı ile müd-deaaleyh arasında husule gelen vaziyeti ifade eder. Davacının müddeaaleyhe karşı vaziyeti «müspet husu. met», müddeaaleyhin davacıya karşı vaziyeti « menfi husumet» tir.
Husumet ehliyeti: a) müspet ehliyet; muayyen bir dâvayı açmak ve takibctmek iktidar ve salâhiyetidir ki, buna «dâva ehjiyeti» de denir; b) menfi ehliyet; muayyen bir dâvanın kendisine karşı açılabilmesi ve müddeaaleyh sıfatiyle hareket etmek salâhiyet ve mecburiyetidir. Buna «husumet tevcihi» de denir. Husumete ehliyet şahsın medeni haline ve ihtilâfın mahiyetine göre maddi hukuk kaideleriyle tâyin ve tespit olunur.
Evli kadın husumet ehliyetini haizdir. Kendi namına dâva açabileceği gibi aleyhine de dâva açılabilir (MK. 160). Vasi ancak sulh hâkiminin izniyle husumet ehliyetini iktisabeder (MK. 405).
2 — (husümat) (Es. H.) Hakta dâva ile olan muhasama ve münazaa ki müddeinin hakkı talebetmesi ve müddeaaleyhin ikrar veya inkâr ile cevap vermesidir.
HUSUMETE VEKÂLET bk. Murafaaya vekâlet.
HUSUSİ AF bk. Af.
HUSUSİ HUKUK [aim. Privatrecht. - fr. Droit privee. — ing. private law. — lât. ius privatum].
Fertlerin ve onlarla aynı şartlar içerisinde karşılaşan âmme teşekküllerinin aralarındaki münasebetleri tanzim eden kaide ve esasların kümesidir.
Hususi hukuk münasebetlerinin, tarafları çok defa fertler olmakla beraber, esas ayırıcı vasfı münasebetin hususi mahiyetidir. Buna göre, medeni hukuk, ticaret hukuku, devletler hususi hukuku, hususi hukuk dallarını teşkil ederler.
HUSUSİ İDARELER bk. Vilâyet hususi idaresi.
HUSUSİ MAHKEME [aim. Sondergericht, Sper-zialgericht. — fr. tribunal special]. Muayyen ve mahdut dâva ve ihtilâf lan tetkik etmek üzere kanunla daimî olarak kurulmuş mahkemelerdir. Kuruluş tarzı ve muhakeme usulü mahsus kanununda gösterilir. Sarahat olmıyan yerlerde umumi muhakeme usulü tatbik edilir. İdari mahkemeler, köy ihtiyar heyetinin kaza salâhiyeti, askerî mahkemeler gibi.
HUSUSİ ORMAINLAR bk. Orman hukuku.
HUSUSİ SENET bk. Senet.
HUSUSİ ŞİRKET bk. Şirket.
HÜCCET (huccat) (Es.H.) Lügatte «burhan» manasınadır.
1 — Kadîmen hükmü havi olsun olmasın hâkim tarafından tanzim olunan vesaika denirch. Ahiren, hâkim huzurunda ikrara ve takrire, akitlere, vasi nasbi ve izin itası gibi - hükmü ihtiva etmiyen - hususlara dair tanzim olunan vesikalara ıstılah olmuştur. Bu vesikalarda alelekser hâkimin imzası vesikanın altında olmayıp .üstünde bulunur. Verasetin sübutu, nafakanın takdiri gibi işlere ait olan ve hâkimin imzası balâsına mevzu bulunan vesikalara da «hüccet» denir. Bunlara hüccet denmesi hıfzolunup icarımda ihticacolunmak münasebe-tiyledir. Hüccetin cem'i «hücec» tir. Hüccetler muamelenin nev'ine göre isim alırlar: ikrar, vasi ve saire hüccetleri gibi.
2 — Delil demektir ki, beyyine, ikrar, yemin, yeminden nükûl, kasame, karine-i katladır. Bazı ulemaya göre ilm-i kadi, yani hâkimin hâdiseyi evvelden bilmesi de hüccet sayılır.
HÜCCET-1 DAFİA (huccat-i dSfi'a) (Es. H.) Bir şeyi ispatta Helil olmayıp talep ve iddiayı defide delil olan hüccettir; istishap gibi. Meselâ hayatı, istishap tarikiyle sabit olan mefkudun veresesi «ihtimal ki ölmüştür» diye malım beyinlerinde taksim edemezler.
İstishap veresenin bu husustaki talep ve iddialarını defide hüccettir. Fakat istishap mefkudun irse istihkakında, yani başkasının vâris olması hususunda delil ve hüccet olamaz.
HÜCCET-1 KAASIRA (huccat-i kâsira) (Es. H.) Şahsa maksur ve münhasır olup başkasına sirayet etmiyen hüccettir: ikrar ve yeminden nükûl gibi.
HÜCCET-1 MÜSBİTE (hucçat-i muşbita) Bir şeyi ispatta delil olan hüccettir: şahadet gibi. Buna «hücceti muzlime» de denir.
HÜCCET-1 MÜTAADDİYE (huccat-i muta addiyya) (Es. H.) Hükmü yalnız taraflara münhasır kalmayıp dâva ile sair alâkadar olanlara da sirayet ve tecavüz eden beyyinedir; nesebi veya mülkiyeti ispat eden şahadet gibi.
HÜCCET-1 ZAHRİYE (huccat-i zahriyya) (Es. H.) Zahrında sebebi tahrir olunan hükmün tasdikli suretini havi hüccettir.
HÜCRE HAPSİ SİSTEMİ [aim. Zellenhaftsystem, Einıelhaftsystem. — fr. systeme cellulaire. — ing. celi system].
Mahkûm olan bir kimseyi geceli gündüzlü bir hücreye koymak demektir, ilk defa, «Pensilvanya» da tatbik edildiği için «Pensilvanya sistemi» ismiyle de anılır. Bütün mahkûmların bir arada karışık bir surette bulundurulmaları usulüne karşı bulunmuş bir sistemdir. Bazı mahzurları görüldüğü için, bir zamanlar bütün Avrupa hapishaneleri nizamına girdiği halde son zamanlarda kıymetini kaybetmiş, bunun yerine yalnız geceleri tecrit UaUİü tercih edilmeye başlanmıştır. Ceza Kanununun bugünkü hükümlerine göre (çünkü hücre hakkındaki hükümler birçok defalar değişmiştir) ağır hapse mahkûm olan kimse cezasının ilk kısmını (yirmide birini) hücrede geçirmeye mecburdur. Bu hücre müddeti bir aydan aşağı ve altı aydan fazla olamaz (CK. 13).
HÜDNE (lıııdna) (Es. H.) Harbîler ile müsalâha akdetmektir, bir bedel mukabilinde olsun olmasın. Buna mühadenet, müvadaa, müsalemet, muahede de denir.
HÜKMEN BALİĞ - HÜKÜM
135
HÜKMEN BALİĞ (iıukman hâlis) (Es.H.) Sinni bulûğun müntehasına varıpda kendisinden âsar-ı bulûğ zahir olmiyan kimsedir.
HÜKMEN TAKDİR bk. Kazaen takdir.
HÜKMİ ŞAHISLAR (tüzel kişiler) bk. Şahıs.
HÜKR (Es. H.) Üzerindeki binanın ve ağaçların bekası kasdiyle mevkuf arzın icarıdır, /care-i tavîle kabîlind endir.
HÜKÜMET [aim. Regierung.— fr. gouvernement. — '"g- government. — lât. gabernatio, gubernator (gubernator es), ğubernium */•
I — Şu anlamlarda kullanılır:
1 — İcra kuvvetinin, devlet işlerinin yüksek idaresini hedef ittihaz eden ve bir memleket siyasetinin umumi istikametini tâyin eyliyen en yüksek vazifeyi ifa eylemesidir ;
2 — Bu vazife ile mükellef uzuvların cümlesine birden de denir;
3 — Kuvvetlerin ayrılması rejiminde icra kuvveti mümessillerinin mecmuudur;
4 — Parlâmanter rejimde memleket işlerinde parlâmento karşısında me9Uİ vekillerin teşkil ettiği heyettir.
II — Demokrasi bakımından kükümet aşağıdaki kısımlara ayrılır:
1 — Doğrudan doğruya hükümet sistemidir ki, bundan bizzat halk, araya kendi mümessillerini sokmak-sızın veya onlarla iş birliği yapmaksızın, devlet hayatı için lâzım olan bütün akit ve tasarrufları veya bunların bazısını yapar ;
2 — Temsilî hükümet rejimi olup bunda halk, hâkimiyetin icrasını ekseriya intihabettiği bir veya birçok şahıslara veya heyetlere tevdi eder ki, bunlar millet namına hareket ve karar ittihaz eylerler.
3 — Yarı temsilî hükümet tarzıdır ki bu, mutavassıt bir vaziyet olup halk mümessillerinin kararlan hukukan tamam olmak için yine halkın sarih tasdikine arz edilir (referandum).
III — Kuvvetlerin ayrılması bakımından hükümet iki şekil gösterir:
1 — Meclis hükümeti tarzıdır ki bunda meclis icra kuvvetini tâyin, azil, sevk ve idare eder ve onu bir memuru derecesine indirir. Bu hükümet şekli Fransada 1792 — 1795 tarihinde teessüs etmiş ve «Convention» namını almıştır. Yeni Türk devletinin 20 ocak 1337 (1921 ) tarihli Teşkilâtı Esasiyesi, devletin idaresini Büyük Millet Meclisine tevdi ettiği ve meclis hükümet azasını intihabetmek ve hükümete veçhe tâyin eylemek haklarına malik olduğu ve meclis reisi İcra Vekilleri Heyetinin de reisi bulunduğu için 20 nisan 1340 tarihli Teş. kilâtı Esasiye Kanununa kadar yeni Türk devletinde «Meclis hükümeti» tarzı cereyan eylemiştir.
2 — Reislik hükümetidir ki ayırıcı vasfı aynı zamanda hem devletin, hem hükümetin şefi olan reisin şahsında temessül eden icra kuvvetinin meclislere karşı
haiz olduğu istiklâldir. Birleşik Amerika bunun en mütekâmil şeklidir.
3 — Parlâmento hükümetidir ki bunda devlet işlerinin idaresini parlâmento ile ona karşı siyaseten me-
sul olan kabine ve gayrimesul olan devlet reisi arasından yapılan iş beraberliği temin eyler.
IV — Hukuki vaziyeti taayyün edip meşruiyeti kabul olunan hükümete, hukuki hükümet; bir ihtilâl, bir hükümet darbesi ile iktidarı elde eden hükümete fiilî hükümet denir.
HÜKÜMET-1 ADİL (hukümat-i 'adi) (Es.H.) Gayrimukadder bir erş, (tazminat) tır, yani miktarı 'şera'n muayyen olmayıp ehli vukufun usulü dairesinde takdir ve tâyin edeceği diyettir. Buna; «hükmül adil» de denir. Şöyle ki: yarası iyileştikten sonra kendisinde aybı mucip bir eser kalan mecruh, memlûk farz edilerek, bir kere o eserden salim, bir kere de o eser ile ayıplı bulunduğu halde kendisine ehl-i vukuf marifetiyle bir kıymet takdir olunur. Bu iki kıymet arasında tefavüt, salimen kıymetin kaçta birine müsavi ise o nispette diyet miktarı hükümet-i adildir.
Meselâ: mecruha salimen yüz lira, ayıplı olarak doksan lira takdir olunsa aradaki on lira salimen kıymetin onda birine müsavi olduğundan diyetin onda biri olan yüz dinar, hükümet-i adil olur.
Kezalik mecruha salimen on bin, ayıplı olarak sekiz bin kuruş takdir olunsa iki kıymet arasındaki iki bin kuruş salimen kıymet olan on bin kuruşun beşte biri olduğundan, bu halde diyetin beşte biri olan iki bin dirhem hükümet-i adil olmuş olur.
HÜKÜMET MERKEZİ (Devlet merkezi) (Başkent). [aim. Regierungssitz, Hauptstadt. — fr. siege du gou-vernement, capitate. — ing. seat of government, capital. — lât. urbs, caput (regionis 'yahut gentis) J.
Devlet reisinin ve teşri uzvu ile en yüksek icra uzvunun (icra vekillerinin) mûtat olarak vazife gördükleri şehirdir. Türkiyeninki Ankaradır (Anayasa. 1).
HÜKÜMET MUAMELELERİ, (Tasarrufları) (işlemleri), [aim. Regierungsakte. — fr. actes de gou-vernement. — ing. governmental acts, executive acts].
Hükümet ve idarenin; mahiyet ve bünyeleri itibariyle kazai murakabeye tâbi tutulamıyan ve iptal dâvasına mevzu olamıyan tasarruflarıdır. Bu tasarrufları diğer idarî muamele ve tasarruflardan ayıran bir kri-teryum bulunamadığından bunlar ancak içtihatla taayyün etmekte, bazan da bir kanun muayyen bir tasarrufu kazai murakabenin dışında bırakmak suretiyle ona bu mahiyeti tanımaktadır. Bu suretle hükümet tasarrufu sayılan tasarruf ve muameleler devletin dış siyasetini, örfi idare ilânı, nakil ve iskân işleri gibi iç emniyetine taallûk eden fevkalâde tedbirler ve hukuki olmaktan ziyade siyasi mahiyet arz eden tasarruflardır.
HÜKÜMET-ÜL-ELEM (hukümat al-alam) (Es.H.) Şecce veya cirahası iyileşip de eseri kalmamış olan meşcuc veya mecruh için çekmiş olduğu elemden dolayı ehl-i vukufun takdir edeceği bir erş, bir zaman .demektir. Bu, «hükümet-ül-adl-fil-elem» mânasındadır. Buna «erş-i elem», yani «acı bedeli» de denilmektedir.
HÜKÜM [aim. Entscheidung, Urteil, Beschluss. — fr. sentence, jugement, arret. — ing. judgment, decision, order, rule, decree, advice (judicial Commitee of the Privy Counsel), Speach (House of Lords), sentence (criminal courts). — lât. sententia].
I — Aşağıdaki anlamlarda kullandır :
136 HÜKÜM -
1 — Hukuk- muhakemeleri usulünde, hâkimin, tahkikat ve muhakeme neticesinde, taraflara yükletilen külfeti, vazifeyi ve tanınan hakları ve salâhiyetleri gösteren beyanı, yani niza ve ihtilâfı neticelendiren karardır (HMUK. 382-393).
2 — Ceza muhakemeleri usulünde; hâkimin son tahkikatı bitiren ve maznunun beraetine veya mahkûmiyetine veya duruşmanın tatiline veyahut dâvanın düşmesine dair olan beyanıdır (CMUK. 253, 257, 260, 261)., Daha geniş anlamda olan «karar» terimi «hükmü» de şümulü içine alır (HMUK. 382 - 386; CMUK. 31-38).
3 — Vicahi hüküm [aim. kontradiktorisches Urfeil, Entschtidung auf Grund mündlicher¦ Verhandlung.— fr. jugement condradictoire]: hukuk /muhakemeleri usulünde iki tarafın; ceza muhakemeleri usulünde maznunun iddia ve müdafaası dinlendikten, tahkikat, muhakeme veya duruşma bunların huzurlariyle yapıldıktan sonra verilen hüküm dür. Hukuk muhakemeleri usulünde; hüküm için muayyen olan celsede iki taraf veya biri hazır bulunmasa bile verilecek hüküm vicahi addolunur (HMUK. 410).
4 — Giyabi hüküm [aim. Versâumnisurteil. — fr. jugement par defaut. — ing. judgment by default]: hukuk muhakemeleri usulünde muayyen günde tahkikat veya muhakeme celsesine gelmemesi veya gelip de cevap, tan kaçınması yüzünden iki taraftan birini dinlemeksi-zin hâkimin verdiği hükümdür. Türk hukukunda gıyabi hükümler aleyhinde itiraz yolu yoktur (HMUK. 398-412).
Ceza muhakemeler usulünde; mahdut ve muayyen hallerde suçlunun huzuruna bakılmaksızın yapılan duruşma neticesinde verilen hükümdür (CMUK. 224 - 226, 270).
5 —- Katî hüküm - [aim. endgültige (mit Rechts-mittel nicht anfechtbare) Enstcheidung. — fr. jugement definitif. — ing. final, definitive judgment. — lât. sententia definitiva]: katî olarak verilen, yani aleyhine kanun yollarına müracaat imkânı olmıyan hükümdür: sulh mahkemelerinde verilen ve iki bin beş yüz kuruşa kadar olan alacak dâvalarına ait hükümlerle ceza mahkemelerinde verilen yirmi liraya kadar hafif para cezalarına dair olan hükümler gibi (HMUK. 427; CMUK. 305). Askerî ceza hukukunda kısa hapis cezalarını tazammun eden hükümler de katîdir.
II— (Hııkm) (Es. H.) 1 — Lügatte bir şeyi diğerine isnadeylemektir. Mantık ıstılahında bir şeyin âhar bir şey üzerine icaben veya selben varit olmasıdır. Meselâ «usul-ü fıkıh güçtür» dediğimizde güçlüğün us'ul-ü fıkıh ilmine nispeti icabi ve «sak ilmi güç değildir» cümlesinde güç olmamasının nispeti selbî birer hükümdür.
Usul İstılahında, iktiza veya tahrir veya vazı suretiyle mükelleflerin fiillerine taallûk eden hitabın eseridir. Bu eser ya mükellefin fiillinin eseri veya sıfatı olur.
Meselâ: beyide beyi fiilinin hükmü mülkiyettir. Yani müşterinin satılan eşya ve bayiin tesmiye kılınan semene malik olması beyi fiilinin eseridir. Kezalik hibe ve miras suretiyle bir adam mevhup mala ve terekeden hissesine malik olur. Burada da mülk bir hükümdür. Çünkü ma-likiyet hibe ve tevrisin eseridir. Kezalik akd-i icarede müstecir mecurun menfaatine malik olur ki mülk-ü menfaat bir hükümdür. Çünkü, icar ve isticar fiilinin eseridir.
Kefalette mutalebe hakkı ve havalede borcun intikali kefalet ve havel fiilinin eserleridir. Binaenaleyh bunlar birer hükümdür. Bu nevi hükümlerden füru-u fıkıhta yani hukuk meselelerinde bahsolunur. Veyahut
HÜRRİYET
bu eser mükellefin fiilinin sıfatıdır. Bu nevi hükmün mefhumunda evvelen ve bizzat ya dünyevi ya uhrevi maksatlar muteberdir. Mefhumunda evvelen ve bizzat dünyevi maksatla muteber olan sıfatlar sıhhat, bulan, fesat, inikat, nefaz ve lüzum kısımlarına ve mefhumunda evvelen ve bizzat uhrevi maksatları muteber olan sıfatlar da vücup, hürmet, kerahat kısımlarına ayrılır.
2 — Hâkimin muhasamayı fasleylemesidir.
HÜKM-Ü ZIMNİ (Hukm-i zımniyy) (Es. H.) Zımnen vâki olan hükümdür. Meselâ bir kimse diğer bir kimse aleyhine «benim filân şahıs zimmetinde sabit olacak şu kadar kuruş alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin» diye dâva ve o kimse kefaleti ikrar ve deyni inkâr etmekle müddei, deyni ispat ederek hâkim dahi hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarahaten ve asî! gaip aleyhine zımnen hükmolur.
HÜKÜMDARLIK bk. Monarşi.
HÜKÜM FIKRASI [aim. Urteilsformel. - fr. dispositif d'un jugement],
Hukuk muhakemeleri usulünde; nihai kararın iki tarafa yükletilen vazife ve bahşedilen hakları tâyin ve tespit eden kısımdır (HMUK. 388, 389).
Ceza muhakemeleri usulünde; son tahkikat ve duruşma sonunda verilen kararın, maznunun beraetine veya mahkûmiyetine veya duruşmanın tatiline veya dâvanın düşmesine dair olan kısmıdır (CMUK. 253-261). Hüküm fıkrası «esbabı mucibe» ye tekabül eder.
HÜKÜMLERİN TAVZİHİ [aim. Urteilsberichti. gung. — fr. interpretation des jugements].
Müphem ve gayrivazıh olan veya mütenakız fıkraları ihtiva eden hüküm ve nihai karardaki iphamı ve vuzuhsuzluğu veya tenakuzu gidermek, böyle bir hüküm ve kararın mâna ve şümulünü tâyin etmektir (HMUK. 455, 456; CMUK. 402; As.MUK. 279).
HÜKÜMLÜ bk. Mahkûm.
HÜKÜMRANLIK (Egemenlik) bk. Hâkimiyet.
HÜKÜM SEBEPLERt [aim. Entscheidungsgründe. Urteilsgründe.— fr. motifs du jugement.— ing. reasons for decision. — lât. rationes decidendi].
İhtilâfı sona erdiren kararı vermeye hâkimi sevk eden sebepler, âmiller, hükmün istinadettiği sebepler, delillerdir.
HÜNSA (liungâ) (Es. H.) Kendisinde erkek ve kadın uzvu bir arada bulunan veya hiçbiri olmıyan kimsedir.
HÜNSA-1 MÜŞKİL (hunşa-yi muşkil) (Es. H.. Erkek ve kadın uzuvlarından her ikisi kendisinde bulunan ve fakat bu uzuvlardan birinin fiil ve hareketi ve teşekkülü diğerine takaddüm ve galebe etmediği cihetle hali taayyün etmiyen hünsadır.
HÜR (hur) (Es. H.) Rıktan . kölelikten - azade olan kimsedir. Mukabili; «abd» dır. Cem'i «ahrar» dır,
HÜRRE-1 MÜKELLEFE (hurra-i mukallafa) (Es. H.) Akıl ve baliğ olan hür kadındır.
HÜRRİYET [aim. Freiheit. — fr. liberie. — ing freedom, liberty. — lât. libertas]-
HÜRRİYET
Ferdin dilediği gibi hareket eylemesi, binaenaleyh onun muayyen bir faaliyetini meni veya tahdidedici bir kaidenin bulunmamasıdır. Hürriyetin, siyasi ve ferdî kısımları vardır:
1 — Siyasi hürriyet, halkın kendisini ya doğrudan doğruya bizzat veya intihabettiği mümessiller vasıtasiyle idare etmesi hakkıdır. Siyasi hürriyet demokrasi rejimini tazammun eder. Bu mânada demokrat teşkilâtı esasiyeler, demokrat hükümetler denildiği gibi hür teşkilâtı esasiyeler, hür hükümetler de denilir.
2 — Ferdî hürriyet, şahsa, kendi faaliyetinin inkişafı için kanun ve kaza kuvvetinin murakabesi altında temin edilen iktidar ve salâhiyetlerdir ki, idare edenler bunları yalnız umumi hayatın icaplarına göre tensik etmekle mükelleftirler; mezhep, 'din, vicdan, basın, dernek kurma hürriyetleri gibi (Anayasa 68 vd.).
hürriyet! bağliyan cezalar [aim. Fret-
hertsstrafen. — fr. peines privatives de la liberte (p. e. reclusion, prison). — ing. penalties restricting liberty]¦
Müebbet ve mevakkat ağır hapis, hapis, sürgün ve hafif hapis cezalandır (ck. 11, 13-15, 18, 21; As. ck. 20 - 23).
hüsnüniyet İki türlüdür:
1 — Objektif hüsnüniyet (doğruluk ve inan) [aim. Trea und Glauben. — fr. bonne foi (loyaute). — ing. good faith, bona fides. — lât. bona fides]: insanlar arasındaki münasebetleri kanun, örf ve âdetten başka
— ISTILAH 137
tanzim eden ve hukuk dışında mevcut olan ahlâk, âdap, haysiyet, şeref, doğruluk, nezahet, insaniyet ve saire gibi objektif esaslara denir. Bu anlamda hüsnüniyet bütün hukukumuzun temelidir. Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir (MK. 2). Meselâ : bir kahvede mûtat istihlâkin bahşettiği oturma müddetinin lüzumundan fazla uzatılması bu mânadaki hüsnüniyete aykırıdır.
2 — Sübjektif hüsnüniyet (iyi niyet) [aim. gater Glaube. — fr. fonne foi. — ing. good faith, bona fides. — lât. bona fides]: insanların hukuki münasebetlerinde kanunca korunan bilgi ve niyetleridir. Bu esas aynî hakların kazanılmasında ve kaybedilmesinde bilhassa önemlidir. Aynî hakların muteber bir surette iktisabı için iktisabedenin iyi niyet sahibi olması yani diğer tarafın menkul şey üzerinde tasarruf hakkını haiz olmadığını veya tapu siciline kaydedilmiş bir hakkın yolsuz olarek kaydedilmiş olmadığını bilmemesi yahut bilmesi lâzım gelmemesi şarttır (MK. 3, 901 - 904, 931, 932; TK. 687).
HÜVİYET [aim. Identitat. — fr. identite. — ing. identity].
Şahsiyete taallûk eden unsurların, hal ve şartların heyeti umumiyesi, yani şahısları ayıran vasıflarıdır.
Adlî muamelâtta hüviyet: 1) Tâbiiyet; 2) ikametgâh ve mesken; 3) ad; 4) soyadı; 5) baba adı; 6) doğum tarihi; 7) sanat ve sair ayırıcı vasıflarla tespit olunur, (HMUK. 110, 260; CMUK. 61, 135).
HÜVİYET CÜZDANI bk. Nüfus hüviyet cüzdanı.
IHTİTAF (İhtilâf) (Es. H.) Bir malı sahibinin
elinden veya hanesinden alenen kapıp almaktır.
IHVE-İ MÜTEFERRİKÎN (İhva-i mutafarrikin) (Es. H ) Ana baba bir, yalnız baba bir ve yalnız ana bir erkek kardeşlerdir. Müenncsine «Ahavât-ı müteferrikat» denir.
IKTA' (İklâ') (Es.H.) Mülkiyeti devlete ait arazinin rakabesini veya menfaatini hazinede istihkakı bulunan kimseye üliilemr tarafından vermektir.
IKTAAT (İkjâ'ât) (Es. H.) Arazi-i mevattan olan veya sahibi bulunmıyan ve üzerinde imaret eseri olmıyan yerlerden olup ülülemr tarafından müstahakkına ihya ve imar etmesi için tahsis ve temlik edilen arazi parçalarıdır- Bunlar arazi-i haraciye dâhilinde ise haraca, arazi-i öşriye dâhilinde ise öşre tâbi olur. Mamafih ra-kabesi beytülmale ait olmakla beraber yalnız haracı bir müstehikıne tevcih ve temlik olunan araziye «ıktaat» denilmesi daha şayidir.
İKTAAT-I MEVKUFE (İkt'ât-i mavkfifa) (Es. H.) Ülülemr tarafından beytülmalde istihkakı olan bir zata temlik suretiyle ita, veya beytülmalden müsevvigat-ı şer'îyesi dairesinde iştira, yahut ülülemrin müsaadesiyle berveçhi mülkiyet ihya edilmiş olup maliki canibinden bir cihete vakfedilen arazi demektir.
INNİN Ctnnin) (Es. H.) Erkeklik uzvu olduğu halde karısına mukarenete muktedir olmıyan erkektir. «Akağa» tâbir olunur.
IRDA (İrza') (Es. H.) Emzirerek süt vermek demektir.
IRZA GEÇMEK [aim. gewaltsame Unzucht. - fr viol - ing. rape, construpration. - lât. stuprum, pulsatio ]
Rızası olsun olmasın, on beş yaşını bitirmemiş veya cebir, şiddet, tehdit kullanmak suretiyle on beş yaşını bitirmiş bulunan bir kimse ile, yahut akıl veya beden hastalığı, fiilden ayrı bir sebep veya hileli vasıtalar kullanılması yüzünden mukavemet edemiyecek halde bulunan kimse ile, cinsî münasebette bulunmaktır (CK. 414, 415).
IRZA TECAVÜZ bk. Âdab-ı umumiye aleyhine suçlar.
ISBI ('İşba') (Es.H.) Parmak, karınları birbirine muttasıl altı arpaya müsavi miktardır. Cem'i «Esâbi'»dir.
ISTILAH (Iştilâh) (Es. H.)Lûgatte ittifak mâna-sınadır.
İlim ve fen erbabının bir lâfzı mâna-yı aslisinin gayrı bir mânada istimalde ittifaklarıdır. Meselâ: lügatte takdim mânasına olup ivazlardan birisi müeccel, diğeri muaccel olan akitte istimal olunan «selem» lâfzı fuka-
HÜRRİYET - ISTILAH
137
Ferdin dilediği gibi hareket eylemesi, binaenaleyh onun muayyen bir faaliyetini meni veya tahdidedici bir kaidenin bulunmamasıdır. Hürriyetin, siyasi ve ferdî kısımları vardır:
1 — Siyasi hürriyet, balkın kendisini ya doğrudan doğruya bizzat veya intihabettiği mümessiller vasıtasiyle idare etmesi hakkıdır. Siyasi hürriyet demokrasi rejimini tazammun eder. Bu mânada demokrat teşkilâtı esasiyeler, demokrat hükümetler denildiği gibi hür teşkilâtı esasiyeler, hür hükümetler de denilir.
2 — Ferdî hürriyet, şahsa, kendi faaliyetinin inkişafı için kanun ve kaza kuvvetinin murakabesi altında temin edilen iktidar ve salâhiyetlerdir ki, idare edenler bunları yalnız umumi hayatın icaplarına göre tensik etmekle mükelleftirler; mezhep, 'din, vicdan, basın, dernek kurma hürriyetleri gibi (Anayasa 68 vd.).
HÜRRİYETİ BAGLlYAN CEZALAR [aim. Frei-heftsstrafen. — fr. peines privative* de la liberte (p. e, reclusion, prison). — ing. penalties restricting liberty/.
Müebbet ve mevakkat ağır hapis, hapis, sürgün ve hafif hapis cezalarıdır (CK. 11, 13-15, 18, 21; As. CK. 20 - 23).
HÜSNÜNİYET İki türKidür:
1 — Objektif hüsnüniyet (doğruluk ve inan) [aim. Tren und Glauben. — fr. bonne foi (loyaute). — ing. good faith, bona fides. — lât. bona fides/: insanlar arasındaki münasebetleri kanun, örf ve âdetten başka
tanzim eden ve hukuk dışında mevcut olan ahlâk, âdap, haysiyet, şeref, doğruluk, nezahet, insaniyet ve saire gibi objektif esaslara denir. Bu anlamda hüsnüniyet bütün hukukumuzun temelidir. Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine riayetle mükelleftir (MK. 2). Meselâ : bir kahvede mûtat istihlâkin bahşettiği oturma müddetinin lüzumundan fazla uzatılması bu mânadaki hüsnüniyete aykırıdır.
2 — Sübjektif hüsnüniyet (iyi niyet) [aim. guter Glaube. — fr. fonne foi. — ing good faith, bona fides. — lât. bona fidesi: insanların hukuki münasebetlerinde kanunca korunan bilgi ve niyetleridir. Bu esas aynî hakların kazanılmasında ve kaybedilmesinde bilhassa önemlidir. Aynî hakların muteber bir surette iktisabı için iktisabedenin iyi niyet sahibi olması yani diğer tarafın menkul şey üzerinde tasarruf hakkını haiz olmadığını veya tapu siciline kaydedilmiş bir hakkın yolsuz olarek kaydedilmiş olmadığını bilmemesi yahut bilmesi lâzım gelmemesi şarttır (MK. 3, 901 -904, 931, 932; TK. 687).
HÜVİYET [aim. Identitat. — fr. identite. — ing. identity].
Şahsiyete taallûk eden unsurların, hal ve şartların heyeti umumiyesi, yani şahısları ayıran vasıflarıdır.
Adlî muamelâtta hüviyet: 1) Tâbiiyet; 2) ikametgâh ve mesken; 3) ad; 4) soyadı; 5) baba adı; 6) doğum tarihi; 7) sanat ve sair ayırıcı vasıflarla tespit olunur. (HMUK. 110, 260; CMUK. 61, 135).
HÜVİYET CÜZDANI bk. Nüfus hüviyet cüzdanı.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...