IHTİTAF (İhtilâf) (Es. H.) Bir malı sahibinin
elinden veya hanesinden alenen kapıp almaktır.IHVE-İ MÜTEFERRİKÎN (İhva i mutafarrikln) (Es. H ) Ana baba bir, yalnız baba bir ve yalnız ana bir erkek kardeşlerdir. Müennesine «Ahavât-ı müteferrikat» denir.
IKTA'(İkıa') (Es.H.) Mülkiyeti devlete ait arazinin rakabesini veya menfaatini hazinede istihkakı bulunan kimseye ülülemr tarafından vermektir.
IKTAAT (İklâ'âj) (Es. H.) Arazi-i mevattan olan veya sahibi bulunmıyan ve üzerinde imaret eseri olmiyan yerlerden olup ülülemr tarafından müstahakkına ihya ve imar etmesi için tahsis ve temlik edilen arazi parçalarıdır. Bunlar arazi-i haraciye dâhilinde ise haraca, arazi-i öşriye dâhilinde ise öşre tâbi olur. Mamafih ra-kabesi beytülmale ait olmakla beraber yalnız haracı bir müstehikıne tevcih ve temlik olunan araziye «ıktaat» denilmesi daha şayidir.
IKTAAT-I MEVKUFE (İkt'ât i mavküfa) (Es. H.) Ülülemr tarafından beytülmalde istihkakı olan bir zata temlik suretiyle ita, veya beytülmalden müsevvigat-ı şer'îyesi dairesinde iştira, yahut ülülemrin müsaadesiyle
berveçhi mülkiyet ihya edilmiş olup maliki canibinden
bir cihete vakfedilen arazi demektir.
INNİN Clnnln) (Es. H.) Erkeklik uzvu olduğu halde karısına mukareuete muktedir olmiyan erkektir. «Akağa» tâbir olunur.
IRDA (İrza') (Es. H.) Emzirerek süt vermek demektir.
IRZA GEÇMEK [aim. gewaltsame Unzucht. - fr vio-l - ing. rape, construpration. - lât. stuprum, pulsatio /
Rızası olsun olmasın, on beş yaşını bitirmemiş veya cebir, şiddet, tehdit kullanmak suretiyle on beş yaşını bitirmiş bulunan bir kimse ile, yahut akıl veya beden hastalığı, fiilden ayrı bir sebep veya hileli vasıtalar kullanılması yüzünden mukavemet edemiyecek halde bulunan kimse ile, cinsî münasebette bulunmaktır (CK. 414. 415).
IRZA TECAVÜZ bk. Âdab-ı umumiye aleyhine suçlar.
ISBI ('İşba') (Es. H.) Parmak, karınlan birbirine muttasıl altı arpaya müsavi miktardır. Cem'i «Esâbi'»dir.
İSTILAH (Iştilâh) (Es. H.)Lûgatte ittifak manasınadır.
İlim ve fen erbabının bir lâfzı mâna-yı aslisinin gayrı bir mânada istimalde ittifaklarıdır. Meselâ: lügatte
takdim mânasına olup ivazlardan birisi müecceli diğeri
muaccel olan akitte istimal olunan «selem» lâfzı fuka-
138
İSTILAH - tADE
hanın peşin para ile veresiye mal almak mânasına vazr ve tahsiste ittifakları gibi.
Kelimelerin lügat mânalariyle ıstılah mânaları arasında münasebetin vücudu şart değildir. Bazan münasebet bulunnr, bazan da bulunmaz.
Bİr kelimenin mâna-yı lûgavîsi ile ıstılahisi arasında münasebet olduğu takdirde bu lâfza «menkul», olmadığı takdirde «mürtecel» denir.
ITK ('Itk) (Es. H.) Mevlânın memlûkü üzerinde olan malikiyet hakkının veçh-i mahsus ile sukut etmesidir; memlûk bu sayede azat olarak hürriyete kavuşur.
Maahaza ıtk kelimesi «îtak» mânasına da müstameldir.
ITK-ALÂ CU'L ('İtki 'alâcu'l) (Es. H.) Cins ve miktarı malûm, mütekavvim bir mal üzerine yapılan îtaktır ki, memlûk bunu duyup bildiği mecliste kabul edilince derhal azat olur, velev ki o malı fil-hal tediye etmesin.
ITK-I BA'Z ('İtki ba'i) (Es. H.) Memlûkü kısmen azadetmektir. Meselâ : mevlânın kölesine «senin nısfını azadettim» demesi gibi. Bir kavle göre köle üzerinde mevlâsının yalnız yarı hakkı zail olur. Köle mütebaki nısıf kıymetini ödiyerek esaretten kurtulur. Diğer kavle göre derhal azat olur.
ITK-I KÜL ('İlki kull)(Es. H.) Memlûkü tamamen azadetmektir. Bir mevlânın müstakillen malik olduğu kölesine «seni ıtkettim» demesi gibi.
ITK-I MUALLAÂK ('İtki mu'allak) (Es. H.) Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtıktır. «Şu işi yaparsan hürsün» denilmesi gibi. Memlûk o işi yapınca azat olur.
ITK-I MÜBHEM (İtki mııhbam) (Es. H.) Mütaaddit memlûklerden lalettayin birini veya birkaçını azadetmektir. Bir mevlânın iki kölesine hitaben «sizden birinjz hürsünüz » demesi gibi. Bu halde mevlâ azadettiği köleyi sarahaten veya zımnen tâyin ve beyana mecbur olur'
ITK-I MÜNECCEZ (Itk-i muncaz) (Es. H.) Bir şartla muallâk, bir zamana muzaf olmıyan ıtıktır. «Sen hürsün», «seni azadettim» diye yapılan ıtıklar gibi ki, köle veya cariye derhâl azat olmuş olur.
ITK-I MÜŞTEREK (İtki mu§tarak) (Es. H.) İki veya daha ziyade kimsenin malik oldukları bir köle veya cariyeyi birlikte azadetmeleridir.
ITK-I MUZAF (İtk-i muzof) (Es H.) Bir zamana izafe edilmiş olan ıtıktır: «sen şu ayın nihayetinde hürsün» denilmesi gibi ki, o ay nihayet bulunca ıtk vukua gelir.
ITKNAME Cİtk-nâme) ( Es. H.) Azadedilmiş olan köle veyacariyeye itkini natık olmak üzere verilen vesikadır.
ITK - UN - NEŞEME (ttk un-nasmu) (Es. H.) Azadedilmek üzere alınmış olan köleyi azadetmektir; Vasinin müteveffa mûsi namına bir köle alıp azad-eylemesi gibi.
İVAZ ŞARTİYLE HİBE (İvaz şartiyle hiba) (Es. H.) Mevhub-un-leh tarafından vahibe ivaz, yani mal-i mevhuba bedel muayyen bir mal verilmek şartiyle tak-yidedilerek akd olunan hibedir: bir kimsenin şu makule ivaz vermek, yahut kendisinin miktarı malûm deynini eda etmek şartiyle birine bir şey hibe etmesi ve yine bir kimsenin ölünceye kadar kendisini beslemek şartiyle mülk akarını birine hibe ve teslim etmesi gibi.
IYAL (İyâl) (Es. H.) Bir kimse tarafından infak edilen veya edilmesi lâzım gelen kimselerdir.
IZTIRAR (İztirâr) "(Es. H.) Memnu olan bir işi işlemeye muztar kalmak demektir; iki kısma ayrılır:
1 — Dahilî bir sebepten neşet eden ıztırardır. Buna «ıztırar-ı semavi» de denir: açlık gibi.
2 — Haricî bir sebepten ilerigelen ıztırardır. Buna «ıztırar-ı gayrisemavi» de denir: ikrah-ı mülci gibi.
IZTIRAR HALİ [aim. Notstand. — fr. etat de necessite, cas de necessite. — ing. necessity. — lât. necessitas.J
1 — (HH) Kendisini veya diğerini, zarardan yahut derhal vuku bulacak bir tehlikeden vikaye için, ahar şahsın mallarına halel iras etmektir (BK. 52 f2). Aynı sebepler altında bir diğerin mülküne tecavüzdür (MK. 677).
2 — (CH) Kendisini veya başkasını, vukuuna bilerek mahal vermediği ve başka türlü tahaffuz imkânı da bulunmıyan ağır, muhakkak ve şahsa yöneltilmiş bir tehlikeden korumak için işlenilmiş suçlarda, failin mesuliyetini kaldıran haldir. Aynı anlamda «Zaruret hali» terimi de kullanılır (CK. 49 b. 3).
İADE /aim. Riickerstattung, Zurückerstattung, Auslieferung (Is.) Herausgabe (Al.). — fr. restitution. — ing. restitution, return — lât. restitutio].
Bir şeyin haksız iktisap olunmasından dolayı veya kanuni bir emrin ifası maksadiyle veyahut yeniden hâsıl olan kanuni lüzum üzerine hak sahibine geri ve*
rilmesidir.
İade mükellefiyeti olan haller şunlardır:
1 — Haklı bir sebebe dayanmadan başkasının zararına mal iktisabeden kimse o malı geri vermekle mükelleftir (BK. 61 - 66; MK. 907).
2 — Tahrirî borç ikrarı senedinin iadesi; borcunu eda eden borçlu, ödediği miktar mukabilinde aldığı
İADE - İBRAZ
139
makbuzu kaybetmiş ise yazılı borç ikrarı senedinin ala-caklı elinde bulunmasından tehlikeye mâruz kalmaması için bu senedin iadesi lâzımdır (BK. 87). /aim. Rückgabe (der Urkunde) — fr. remise (da titre). — ing. return (of document))
3 — Nişanın bozulması halinde nişanlılardan her biri diğerine verdiği hediyeyi geri istiyebilir (MK. 86).
4 — Mirasta iade; muris sağlığında mirasçılardan birine, bilhassa füruundan birine veya birkaçına yaptığı tasarruflarla terekeyi ve binnetice münferit mirasçıların miras hisselerini azaltmış olabilir. Meselâ : murisin mirasçılarından birini evlendirmesi veya birine sermaye vererek iktisadi istiklâl temin eylemesi veyahut birisi için büyük tahsil ve terbiye masrafları ihtiyar etmesi veya birinin borçlarını ödemesi gibi, diğer mirasçıların hisselerini tenkis edici tasarrullarda bulunmuş olması mümkündür. Bu tasarrufların umumiyetle ve kanunun koyduğu kayıt ve şartlarla mirasın taksiminde hesaba katılması ve hisselerin bunlara göre denkleştirilmesi iktiza eder ki bu hesaba katma işine «mirasta iade» [aim. Ausgleichung (unter Miterben). — fr. rapports (entre heritiersj. — ing. bringing into hotchpot, collation. — lât. collatio] denir (MK. 603 — 610).
5 — İflâsta iade: iflâsta alacaklılar veya iflâs dairesi müflisin bazı tasarruflarının (İclfK. 278 — 280) iptalini dâva edebilirler. Bu suretle iptal edilen bir tasarruftan istifade eyliyen kimse elde ettiğini iade ile mükelleftir. İade ile mükellef olanın karşılık olarak verdiği şeyin aynı veya bedeli kendisine geri verilmek şart olduğu gibi bu kimse eski haklarını da muhafaza eder (İc. If. K. 283).
6 — İcrada iade: bk. İcranın iadesi.
İADE-I İTİBAR (İflâsta) bk, ltib arın yerine gelmesi.
İADE-I MUHAKEME bk. Muhakemenin iadesi. İADE-İ MÜCRİMİN bk. Suçluların iadesi. İARE bk. Ariyet.
İBADETHANE [aim. Gotteshaus, Tempel, Kult-bauten. — fr. edifices du culte. — ing. sanctuary. — lât. templum, aedes sacra./
Kanunlarla tanınmış bir dine, bir mezhebe ait âyinin icrasına tahsis olunan yerlerdir. İbadethaneler ve eşyası kanunların himayesi altındadır (CK. 175-177, 241, 492, 516).
İBAHA (İbâha) (Es. H.) Bir şeyin işlenip işlenmemesi müsavi olmaktır. Memnuun zıddıdır. İşlenip işlenmemesi müsavi olan fiile «mubah» denir.
Fıkıh ıstılahında ibaha : bir şeyden ivazsız intifaa izin ve ruhsat vermektir, intifa gerek aynın bekasiyle ve gerek istihlâki suretiyle ojsun. Meselâ : bir kimsenin bağındaki meyvalardan yemek üzere birine izin vermesi ibahadır. Bir kimse arsasından geçmek üzere komşusuna izin verse bir nevi ibaha olur.
Kezalik bir kimse bir şahsa yiyecek veya içecek
bir şey ibaha etse o şahıs ibaha olunan şeyi alıp da ahara
satmak ve bağışlamak gibi bir surette tasarruf edemez.
İBAHİ (İbâhi) (Es. H.) Muharrematın mubah olduğuna itikad eden şahıstır ki zındık hükmündedir.
İBAK (İbâk) (Es. H.) Kölenin efendisine itaatten imtina ederek temerrüden kaçmasıdır.
İBDA (İbzS') (Es. H.) Bir kimsenin kân tamamen kendisine aitolmak üzere diğer kimseye sermaye vermesidir.
İBN-1 MEHAZ (İbn i mahâ?) (Es. H.) İki yaşına girmiş olan erkek devedir.
IBNİYYE (Feraiaıde) (İbniyya) (E». H ) Müteveffanın oğlunun kızı veya oğlunun oğlunun kızıdır. Müteveffaya derecesi ister yakın ister uzak olsun. Ancak müteveffa ile kendi arasına kadın girmemek lâzımdır.
İBN-ÜS-SEBİL (İbn ııs-sabU) (E,. H.) Yolcu Uzak bir yere yolculuk eden kimsedir. Cem'i. cebna üs-sebil» dir. Muhtelif yollarda yolculuk eden ebna-üs-sebile, «sâbile» denir.
Vatanında malı mevcut olduğu halde gurbette parasız kalan ve kendisine borç para verecek kimsesi bu-lunmıyan bir ibn-üs-sebile zekât ita ve beytülmalden iane olunabilir.
İBRA (İbra) (Es. H.) Bir kimsenin zimmetini haktan berî kılmaktır ki, iki kısımdır: biri ibra-i iskat, diğeri ibra-i istifadır.
İBRAİ İSKAT (İbrâ-i iskât) (Es. H.) Bir kimse diğer kimsede olan hakkının tamamını iskat yahut Mr miktarını tenzil ile o kimseyi berî kıl maktır.
İBRAİ İSTİFA (İhrâ-i istifa) (Eı. H.) Bir kimse diğer kimseden hakkını kabız ye istifa eylemiş olduğunu itiraf etmekten ibaret olan bir nevi ikrardır.
İBRÂİ ÂM (İbra i 'ânım) (Es. H.) Kâffe-i hukuk ve daaviden bir kimseyi ibra eylemektir: «Filânı kâffe-i daaviden berî kıldım» yahut «onda asla hakkım yoktur» demek gibi.
İBRÂİ HAS (İbrâ-i ha??) (Es. H.) Bazı hak ve dâvalardan bir kimseyi ibra etmektir. Bin kuruş alacak dâvasından davacının dâva olunanı ibra etmesi gibi.
İBRA 1 — Alacaklının bir hakkından tamamen veya kısmen vazgeçmesidir, [aim. Erlass, Aufhebung (einer Schuld durch Übereinkunft). — fr. remise de dette. — ing. release of debt. — lât. acceptilatio, pac turn de non petendo, liberatio]. İbranın ivazlı olup olmaması arasında bir fark yoktur. Doğurjduğu hukuki netice bakımından ibranın hüküm ifade etmesi için hak sahibinin ehliyeti bulunması lâzım gelir, isviçre Borçlar Kanununun ibraya dair olan 115 inci maddesini kanunumuz iktibas etmemiştir.
2 — Cemiyetlerle ticaret şirketlerinde organları mesuliyetinden kurtarmadır, [aim. Entlastung. — fr. decharge. — ing. discharge. lât liberatio/. İbra kararları muhtemel tazminat talebinden feragati tazammun eder (TK. 379).
İBRAZ [aim. Vorlegung, Vorlage, Vorzeigung (von Wertpapieren oder Handelsbüchern). — fr. presentation (des effetsde commerce), representation (des livres
de commerce). - ing, presentation (of bills], production
(of books ol account) — lât. erhibrtio./
140
İBRAZ - İCAREfİ NAFİZE
1 — Ticari senetler muamelelerinde senedi, hâmilin muhataba veya borçluya göstererek kabulünü veya tediyesini istemesine denir.
2 — Ticari defterlerde ibraz, bir divanın muhakemesi sırasında münazaalı meseleye mütaallik kayıtların sureti çıkarılmak üzere mahkemenin re'sen veya iki taraftan birinin talebine binaen bunlardan birine veya ikisine ait defterlerin gösterilmesini emretmesidir (TK. 77,. 78).
İBZA (Es. H.) Bir kimsenin kârı tamamen kendisine ait olmak üzere diğer bir kimseye sermaye vermesidir. Sermayeye «Vidaa» ve veren kimseye «Mübdi» ve alan kimseye «Müstebzı» denir, bk. Bidaa.
İCABI VAKF (İcâb-i vakf) (Es. H.)
Vâkıftan vakfı inşa için sudur eden ve mahalli örfe göre inşa-yı vakfa delâlet eden sözdür.
İCAP (İcâb) (Es. H.) İnşayı tasarruf için iptida söylenilen sözdür ki tasarruf onunla ispat olunur. Meselâ bir kinişe diğerine «şu kitabımı sana yüz kuruşa sattım» deyip o da «aldım» dese bir tasarruf vücuda getirilmiş olur ki o da beyi akdidir. Bu tasarrufu vücuda getirmek için evvelâ söylenilen «sattım» sözü icaptır.
İCAP VE KABUL [aim. Off erte (Antrag, Ange-
bot) und Annahme. —.fr. off re (policitation) et acceptation. — ing. offer and acceptance. — lât. pollici-tatio (promissio, obtatip, offerre)].
1 — İcap diğer biri ile mukaveleye girişmek için yapılan irade beyanıdır. Kanunumuzun kabul ettiği esasa göre böyle bir beyanın hüküm ifade etmesi, muhataba varmasına bağlıdır. Muhatabın ıttılaı ancak istisnai hallerde lâzım gelir.
2 — Kabul, icaba uygun olarak izhar edilen ve ona muvafakati tazammun eyliyen irade beyanıdır (BK. 3 vd. TK. 669).
İCAR (Kira)
İcar akdi veya icar mukavelesi demektir. İcar akdi öyle bir mukaveledir ki onunla kiralıyan, kiracının kendisine ödediği veya teminini iltizam eylediği bir bedel mukabilinde bir şeyin veya bir hakkın kullanılmasını veya intifamı muayyen bir zaman için kiracıya terk eylemeyi taahhüt ve iltizam eder.
1 — Adi icar (âdi kira): [aim. Miete. — fr. bail â loyer. — ing. contract of hire, ordinary lease. — lât. locatio conductio rei] mevzuu hasılat veren bir maldan gayrı, yani zirai istihsale yaramıyan menkul veya gayrimenkul bir mal olan icar akdidir (BK. 248-269).
2 — Hasılat icarı [aim. Pacht. — fr. bail âferme. — ing. lease. — lât. locatio conductio rei, coloniaj mevzuu hasılat veren biı mala veya bunlarla ilgili bir hakka taallûk eden kira akdidir ki kiracı kendisine bırakılan şeyin veya hakkın semerelerini ve hasılatını toplamak, onları kullanmak, onlardan intifa etmek salâhiyetini, mecuru icabı surette işletmek ve hasılata kabiliyetli bir halde bulundurmak mükellefiyetini haizdir. Adi kiradan farklı hükümlere tâbidir (BK. 270-298)..
Kira bedeli [aim. Mietzins, Pachtzins. — fr. loyer, fermage. — ing. hire, rent. — lât. merces.J ya nakit veyahut hasılattan veya semereden bir hisse ola-
bilir. İkinci şekle «iştirakli icar» [aim. Teilpacht. — fr. colonage partiaire, metayage. — lât. colonia parta-riaj denir.
İCARE (İcara) (Es. H.) Ücret manasınadır. Fakat icar mânasında dahi istimal olunmuştur.
Istılahta malûm bir menfaati malûm bir ivaz mukabelesinde temlik etmektir. Meselâ: bir kimse hanesini bir sene müddetle diğer kimseye elli liraya kiraya verse o hanenin bir senelik menfaatini elli lira mukabilinde o kimseye temlik etmiş o ur.
İCARE-l FÂSlDE (lcâra-i fâsida) (Es. H.) Aslen meşru olup da vasfen . meşru olmıyan, yani inikat şartlarını cami olduğu cihetle zaten münakit olup da sıhhat şartlarından bazısı bulunmadığından bazı evsaf-ı hariciyesi itibariyle meşru olmıyan icaredir. Bedelin meçhul olması gibi.
İCARE-l CAYRİLÂZİME (lcâra-i gayr-i lâzima) (Es. H.) Kendisinde hıyarattan birisi bulunan icaredir.
İCARE-l GAYRlMÜNAKlDE (lcâra-i gayri mün'akidn (Es. H.) tcare-i bâtıla demektir. Yani zaten meşru olmıyan ve tâbir-i aharla inikat şartlarından biri bulunmıyan icaredir: mecnunun ve sabiy-yi. gayri mümeyyizin icar ve isticarı gibi,
İCARE-l LÂZİME (lcâra-i lâzima) (Es. H.) Hıyar-ı şart ve hıyarı ayp ve hıyar-ı ruyet gibi hıyarattan ârî olan sahih icaredir.
İCARE-l MEVKUFE (lcâra-i mevkufa) (Es. H.) Gayrın hakkı taallûk eden icaredir: icare-i fuzulî gibi.
İCARE-l MUZAFE (lcâra-i muiâfa) (E.. H.) Muayyen bir vakitten sonra yapılan icaredir. Meselâ: gelecek filân ayın iptidasından itibaren bir hane bu kadar müddet için şu kadar kuruşa icar olunsa icare «muzaf» olarak münakit olur. Kira müddetinin sonunda kiralanan şeyin tahliye edilmesi halinde geçecek her gün için ayrıca bedel tâyini suretiyle kira mukavelesine konulan şart «icare-i muzafe» dir.
İCARE 1 — MUNCEZE (lcâra-i uıuncaca) (Es. H.) Bir şarta muallâk ve bir vakte muzaf olmıyan icaredir.
İCARE-l MÜNAKİDE (tcâra-i munakide) (Es.H.) İnikadeden, yani inikat şartlarını cami olan icaredir.
İCARE 1 MÜECCELE (İcar i mu'accala) (Es. H.) Arz-ı memleket ile tedavül kabiliyetini haiz vakıf mahallerde kullanılan bir tâbirdir. Arz-ı memleketin ziraat suretiyle intifa olunanlarından humus ve öşür nispetinde alınan hasılat hissesini ve ziraat olunmıyan-ların da kıymet üzerinden «icare-i zemin», «bedel-i öşür», «mukataa», «bedel-i öşür mukataası» narr.laıiyle alınan senevi muayyen bir miktar meblâğı ifade eder. Peşin değil, hasılatta veya sene sonunda alındığından dolayı «müeccele» denmektedir. Vaktiyle bu müeccel ücret muvazzaf haraca benzetilerek «çift akçesi» ve «mukaseme» vergisine mümasil olmak üzere de «öşüra namiyle istifa kılınırdı. Tedavül kabiliyetini haiz vakıf mahallerde ise-kıymet üzerinden senevi cüzi miktarda akça veya kuruş hesabiyle alınan meblâğa ıtlak olunur.
İCARE t NAFİZE (tıâra i nâfiia) (Es. H.) Gayrın hakkı taallûk etmiyen icaredir.
İCARE-t SAHİHA
İCARE-t SAHİHA (İcara i şahTha) (Es.H.) Zaten ve vasfen meşru olan, yani inikat • şartlarını ve sıhhati cami olan icaredir.
İCARE-l TAVİLE (İcara i tavîla) (Es. H.) 1 — Uzun bir müddetle vuku bulan icaredir. Bir maslahata veya şart-ı vâkıfa müstenit olmadıkça bir vakıf akar bir seneden, bir vakıf arazi de üç seneden ziyade müddetle icareye verilemez. Emval-i yetim hakkında da hüküm böyledir.
2 — lcare-i vâhideli bir vakıf akarın fıkhan muayyen sebeplerden biriyle üç seneden fazla bir müddeti istihdaf eder surette icarıdır. Bu müddet ister üç seneden fazla muayyen bir müddet olsun, ister «hikr» de olduğu gibi bu müddetin malûm bir nihayeti bulunmasın.
İCARE-t VÂHİDELİ EVKAF (İcara i vâhidali avk&f) (Es. H.) Hakiki bir şahsın kendi tasarrufundaki akarını kısa bir müddet tâyini ile icarı gibi vakıf mütevellisi tarafından icar olunagelen musakkaf ve müstagal-lât-ı mevkutedir.
İCARE-t ZEMİN bk. Mukataa.
İCARE-t MÜSANEHE (musanahatan icara) (Es. H.) Yıllık olarak yapılan bir icar akdidir.
İCARE-t MÜŞAHERE ( muşaharutan İcara) (Es.H.) Aylık olarak yapılan icar akdidir. Bir akarı her aylığı elli liraya olmak üzere kiraya vermek gibi.
tCARETEYN (İcârateyn) (Es. H.) Muaccel ve müeccel icareler demektir.
tCARETEYNLt EVKAF (ffâretayn evkaf) (Es. H.) Muaccel ve müeccel ücretlerle icar olunan müsakkafat ve müstegallât-ı mevkutedir.
tCARETEYNLİ AKARAT-I MEVKUFE (tcâra-taynli 'afcârat-i mavküfa) (Es. H.) İcareteynli evkaf tâbirinin müradifidir. Muaccel ve müeccel ücretlerle icar olunanan müsakkafat ve müstegallât-ı mevkufedir.
İCAZET [aim. Genehmigung, (nachtrâgliche) Zu-stimmung.— fr. approbation, ratification. — ing. rati' fication. — lât. ratihabitio].
1 — Borç altına girmeye ehil olmıyan ve fakat temyiz kudretini haiz bir kimse tarafından yapılmış olan hukuki muameleye kanuni mümessilin sonradan muvafakat eylemesidir (MK. 16, 394, 395).
2 — Bir kimsenin temsil kudretini haiz olmaksızın diğeri namına muameleye girişmesi halinde yapılan muameleye o diğerin sonradan muvafakat etmesi mümkündür. Buna da icazet derler (BK. 38).
icazet bir taraflı hukuki muameledir ve makabline şâmildir. Yani, icazet verilen bir muamele yapıldığı andan itibaren muteber sayılır, icazetten rücu edilemez,
İCAZET-t LAHİKA (İcâzal-i lahika) (Es. H.) Mevkuf bir akde lâhik icazettir. Meselâ : bir kimse fuzuli olarak aharın malını sattıktan sonra mal sahibine haber verip o da icazet verse bu icazet icazet-i lahikadır.
İCMA (İcma1) (Es. H.) Lügatte iki mânaya gelir: biri azim, diğeri ittifaktır. Usul ıstılahında ümmetten bir asırda gelen bilcümle müçtehitlerin fer'î bir
hükm-ü şer'î üzerinde yekdiğerinden haberleri olmaksızın
ittifaklarıdır. Buna «İcma-ı ümmet» denmesi şâyidir.
— İCRAİ KARAR 141
İCRA [aim. Zwangsvollstreckung (Al.), Vollstrek-kung, Schuldbetreibung (İs.), Betreibung (İs.). — fr. execution forcee. — ing. execution. — lât. executiof.
Bir mahkeme ilâmının veya idari bir kararın hükmünü yerine getirmek demektir. Para ve teminat borçları hakkında ilamsız takibin katîleşmesi halinde yapılan muamelelere de icra muameleleri denilmektedir.
İCRA BAŞLANGICI [aim. Beginn de'r Ausfüh. rung (eines Verbrechens). — fr. commencement de V'execution,]
Cürme teşebbüsün unsurlarından biridir. Hangi hareketlerin icra başlangıcı sayılacağı kanunda gösterilmemiştir. Bu mesele doktrinde de ihtilaflıdır. İcra başlangıcına takaddüm eden hareketler «ihzari hareketler» [aim. Vorbereitungshandlungen.— fr. actes preparatoi-res] ismini alırlar ve cezayı müstelzim değildirler.
İCRA DAİRESİ /aim. Vollstreckungsamt(AL), Betreibungsamt (İs). —fr. office d'execution.]
Mahkeme ilâmları hükmünü tenfiz eden ve ilamsız icra yollariyle takip işlerini yapan dairedir.
Her asliye mahkemesinin kaza dairesinde lüzumu kadar icra dairesi bulunur (1c If K. 1).
İCRA EMRİ [aim. Vollstreckungsbefehl. — fr. ordre d'execution.— ing. execution warrant, writ of execution, enforcement order. — lât. mandatum execu-tionis, praeceptum execativum, executoriales)
Menkul, gayrimenkul ve çocuk teslimine, bir işin yapılmasına yahut yapılmamasına, bir irtifak hakkının konulmasına veya kaldırılmasına, para borcuna veya teminat verilmesine mütaallik mahkeme hükümlerinin yerine getirilmesi için borçlulara (mahkûmunaleyhe) icra dairesiude tebliğ edilen emirlerdir (Ic If K. 24-37).
İCRA HÂKİMLİĞİ bk. Tetkik mercii
İCRA HUKUKU (Takip hukuku) [aim. Zwangs-vollstreckungsrecht (Al.), Betreibungsrecht (İs.). — fr. legislation sur les voies d'execution. — lât. ius persecutions).
İcra muamelelerine ve hususiyle ilamsız takip işlerine mütaallik hukuk şubesine icra hukuku, yahut takip hukuku denilmektedir. Bu hukuk borç için takibe mahsus bütün hükümleri ihtiva eder.
İCRAİ HACİZ [alm.Pfandung Vollstreckungspfân-dung. — fr. saisie-execution. — ing. attachment, seizure, impound, distress. — lât. pignoriscapio].
Para borcuna veya teminat verilmesine mütaallik mahkeme ilâmı üzerine, yahut ilamsız takipte haciz yo-liyle gönderilen ödeme emrine müddeti içinde itiraz edilmemek, yahut itiraz ref'edilmek suretiyle takibin katileşmesinden sonra konulan hacizlere denir ( Ic tf K. 32, 37, 78).
İCRAİ KARAR [aim. vollstreckbarer Verwaltungs-akt, Verfügung. — fr. decision executoire].
İdare makamlarının üçüncü şahıslara müessir ve doğrudan doğruya icra kabiliyetini haiz olmak üzere aldıkları hukuki tasarruflardır.
Bu kararları hususi hukuk muamelelerinden, tasarruflarından ayıran mümeyyiz vasıf üçüncü şahısların rı-
142
İCRAİ KARAR — İÇTİMA
zasına ihtiyaç olmaksızın onlar hakkında da hüküm ifade etmesi, onlar için de riayeti mecburi olması ve bir hâkimin karârına ve adlî icranın tavassutuna lüzum olmaksızın kendiliğinden ve idari makamlarca icra kabiliyetini haiz bulunmasıdır.
İCRAİ SUÇLAR (aim. Begehungsdelikte. — fr. delits de commision).
Mevzuu bir fiilin yapılması olan suçlardır. Adam öldürmek, hırsızlık vs. gibi.
İCRA KUVVETİ (Yürütme erki) /aim. vollzie-hende Gewalt. — fr. pouvoir executive. — ing. Executive Power. — lât. potestas executiva).
Hükümet icra eden ve memleketi idare eden kuvvettir ki Büyük Millet Meclisinde tecelli- ve temerküz eyler. Meclis yürütme erkini seçtiği cumhurbaşkanı ve onun tâyin edeceği . Bakanlar Kurulu eliyle kullanır (Anayasa 5, 7).
İCRA MEMURU /aim. Vollstreckungsbeamter, Gcrichtsvollzieher {Al.), Betreibungsbeamter (Is.). — fr. prepose â I'execution. — ing. bailiff. — lât. executor].
İcra dairesinde icra işleriyle meşgul olmak ve icra hâkimince verilen kararları tatbik ve infaz etmek üzere tâyin edilen memurdur (İç İf K. 1, 5).
İCRANIN İADESİ /aim. Riickgöngigmachung der . Betreibung (der Zwangsvollstreckung). — fr. restitution d' execution].
Bir ilâm hükmü icra edildikten sonra temyiz merciinde nakzedilip de aleyhinde icra yapılmış olan şahsın hiç veya o kadar borcu olmadığı katî bir ilâmla tahakkuk ederse, ayrıca hükme hacet kalmaksızın, icra tamamen veya kısmen eski haline iade olunur. Ancak üçüncü şahısların hüsnüniyetle kazandıkları hakka halel gelmez. İşte bu eski hale getirme muamelesine «icranın iadesi» denir. (İc İf K. 40 f 2,3)
İCRA VEKİLLERİ HEYETİ (Bakanlar kurulu)
[aim. Ministerrat. — fr. Conseil des Ministres (cabinet). — ing. Cabinet (Councel) ].
Başbakanın reisliği altında teşekkül eden kurul. Başbakan, Cumhurbaşkanınca Milletvekilleri arasından seçilir. Bakanlar, başbakanca Milletvekilleri arasından seçilip, temamı Cumhurbaşkanı tarafından onandıktan sonra Meclise sunulur (Anayasa 44; Devlet dairelerinin Vekâletlere ayrılması hakkında K).
İCRAYI MUVAKKAT bk. Muvakkaten icra.
İÇ DENİZ bk. Deniz.
İÇ SULAR [aim. Binnengewasser. — fr. tau.' interitures. — ing. inland waters. — lit. aquae internae.]
Bir devletin sınırları içinde bulunup seyrüsefere el. verişli olan sulardır: nehirler, göller gibi-
İç sularda nakliyat, kara nakliyatı hükümlerine tâbidir (TK. 887 vd.).
İÇTİHAT
1 — İlmî /aim. Rechtslehre, Doktrin,Rechtsheorie, Rechtsansicht, Jurisprudenz.— fr. doctrine, theories de Droit, opinions des juristes. — ing. Jurisprudence. — lât. iuris prudentia, opiniones (sententiae) prudentium/:
herhangi bir hukuki mesele hakkında hukuk âlimlerinin fikir ve mütalâalarıdır.
2 t- Kazai /aim. Rechtsprechung. — fr. jurisprudence.— ing. case law.— lât, iurisdictio]: ihtilâllı hukuk meselelerine dair mahkemelerden ve hususiyle yargıtay-dan verilmiş olan kararların heyeti mecmuasına mahkemeler içtihadı (tçtihad-ı mahakim) yahut kazai içtihat denir (MK. 1; Temyiz Mahkemesi Teşkilâtına Dair K. 8).
İÇTİHAD (Ictihâd) (Es. H.) I — Lügatte, zor ve külfetli bir iş vücuda getirmek için bütün kudret ve gayretini sarfetmek suretiyle çalışmak demektir.
Istılahta, ahkâm-ı zanniyeyi, yani haklarında katî sarahat bulunmıyan meseleleri edille-i tafsiliyesinden is-tinbata bütün kudretini sarfetmekten ibarettir.
tçtihad edene müçtehit, içtihat olunan hükme müç-tehed-ün-fih denir.
2 — İctihad-i örfi (İctihâdi 'ürfi) Hükmü örf ile sabit hukuki bir asla (esasa) istinat suretiyle vukubulan bir içtihattır.
Bazı idare âmirlerinin ve bilhassa muhtesip denilen zabıta-i ahlâkiye ve idare memurlarının örfe nazaran bazı tedbirler ittihaz etmeleri bu kabildendir.
Bunun mukabili içtihâd-ı şer'îdir ki, bunda hükmü şer-i şerif ile sabit olan bir asıl, bir esas nazarı itibara alınır.
İÇTİHATLARIN TEVHİDİ (Birleştirilmesi) bk. Tevhidi içtihat.
İÇTİMA /aim. Versammlung, Hauptvefsammlung, Generalversammlung, Tagung. — fr. reunion, assemblee generale. — ing. meeting, general meeting. — lât. con-gregat.o, conventus, coetus].
1 — Herhangi bir meclis, cemiyet, şirket veya heyet gibi teşkilâtlandırılmış topluluğun muayyen zamanlarda kanun ve nizamnamelerine göre vukubulan toplantılarına denir (Anayasa; Belediyeler, İdare-i Hususiye-i Vilâyat K ; TK.; Cemiyetler K.).
Bu teşkillerin içtimaları âdi veya fevkalâde olur. Adi içtima: kanun ve nizamnamelerin gösterdiği zamanlarda vukubulan içtimadır. Fevkalâde içtima : herhangi bir meclis, cemiyet, şirket veya heyetin, hükümetin veyahut o teşekküllerin evvelce verilmiş kararları veya bunların idare meclislerinin, murakıplarının veya muayyen adette azasının isteğile yapılan içtimaa denir.
2 — İçtima, her kasım ayı iptidasından gelecek ekim ayının nihayetine kadar devam eden Türkiye Büyük Millet Meclisi senesine de denir ( İç tüzük 1, f. 5) /aim. Sitzungsperiode. — fr. session. — ing. session],
İÇTİMA (CH.) Katîleşmiş bir hükümle ayrılmamış olan iki veya daha ziyade suçun aynı şahıs tarafından işlenmiş olması halidir.
Suçların iki türlü içtimai mümkündür: birincisi hakiki içtima/a/m. Realkonkurrenz, Zusammentreffen straf-barer Handlungen. —fr. cumui d'infractions, cumul de delits, concours d'1 infractions (İs.), cumul reel.] dır ki içtimaa dâhil olan fiillerin herbiri müstakil suç teşkil ederler, ikincisi fikrî içtima (aim. Idealkonkurrenz. — fr. cumul ideal] dır ki bir fiilin kanunun muhtelif hükümlerini ihlal etmesi halinde husule gelir. Fikrî içtima tâbiri yerine cali içtima, kâzip içtima tâbirleri de kul-
tÇTİMA - İDARE EDİLENLER
143
lanılmıştır. Fikrî içtimada suçlu fiil ile ihlâl edilen kanun hükümlerinden en ağır cezayı icabettirene göre cezalandırılır.
Cezaların içtimaında üç sistem mevcuttur. Birincisi cezaların cem'i sistemidir, içtima eden suçların cezalarının cemedilerek tutarının suçluya verilmesini tazam-mun eder. [aim. Strafenhöufung, Strafhaufung. — fr. cumul de peines, cumulation de peines, cumul materiel]. İkincisi beli' (yutma) sistemi [aim. Absorptionsprimip.
— fr. systeme d'absorption] dir ki içtimaa dâhil olan cezalardan en ağır olanın hükmedilmesi ile iktifa olunur. Bu iki sistem arasında yer alan üçüncü sistem hukuki içtima sistemi [aim. Strafscharfung, Verhângung einer Gesamtstrafe. — fr. cumul juridigue, systeme de ['aggravation] dir ki en ağır olan cezaya diğerlerinin kanunun tâyin edilen nispette bir miktarının eklenmesini icabettirir. Türk Ceza Kanununun esas itibariyle kabul ettiği bu sonuncu sistemdir (Ck. 68-79).
İÇTİMA HÜRRİYETİ (Toplanma hürriyeti) [aim. Versammlungsfreiheit, Versammlungsrecht. — fr. liberte de reunion. — ing. freedom of meeting].
Muayyen meseleler hakkında müzakere icra ve karar ittihazetmek üzre umumi, yani herkesin girebile-leceği muvakkat toplantılar yapılmasına teşebbüs ve bunu temin eylemek hakkıdır. İçtima hak ve hürriyeti Türklerin kamu haklarındandır. (Anayasa 70).
İçtimaların tâbi olduğu usul 27 Mayıs 1325 tarihli İçtimaatı Umumiye Kanununda ve açık yerlerde yapılacak içtimaları memleketin huzur ve sükûnunu muhafaza için hükümetin menedebileceği 3 Mart 1328 tarihli kanunda gösterilmiştir.
İçtimaatı Umumiye Kanununa göre miting, konferans gibi herkesin girebileceği içtimalar umumidir. Nişan, evlenme, balo toplantıları gibi yalnız davetlilerin iştirak edebileceği içtimalar hususi sayılır ki bunları yapmak serbesttir. Umumi içtimain vukuundan en az kırk sekiz saat evvel hükümete beyanname verilmek ve içtimai idare edecek üç kişi gösterilmek lâzımdır. İçtima onu idare eden heyetin müracaatı veya inzibat ve intizamı bozan mücadele ve münazaanın vukuu hallerinde, hazır bulunan memur tarafından feshedilir. Açık yerlerde güneşin doğuşundan itibaren batması zamanına kadar içtima caizdir. Gece açık yerlerde içtima olunmaz.
İÇTİMAİ SIHHAT VE MUAVENET HUKUKU [aim. Soziales Gesundheits — und Fürsorgerecht. — fr. legislation sur Vhygiene et Vassistance sociale].
İç idare hukukunun teşvik, nezaret, murakabe fonksiyonlariyle ilgili kısmına giren her türlü sıhhî tesisleri, depoları, yiyecek, içeceği, satış yerlerini ve şekillerini kontrola ait bütün hükümlerle umumi sıhhatin korunmasına yarıyan her türlü kanun, nizam ve esaslardır.
işçi ve hizmet erbabının hayat ve sıhhatlerinin korunmasına; kadın ve çocukların istismar edilmelerini önlemeye; fakir, kimsesiz, yetim, yoksul ve dulları himayeye; hastalık, kaza, sakatlık sigortaları, hastahaneler ve hasta sandıkları tesisine; işsizlere iş bulmaya vs. ye taallûk eden bütün hükümler de bu hukuka girer.
İÇTİMAİ SİGORTALAR [aim. Soıialversicherung,
— fr. assurance sociale — ing. social insurancef.
İşçilerin vaziyetlerini iyileştirmek gayesiyle yapılan sigortalardır. İçtimai sigortalar gelirleri yalnız çalışmalarından ibaret olan şahıslara tatbik olunur. Bu işçiler çok yüksek olmıyan kazançlarından attırarak hususi sigortalara başvurmak imkânlarına malik olmadıkları için içtimai sigortanın primini de tamamen ödiyecek vaziyette değildirler. Hakikatta işçilerin ödedikleri miktar primin bir kısmıdır. Geri kalan kısım iş verenler, istihdam edenler ve hattâ devlet tarafından ödenir.
İÇTÜZÜK bk. Dahilî nizamname.
İDA [aim. Veraahrung, Aufbewahrung. — fr. depot, garde, consignation. — ing. deposit, bailment.
— lât. depositum.]
Bir şahsın diğer bir kimse tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir yerde saklamayı taahhüd etmesidir. Ücret şart edilmedikçe veya ahval icabettirmedikçe müstevda (saklıyacak şahıs) ücret istiyemez (BK. 463 vd.).
İDAM CEZASI bk. ölüm cezası.
İDARE [aim. Verwaltung. — fr. administration.
— ing. administration, civil service. — lât. administrate].
1 — Devletin ve devlete bağlı âmme hükmi şahıslarının devlet nizamı çevresi içinde, teşrî ve kazai mahiyette olmamak üzere yaptıkları faaliyetlerdir.
2 — Hükümetin emir ve murakabesi altında âmme hizmetlerini gören teşkilâttır: nüfus idaresi, maarif idaresi gibi.
İDARE ÂMİRt [aim. vorgesttzte (üb ergeordnete ) Yerıualtungsbehörde, der Vorgesetzte. — fr. chef ad-ministratif, — ing. chief.]
1 — Umumiyetle: idari vazife gören makamlarda mertebeler silsilesine göre vazife ve mesuliyet deruhte eden başlara denir: vali, kaymakam, nahiye müdürü gibi.
Bir emniyet müdürünün maiyetindeki komiserlerin idare âmiri olmasına mukabil onun da idare âmiri validir.
2 — Mecliste: (idareci üyeler): Türkiye Büyük Millet Meclisinde idari hizmetler, kolluk işleri gibi işlerle görevli üyeler (iç tüzük 206) (fr. questeur).
İDARE EDENLER [aim. die Regierenden, Regie-rung (ala Tröger der Verwaltung). — fr. gouvernants, administrateurs. — ing. administrators. — lât. guberna-tores].
1 — Umumi mânada: esas teşkilât bakımından devlet kuvvet ve iktidarını elinde tutan ve hâkimiyeti izhar edenlerdir. Büyük Millet Meclisi ile Bakanlar Kurulu bu kategoriye girer.
2 — Dar mânada: idari makamlar ve otoriteler gibi, bir âmme hizmeti sevk ve idare edenlerdir.
İDARE EDİLENLER [aim. die Regierten, Unter-tanen, Burger. — fr. gouvernes, administres. — ing. goxterned, — lât. civis, imperio subiecius].
1 — Umumi mânada: esas teşkilât bakımından devlet kuvvetini elinde tutan ve millî hâkimiyeti izhar
edenler karşısında fertlerin vaziyetidir.
2 — Dar mânada: İdari makamlar ve otoriteler
144 İDARE EDİLENLER - İDARE TEŞKİLÂTI
karsısında idari faaliyetlerden istifade eden veya üçüncü şahıs vaziyetinde bulunan fertlerdir.
İDARE HEYETİ (idare meclisi)
/. (AH) / aim. Bezirksregierung. — fr. conseil d? administration}.
Vilâyetlerde valinin veya muavininin reisliği altında mektupçu, defterdar, maarif müdürü, nafıa başmühendisi ile sıhhiye ve ziraat müdürlerinden; kazalarda kaymakamın reisliği altında tahrirat kâtibi, malmüdürü ve hükümet hekimi ile ziraat memurundan teşekkül eden heyete denir. Lüzum görülen vilâyetlerde İç İşleri Bakanlığı idare heyetini gene valinin reisliğinde mülkiye veya hukuk mezunları arasından seçilen üç âza ile teşkile salahiyetlidir.
İdare heyeti idari, istişari ve kazai olmak üzere üç türlü karar ittihaz eder (Vilâyet İdaresi K. 58-68).
//• (HH) /aim. Verwaltungsrat, Vorstand. — fr. conseil d'administration. — ing board of directors].
1 — Cemiyetlerde, anonim şirketlerde, İktisadi Devlet Teşekküllerinde idare ve temsil görevini haiz olan organ. Teşekkül tarzı ilgili kanunlarla muayyendir (Cemiyetler (K. 26; TK. 312 vd. 3460 Sayılı K. 14 -16).
2 — Cumhuriyet Merkez Bankasının teşkilâtı arasındaki idare heyeti Banka L/mum Müdürünün reisliği altında onun muavini ile Bankanın muhasebe müdüründen teşekkül eder. Başlıca vazifesi salâhiyeti dâhilinde ki memurları tâyin, kredi ve iskonto muameleleriyle iştigal etmektir (Cumhuriyet Merkez Bankası K. 54, 76).
İDARE HUKUKU {aim. Verwaltungsrecht. — fr. Droit administratif. — ing. administrative law].
Devletin ve Devlete bağlı kamu müesseselerinin hikmeti vücutları olan amaçlarını, hukuk nizamının çerçevesi içerisinde elde etmeğe yarıyan ve teşriî ve kazai görevler dışında kalan taaliyettir.
Teşriî ve kazai görevler hükümranlık iktidarının kullanılması demek olduğu halde idari faaliyetin, mutlaka bu mabiyeti haiz olmatı lâzım gelmez. Zira devlet, idâri faaliyetinde, vatandaşların amaçlarını elde etmek için hukuk nizâmı tarafından kendilerine verilmiş olan her türlü vasıtayı kullanabilir ve ekseriyetle olduğu üzere Devletin bu tarzdaki idari faaliyetinde hükümranlık mahiyeti yoktur.
Bütün idari faaliyet, muayyen münferit vazifelere matuf olmak üzere Devletin faideli olanı vazı ve tesise ve zararlıyı izaleye yarıyan, kanunlarla tahdidedilmiş fiil ve hareketlerini ihtiva eder.
İdare hukuku, idare eden devletle idare edilenler arasındaki münasebeti tanzim eden hukuktur.
İDARE-İ HUSUSİ YELER (Hususi idareler) bk. Vilâyet hususi idaresi.
İDARE-İ ÖRFİYE bk. örfi idare
İDARE KOMİTESİ /aim. Verwaltungsaasschuss. — fr. comite administratif].
1 — Anonim şirket olarak kurulan bankalar için 2999 Sayılı KanUn ile ihdas olunan heyet olup idare meclisinin kendi âzası arasından seçtiği iki âza ile bankanın umum müdüründen teşekkül eder, Bu heyet idare meclisinin murakabesi altında çalışır. Hakiki şahıslara
herhangi bir şekilde yirmi beş bin liradan fazla ve iki yüz bin liradan az kredi açmak için idare komitesinin kararı lâzımdır.
2. — 3460 sayılı kanuna göre İktisadi Devlet Teşekkülleri tarafından kurulmuş olan müesseselerin rasyonel faaliyetini sevk ve idare etmek vazifesini görüp de müessese müdürünün reisliği altında ve alâkalı teşeküllü idare meclisi tarafından müessesenin memurları arasından seçilecek en az üç zattan terekkübeden organ (3460 K. 26 vd).
İDARE MAKAMLARI (İdari makamlar) /aim. VerwaltungsbehSrden. — fr. autorites administrative*.
— ing. administrative authority].
İdarenin emretmek, icrai kararlar vermek kudret ve salâhiyetini haiz olan uzuvları ve teşkilâtıdır.
İDARE MECLİSİ bk. İdare heyeti.
İDARENİN HUSUSİ MALLARI bk. Âmme hükmi şahısların malları.
İDARENİN MESULİYETİ /aim. Syhdikatshaftung, Haftung der Verwaltung. — fr. responsabilite de l'administration. — ing. responsibility of the administration].
Âmme idare ve müesseselerinin gerek âmme hizmetlerinin görülmesi dolayısiyle ve gerekse hususi emlâkin idaresi ve birer hükmi şahıs marifetiyle hususi hukuk sahasındaki tasarruf ve fiilleri sebebiyle üçüncü şahıslara karşı yaptıkları zararlardan doğan malî mesuliyetleri, zarar ve ziyan borçlarıdır.
Evvelce idarenin hâkimiyetine dayanarak icra ettiği tasarruf ve fiillerden dolayı mesuliyeti kabul edilmezken bugün bu mesuliyet bazı yerlerde mahkeme iç-tihatlariyle, bazı yerlerde kanunlarla kabul edilmiştir. Bizde Devlet Şûrası Kanununun 23 üncü maddesi idari muamelât ve mukarrerattan hukuku muhtel olanların dâva hakkını tasrih etmekle idarenin bu yolda mesuliyetini de kabul etmektedir. İdare hukukuna dayanan bu mesuliyetin hukuki esaslarını ve genişliğini Datnıştay içtihatları tâyin ve tesbit edecektir. İdarenin hususi emlâkinin idaresinden veya hususi hukuk kaidelerine tabi faaliyetlerinden doğan mesuliyeti Borçlar Kanunu hükümlerine göre tâyin ve tesbit edilir,
İDARETEN AZİL bk. Azil.
İDARE TEŞKİLÂTI (İdarî teşkilât) [aim Ver. waltungsorganisation.— fr. organisation administrative.
— ing administrative organisation].
Devletin; idare fonksiyonunu ifade eden uzuvları ve teşkilâtiyle idari vazifeleri gören diğer âmme idareleri ve müesseseleri ve teşkilâtıdır. Devletin idari teşkilâtiyle hükümet tedahül halindedir; yani hükümeti teşkil eden Bakanlar Kurulu ve her bakan idare teşkilâtının birer şubesinin şefleri olduğu gibi idare memurları olan vekâlet müsteşarları, umum müdürleri ve sair merkez ve taşra teşkilâtına dâhil zatlar, hükümetin alacağı kararları hazırlamakla mükellef olmaları itibariyle, hükümet teşkilâtına dâhil sayılırlar. Bu itibarla hükümet ve idare, uzuvluk bakımından tamamen ayrılmaz. İcra uzvu devletin ve milletin yüksek menfaat-
İDARE TEŞKİLÂTI -
İDARİ MAHKEMELER 145
lerini korumak, onu gayelerine ulaştırmak için siyasi mahiyette ve fevkalâde kararlar alırken «hükümet» bu kararların icrası, kanunların tatbiki, âmme hizmetlerinin müstemirren ifası için lâzım gelen günlük faaliyetlerin ifası zımnında teknik mahiyette hukuki ve fiili tasarruflar yaparken «idare ve idare teşkilâtı» mahiyetini alır. Âmme hizmetlerini müstakil ve hususi mahiyetteki te-teşebbüslere veya gene müstakil hukuki mevcudiyeti ve muhtariyeti haiz olan komünlere bırakan İngiltere gibi memleketlerde bu mânada bir idare teşkilâtı olmayıp iadece hükümet teşkilâtı vardır. İdare hükmi şahsiyeti haiz olup onun mamelekini hazine temsil eder.
Bizde idare teşkilâtı; merkez teşkilâtı, merkezin mülki taksimat içindeki teşkilâtı, vilâyet, komün idareleri ve âmme müesseseleriyle iktisadi devlet teşekküllerinden ibarettir.
Merkez teşkilâtı; başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Başbakan ve Bakanlar kurulu, bakanlıklar ve Danıştaydan mülhak bütçeli teşkillerden ibarettir.
Mülki taksimat içindeki merkez teşkilâtı ise vilâyet, kaza ve nahiyelerde bulunan merkezî teşkilâttır. Vilâyetler ayrıca hükmi şahsiyeti haiz bir mahallî teşkilâta maliktir. Komünler ise belediye ve köylerden ibarettir. Âmme müesseseleriyle iktisadi devlet teşekkülleri ise muhtelif şekillerde görünürler.
İDARİ DÂVA [aim. Verwaltungsklage. — fr. prods administratif. — ing. law-suit against the administration].
Âmme hizmeti gören idari uzuvların haiz oldukları salâhiyete müsteniden husule getirdikleri haksızlığın izale ve tazmini veya ittihaz ettikleri karar ve muamelelerin kaldırılması zımmında gene idari kaza ve mercilere karşı fertler tarafından açılan dâvalardır. (Vergilerden dolayı muayyen mercilerde, diğer haksızlıklardan dolayı Danıştayda, idare heyetlerinde ikame edilen dâvalar gibi).
İdari dâva üç suretle olur:
1 — Kaza-i kâmile tâbi dâvalar bk. Tam kazaya tâbi dâvalar.
2 — İptal dâvaları: âmme hizmeti gören idari uzuvların ittihaz ettikleri bir karar ve fiilden dolayı menfaatleri haleldar olanlar tarafından o karar ve fiilin kanun ve nizamlara; esas, maksat, salâhiyet ve şekil cihetlerinden uygun olmadığı ve binaenaleyh o karar ve fiilden rücu edilmesi lâzım geldiği yolunda objektif mahiyette ve tazmini ihtiva etmiyecek surette idarî mahkemelerde ikame edilen dâvalardır. (Devlet Şûrası K. 23 f c. Vilâyet İdaresi K. 63).
3 — bk. Tefsir dâvası.
iDARİ FİİL (eylem) [aim. Verwaltungshandlung. —fr. action de {'administration, action administrative, operation administrative].
İdarenin, âmme hizmetlerinin itası için icrai bir kararın hazırlanması veya böyle bir kararın tatbik ve icrası zımnında yapmış olduğu fiil ve hareketlerdir.
İDARİ İHTİLÂF [aim. Vtrwaltungsstreitigkeit— fr; differend administratif. — ing. administratif disputes).
Âmme idareleri veya müesseseleriyle fertler ara-
sında idari muamele ve kararlar veya fiiller, diğer tâbirle âmme hizmetlerine mütaallik hukuki've fiilî tasarruflar dolayısiyle veyahut devletle diğer âmme hükmi şahısları arasında idari vesayet salâhiyetinin istimalinden dolayı çıkan ve idari kazanın salâhiyet sahasına giren ihtilâflardır.
İDARİ İRTİFAK [aim. öffentlichrechtliche Eigen-tumsbeschrânkungen. — fr. servitude administrative (Fr). restrictions de droit public âla propriiti föndere (Is). — ing. administrative easement, public purposes easement].
İdarenin, âmme menfaati namına şahıslara ait bazı gayrimenkuller üzerinde bir tazminat mukabilinde olml-yarak ihdas ettiği mükellefiyettir. Bu irtifakı, medeni hukuktaki irtifak haklariyle karıştırmamalıdır.
İdari irtifak âmme sıhhati, âmme selâmeti, millî müdafaa namlarına yapılır.
Mezarlıklar yakınındaki bir arsaya kuyu kazılmasının, mekteplere ve hastahanelere yakın yerlerde meyhane açtırılmasının, infilâk maddeleri depolarına yakın yerlerde inşaata müsaadenin, memnu mıntıkalara muayyen mesafe haricinde inşaata veya geçmeye müsaadenin yasak edilmesi gibi. (Ankara Şehrinin İmarına Ait Kanuna Zeyl 1504 No K.; Millî Müdafaa Mükellefiyeti K.; Askerî Memnu Mıntıkalar Hakkında K. Yapı ve Yollar K.).
İDARİ KARAR bk. Karar.
İDARİ KAZA VE MERCİLERİ [aim. Verwaltungs-gerichtsbarkeit. — fr. contentieux administratif, ju-ridiction administrative. —' ing. administrative jurisdiction].
İdari dâva ve ihtilâfları hal ve fasl salâhiyetine denir. Bu salâhiyet: a — Doğrudan doğruya kanunlarla vazifelendirilmiş müesseseler tarafından görülür : Danıştay dördüncü ve beşinci daireleri, müstakil kazanç itiraz ve temyiz komisyonları, Askerî Yargıtay gibi ; b — Aslî vazifelere ilâve olarak diğer teşekküller tarafından görülür : - idare heyetleri, muhtelif memurların toplanmasından doğan vergi komisyonları gibi. (Devlet Şurası K.; Vilâyetler İdaresi K.; Askerlerin Zat İşlerine Taallûk eden Dâvaların Tetkik ve Muhakeme Usulü Hakkında K.; Vergi Komisyonlarına Dair 3692 No. K.).
İDARİ MAHKEMELER [aim. Verwaltungsgerichte. — fr. tribunaux administratif s. — ing. administrative courts).
İdari kaza teşkilâtına dâhil olan mahkemelerdir. Bizde idari mahkemelerin başlıcaları Danıştay (Devlet Şûrası), İl (vilâyet) ve İlce (kaza) idare heyetleri, vergi itiraz ve temyiz komisyonlarıdır. Danıştay hem idari kazaya dâhil mahkemelerin temyiz mercii ve hem de umumi idare mahkemesidir; yani her idari mahkemeden ve kazai salâhiyeti haiz idari merciden sâdır olan kazai kararlar Danıştayda temyizen tetkik edilebileceği gibi herhangi bir idare mahkemesinin salâhiyet sahasına girmiyen tekmil idari ihtilâfların tetkik mercii de Danıştaydın
Askerlerin zat işlerine taallûk eden idari ihtilâflar için kaza mercii Askerî Yarbaydır. (3410 No. K.).
H. L. 10
İ46
İDARÎ MUAMELE — İDDİA
İDARİ MUAMELE (İdari tasarruf) [aim. Ver-ualtungsakt, r?erw<ungsverfügung. — fr. acte administrate f. — ing. administrative act].
İdari makamların âmme hizmetlerinin ifası zımnında yaptıkları hukuki muameleler, tasarruflardır. Amelî bakımdan bir muamelenin idarî mahiyette olup olmadığını anlamak için iki noktaya bakmak lâzımdır: sâdır olduğu makama; muamelenin idare fonksiyonuna taallûk edip etmediğine. Meselâ: talimatnameler, mevzularının mahiyeti bakımından tanzimi ve teşriî bir muamele oldukları halde idarî makamlardan sâdır oldukları için idari muamele sayılırlar ve bu tasarruflar hakkındaki hükümlere tâbi olurlar. Bilâkis Danıştayın veya vilâyet idare heyetlerinin kazai kararları bunların idari fonksiyonlarına değil, kazai fonksiyonlarına taallûk ettikleri cihetle idari muamele mahiyetinde değildirler.
İDARİ MURAKABE [aim. Verwaltungsaufsicht.
— fr. contrâle administrative. — ing. administrative controle, supervision],
İdarenin muhtelif sahalarda idari usuller dâhilinde icra ettiği murakabedir. Bu murakabenin başlıcaları: Hiyerarşi -meratip silsilesi- dolayısiyle memurlar üzerinde [aim. Dienstaufsicht. — fr. surveillance de service — ing. supervision]; idari vesayet dolayısiyle devletten gayrı âmme idare ve müesseseleri üzerinde [aim. Staats-aufsicht. — fr. tutelle administrative. — lât. publico cura ac tutela.] ve zabıta salâhiyeti dolayısiyle de muhtelif ferdî ve hususi hayat ve faaliyet sahasında icra edilen murakabelerdir. İdari murakabenin kazai murakabeden ayrıldığı en mühim nokta bir ihtilâf ve talep mevcut ve vâki olmaksızın re'sen icra edilmesi ve bu murakabe neticesinde verilen kararların kazai bir tasarruf ve binaenaleyh kesin hüküm ( kaziye-i muhkeme ) teşkil etmemesidir.
İDARİ TASARRUF 6İ. İdari muamele, Tasarruf.
İDARİ TAHSİS [aim. Widmung, Indienststellung.
— fr. affectation administrative. — ing. appropriation for administrative purpose].
Amme mallarından veya devletin hüküm ve tasarrufu altındaki mallardan birinin umumun istifadesine, âmme menfaatine konularak âmme emlâki arasına katılması veya bir âmme malının hangi cihetten kullanılacağının tâyin ve tesbitidir. Tahsis muhtelif şekillerde olur:
1 — Tabiî bir hâdise neticesinde, bir şey âmme emlâki mahiyetini iktisabeder Veya bir âmme emlâkinin mütemmim cüz'ü haline gelebilir. Bir nehrin yatağını değiştirmesi ve bu suretle bir kısım arazinin nehrin yatağı halini alarak âmme emlâkine inkılâbetmesi gibi. Burada tahsis tabiî hâdise neticesinde hasıl olmuş ve idare, keyfiyeti yalnız kabul ve tesbit etmiştir.
2 — İdarenin hususi emlâkine dâhil olan bir şey idari bir karar neticesinde âmme emlâki haline gelir. İdareye ait bir arazinin meydan haline konulması gibi. Burada tahsis idari bir kararın neticesidir.
3 — Devlete ait bir malın herhangi bir âmme hizmeti için kullanılması veya bir âmme idare veya müessesesine ait bir malın diğerine ait bir hizmet için onun emrine verilmesi de bir idari tahsistir. İdari tahsis bir idari muameledir ve idare hukuku hükümlerine tâbidir.
İDARİ TEAMÜL [aim. Verwaltungsbrauch, Veril altungsübung, Observanzen — fr. usages administra-tifs, pratique administrative. — ing. administrative custom. — lât. observatio].
İdarenin muayyen hâdiselerde aynı hareket tarzını ihtiyar etmek suretiyle tesis ettiği teamüldür.
İDARİ VESAYET [aim Staatsaufsicht. — fr. tutelle administrative. — ing. survision. — lot. publico cura ac tutela].
Devletin, adem-i merkeziyet idarelerinin, yani diğer âmme idare ve müesseselerinin idari kararlarını ve idari fiil ve hareketlerini murakabe etmek ve bu kararları bozmak salâhiyetidir. Meselâ : devletin vilâyet hususi idareleri bütçeleri üzerindeki murakabesi, valiler vasıtasiyle belediye meclisleri kararlarını tasdik etmek veya bunların iptali cihetine gitmek suretiyle yapılan murakabe idari vesayetin bir neticesidir.
İDARİ ZABITA [aim. Verwaltungspolizei. — fr. police administrative. — ing. municipal police].
İdarenin, âmme intizamını muhafaza veya temin etmek, suçları ve karışıklıkları önlemek vazifesinden ibaret âmme hizmetidir. Bu vazife zabıta talimatnameleri ve emirleri, tembihleri isdar etmek ve icabında idare kuvveti kullanarak maddi ve fiili tasarruflar yapmak suretiyle ifa edilir.
İDDET Clddat) (Es. H.) Lügatte sayı manasınadır. .İstılahta kadının boşanma veya vefat gibi bir sebeple muayyen bir müddet zarfında evlenmeyip beklemesinden ibarettir.
İDDET-İ EŞHUR ('İddat-i aşhur) (Es. H.) Ay hesabiyle iddet beklemektir. Şöyle ki: akd-i sahih ile nikâhlı olup hakikaten veya hükmen methul ün-biha olan veya zat-ı hayz olmıyan kadınlar; boşanma tarihinden itibaren hür ise üç ay, cariye ise bir buçuk ay iddet bekler.
İDDET-İ HAML ('İddat-i hami) (Es. H.) Çocuk doğurmakla biten iddettir.
İDDET-İ HAYZ ('İddal-i hayz) (Es. H.) Hayz ile ikmal olunan iddettir. Şöyle ki: talâk veya fesih vukuunda zatı hayz olan hür kadınlar tam üç hayz ile ve cariyeler dahi tam iki hayz ile bu iddeti bitirmiş olurlar.
İDDET-1 VEFAT ('İddal-i vafât) (Es. H.) ölüm ile lâzım gelen iddettir. Şöyle ki: kocası vefat eden kadın hür ise dört ay on gün, cariye ise iki ay beş gün iddet bekler.
İDDET MÜDDETİ [aim. Wartezeit, Wartefrist. — fr. delai de viduite. — ing. time of widowhood. — lât. tempus luctus).
Medeni Kanuna göre kocanın vefatından veya boşanma veyahut butlan hükmünden itibaren üç yüz gün Ve gebe kadında doğuruncaya kadar olan müddettir ki, kadın bu müddet içinde evlenemez. Kadının gebe kalması mümkün olmadığı veya boşanma ile ayrılmış olan karı ve koca tekrar evlenmek istedikleri takdirde hâki. min bu müddeti kısaltmaya salâhiyeti vardır (MK. 95, 96).
İDDİA [aim. Anspruch, Behauptung. — fr. allegation, pretention.— ing pretention, allegation, assertion. — lât. adlegatio, adsertio].
İDDİA - İFFET AN-İZ-ZİNÂ
147
Bir dâvada tarafların mütalebe ve mukabil muta-lebelerini dermeyan etmeleridir.
İDDİANAME [aim. Anklagtschrift — fr. acte d'accusation. — ing indictment. — lât. libellus accu-satorius].
Ceza işlerinde yapılan hazırlık tahkikatının âmme dâvasının ikamesi için kifayeti anlaşılırsa savcı (müddeiumumi) bu dâvayı, ya ilk tahkikatın açılması hakkında sorgu yargıcına bir talepname veya doğrudan doğruya mahkemeye bir iddianame vermek suretiyle açar. Savcının bu suretle âmme dâvasını açtığını bildiren yazısına iddianame denir (CMUK. 163, 191, 193).
İDDİA OLUNAN ŞEY [aim. Streitgegenstand, Klaganspruch. — fr. objet de la demande. — ing. object at issue].
Dâvada taraflardan herbirinin halledilmesini yargıçtan istediği husustur ki dâvaya sebebolan ihtilâfın mevzuunu teşkil eder. Davacının esas dâvasında ve müddeialeyhin mütekabil dâvasında diğer taraftan istediği eda, şey veya bir fiilin terkininden ibarettir. Aynı anlamda iddia, netice-i talep, netice-i müddea, müddeabih terimleri de kullanılmaktadır (HMUK. 179, 91, 375).
İDDİA SİSTEMİ (İtham sistemi) [aim. Anklagep. rinzip. — fr. systeme accusatoire].
Ceza işlerinde mahkemelerde tahkikat yapılması önceden bir dâva açılmasiyle meşrut olan usuldür. Mahkemeler ancak iddiada gösterilen fiil ve şahıs hakkında hüküm verebilir. Ceza işlerinde iddia vazifesi savcıya aittir (CMUK. 147 vd.).
İDLÂ (ldla') (Es. H.) İntisap demektir, intisabedene «müdlî» denir. Meselâ : bir kimse dedesine, yani babasının babasıha babasiyle müntesiptir. Dede «müdlâ» olmuş olur.
İFA [aim. Erfüllung — fr. execution (d'un contrat). — ing. performance, payment. — lât, solutio].
Borçlanılan şeyin yerine getirilmesidir. Alacaklı kendisine verilmesi lâzım gelen şeyden başka bir şey is-tiyemiyeceği gibi verilecek başka bir şeyi de kabule mecbur tutulamaz. İfa, vecibedeki gayeyi tahakkuk ettirir ve borçluyu mükellefiyetten kurtarır. Kanunlarımızdaki «tediye» (ödeme) kelimesi «ifa» mânasında kullanılmıştır. (BK. 84, 87 vd.). Tediye yalnız para borçlarının ifasını anlatan bir tâbirdir. İfanın mahiyetine göre borçlunun edada bulunabilmesi için bazan eda fiiline alacaklısının iştirakine ihtiyacı olur (tesellüm etmek gibi); bazan böyle bir iştirake lüzum olmaksızın da borcun ifasına imkân vardır (meniî edalarda olduğu gibi).
Eğer ifa bir hakkın alacaklıya devrini tazammun ediyorsa alacaklının eda fiiline iştiraki zaruridir. Bu fark bilhassa alacaklının temerrüdünde ehemmiyet alır.
İFA KABİNESİ [aim. Erfüllungsvermutung. — fr. presumption de I'execution (du payement). — ing. presumption of performance).
Borcunu yerine getirdiğini iddia eden taraf bunu ispata mecburdur (MK. 6). Bununla beraber, kanun ifa beyyinesini kolaylaştırıcı mahiyette bazı karineler kabul etmiştir (BK. 88; TK 684). '
İFA YERİ [aim. Erfûllungsort. — fr. lieu d'exe-cuiiön. — ing. place of performance. — lât. locus solutionis).
Borcun ifa edileceği yer demektir. Borçlu mukavele ile tâyin edilen mahalde borcunu yerine getirmezse mütemerrit olur. Alacaklı ifa mahallinden başka bir yerde yapılan ifayı kabule mecbur tutulamaz. Bundan başka borçluya teveccüh eden tazmin mükellefiyeti de ifa mahallindeki fiyatlara göre takdir edilmek lâzımdır. Umumiyetle kabul edilmekte bulunan bir fikre göre «ifa mahalli kanunu», mukaveleye tatbik olunur. Bütün bu hükümler ifa mahallinin ehemmiyetini gösterir.
İfa mahalli tarafların sarih veya zımni iradelerine göre tâyin olunur. Fakat bazı borçların ifa mahallini kanun tâyin etmiştir (BK. 468; TK. 810. 811). Eğer taraflar, hilâfına bir hüküm koymamışlarsa veya kanun muayyen mahalli ifa yeri olarak göstermemiş ise tatbiki lâzım gelen esaslar kanunen tesbit olunmuştur (BK. 73 f 2).
İFA YERİNİ TUTAN EDA [aim. Leistung an Er-füllungsstatt. — fr. daiion en payement. — ing. prestation in lieu of the promised performance. — lât. da-tio in solutum).
Borçlunun aradaki mukavele mucibince alacaklısına vermeye mecbur olduğu şeyden başka bir şey vermek suretiyle borcunun ödenmesi halidir. Bu mahiyetteki bir ifanın borcu iskat edebilmesi için alacaklının muvafakat etmesi lâzım gelir. Borçlar Kanunu ifanın bu tarzına temas etmez. Fakat ilmî içtihatların delaletiyle normal bir ifanın bütün neticelerini meydana getireceği kabul edilir. Eğer ifa yerini tutan bir eda ile tediye edilmesi istenilen borcun bulunmadığı sonradan anlaşılırsa borçlunun istirdat hakkı, yapılması lâzım gelen eda mevzuuna değil; belki fiilen teslim olunan şeye taallûk eder. İcra ve İflâs Kanunu (120) ifa yerini tutan edaya temas etmektedir.
İFA ZAMANI [aim. Erfüllungszeit — fr. date d'execution. — ing. time of performance. — lât. tem-pus yahut dies solutionis).
1 — Alacaklının borçludan edada bulunmasını is-tiyebileceği zamandır ki, hulul etmedikçe alacaklının borçlu aleyhine dâva açmaya hakkı yoktur. Buna «alacağın muacceliyet iktisabetmesi» [aim. Fâlligkeitstermin. — fr. terme d'echeance. — ing. due-date, date of maturity. — lât. dies solutionis, dies solvendae pecuniae) denir.
2 — Borçlunun edada bulunmaya hakkı olduğu zamandır ki, buna da «borcun eda kabiliyetini iktisabetmesi» [aim. Leistungszeit. — fr. terme, date d'execution. — ing. time yahut date of performance. — lât. dies solutionis] denilebilir (BK. 101 f 2, 312, 491 f 1; MK. 802, 814, 820, 872; MK. 257, 281, 308 f 2, 326 vd.; TK. 110, 753, 881, 913, 960; tş K. 35 vd.; BK. 466, 467, 80).
İFFET AN-İZ-ZİNÂ Cİffat 'an-fe-rini') (Es.H.) Bir kimsenin ömründe bir defa olsun gayri meşru mu-karenette bulunmamış olmasıdır. İffet; bazı zevata göre
dinin hududunda durmak, hudud-u şer'îyeyi tecavüz
etmemek demektir.
148 İFFETSİZLİK -
İFFETSİZLİK [aim. unzüchtiger Lebenswandel — fr. inconduite. — ing. misconduct. — lât. impudicitiej'.
Cinsî ahlâk kaidelerine aykırılıktır. Bu hal medeni hukuk sistemimizde bazı hakların kaybedilmesini icabet-tirmekle hüküm ifade eder. Ananın gebe kaldığı zaman iffetsizlikle meluf olduğu sabit olursa babalık davasının reddolunması gibi.
Medeni Kanundaki hacir sebeplerinden «sui-hal» tâbirinden maksat da iffetsizliktir (MK. 302, 356, 359, 368, 419).
İffetsizliği anlaşılan bir kadınla bilerek evlenen ve böyle bir kadınla evlilik bağını devam ettiren veya böyle bir kadını yanında bulunduran askerî şahıslar rs-kerlikten ihraç ve bunu askerlikten çıkmak maksadı ile yapanlar tard olunur (As. CK. 153).
İFLÂS (aim, Konkurs, Bankrott. — fr. faillite. — ing. bankruptcy. — lât. concursus creditorum, pro-cessus concursus, processus cridae, processus conturba-tionis*].
1 — Borçlarını ödemekten âciz olduğu mahkeme kâran ile tespit ve ilân olunan borçlunun hali. (bk. aciz). İcra. ve İflâs ve Ticaret kanunlarımıza göre yalnız tacirin iflâsına hükmolunabilir. Fakat küçük tacirler iflâsa tâbi olmadıkları gibi 'tacir sıfatını haiz olmiyan kimseler de hususi şartlar altında iflâsa tabidirler (meselâ: kanuni memnuiyet hilâfına olarak ticaretle iştigal eden yargıç, noter ve memurlar: kollektif ve komandit şirketlerin ortakları; banka ve sigorta müesseselerinin idare meclisi üyeleri ile imzaları müesseseyi ilzam eden müdür ve memurlar: TK. 8, 14; Bankalar Kanunu 62; 3392 Sayılı K. 15).
İflâs hâlinde bulunan borçluya «müflis» [aim. Ge-meinsehuldner (Al), Konkursschuldner, Kridar (is). — fr. failli. — ing. bankrupt. — lât. debitor communis, debitor obaeratus] denir.
2 — İflâs halinde bulunan borçlunun malları hakkında tatbik olunan hususi cebrî icra usulü. İllâ» kaideleri — rehin ve imtiyaz ve sıraya mütaallik hükümler mahfuz olmak üzere — müflisin mevcudatından istifade hususunda bütün alacaklıları arasında müsavat temin etmeği istihdaf eder.
Bundan dolayıdır ki iflâsın en mühim neticesi müflise ait ve haczi kabil bütün malların umumi haciz altına konması ve masaya alınmasıdır. İflâs kararı üzerine müflis artık bunlarda tasarruf edemez. Buna göre iflâsı «umumi haciz»le tarif etmek, ona kanunun izafe ettiği mânayı daha iyi ifade eder.
İFLÂS BÜROSU/ aim. Glâubigerausschuss. — fr. bureau de faillite. — ing. committee of inspection, board of bankruptcy).
İlk alacaklılar toplantısında reistik eden iflâs memuru veya muavini tarafından tâyin olunacak iki alacaklı veya mümessili ile teşkil edilen heyete denir (tc İf K. 221).
İFLÂS DAİRESİ [aim. Konkursamt — fr. office de faillite. — ing. bankruptcy office].
Müflisin mallarının defterini tutmak, mağazalarını ve eşya depolarını mühür altına almak, alacaklıları top. lanmaya çağırmak, iflâsın basit tasfiyesini yapmak ve
İFLÂS MASASI
âdi tasfiye halinde alacaklılar toplantısına riyaset, büroyu teşkil ve iflâs idaresinin tasfiyeye mütaallik muamelelerine nezaret etmek için, her asliye mahkemesinin kaza dairesinde ihtiyaç nispetinde bulundurulan iflâs memurunun reisliği altında lüzumu kadar muavin, kâtip, mübaşir ve müstahdemlerden teşkil olunan dairelere iflâs daireleri denir (İc. If. K. 2, 3, 208-223)
İFLÂS HUKUKU [aim. Konkursrecht. — fr. le-gislation sur la faillite. — ing. law of bankruptcy. — lât. ius concursus *].
İflâsa mütaallik kaideleri ihtiva eden hukuk sübeğidir (İc İf K. )
İFLÂSIN AÇILMASI [aim. Konkurseröffnung. -fr. ouverture . de la faillite. — ing. adjudication of . bankruptcy proceedings).
İflâsa tâbi borçlunun iflâs yolu ile takibi hakkında mahkemece karar verilmesi. Kararda açılma anı gösterilir. İptal dâvalarında da önemi olan açılma tarihi iflâs üzerine terettübeden hukuki neticelerin ve defter tutmakla tasfiyeye mütaallik diğer muamelelerin başlangıcını teşkil eden tarihtir (tc. If. K. 165, 166).
İFLÂSIN KALDIRILMASI [aim. Aufhebung des Konkurses(Konkursverfahrens).^fr. levee de la faillite]'.
İflâsına hükmedilmiş olan borçlu bütün alacaklıların taleplerini geri aldıklarına dair bir beyanname veya bütün borçlarının itfa olunduğu hakkında bir vesika göstermesi veya akdedilen konkordatonun tasdik edilmesi halinde mahkemenin iflâsın kaldırılmasına ve borçlunun serbestçe tasarrufu için malların kendisine iadesine karar vermesidir (İc. If. K. 182).
İFLÂSIN KAPANMASI [aim. Beendigüng des Konkursverfah)ens. — fr. cloture de la faillite. — ing. closing of the bankruptcy].
Âdi. tasfiye muamelesi bitip paralar alacaklılara dağıtıldıktan sonra, iflâs idaresi iflâsa hükmetmiş olan mahkemeye son bir rapor verir; mahkeme tasfiyenin bittiğini anladıktan sonra iflâsın kapanmasına karar verir.
Basit tasfiyede paralar dağıtılınca iflâs kapanır. Her iki halde de iflâs idaresi iflâsın kapandığını ilân eder ki buna iflâsın kapanması denir (İc. İf. K. 218, 254,ı.
İFLÂSIN TASFİYESİ 6İ:. Tasfiye.
İFLÂS İDARESİ [aim. Konkuraverwaltung. — fr. administration de la faillite. — ing. administration of bankruptcy (assets); trustee in bankruptcy].
Birinci alacaktılar toptantısının karariyle alacakların tahkikine, sıraların tâyinine ve iflâsın tasfiyesine ait işleri görmek üzere lâzım gelen bilgi ve tecrübeyi haiz Türk vatandaşlarından bir veya birkaç kimsede teşkil olunan idareye iflâs idaresi denir. Bu idare iflâs dairesinin murakabesi altındadır (İc İf. K. 223).
Masanın kanuni mümessili iflâs idaresidir, (tc İf. K. 226, 254).
İFLÂS MASASI [aim. Konkursmasse. — fr. mas-»e en yahut de la faillite. — ing. bankrupts ttiate, total estate. — lât. massa eoncursus*].
İFLÂS MASASI
tflâs açıldığı zamanda müflisin haczi kabil bütün malları ile hakları ve borçlan nerede bulunursa bulunsun bir masa teşkil eder ve alacakların ödenmesine tahsis olunur. İflâsın kapanmasına kadar müflisin uhdesine geçen mallar da bu masaya girer.
Üzerinde rehin bulunan mallar dahi rehin sahibi alacaklının rüçhan- hakkı mahfuz kalmak üzere masaya gir, ^ (İc. İf K. 184- 187).
İFRAZ [aim. Parzellierung. — fr. lotissement, parcellement.— ing. to divide iı.to lots; allotment, parceling out}.
Arazinin parçalanması, taksimi. Her ne kadar malik gayrimenkulunu parçalamak hakkına sahip ise de bu parçalama başkasının hakkını alâkadar eylediği takdirde ifraza terettübedebilecek hükümlerin tesbiti şarttır (MK. 759 - 764, 804, 821. 826; Tapu Sicil Nr.).
İFŞA bk. Sır.
İFTÂ (Iflâ) (Es. H.) Fil'asıl müşkülü beyan ve
izhardır, örfen sorulan bir meselenin hükmünü beyandan ibarettir. Sorana.«müstefti», cevap verene «müfti», verilen cevaba da «fetva», denir.
Usuliyun ıstılahında müfti, müçtehit demektir. İl-mî salâhiyeti haiz olmak şartiyle herkes iftâ edebilir.
örfümüzde gerek müçtehit olsun gerekse olmasın vukubulan istiftâlara cevap vermek vasıtasiyle tâyin olunan zata «müfti» ve tahriren verdiği nakil ve cevaplara «fetva» denmektedir.
İFTİRA [aim. falsche Anschulaigung. — fr. imputation calomnieuse, calomnie — ing. calumny, libel, slander. — lât. calumnia].
Bir kimsenin suçsuz olduğunu Lildiği bir şahsa suç isnadetmesidir. Suçun teşekkülü için keyfiyetin adliyeye veya kanuni takip yapacak veya yaptırabilecek bir mercie bildirilmesi, yahut suçun maddi eşer ve delillerinin , uydurulması lâzımdır. Suç tasniinden, hedefin muayyen bir kimse oluşu ile ayrılır (CK. 285).
İGARE (lgâra (Es. H.) Bir malı başkasından baskın tarikiyle cebren ve alenen çabukça almaktır.
İCMA (Igma') (Es. H.) Bayılmak. Bu bir hastalık olup vücudun kuvvetini izale ile aklı istimale mâni olur. Bayılan kimseye «muğma - aleyh» denir.
1CTİNAM bk. Ganimet
ICTİŞAŞ bk. İsyan.
İHALE [aim. Zuschlag. — fr. adjudication. — ing. adjudication. — lât. adiudicatio, addictioj.
1 — Artırma ve eksiltme suretiyle yapılan akitlerde en çok artıranın veya eksiltenin icabını kabul mahiyetinde olmak üzere artırma ve eksiltmeye çıkaranın vâki irade bayanıdır.
Artırma ve Eksiltme ve İhale Kanununa göre gerek artırma veya eksiltme ve gerek pazarlık suretiyle yapılan akitlerde daire namına hareket eden komisyonun en münasip teklifi kabul mahiyetinde olmak üzere ittihaz ettiği karardır.
Katî ihale : yapılması artırma ve eksiltme komisyonlarının salâhiyeti dâhilinde bulunan akitlerde bu
— İHBARNAME 149
komisyon tarafından yapılan ihaledir ki akit bn ihale ile tamam olur. Bundan sonraki pey ve teklifler nazara alınmaz.
Muvakkat ihale: yapılması artırma ve eksiltme komisyonlarının salâhiyeti haricinde bulunan ve daha yüksek makama ait olan akitlerde bu. makamın tasdikına arz edilmek üzere komisyon tarafından yapılan ihaledir ki ihaleyi yapan daire için tasdik ile hüküm ifade eder. İhale ile tasdik arasında geçen, zaman içinde muayyen nispetler dâhilinde artırma veya eksiltme teklifi vâki olduğu takdirde bu teklifi yapanlar ile evvelce kendisine ihale yapılan kimse arasında yeniden artırma veya eksiltme yapılır, bk. Artırma ve eksiltme.
2 - İhale (Vakıfta) (İhâla) bk. Tefviz.
İHBAR [aim. Benachrichtigung, Anzeige, Bt-scheid, Mitteilung. — fr. avertissement, avis, denunciation. — ing. notice, warning, demand note. — lât. de-nuntiatio, huntiatio, communicatio].
1 — Aşağıdaki mânalarda kullanılır :
a) Bir hak veya bir vecibeye veya âmmeye mü-taallik olmak üzere bir veya mütaaddit kimsenin veya resmî bir makamın dikkatlerini çekmek için sözle veyahut yazı ile yapılan beyandır: iş veya kira akdinin feshini ihbar [aim. Kûndigung. — fr. denunciation, conge.' — ing. notice termination. — lât. renuntiatio/, vergi memuru tarafından vergi miktarını bildirmek için mükellefe yapılan bir ihbar, posta idarelerine gelen eşya ve kıymetli evrakı almaları için mürsel-ün-ileyhe yapıdan ihbar, nakliyeci veya nakliye komisyoncusu tarafından mürsel-ün-ileyhe gönderilen ve eşyanın geldiğini bildiren ihbar, alacağın haczi halinde icra memuru tarafından üçüncü şahıslara gönderilen ve borçlarını icra dairelerine ödiyebileceklerioe dair ihbar gibi.
b) Bir kimsenin vukuunu öğrendiği bir hâdiseyi merciine bildirmesidir: vergi kaçağını, suçu ihbar gibi. Suça ıttıla vazife icabı olmuş ise «ihbar» kanuni bir vazife halini alır, ihbarın ihmali ayrı suç teşkil eder.
c) Taraflardan olmıyan bir veya mütaaddit şahsa bilmekte ilgili oldukları usule mütaallik evrakı ve cereyan eden muameleyi tebliğdir: dâvanın üçüncü sahsa ihbarı [aim. Streitverkündung. — fr. denunciation d'instance (du litige). — ing. third party notice. — lât. litis denuntiatio], gayrimenkulun haczinden kiracılara veya gayrimenkulu rehin almış olanlara haczin İh ban
gribi.
Yazı ile yapılan ihbara «ihbarname» denir, ç) Türklerin gerek şahıslarına, gerek âmmeye ait olarak kanun ve nizamlara aykırı gördükleri hususları Büyük Millet Meclisine ve merciine ayrı ayn veya birlikte bildirmek hakkı (Anayasa 28).
2 — İhbar (sigorta hukukunda): Sigortalı tarafından sigortacıya karşı yapılması lâzım gelen beyanlardır. İhbar, gerek sigorta akdinin inikadı sırasında rizikolarda husule gelen değişmeler için ve gerek hasann vukua gelmesi anında bu keyfiyetin bildirilmesi -hususlarına taallûk eder. İhbarların vaktinde ve doğru olarak yapılmaması sigorta mukavelesinden doğan hakların düşmesine sebebolur (TK. 950 - 956).
İHBARNAME bk. İhbar.
150
İHDA - İHTAR
İHDA (lhdü1) (Es. H.) Hediye etmek.
İHDAS (İhdas) (Es. H.) Arz-ı memleket üzerinde teffizden sonra ebniye inşa, ağaç gars edildiğini ifade eden ve böylece dar mânada kullanılan bir ıstılahtır.
Memurunun izni olmaksızın arazi-i emîriye üzerinde inşası caiz olmıyacak ebniye, yeniden yapılacak binalar hakkında istimali şayidir. «Tasarruf kararnamesinin neşrinden mukaddem muhdes» tâbirine tapu kayıt ve senetlerinde çok tesadüf edilir.
İHDAS HAKKI (Kıhklama hakkı) [aim. Gestal-tungsrecht. — fr. droit formateur].
Mevcut bir hukuki vaziyette bir taraflı irade be-yaniyle değişiklik yapmaya, yani bir hukuki netice husule getirmeye (ihdas eylemeye) imkân veren haktır. İhdas hakkı, hususi hukukta ve bilhassa âmme hukukunda mevcuttur. Bir şey dolayısiyle muayyen veya gayrimu-ayyen kimselere karşı mutalebe hakkı bahşeden mutlak haklar ve herkesin yapabileceği (icapta bulunmak, ölüme bağlı tasarruflar yapmak gibi) umumi haklar ile ihdas hakkı karıştırılmamalıdır. Çünki herkesin yapabileceği bir fiil ve hareket ihdas hakkında olduğu gibi müşahhas iradesinin eseri değildir. İhdas haklarına «hukuki imkân hakları» yahut kısaca «imkân hakları», inşai haklar, kıhklama hakkı adı da verilmiştir. Bir mukaveleye nihayet vermek için ihbarda bulunmak, bir hukuki muamelenin iptalini talebetmek, defi dermeyan etmek, itirazda bulunmak, mukaveleden dönüldüğünü bildirmek, işgal ve ihraz muameleleri, şuf'a ve mahsup haklarını kullanmak ihdas haklarındandır, ihdas hakları müstakil bir mamelek kıymetini haiz olmadığı gibi diğer bir tarafa karşı bir fiilin yapılmasına ve yapılmamasına mütaallik bir mutalebe hakkı husule getirmez. İhdas hakkı bu hakkı haiz olan kimse tarafından kullanılmakla, matuf olduğu hukuki netice husule gelir. İhdas hakkı tes-bit dâvasına mevzu olabilir.
İHKAK-I HAK Bir hakkı usulü dairesinde yerine getirmek, yani bir hakkı murafaa ve muhakeme neticesinde ispat ve izhar etmek. Bizzat ihkak-ı hak için, bk. kendi haklarını cebren vikaye.
İHKAK-I HAKTAN İMTİNA [aim. Rechtsverwei. gerung. — fr. dini de justice. — ing. denial of justice. — lât denegatio actionis (iustitiae)]'.
Kanunen kabule şayan olan bir arzuhal veya talebi sebepsiz olarak reddetmek, yahut bir dâva rüyete hazır bulunmuş ve sırası gelmiş iken kabule şayan olmıyan özürler beyaniyle ve kötü niyetle görmeğe başlamamak veya devam etmemektir ki, hâkimin tazminat ile me. suliyetini muciptir.
Aynı anlamda ihkak-ı haktan istinkâf terimi de kullanılır (HMUK. 572 b. 6, 574 dv.).
İHKÂR (Ihkâr) (Es. H.) Bir yeri üzerinde bina yapmak veya ağaç dikmek ve bunların hakk-ı bekası olmak üzere icar etmektir. Şöyle ki: üzerine müsteciri tarafından bina yapılacak veya ağaç dikilecek olan arazinin mesahası tâyin ve her zirai için bedel-i icar olarak bir meblâğ takdir olunur. Müıtecir tecdid-i icareye muhtaç olmaksızın her sene mukadder meblâğı arazi sahibine vererek üzerindeki ebniye ve eşcarını ipka eder.
Bü muamele; bazı yerlerde alâ-hilâf-il-kıyas kabul edilecek teamül hükmünü almıştır. Zemini mukataalı, ebniye ve eşcarı mülk vakıflar bu kabildendir.
İHMAL bk. Kusur.
İHRACAT PKİMİ [aim. Ausfuhrpramie. — fr. prime d'exportation. — ing. bounty for export, premium on exportation}.
Dâhilde istihsal olunan bir malın veya maddenin harice satış fiyatını düşürerek ihracını kolaylaştırmak maksadiyle bu malı istihsal veya ihraç edenlere miktarla mütenasip olarak verilen paradır. İhracat primi herhangi bir istihsal şubelinin ihracatını artırmak suretiyle burada istihsal miktarının artırılmasına ve binnetice maliyetin düşmesine yardım edebilir (Millî Korunma K. 29).
tHRACAT VE İTHALÂT MÜSAADESİ bk. Lisans.
İHRAÇ [aim. Ausgabe, Emission. — fr. emission. — ing. issue. — lât. emittere (emissio)].
Hisse senetleri, tahviller ve mümasil senetler ile nakit ve ticari, gayriticari senetleri halk arasında tedavüle çıkarmak demektir.
İHRAÇ BANKASI bk. Tedavül bankası.
İHRAZ 1 — bk. İktisap ve yolları.
2 — (İhraz) (Es. H.) a) Bir malı «harz» denilen mahfuz bir mahalle koymaktır. Maddi ve mânevi bir şeyi kazanıp elde etmek mânasında da kullanılır; zafer veya ganaim ihrazı gibi.
b) Maliki olmıyan eşya-yı mubahadan birini ele geçirmek demektir. Meselâ : hüdayi nâbit otlar toplamakla ve biçip demet etmekle, denizdeki batık avlamak ile ve su, bir testi veya sair bir kab içine alınmak ile ihraz edilmiş olur.
İHSAN (Ihşâıı) (Es.H.) Had icrası hususunda vücudu şer'an lâzım gelen bazı vasıfların içtimaidir ki iki kuma ayrılır :
1 — İhsan-ı kazif: bu, bir kimsede akıl, bulûğ, hürriyet, islâm, zinadan iffet vasıflarının içtimaiyle husule gelir. Binaenaleyh bu vasıfları haiz bir kimseye zina isnadeden şahıs hakkında had-di kazif lâzım gelir.
2 İhsan-ı recim: bu, bir kimsede yedi vasfın içtimaiyle tahakkuk eder, şöyle ki: âkil, baliğ, hür, Müslim olan ve nikâh-ı sahih ile evlenmiş ve zevcesi de bu evsafı cami olduğu halde aralarında duhul vukua gelmiş bulunan bir erkek bu ihsanı haiz olduğu gibi o kadın da bu vasfı haiz bulunur. Binaenaleyh bunlardan birinin cüret edeceği bir zina şer'an recmi müstelzim olur.
İHTAR [aim. Mahnung, Aufforderung. — fr. summation, mise en demeure, injunction. — ing. warning. — lât. interpellate].
Aşağıdaki anlamlarda kullanılır :
1 — Bir şahsın temerrüdünü tesbit etmek için yapılan irade beyanı ve hatırlatmadır (BK. 101; TK. 645, 662).
2 — İhtar, beledi veya idari bir muamelenin yapılması için aalfihiyettar makamlardan yapılan tebliğdir.
İHTAR - İHTÎLÂF-I DÂR
151
3 — İhtar, kanuni bir vazifenin yerine getirilmesi ve içtinabın terki halinde bir hakkın kaybedileceğine veya bir mütalebenin dinlenmiyeceğine dair alâkadar mahkeme, makam, heyet tarafından yapılabilen beyandır. Meselâ: terk sebebiyle boşanma dâvası ikamesi halinde terk eden eşe bir ihtar yapılmaksızın hâkim boşanma dâvasına bakamaz (MK. 132).
Mirasta murisin alacaklılariyle borçlularına haklarını bir ay zarfında sulh mahkemesine kaydettirmeleri ihtar olunur (MK. 561).
İhtar, ticaret şirketlerinde, ezcümle anonim şirketlerde, hissedarlara iştirak hisselerini tediye, şirketin tasfiyesini ihbar vesaire için de yapılır (TK 289, 451).
4 — Meskeni bilinmiyen gaibe hâkim önüne gelmesi veya meskenini bildirmesi gazetelerle ihtar olunabilir (CMUK. 281).
İHTAR CEZASI {aim. Warnung, Verwarnung, Verweis. — fr. avertissement (comme sanction). — ing. admonition, reprimand. — lât. admonitio].
Memuru vazifesine dikkate davet etmekten ibaret inzibati bir cezadır.
Bu ceza inzibat komisyonu karariyle verildiği gibi âmir tarafından re'sen de verilebilir (Memurin K.; Hâkimler K.; Noter K. ; Avukatl.k K.).
İHTARNAME bk. Protesto.
İHTİBAR [aim. gerichtsarztlich.es Gutachten. — fr. expertise medico - legale. — ing. medico - legal investigation. — lât. opinio (artis periti) J.
Adlî tababete mütaallik bir hâdise üzerine mütalâası, sorulan salahiyetli makamın fennî kanaatidir. Bu kanaati bildiren zata «muhteber» , bu ilimden bahseden şubeye de «adlî tıp ihtibarı» denir.
iHTlCACA SALİH OLMAK [aim. Glaubwurdig. keit, Echtheit. — fr. authenticity. — ing. authenticity. — lât. Veritas, fides].
Gerek katî ve gerek takdirî delil teşkil ve hasmı ilzam etmek ve hükümde kendiline istinadedilmek vasıf ve kabiliyetini haiz olmaktır. Yazılı deliller için kullanılır. Şahadet ve ehlivukuf hakkında «kanaat verici» [aim. glaubmürdig. — fr. digne de foi. — ing. trust-vorthy] terimi kullanılmaktadır.
İHTİKÂR (ihtikâr) (Es. hU) Lügatte bir malı fiyatının yükselmesine intizaren satmayıp saklamaktır. Istılahta : insanların ve hayvanların gıdasını alıp kıtlık ve pahalılık zamanına intizaren hapseylemektir.
İHTİKÂR VE İSTİSMAR [aim. Sachwucher und Ausbeutung, Preismucher, Warenwucher. — fr. acca-parement. — ing. profiteering].
Fazla kazanç temini mâksadiyle bir tacirin eşyayı hükümetin koymuş olduğu fiyatlardan ziyadeye satmak, eşya fiyatlarını muhik sebep olmaksızın yükseltmek, mevcut malı satışa çıkarmamak, mallarını gümrükten almamak, müstahsil veya müstehlik aleyhine birlikler yapmak gibi ticaret ahlâkını ve âmme menfaatlerini
gözetmek vazifesi dışında harekettir (Millî Korunma K. 31, 32; CK. 401).
İHTİLÂF [aim. Streitigkeit, Streit, Konflikt, Rechtsfall, Prozess. — fr. litige, differend, conflit. — trig, dispute, difference, quarrel. — lât. lis, liiigium, iurgium, controversia].
Aşağıdaki anlamlarda kullanılır :
1 — Bir hakkın vücudu, şümulü veya neticeleri üzerinde anlaşamamazlıktır. «Niza» terimi aynı anlamda kullanılır. İhtilâf sulh ile halledilemezse «münazaa» halini alır ve dâvaya mevzu olur.
2 — Muayyen bir dâvanın tetkik merciini tâyin hususunda iki kaza mercii arasında anlaşamamazlıktır:
a) Selbî ihtilâf [aim. negativer Kompetenzkon. flikt. — fr. conflit negatif d'attribution]: vazifeli ve salahiyetli mahkeme de dâhil olduğu halde iki mahkemenin aynı dâvanın tetkikine vazifeli veya salahiyetli olmadıklarına dair karar vermeleridir, b) İcabi ihtilâf [aim. positiver Kompetenzkonflikt-— fr conflit positif d'attribution] : iki mahkemenin aynı dâvada kendilerini vazifeli veya salahiyetli görmeleridir, c) Vazife ihtilâfı [aim. Streit über die sachliche Zustândigkeit. — fr. conflit de juridiction. - lât. conflictus jurisdictionum]: mahiyeti başka başka dâvaları hal için kurulmuş kaza mercileri arasındaki ihtilâftır: sulh mahkemesiyl: asliye mahkemesi, adliye mahkemesiyle idari mahkeme arasındaki ihtilâf gibi ; ç) Salâhiyet ihtilâfı [aim. Streit ûber die örtliche Zustândigkeit. — fr. conflit de competence ratione loci] : aynı mahiyette dâvaları tetkika memur kaza mercileri arasında mahal itibariyle tahaddüs eden ihtilâftır : İstanbul asliye hukuk mahkemesiyle Ankara asliye hukuk mahkemesi arasındak' ihtilâf gibi.
Merci tâyini: kaza mercileri arasındaki selbî, icabi vazife ve salâhiyet ihtilâflarını hal ve muayyen hâdisede tetkik merciini tâyin etmek usulüdür. Hukuk ve ticaret mahkemeleri aralarındaki selbî veya icabi vazife ve salâhiyet ihtilâfları yüksek mahkeme - Yargıtay Dördüncü Hukuk dairesi - tarafından halledilir (HMUK. 25 - 27 ve 1221 No. Kanunun 2020 No. kanunla değişmiş üçüncü maddesi). Adliye ceza mahkemelerinin kendi aralarındaki, veya bu mahkemelerle sorgu hâkimleri arasındaki salâhiyet ihtilâfları müşterek yüksek vazifeli mahkemede halledilir (CMUK. 13, 18 ve 825 No. K. 36 ve 1221 No. K. 4).
Askerî mahkemelerle umumi mahkemeler arasın, daki icabi ve selbî vazife ihtilâfları Yargıtay Ceza Umumi Heyetinde halledilir. Tetkik sırasında Askerî Temyiz müddeiumumisinin mütalâası alınır (As.-CMUK. 282).
idari kaza mercileriyle adliye mahkemeleri arasındaki ihtilâflar hakkında bk. İhtilâf mahkemeleri.
Hukuk mahkemeleriyle ceza mahkemeleri arasındaki vazife ihtilâflarını halledecek merci yoktur.
lHTlLÂF-I DÂR (Ihülâf-i dar) (Es. H. ). Mülk ve tabiiyetin ihtilâfiyle hâsıl olan ihtilâftır ki üç kısımdır :
1 — Hem hakikaten ve hem de hükmen vâki olan ihtilâftır: ecnebi devlet tabiiyetinde olup da kendi memleketlerinde ikamet eden kimse İslâm tabiiyetinde olup ta keza kendi memleketinde ikamet eden kimse arasındaki ihtilâf gibi.
2 — Yalnız hükmen ihtilâftır; Ecnebi devlet tabiiyetinde olup da müsaferet tarikiyle İslâm devleti ülke-
152
İHTİLÂFI DÂR — İHTİSAS MEVKİİ
•iade ikamet eden kimse ile İslâm tabiiyetinde olup da kendi memleketinde ikâmet eden kimse arasındaki ihtilâf gibi.
3 — Yalnız hakikaten ihtilâftır : ecnebi devlet tebaasından olup da müsarefet tarikiyle İslâm devleti ülkesinde bulunduğu sırada vefat eden kimsenin memleketinde bıraktığı oğlu ile arasındaki ihtilâf gibi.
Birinci ve ikinci kısımlarda tâbiiyette ihtilâf vardır; ve ihtilâflar irse mânidir. Üçüncü kısımda tâbiiyette ihtilâf yoktur; onun için irse mâni değildir.
İHTİLÂF-I DİN (IhlilaT-i dîn) (Es. H.) Biri Müslim diğeri gayrimüslim olmakla dinde ihtilâftır. Ihti-lfii-ı din irse mânidir. Binaenaleyh gayrimüslim Müslim'in ve Müslim de gayrimüslimin mirasına nail olamaz. Amma Müslim olmıyan milletler arasında ihtilâf-ı din irse mâni değildir.
İHTİLÂF-I KAVANİN bk. Ka nunlar ihtilâfı,
İHTİLÂF MAHKEMELERİ {aim. Kompetentkon-flikUgerichUhof. — fr. tribunal des confliis].
İdari kaza mercileriyle adlî kaza mercileri arasındaki vazife ihtilâflarını halletmeğe memur olan mahkemedir. Son zamanlara kadar memleketimizde bu mahkemeler mevcut değildi 8 Temmuz 1945 tarihli bir kanunla; gene) mahkemeler, idare ve askerlik yargı yerleri arasında hukuk islerinden doğan vazife ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeğe yetkili olmak üzere bir uyuşmazlık mahkemesi.kurulmuştur (Uyuşmazlık Mahkemesi kurulması hakkında K. No. 4788); Ceza işlerinde umumi mahkemeler, karar hâkimleri ve müstantiklerle idare heyetleri vesair kaza salâhiyetini haiz makamlar arasında vazife ve salâhiyeti sebebiyle çıkan ihtilâfların halli Yargıtay Ceza Heyeti Umumiyesine bırakılmıştır (1684 No. K.).
İHTİLÂF MERCİİ 6*. İhtilâf. İHTİLAFSIZ KAZA bk. Nizasız kaza.
İHTİLÂL [aim. Revolution. — fr. revolution. — ing. revolution.— lât. rerum mutatio, rerum publicarum-cammutatio yahut conversio].
Bir devletin siyasi teşkilâtını, kanuni şekillere hiç riayet etmeksizin, değiştirmek üzere cebir ve kuvvet ile yapılan geniş mikyastaki halk hareketine denir.
İHTİLAS [aim. Unterechlagung, Veruntreuung. fr. detournement.— ing. embezzlement.— lât. furtum, furtam improprium*, suppressio].
1 — Zimmet suçunun, fiilin meydana çıkmamasını temine matuf her türlü hile ve hud'a istimali ila işlenilmiş şeklidir. İhtilas suçunun cezası zimmet suçundan daha fazladır (CK. 203).
2 — Ihlil&s (Es.H.) Bir malı alenen sahibinin elinden veya evinden süratle kapıp almak. İsmi «Hulse» dir.
İHTİLAS SİGORTASI [aim. Veruntreuungsversi-cherung. — fr. assurance contre le detournement].
Müstahdemlerin vazifelerini ifa sırasında ika etmeleri muhtemel bulunan hırsızlıklardan veya emniyeti suistimal hallerinde, husule gelecek zararları temin eden sigortadır. Bu, hırsızlık sigortasının bir nev'idir. Sigorta şirketi hemen daima cezayı müstelzim münferit bir fiil neticesinde husule gelen zararları değil, bir ceza fiilinden defan zararları tazmin mecburiyetinde kalır, Kefalet sigortası da ihtilas sigortasının bir nev'idir.
İHTİLÂT (Karışma, birleşme) bk. İktisap ve yolları. İHTİMAM VE TAKAYYÜT [aim Sorgfalt. - fr. diligence. — ing. diligence, care — lât. diligentia].
Kanun bazı hallerde bir kimseye zarara meydan vermemesi için hususi bir gayret sarf etmek mecburiyetini tahmil eder. işte ihtimam ve takayyüt bu gibi hallerde kanunen borçlu sayılan kimselerin sarfına mecbur oldukları faaliyete verilen isimdir (BK. 55, 56; MK. 320).
İHTİRA BERATI [alm.Erfindungspratent, Patent. — fr. brevet d'invention. — ing. patent, patent right/.
Sanayie ait alât ve edevatın yeni bir şeklini veya yeni bir kullanma tarzını keşfeden veyahut bunları ıslah eden kimselere bu keşiften yalnız kendisinin muayyen bir müddet istifade edebilmesi için devlet tarafından yerilen vesikadır (ihtira Beratı "K. 1).
İHTİRAZI KAYIT [aim. Vorbehaltsklausel. — fr. clause de reserve. — ing. reservation («ali rights reserved*, ^without prejudice*). — lât. reservatio].
Muayyen hakları kullanmak hususunda serbestisini muhafaza etmek ist iyen tarafın bu hususta vâki beyanıdır.
IHTİSAP (lhtisabr (Es. H ) Terk edildiği zahir olan mâruf ile emreylemek, irtikâbedildiği görülen mün-kerden nehyetmek vazifesidir.
Bu vazife uhdesine resmen tevdi edilen zata «muh-tesib» denir ki, vazifeleri pek mütenevvidir.
Bir muhtesip, muttali olduğu bir kısım gayriah-lâki ef'ali menedebileeeği gibi bazı idari, içtimai, iktisadi işlere de nezaret edebilir. Meselâ gemilere istiabından fazla, batmasını müstelzim olacak miktarda yük yüklemeden sahiplerini menedebilir. Kezalik şiddetli rüzgârlar estiği bir zamanda gemilerin denize açılmalarına mâni olabilir.
İHTİSAP AĞASI Osmanlı imparatorluğunda garp esaslarına dayanan yeni idari teşkilâtın kabulünden evvel belediye işlerine de bakan «Kadı»nın yanında bulunan ve onun verdiği belediye cezalarını ve emirlerini tatbik ve tenfizle mükellef olan bir nevi belediye zabıta âmiridir.
İHTİSAP EMİNl Osmanlı İmparatorluğunda bir kısım belediye zabıta vazifeleri gören ve devlete ait bazı vergileri toplıyan teşkilâtın başında bulunan büyük memurdur.
İHTİSAP NEZARETİ Belediye zabıtasına, kısmen valiye ve emniyet müdürlüğüne ait vazifeleri görmek ve bilhassa esnaf işlerine ve esnafın murakabesine bakmakla mükellef olmak üzere vaktiyle kurulmuş olan nezarettir. Bu nezaret bundan maada devlet varidatını da toplıyan müstakil bir idare idi. Bu nezaretin vazifesi sonraları Zaptiye Müşirliği, Şehremaneti, Maliye Nezareti gibi muhtelif teşkilâta verilmiş ve nezaret lâğvo-lunmuştur.
İHTİSAS MAHKEMELERİ Kaçakçılığın Meni ve Takibine Dair Kanun mucibince kaçakçılık sayılan suçlara bakmak üzere teşekkül eden mahkemelere denirdi. Bu mahkemeler kaldırılmıştır.
İHTİSAS (Ucmjınlık) MEVKİİ Fevkalâde mahi-yette siyasi sebeplere veya idari zaruretlere veyahut
İHTİSAS MEVKİİ — İHTİYATİ TEDBİRLER 153
meslekî ihtisaslara mebni Devlet baremindeki derecelerle mukayyet olmaksızın Bakanlar Kurulu kararı ile memur tâyin edebilmek üzere 18 Mayıs 1929 Tarihli Kanunla ihdas edilmiş ve 30 Haziran 1939 Tarihli Devlet Memurları Aylıklarının Tevhit ve Taadülüne Ait Kanunda kabul ve idame olunmuş memuriyetlerdir. Sonradan teşkilât kanunlarındaki cetvellerde ihtisas mevkileri tahdide-dilmiş ve bu mevkilere tâyin edilecekler bazı kolaylıklar göstermek suretiyle diğer memurlar gibi intibaka tâbi tutulmuşlardır. Bu suretle ihtisas mevkileri bidayette olduğu gibi doğrudan doğruya kadro münasebeti ile bir memurun tâyini demek olmayıp muayyen ihtisas ve tecrübe sahibi kimselerin ihtisası temine yarıyan işlerde geçen hizmet müddetleri ve tahsilleıi göz önünde bulundurularak yapılacak intibakları neticesinde alabilecekleri âzami maaş derecesini gösterir hale gelmiştir. (18 Mayıs 1929 tarihli ve 1452 sayılı K. 7; 3656 sayılı K. 13; 3659 sayılı K. 9; 3888 sayılı K-; 3 ocak 1941 tarih ve 3968 sayılı K.).
İHTİSAS PRENSlPİ bk. Suçluların iadesi.
İHTİTAP (hakkı) bk. Baltalık hakkı.
İHTİYAR 1 - Aşağıdaki anlamlarda kullanılır:
a) Akıl sahibi bir varlığın yabancı bir kudrete tâbi olmaksızın kendi mukadderatını tâyin edebilme imkânıdır, /aim. freie Willensbestimmung. — fr. libre exercise de volonfe. — ing. free determination of the will].
b) Cebre tâbi olmamak, kendi varlığında saklı müessirlere göre karar verip hareket edebilmektir, [aim. freies Ermessen, Freiheit der selbstândigen Wahl. — fr. libre arbiire. — ing. absolute discretion].
2 — (İHTİYAR) (Es. H.) Bir şeyde yapıp yapmamak şıklarından birini tercih eylemektir. Bu tercih isteğe mukarin olursa aynı zamanda rıza olur. Aksi halde rıza olmaz. Bu suretle ihtiyar ile rıza arasında fark vardır. Her rıza ihtiyarı mucip, fakat her ihtiyar rızayı müstelzim değildir. Meselâ : cebir ile yapılan işlerde ihtiyar vardır. Zira mükreh için yapıp yapmamak mümkündür. Lâkin rıza yoktur; istemiyerek yapılmıştır. Maahaza ihtiyarda da fesat vardır. Tesir altında olan ihtiyarla tesir altında olmiyan ihtiyar bir değildir. Biri müstakil ve diğeri gayrimüstakil bir ihtiyardır. Bunun için ikrah rızayı imha, ihtiyarı ifsadeder denir.
İHTİYAR MECLİSİ (Heyeti) [aim. Altestenrat. — fr. Conseil du village].
1 — Her köyde icrai kararlar vermeye yetkili bir' ihtiyar meclisi vardır. Bu meclisin azaları köy derneği tarafından seçilir. Köy ihtiyar meclislerine muayyen davalara münhasır olmak üzere, yargılama görevi de tanınmıştır (Köy K.).
2 — Şehir ve kasabalarda kurulu bulunan ve Belediye Kanununun 8 inci maddesine göre kurulacak olan mahallelerde bir ihtiyar heyeti bulunur. Bu heyete muhtar başkanlık eder. Bu heyetlerin yetki ve görevleri
« Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair K.» da gösterilmiştir.
İHTİYARI HÜKÜMLER [aim. dispositive, Hach-giebige, nichtxwingende Rechtsnormen. — fr. dispositions facultatives. — lot. ius quod privatorum pactis mutari potest; ius dispositivum*].
Tarafların iradeleriyle tamamlanabilen, değiştirilebilen veya hilâfına hareket edilebilen kanun hükümleridir. Akitlerin serbestisine ait bükümler buna misal teşkil eder.
İHTİYARLIK SİGORTASI [aim. Alfersversiche-rung. — fr. assurance - vieillesse. — ing. old age insurance].
Yaşın ilerlemiş olmasından dolayı çalışamamağa veya ihtiyarlıktan mütevellit düşkünlüğe karşı teminat bahşeden sigorta çeşididir. . Başlıca iki türlüdür: irat sigortaları şeklinde olanları hususi sigorta nev'indendir-ler. Bunlar sigortalıya hayat kaydiyle irat temin ederler. Diğeri ise iş sigortası şeklinde yapılan ihtiyarlık sigortasıdır. Bunlarda işçiden maada iş veren ve devlet de primin bir kısmını öder.
İHTİYAT AKÇESİ [aim. Rücklage, Reservefonds. — fr. fonds de reserve. — ing. reserve fund].
Şirketlerde ve bankalarda: şirketin ilerde vukuu muhtemel zararlarına karşılık olmak üzere veyahut daha başka maksatlarla safi temettüden mecburi veya ihtiyari olarak ayrılan ihtiyati sermayeye bu isim verilir. Ticaret Kanunu (462) na göre ihtiyat akçesi sermayenin beşte birine baliğ olunca} a kadar temettüden en az yirmide biri; Bankalar Kanununun 31 inci maddesi mucibince bankalarda sermayenin tamamına baliğ oluncaya kadar temettüden ayrıca yirmide birinin ihtiyat akçesi olarak ayrılması mecburidir.
İHTİYATİ HACİZ [aim. dinglicher Arrest. — fr. saisie - conservatoire. — ing. arrestement, provisional remedy. — lât. arrestum * ].
Rehinle temin edilmemiş ve vâdesi gelmiş bir borcun alacaklısının, borçlunun elinde veya üçüncü şahısta olan menkul ve gayrimenkul mallarını ve ala-caklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebil'mesidir (İc. İf. K. 257-268).
İHTİYATİ TEDBİRLER [aim. vorsorgliche Mass-regeln, einstweilige Verfügung. — fr. mesures pro-visoires, mesures conservatoires. — ing. measures of conservation/.
Bir zararı önlemek için esas hakkında karar verilinceye kadar muteber olmak üzere . dâvanın ikamesinden evvel veya muhakemenin cereyanı sırasında taraflardan birinin talebiyle hâkimin emredebileceği kanunla muayyen ve mahdut tedbirlerdir ki: ı\) aynı münazaalı menkul ve gayrimenkul malların haczi ve yedi adle tevdii; b) münazaalı şeyin muhafazası için lâzım gelen tedbirler; c) Medeni Kanunla muayyen hallerde nafaka alınması (MK. 152, 161 - 163, 315); ç) ayrılık veya boşanma dâvası üzerine icabeden muvakkat tedbirler (MK. 137); d) tehirinde tehlike veya mühim bir zarar olacağı anlaşılan hallerde tehlike veya zararı
defi içiu allaması lâzım gelen tedbirlerden ibarettir (HMUK. 101, 113).
154
İHTİYATİ TEDBİRLER - İKRAH
Bir alacağın istifasını temin için borçluya ait menkul ve gayrimenkul malların ve alacakların hükümden evvel haczi suretiyle alınan tedbire ihtiyati haciz denir ı îc. tf. K. 257, 268).
İHYA (İhya) *(Es. H,) İmar, yani araziyi ziraate salih bir hale getirmektir.
İHZARİ HAREKETLER bk. İcra başlangıcı.
İHZAR MÜZEKKERESİ [aim Vorführungsbefehl.
— fr. manilat d'amener. — ing. order (to witness or of fenderj to appear. — lât vocatio (et prensio)].
Ceza takibi sırasında adlî kaza ınercilerinden celpname ile çağrılıp gelmiyenleri zorla getirmek salâhiyetini zabıta memurlarına veren ve aynı kaza mercileri tarafından verilen kanuni emirdir (CMUK. 46, 132, 133, 134, 356).
İLLETSİZ İKTİSAP bk. Sebepsiz iktisap.
İKALE (İkâla) (Es. H.) Bir hukuki muamelenin vücut verdiği bir vaziyeti, ikinci bir hukuki muamele ile eski haline getirmek demektir. Meselâ : « satış akdi ikale edildi» cümlesinden anlıyacağımız mâna, müşterinin malı satana geri vermesi ve satanın aldığı semeni müşteriye geri vermesi borcunu doğuran bir muamelenin yapılmış olduğudur.
İKAME [aim. Ersatz - und Nacherheneinsetzung.— fr. substitution. — ing- appointement of a substitutional or reversionary heir. — lât. substitutio] .
Murisin ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçı veya musaleh sıfatını kazandırdığı şahıslara mallarını vermesi yollarından birisi olup iki şekilde yapılır:
1 — Alelade ikame [aim. Ersatzerbeneinsetzung.
— fr. substitution vulgaire. — ing. appointement of a substitutional heir. — lât. substitutio vulgaris/ : mir rasçının veya musalehin muristen daha evvel ölmesi veya mirası reddeylemesi halinde kendilerine miras veya vasiyet yollariyle düşecek mala konmak üzere murisin ikinci derecede bazı şahısları mirasçı veya musaleh nasbetmesidir. Buna daha doğru olarak «ikameli mirasçı nasbi» veya «ikameli vasiyet» denebilir.
2 — Fevkalâde ikaıne [aim. Nacherbeneinseizung.
— fr. substitution fideicommissaire. — ing. appointement of a reversionary heir, fideicommissary substitution. — lât. substitutio fideicommissariaj : murisin birisi kendi ölümünden sonra, ikincisi de birincisinin ölümünden sonra ölüme bağlı tasarrufun tazammun eylediği malı almak üzere iki mirasçı veya iki musaleh tâyin eylemesidir. Bunlardan birincisine ön mirasçı (mirası nakil ile mükellef olan kimse) [aim. Vorerbe. — fr. greve, substituant, institue. — ing. limited heir. — lât. fiduciarius heresj, ikincisine de namzet (art mirasçı) [aim. Nacherbe.— fr. appele, substitue.— ing. reversionary heir. — lât. fideicommissarius heres] denir. Meselâ : çocuksuz muris karısını ön mirasçı nasbederek aynı zamanda ona, bu mirası ölümünde Ankara Belediyesine terk eylemeyi tahmil ederse ortada fevkalâde ikame vardır.
Miras açıldığı zaman henüz mevcut olmıyan bir şahıs dahi namzet olarak nasbolunabilir (MK. 522, 525).
Murisin, tasarruf mevzuu olan şeyi namzedin ölümünden sonra iktisabetmek üzere başka birini ikamesi (mütevali ikame) caiz değildir.
İKAME PRENSİPİ bk. Halefiyet.
İKAMET (Yerleşme) kb. Ecnebilerin hak ve
vazifeleri.
İKAMET BEYANNAMESİ [aim. polizetliche An-meldung. — fr. declaration de sejour. — ing. declaration of residence].
Türkiyede on beş günden fazla kalacak ecnebilerin bu müddet bitmeden evvel zabıtaya yermekle mükellef oldukları varakadır. Bunun mukabilinde kendilerine ikamet tezkeresi [aim. Aufenthaltsgenehmigungsurkunde. — fr. permit de sejour. — ing. permit of residence/ verilir (3529 No. K.).
İKAMETGÂH [aim. Wohnsitz. — fr. domicile. — ing. domicile. — lât. domicilium].
1 — Bir kimsenin yerleşmek niyetiyle oturduğu yere denir.
Bir şahsın aynı zamanda yalnız bir tek ikametgâhı ve her şahsın herhalde bir ikametgâhı bulunmak şarttır. Yalnız kanunumuz iktisadi bir gaye güden kişilerin yani ticari ve sınai müesseselerin ikametgâhlarının mütaaddit olabileceği kabul etmiştir. Binaenaleyh, meselâ tacirlerin, ticaret şirketlerinin, bankaların... ilh. şubelerinin bulundukları yerleri ikametgâh saymak lâzımdır (MK. 19, 49; BK. 451; HUMK. 17; tc. İf. K. 50).
Mesken ile ikametgâhı biribirinden ayırmak ica-beder (MK. 19).
2 — Kanuni ikametgâh : bazı kimseler için kanunun kabul eylediği ikametgâhtır: meselâ, hukukan müstakil olmıyan bazı kimselerin ikametgâhı diğer bazı kimselerin ikametgâhının aynı sayılmıştır. Evli kadının ikametgâhı kocasının, velayet altındaki çocuğun ikametgâhı velisinin ikametgâhıdır. Salahiyetli mahkemenin bulunduğu yer vesayet altındaki kimsenin ikametgâhı sayılır (MK. 21).
3 — Akdi ikametgâh : mukavelede tarafların «akdi ikametgâh» olarak gösterdikleri yerler de o mukavelelerden doğan taahhüt ve borçların ifası veya tebliğlerin yapılması için gösterilmiş yerlerdir.
4 — Hükmi şahısların ikametgâhı [aim. Sitz. — fr. siege] - statüsünde hilâfına hükümler bulunmadıkça, muamelelerinin temerküz ettiği, yani idarenin bulunduğu yerdir.
İKAMETGÂHIN MASUNİYETİ bk. Mesken ma suniyeti.
İKAMET TAHDİTLERİ bk. Ecnebilerin hak ve vazifeleri.
İKAMET TEZKERESİ bk. İkamet beyannamesi. İKAMET YEVMİYESİ bk. Harcırah. İKRA (İkrâ') (Es. H.) Kiraya vermek.
İKRAH (İkrah) (Es. H.) Lügatte bir kimseyi yapmak istemediği şeyi işlemeye zorlamak manasınadır.
Istılahta, bir kimseyi tehdit ve ihafe ile rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere bigayr-i-hakkın icbar etmektir ki biri ikrah-ı mülci ve diğeri ikrah-ı gayri-mülci olmak üzere iki kısımdır.
İKRAHI GAYRİMÜLCİ - İKRAR
155
İKRAHI GAYRİMÜLCİ (İkrâh-i gayr-i mulci) (Es. H.) Döğme ve hapis gibi yalnız gam ve elemi mucip olan şeylerle vuku bulan ikrahtır.
İKRAH I MÜLCİ (İkrâh-i mulci) (Es. H.) ölüm veya kat'ı uzuv, yahut dunlardan birine müeddi olan şiddetli döğme ile olan ikrahtır.
İKRAH VE TEHDİT [aim. Furchterregung, Drohung, Nötigung. — fr. crainte fondee, violence, menace. — ing. threats, duress. — lât. vis ac metusj.
Bir hukuki muamele icrası zımnında bir kimsenin iradesi üzerine cebren tesir yapmaktır (BK. 29; MK. 118).
İKRAMİYE (aim. Gratifikation, Belohnung, Ah. findung, Sonderzulage. — fr. gratification. — ing. gratuity, indemnity, bonus. — lât. remuneratio, praemium].
1 — (HH) İhtiyar ile veya âdete tevfikan, yahut bir taahhüde binaen işçiye ücretinden fazla olarak mükâfat suretiyle verilen paradır. Son iki halde verilen ikramiyeyi bahşişle karıştırmamalıdir.
2 — (AH) a) Umumi veya hususi kanunlar ahkâ. mına tevfikan devlete ait veya hazine emrine mevdu olması lâzım gelen ve hükümetin kayda müstenit ıttılaı haricinde kalmış olan menkul ve gayrimenkul emval ile bu nevi malların intifa haklarını veya senede merbut ipotekli veya ipoteksiz alacakları ve her nevi mevduat, emanet ve esham ve tahvilâtı ve sigorta matluplarını haber verenlere; daimî vergilerden yanlış beyanname vermek veya çift defter tutmak veya sair suretle saklanmış olanları haber verenlere (ihbarlarının sübutu ve hazine hakkının istihsali kaydiyle), yukardaki hallerde mektumları meydana çıkarmak için fevkalâde hizmeti görülen varidat tahakkuk ve tetkik memurlarına kanunda yazılı nispetler dâhilinde verilen ikramiyelerdir (1905 No. K.).
b) Usulüne tevfikan tahakkuk ettirilerek tediye olunan veya tediye emrine bağlanıp hazinece ödenmesi lâzım gelen bir masrafın kanunen istirdadı veya verilmemesi icabettiğini haber verenlere ihbarlarının sübutu halinde istirdat veya tevkif olunan paranın % 20 sine kadar olmak üzere verilen ikramiyelerdir (1165 No. K.).
c) Kaçakçılığı haber verenlere müsadere olunacak eşyanın kıymetleri üzerinden kaçakçılardan tahsil olunacak para cezalarından veya zabıt veya müsadere olunan kaçak eşyanın mahiyetlerine ve kanunda tespit edilen esaslara göre ve muayyen nispetler dâhilinde verilen ikramiyelerdir (1918 No. K. ve bu kanunun zeyil ve tadilleri).
ç) Memurlara maaş ve ücretlerinden fazla olarak verilen ikramiyelerdir (484 No. K. 11. Bu ikramiyeler 1452 No. K. ile kaldırılmıştır; 3656 No. K. 22).
d) Bilfiil otuz sene ve daha ziyade hizmet etmiş olan mülki ve askerî memurlara tekaüt oldukları zaman kendilerine ve henüz tekaüt olmadan ölenlerin kanuni mirasçılarının maaş emsal-i hâsılının bir seneliği nispetinde verilen ikramiyelerdir ( Mülki ve Askerî Tekaüt K. ve 2936 No. K.).
e) Orduda (kara, deniz, hava) talim ve terbiyede muvaffakiyet gösterenlere, eser telif ve tercüme edenlere, müsademelerde fevkalâde yararlık gösterenlere,
mevcut usulleri tekemmül ettirenlere, tehlikeli ve müş-kil askerî imalât ve tecrübeler yapanlara, yabancı dil öğrenenlere, kanunda yazılı.sair sebeplere binaen verilen ikramiyelerdir (1493 No. Ordu ikramiyesi K. ile 13/5/1940 tarihli nizamnamesi ve bu kanun hükümlerini jandarmaya teşmil eden 2260 No. K. )
f) 4648 Numaralı Millî Korunma Kanununun 39. maddesinin 3 üncü bendi mucibince Millî Korunma Kanunu ile 1609 ve 4237 numaralı kanunlarda yazılı suçların meydana çıkarılmasında büyük gayretleri sebk ettiği tahkikatla anlaşılan memurlar bu suçları salahiyetli merciler tarafından haber alınmadan evvel müsbet delilleri ile birlikte bu mercilere haber veren veya bu suçları fiilen meydana çıkaran kimselere verilecek ikramiyeden istifade ettirilebilir. Verilecek ikramiye ihbarın mevzuuna dâhil suçlardan dolayı hükmedilen para cezası ile müsadere olunan malların satış kıymetinin yüzde onunu tecavüz edemez, ikramiye para cezasının tahsilinden ve müsadere olunan malların satışından sonra verilir.
g) Devlet memuriyetine bidayeten alınırken yabancı bir dil bilmedikleri halde memuriyete geçtikten sonra öğrendikleri veya bir dil bildiklerinden dolayı bilâhare bir dil daha öğrendikleri Bakanlar Kurulu karariyle teşkil edilecek bir komisyon huzurunda imtihanla sabit olanlara yapılacak nizamnamede gösterilecek nispetlerde ve bir defaya mahsus olmak üzere nakdi mükâfat verilebilir (30 Haziran 1939 Tarih ve 3656 Sayılı K, 5).
İKRAR [aim. Gestöndnis. — fr. aveu. — ing. avowal, confession. — lât. confessio].
1 — Aleyhine hukuki neticeler husule getirebilen maddi veya hukuki bir vakıanın doğruluğunu tasdiktir. İkrar bir vakıaya taallûk eder ve bu vakıanın başka delillerle ispatına hacet olmadan doğru sayılmasını icabettirir (HMUK. 238). Hasmın istediği neticeyi tas-dika «kabul» denir ki bu beyan katî bir hükmün hukuki neticelerini hâsıl eder.
Mahkeme önünde ikrar [aim. gerichtliches Gestöndnis. — fr. aveu judiciaire. — lât. confessio in iudicio]: (kazai, adlî ikrar) iki taraftan birinin veya vekilinin dâva evrakında veya hâkim huzurunda vâki ikrarıdır ki katî delil mahiyetini haiz hukuki bir muameledir.
Mahkeme harici ikrar [aim. aussergerichtliches Gestöndnis. — fr. aveu extra - judiciaire. — lât. con. fessio extra iudicium]: maddi veya hukuki vakıanın sabit addedilmesi maksadına müstenit olmaksızın ikrarıdır ki, bunu teyidedecek delâil ve emare mevcut ise takdirî delil olarak kabul olunabilir (HMUK 36).
Basit ikrar [aim. uneingeschranktes Gestöndnis. — fr aveu simple] : hasmın ileri sürdüğü vakıayı aynen tasdiktir, yani başka bir müdafaayı tazammun et-miyen ikrardır.
Mevsuf ikrar [aim. Gestöndnis mit Vorbchalt. — fr. aveu qualifie.— lât. confessio limitata]: hasmın istinadettiği vakıayı tasdik etmekle beraber o vakıaya taallûk eden bir vasfı da ihtiva eden beyandır, yani bir vakıanın bazı kayıt ve şart ile vuku bulduğunu kabuldür.
I
İKRAR - İKTİSADİ HARB
156
Mürekkep ikrar (muhtelit ikrar) [aim. qualifiziertes Gestündnis. — fr. aveu complexe. — lâf. confessio qaalificata}: ikrar olunan vakıanın neticelerini değiştirecek, veva ortadan kaldıracak mahiyette başka bir vakıayı da ihtiva eden beyandır.
İkrarın tecezzisi: mevsuf ve mürekkep ikrarlarda; ikrar eden kimsenin beyanını tefrik ve taksimdir. Yani ikrar eden kimsenin aleyhinde olan beyanını kabul ile, lehinde olan beyanını, esas vakıaya ilâve ettiği vasıfları veya ileri sürdüğü ikinci vakıayı kabul etmiyerek, bunlar için' ikrar edenden ayrıca delil istemektir.
Ticari meselelerde ikrar tecezzi kabul etmez. Bir kimsenin gerek mahkeme haricinde ve gerek hâkim huzurunda vuku bulan ve ikrarı tazammun eden ifadesinin heyeti umumiyesi tamamen kabul veya reddedilmek lâzımdır (TK. 683).
İkrar sayılan sükûtlar: isticvap için mahkemeye gelmiyen veya sorulan suallere cevap vermiyen kimse ile yemin etmek üzere mahkemeye gelmiyen veya yemin etmiyen kimse sorulan sualleri veya yemin mevzuu meseleyi ikrar etmiş sayılır. Gıyap kararının tebliğine rağmen mahkemeye gelmiyen taraf hasmın dermeyan etmiş olduğu vakıaları ikrar etmiş layılabilir (HMUK. 234,347,408).
İkrarın hâkimi takyidetmediği husular: ceza, boşanma, yaş tashihi dâvalarında olduğu gibi kanaatbahş delillerle ispatı lâzım gelen hususlarda ikrar hâkimi takyidetmez. Ceza ve hukuk usullerinde kati hükümden sonra vâki ikrarlar iade-i muhakeme sebebi teşkil eder (HMUK. 445; CMUK. 330; As. MUK. 26).
Kendisine Unad olunan fiili işlediğini ye fakat bunun cezayı kaldıracak veya hafifletecek hâdiselerle birlikte cereyan ettiğini bildiren suçlunun ikrarını göstermek üzere « Müevvel ikrar » tâbiri ceza tatbikatında kullanılmaktadır. Çalındığını ileri sürülen malın »atın alındığı veya adam öldürmenin meşru müdafaaya müstenit bulunduğu iddiası gibi.
2 — (İkrar) (Es.H.) Bir kimsenin diğerinin kendisinde bir hakkı olduğunu haber vermesidir.
Zımnen ikrar: ( Z'ımnan ikrar) Bir söz ve muamele zımnında delâleten vâki olan ikrardır:
Netekim bir kimsenin elindeki malı diğer kimsenin satın almaya, kira ile tutmaya veya ariyet almaya talip olması, yahut cbu malı bana hibe et veya vedia olarak ver» demesi veyahut o kimse ona «bu malı vedia olarak al» deyip de onun dahi kabul etmesi mal kendisinin olmadığını ikrardır.
Hükmen ikrar: (Hukman ikrar) İkrar olmadığı halde onunla ikrar husule gelen sözdür:
Netekim bir kimsenin kendi ikrarını yazmak üzere başkasına emretmesi, meselâ «filân kimseye şu kadar kuruş borcum olduğuna dair bir senet yaz» demesi hükmen ikrardır.
İkrar-ı bil-kitabe ( İkrâr-i bi-'lkitaba) Kitabetle, yani yazı ile ikrardır:
Mersum, yani resim ve âdete muvafık olarak yazılmış ve imza edilerek verilmiş olan borç senedi ve makbuz ilmühaberleri ve tüccarın itimat caiz olan defterlerindeki kayıtlar gibi.
ikrar-ı âm (İkrâr-i 'âmm) «Az ve çok elimde bulunan, yahut benim olduğu bilinen, yahut bana nispet
olduğu bilinen her şey filânındır» demek gibi âm ve şâmil olarak vâki olan ikrardır.
İKRAZ MÜESSESELERİ [aim. Darlehens-und Kreditanstalten, Darlehenskassen, Leihhöaser. — fr. itablissements de pret et de credit. — ing. loan banks}.
Bu tabir faizle para kazanmak maksadıyle ödünç para veren bütün müesseselere şâmildir. Bu geniş mânada her türlü hukuki şekilde bankalar, sarraflar ve bankerler istikraz müessesesi sayılırlar. Bu gibi müesseseler Türkiyede faaliyette bulunmak için hükümetten izin almaya mecburdurlar. Yalnız anonim, limited, kooperatif ve sermayesi eshama münkasem komandit şirketi halindeki bankalar ve hususi kananlar ile kurulan teşekküller izin usûlüne tâbi değildirler (MK. 876, 877, 883 ; ödünç Para Verme İşleri K. 1, 7).
İKRAZ VE İSTİKRAZ [aim. Darlehen und An. lehen (Ardeihe). — fr. pret (de consummation) et emp-runt. — ing. loan of money and other fongible*. — lât. mutuum, pecunia mutua, versuraj'.
1 — İkraz «ödünç vermek», istikraz «ödünç almak» demektir.
ödünç alıp verme akdine de Borçlar Kanunu «karz» diyor. Böyle bir akit ile ödünç veren, bir miktar paranın yahut diğer bir misli şeyin mülkiyetini ödünç alan kimseye nakil ve bu kimse dahi buna karşı.miktar ve vasıfta müsavi aynı neviden şeyleri geri vermekle mükellef olur. (BK. 306} TK. 647).
2 — bk. İstikraz. İKTİBAS bk. Telif hakkı.
İKTİSABI MÜRURUZAMAN bk. Müruruzaman.
İKTİSADİ BUHRAN VERGİSİ Vasıtasız bir vergidir. Matrahı, alelûmum ücretlerle yevmiye, hak-kı huzur, aidat, ihtisas zamları ve, bir bedel veya ayın mukabilinde çalışan şahısların istihkakları, şirketlerin meclis-i idarelerinde bulunanlara verilen temettü ile ikramiyeler ve hizmet mukabili verilen tazminat ve ihbariye ve aynı mahiyetteki tediyeler ve bu nevi tediyeler haricinde kalan kazanç vergisi mükelleflerinin tahakkuk eden kazanç vergilerine, mezkûr vergilerin beşte biri nispetinde yapılan zamlardan ibarettir. Vergi nispeti müterakki nispet esasına göre % 10 dan başlıyarak %24e kadardır (İktisadi Buhran Vergisi K.).
İKTİSADİ DEVLET TEŞEKKÜLLERİ VE MÜ-ESSESELERİ Sermayesinin tamamı devlet tarafından verilmek suretiyle kurulan ve 3460 No. lu konun hükümlerin* tâbi tutulması kendi kanunlarında yazılı bulunan hükmi şahsiyeti, malî ve idari muhtariyeti haiz, mesuliyetleri sermayeleriyle mahdudolmak üzere, hususi hukuk hükümlerine göre idare olunan teşekküllerle bu teşekküllerin, ellerinde bulunan teşebbüsleri hususi hukuk hükümlerine göre idare edilmek ve kendilerine tabi, yine hükmi şahsiyeti haiz bulunmak üzere kuracakları, mahdut mesuliyetli müesseselerdir. Sümer Bank, Eti Bank, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu ve Toprak Mahsulleri Ofisi, Türkiye Ziraat Donatım Kurumu gibi... Sümer Bankın muhtelif fabrikaları da bu müesseselere birer misâl teşkil eder (3460 No. K).
İKTİSADİ HARB [aim. Wirtschaftskricg. — fr. guerre economique. — ing. economic war far*].
İKTİSADİ HARB — İLÂM
157
Düşmanın harbe devamına mâni olmak maksadiyle bilcümle iktisadi kaynaklarını kurutmak yolunda yapılan her türlü icraattır. Bu icraat denizden, karadan ve havadan abluka veya iktisadi kaynakları tahrip veya bitaraf piyasa üzerine yapılan tazyik tedbirleri şeklinde gözükebilir.
İKTİSADİ YETERLİK falm. Autarkie. — fr. aut archie. — ing. autarky].
Bir devletin diğer memleket mallarına muhtaçol-mıksızın yalnız kendi kaynaklariyle yaşaması usulüdür. Bu mânada Yunanca «Avtarki» kelimesinden gelen «Otarşi» tabiri umumiyetle kullanılmaktadır.
İKTİSAP VE İLTİZAM EHLİYETİ bk. Medeni hakları kullanma ehliyeti.
İKTİSAP VE YOLLARI [aim. Erwerb und Er. werbsarten. — fr. acquisition et ses modes. — ing. acquisition and its modes. — lât. adquisitio dominii, modi adquirendi dominii].
İktisap bir şeyin mülkiyetini elde etmek demektir. Bu şey menkul veya gayrimenkul bir mal olabileceği gibi bir hak da olabilir.
1 — Menkul mallarda: iktisap fer'î ve asli olmak üzere ikiye ayrılır. Fer'î iktisap [aim. abgeleiteter Er-vjerb — fr. acquisition derivee] : başkasının iktisabet-raiş olduğu bir şeyi ondan iktisaptır. Bu suretle mülkiyetin intikali için malın hakikaten veya hükmen teslim edilmesi icabeder. Meselâ : bey'i ve hibe gibi.
Asli iktisap [aim. originarer, ursprünglicher Er-uverh. — fr. acquisition originate]: diğer bir şahsın delâletine ihtiyaç olmaksızın bir malın mülkiyetini elde etmektir. Bunun yolları şunlardır:
a) İhraz [aim. Aneignung. — fr. occupation. — ing. appropriation] : sahipsiz bir malı almak demektir. Avlamak gibi. b) Lûkata [aim. Fund. — fr. choses trouvees. — ing. finding], kaybolan bir malı bulan kimse ilândan veya zabıtaya haber verdikten sonra beş sene içinde sahibi çıkmazsa ona malik olur. c) bk. Define ; ç) Enkaz [aim. Herrenlose Sache, Zuführung, Strandgut. — fr. epaves. — ing. lagan] ; Su, rüzgâr, çığ veya diğer tabiî kuvvetler vasıtasiyle herhangi bir suretle başkasının eline geçen şeylerin ve hayvanların lûkata hükmüne tâbi olması hakkında bk. Enkaz, d) Hukuki tağyir [aim. Verarbeitung. — fr. specification. — ing. specification. — lât. specificatio ]: bir kimsenin malik olmadığı bir şeyi işlemesi veya değiştirmesidir ; kayadan heykel, üzümden şıra, tahtadan kayık yapmak gibi. Eğer amelin kıymeti o şeyin kıymetinden fazla ise yeni şey âmilin, değilse malikin olur (MK. 699); e) İki malın birbiriyle karışma veya birleşmesi [aim. Verbindung und Vermischung. — fr. adjonction et melange] : eski hukukumuzda buaa «halt» ve «ihtilât» denirdi. Muhtelif kimselerin malları ehemmiyetli surette tahribedilmeksi-zin, yahut fahiş bir sây ve masraf yapılmaksızın ayırd-edilemiyecek derecede karışmış ve birleşmiş olursa alâkadarlar halitayı terk i bed en malların karışma ve birleşme zamanındaki kıymetleri nispetinde hissedar olurlar, su ile sirkenin, şıra ile buğdayın, boya ile bir maddenin karışması halinde olduğu gibi (MK. 700). f) İktisadi müruru zaman bk. Müruru zaman.
2 — Gayrimenkul mallarda: burada da iktisap,
asli, fer'î olmak üzere ikiye ayrılır. Fer'î iktisapta tapu siciline kayıt şarttır ki, buna «tescil» [aim Eintragung. — fr. inscription. — ing. registration] denir. Kaide olarak mülkiyet tescil ile intikal eder. Fakat gayrimenkul mülkiyetini nakleden akitlerin resmî şekilde yapılmaları lâzımdır.
Asli iktisap yolları: a) İşgal [aim. Aneignung. — fr. occupation. — ing. appropriation. — lât. occupatio]: tapu sicilline göre sahipsiz bir şey haline geldiği anlaşılan gayrimenkullar işgal suretiyle iktisabedilebilirler (MK. 635); b) Yeni arazi teşekkülü [aim. Bildang neu-en Landes. — fr. formation de nouvelles terres] : sahipsiz yerlerde birikmek, dolmak ve kaymak veya umuma ait suların mecra veya seviyeleri değişmek gibi bir suretle teşekkül edip kendisinden istifade mümkün olan arazi devletin mülkü olur. Demek ki bu, devlete has bir iktisap yoludur (MK. 639); c) Arazinin kayması [aim. Bodenverschiebung — fr. glissements de terrain]: bu hal hududun tadilini icabettirmez. Fakat bu suretle bir gayrimenkul üzerine geçmiş olan toprak vesaire hakkında enkaz ve birleşmeye (bir numaradaki « e » ve «f » fıkraları) dair hükümler tatbik olunur; ç) Âdi ve fevkalâde müruruzaman bk. Müruruzaman.
3 — Haklarda: alacağın bir diğerine temliki için tahriri şekle riayet şarttır. Gayrimenkul üzerindeki haklara gelince (rehin, irtifak hakları gibi) bunların iktisabı tescil ile mümkündür.
Bunların haricinde mameleke ait bütün haklar ve mallar miras yolu ile de iktisabolunabilir. Şahsa bağlı olan haklar mirasçılara intikal etmez; esasen bunların temliki de caiz olamaz,
İKTİSAT VEKÂLETİ (Ek onomi Bakanlığı) [aim. Wirtschaftsministerium. — fr. Ministere de VEconomic. — ing. Ministry of Economy].
Sanayi, maadin ve iş hayatiyle bunlara mirteferri hususların tanzim, idare ve murakabesiyle mükellef olmak üzere 3612 No. teşkilât kanunu ile kurulmuş Bakanlıktır.
İL bk. Vilâyet.
İLÂ (ilâ') (Es. H.) Lügatte: yemin etmek manasınadır.
İstilanda; kocanın karısına dört ay veya daha ziyade bir müddet tarakkübetmemek üzere yemin etmesi demektir, ilâ' müddetinde zevç sebat ederse bir telâk-ı bâin vâki olur. Rücu ederse kefaret lâzım gelir.
İLÂ-J MEÇHUL (ilâ-i macl.ül) (Es.H.) Ebediy*t veya müddetle takyidolunmıyan îlâ'dır ki îlâ-i müebbet hükmündedir.
İLÂ-1 MUVAKKAT (Tlâ'-i muvvakkul) (Es. H.) Bir müddetle mukayyet olan îlâ'dır.
İLÂ-1 MÜEBBET (Tlâ'-i müebbet) (Es. H.) Ebediyetle mukayyedolan îlâ'dır.
İLÂHİ HUKUK bk. Dinî hukuk.
İLÂM [aim. Urteilsausfertigung. — fr. grosse, expedition (d'unjugement). — ing. copy of the judgment, engrossement],
1 — Mahkemece verilen nihai kararın iki taraftan
158 İLÂM - İLK ÖĞRETİM MECBURİYETİ
herbirine usulen verilen tasdikli suretleridir (HMUK. 392, 393; İc. İf. K. 24, 41).
2 — (t'lâm) (Es. H.) «İlim» maddesindendir. İlim lügatte bilmek demektir. İlâm bildirmek manasınadır.
Istılahta hâkim huzurunda cereyan eden muhakemeyi, yani tarafların iddia ve cevaplariyle dermeyan ettikler! delilleri ve esbab ı mucibesiyle hükmü muhtevi olan varakaya denir. Buna ilâm denilmesi icra makamlarına hitaben yazılması itibariyledir.
İLAMSIZ TAKIP [aim, Betreibung gerichtlich nicht festgestellter Ansprüche, Zahlungsbefehlsverfahreti, Mahnverfahren. — fr. poarsaite san s titre execu-toire. — lât. mandatum de solvendo cum clausula iustificativaj.
Para veya teminat alacaklısına ilâm veya bu mahiyeti haiz bir vesikaya istinad etmeksizin alacağını cebri icra yolu ile tahsil imkânını veren takip usulüdür (1c. İf. K. 42 vd.).
If-ÂN [aim. Bekanntmachung. Veröffentlichung, Verkündung. — fr. publication, promulgation. — ing. publication, promulgation, notice. — lât. publicatio].
Hukuki bjr muamele veya bir kararın alâkalılar tarafından öğrenilmesini temin veya öğrendiklerini kabul için herkesin ıttılaına arz edilmesi, yayılmasıdır ki gazetelerle neşir veya mahsus sicilline kayıt veya umumi bir yere asmak suretiyle yapılır.
1 — (AH) Kanunlar, nizamnameler, yüksek tas-dika iktiran eden memuriyet kararnameleri, umumi hizmet mukavelenameleri, imtiyaznameler, Danıştay ve Yargıtayın bir kısım karariyle talimatnamelerin Resmi Gazetede neşir ve ilânı mecburidir (1322 No. K. ).
2 — (HH) Bazı taleplerin tetkik ve kabulü ve bazı muamele ve kararların muteber olması için tescili veya ilânı mecburidir : gaiplik, ahval-i şahsiye, hükmi şahıslar, evlenme kararı, karı kocanın malları hakkındaki usul, haciz hükmü, vasi, kayyım tâyini, hacrin refi ve vesayetin hitamı, meçhul mirasçıları davet, vasiyetnamenin tebliği, mirası red, defter tutmak, remi tasfiye, gayrimenkul mülkiyetini iktisap, tapu sicilli, ticaret sicilli gibi (MK. 32, 34, 35, 45, 54, 74, 97, 237-240, 360, 371, 381, 417, 422, 534, 537, 550, 561, 574, 633, 910.935; TK. 26 - 40, 42).
3 — Usul hukukunda ikametgâh veya meskeni meçhul olanlar hakkındaki tebliğler ilân suretiyle yapılır (HMUK. 141, 144, 123; CMUK. 37).
İLÂN SURETİYLE YAPILAN VAlTLER [aim. Auslobung.— fr. promesses publiçues, offres publiques — ing. public promises (offers) of a reuard. — lât. pollicitatio, promissio popularis].
Bir iş veya bir şey mukabilinde ilân suretiyle bir bedel vadetmektir. Bu vait hukukan lüzum ifade eder. Bu itibarla va'dinden dönen kimse va'dettiği bedeli geçmemek üzere diğerinin hüsnüniyetle yaptığı masrafı ödemek mecburiyetinde kalır. Fakat umulan muvaffakiyetin elde edilemiyeceğini va'deden kimse ispat ederse bu mecburiyete mahal yoktur (BK. 8).
İLÂN VE TASDİK (Kanunlarda) [aim. Verkündung (Erlass) und Vollziehung von Gesetzen. — fr. pub-
lication et ratification des lois. — ing. promulgation.— lât. promulgatio yahut publicatio et excutio legum].
Kanunların on gün zarfında ve nizamnamelerin de muayyen bir müddete tâbi tutulmaksızın neşir ve ilân edilmesi keyfiyetidir. Her iki halde kanun ve nizamlar Cumhurbaşkanının imzasiyle Başbakanlığa verilir. Tefsir
kararlariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi kararlarının Meclis Başkanının imzasiyle gene Başbakanlığa verilmek suretiyle ilânları temin edilir.
Kanunların Cumhurbaşkanı tarafından tasdiki usulü Türkiyede yoktur (Anayasa 35, 52; Kanunların ve Nizamnamelerin Neşir İlânı ve Meriyet Tarihi Hakkında K. 5).
İLÂN YOLU İLE TEBLİĞ bk. İlân. İLCE bk. Kaza.
İLGA [aim. Ausserkraftsetzung, Aufhebung. — fr, abrogation. - ing. repeal. — lât. abrogare (abrogate) ].
Kanun ve nizamlarda yazılı bir hükmün yeni bir hüküm ile kaldırılmasıdır. Bir hüküm aynı derecede veya daha yüksek derecede bir emir ve tasarruf ile ilga edilebilir; bu itibarla bir nizamname veya kararname bir kanunu ilga edemez. İlga keyfiyeti ilga eden metinde yazılı ise ilga sarih olur.
Yeni bir metne, evvelden mevcut metin ile telif edilemiyen bir ibare dercedilir ve bundan yeni metni tanzim eyliyenlerin evvelki metni zımnen ilga eylemek istedikleri anlaşılırsa zımni ilga vücut bulur. Bizde kanunların ilgası Büyük Millet Meclisine aittir (Anaya, sa 26).
ÎLHAD (Ilhâd) (Es.H.) Hak yolundan yüz çevirip dine taın ve dinsizliğe meyletmektir; sahibine «mülhid» denir, gerek küfrünü saklasın ve gerek saklamasın ve gerek evvelce ûlûhiyet ve risaleti tasdik etmiş olsun ve gerek olmasın. Binaenaleyh ilhad tâbiri, nifak, irtidat, inkâr-ı mahz tabirlerinden daha şümullüdür.
İLHAK [aim. Anschluss, Einverleibung, Annek-tierung, Annexion. — fr. anne ion, «anschluss». — ing. annexation, «anschluss». — lât. adiectio].
Bir devlet arazisinin bir kısmının veya tamamının, üzerinde yaşıyan insanlar ve mevcut mallarla beraber diğer bir devlet hâkimiyetine geçmesidir.
İLK TAHKİKAT [aim. gerichliche Voruntersuch-ung. ~~ fr- instruction prealable (judiciaire). — ing. preliminary examinatin 'inquiry)] Ceza işlerinde hazırlık tahkikatından sonra savcının talebi üzerine sorgu yargıcı tarafından açılan ve işin kâfi derecede aydınlatılması maksadiyle yapılan tahkikat safhasıdır.
Ağır ceza işlerinde ilk tahkikat mecburidir, asliye işlerinde savcının takdirine bırakılmıştır, sulh mahkemelerinin vazifesine dâhil işlerde ise ilk tahkikat yapılamaz.
İLK ÖĞRETtM MECBURİYETİ [aim. Grund-sehulzuang, Volksschulzwang. — fr. obligation de l'enseignement primaire].
Umumi malûmatın asgari derecesini bütün vatandaşlara öğretmekteki lüzum ve zarureti ifade eden kaidedir. Bu kaide Anayasada (87) (Kadın, erkek bütün Türkler ilk öğretimden geçmek ödevindenirler. İlk öğretim Devlet okullarında parasızdır) suretinde beyan olunmuştur.
İLK ÖĞRETİM MECBURİYETİ — İMAMI ÂZAM
159
öğretim mecburiyeti kız ve erkek çocuklar için yedi yaşından on üç yaşına kadar olup bunu Türk çocuklarının Türk okullarında yapmaları lâzımdır (Tedrisatı İptidaiye Kanunu; 1778 sayılı K.).
İLLET bk. Sebep.
İLLETSİZLİK bk. Sebepsiz iktisap.
İLLİYET (İlliyet rabıtası) /aim. Kausalitât, Ve-rursachung, Ursöchlichkeit (Kausalzusammenhang, ursöchlicher Zusammenhang). — fr. causalite (lien-de — , relation de — , rapport de causalite). — ing. causality (causal connection). — lât' causalitas (nexus causalis/:
Bir neticeyi husule getiren fiil ve hareketle o netice arasındaki irtibat. Felsefe bakımından her neticenin sayısız illetleri varsa da bu geniş illet mefhumu hukuki ve cezai mesuliyet bakımından işe yariyamaz. İlliyet ya mesuliyetin çerçevesini göstermek (mesuliyeti dolduran illiyet) ya mesuliyeti doğurmak (mesuliyeti tesis eden illiyet) için rol oynadığından hukukta illiyet rabıtasının ne zaman var sayılabileceği meselesi önemlidir.
Ceza hukuku sahasında hâkim olan nazariyeye göre mesuliyeti doğuran fiilin neticeyi husule getiren sayısız şartlardan bir tanesi («condito sine qua non» = zaruri şart) olması kâfidir. Ceza verme hususunda illiyetten başka ayrıca suç işleme kasdı da arandığı için bu nazariye tehlikesiz olduğu halde hukuki mesuliyet, yani herhangi bir fiil veya hareketten doğabilecek tazminat verme borcu bakımından tahammül edilemiyecek neticelere götürür. Bu mülâhaza iledir ki sayısız şartlardan bir tanesi değil yalnız müessir mahiyette olan şart «causa effeciens» ın mevcudiyeti aranır: hangi şart neticenin husule gelmesine en müessir bir surette âmil olursa o şarta illet nazariyle bakılır. Bazan neticeye en yakın olan illete de «eausa proximâ» ehemmiyet atfedilmektedir. Neticeye en yakın illet olarak: zaman itibariyle en son müessir veya netice ile diğer müessir illetler arasındaki illiyet rabıtasını katetmiş olan illet nazarı itibara alınır. Buna mukabil hemen hemen umumi bir kabule mazhar olan «uygun illiyet» [aim. adaequater Kausalzusammenhang. — fr. rapport de causalite adequate. — ing. adaquate causality] nazariyesi illet olarak bahis mevzuu olabilecek şartların dairesi vakıa daralmıyor, fakat şart olarak mülâhaza olunan fiil veya hareket, haiz olduğu hususiyet itibariyle, hangi neticeyi mutaden husule getitirmeğe müsait bulumuş ise ancak o neticeden dolayı hukuki mesuliyet kabul ediliyor. Bu nazariye hayatın tecrübelerine nazaran normal olmıyan ve ancak fevkalâde hallerin inzimamı üzerine husule gelmiş olan neticelerde illiyet rabıtasını mevcut .saymaz.
İLM-t FERAİZ(İlnı-i farâ'ıi) t Es. H.) Müteveffanın terekesine taallûk eden haklardan ve terekenin suret-i taksiminden bahseden ilimdir ki fıkıh ahkâmındandır.
İLM-1 FIKIH Cİlm-i fikh) (Es. H.) Mesail-i şer'îye-i ameliyeyi bilmektir, ki münakehat. muamelât ve ukubat kısımlarına ayrılır.
İLMt İÇTİHAT bk. İçtihat, hukukun kaynakları.
İLTİCA HAKKI /aim. Asylrecht. — fr. droit d'asile. — ing. right of asylum, right of sanctuary. — lât. asylum, perfugium].
Herhangi bir cezai takibat ve mahkûmiyetten kurtulmak ve mücrimlerin iadesi hükümlerine tâbi olmamak mâksadiyle tebaasından bulunmadığı devlet üleşine kaçan kimseye tanılan mahalli masuniyettir. Devletler hukuku tatbikatında dört türlü iltica tefrik olunur: Sefarethanelere, konsolosluklara, harb gemilerine ve hususi gemilere iltica. Birincisine cevaz verilir, ikincisi Avrupada vâki olmamıştır, üçüncüsü ihtilaflıdır ve dördüncüsü bu gemilerin, sularında bulunduğu devletin kazasına tâbi olması hasebiyle caiz değildir.
İLTİHAK /aim. Beitritt. — fr. adhesion. - ing. accession. — lât. accessio, adhaesio].
Başka devletler tarafından imza edilmiş bulunan bir muahedeye iştirak etmek isteyen diğer bir devletin müracaat ettiği hukuki muameleye denir. So.ıraHan vâki iltihak evvelce iltihak etmiş olanların hak ve vazifelerini temin eder. İltihakın mümkün olabilmesi için muahedenin sarih bir hükmünün bulunması veya muahedeyi imza etmiş olan devletlerin bunu kabul etmiş olması lâzımdır. Umumi mukavelelerde üçüncü bir devletin iltihakı ekseriya kabul edilmektedir.
İLTİHAKI AKİTLER bk. Umumi mukavele.
İLTİKAT (lltikât) (Es. H.) Herhangi bir sebeple sokağa veya mabet, hamam gibi umumi mahallere bırakılmış olup da baba ve anası malûm olmıyan bir çocuğu bir kimsenin sevabına alıp bakmasıdır-
İLTİZAM (İltizâm) Bir vergi veya resmin tahsilini maktu bir bedel mukabilinde bir şahsa tevdi etmekten ibaret resmi muamele ve akde denir. Osmanlı devleti zamanında toprak mahsullerinden alınan aşar vergisi ahaliden mültezimler vasi t asiyle de alınabilirdi. Cumhuriyet Hükümeti aşar usulünü kaldırmıştır (552 No. lı K.).
İLTİZAMI MUAMELE bk. Tasarruf.
İLZAM (İlzam) (Es. H.) Bir şeyi lâzım kılmak demektir. Sakte ikrara binaen verilen hükümü beyanda kullanılır.
Meselâ : bir miktar akçe dâvasında müddeaaleyh davacıya «hâlâ ol miktar borcum vardır» diye ikrar edip hükmolunsa hüküm, ilâmda «müddeaaleyh müdde-iye . . . lira borcu olduğunu ikrar etmekle ikrariyle ilzam olundu» diye beyan olunur.
İMALÂTHANE bk. Sınai müessese.
İMAM (İmâm) (Es. H ) Lügatte kendisine ıktıba ve ıktida olunan demektir. Cem'i «eimme» dir.
Istılahta : Hazret-i Peygamber'e niyabeten riyaseti âmmeyi haiz. olan zat demektir. Bu zata «tmam-üI-Müs-limin» de denir.
İMAM I AHMED (tmâm-i Ahmad) (Es. H.) Ebu Abdullah Ahmet - İbn - i Hanbel-işşeybânidir. Babası «Mervli» idi. Kendisi hicrî 164 tarihinde Bağdatta doğmuş, 241 senesinde yine Bağdatta vefat etmiştir.
Eimmei erbaanın, yani dört imamın dördüncüsüdür. Fıkıhta mezhebi Hambelîdir. Diğer imamlara nispetle mahdut bir dairede münteşirdir. Bu mezhebe sâlik olanlar yedi milyon gösterilmektedir.
İMAM-I ÂZAM (ImSm-i A'znm) (Es. H.)Ebu-Hanife Numan-ibn-ü Sâbit-il-Kûfîdir. Dört imamın birincisidir. Hicrî 80 tarihinde Küfede doğmuş, 150 tarihinde Bağdatta vefat etmiştir. Mezheb-i Hanefînin müessisi, İslâm hukukunun ilk müdevvini bulunmaktadır.
160
İMAM-I ÂZAM - İMTİYAZ
Fıkıhta mezhebi İrak, Acemistafl, Hind, Sind, Çin, Herat' Kâhil, Mavera - ün - nehr, Mısır ve Türkiyede münteşirdir.
Bugün kürre-i arz üzerindeki Müslümanların yarısından ziyadesi Hanefî mezhebine sâliktir.
İMAM-I EBU YUSUF (tmâm-i Abü-Yüsuf) (Es. H.) Yakub-ibn-i İbrahil-ibn-i Habib-İ]-Ensarîdir. Hicrî 113 tarihinde Kûfe'de doğmuş, 182 senesinde Bağdatta vefat etmiştir. İmam-ı âzamin birinci derecede yetiştirdiği bir hukukçudur. Bağdatta Halife Hâdi, Mehdi, Harun-ün.Reşid devirlerinde Kadı bulunmuş, ve « Kazil-kuzat» unvanını ihraz etmiştir. İslâm hukukunun inki-kişafına pek büyük hizetleri vardır.
İMAM-I MAI.İK (İmâm i Mâlik) (Es. H ) Künyesi Ebu-Abdullah'tır. İsmi Malik, babasının iımi Enez, de. desinin ismi de Maliktir. Hicrî 93 tarihinde Medine-i Münevverede doğmuş, 176 tarihinde yine Medine-i Mü-nevverede vefat etmiştir. Kendisine «İmam-ül Medine», «İmam-ı-darül-hicre» unvanları da verilmektedir. Dört imamdan ikincisidir. İslâm hukukuna pek büyük hizmetlerde bulunmuştur. Fıkıhta mezhebi Hicaz'da, Yemen'de, Mağrip'te, Endülüs'te bilâhare Bingazi'de münteşir ol muştur Tunus ile Fas'ın mezheb-i resmîsi, mezheb-i Malikidir. Bu mezhebe sâlik olanların on altı milyon olduğu tahmin edilmektedir.
İMAMI MUHAMMED (İmâm i Mııhamnad ) (Es. H) Ebu-Abdullah Muhammed-ibn-i Hasan-iş-şeybanidir. Babası aslen Şam ahalisinden olup İrak'a rıhletle Vâsıfta tavattun etmiştir. İmam-ı-Muhamıried hicrî 130 tarihinde «Vâsıt» ta doğmuş, 189 tarihinde Rey karyelerinin birinde vefat etmiştir. İslâm hukukunu İmam-ı Âzam ile İmam-ı Yusuf'tan ahıetmiş, fıkıh.ı Hanefifînin inkişafına pek büyük hizmetlerde bulunmuş, Zahirür-rivaye, Nevadır, Kütüb-ü emsli denilen muhalledat-ı hukukiyeyi telif etmiştir.
İMAMI ŞAFİÎ (İmâm-i Şâfi'î) (Es. H.) Muham-ıned-ibn-İdris - İbn-Abbas-İş-Şâfiîdir. Dört imamın üçün-cüsüdür. Hicrî 150 tarihinde Gazze şehrinde veya As-klanda dünyaya gelmiş, 204 tarihinde Mısır'da vefat etmiştir. İslâm hukukuna pek büyük hizmetlerde bulunmuştur. Fıkıhta mezhebi her tarafta münteşirdir Bu mezhebe sâlik olanların miktarı altmış dört milyon gösterilmektedir.
İMAM-I ZÜFL'R (İmâm-i Zufar) (Es.H.) ZÜfer-ibn - ül - Hüzeyl - ibn-i Kays - il-Basridir. Babası Hüseyl, aslen İsfahan ahalisindendir. Bir müddet Basra Valiliğinde bulunmuştur.
İmam-ı Züfer hicrî 110 tarihinde doğmuş, 158 tarihinde Basrada vefat etmiştir. İmamı Azamın üçüncü derecede bir talebesidir. Hukuki zekâsı fevkalâdedir. Mecellenin bazı maddeleri Müşarünileyhin içtihadına müstenit bulunmuştur.
İMAMET (İmâmın) (Es H.) İmamet imamlık demektir. İki kısma ayrılır.
1 — Imamet-i suğra : namazda cemaate mükteda-bih olmaktır.
2 — Imamet-i kübra: emir-ül-mü'minin olmak,
yani Müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi haiz bulunmaktır. Hilâfetin muradifidir.
İMAMEYN (İmâmayn) (Es. H.) İslâm hukukunda İmam-ı Yusuf ile İmam-ı Muhammede verilen bir unvandır.
İMAN (İmân) (Es. H.) Lügatte, mutlaka tasdik demektir. Istılahta, İslâm dininde katiyen sabit olup zaruriyat-ı diniye namını alan ahkâmı kalben tasdik ve iz'an etmektir
Bu vesile tasdik eden zata «Mümin» denir.
Bir müminin İslâm hukuk ve ahkâmından tama-miyle müstefidolabilmesi, imanını lisanen tekrar etmesine bağlıdır. Çünkü ikrar, ahval-i kalbiyeden olan tasdikin delil-i zahirisidir.
İMARET-1 VAKF ('İmâret-i vakf) Vakfedilen şevin vakfı zamanındaki hali üzere bulundurulması veya meşrut bi*- hale getirilmesi için icabeden tamirdir.
İMECE Köy kanunu mucibince köy tarafından yapılması icabeden işlerin bizzat köylü tarafından yapılmasıdır. Bu işler ya beden veya mal mükellefiyeti suretiyle yapılır. Beden mükellefi, etiyle yapılması imece, mal mükellefiyeti karşısında alınacak bedel ise salma adını taşımaktadır. (Köy K. 13 no: 15-19) bk. Beden mükellefiyeti
İMHAL (dâvada) (Es. H.) Mühlet istiyen müddei veya müddeaaleyhe hâkimin mühlet vermesidir.
İMLÂ (İmlâ') (Es. H.) Ülülemrin izniyle denizden bir mahalli doldurmaktırki bu yer dolduranın olur.
İMPARATORLUK [aim. lmperium, Reich, Welt-reich, Kolonialreich, Kaiserreich. — fr. empire. — ing. Empire. — lât, imperium].
I — Manda, himaye ve müstemleke rejimleri altında bir devlet tarafından idare edilen ülkelerin heyet-i mecmuasıdır. Misâl : Fransız devleti için Suriye mandası, Fas ve Tunus himayeleri ve Garp Afrikası ile Hattı-üstüva Afrikası müstemlekeleri ve diğer Fransız müstemlekelerinden mürekkep arazi bir imparatorluktur.
II — Salâhiyeti pek mahdut bir teşriî kuvvete sahibolan monarşik bir hükümet şekline denir. Misal : Napoleon'un Fransız İmparatorluğu.
III — Cüzüleri muayyen bir muhtariyeti haiz olan devlet nev'ine denir. Bu mânada olarak Umumi Harb-den evvel Alman İmparatorluğu (on yedi hükümetten mürekkep Reich), dominyonları olan İngiliz İmparatorluğa (British commomwealth).
İMTİNA (İmtina') (Es. H ) İmkânsızlık demektir.
İMTİNA-I ÂDİ (İmtinâ'-i 'âdö (Es. H.) Bir şeyin vücudu âdeten mümkün olmamaktır: birisinin nesebi mâruf bir kimse hakkında «benim oğlumdur» demesi gibi.
İMTİNA-I HAKİKİ (L-ııtinâ* i hakîkî) (Es.H.) Bir şeyin ademinin aklen zaruri olmasıdır. Meselâ : bir kimse kendisinden yaşça büyük olan kimse hakkında « bu benim oğlumdur» diye-iddia etse dâvası dinlenmez, çünkü, kendisinden yaşça büyük bir adamın kendisinin sulbi oğlu olmak aklen mümtenidir.
İMTİYAZ — 1 [aim. Konzession.— fr. concession. — ing. concession. — lât. concessiof : idarenin, şahıslara, birtakım vecibe ve külfetlere tâbi olmaları şartiyle, devlete veya fertlere ait sahalarda bazı hak ve
İMTİYAZ - İNKILÂP
161
menfaatler vermelidir. Bu hak ve menfaatler ekseriya idari, malî birtakım muafiyet ve müsaadeleri tazammun eyler.
Bizde umumi menfaatlere ait imtiyazlarla mevcut ve ilerde ihdas edilecek bir vergi veya resimden muafiyeti tazammun ve ilerde umumi ve mülhak bütçelerden temini istilzam eden imtiyaz mukaveleleri Büyük Millet Meclisinin tetkikine arz edilir (Anayasa 26; 10 Haziran 1336 tarihli K.; 25 Haziran 1932 tarihli K.).
2 — (Ayrıcalık) [aim. Vorrecht, Vorzugsrecht.— fr, prerogative, privilege. — ing. privilege, grant. — lût. privilegtum/ : İmtiyaz ıstılahı bazı mesuliyetlerin veyahut bazı istisnailiğin ifadesi için de kullanılır. Meselâ, yargıçların az led ilmez ligi, milletvekillerinin Meclis müsaadesi olmadan muhakeme edilmemeleri, elçilerin mahallî mahkemelere tâbi olmamaları gibi.
İMTİYAZAT-l ECNEBİYE bk. Kapitülâsyon.
İMTİYAZLI ALACAK bk. Rüçhan hakkı.
İMTİYAZLI HİSSE SENETLERİ bk. Hisse senedi.
İMTİZAÇSIZLIK [aim. Zerrüttung des ehelichen Verhaltnisses. — fr. incompatibility (d'humeur). — ing. disturbance of the conjugal (marital) relations. — lât. animorum disiunctio],
Karı koca arasında evlilik hayatının çekilmez bir hale gelmesini mueibolaeak derecede geçimsizlik mev-cudolması halidir.
Bu vaziyetteki bir geçimsizlik eşlere boşanmayı dâva etmek hakkını verir.
Maamafih şiddetli geçimsizlik daha ziyade yalnız eşlerden birisine isnadolunabiliyorsa ancak diğer taraf bu sebepten dolayı boşanma dâvası ikame edebilir (MK. 134).
İMZA [aim. Unterschrift. — fr. signature. — ing. signature, subscription. — lât. subscriptio].
Bir vesikadaki beyan ve taahhütlerin sıhhatini ifade etmek mâksadiyle o vesikanın altına bir şahsın, ismi için kullandığı mutat şekilde koyduğu yazıya imza derler. İmza, üzerine borç alan kimsenin el yazısı olmak lâzımdır (BK. 14, 15 ; HMUK. 297).
İMZA-1 KAZA (İmiâ'-i kaia) (Es. H.) Verilen hükmü infaz ve icra etmektir. Kısas hususunda imza-i kaza, tetimme-i kazadandır. Binaenaleyh bir kaatilin kısasına hükmeden hâkim, kabl-el-imza azledilse veya vefat eylese hâkim-i lâhik, yeniden muhakeme icra, beyyine istima etmedikçe hükm-ü sabıkı infaz edemez.
İNANCI KÖTÜYE KULLANMA bk. Emniyeti suiistimal.
.İNFAZ bk. Cezanın infazı.
İNEİSAH bk. Fesih.
İNFİSAHI ŞART bk. Şart.
İNHİSAR (TEKEL) [aim. Monopol. - fr. monopole — ing. monopoly. — lât. monbpoliumj.
Bazı teşebbüsleri serbest rekabet sahasından çıkararak, piyasaya mal arzını elde tutmak rejimidir. Hukuki veya fiilî olabilir: hukuki inhisar için bizde kanuna ihtiyaç vardır f Anayasa 26).
Fiilî inhisarı kanun vfizıının müdahalesi olmaksızın iktisadi hal ve şartlar meydana getirir. İnhisarlar ekseriya devlet, bazan vilâyet ve belediye ve bazan âmme müesseleri veya âmme menfaatine hadim cemiyetler için konulur. İnhisarlar bazan devlete varidat temini mâksadiyle ihdas edilir. Bu inhisar devlete bir nevi istihlâk vergisi getirir, bunlara «malî inhisarlar» denilir: Kibrit inhisarı gibi. Bazan inhisarda âmmenin menfaati gayesi takibedilir. Bunlara « idarî inhisarlar » denilir : Harb silâhlarının ve mermilerinin, bazı zehirli ilâçların yapılmasının devlete hasredilmesi gibi. Bazan inhisarda hem devlete varidat temini, hem âmme menfaatinin, sıhhatinin muhafazası gayeleri takibolunur. Bunlara da «muhtelit inhisarlar» adı verilir : müskirat inhisarı gibi.
İNHİSAR (TEKEL) MADDELERİ [aim. Mono-polprodukte. — fr. produits de monopole. — ing. monopoly products].
Yapılmaları, çıkarılmaları, nakledilmeleri, satılmaları devletin inhisarında bulunan maddelerdir: müskirat, tütün, tuz, afyon, barut gibi.
İNİKAT 1 — Geniş mânada [aim. Tagung; Ab-haltung einer Sitzung. — fr. reunion. — ing. sitting.— lât. congressus, conventus, coetus]: Bir heyet veya meclisin vazife görmek üzere toplanmasıdır.
Hususi mânada: Kamutay (Türkiye Büyük Millet Meclisi umumi heyeti) ın muayyen günlerde vâki olan toplanışlarıdır ( İçtüzük 1 f. 6).
2 — Akitlerde [aim. Abschluss, Zustandekommen (eines Vertrags). — fr. conclusion — ing. conclusion, lât. perficere, perfectio]: Bir akdin meydana gelmesi için vücudu lüzumlu olan kanuni şartların tekemmül etmesidir (BK. 1).
3 — (ln'ikâd) (Es.H.) İcap ve kabulün, mütaallâ-kında, yani iki tarafın iradelerinin taallûk ettiği şeyde eseri zahir olacak veçhile yekdiğerine meşru surette taallûk ve irtibatıdır. Meselâ : akitler ehil oldukları ve diğer in'ikat şartları da bulunduğu halde bunlardan biri diğerine «şu malımı yüz kuruşa sana sattım» deyip o da «aldım» dese icap ve kabulü biribirine bağlamış olurlar. Bu bağlama bir akit olduğu gibi bundan husule gelen bağlama da inikat olur. icap ve kabulün bu veçhile taallûk ve irtibatı meşru olmakla esere olan mülkiyet icap ve kabulün mütaallâkı olan mebi ve semende zahir olarak müşteri mebiye ve bayi semene malik olur.
İNKÂR (Dâvada) 1 — [aim. Bestreiten, Bestrei-tang. — fr. dini (action de nier), denegation, contestation.— ing. contest, contestation, joinder of issue.— lât. contradictio. negatio] .' Aleyhine hukuki netice doğuran bir hâdisenin doğruluğunu kabul etmemektir.
2 — (İnkâr) (Es. H.) İtirafın hilafı olup isticvabında müddeaaleyhin «borcum yoktur» demek gibi bir söz ile müddeinin iddiasını kabul etmemesi veya özürsüz sükût etmesi veyahut «ikrar da etmem inkâr da etmem» diye cevap vermesidir.
İNKILÂP Devlet eliyle memleketin içtimai hayatının ve müesseselerinin mâkul ve ölçülü metotlar ile köklü bir surette yenileştirilmesi demektir. Bu kelime yakın yıllara kadar ihtilâl terimi yerine kullanılmıştır.
H L 11
162 İNKILÂPÇILIK - İNTİFAI İSTİHLÂKE BAĞLI OLAN MALLAR
İNKILÂPÇILIK (Devrimcilik) Milleti her bakımdan lâyık olduğu yüksek mevkie ulaştırmak için zaman kaydiyle bağlı olmamak üzere Türk milletinin tam bir şuur ve idrak ile hamleler yapmasına ve milletin inkişafına yarıyan tarihî icraat ve prensiplerine sadakat göstermesine denir.
Cumhuriyet Halk Partisinin ana vasıflarından olan devrimcilik 5 Şubat 1Q37 tarihinden itibaren Anayasaya girmiştir (CHP. programı 6 f, e; Anayasa 2).
İNKITA bk. Kesilme.
İNSAF ( İnşat') (Es. H.) Adil ile muamele dernektir. «Nasafet» bu mânada isimdir. «Intisaf » ise intikam alınak, adalet muktezasmı almak ve temin etmek manasınadır.
İNSAN bk. Şah13.
İNSAN HAKLARI /aim. Menschenrechte. — fr. droits de l'homme. — ing. rights of man. — lât. iura hominum].
Devlet kudreti karşısında, tabiiyet, yaş ve cinsiyet tefrik edilmeksizin, her ferde ait teminatın heyet-i mecmuası, yani müsavat, hürriyet ve mülkiyet haklarıdır. Vatandaşlık hakları [aim. Bürgerrechie Staats-bürgerrechte. — fr.-droits du citoyen. — ing. civic rights.-— lât. iura civium] ise intihabetmek, memuriyete seçebilmek gibi yollarla vatandaşların âmme kudretine iştirakini temin eden haklardır.
İNSAN TİCARETİ [aim. Menschenhandel. — fr. irafic de chair humaine].
Ferdin şahsiyetini, rızasına müstenid olsa da başkasının temellük ve iktisap etmesi, ferdin alım satım mevzuu olması, muasır hukukça memnudur (MK. 23).
1) Esir ticareti [aim. Sklavenhandel. — fr. traite des negres, commerce d'esclaves. — ing. slave-trade, lât. negotiatio venaliciaria] : Bu memnuiyet ilk çağda ve orta çağlarda mevcut değildi. Hususiyle zenci ticareti, milletlerarası bir kazanç yolu olmuştu. 1815 tarihli Viyana Kongresi zenci ticaretini menetmiş, muhtelif konferanslarda bu memnuiyet teyidedilmiş ve tatbik tarzı hakkında tedbirler alınmıştır.
1890 Brüksel konferansına Osmanlı devleti de iştirak ederek 4 aralık 1305 tarihinde (Üsera-yi Zenciye ticaretinin Men'ine Dair Kanunname) neşredilmiştir.
Esir ticaretine nihayet vermek için daha kati tedbirleri ihtiva eden 25 eylül 1926 tarihli Cenevre mukavelesine 2273 No. Kanunla Türkiye de iştirak etmiştir.
Çerkez ve sair köle ve cariyelerin de zenci esirler gibi alım satımları yasak olduğuna dair 17 teşrinievvel 1325 tarihli bir iradei seniye vardır.
2) Beyaz Kadın ticareti [aim. Madchenhandel. — fr. traite des blanches. — ing. white slave traffic]: Muhtelif memleketler arasında beyaz kadın ticaretinin men'i için devletler birtakım konferanslar akdederek mukaveleler imza eylemişlerdir. Milletler Cemiyeti kendi misakının 23 üncü maddesiyle kadın ve çocuk ticaretinin ınen'ine dair olan devletlerarası mukavelelerin murakabesini uhdesine almıştır. Bu maksatla cemiyet içinde on beş kişilik bir komisyon teşkil edilmiştir.
Devletler, aralarında iş birliği yaparak çocuk alım satımının önüne geçmeyi öteden beri düşünmüşlerdi. I
Bu maksatla 1904-1910 senelerinde mukaveleler akdedilmiştir. Bazı devletler arasında halen mer'i olan 30 eylül 1921 tarihli Cenevre mukavelesiyle çocuk ticaretinin men'i daha ziyade tanzim olunmuştur.
İNSAN VE VATANDAŞ HAKLARI BEYANNAMESİ (HUKUKU BEŞER BEYANNAMESİ) [aim. Erklârung der Menschen-und Bürgerrechie, — fr. dec laration des droits de l'homme et du citoyen. — ing. declaration of the rights of man and citizen].
Fransada milli meclisin 1789 yılında Müessisier Meclisi sıfatı ile, tanzim ve ilân ettiği meşhur beyannamenin adıdır. Bu beyannamenin ihtiva ettiği prensipler 1791 tarihli Fransız Teşkilâtı Esasiyesinin mukaddeme-sini teşkil etmiştir- Beyannamenin başlıca hükümleri : insanların hukukça hür ye müsavi olarak doğdukları ; hürriyet, mülkiyet, emniyet ve cebir ve tazyıka mukavemetin, ferdia zaval bulmaz tabiî haklarından olduğu ; hâkimiyetin esaslı suret e millette teessüs eylediği; kanunun menetmediği bir şeyin yasak edilemiyeceği ve kanunun emreylemediği şeyi yapmağa kimsenin zorlaua-mıyacağı ; Kanunun umumî iradenin ifadesi olduğu ; Kanunun tâyin ve beyan eylediği haller ve şekiller haricinde kimsenin hapis ve te«kif edilemiyeceği ve cezalandırılamıyacağı ; cezaların ancak kanunlarla konulacağı ve bunların makabline şâmil olaınıyacağı, fikir ve kanaatlerin masun bulunduğudur.
İNTİFA HAKKI [aim. Niessbrauch (Al), Nutz-ııiessung (Is). — fr. usufrııit. — ing. usufruct. — lât. ususfructıısj.
İrtifak haklarının bir nev'i ve bir şahsa başka bir kimseye ait mamelek (menkul, gayrimenkul inal, bir hak) üzerinde tam bir faydalanma teinin eyliyen ayni bir haktır.
Şu halde intifa hakkı hem bir ayni hak münasebetidir, hem de tam mânasiyle şahsa bağlı bir hak olmakla sahibinin- hayatiyle kaimdir.
İntifa hakkı, sahibine tam bir faydalanma hakkı bahşederse de intifa hakkını haiz bulunduğu şeyin cevherini ve kullanma maksadını değiştirmez.
İntifa hakkı akdî veya kanuni olabilir. Akdî intifa hakkını tesis için menkullerde şeyin devir, ve teslimi, gayrimenkullerde ise tapu sicilline tescil şartdır.
Kanuni intifa hakkı tescile ihtiyaç göstermeksizin ve kanundan ötürü mevcuttur : mirasta, sağ kalan eşin intifa hakkı gibi (MK. 717 vd.).
İNTİFAI İSTİHLÂKE BAĞLI OLAN VE OLMİYAN MALLAR [aim. verbrauchbare und nicht ver. brauchbare Sachen. — fr. biens consomptibles et biens non consomptibles. — ing. consumable and non consumable things. — lât. res quae usu consumuntur, res consumptibUes]
İntifa hakkına sahip olan kimse, zilyetlik, istifade ve istimal haklarına malik bulunmasına göre intifa hakkının taallûk ettiği mallarda bir tefrik yapmak icabet-mektedir. Filhakika, bazı mallar vardır ki, onun istimali ve ondan istifade malın istihlâkiyle mümkün olur : para ve diğer mislî şeyler bu kabildendir. Diğer bazı mallarda ise, istihlâk edilmeksizin intifa mümkün olur: ev, at, otomobil, halı, kitaj} gibi. Eğer intifa hakkı birinci kısım mallara taallûk ediyorsa bu malların mülkiyeti intifa hakkı sahibine geçeceğinden asıl malikin intifa
İNTİFAI İSTİHLÂKE BAĞLI OLAN MALLAR - İNTİKAL
163
sahibinden teminat istemeye ve bu teminat gösterilmedikçe malları teslim etmemeye hakkı vardır. Halbuki istihlâk edilmeksizin kendilerinden intifa mümkün olan mallar için malikin teminat istiyebilmesi, haklarının tehlikede olduğunu ispat edebilmesine bağlıdır (MK. 732).
İNTİFA SENETLERİ [aim. Genusscheine. — fr. attions de jouissance. — ing. redeemed shares/.
Bedeli itfa edilen hisse senetleri mukabilinde
verilen senetlerdir.
İntifa senedi sahipleri, diğer hisse senetleri sahipleri gibi aynı hakları haiz değilseler de senelik kazanç paylarına ve buna benzer malî faydalara iştirak ederler.
Şu kadar ki, şirketin tasfiyesi neticesinde sermayeden bakiye kalmış bir kısım varsa bunlardan pay almazlar (TK. 418).
İNTİHAL [aim. Plagiat. — fr. plagiat. — ing. plagiarism, plagiary].
Başkasına ait bir telifi, güzel sanatlardan bir eseri kendisine nispet etmek ; bir kitabın ibarelerini, musiki bestesinin nağmelerini, takdim ve tehir ile veyahut aslının baştan başa hissolunur derecede ifade tarzını tahrif ile kendi namını vermek.
Tenkidler, şerhler, bir eserden - zikredilmek şartiyle - diğer esere naklolunan cümle ve fıkralar intihal değildir. İntihal edenlere para ve hapis cezası hükmedilir (Hakkı Telif K. 29, 30, 31, 35).
İNTİHAP ( inlihâb) (Es. H.) Bir şehirde veya kariyede bulunan bir şeyi kahren ve alenen ahzetmektir. «Nehp» de bu mânada kullanılır.
İNTİHAP (Seçim) [aim. Wahl. — fr. Election. -ing. election. — lât. creatio, electio].
Tayinin zıddı olup birçok kişi, yahut birtakım gruplar tarafından kanun ve nizamların gösterdiği şartları haiz ve kendilerine bir vekâlet yahut memuriyet tevdi edilecek kimselerin tespit edilmesini temin eyliyen ameliye ve muamelelerdir.
Büyük Millet Meclisine, Belediye meclislerine, Da-nıştaya, Muhtarlıklara, ihtiyar heyetlerine, şirketlerin idare meclislerine, herhangi bir hayır cemiyetine ve saireye seçilmek gibi (Anavasa 9- 13; Mebus Seçimi K.; Belediye K.; Köy K.).
İNTİHAP DAİRESİ (Seçim çevresi) [aim. Wahl-kreis. — fr. circonscription electorate. — ing. electoral district; parliamentary constituency/.
Milletvekili, Umumi Meclis ve Belediye âzası gibi âmme hizmeti görenlerin seçildikleri dairedir ki, millet vekilleri için «İl», umumi meclis âzası için «İlce», belediye âzası için «şehir ve kasaba» dır (Mebus seçimi K; 1; İdare-i Hususiye-i Vilâyet K. 103).
İNTİHAP DEVRESİ (Seçim Dönemi) [aim. Wahlperiode. — fr. periode electorate — ing. electoral period/.
Seçimle teşekkül eden meclis ve heyetlerin vazifelerinin devam edeceği muayyen müddettir. Bu müddet Türkiye Büyük Millet Meclisi, Vilâyet umumi meclisi,
belediye meclisleri, köy muhtarları için dörder, cemiyet*
Icr için ekseriyetle birer senedir (Anayasa 13-25;
Mebus Seçimi K.; İdare-i Hususiye-i Vilâyet K.; Belediye K. ; Köy K. ; Cemiyetler K.).
İNTİHAP EHLİYETİ (Seçim yeterliği) [aim. Wahlberechtigung, Wahlf'dhigkeit — fr. capacity electorate. — ing. electoral capacity].
Seçmek [aim. aktives Wahlrecht. — fr. droit de suffrage, — ing. suffrage; right to vote. — lât. ius suffragiij veya seçilmek [aim. Wdhlbarkeit; passive
Wahlfdhigkeit. — fr. eligibility. — ing. eligibility. — lât. ius honorum] hakkını haiz olmaktır ki, bu hak intihabın mahiyetine göre muhtelif kanun ve nizamnamelerle yaş, vasıf ve sair cihetlerden hususi hükümlere tâbi tutulmuştur.
İNTİHAP ENCÜMENİ Seçimlerin icrasını temin için toplanan heyetler (Belediye K. 32).
İNTİHAP HAKKI (Seçim hakkı) bk. İntihap Ehliyeti.
İNTİHAP MAZBATALARI (Seçiıvı Mazbataları)
[aim. Wahlprotokolle. — fr. proces-verbaux d'election, — ing. records of election).
Bir seçim neticesinde seçilenin iktisabettiği sıfatın sahih olduğunu mübeyyin olmak üzere teftiş heyetleri tarafından tanzim ve seçimde kazanana bir sureti tevdi edilen vesikadır (Belediye K. 43; Mebus Seçimi K. 39).
İNTİHAP SANDIĞI (seçim sandığı) bk. Rey sandığı.
İNTİHAP SUÇLARI (Seçim Suçları) bk. Seçim cezaları.
İNTİHAP TEFTİŞ HEYETİ bk. Teftiş heyetleri.
İNTİHAR [aim. Selbstmord.- fr. suicide — ing. suicide, self-murder.— lât mors voluntaria, suicidium* ].
Şahsın kendini öldürmesidir. intihar, suç,teşkil etmezse de intihara ikna ve yardım suçtur (CK. 454) İntiharların gazeteler tarafından neşri matbuat kanununda (38) menedilmiştir.
Ölüme karşı hayatını sigorta ettiren kimse intihar ederse sigorta poliçesinde hilâfına sarahat olmadıkça sigortacı tazmin ile mükellef olmaz, fakat intihar edenin irade ve ihtiyarı zail olmuş ise sigortacı tazminle mükelleftir (TK. 990),
İNTİKAL I — [aim. Rechtsübergang (von Geset-ıes uegen). — fr. mutation, transmission legale. — ing. transition, passing. — lât. transitus, traı.slatio).
Bir maldaki tasarruf hakkının kanun ile muayyen kimselere geçmesidir. Telif hakkının mirasçılara ve eski hukuka göre mutasarrıfının vefatiyle arazi-yi emîriyenin ve icareteynli bir vakfın tasarruf hakkının «intikal hakkı sahiplerine» geçmesi gibi.
II — 1 - Âdi intikal ('Âdi intikal) (Es.H.) Miri arazide mutasarrıfa ait olan menfaat mülkiyetinin kanunen muayyen yakın hısıma halefiyet yolu ile geçmesidir, mirasa benzer.
2— Tevsi-i intikal (Tavsi-'i intikâl) (Es.H.t Erazi Kanununun üç derece olarak tâyin ettiği intikal
sahiplerine daha beş derecenin inzimamiyle sekiz dereceye iblâğ olunmağıdır (Tevsii İntikal K.).
164
İNTİKAL DEVRESİ HUKUKU — İPTAL DAVASI
İNTİKAL DEVRESİ HUKUKU [aim. lntertempo. rales Recht, Übergangsvorschriften. — fr. droit inter-temporel, legislation transitoire. — ing. transitory provisions, temporary provisions/.
Bir kanunun veya bir nizamın yerine yenisi konulduğu vakit eski ve yeni kanunlar veya nizamlar arasındaki irtibat, insicam ve intikal şartlarını tâyin etmek üzere konulan kaidelerin hepsidir. Muvakkaten mer'i oldukları cihetle veya bir rejimden diğerine intikali temin eylemeleri itibariyle bu kaidelerin adına (zaman arası hukuku, meriyet veya tatbikat şekilleri hukuku) adı dahi verilir.
İINTİZ.AM-I ÂMME bk. Âmme nizamı.
İNZİBAT CEZALARİ bk. Disiplin ceza hukuku.
İNZİBATI TAKİP bk. Disiplin ceza hukuku.
İNZİBAT KOMİSYONLARI {aim. Disziplinar-aasschüsse, (-kammern, - kommissionen, - rate). — fr. conseds on commissions disciplinaires].
Memurlar hakkında inzibati kararlar ittihazına veya ittihaz edilmiş kararları birinci veya ikinci derece, de tatbika salahiyetli heyetlerdir. Bunlar Bakanlık, İl ve İlce inzibat komisyonlarına ayrılır.
1 — Bakanlık inzibat komisyonları: bakanlık me. morlarına ait kanunlara göre teşekkül eder. Zat işleri müdürleri bu komisyonun tabiî azasındandır.
2 — 11 inzibat komisyonları : valinin reisliği altında savcı, defterdar veya muhasebeci, ınektupçu, ma-arif, sıhhiye, nafıa ve ziraat müdürlerinden;
3 — İlce inzibat komisyonları: kaymakamların reisliğinde savcı, malmüdürü, tahrirat kâtibi, jandarma komutanından ve hükümet hekiminden teşekkül eyler.
İlce komisyonlarının kararları İl, İl komisyonlarının kararları Bakanlık ve Adliyeden maada Bakanlık inzibat komisyonlarının karaları Danıştayda ve Adliyeninkiler Yargıtayda tetkik olunur. İlce inzibat komisyonları yalnız tevbih, maaş kesme ve sınıf tenzili cezalarını tatbik ederler. İlce inzibat komisyonlarının kararları Danıştayda tetkik edilmeyip yalnız Bakanlık inzibat komisyonlarınca son derecede tetkik edilirler.
Tâyinleri merke;:. ait memurlar hakkında Bakanlık inzibat komisyonları ve vilâyete ait bulunanlar hakkında 11 inzibat komisyonları karar verirler. Ancak vali ve müsteşarlar ile umum müdürler ve birinci sınıf müdürler hakkında karar ittihazı, bunlar Adliyeye mensup iseler Yargıtaya, değilseler Danıştaya aittir.
Devletin bazı daire, müessese ve teşekküllerinde bunların mahiyetlerine göre hususi inzibat komisyonları vardır (Meselâ Devlet Şûrası K. 7; 3460 No. K. 44).
İPOTEK [aim. Hypothek, Sicherungshypothek (At.), Grundpfandverschreibuug (İs.). — fr. hypotheque. — ing. hypothek, cautionary mortgage. — lât. hypo-theca, pignus/.
Bir gayrimenkulun bir borca karşı teminat teşkil eylemesini tazammun eyliyen ve ayni bir hak mahiyetinde olan gayrimenkul rehni şeklidir. Bu gayrimenkul borçlunun veya başkasının olabileceği gibi, bunun üzerinde ipotek tesisi malikinin veya zilyedinin zilyetliğine de halel vermez. Böylece temin edilmiş bir alacak evvelâ borçludan istenir ; ödenmediği takdirde ipotek mevzuu
olan gayrimenkul üzerinden alacağın istifası cihetine gidilir. Hattâ ipotekle yüklü olan gayrimenkul bu arada borçludan başkasının mülkiyetine veya zilyetliğine geçmiş olsa bile ipotekli hakkın istifasına »mâni teşkil etmez.
Bazı memleketlerde hava gemileri hakkında da aynı hükümler tatbik olunmaktadır.
İpotek akdî veya kanuni ulur: akdi ipotek, tarafların serbest mukavelesiyle ve tapu sicilline kayıt ile tesis olunur. Kanuni ipotek [aim. gesetzliches Grundpfand. — fr. hypotheque legale. — ı'n^r. lien. — lât. hypotheca tacite contraeta, hypotheca tacita, hypotheca legalis] ise, bu hakkı haiz olanların talebi ile yapılır. Meselâ : sattığı gayrimenkul üzerinde semeni temin etmek istiyen satıcı, bir gayrimenkul üzerindeki inşaat veyahut ameliyatta malzeme vererek veya vermiyerek çalışmış olmaları hasebiyle malik veya mütaahhit, tahakkuk eden alacaklarını temin için, ipotek tesisini istiyebilir ( MK. 807) .
İPOTEKLİ BORÇ SENEDİ (aim. Pfandbrief, Schuldbrief (Is.), Brief hypothek (Al.). — fr. cedule hypothecaire. — ing- mortgage certificate (deed); mortgage with certificates; certified (certificated) mortgage).
Bu müessese, ipoteğin zıddı olarak gayrimenkul rehniyle temin olunmuş şahsi bir alacak mânasını tazammun eder.
İpotekli borç senedi sayesinde gayrimenkul kıymetlerinin bir kısmı şahsîleştirilerek müstakil ve mübadeleye vasıta olabilecek hale getirilmiştir. Bu şahsîleş-tirme keyfiyeti ipotekli borç senedi denilen ve örneği kanunca tesbit edilmiş bulunan kıymetli senetler şeklinde yapılır. Bunun için ise, evvelâ tapu idaresince gayrimenkulun kıymeti resmen takdir edilir ve bu kıymetten fazla olmamak üzere kıymetler senede dere olunarak gayrimenkul âdeta mütedavil bir hale getirilmiş olur.
ipotekli borç senedi, alacaklısına borçlunun şahsını değil münhasıran gayri menkulü istihdaf eyliyen bir talep hakkı bahşeder (MK. 812 vd.).
İPTAL [aim. Aufhebung, Nichtigerklârung. — fr. annulation. — ing. annulment, cancelling, declaration of nullity. — lât. rescissio, declaratio nullitatis].
Hukuka aykırı veya sadece isabetsiz bir muamele yahut kararı, kaza yahut idare merciinin ortadan kal-dırmasıdır.
İPTAL DAVASI [aim. Anfechtungs-,NichtigkeiU-, Aufhebungsklage. — fr. action en nullite. — ing. action for nullity, action for avoidance. — lât. quaerela nullitatis, actio rescissoria, iudicium rescissorium].
Hukuki bir mahiyeti haiz herhangi bir karar ve fiilin hükümsüzlüğünü temin için açılan dâvadır.
Mirasta: ehliyetsizlik, kanuna veya adab-ı umu-miyeye mugayeret, şekil noksanlığı, müruru zaman sebeplerine dayanılarak müteveffa tarafından yapılan ölüme bağlı tasarrufların hükümsüz sayılmasına dair olmak üzere açılan davalardır [aim. Ungültigkeitsklage. — fr. action en nullite/. (MK. 449, 500, 501).
Hibede; hibeyi taahhüdeden kimsenin borcu ödemeden aczi tevsik veya iflası ilân olunması halinde hu
İPTAL DAVASİ
hibe taahhüdünün hükümsüz sayılması hakkında açılan dâvadır, [aim. Widerrufsklage. — fr. revocation. — ing. revocation. — lât. actio donationis revoratoria/. (BK. 245).
icra ve iflâsta: Alacaklının, borçlu veya müflis aleyhine borçlunun ivazsız tasarruflarından, mevcut bir borcu temin için yapılan rehinlerden, para veya mûtad ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemelerinden, vâdesi gelmemiş borç için yapılan ödemelerinden, hilesinden dolayı muayyen müddet zarfında vukubulan tasarrufları ortadan kaldırmak yolunda ikame eylediği dâvalardır, [aim. konkursrechtliche Anfechtungsklage.
— fr. action revoçatoire. — lât. actio Pauliana]¦ (1c. If. K. 277, 280). İdare hukukunda : bk. İdari dâva.
İPTAL KABİLİYETİ bk. Butlan.
İRADE BEYANI bk. İrade izharı.
İRADE FESADI [aim. Willensmangel. — fr. vice de la volonte, vice du consentement. — ing. flaws of contractual agreement, lacke of mutual assent, defective intention: — lât. vitium volunioiis]
İradenin sakatlığı demektir. Hata, hile, ikrah gibi sebeplerden biriyle iradesi fesada uğrıyan. kimse yaptığı hukuki muamele ile ilzam olunmaz. Fakat, mukavele bâtıl değildir. Çünkü iradesinde fesat bulunan tarafı ilzam etmiyen bu muamele,'diğer taraf için muteberdir. Bu mahiyetteki bir muamele iradesi fesada uğrıyan tarafın icazet vermesiyle veya bir senelik bir müddetin geçmesiyle her iki taraf için de -muteber bir hale gelebilir (BK. 31).
İRADE İZHARI [aim. Willensausserung, Willens-erklarung. — fr. declaration de la volonte. — ing. declaration of intention. — lât. declaratio voluntatis/.
Gerek bir taraflı, gerek, iki taraflı bulunsun her hukuki muamelenin en esaslı unsuru iradenin muteber bir tarzda izhar edilmesidir. Çünkü, hukuki muameleler ferdin iradesinden değil, belki bu iradenin kanunun istediği şekilde açığa vurulmasından doğar. Bugünkü hukukta «irade beyanı nazariyesi»- [aim. Erklârungthe-orie. — fr. theorie dite de la declaration de volonte.
— ing. doctrine of utterance/ ismi verilen müessese işte bu düşüncelerin meydana getirdiği bir eserdir. Sırf bâtın! bir kasıt, rücu mümkün olmıyan bîr mevzua taallûk ettiği ispat edilse bile, hukukan nazara alınmaz. Bu, hukuki bir fiil değildir. Hukuki bir fiil olabilmek için batini kasdın izharı, yani sahibinden müstakil bir varlık iktisabetmesi lâzım gelir. Bu suretle müstakil varlık iktisabetmiş olan bir irade vefat veya rücu sebebiyle artık mevcudiyeti kalmasa dahi hukuki tesiri Hevam eder: vasiyette olduğu gibi.
İrade ruhi bir hadiseden diğerini haberdar etmek için yapılan fiil ve hareket dolayısiyle tezahür edebilir. Bu mahiyetteki tezahürlere umumiyetle irade beyanı derler. Beyan söz veya yazı ile yapılan irade tezahürüdür. Fakat mukavele ile veya örf ve âdetle diğer işaretlerin de irade izharı mahiyetinde telâkki edilmeleri mümkündür : ayağa kalkmak, el kaldırmak, baş eğmek vesaire gibi. Hattâ bazı şartlar dairesinde «sükût» bile irade izharı mahiyetini arz edebilir. (TK. 668). İrade beyanları vusulü muktazi olan ve olmıyan şekilde ikiye ayrılır:
— İRAT VERGİSİ 165
a) izhar edilince muayyen bir kimseye erişip erişmedikleri aranmaksızın tekemmül ve hükümlerini ifade eyliyen irade beyanıdır : tesisler ve vasiyetlerde olduğu gibi (MK. 73, 478; BK. 8; TK. 550 f 2).
b) Vusulü muktazi irade beyanlarına gelince, kai-deten diğerlerinin hukuki sahalarında tesirini gösterecek olan her irade beyanının muhataplarına vusulü şarttır. Vusulden maksat şudur : bir irade beyanını ihtiva eden yazı ile muhatap arasındaki mekân alâkası, eğer hayatın verdiği tecrübelere ve normal şartlara nazaran, o yazının muhtevasına ancak muhatap veya adamlarının ıttılaını icabettirmekte ise o zaman irade beyaniıiın muhataba vardığı kabul edilir: hazır olmı-yanlar arasındaki icap veya kabul gibi.
İRADENİN MUHTARİYETİ [aim. Privatautono-mie, Vertragsfreiheit. — fr. autonomie de la volonte. — ing. free discretion].
1 — (HH) Hukuki bir muameleyi, muhteva ve neticelerini diledikleri gibi tanzim ve tâyin etmek hususunda akitlerin serbest olmaları esasıdır. Bu esas âmme intizamına, âdap ve ahlâka, kanunların âmir hükümlerine riayet edilmek şartiyle cari olup mûtat sahası borçlar hukukudur (TK. 2; BK. 19).
2 — (DHH) Yapıları hukuki bir muamelenin, hususiyle mala müteallik bir mukavelenin tatbiki muhtelif memleketler kanunlarının sahalarına girdiği halde akitlerin bu kanunlardan dilediğini tâyin etmekte serbest bulunmalarıdır.
İRADİ ŞART bk. Şart.
İRAS bk. Tevris.
İRAT bk. Gelir.
İRAT SENEDİ [aim, Cült (/s.), Rentenschuld, Rentenbrief (Al.). — fr. lettre de rente. — ing. annuity charge bond, certificate of annuity charge].
İrat senedi, ipotek ile ipotekli borç senedi arasında ortalama bir gayrimenkul rehni şeklidir. Maamafib bu iki müessesenin unsurlarını kendinde toplamak itibariyle irat senedi olanların gördüğü hizmeti az çok görebilecek mahiyettedir.
Gayrimenkulun yanıbaşında borçlunun şahsi mesuliyetini bertaraf etmediği cihetle bu bakımdan ipotekle müşterektir. Zira borçlunun yalnız bu rehinle takyidolu-nan gayrimenkulu değil, aynı zamanda diğer gayrimen-kulleri de icra yolu ile takibe tâbidir. Bu ise gayrimen. kul kredisinin geniş ölçüde istismarını temin eder.
İpotekli borç senediyle müşterek tarafına gelince : bu da onun. gibi mübadele vasıtası haline getirilmiştir. Bu husus ise tıpkı onun gibi kanunun tâyin eylediği şekilde bir kıymetli senet olarak ortaya çıkarılmasiyle tpmin olunur (MK. 817 vd.).
İRAT VERGİSİ [aim. Ertragsteuer. — fr. impöt sur le revenu. — ing. income tax].
İrat vergisi, mükelleften, gelirleri toplamı ile ölçülen iktidarına göre alınan bir vergidir Bu vergiye batı Avrupada ve Amerika Birleşik Devletlerinde ras-lanır. Tatbik şekilleri ikiye irca olunabilir. Birinci şekilde, gelir kaynakları ayrı ayrı vergiye tâbi tutulduktan sonra, bir mükellefin gelirinin toplamı kanun tara-
166
İRAT VERGİSİ - İSK ATAT
fından tâyin edilen bir miktarı aştığı takdirde yekûn üzerinden ayrıca ikinci bir vergi daha alınır. Meselâ Fransa ve İngilteredeki irat vergileri böyledir. İkinci şekilde, bir mükellefin bütün gelirlerinin toplamı üzerinden bir vergi alınmakla yetinilir. Almanyada eskiden uygulanan sistem bu idi.
İrat vergisi ilk defa İngilterede 12 ocak 1798 tarihli bir kanunla ihdas edilmiştir. 1799 - 1802 ve 1803 -1815 yılları arasında uygulanan bu vergi Nepolyon Muharebelerinden sonra kaldırılmış, fakat 1842 yılında «muvakkat» bir vergi olarak tekrar ihdas edilerek yenilenmek suretiyle zamanımıza kadar devam etmiştir. İngiliz irat vergisi iki katlı bir vergidir, önce gelir kaynakları beşe ayrılarak herbirinden birer vergi alınır. Kabaca, A sedülü arazi, B sedülü toprak işletmesi gelirlerini, C sedülü kamu gelirlerinden ödenen faiz ve senelik mürettebatı, D sedülü ticaret ve serbest meslek kazançları gibi bazı gelirleri, nihayet E sedülü de hizmet erbabı gelirlerini mükellef tutar. Bugün (1945) esas nispeti (standard rate} yüzde elli olan yerginin İngilizce adı «Income tax» dir. Maamafih mükellefin bu muhtelif kaynaklardan elde ettiği gelirlerin mecmuu 2000 isterlin! aştığı takdirde ayrıca kendisinden «sur-tax» adiyle müterakki nispetli bir vergi daha alınır.
Bizde irat vergisi mevcut olmamakla beraber kazanç vergisi bir dereceye kadar bu tip vergiye yaklaşmaktadır.
tRFAK (İrfâk) (Es. H.) Umuma ait yol, pazar yerleri, meydanlar, sokaklar gibi herkesin intifa ve istifadesi için terk edilmiş olan mahallerdir'. Bunlar arazi-i mahmiyeden maduttur.
( İrfak lâfzı lügatte: bir kimseye menfaat vermek, bir şeyi suhulet ve mülâyimctle tutmak manasınadır.)
İRS A D ( İrşâd ) (Es. H.) Tahsisin müradifidir. Arazi-i emîriyeye ait hukuk-u tasarrufiyenin veya yalnız menfaatlerinin yahut hukuk-u tasarrufiye ile birlikte menfaatlerinin bir cihete tahsisidir.
İRSAD-I SAHİH (Irşâd i sahili) (Es.H.) Tahsis-i sahihin müradifidir. Hazineye ait bir kısım varidatı, hazine masraflarına dahil bir cihete tahsis etmektir.
İRSAD-I GAYRİSAHİH (trşâd-i gııyr-işahîk) (Es. H.) Tahsis-i gayrisahihin müradifidir. Hazineye ait bir kısım varidatı, hazine masraflarından olmiyan bir cihete tahsistir.
İRSAD-I VAKF (İrfâd-i vakf) (E. H.) Rakabesi beytülmale (hazineye) ait bir mülkün menfaatini, iilül-emrin, hazineden istihkakı olan kimseye tâyin ve tahsis etmesidir. Bu kabil vakıflara «tahsisat» ıtlak olunur.
İRSALİYE MEKTUBU bk. Nakliye senedi.
İRTİBAT /aim. Konnexitat, Zusammenhang.—jr. rapport de connexite].
Alacak ve borcun aynı kimseler arasında olması ve tek bir borç münasebetinden ileri gelmesi veya borçlunun rızasiyle alacaklının zilyetliğinde bulunan menkul eşya yahut kıymetli evraktan doğması. Bu irtibat, tacirler hakkında zilyetlik ve alacağın aralarındaki ticari münasebetlerinden doğmuş olması halinde de ıntvcııt addolunur. Takas yapabilmek için alacaklar ara-
sında tabiî bir irtibatın bulunması lâzım gelmediği halde hapis hakkının kullanılması için buna lüzum vardır (MK. 864).
İRTİDAÜ bk. Riddet.
İRTİFAK HAKKI /aim. Dienstbarkeit, Servitut. — jr. servitude. — ing. servitude, casement. — lât. servitusj.
Bir gayrimenkul üzerirde bir intifaa veya bir istimale rıza göstermeyi, yahut mülkiyete has bazı hakların kullanılmasından içtinabeylemeği tazammun eyliyen ve diğer bir gayrimenkul veya şahıs lehine ayni hak olarak tesis olunan külfete denir.
İrtifak hakları iki türlüdür :
1 — Gayrimenkule ait irtifak haklarıdır ki, bunlar da müspet veya menfi olabilirler. Bir gayrimenkul lehine diğeri üzerinde tesis edilen mürur (geçit) hakkı müspet irtifak hakkıdır. Bir gayrimenkul üzerine inşaat yapmamak hususunda, diğer gayrimenkul lehine, yükletilen külfet de menfi irtifak hakkının misalidir.
2 — Şahsi irtifak hakları : bunların başlıca misali intifa hakkı ile sükna hakkıdır, intifa hakkı sahibi bunlarla yüklü olan gayrimenkullerden, haklardan veya mamelekten, şahsen ve ancak yaşadığı müddetçe istifade edebildiğinden ötürü bunlar tamamen şahsi mahiyeti haizdirler (MK. 703 vd. ).
İKTİHAN (trlihân) (Es.H.) Rehin almaktır.
İRTİKÂP (Yiyicilik) /aim. aktive Bestechung. jr. corruption de jonctionaires. — ing. bribery, corruption, subornation/.
Memuriyet sıfat veya vazifesinin suistimali suretimle bir memurun kendisine veya başkasına haksız bir menfaat temin etmesi veya bu yolda bir vait istihsal etmesidir, lrtik âp, ikna, hatadan istifade veya icbar suretimle olur (CK. 209-210).
İRVA VE İSKA bk. Sular.
İSÂ bk. Vasiyet.
İ'SÂR ( l'sâr) (Es. H.) İhtiyaç ve fakirliktir.
İSHAN (likan) (Es. H.) Düşmana doğru yürümek, düşmanı zayıf düşürmek, düşmanı fazlaca kahır ve tenkile çalışmak demektir.
İSİM bk. Ad.
İSKÂN Türkiyede yerleşmek maksadiyle dışardan, teker teker veya toplu olarak gelmek istiyen Türk soyundan meskûn veya göçebe fertler ve aşiretlerin ve Türk kültürüne bağlı kimselerin ( göçmen ) mevzuata göre dâhile yerleştirilmeleri siyasetidir (İskân Kanunu ve tadilleri).
İSKATAT (İ.katâl) (Es.H.) Lügatte, düşürmek demektir. Istılahta, bir insanın başka bir insan üzerindeki hukukunu izale edebilmesi için sâri tarafından vaz edilmiş olan bir kısım tâbirleri ifade eder.
Bunlar maksadı muhtasarca ifade etmek vasfiyle mütemayiz bulunurlar: Af, İbra, talâk, ıtak gibi. Meselâ: «filânın zimmetinde olan şu kadar kuruş alacak hakkımı iskat ettim» yerine kısa bir tâbir Vİarnk «filânı ibra ettim» denir.
İSKATAT-I MAHZA
- İSMETİ EMVAL
167
İSKATAT-I MAHZA (İska|5l-i nıahia) (Es. H.) Talâk, ı'tak gibi sırf iskat olunan şeylerdir. Min-veç-hin temlik olan ibra bundan hariçtir.
İSKAT-I CENİN bk. Çocuk düşürme.
İSKAT MÜRURU ZAMANI (.skat zaman aşmıı) [aim. Extinktivverjhhrung, Buchversitzung. — fr. prescription extinctive. — ing. acquisitive (positive) prescription. — lât. praescriptio extinctiva].
İktisap müruru zamanının aynî bir hakkı kaybeden kimse bakımından ifadesidir. Filhakika menkul ve gayrimenkul ayni hakların taallûk ettiği şeyler üzerindeki zilyetliğin az çok uzun müddet ııyaı halinde o şey üzerinde yeni zilyet ayni hak sahibi olabilir. Bu suretle geçen zamana malik bakımından «iskat müruru zamanı», iktisabeden bakımından da «iktisap müruru zamanı» denir.
Bu-müruru zaman müddeti Medeni Kanunumuza göre umumiyetle yirmi senedir (MK. 639).
İSKONTO [aim. Diskont, Skonto, Abzug, Preis-nachlass. — fr. escompte. — ing. discount. — lât. interusurium ; remissiof.
1 — Borçlu borcunu vâdeden evvel ödediği takdirde, alacaklıdan elde ettiği tenzilâta iskonto derler. Bu iskonto kayıt ve şarta tâbidir (BK. 80).
2 — Bir bankanın veya herhangi bir şahsın vâdesi henüz gelmemiş olan bir. senedi devren alması mukabilinde o senedin bedelini bazı tevkifat mukabili ödemesi muamelesine «iskonto» denir. Bu tevkif ata da iskonto. namı verilir.
3 — Borsa lisanında iskonto, vadeli muamelede müşterinin tasfiyeden evvel muameleyi vadeliden peşine tahvil etmek hakkmı kullanarak satıcıyı senetlerin teslimine mecbur etmesi mukabilinde kendisinin de o senetler bedelini daha evvel ödemesine derler.
ISLAH /aim. Berichtigung, Ânderung von Partei-handlungen (im Prozess). — fr. reforme. — lât. reformatio/.
Hukuk dâvasında ; iki taraftan birinin usule mütaallik olarak yaptığı bir muameleyi tamamen veya kısmen ortadan kaldırması veyahut bunun yerine başka bir muamele yapmasıdır ki, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren usnle ait bütün muamelelerin yapılmamış sayılmasını icabettirir. Ancak ikrarlar, keşif ve muayene zabıt varakaları, ehli vukuf raporları ve sabitlerin şahadetleri mahfuz ve muteberdir
Dâva veya müdafaa sebebini değiştirmek için dâva arzuhalini veya cevap lâyihasını ortadan kaldırmak ve yerine yenisini tanzim etmek gibi (HMUK. 83, 90, 185, 202)
ISLAHAT FERMANLARI Osmanlı İmparatorluğu teşkilâtının yenileştirilmesi, keyfi hareketlerin men'i ve ean, mal, ırz masuniyetinin temini ve memleketin imarı gibi hususların ifası hakkında Birinci Abdülmecid'-in ve Abdülâziz'in isdar ettikleri fermanlardır. Bunların başlıcaları Abdülmecid'in isdar ettiği 1255 (1839) Gül-hane Hattı Hümayunu, 1272 (1856) Islahat Fermanı; Abdülâziz'in isdar ettiği 1277 (1860) tarihli fermanlar-
dır. Bunlar Tanzimatın ve Osmanlı imparatorluğunun garp esasları dâhilinde tanzim ve teşkili- hareke-tlerinin hukuki esaslarını koymuşlardır.
ISLAH EVİ /aim. Besserungsanstalt. — fr. mai-son de correction. — ing. hovse of correction/.
Suç işlemiş çocukların terbiye ve ıslahına mahsus müessese (CK. 53 f. 2; 54 f. 1, 4).
İSLÂM (Ulam) iEs, H.) Lügatte, inkiyat, itaat, müsalemet, selâmet bulmak, selâmete çıkarmak, salim bulundurmak mânalarını ifade eder. Istılahta; iki kısma ayrılır;
1 — Din-i hakkı lisanen itiraf ve ahkâmına zâhi ren inkiyadetmektir. Binaenaleyh kelime-i şahadeti telâffuz, şer'an memnu olan şeylerden içtinap, âmâl-i zahireye nıuvazabet eden bir kimse, dünya ahkâmı itibariyle tamamen İslâm hukukuna nail olur. Kanaat i vicdaniyesi araştırılmaz.
2 — Din-i hakkı lisanen itiraf etmekle beraber ahkâmına hem zahiren, hem de bâtınen itaat ve inkı-yadeylçmektir. Bu mânada «İslâm» mefhumu iman mefhumiyle birleşir.
İslâm vasfını haiz olana «Müslim» denir.
İSLÂM HUKUKU /aim. Islamisches Recht. — fr. Droit islamique. — ing. Muhammedan (Mahommedan) Lazıf.
Geniş mânada insanların din ve dünya işlerini tanzim eden ve kitap, sünnet, icma ve kıyasa dayanan hükümlerin mecmuudur.
İslâmlığın müstakil, kendi eseri olan bu hukuka «fıkıh» ve âlimine «fakih» denir. Bu dört kaynaktan doğrudan doğruya hüküm çıkarmak herkes için caiz olmayıp ancak mezhep sahibi müçtehit hukukçuların eserlerine ve koydukları kaidelere müracaat etmek lâzımdır. Buna taklit denir. Evvelce içtihat hukuk âlimleri arasında serbest iken sonradan dört mezhep, yani Hanefi, Maliki, Şafiî ve Hambeli mezhepleri İslâm aleminde kabule mazhar olmuştur.
Fıkıh, ibadat, muamelât ve ukubat kısımlarını ihtiva eder. Münakehat, müfarekat ve mevaris, yani feraiz, muamelât kısmına dâhildir. Bugün kullanılan dar mânada fıkıh muamelât ve ukubatı ihtiva eder.
Fıkhın mevzuu, mükelleflerin, yani fertlerin fiilleridir.
« İslâm hukuku» mefhumu garp müsteşrikleri tarafından bütün İslâm âleminin hukuku olarak kullanılmakta ise de umumi hukuk kaidelerini tanzim eden fıkıh örf, âdet, hacet, zaruret gibi icapları da nazara aldığından muhtelif zamanlarda ve yerlerde ayrı ayrı seyir ve tahavvüle uğramıştır.
İSM (İşm) (Es. H.) Günah, insanı sevaptan uzak düşüren herhangi bir fiildir. Bu fiili yapan günahkâr kimseye «âsim» denir.
İsm «şer'an ve taban tahazziir edilmesi jcabeden şey» diye de tarif olunur.
İSMETİ EMVAL (Umal-i anıvâl) (Es. H.) İsmet lügatte, men'i ve hıfız manasınadır. Bu cihetle nehyolu-nan feylçrden ve kabahatlerden masun olan kimseye «masum» denir.
168
İSMET-İ EMVAL - İSTİFA
«Ismet-i mal» tâbiri malların muhterem ve tecavüzden masun olmaları mülâhazasiyledir. İsmet ve hür meti ihlâl edilen malın herhalde ismetinin ifadesine dayanan mülâhazaya «ismet-i emval nazariyesi» denmektedir. Meselâ mümeyyiz olmıyan bir çocuğun, diğerine ait bir malı tahribetmesi veya bir kimsenin, velev hüsnü niyetle olsun, başkasının malını istihlâk eylemesi zamanı
— tazminatı . müstelzim olur.
tSMADEDİLEBİLME (İsnat kabiliyeti) [aim. Zu-rrckenbarkeîi. — fr. imputabilite — ing. imputability.
— lât. imputativitas * /.
1 — (CH) Mânası üzerinde ittifak edilmemiş bir kavramdır. Ekseriyetin kabul ettiği fikre göre: isnade-dilebilme ceza mesuliyetinin unsurlarından biridir ve suçun faile maddi ve mânevi bakımdan atfı kabil olup olmaması hususunu ifade eder.
2 — (HH) 6*. Mesuliyet.
İSPAT /aim. Beweisfiihrung, Beweis. — fr. administration de la preuve. — ing. probation. — lât. probatio).
İhtilâf mevzuu olan maddi veya hukuki vakıanın olduğu veya olmadığı hususunda hâkime kanaat verecek delil ve karineleri arz etmek, hâkimin kanaatini bu noktaya çekmektir. Kanun, hilafını emretmedikçe taraflardan herbiri müddeasının istinadettiği vakıayı ispata mecburdur (MK. 6). Delil münazaalı hususları ispat için ikame olunur (HMUK, 238).
İSPAT KUDRETİ /aim. Beweiskraft. — fr. force probante — ing. conclusive force/.
Bir yazının delil olmak kabiliyeti, ihticaca salih olmak derecesi yani kanunun delil olmak noktasından kendisine atfettiği kıymettir.
İSPAT KÜLFETİ bk. Beyyine külfeti.
İSRAF /aim. Verschııendung. — fr. prodigalite.
— mS- prodigality. — lât. prodigus (sıfat)].
Bir kimsenin malını gayrimâkgl bir surette sağa sola saçarcaMna ve esirgemeden harcamasına denir. Böyle bir kimsenin kendi ailesine ve dolayısiyle cemiyete zarar vereceği, bütün ileri hukuk nizamları gibi bizimki tarafından da kabul edilmekle kanunumuz israfı hacir sebebi olarak tanımıştır (MK. 356, 359, 419; BK. 235).
İsrafı içtimai bir hastalık olarak mütalâa eden Türk kanun kurucusu daha ileriye giderek israfı âmme kanunlariyle de ceza tehdidi altında menetmiştir (Düğünlerde Men-i tsrafat K.).
İSRAR [aim. Beharren (des unteren Gerichtes nuf seiner vom Kassationshof aufgehobenen Entschei-dungj. — fr. maintien (par le premier juge du jugement infire par la Cour de Cassation) /.
Aşağı dereceli kaza merciinden verilmiş olan nihai kararların temyiz mercii tarafından bozularak geri çevrilmesi üzerine yeni bir karar vermesi için havale edilen kaza merciinin bozma kararını isabetli bulmaması ve bozulan kararın doğru olduğuna karar vermesidir. Aksi «ittiba», «uymak» tır.
Ağır ceza, asliye ve sulh mahkemelerinin ancak Yargıtay hususi daireleri kararlarına karşı ısrar salâ-
hiyetleri vardır. Yargıtay Huki'k ve Ceza Umumi Heyetleri kararına karşı mahkemelerin, İcra ve İflâs Dairesi kararlarına karşı icra yargıçlarının ısrar salâhiyetleri yoktur. Bu kararlara ittiba mecburidir (HMUK. 429; CMUK. 326; lc. If. K. 366).
tSTANBUL EFENDİSİ Hicrî 1000 tarihinden sonra İstanbul Kadısına verilen namdır. Sonraları bit tâbir yerine «İstanbul Kadısı» unvanı konmuştur.
İSTAR (İslar) (Es. H.) Altı bucuk dirhem mik*
tandır ki, bir rıtlın yirmide birine müsavi bulunur. Dört buçuk miskale de ıtlak olunur. Cem'i «esatir» dir.
İSTİAP HADDİ [aim. Raumgehalt, Tragfâhigkeit.
— fr. jauge. — ing tonnage/.
Geminin tonajına göre alabileceği en çok yük ve yolcu haddidir.
İSTİARE (isti'fira) (Es. H.) Ariyet almaktır.
İSTİBDAL (Istibdal) (Es. H.) Bir vakfı mülk ile mübadele etmektir.
Bu mülk gayrimenkul veya nakit gibi bir menkul de olabilir. Vakıfta mütearef olan hukuki tasaı ruflardan biridir. Bu tasarrufun yapılabilmesi için vâkıfın şartı aranır. Maamafih akar vakıf için asla gaile getirmez veya getirdiği gaile masrafı korumaz bir hale gelir ve istibdalinde vakıf için aynca maslahat tahakkuk ederse vakıf istibdali sarahaten nehyetse bile hâkimin reyi ve ülülemrin izniyle mütevelli bu tasarrufu yapabilir. Benzediği beyi akdinden birçok noktalarda ayrılır.
İSTtBDAL-1 MÜSECCEL (lstibdâl-i ııııısaccal) (Es. H.) Lüzumuna hükmolunduğıından dolayı nakzı caiz olmıyan istibdaldir.
Bir vakfın istibdali için aranan şartlar tahakkuk ederek hâkimin izni ve ülülemrin emri ve mütevellinin reyi ile istibdat olunduktan sonra evvelki hale rücu yolunda yapılan murafaada hâkimin istibdalin sıhhat ve lüzumu ile hükmünden tahassül eden katî vaziyeti ifade eder. Çünkü böyle bir istibdalin nakzına cevaz yoktur.
İSTİCAR (İsticar) (Es. H.) Kira ile tutmak demektir.
tSTİCVAP bk. Sorgu.
İSTİDA (DİLEKÇE) bk. Arzuhal.
İSTİDA DAİRESİ 8 Nisan 1340 Tarihli ve 469 No. Kanunun meriyetine kadar tek daire halinde ve o Kanunun meriyetinden «Temyiz Mahkemesi Teşkilâtının Tevsiine Dair» 834 No. Kanuna kadar da iki daire halinde vazife gördükten sonra ikinci ve üçüncü ceza dairesi adlarını almış olan Yargıtay teşkilâtına dâhil bir teşekkülün eski adıdır.
İSTİDA HAKKİ bk. Arzuhal hakkı
İSTİFA (ÇEKİLME) [aim. Riicktritt (vom Ami), Demission, Niederlegung (eines Amies) — fr. demission.
— ing. resignation. — lât. abdicatio, renuntiatioj.
İntihap veya tâyin ile iktisabedilen bir vazife veya memuriyeti bırakmak iradesini gösteren fiil ve harekete denir.
İSTİFA -
İstifa tekrar memuriyet istemek hakkım kaldırmaz (Memurin K. 62 vd.)
İSTİFA-Yl KISAS (Isiijâ-yi kisâş) (Es. H.) Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi, yani cani hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş bulunmasıdır.
İST t FT A (İstif tâ) (Es. H.) Şer'î bir meselenin hükmünü sormak demektir. Son örfe göre istifta hukuki bir meselenin hükmünü müftüden sorarak fetva istemektir.
İSTİHBARAT BÜROSU /aim. Auskunftei. - fr. bureau de renseignement. — ing. information bureau, inquiry office/-
Bir k imsenin serveti veya sair şahsi vaziyetleri üzerine malûmat toplayıp vermeği meslek ittihaz eden idarehanelerdir. Ticaret ve sanat erbabının ticari ve iktisadi vaziyetleri ve sanatlarının kredi kabiliyeti üzerine malûmat toplıyan ve veren teşkilâtın bilhassa ehemmiyeti vardır. Kasten veya ağır bir kusur neticesi olarak bir tacirin ahlâki veya malî iktidarına mütaallik olmak üzere hakikata mugayir malûmat veren istihbarat acentesi, bu bapta verdiği malûmatın sıhhatini temin etmediğini beyan etmiş bulunsa dahi, o tacirin bu yüzden duçar olduğu maddi ve mânevi zararı tazmine meebu dur (TK. 63).
İSTİHDAM EDENLERİN MESULİYETİ bk. Mesuliyet-
İSTİHKAK ( istihkak) (Es.H.) Lügatte, hak istemektir. Istılahta, hak sahibi olmak halidir. Başka bir tâbir ile, bir şeyin birisi için sabit bir hak olmasının meydana çıkmasıdır. İstihkak iki nevidir:
1 — «Istihkak-ı mübtıl » dır ki mülk iddiasını bilkülliye iptal eden istihkaktır. H iirriyeti asliye gibi ki böyle bir hakkın sübutu takdirinde hiçbir kimsenin temellük iddiasına imkân kalmaz.
2 — «tstihkak-ı nâkil» dır ki mülkü bir şahıstan diğer bir şahsa nakleden istihkaktır. Bir kimsenin elin-deki bir akarın diğer birine aidiyetinin sübutu gibi.
İSTİHKAK-1 HARS (Vakıfta) ( İsiilıkak-i hars) (Es. H.) Bjr yerde ziraat etmek hakkına malik olmaktır. Meşed-di müskenin müradifidir.
İSTİHKAK (HAKEDİŞ) DÂVASI (aim. Heraus-gabeanspruch, Rückforderungsklage, Aussonderungs-klage. — fr. action en revendication. — ing. action for recovery of property. — lot. rei vindicatio/ •
Menkul veya gayrimenkul mal üzerinde mülkiyet, yahut sair ayni bir hak iddiasıdır (MK. 618, 902, 903).
Mahcuz mala istihkak dâvası : üçüncü şahsın haczedilen bir mal üzerinde mülkiyet veya diğer ayni hak iddiasıdır ki İcra ve İflas Kanununda hususi muhakeme usulüne tâbidir (İc.İf.K. 96, 97, 219; HMUK. 512, 515).
İSTİHKÂM HÜCCETİ (İstihkâm luıccati) (Es.H.) Beyi ve hibe gibi tasarrufları tevsik ve takviye için tanzim olunan hüccettir.
Meselâ bir kimse bir malını diğerine sattıktan veya bibe ettikten sonra yargıca giderek şu malımı «beyi sahih ile filâna beyi ve teslim eyledim» diye ikrar edip hüccete bağlansa bu hüccete «istihkâm
İSTÎHSAN 169
hücceti » denir. Gayrimenkul olan mülk, vakıf veya miis-tagallâtın temlik ve ferağında istimali şâyidir.
İSTİHKAR (İstihkar) (Es. H.) Bir yer üzerinde bina yapmak veya ağaç dikmek üzere senevi bir meblâğ mukabilinde hak-kı bekası olmak üzere isticar etmektir. Buna: «ihtikâr» da denir. Bu usul alelekser vakıflarda caridir.
İSTİHLÂF (İstilılâl) (Es. H.) Hası nın yemin etmesini talebetmektir.
İSTİHLÂK KOOPERATİFİ bk. K ooperatıl.
İSTİHLÂK \ ERGİSİ [aim. Verbrauchssteuer, Konsumsteuer. - fr. impdt (taxe) de consummation.— ing. excise].
Bir şahsı veya sermayeyi veya sermayenin muayyen iradını istihdaf etmeyip münhasıran müstehlikleri istihdaf eylemek suretiyle konulan vergidir.
Bizde muamele vergisinden başka bellibaşlı istihlâk vergileri şunlardır :
1 — Dahili istihlâk vergisi : şeker, glikoz, ham petrol ve müştakkatından (1718, 2785, 2796, 2448, 3263 No. kanunlara göre).
2 — Elektrik ve havagazı istihlâk resmi: elektrik ve havagazı müesseselerinden (1871, 2442, 3260, 3508 No. kanunlara göre)
3 — Bazı maddelerden alınan istihlâk vergileri : kahve, çay, kakao, kauçuk mamıılâtı, cam, kâğıt, deriler ve mamulâtı, pamuk ipliği ve mensucat, demir ve çelik, bakır ve halitası (2731, 3536 No. kanunlara göre) alınmakta ve her nevin vergi nispetleri, muafiyetleri, tahakkuk ve tahsil tarzları ve itirazlara ait hükümler kendi kanunlarında ayrı ayrı gösterilmiş bulunmaktadır.
İSTİHLÂS-I TEREKE (Istihlâs-i taraka) (Es.H.) Veresenin borcu tamamen alacaklılara tediye ile müs-tağrak-ı düyun olan terekeyi kurtarıp zaptetmeleridir.
tSTİHSAN (İstihsâli) (Es. H ) Lügatte, bir şeyi iyi saymak demektir. Istılahta, fukaha istihsanı biri has, diğeri âm olmak üzere iki mânada istimal ederler. Istihsanın mâna-ı hassı, veçhi zihne tebadür etmeyip hunun anlaşılması imal-i fikre mütevakkıf bulunan kıyastır. Buna kıyas-i hafi denir.
Mâ.ıayı âmı muhtelif suretlerde tarif olunmuştur : bazı ulemayı Hanefiye kıyası terkle nâsa en uygun olanı ihtiyar eylemek diye tarif etmiş ve bazıları nâsın muamelâtında kolaylık talebinden ibaret olduğunu söylemişlerdir.
Füruda istihzanın, kıyas-ı celi mukabili delilde istimali şayidir. Bu delil ya bir nâs veya icma veya zaruret veya kıyas-ı hafidir.
Ma'kut-ün-aleyh madum olduğundan bey-i selem kıyasen caiz olmamak lâzım geldiği halde kıyasa muarız olan bir hâdîs-i şerifle; istisna akdi, kezalik bey-i madum kabilinden olduğu halde, teamüle mebni icma ile ; mütelâhik-ul-vürud olan meyvalar, kısmen madum iken toptan satılması kısmen madumu beyi olduğu ve bu cihetle kıyasa muhalif bulunduğu halde, zaruret ve ihtiyaca binaen tecviz olunmuş ve bayi ile müşteri mebiin kabzından evvel semenin miktarında ihtilâf ettikleri
170
İSTİHSAN - İSTİKRAZ
surette kaideten müşteriye yemin verümek ica hederken her ikisine yemin verilmesi istihsanen, yani kıyas-ı hafiye binaen lüzumlu görülmüştür. Veçh-i istihsan şudur: bayi ziyade semen iddia etmek itibariyle müddei olmakla beraber bir itibarla da münkir olmasıdır. Yani iddia eylediği semen verilmedikçe mebiin teslimi lüzumunu münkir bulunmasıdır.
İSTİHYA (IslihyS1) (Es. H.) İstirkak, yani birisini köle veya cariye ittihaz etmektir. îstihya kelimesi lügatte: utanmak ve diri bırakmak manasınadır.
İSTİKLÂL (aim. Selbstcindigkeit, Unabhângigkeit. -— fr independance. — ing independance. — lât, li-bertas] ¦
Bir devletin kendi dahili ve haricî içlerine diğer devletin müdahalesini bertaraf etmek hakkıdır. Ferdin istiklâline «hürriyet» denir.
İSTİKLÂL HARBİ 1914-1918 Umumi Harbini mütaakıp Mondrosta Osmanlı Devleti tarafından akdedilen mütareke (30 ekim 1918) üzerine İstanbul'a ve Türkiyenin muhtelif mıntakalaMna çıkarılan itilâf devletleri kuvvetlerinin millet ruhunda husule getirdiği mukavemet ve isyan hareketlerinin ve İzmir'in 15 mayıs 1919 da Yunanlılar tara'ından işgali üzerine milletin kendiliğinden Trakya, ödemiş, Ayvalı1-, Aydın, Nazilli, Akhisar, Balıkesir, Adana, Gaziantep, Urfa, Erzurum vesaire cephelerin de başlayıp ATATÜRK'ÜN 19 Mayıs 1919 da Samsun'a çıkması tarihinden itibaren nizamlı bir şekil alan, Erzurum, Sivas kongrelerinin toplanmaları ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 nisan 1920 de ^açılmasiyle siyasi ve askerî bakımdan fevkalâde inkişaf eden, Yunanlıların İnönünde, Sakaryada, Dumlu-pınardaki mağlûbiyetleri ve nihayet Türkiyeden çıkarıl-malariyle tamamlanan harblerle Türk - Fransız itilâf namesini (20 ekim 1921), Mudanya mütarekesini (11 ekim 1922), Lozan muahedenamesini (24 temmuz 1923) ve itilâf devletlerinin Türkiyedeki kuvvetlerini çekmeleriyle Türkiyenin tam istiklâline kavuşmasını ihtiva eden devreye denir.
İSTİKLÂL MADALYASI Cumhuriyet devrinin biricik madalyasıdır. Bu madalya, İstiklâl Harbinde, milli dâvanın başarılması için cephede ve cephe gerisinde veya kıta başında, dahili iskanların bastırılmasında hamaset ve fedakârlık gösterenlere ve mesai ibraz edenlere ve millî dâvayı ihzar ve müdafaalarından dolayı Büyük Millet Meclisi azalarına ve millî istiklâl uğrunda şehit olanların büyük oğluna, yoksa büyük kızına, yoksa babasına, yoksa anasına, yoksa karısına Büyük Millet Meclisi tarafından verilir (66 ve 525 No. İstiklâl Madalyası K.)
tSTİKLÂL MAHKEMESİ Millî mücadele esnasında evvelâ asker iirarileri hakkında ve sonra da millet emellerine muhalefet edenler ile casusluk ve hıyaneti vataniyede bulunanlar hakkında kanunlarda yazılı bulunsun bulunmasın idam da dâhil olduğu halde her türlü cezaları vermek ve bu cezaları infaz ettirmek salâhiyetini haiz ve Büyük Millet Meclisince seçilmiş üç mebustan mürekkep mahkemelere denir.
Bu mahkemelere, sonra bir yedek âza daha ilâve edilmiş, haiz olduğu mutlak salâhiyet tahdit ve savcılık ihdas olunmuş, idam kararlarının Meclisten tasdiki ci-
hetine gidilmiş ve ceza tâyinindeki geniş salâhiyeti de ancak asker firarilerine münhasır bırakılmıştır.
Bu mahkemelerin teşekkülü ve iş görecekleri mın-takalar Büyük Millet Meclisince kararlaştırılır. (Firariler hakkında K. ; İstiklâl Mahkemeleri Kanununun Birinci Maddesine Zeyil ; İstiklâl Mahakimi K. ).
İSTİKLÂL MARŞI Şair Mehmet Akif tarafından tanzim ve Büyük Millet Meclisince Türk ınillî marşı olarak kabul edilen güftedir Beste B. Zekinindir. (Tür-kije Büyük Millet Meclisi zabitleri 12 mart 1337/1921, ci't. 9, sahife 86-93).
İSTİKRA (İslik.5') (Es. H ) Kira ile tutmaktır. Buna «iktira» da denir
İSTİKRAR [aim. Stabilisierung (der Wahrung). — fr. stabilisation. — ing. stabilization}.
Bir paranın iştira kuvvetini muayyen bir seviyede tesbit etmek suretiyle o iştira kuvvetinde değişikliklere nihayet vermek istiyen muameleye «istikrar temini» veya «tesbit» namı verilir. Paramıza ait istikrarın temini hakkında i715 No. Kanun (12) «Türk lirasının altın tutarını istikrar Kanunu tâyin edecektir» demiştir
İSTİKRAZ 1 — bk. İkraz ve İstikraz. 2 — Maliye Hukukunda umûmi istikraz : A — Umumi istikraz bir muameledir ki bununla devlet veyahut diğer bir âınıne hükmi şahsı birtakım umumi masrafları karşılamsk için lüzumlu paraları umumi senetler çıkarmak suretiyle sermaye sahiplerinden ister.
B — Bu suretle borç olarak ekle edilen paralara da «istikraz» denir.
C — Faizlerin ödenmesine ve resiilnıalin geri verilmesine ait şartları tâyin eden muhtelif tekniklere göre istikrazı yapanla alanlar arasında hem mukavelevi, hem idari birtakım bağlar tesis ederek muameleyi kuvveden fiile çıkaran hukuki usule denir: Döviz, teminatlı bir istikraz, daimi istikraz ve buna benzer tâbirlerde olduğu gibi.
Hazine vasıtasiyle yapılan ve kısa vadeli mevduatı veya kıymetleri ifade eden bir borca «kısa vadeli istikraz» [aim. kıırzfristige Anleihe. — fr. emprunt â court terme. — ing. short dated loan] denildiği gibi, doğrudan doğruya devlet tarafından yapılan ve düyun-u umumiye defteri kebirine kayıtlı uzun vadeli borca da «uzun vadeli istikraz» [aim. langfristige Anleihe. — fr. emprunt â long terme. — ing. long-dated loan] denir. Bu ikinci nevi istikraza «muhakkem istikraz» [aim. kon-solidierte Anleihe. — fr. emprunt consolide — ing. consols] da denilir.
İtfa kabiliyetli istikraz /aim. Tilgungsanleihe. — fr. emprunt umortisable. — ing. amortisuble loan] : senetleri tedavüle çıkaran âmme hükmi şahsı tarafından muayyen şartlar içinde itfası taahhüdedilmiş istikraza denir.
Mecburi istikraz /aim. Zuangsanleihe. — fr. emprunt force. — ing. forced loan] ¦' mahiyeti değişmiş bir istikrazdır ki, bununla Devlet tedavüle çıkardığı senetleri
satın almaya veya kabul etmeye feıtleri mecbur eylemek suretiyle istikraza ait faiz ve hattâ bazan resülmal
İSTİKRAZ - İSTİNABE
171
mürettebatının tediyesini tamamen veya kısmen ifa etmekten kendini vareste tutar. Tedavülü mecburi olan kâğıt paranın ihracı, mecburi istikrazın bir nev'ini teşkil eder.
Milletlerarası istikraz : Milletlerarası muhtelif piyasalarda aynı hakları haiz olarak tedavüle çıkarılıp buralarda serbestçe ve müsavi şartlarla alım satıma tâbi olan umumi istikraza denir.
Altın istikrazı : baliği ve mürettebatı millî para esasına dayanmayıp altın esasına dayanarak taayyün etmiş olan istikraza denir.
Vatanseverlik istikrazı: mahiyeti değişmiş bir istikrazdır ki bununla devlet faiz ve hattâ bazan resülmal mürettebatının tamamen veya kısmen ifasında kendini vareste tuttuğu istikraza serbestçe yazılmalarını, taliplerin vatanseverlik hislerine müracaatla, onlardan ister. «İhtiyari vergi» vatanseı eı lik istik ı azının bir nevini teşkil eder.
Daimi istikraz [aim. Anleihe ohne Tilgungsfrist.
— fr. emprunt perpe'tuel/ : umumi istikraz'n bir nev'i-dir ki buna yazılmış olan talip, re&ülmalin geri verilmesini hiçbir zaman istiyemez.
İSTİKTAP [aim. Schrifivergleichung — fr. com-paraison d'ecritures].
Miinazaalı hususu ispat için mahkemeye ibraz ve kendisine nispet olunan yazı veya imzayı inkâr eden veya tanımadığını bildiren kimseye o \azı ve imzanın tatbik ve tahkikine esas olmak üzere yargıç tarafından yazı yazdırılması ve imza attırılmasıdır (HMUK. 309; Ic. If. K. 68).
İSTİLÂ (İstilâ ) (Es.H.) Lügatte, mutlaka galebe, tefevvuk manasınadır. Istılahta, bir kavmin emvalini veya ülkesini diğer bir kavmin galebe ile elde etmesidir.
İSTİLÂD (lstllâd) (Es. H.) Cariyeyi «üm-mü veled» kılmaktır.
Şöyle ki, mevlâ cariyesinin kendi lirasından doğurduğu veya hâmil bulunduğu çocuk hakkında «bu bendendir» diye ikrar ve itiraf etse istilâdda bulunmuş. %ocuğu kendi nesebine ilhak etmiş olur. Binaenaleyh o çocuğun nesebi kendisinden katiyyen sabit olacağı gibi ondan sonraki çocukların nesepleri de kendisinden bilâdı, yani bu çocukların kendisinden olduğunu ikrar etmeksizin sabit olur. Meğer ki «bunlar benden değildir» diye nefyetsin.
İSTİLHAK (İslilUk) (Es. H.l Cariyeden doğan çocuğun nesebini iddia etmektir; :öjleki, bir mevlâ, istifraş ettiği cariyesinin doğurduğu çocuk hakkında «bu bendendir» diye ikrar else istilhakta bulunmuş, o çocuğu kendi nesebine ilhak etmiş olur.
İSTİMA [aim. Anhörung, Abhörung, Vernehmung.
— fr. audition. — ing. hearing, examination. — lât. interrogatio, auditio, audientiaj.
Hâkimin duruşma celsesinde iki taraf veya vekillerinin irad ettikleri şi ahi iddia ve müdafaaları, şahit ve ehlivukufun beyanlarını dinlemesidir.
İSTİMHAL (dâvada) (UtinıhSi) (Es. H.) Müddei veya müddeaaleyhin bir husus için hâkimden mühlet istemesidir.
İSTİMLÂK ( Kanı ulaştırma ) [aim. Enteignung (von Crundeigentum). — fr. expropriation. — ing. expropriation. — lât. publicare, assignare, ımere ab invito; translatio in publicum usum/.
Âmme menfaatleri ntmına, takdir edilen bedeli peşin verilmek üzere, bir gayrimenkulun malikinin rızasına bakılmaksızın elinden alınmasıdır. İstimlâk, devlete âmme menfaatlerinin korunması "ve âmme hizmetlerinin
görülmesi için tanınmış sarâhiyttlerden ve gayrimenkul mülkiyeti üzerine konulmuş tahditlerden biri ölüp ancak kanunların kendilerine bu salâhiyeti tanıdığı âmme idare ve müesseseleriyle, istisnai olarak bazı hususi teşebbüsler namına ve yine kanunlarla muayyen şartlar, usul ve merasim dairesinde kullanılır.
İstimlâk, idari bir muamele olmakla beraber mülkiyet hakkının bir tahdidi olduğu için bedel ve mülkiyetin intikali üzerindeki ihtilâflar adlî kaza mercilerinde, idari usullere ve şekillere, salâhij etlere mütaallik ihtilâllar ise idari kaza mercilerinde hallolunur. (Menafi-i Umumiye İçin İstimlâk K.; Belediye İstimlâk K.; Köy K. 44 f 2 ; Maadin Nz 70; Askerî Memnu Mıntakalar K. 3, 15 ; Devlet Demiryolları İstimlâk K. , Orman K.; Millî Müdafaa İstimlâk K.).
İSTİMLÂK-1 EMVAL KARARNAMESİ Osmanlı devletinde ecnebilere, Hicaz arazisinden gayri her yerde, gayrimenkul sahibi olabilmek hakkını ilk defa tanımış olan kararnamenin adıdır.
Bu kararnameye bağlı protokolü imza eden devlet tebaasının iktisabedecekleri gayrimenkullerden dolayı Osmanlı kanun ve nizamlarına, resim ve vergilerine tâbi olmaları ve bu gayrimenkullere ait dâvaların Osmanlı mahkemelerinde görülmeleri mezkûr kararnamenin hü-kümlerindendir.
Kararname ve protokol şimdi mer'i olmayıp ecnebilerin Türkiyede gayrimenkul sahibi olmaları başka bir rejime tâbidir.
İSTİMLÂK MUKAVELESİ bk. İştira hakkı.
İSTİMVAL [aim. Enteignung (von beueglichen Sachen), Requisition, Requirierung. — fr. requisition. — ing. requisition].
Âmme menfaati için veya seferberlik ilân edildiği zamanlarda âdi vasıtalarla temin edilemiyen askerî ihtiyaçları temin zımnında alâkalıların rızası olmasa bile mahsus kanun mucibince ve değer pahası mukabilinde ferde ait mallara el konulmasıdır (Millî Müdafaa Mükellefiyeti K.; 3867 No. K).
İSTİNABE [aim. kommissarische Beweisauf nahme. ~°-fr. commission rogatoire.— ing rogatory commission/.
Görülmekte olan dâvada tebliğ, şahit ve ehl-i vukuf dinlenmesi, keşif, isticvap, yemin gibi muhakemenin icabettirdiği muameleleri yapması için bir mahkeme tarafından diğer bir mahkemeye veya kendi âzasından birine salâhiyet verilmesidir. Kendisine salâhiyet verilen mahkemeye «istinabe olunan mahkeme» azaya, yargıca veya diğer memura «naip» [aim beauftragter Richter, Richterkommissar. — fr. juge commis, requis, delegue, commissaire. — lât. iudex delegatus, commissarius/ denir (HMUK. 104, 140, 232, 257 , 343 , 364, 554, 559; CMUK. 216, 217j.
172 istinabe filvezaif -
istisnai mahkemeler
İSTİNABE FİLVEZAİF ( IslinSba fi i-vazâif)
(Es. H.) Evkaf cihetlerinde vuku bulan tevkil demektir. Şöyle ki, bir cihet sahibi uhdesindeki bir hizmeti ifaya ehil olan bir kimseyi salâhiyettar makamın reyi ile tevkil edebilir. Kendisinin bir özrü bulunsun bulunmasın.
Fakat o hizmeti bizzat cihet sahibinin görmesi meşrut ise o halde kendisi mazur olmadıkça başkasını tevkil edemez.
İSTİNABE olunan HÂKİM bk. İstinabe.
İSTİNAE [aim. Berufung (Al.), Appelation (Is.). -fr. appel. ing. appeal, — lât. appellatio, provocatio].
İlk mahkemeler tarafından nihai bir hüküm ile neticelendirilen dâvanın ikinci derecede, yüksek mahkemede yeniden görülmesi için müracaat edilen kanun yoludur. Bizde bu kanun yolu istinaf mahkemelerinin kaldmlmasiyle kapanmıştır.
İSTİNAF MAHKEMESİ [aim. Berufungsgericht (Al), Appellationsgericht (İs:). — fr. coar d'appel. — ing. court of appeal.— lât. iudex ad quern \appellatur)].
Dâvayı istinaf yolu ile gören mahkemelerdir ki toplu hâkimle kurulur. Ekseriyetin reyiyle karar verir. Bizde evvelce bir reis ve dört azadan ibaret olmak üzere kurulmuş -olan bu mahkemeler 8 Nisan 1340 Tarih ve 469 No. Kanunun 9 uncu maddesiyle kaldırılmıştır.
İSTİNBAT (İstinbâ!) (Es.H.) «Nebt» ten alınmıştır. Nebt, kuyu kazılırken en evvel çıkan sudur. Mühim, güç ve karışık işlerde fikri zorlıyarak hükümler ve mânalar çıkarmaya denir.
1STİNKÂF [aim. Enthaltung. — fr. abstention.— ing. abstention. — lât. abstinentia].
Bir hakkı veya bir vazifeyi kullanmaktan ve yapmaktan çekinmektir. İstinkâf bazan caiz olur; seçenin, seçime. Milletvekilinin reye iştirak etmemesi gibi. İstinkâf bazan kanunun emri veya nehyi icabı olur: bir yargıcın kanunun tâyin ettiği derecede yakın akrabasına veya maleıı alâkadar olduğu bir hâdiseye ait dâvaya bakmaktan çekinmesi kanunun emrettiği istinkâftır [aim. Ausschliessung (Al), Austria (İs.) des Richters.— fr. abstention du juge (Is.), recusation spontanee (Fr.)j. Bir yargıç, hattâ kanunun sakit, müphem olması veya kâfi derecede sarih olmaması vesilesiyle veya hüküm altına alınmak sırası gelen bir dâvayı sürüncemede bırakmak suretiyle hükmünü veremiyeeek olursa, hakkı ihkaktan çekinmiş olur. Bu da kanunun menettiği bir istinkâftır (HUMK. 28-32; CK. 231; CMUK. 21-30).
İSTİNTAK [alın. Verhör, Vernehmung. — fr, in. Icrrogatoire. — ing. interrogation. — lât. interrogatio]'.
Eski ceza usulünde «müstantik» ve şimdi «sorgu yargıcı» tarafından yapılan ilk tahkikata denir.
İSTİNZAL (İstinzal) (Es. H.) Muharip, mütehassım bir düşmanın teslim talebinde bulunmasıdır ki iki suretle olur :
1 — İstinzal alâ hükmillâh: Ülulemr tarafından haklarında ahkâm-ı şer'iye dairesinde muamele olunmak üzere teslim talebidir.
2 — istinzal alâ hükmil-ibad : Ehl-i İslâmdan mu-
ayyen veya gayrimuayyen bir zatın vereceği hükme razı olmak üzere teslim talebidir.»
İSTİBDAT DÂVASI [aim. Bereicherungsklage, Riickerstattungsklage, Restitutionsklage, — fr. action en repetition, — ing. action for restitution, action for claiming back. — lât. (interdictum) j-estitntorium , c.on-dictio (indebiti) ].
1- — (lc. if. ) : aleyhine yapılan ilamsız icra takibine vaktinde itiraz etmemesi veya itirazı ref olunması sebebiyle hakikatta borçlu olmadığı parayı ödemek mecburiyetinde kalan borçlunun ödediği parayı geri almak için açtığı dâvadır. Bu dâvada, davacı yalnız paranın verilmesi lâzım gelmediğini ispate mecbur-dur (İc. İf. K. 72).
2 — (MH): haklı bir sebep olmaksızın mal iktisabından doğan ve iktisabedilen malın geri alınmasını tazammun eden dâvadır (BK. 61, 66; MK. 86, 108, 117, 192, 205 , 233 , 244, 303 , 304).
İSTİHKAK (İstirkâk) (Es. H.) Köle veya cariye edinmektir. İstirkak tâbiri bir köle ve cariyeye iptidaen temellük etmeye ıtlak olunduğu gibi bunlar üzerindeki temellük hakkını devam ettirmeye de ıtlak olunur.
İSTİS'A (İstis'â') Kölenin çalışmasını, iktisapta bulunmasını talebetmektir.
Kitabete kesilen veya kısmen âzadedilen bir mem-lûkün bedel-i kitabeti veya mütebaki kısmına ait kıymeti ödiyebilmek için ücretle bir işte çalıştırılması bir istis'a. dır.
Kölenin çalışmasını istiyen kimseye «müstes'i», çalışması matlup olan köleye de «müstes'a» denir. Müennesi «müstes'at» tır.
İSTİSHAB (lstişbâb) (Es. H.) Ademi maznun olmıyan bir emri muhakkakın bekası ile hükmetmektir. Bu takdirde «tpka-ü mâ kân alâ mâ kân» ktidesi tatbik edilir. Yani olan olduğu gibi ipka olunur.
Meselâ, mefkut kendi hakkında berhayat itibar olunur. Çünkü, gaybubet etmezden evvel mefkudun hayatı yakinen malûm olup hilafı sabit olmadıkça geçmiş zamanda mütahakkak olan hayatının bekasiyle hükmolunur.
İSTİSNA AKOl [aim. Werkvertrag. - fr. contrat d'entreprise. — ing. agreement (contract) for work, hire of work. — lât. locatio conductio operisf.
İstisna, bir akittir ki, bununla bir taraf diğer tarafın vermeyi taahhüdey lediği semen mukabilinde, bir şey imalini taahhüdeder. Burada, imali taahhüdeden kimseye «mütaahhit» [aim. Unternehmer. — fr. entrepreneur- — ing. contractor — lât. conductor yahut redemptor operisj, semen verecek olan kimseye de « iş sahibi» [aim. Besteller. — fr. mattre. — ing. party ordering work. — lât. locator opens; qui opus faciendum locat] derler (BK. 355 vd. ).
İSTİSNAİ MAHKEMELER [alın. Sondergerichte, Ausnahmegerichte. — fr. tribunaux temporaires excep-tionnels. tribunaux d'exception, tribunaux extraordinaires)'.
Muayyen ve mahdut şahıslara ait dâvaları veya kanunla tâyin edilen dâva ve ihtilâfları halletmek üzere muvakkat olarak kurulmuş mahkemelerdir. Bunların
İSTİSNAİ MAHKEMELER — İŞÇİ SİGORTASI
173
kuruluş tarzı ve muhakeme usulü mahsus kanunlarında gösterilmiştir. Muhakeme usulü gösterilmemişse umumi hükümler tatbik edilir : Divanı Ali, İstiklâl, örfi idare, kadastro mahkemeleri gibi.
İSTİŞARİ REY /aim. beratende Stimme. — jr. jW.r consultative. — ing. advisory capacity!,
Bir kiınse tarafından müzakere esnasında beyan edilip kararın ittihazında yalnız haber ve malûmat kabilinden kaydedilmekle iktifa edilen fikirdir.
İSTİZAH (Gensoru) [aim. Interpellation (im Par. lament)- — fr, interpellation. — ing- interpellation/.
Milletvekilleri tarafından Başbakan veya Bakanlardan birine Kamutayda sorulup Umumi Heyet tarafından kabul edildikten sonra müzakeresine diğer Milletvekillerinin de iştirake salâhiyetleri bulunan meseleler hakkında izahat talebinden ibarettir (İçtüzük 157 vd. ).
İSYAN (AYAKLANMA) /aim. Aufstand, Aufruhr, kevolte. — fr. sedition, rebellion, revolte. — ing. tu-ınulty, uproar, insurrection, riot, revolt. — lât. seditio, iumultus].
1 — İsyan, birçok kimselerin cebir ve şiddet kullanarak Devlet kuvvetlerine karşı gelmelidir. «İsyan» ile, «iğtişaş» arasında fark vardır. İğtişaş.devlet kuvvetleri aleyhine değil, ahalinin birbiri aleyhine silâhlanarak mukateleye kalkışmaları suretiyle vücuda gelen mevziî bir fiildir: 1312 senesindeki Ermeni iğtişaşı gibi (CK. 149).
2 — Askerî isyan : birden ziyade askerlerin gürültü, patırdı ile veya alenen toplanarak bir âmire veya üste karşı itaatsizliğe veya mukavemete veya fiilen taarruza hep birlikte kalkışmalarıdır. Seferberlikte âsilerin hepsi ölüm cezasiyle cezalandırılırlar (As. CK. 100, 101).
Askerî isyana teşvik edene « isyan muharriki » denir (As. CK. 94).
İSYAN MUHARRİKİ bk. İsyan.
İŞ AKDİ [aim. Arbeitsvertrag. — fr. contrat de truvuil. — ing, contract for service. lât. locatio conductio operarumj.
iş yerinde bedenen veya hem bedenen hem fikren çalışmak üzere iş verenle işçi arasında yapılan mukaveledir (İş. K. 11; BK. 313, 314, 318, 319, 329, 331, 347). işler sürekli ve süreksiz olmak üzere ikiye ayrılır. Mahiyetleri itibariyle otuz iş gününden fazla devam eden işlere «sürekli» ve bundan az süren işlere «süreksiz» denir. Sürekli işler bir sene veya daha fazla olmak üzere mukavele mevzuuna teşkil ettiği takdirde mukavelenin yazılı olması ve tarafların isimleriyle hüviyetlerini, yapılacak işi ve iş yerinin mevkiini, verilecek ücret miktarını, mukavelenin müddetini ve iki tarafın mutabık kalacakları sair şartları açık olarak göstermesi lâzımdır. Mütaaddit işçilerden mürekkep bir takım namına «takım kılavuzu» ile iş veren arasında aktedilen «takım mukavelesi» [a/m. Gruppenarbeitsver-trag. — jr. contrat de groupe] nin de aynı suretle yapılmış olması lâzımdır. Sürekli işlere ait mukavelelere Borçlar Kanununun hizmet akdi hükümleri tatbik olunur.
İŞARET [aim. Zeishen, Signal, Marke. — fr. signe, signal, marque. — ing. signal, mark, sign ].
Teamül veya kanun yolundan meydana gelmiş yahut birçok kişiler arasında kararlaştırılmış her türlü anlaşma belirtisi. İşaretler, onlarla güdülen maksada gö. re, hukuk bakımından da önemlidir. Maksat ise ya muayyen bir hukuki durumu veya men ve emredici hükümleri herkesin idrâk edebileceği bir tarzda belirtmektir. Mülkiyet ve ayırma işaretleri (meselâ TK. 693, 738, 875, 876); alâmeti farika, menşe ve mahreç işaretleri ; ölçme ve tartma aletlerine vurulan ayar ve kontrol damgaları; tehlikeli veya girmesi yasak olan yerleri gösteren dikkat işaretleri muayyen bir hukuki durumu ifade etmektedir. Bu durumu ihlâl eden kimse hüsnü niyet sahibi sayılamaz. (MK 3) Halbuki karada, deniz, de, havada seyrüsefaini sağlamlaştırmak maksadiyle kullanılan işaretler men veya emredici hükümler müşahhas bir sebilde temsil etmektedir. Bu bakımdan deniz işaretleri bilhassa önemlidir. Türkiye 27 . 1 . 1939 gün ve 3592 sayılı kanunla yeknesak bir deniz balizajı sistemine dair 13 mayıs 1936 tarihli devletlerarası anlaşmaya iltihak etmiştir. İşaretler hukuki önemine göre, ceza hukuku himayesine de mazhar olmuştur (CK 379, 382, 392, 555. 556. Alâmeti Farika Nz.).
İŞÇİ [aim. Arbeiter, Arbeitnehıner. — fr. ouvrier, travailleur. — ing. worker, workman, labourer, hand. — lât. qui operas suas local; mercenarius, operarius/.
İş Kanununa göre işçi, iş akdi dolayısiyle iş verenin iş yerinde bedenen veya hem bedenen hem fikren muayyen bir ücret mukabilinde çalıştırdığı kimsedir. Borçlar Kanununa göre fikren çalışan kimseler de işçi sayılır. Hususi müesseselerin memurları gibi (İş. K. 1, 2, 5, 8, 9: BK. 313).
İŞÇİ KARNESİ [aim. Arbeitsbuch, Arbeitsaus-weis. — fr. carnet, livret de travail.— ing. work book/.
İşçilerin isim, hüviyet ve yaptıkları işin nev'i ile hal ve hareketlerini gösteren cüzdandır. İŞ kanununda umumiyetle veya bazı vasıfları haiz olan işçilerin herhangi bir işe alınmazdan evvel mutlaka resmî teşkilâta müracaatla kendilerini kaydettirmeleri ve bu kaydı ihtiva eden bir işçi karnesi almaları usulü derpiş edilmiş ise de henüz tatbik olunmamaktadır. Bu işçi karnesi muhteviyatının neden ibaret olacağı nizamname ile tâyin edilecektir (İş. K. 69).
İŞÇİLERİN HİMAYESİ [alnı. Arbeiter sehutz, Arbeiterfürsorge.— fr. protection des ouvriers. -- ing. protection of the workers/.
Millî iş kuvvetinin zarardan vikayesi âmme menfaati icabı olduğundan işçi ile mukavele yapan iş verenin bu hususta tâbi olduğu takyitlere ait âmme hukuku hükümlerine «işçilerin himayesi hukuku» denir (Umumi Hıfzısıhha K 180; İş. K. 36, 48, 49, 50, 54, 62).
İŞÇİ SİGORTASI /aim. Arbeiterversicherung. — fr. assurance ouvriere. — ing. worker's insurance],
«İçtimai sigorta» ya, bazan verilen isimdir. « İçtimai sigorta» tâbirine tercih etmek muvafıktır. Zira, içtimai sigorta tâbiri daha geniştir ve bir memleket veya bir bölgenin tekmil müstahdem, hizmetçi ve işçi yetimleriyle dulları gibi halkına tatbik edilebilir.
174
İŞÇİSİZLİK — İŞKENCE
İŞÇİSİZLİK bk. İssizlik.
İŞÇİ ÜCRETİ (aim. Lohn, Arbeitslohn. - fr. salaire d'ouvrier. — ing. uages. — lât. merces, manu-pretiumj.
Bir iş akdi dolayısiyle, iş verenin iş yerinde - tecrübe müddeti dahil olmak üzere - o iş yerinden ayrılıncaya kadar bedenen veya hem bedenen hem fikren çalışma, iş veren emrinde çalışmaya hazır bulunma ve her mahalden iş yerine sevk edilme suretiyle geçen müddetler için işçiye verilmesi, bir sene veya daha fazla olan sürekli iş akitlerinde yazılı, yapılması mecburi mukavelelere dercedilmesi ve işçinin muvafakatiyle iki haftada veya ayda bir ve aksi takdirde en geç haftada bir, tedavülü mecburi para ile," iş veya çalışma yerinde ödenmesi lâzım gelen paradır.
29 ekim günü için çalıştırılmaksızın bir gündelik ve çalıştırılırca iki gündelik verilir. Günlük çalışma saatleri haricinde fazla saatle çalışma takdirinde normal çalışma ücretlerinin saat başına düşen miktarı % 25 ten % 50 ye kadar yükseltilmek suretiyle ücret verilir. Arı»a vukuu veya mücbir sebepler dolayısiyle yapılajı istisnai fazla çalışmaların bir saati ücretsizdir. Gebelik veya meslekî hastalık dolayısiyle çalışmayanlara sigorta
teşkilâtı yapılıncaya kadar muayyen müddetle ücret verilir.
işçi ücretlerinin ayda otuz liraya kadar olanının haczi veya başkasına devir ve temliki oaiz'değildir.
işçi ücretleri aylık, haftalık, gündelik, saat hesabiyle veya parça başına ve iş miktarına göte hesabedilir. Cumartesi günü öğleden sonra kapalı iş yerlerinde işçi ücreti tanı olarak ödenir (İş. K.-9, 19, 23, 25* 32, 33, 34, 37, 38, «40, 45, 46, 53; BK. 313, 314, 323, 329, 333, 337).
İŞE DEVAMSIZLIK VE İŞTEN İMTİNA İşçinin, iş verenden izin almaksızın veya meşru bir sebebe isti-ııadetmeksizin ardı ardına iki gün veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününü takibeden işgünü yahut bir ayda cem'an üç iş günü devam etmemesi «işe devamsızlık» [aim Unregelmüssigkeit. — fr. irregularite] ve iş yerinin dahili talimatı veya iş mukavelesinin şartları mucibince yapmakla mükellef bulunduğu ödevi kendisine vâki ihtara rağmen yapmaması «işten imtina» [aim. Arbeitsverneigerung. — fr. refus de travaillerj dır (İş. K. 16 bent II ).
İŞGAL [aim. Besetzung, Okkupation. — fr. occupation. — ing. occupation. — lât. occupatioj.
I — (DUH) Bir devletin tasarruf hak ve salâhiyeti olmaksızın bir toprağı tasarruf altına almasıdır.
1 — Hgal; hiçbir devlete ait olmiyan bir toprağın iktisap yoludur. Bunun için iki şart lâzımdır : a) iktisap maksadiyle (animus) bir zilyetlik (corpus) tesisi ; b) iktisabedilecek arazi üzerinde temelli surette i ş 1 i y e b i 1 e -cek idare makinasının kurulması.
2 — Bir devlet arazisinin harb dolayısiyle işgali (Occupatio bellica) İşgal eden devlet b^zı mahdut salâhiyetler elde eder.
3 — Zarara mukabele olarak veya bir mukavelenin icrasını temin için diğer bir devlet arazisinin işgali Versay Muahedesinin (428- 432) Almanyaya yüklediği bazı mükellefiyetlerin icrasını tenlin için müttefikler Ren havalisini işgal etmişlerdi.
II — (MH) bk. İktisap ve yolları.
İŞ HUKUKU [aim. Arbeitsrecht. fr. legislation du travail. — ing. labour legislation/.
İşçi ile iş veren arasındaki münasebetleri, bunların hak ve vazifelerini, işe ve iş yerine ait hükümleri ihtiva eden aşağıda yazılı mevzuatın taallûk ettiği hukuktur (4763 No. Çalışma Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri hakkında K; (3008 No. İş K.; 3516 No. İş Kanununa Ek K. ; Borçlar Kanununun bilhassa hizmet akdine mütaallik hükümleri 313 . 354 ; 151 No. lu Ereğli Havza-i Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Mütaallik K.; 1687 No. Ereğli Havza-i Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Mütaallik 10 Eylül 337 tarihli Kanunun 7 inci Maddesine Müzeyyel Fıkarat Hakkında K.; Ereğli Kömür Havzası Maden Ocaklarında Çalışan Amelenin Sıhhi İhtiyaçlarının Teminine dair nizamname 31 aralık 1935; Umumi Hıfzıssıhha K.; İş ihtilâflarını Uzlaştırma ve Tahkim Nizamnamesi 11 mart 1939; Fazla Saatlerle Çalışma Nizamnamesi 27 ekim 1939; İş ihtilâflarını uzlaştırma ve tahkim nizamnamesi 11 /3 / 939; işçilerin sağlığını korama ve iş emniyeti nizamnamesi 5/2/941 , fazla saatlerle çalışma nizamnamesi 27/10/939; günde ancak sekiz saat veya daha az çalışması icap eden işler hakkında nizamname 6/11/940; Devlet, vilâyet ve belediyelerce doğrudan doğruya işletilen müesseseler ile memleket müdafaası ile ilgili iş yerlerinin murakabe ve teftişine dair nizamname 14/4/941; Hazırlama, tamamlama veya temizleme işleriyle aralı işler nizamnamesi 11/10/943; iş müddetleri nizamnamesi 11/10/943).
İŞ İHTİLÂFLARI [aim. Arbeitsstreitigkeiten. --fr. differends orf conflits du travail. — ing. labour disputes/.
Mer'i iş şartlarının hepsinden, yahut bir veya birkaçından, veya bunların tatbik tarz ve usullerinden dolayı herhangi bir iş yerinde işçilerle iş veren arasında çıkan anlaşmazlığa denir. Bir iş yerinde umum işçi sayısının on kişiden az olmamak üzere beşte biri kadar işçi ile iş veren arasında çıkan anlaşmazlığa "toplulukla iş ihtilâfı • [aim. Cesamtarbeitsstreitigkeit. — fr. conflit collectif du travail. — ing. collective la-boar dispute/ ve ayrı ayrı işçilerin kendi hak ve menfaatleri için iş verenle aralarında çıkan anlaşmazlığa «tek başlı iş ihtilâfı» [aim Einzelarbeitsstreitigkeit. — fr. conflit individuel du travoil. — ing. individual labour dispute/ namı verilir. Kesin uzlaşma kararına bağlanmamış olan «toplulukla iş ihtilâfı» nı halletmek için vali veya muavininin başkanlığı altında vilâyette İş Kanununun tatbikiyle vazifeli en büyük memur, vilâyet hukuk işleri müdürü ve bulunmadığı vilâyetlerde mek-tupçu ve hususi şahıslar arasından seçilecek iki azadan mürekkep olmak üzere kurulan heyete « iş ihtilâfları hakem kurulu» ve bu heyetin kararlarına taraflardan birinin itirazı üzerine meseleyi tetkik ve halletmek üzere İktisat Bakanlığının davetiyle toplanan ve İş Kanununun 82 nci maddesine tevfikan teşekkül eden heyete «iş ihtilâfları yüksek hakem kurulu» denir ijş K. 77 vd. , 81 vd.; İş İhtilâflarını Uzlaştırma ve Tahkim Nizamnamesi).
İŞKENCE [aim. Falter - fr. torture - ing tortureJ.
İŞKENCE - İŞ TAVASSUTU
175
Herhangi bir maksatla birisine cismen eza verici harekette bulunmak veya maznunlara suçlarını itiraf ettirmek için canlarını yakıcı muameleler yapmak, onlara eza ve cefa etmektir. İşkence yasaktır ( Anayasa 73; CK. 243, 450; As. CK. 127).
İŞLETİCİ [aim. Halter. fr. gardien de la chose f Fr ), ditenteur (İs ) ].
Otomobil, tayyare gibi bir nakil vasıtasını kendi hesabına işleten ve bu işletmenin icabettirdiği emir ve idare ve tasarruf salâhiyetini haiz bulunan kimsedir.
işleticinin o nakil vasıtasının maliki olması şart dejiidir.
İŞLETME [aim. Betrieb. — fr. exploitation. — ing. undertaking!.
Zirai, sınai, mali ve ticari işlerin en çok verimli bir hale getirilmesi ve bundan faydalanması maksadiyle gerek hakiki ve hükmi hususi şahıslar ve gerek âmme müesseseleri tarafından vücuda getirilen her türlü müessese ve tesislerdir. Çiflikler, fabrikalar, maden ocak-lan, bankalar ve satış mağazaları gibi.
İŞ MÜDDETLERİ [aim Arbeitszeit. — fr. heures de travail. — ing. hours of work].
Umumiyetle haftada kırk sekiz saat esası üzerinden kabul edilmiş bulunan çalışma zamanıdır. Bu müddet cumartesi günleri saat on üçte kapanması mecburi olan iş yerlerinde günde en çok dokuz saati ve cumartesi günl»r; saat on üçten sonra da işlemesine müsaade olunan iş yerlerinde günde en çok sekiz saati geçmemek şartiyle haftanın çalışma günlerine taksim olunur. Sağlık kaideleri dolayısiyle günde sekiz saat vc daha az çalışılması icabeden işler, nizamname ile tâyin olunur, işçilerin iş yerine sevk edildikleri ve işçinin iş yerinde iş verenin emrine müheyya bulunduğu müddet ile emzikli kadın işçilerin çocuklarına süt vermek için tâyin edilecek olan zamanlar günlük iş müddetine dâhildir. Bazı işlerin mahiyetleri icabı çalışma müddeti haftadan daha uzun bir devreye göre ve herbir iş haftasına düşen müddetin vasatisi kanuni iş müddetini aşmaması kaydiyle tanzim ediHr. İşin icabı olarak ve bilhassa işçi postalariyle çalışılan iş yerlerinde gece çalışmak icab-ettiği takdirde dinlenme müddeti haricinde sekiz saatten fazla çalışılamaz (Millî Korunma K. 19).
Memleketin ekonomik menfaatleri dolayısiyle yahut mahiyetleri itibariyle ve istihsal miktarlarını mutat olan seviyenin yukarısına çıkarmaya ihtiyaçları hasebiyle bazı işlerde bir yılda en çok doksan iş günü ve günde en çok üç saati geçmemek üzere fazla saatlerle çalışabilirler. Bu suretle çalıştırılacak işçilerin muvafakati alınması ve salâhiyettar makamdan izin istenilmesi ve iş yerinin kısa vc mahdut çalışmaya tâbi iş yerlerinden olmaması şarttır. Bir arıza veya fevkalâde haller vukuunda iş yerinin normal çalışmasına halel gelmemesi için icabeden dereceyi aşmamak şartiyle fazla çalışmaya işçi mecburdur. Borçlar Kanununa tâbi işlerde de bu mecburiyet vardır (BK. 329, İş K. 35, 36, 37, 39, 40, 43, 47, 52; BK. 313,315; Millî Korunma K. 19).
İŞ ODALARI [aim. Arbeitskammern. — fr. Cham-bres du Travail — ing. Chambers of Labour].
İşçilerle iş verenlerin aynı miktarda mümessillerinden terekkübeden ve her iki tarafın menfaatlerini ve aralarında iktisadi sulh ve müsalemeti koruyup meslekî inkişafa hadim olan ve işçilerle iş verenler arasında ihtilâf zuhuru hallerinde muslih ve mutavassıt vazifesini gören âmme hukuku müesseseleridir. Memleketimizde iş odaları yoktur. İşçilerle iş verenler arasında çıkacak ihtilâfların halli için uzlaşma ve tahkim yolu açılmış ve bu hususta tavassutta bulunmak üzere iş odaları teşkil edilmemiştir.
İŞ SAHİBİ (İŞ VEREN) [alın Dienstherr, Arbeit-ge.ber. — jr. employeur, patron. — ing. employer, principal, master].
Borçlar Kanununa göre hizmet akdi ve İŞ Kanununa göre iş akdi dolayısiyle kendi iş yerinde başka bir kimseyi bedenen veya hem bedenen hem fikren çalıştıran kimseye Borçlar Kanununda iş sahibi ve Iş Ka. nununda iş veren denilir. Fikrî işçiler yalnız Borçlar Kanunundaki hizmet akdine tabidirler.
İŞ SENDİKASI [aim. Arbeitergewerkschaft. — fr, syridicat professionnel. — ing. trade union].
İşçilerin hak ve menfaatlerini korumak, onlara içtimai yardımda bulunmak ve malûmatlarım arttırmak maksadiyle vücuda getirilen meslekî teşkilâttır. Zikredilen gayeleri elde edebilmek için bu teşkilât «birlik» ler halinde birleşir.
İŞSİZLİK, İŞÇİSİZLİK [aim. Arbeitslosigkeit, Arbeitermangel. — fr. chömage, manque de moin-d'oeuy-re. — ing. unemployment. — lât. quaestus inopia, quaestus nullus].
işçilerin elverişli oldukları işlerde çalışmak imkânını bulamamaları hali «işsizlik» ve muhtelif işler için elverişli işçilerin bulunamaması hali «işçisizlik» tir. Iş-çisizlik ve işsizlik hallerine mahal vermemek için icabeden tavassutun bir âmme hizmeti olarak devlet tarafından yapılması İş Kanununda derpiş edilmiştir (iş K. 63 vd.).
İŞSİZLİĞE KARŞI SİGORTA /a/m. Arbeitslosen-versicherung. — fr. assurance-ehdmage. — ing. unemployment insurance]
Mutat meşgalesinden veya işinden, ânzi bir vakıanın huâule gelmesi dolayısiyle, mahrum kalan işçiye veva müstahdeme yaşama imkânlarım temin etmek maksadiyle yapılan sigortaya denir.
^ İŞ ŞAHADETNAMESİ [aim. Zeugnis, Dienst. zeugnis. — fr. certificat (de service). — ing certificat].
İşten herhangi bir suretle ayrılan işçiye iş veren tarafından işin nev'ini, mahiyetini ve müddetini göstermek üzere verilen vesikadır. Bu şahadetnameye işçi isterse kendisinin hal ve hareketiyle çalışmasının ne yolda olduğu da ayrıca yazılır (İşK. 31; BK. 335).
İŞ TAVASSUTU [aim. Arbeitsvermitlung. — fr. intermediaire pour la recherche du travail, placement des travailleurs].
İşçilerin elverişli oldukları işlere yerleşmelerine ve muhtelif işler için elverişli işçiler bulunmasına vasıta olmaktır. Bu işleri kazanç kasdiyle ynpan hususi müesseselere «iş idarehaneleri» ve bu işlerle hususi olarak iştigale «iş ve işçi bulmak simsarlığı» denir ( İş K. 11, 23, ttf vd.).
176
İŞTEN EL ÇEKTİRME - İTA ÂMİRİ
İŞTEN EL ÇEKTİRME [aim. vorlâufige Unter. sagung der Amtsausübung. — fr. suspension (provisoire) de fonctions].
Fevkalâde hallerde valilerin, vazifelerinde kalma* lan memleketin asayiş ve inzrbatı bakımından mahzurlu görülen memurları, mesuliyet kendilerine raci olmak üzere, mensuboldukları bakanlık veya dairelere derhal malûmat vermek şartiyle muvakkaten işten alıkoymalarıdır. İşten el çektirilen memurlar hakkında inzibat komisyonları nihayet iki ay zarfınde bir karar vermeye mecburdurlar (Memurin K.48; Askerî MUK. 103).
İŞTİKÂ ANİLHUKKÂM6&. Hâkimlerin mesuliyeti.
İŞTİRA (Ra5ıı) [aim Rückkauf. - fr. rachat).
Hayatını sigorta ettiren kimsenin üç sene ve daha fazla müddetle ücret tediye ettikten sonra sigortadan rücu ederek vermiş olduğu sigorta mecmuu ücretinden % 1 masraf tenzili ile üçte ikisinin iadesini istemesidir (TK 993 f. 3).
İŞTİRA HAKKI 1 - (HH) a) [alın. Ankaufsrecht, Erwerbsrecht, Kaufsrecht, Optionsrecht. — fr. droit d'emption, droit de rachat. — ing, right of redemption. — lât. ius redemptionis/. Muayyen bir gayrimenkulu evvelce tespit edilmiş olan bir bedel mukabilinde satın almak hakkı (MK. 660). Şarta muallâk bir akit mahiyetini arz eden bu hakkın kullanılması hak sahibinin iradesine bağlıdır. Bu hak tapu sicilline şerh verilmekle o gayrimenkul üzerinde sonradan iktisabedilen hak sahiplerine karşı dermeyan olunabilir (MK. 919) . Gayri-ınenkuller üzerinde iştira hakkı tesisine yarıyan mukavelenin resmi şekilde yapılması şarttır (BK. 213). Bu madde «iştira mukavelesi» yerine yanlışlıkla «istimlâk mukavelesi» tâbirini kullanmıştır.
b) [aim. Ablösungsrecht. — fr. droit de rachat[ : irat senedi ile takyidedilmiş olan gayrimenkul malikinin, altı seneden daha uzun bir müddet için feshedil-memesinin mukavele edilmiş olması halinde dahi, beher altı senelik devrenin sonundan bir sene evvel haber vermek şartiyle o senedi geri almak hususunda haiz olduğu hak (MK. 820).
c) Ticaret âleminde muayyen bir şahsa menkul bir mal satın almak hakkı verildiği hallerde buna (op-syon» hakkı da denilmektedir.
ç) (Sigortada) bk. İşt ıra.
2 — (AH) imtiyaz mukavelenamesi mucibince yahut devletçe görülen lüzum üzerine bir imtiyazın feshi halinde imtiyaz mevzuu ile buna müteferri hak ve vecibelerin tazminat mukabilinde devlet tarafından alınmasıdır.
İŞTİRAK bk. Suçta iştirak.
İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYET [aim. Gesamt. handeigentum (Al.), Gesamteigentum (Is). — fr. prop-riete (en main) commune. — ing. joint tenancy, collective property. — lât. condominium pluriuın in solidum).
Birden ziyade kimseler arasındaki şahsi münasebete istinadeden ve bu münasebet dolayısiyle tek elder. tasarruf edilen mülkiyet halidir. Bu şahsi münasebet kanun hükmiyle veya akitte meydana gelir. Karı koca arasındaki mal ortaklığı ( MK. 211 vd.), hısımlar ara-
sında yapılan aile şirket-i emvali ;MK. 323 vd.), mirasçılar arasındaki miras şirketi (MK. 581 vd. \ kanun hükmü ile meydana gelen «iştirak halinde mülkiyet» ler dir. Muayyen bir gaye etrafında toplanan kimseler bu gayenin husulü için muayyen bir mamelek tahsis ederlerse bu mamelek üzerindeki mülkiyet hakları iştirak halinde olur. Bu itibarla iştirak edenlerden herbirinin hakkı o mamelekin tamamına sâridir, iştirak devam ettiği müddetçe taksim ve şayi cüzüde tasarruf caiz değildir (MK. 629 vd.).
İŞTİRAK HİSSESİ bk. Aidat.
İŞTİRA KIYMETİ 1 - [aim. Kuckkaufswert. — fr. va'eur de rachat). ölünceye kadar bakma akdinde, bu akdin feshi halinde, tarafların edaları arasında yapılan bir hesaplaşma neticesinde elde edilen kıymettir (BK. 516).
2 — Mirasta, ölüm anında terekeye dâhil olan sigortalar için kabul edilen kıymettir (MK. 456, 509).
3 - (Sigortada) bk. iştira.
İŞTİRAKİ,1 İCAR bk. Yarıcılık mukavelesi.
İŞTİRAK TAAHHÜDÜ [aim. Aktienzeichnung.— fr. souscription d'action. — ing. subscription].
Sermayesi aksyonlara ayrılmış olan şirketler teşekkül ederken hissedar olmak istiyen kimse tarafından, muayyen bir sermaye yatırmak taahhüdüne karşı kendisine hissedarlık haklarının verilmesi hususunda müe*-sislere karşı yaptığı icap (TK. 283 vd.).
Bu taahhüdü ihtiva eden vesikaya «iştirak taahhütnamesi» [aim. Zeichnungsschein. — fr. bulletin de souscription — ın^. application) denir.
İŞ VE İŞÇİ BULMA TEŞKİLATI bk. iş tavassutu.
İŞ VE İŞÇİ İDAREHANELERİ bk. iş tavassutu.
İŞ VEREN bk. iş sahibi.
İŞ YERİ [alın. Arbeitsplatz, Arbeitsraum, Ar. beitsstatte, Arbeitsstelle. — fr. lieu du travail. - ing. working place) .
İşçinin iş akdi dolayısiyle iş verenin bedenen veya hem bedenen hem fikren işini görmekte olduğu yerdir. Muayyen bir yerde yapılan işlerde bu iş yerine bağlı diğer yerler de avlu, istirahat, çocuk emzirme, yemek, uyku, banyo, muayene ve bakım, bedenî veya meslekî terbiye yerleri gibi sair müştemilât da iş yerinden sayılır ( 1* K. 1 ).
İTA ÂMİRİ lalın Ordonnateur (Finanzrecht). — jr. ordonnateur).
Devlet hizmetlerine mütaallik masrafların muvakkat veya kati surette tediyesi hakkında muhasiplere yazılı emir ve mezuniyet verenlere denir.
İta âmirleri: Birinci derece ita âmiri, İkinci derece ita âmiri olmak üzere ikiye ayrılır.
ikinci derece ita âmirleri ise birinci derece ita âmirleri tarafından kendilerine tediye emri verilmiş olan daire ve müesseselerin en büyük memurlarıdır : Valiler, Ordu, Kolordu, Tümen komutanları, müstakil bütçeli umum müdürler gibi (Muhasebei Umumiye K. 7, 40, 50-52, 61, 64, 68, 69, 73, 82, 110).
İTAATSİZLİK — İTİBARI ÂMME KÂĞITLARI
177
İTAATSİZLİK [aim. Ungehorsam. — fr. desobeis-sance. — ing. disobedience. — lât. contumacia, immO-destia ]
Amirlerin memurlara kanun dairesinde, askerlikte üstlerin astlara mutlak surette, verdikleri emirlerin dinlenmemesi, yerine getirilmemeğidir.
İtaatsizlik devletçe bir zararı mucibolm&mış ise, Memurin Kanunu hükümlerine göre inzibati cezayı ica-
bettîren bîr disiplin tecavüzü ve eğer devletçe bir zarar tahakkuk etmiş ise bir cürüm olur. Askerî emrin yapılmaması ve hattâ geciktirilmesi de askerî suç teşkil eder.
Askerî ceza hukukuna nazaran bir askerin kasıt ve ihmal ile hizmete mütaallik emri tamam yapmaması, değiştirmesi, hududunu aşması hafit şekilde bir itaatsizlik ; hiç yapmaması, itaatten fi'len veya söz ile imtina etmesi, emir tekrar edildiği halde itaat etmemekte ısrar etmesi tam bir itaatsizlik suçunun kanuni unsurlarıdır.
İtaatsizlik fiilinin seferberlikte vukuu toplu asker karşısında veya hizmetten savuşmak için veya silâhlı iken yapılması, itaatsizlik yüzünden büyük zararlara sebebiyet verilmiş olması, düşman karşısında yapılması halleri bu suçun mevsuf şekilleridir (CK. 49, 230, 526 ; As. CK. 82 vd.).
İTA EMRİ [aim. Zahlungsanweisang {Finanz-und Verwaltungsrecht). — fr. ordonnance de paiement. — ing. order to pay].
Devlet namına bütçeden yapılacak herhangi bir masraf için daha evvel tediye emirleriyle ayrılmış tahsisata istinaden tanzim edilen ve o hizmete ait istihkak miktarını, istihkak sahibini, hizmetin mahiyetini, şubesini, fasıl ve maddesini, dairesini ve salahiyetli makamların imzalarını ve bu istihkaka ait bağlı evrak-ı müs-bitenin nelerden ibaret olduğunu gösteren, ita âmirleri tarafından muhasibe hitaben tediyeyi tazammum eden bir vesikadır.
İTAK (I'tSk) (Es.H) Âzadetrnek, yani memlûk üzerindeki mülkiyet hakkını iskat etmektir ki, memlûk bununla hürriyete kavuşur ; velayete, şahadete, sair ta-sarrufata ve kendi üzerinde başkalarının tasarrufunu defe kudret bulmuş olur.
İTAK-I BİL-KİIMAYE (İ'lâk-i bi'I-kinâva) (Es. H.) Kinâi lâfızlardan biri ile yapılan itaktir ki hüküm ifade etmesi niyete mütevakkıf bulunur :
«Sen benim mülküm değilsin», «sebilini tahliye ettim» gibi.
İTAK-I MAHZUR (İ'ıâk-i mahzur) (E. H.) Gay-rimeşru bir cihet için yapılan ıtıktır.
İTAK-I MENDUB (l'ıâU-i mandüb) (Es. H.) Allah rızası için yapılan ıtıktır.
İTAK-I MUBAH (İ'tâk i muhali) (Es. H.) Bir veçhe, bir şeye niyet etmeksizin yapılan ıtıktır.
İTAK-I SARİH (t'ıâş-i sarih) (Es. H.) Âzadet-meye yarıyan açık sözlerden biri ile yapılan itaktir ki bununla niyete muhtacolmaksızın ıtık vuku bulu, memlûk kabul etsin etmesin: «Sen hürsün», «Seni âzadet-tım» gibi.
İTAK-I VAClB (İ'ıâk-i vâeib) (Es. H.) Katilden, zıhardan, yeminden, oruç bozmaktan naşi yapılması icabeden ıtıktır.
İTFA [aim. Amortisation, Tilgung, Abschreibung.
— fr. amortissement.— ing. redemption, amortisation]].
1 — (MH) Borçlu tarafından borcun birden veya muayyen zamanlarda yapılan ödemelerle tedricen ortadan kaldırılmasıdır (MK. 847, 850; TK. 425 b 5 ve 43! b 3).
2 — (TH) Anonim şirket hisse senetlerinin itibarî kıymetlerinin şirket temettülerinden ayrılan para ile, hissedarlara ödenmesidir (TK. 418).
3 — (Muhasebe usulünde) Sınai veya ticari bir teşebbüste kullanılan makina ve demirbaşların veya bu teşebbüse ait bulunup muayyen bir müddet sonra nihayete erecek olan ve para i!e kıymetlerini takdir imkânı bulunan hakların (imtiyaz, ihtira hakları gibi) veya muayyen bir müddet sonra devlete veya belediyeye intikali mukavele icabı bulunan tesisatın kıymetlerinden her sene muayyen bir miktarın (aşınma payı) kâr ve zarar hesabına geçirilerek indirilmesine denir (TK. 328; Kazanç Vergisi K. 13).
İTHALÂT RÜSUMU [aim. Einfuhrzoll, Einfuhr-gebühren. — fr. droits d'entree. — ing. import duty.
— lât. portoriumj.
\abancı memleketlerden gelen eşya ve emtiadan memlekete girerken alınan gümrük vergisidir
İTHAL RESMİ bk. Oktruva.
İTHAL VE İHRAÇ ŞARTI (Idlıal ve İhrâc nrtı)
(Es. H) Vâkıfın vakfını yaparken vakfına istediği zaman yeniden şartlar koymak veya mevcut şartları vakfından çıkarmak salahiyetini muhafaza ettiğine dair olan şartıdır.
İTHAM Eski Usulü Muhekematı Cezaiye Kanunumuza nazaran bir maznunun cinayet derecesinde bir fiili işlediğine dair delil ve emare olup olmadığını tetkik ile mükellef ve vilâyet istinaf mahkemeleri hukuk dairesi heyetinden üç zattan mürekkep bulunan heyet-i ithamiyeler tarafından maznunun ithamı için kâfi deliller mevcut olduğuna dair verilen kararlara denirdi. Bu ka. rardan sonra maznun da müttehim sıfatını alırdı.
Bugünkü usul hukukumuzda bu kelime kanuni bir ıstılah olmak mahiyetini kaybetmiştir, «itham» kelimesi nazariyatta «isnat» ve «müttehim» kelimesi de maznun (sanık) kelimeleriyle müteradif anlamda kullanılmaktadır.
İTİBAR bk. Kredi
İTİBAR EMRİ [aim. Kreditaaftrag. — fr. ordrt de credit. — ing. orders of creditf.
Kendi kefalet ve mesuliyeti altında bir şahsa muayyen miktarda kredi açılması için bir banka veya diğer ticari bir müessese veya şahıs tarafından diğer bir bankaya yazılan mektuplara denir (BK. 400). bk. Akreditif.
İTİBAR-I ÂMME KÂĞITLARI [aim. Wertpapiere öffentlichen Claubens, dem Papieraeld gleichgestellte Wertpapiere (Münzverbrechen).— fr. papiers de valeur (dans le sens du Code penal) f.
H. L. 12
178 İTİBAR I AMME KAĞITLARI — İTİRAZ
Devlet, vilâyet, belediye, komün ve diğer âmme müesseseleri tarafından çıkarılnn veja bunların keialeti altında bulunan faizli borç senetleridir.
Ceza kanunu tatbikatında, ezcümle kalpazanlık suçl ırı bakımından itibar i âınme kâğıtları paraya benzetilmiştir (CK. 331).
İTİBARIN YERİNE GELMESİ [aim. Rehabilitation (Rehabilitierung) des Gemeinschuldners. — fr. rehabilitation. — ing. rehabilitation/.
İflâs ile kaybedilen birtakım hakların tekrar elde edilmesidir.Meselâ : hileli iılâstan dolayı cezaya mahkûm olan bir vatandaş itibarı yerine gelmedikçe Milletvekili seçilemiyeceği gibi, Mebus Seçimi Kanun .na göre intihaplara da iştirak edemez. Hileli, taksirattı ve âdi mütlislerin itibarlarını yerine getiımek için yapmakla ¦mükellef oldukları muameleler hakkında: CMUK. 416 -420; İc İf. K. 312.316.
İTİBARİ KIY'MET [aim. Nennuert, Nominal-uert. — fr. valeur nominale. — ing. nominal value, face value].
Paraların, hisse senetlerinin, tahvillerin, poliçelerin ve çeklerin üzerlerinde yazılı olan veya başka suretle ifade olunan kıymet.
İTİBAR MEKTUBU [aim. Kreditbrief. — fr. lettre de credit. — ing. lettres of credit].
Bankada parası veya kredisi olanlara, istekleri üzerine, banka tarafından verilen bir mektuptur ki, veren bankanın şube veya muhabirlerine ibrazı halinde, mektup muhteviyatı olan meblâğ, kısmen veya tamamen, mektupta ismi yazılan kimse tarafından tahsil edilebilir.
Tediyede bulunacak muhabirler, mektup hâmilinin hüviyetini tetkik ve tesbite mecburdurlar (BK. 399). bk. Akreditif.
İTİBAR SİGORTASI [aim. Kreditversicherung.-fr. assurance - credit].
Bir şahsın, hususiyle bir tacirin, kendisine borçlu olan kimselerin aciz haline düşen k borçlarını ödiyeme-melcri tehlikesine karşı yeptığı sigortadır.
İtibar sigortasının diğer bir çeşidi daha vardır ki «aval sigortası » adını taşır. Sigortacı bu sigorta ile müşterileri üzerine çektiği poliçelerin vâdesinde ödenmelerini temin etmiş olur. Bu sigortalara «ticari itibar sigortaları» da denir (TK. 937).
İTİLÂF ]alm. Entente. — fr. Entente. — ing. Entente].
Bazan bir ittifaka muadil olan ve çok kere bir antlaşmada açık ve yazılı bulunmıyau, siyasi iş birliği ve müşterek harekettir. Büyük Harbden sonra, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Polonyanın Macaristana karşı yaptıkları anlaşmaya «Küçük itilâf» denilmiştir.
İTİMADA MÜSTENİT (Güvenli) HUKUKİ MUAMELE [aim. Treuhcndgeschafte, fiduziarisehe Rechts-geschâfte. — fr. aetes fiduciaires. — ing. fiduciary-acts. — lât. fiducia; negotium fiduciarium * ].
Hukuki neticeleri taraflarca kastedilen iktisadi gayeyi aşan ve bu suretle hsk sahibi kılınan kimseyi
üçüncü şahıslar karşısında daha müsait bir vaziyete
koyan hukuki muamelelerdir: alacağın temini zımnında bir şevin rehnedilmesi yerine o şeyin alacaklıya temliki veyahut bir kimsenin bir alacağın tahsiline vekâlet vereceği yerde senedini temlik etmesi gibi. Bu muamelelerin esasını itimat teşkil eder ve bunlar muvazaadan sayılmaz. Bunun için bu gibi muameleler gerek tarailar arasında, gerek üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade eder. Bu esasın istisnası yok değildir Meselâ başkasını ızrar veya menkul rehni hükümlerini ihlâl kasdiyle bir menkulü temlik eden kimse, onu hususi bir sebeple yedinde alıkorsa mülkiyetin intikali üçüncü şahıs hakkında muteber olmaz (MK. 690). bk. Kanuna karşı hile.
İTİMAT (Güven) [aim. Vertraıı. nsvetum. — fr. vote de confiance. — ing. vote of confidence].
Bakanlar Kurulu Başkanına ve ona tebaan bu kurulu teşkil eden bütün üyelere veya bakanlardan birine; kendi istekleri üzerine veyahut siyasi sorumu gerekleş-tirecek herhangi bir meselenin gensorusu ve görüşülmesi neticesinde parlâmento tarafından verilen onarmak oyudur. Aksine ademi itimat (güvensizlik ) [aim. Miss-trauensvotum, — fr. vote de defiance (de mefiance).— ing. vote of non - confide-ce] denir.
Guven istemek yeni hükümet teşkili halinde gereklidir (Anayasa 44.)
İTİMATNAME [aim. Beglaubigunçsschreiben. — fr. lettre de creance. — ing. credentials].
Bir devlet reisine hitaben, diğer bir devlet reisi tarafından yazılan ve elçisinin o devlet nezdinde vazife göreceğini bildiren vesikadır.
İTİRAF [aim Gestandnis. — fr. aveux. — ing. confession. — lâf confessio].
Ceza tatbikatında ikrar mânasına kullanılan tâbir.
İTİRAZ [aim. Widerspruch, Einspruch, Protest.— fr. opposition. — ing. protest, objection].
1 — (HH) a) Hukuki bir muameleye mâni olmak veyahut bunun bazı şartlara ve şekillere uygun yapılmasını temin etmek için bir kimsenin beyan ettiği iradedir: evlenme akdine itiraz (MK. 101), cemiyet umumi heyeti kararına itiraz (MK. 68), tesise itiraz (MK. 75), nesebi sahih olmiyan çocuğun tanınmasına karşı itiraz (MK. 293, 294), anonim şirket umumi heyeti kararına itiraz (TK. 381) gibi.
b) jalm. Einwendung. — fr. moyen de fonds. — ing. objection, plea, defence. — lât. exceptio, contra-dictio, oppositio] : alacaklının hakkı bulunmadığını ispat için, borçlu tarafından yeni birtakım vakıaların ileri sürülmesidir. Bu vakıalar, ya bir hakkın doğumuna mâni teşkil edecek mahiyettedir (akit ınevzuunun âdaba muhalif olmajı, taraflardan birinin ehliyetsiz bulunması gibi/ yahut, müddeinin hakkını ortadan kaldıracak kuvvettedir (borcun ifa edildiği, edanın imkânsız hale geldiği gibi).
2— (HMU) a) Tahkikat ve muhakemenin yapılmasına ve esas hakkında hüküm verilmesine mâni halleıin hasım taralından ileri sürülmesidir. Bunlara «itirazat-ı iptidaiye» [alnı. proztssshindernde Linreden. — fr. moyens prejudiciels] denir ki dâvanın bidayetinde ve esasa cevap vermeden birlikte dermeyan edilmesi lâzımdır
(HMUK. 187- 194): teminat talebi, salâhiyetsizlik iti-
razı, tefrik talebi, derdestlik itirazı, sulh teşebbüsü
İTİRAZ —
-yapılmadığı itirazı, lâyihaların iptali talebi, tebliğde itiraz, mütekabil dâvanın kabule şayan bulunmadığı iddiası gibi.
b) Hasmın îl-rî sürdüğü vakıaların ve hukuki neticelerin doğru olmadığım muhakeme şartlarının bulunmadığını bildirmektir; buna, esasa itiraz [aim. Ein-reden zar Sache. — fr. rnoyens au fond] denir.
c) [aim. Einspruch, Widerspruch, Beschuerde. — fr. opposition. — ina. complaint, appeal/. Verilmiş bir kararın, yapılmış bir muamelenin iadesini, alınmış bir tedbirin değiştirilmesini veya kaldırılmasını tazammun eden taUp ve beyandır: ihtiyati tedbir kararına, gıjap kararına ve gıyaben yap.lan tahkik muanıeleleıine, ihtiyati haciz kararının sebebine, vasi tâyini kararına itiraz gibi (HMUK. 107,402; İc. İf. K. 265; MK. 372).
3 — Ceza muhakemeleri usulünde: / aim. Beschv erde — fr. pourvoi.— ing. appeal, complaint/: Sorgu yargıcı, mahkeme naibi karaı lari-yle asliye mahkemesi reisi veya yargıcı ve sulh yargıcının duruşmaya taallûk etmiyen kararları ile mahkemelerin tevkife, hacze ve üçüncü şahımlara taallûk eden kararların kaldırılmasını temin için müracaat edilen kanun yoludur (CMUK. 297; 304).
İki türl ü itiraz vardır : a) Acele itiraz [aim, sofor-tige Beschuerde — fr. pourvoi immediat] : Müddete tâbi itirazdır; bk. Acele itiraz: b) âdi (basit) itiraz [aim. einfache Beschuerde. — fr. pourvoi simple]: Müddet ile tahdid edilmemiş itirazdır.
4 — [aim. Einspruch. — fr. recours. — ing invention, plea in abatement/: Mahkemeler teşkilâtı hukukunda: kaza salâhiyetini haiz idari heyet, komisyon ve makamlar tarafından ittihaz edilmiş kazai bir kararın kaldırılması veya değiştiıilmesi için Adliye mahkemelerine müracaattır: Damga resmi ve cezasına (Damga Resmi K. 61), belediye cezasına (Umuru Belediyeye Mütaallik Ahkâm-ı Cezaiye Hakkındaki K. 5, 6) itiraz gibi.
5 — [aim. Einspruch (AL), Rechtsvorschlag (/s.) — fr. opposition]: ilamsız takiplerde ödeme emrinin tebliği üzerine borçlunun takibi durdurmak için muayyen müddet zarfında takibe muhalefet ettiğini beyan eyle-mesidir (İc. İf. K. 62).
6 — [aim. Einspruch, Verıvaltungsbeschuerde. — fr. recours): idari tasarrullar aleyhine bu tasarrufların kaldırılmasını veya değiştirilmesini tazammum etmek üzere idari kaza mercilerine y&pılan müracaattır: Vergi tarhiyatına karşı itiraz için itiraz komisyonlarına yapılan müracaatlar gibi.
İTİRAZ ALELHÜKÜM Eski hukuk usulünde mevcut bir kanun y..lu idi. Gıyabında aleyhine hüküm verilen tarafın kanuni müddet içinde aynı mahkemeye müraeaatla dâvanın yeniden görülmesini istemesidir.
Hukuk ve ceza muhakemeleri usulünde itiraz alel-hüküm vsulü kabul edilmemiştir (HMUK. 398-412).
Yalnız su!h hâkimlerinin ceza kararnamelerine karşı itiraz edilebilir (CMUK. 386-391)
İTİRAZAT-I İPTİDAİYE bk. İtiraz. 2 a.
İTİRAZ KOMİSYONLARI Bina ve arazi, kazanç, veraset ve intikal, muamele ve istihlâk gibi hususi kanunlarında itiraz edilebileceği yazılı vergilere 'karşı mü-
İTTİFAK 179
kellefler ve salahiyetli memurlar tarafından yapılacak itirazları maddi veya kanuni hatalar bakımından tetkik için teşkil edilen heyetlerdir.
Bunlar iki kısımdır: biri yalnız bina ve arazi vergilerine-, diğori bunlar dışında kalan vergilere ait iti. raziıri tetkik ile vazi'elidir, herbirinin bir reisi ile iki âzası vardır (2692 No. K.).
İTİRAZl'LGAVVR Eski hukuk usulünde mevcut bir kanun yolu idi.
Bir dâva neticesinde verilmiş olan nihai karara karşı dâvaya dâhil olmıyan bir kimsenin hükmün kendine ait hakları ihlâl ettiği derecede kaldırılması için yaptığı itirazdır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu bu yolda bir itiraz hakkı tanımamıştır.
İTİ YA D t SUÇLAR [aim. Geuohnheitsverbrechen. — fr. delits d'habitude. — ing habitual offences].
Ancak birkaç defa işlenmeleri halinde cezalaudırı-labileıı suçlar.
İTİYAZ (İ'ıiyâz) (Es. H.) İvaz almak demektir.
İTLAKAT (İtlakâl) (Es.H.) Ticarete izin, muda-rebe, vekâlet, talâk, itak gibi kendisinde mezuniyet bulunan şeyleıdir.
Meselâ : vekil muekkilin malında tevkilden evvel tasarruftan memnu iken tevkil ile bu memnuniyet kaydı refedilerek ıtlak edilmiş olduğundan vekâlet ıtlaktandır.
İTTİBA [aim. Folaeleisten (des unteren Cerichts bei Rückverıueisung einer Sache durch den Kassations-hof) — jr soumissionj.
Aşağı derec. li mahkeme kararının temyiz mercii tarafından nakzedilerek iade edilmesi üzerine havale edilen mahkemenin temyiz kararını yerinde ve doğru bulması, bozına kararına uymasıdır.
Aksine «ısrar» denir (HMUK. 429; CMUK. 322326).
İTTİFAK 1 - (DUH.) [alnı. Bündnis. — fr. alliance. — ing. alliance. — lât. foedus]: İki veya daha ziyade devlet arasında akdolunan bir muahededir ki bununla akitlerin herbiri, diğer âkit harbe giriştiği taktirde gerek askerî, gerek diğer vasıtalarla karşılıklı yardımı taahhüdeder.
Tedafüi ittifak [aim. Dejensivbündnis. — fr. al* liance defensive. — ing defensive alliance]: iki devlet arasında akdedilen bir muahededir ki bununla kendisinden bir tahrik vâki olmaksızın tecavüze mâruz olan âkide diğer âkit yardım etmeyi taahhüdeder.
Tedafüi ve tecavüzi ittifak [aim, Schutz - und Truczbündnis. — fr. alliance defensive et agressive. — inq. defensive and offensive alliance. — lât. foedus ad bellum et defendendum et inferendum initum * ]: Bir muahededir ki bununla akitlerin herbiri gerek tecavüze mâruz olan ve gerek tecavüz etmiş bulunan diğer tarafa yardım etmeyi karşılıklı taahhüdeyler.
2 — (CH.) [aim. Komplott, Verabredung zur Begehung eines Verbrechens. — fr. complot. — ing. conspiracy, plot. — lât conspiratioj: İki veya daha fazla kimsenin bir suç işlemek üzere sözle, yazı ile veya sair tezahürlerle anlaşmalarıdır, Bazı hallerde yalnız böyle bir anlaşma, müstakil bir suç teşkil eder
180 İTTİFAK
(CK. 125, 129, 131, 133, 146, 147, 149, 156, 171; As. CK. 56, 97)
İTTİHAB (İttıhüb) (Es. H.) Hibeyi kabul demektir.
İTTİHATLAR bk. Birleşme, birlik.
İVAZ [aim. Ehtgelt, (legenleistung. — fr. contre -valeur, contre - prestation. — ing. consideration, good yahut valuable consideration, equivalent].
Hukuki muamelelerde mukabil edadır : bir satışta alana göre mal, satana göre para gibi.
İVAZDA MUVAZAA bk. Muvazaa.
İVAZLI AKİT [aim. entgeltlicher Vertrag — fr. contrat â titre onereu.v— lât. contractus onerosus (per. mutatorius * )].
Taraflardan herbirinin, diğerine karşı aldığı veya yaptığı şey mukabilinde, bir ivaz taahhüdünü tazammun eden akittir : satış, kira akdi gibi.
İVAZLI HİBE (Es. H.) Karşılığında bir ivaz vermek suretiyle yapılan hibelerdir ki, «ivaz şartiyle hibe» denirdi. Borçlar Kanununun 240 ıncı maddesindeki «şart ve mükellefiyet» bu mânada ivaz sayılmaz.
İVAZLI İKTİSAP [aim. entgeltlicher Erwerb - fr. acquisition d titre onereux — lât. acquisitio onerosa].
Bir bedel veya bir mal mukabilinde yapılan iktisaptır : satış, trampa gibi.
İVAZSIZ AKİT [aim. unentgeltlicher Vertrag. — fr. contrat â titre gratuii. — ing. gratuitous contract, contract made without consideration. — lât. contractus gratuitus].
1 — Geniş mânada, taraflardan birine teberru kasdiyle eda mükellefiyeti yükliyen, fakat mukabilinde hiçbir ivaz zikredilmiyen akitlerdir: ücretsiz vekâlet ve hizmet akitleri gibi.
2 — Dar mânada, elden yapılan hibe demektir.
İVAZSIZ İKTİSAP bk. Hibe.
İZAFİ (Nisbi) HAKLAR [aim. relative Rechte. — fr. droits relatifs. — lât. iııra in personam}.
- JÜRİ
Yalnız borçluya karşı ileri sürülebilen haklardır. Bu itibaıla, borç münasebetlerinden doğan haklar izafi haklardır. Çünkü, burada alacaklı muayyen kimselerden müspet veya menfi bir harekette bulunmayı istiyebilir. Bu haklar «mutlak haklar» [aim. absolute Rechte.— fr. droits absolus — lât. iura in rem] ın zıddıdır.
, İZ ',LE 1 ŞÜYU bk. Şüyuun izalesi.
İZDİVAÇ bk. Evlenme.
İZİN [aim. Erlaubnis, Einwilligung, Bewilligung, Ermachtigung, Cenehmigung, Zustimmung. — fr. au-torisation, permis. — ing. permission, authorization, leave, consent. — lât. consensus, permissum. auctoritas, ratihabitio].
1 — (Umumiyetle) bir hukuki muamelenin yapılması veya bir hakkın kullanılması için verilen salâhiyettir.
2 — (IH) Devlet reisi, bakanlar, vali ve kaymakam gibi idare âmirleri tarafından verilen müsaadedir : piyango keşidesine idarenin, anonim ve kooperatif şirketlerin teşekkülüne Bakanlar Kurulunun müsaade etmesi, askerlerin ve hariciye memurlarının evlenmeleri için verilen izin gibi.
3 — (CH) Devletin şahsiyetine karşı suçlardan bazıları hakkında takibat yapılmasmın Adalet Bakanının iznine bağlı olması gibi (CK. 173).
4 — (MH) Bir taraflı hukuki muamelelerdir ki, bununla bir kimse (kanuni, akdî mümessil veya hak sahibi), yahut resmî bir makam (vesayet dairesi) diğerine kendi başına yapmaya salâhiyeti olmadığı bir muameleyi icraya müsaade eder. Bunun «icazet» den farkı şudur : icazet, muamele yapıldıktan sonra verilen muvafakattir, halbuki izin muameleden önce verilir. Muamele yapılıncaya kadar izinden rücu mümkündür (MK. 16, 90, 91, 120, 169, 388, 405, 406; TK. 5)
5 — (îzn) (Es. H.) Mümeyyiz olan mahcura memnu olduğu bazı hususlarda salâhiyet vermekdir: Mümeyyiz küçüğün alışveriş etmesine velisinin izin vermesi gibi.
İZİNNAME (Es. H.) İmamlara hitaben hatip ve mahtubenin nikâhlarının akdine izni havi kadı ve naipleri tarafından yazılan resmî varakadır.
JANDARMA [aim Cendarm. — fr. gendarme. — ing. police-soldier, *gendarme*)]
Jandarma, umumi emniyet ve asayişi koruma, kanun ve nizamlar hükümlerinin icrasını tenıİDe ve bunlara müstenit hükümet emirlerini ifaya memur silâhlı askerî bir kuvvettir.
Jandarma; vazife, hizmet, emniyet ve asayiş temin vazifesi itibariyle İç İşleri Bakanlığına; askerî talim ve terbiye hususunda Genel Kurmay Başkanlığına bağlıdır. Jandarmanın umum idare ve komutası, kolordu komutanı sıfat ve salâhiyetini haiz jandarma genel komutanına aittir (Jandarma K.),
Jandarma adlî zabıta sıfat ve salâhiyetini haizdir (CMUK 154, 156) ve Polis bulunmıyan yerlerde onun vazifesini görür (Polis Vazife ye Salâhiyet K. 25).
JÜJ KOMİSER Fransa gibi bazı memleketlerin kanunlarında ve mülga Ticaret-i Berriye Kanunumuzda iilâsa mütaallik muamelelere nezaret etmek üzere ticaret mahkemesi âzasından veya âza mülâzimlerinden tâyin edilen hâkime jüj komiser denir. Mülga Ticaret-i Berriye Kanuumuzda (161-16'1) buna meınur denilmiştir.
JÜRİ [aim. Geschııorenenbatık, dit Geschworenen.
-— fr. jury. — ing. jury. — lât. iudices]
180 İTTİFAK
(CK. 125, 129, 131, 133, 146, 147, 149, 156, 171; As. CK. 56, 97)
İTTİHAB (tttıhâb) (Es. H.) Hibeyi kabul demektir.
İTTİHATLAR bk. Birleşme, birlik.
İVAZ [aim. Entgelt, Cegenleistung. — fr. contre -valeur, contre - prestation. — ing. consideration, good yahut valuable consideration, equivalent]•
Hukuki muamelelerde mukabil edadır: bir satışta alana .göre mal, satana göre para gibi.
İVAZDA MUVAZAA bk. Muvazaa.
İVAZLI AKİT [aim. entgeltlicher Vertrag — fr. contrat â titre onereux— lât. contractus onerosus (per. mutatorius * )}.
Taraflardan herbirinin, diğerine karşı aldığı veya yaptığı şey mukabilinde, bir ivaz taahhüdünü tazammun eden akittir: satış, kira akdi gibi.
İVAZLI HİBE (Es. H.) Karşılığında bir ivaz ver-mek suretiyle yapılan hibelerdir ki, «ivaz şartiyle hibe» denirdi. Borçlar Kanununun 240 ıncı maddesindeki «şart ve mükellefiyet» bu mânada ivaz sayılmaz.
İVAZLI İKTİSAP [aim. entgeltlicher Erzoerb - fr. acquisition â titre onereux — lât. acquisitio onerosa].
Bir bedel veya bir mal mukabilinde yapılan iktisaptır : satış, trampa gibi.
İVAZSIZ AKİT [aim. unentgeltlicher Vertrag. — fr. contrat â titre gratuii. — ing. gratuitous contract, contract made without consideration. — lât. contractus gratuitus].
1 — Geniş mânada, taraflardan birine teberru kasdiyle eda mükellefiyeti yükliyen, fakat mukabilinde hiçbir ivaz zikredilmiyen akitlerdir: ücretsiz vekâlet ve hizmet akitleri gibi.
2 — Dar mânada, elden yapılan hibe demektir.
İVAZSIZ İKTİSAP bk. Hibe.
İZAFİ (Nisbi) HAKL4R [aim. relative Rechte. — fr. droits relatifs. — lât. iııra in personam/.
- JÜRİ
Yalnız borçluya karşı ileri sürülebilen haklardır. Bu itibaıla, borç münasebetlerinden doğan haklar izafi haklardır. Çünkü, burada alacaklı muayyen kimselerden müspet veya menfi bir harekette bulunmayı istiyebilir. Bu haklar «mutlak haklar» [aim. absolute Rechte.— fr. droits absolus — lât. iura in rem] ın zıddıdır.
İZ "ıLE 1 ŞÜYU bk. Şüyuun izalesi.
İZDİVAÇ bk. Evlenme.
İZİN [aim. Erlaubnis, Einzuilligung, Bewilligung, Ermachtigung, Genehmigung, Zustimmung. — fr. au-torisation, permis. — ing. permission, authorization, leave, consent. — lât. consensus, permissum. auctoritas, ratihabitio ].
1 — (Umumiyetle) bir hukuki muamelenin yapılması veya bir hakkın kullanılması için verilen salâhiyettir.
2 — (IH) Devlet reisi, bakanlar, vali ve kaymakam gibi idare âmirleri tarafından verilen müsaadedir : piyango keşidesine idarenin, anonim ve kooperatif şirketlerin teşekkülüne Bakanlar Kurulunun müsaade etmesi, askerlerin ve hariciye memurlarının evlenmeleri için verilen izin gibi.
3 — (CH) Devletin şahsiyetine karşı suçlardan bazıları hakkında takibat yapılmasının Adalet Bakanının iznine bağlı olması gibi (CK. 173).
4 — (MH) Bir taraflı hukuki muamelelerdir ki, bununla bir kimse (kanuni, akdî mümessil veya hak sahibi), yahut reamî bir makam (vesayet dairesi) diğerine kendi başına yapmaya salâhiyeti olmadığı bir muameleyi icraya müsaade eder. Bunun «icazet» den farkı şudur : icazet, muamele yapıldıktan sonra verilen muvafakattir, halbuki izin muameleden önce verilir. Muamele yapılıncaya kadar izinden rücu mümkündür (MK. 16, 90, 91, 120, 169, 388, 405, 406; TK. 5)
5 — (İzn) (Es. H.) Mümeyyiz olan mahcura memnu olduğu bazı hususlarda salâhiyet vermekdir: Mümeyyiz küçüğün alışveriş etmesine velisinin izin vermesi gibi.
İZİNNAME (Es. H.) İmamlara hitaben hatip ve mahtubenin nikâhlarının akdine izni havi kadı ve naipleri tarafından yazılan resmî varakadır.
JANDARMA [aim Gendarm. — fr. gendarme. — ing. police-soldier, «gendarme»]
Jandarma, umumi emniyet ve asayişi koruma, kanun ve nizamlar hükümlerinin icrasını temine ve bunlara müstenit hükümet emirlerini ifaya memur silâhlı askerî bir kuvvettir.
Jandarma: vazife, hizmet, emniyet ve asayiş temin vazifeli itibariyle İç işleri Bakanlığına; askerî talim ve terbiye hususunda Genel Kurmay Başkanlığına bağlıdır. Jandarmanın umum idare ve komutası, kolordu komutanı sıfat ve salahiyetini haiz jandarma genel komutanına aittir (Jandarma K.),
Jandarma adlî zabıta sıfat ve salâhiyetini haizdir (CMUK 154, 156) ve Polis bulunmıyan yerlerde onun vazifesini görür (Polis Vazife ye Salâhiyet K. 25).
JÜJ KOMİSER Fransa gibi bazı memleketlerin kanunlarında ve mülga Ticaret-i Berriye Kanunumuzda iilâsa mütaallik muamelelere nezartt etmek üzere ticaret mahkemesi âzasından veya âza mülâzimlerinden tâyin edilen hâkime jüj komiser denir. Mülga Ticaret-i Berriye Kanuumuzda (161 -164) buna memur denilmiştir.
JÜRİ [alnı. Geschaorenenbank, die Geschworenen. — fr. jury. — ing. jury. — lât. indices]
JÜRİ — KABOTAJ
181
Bazı memleketlerde cinayet derecesindeki ceza dâvalarında hazır bulunan ve suçların yalnız maddi cihetlerini tetkik eden halk yargıçlarından mürekkep bir heyettir. Bu heyeti teşkil eden üyenin sayısı bazı memleketlerde on iki bazılarında daha fazladır. Bunlar muvakkat yargıçlardır. Yani yalnız bir dâva için başkan tarafından kura ile srçilirler ve dâvanın hitamı ile vazifeleri de biter. Onun için jüri: « bir ceza dâvasının yalnız maddi cihetine bakan muvakkat halk yargıçlarıdır» diye de tarif edilebilir. Jürinin vazifesi, maznunun suçlu olup olmadığını vesair maddi meselelere dair malıkeme
başkanı tarafından sorulan suallere «evet» veya «hayır» ile cevap vermekten ibarettir. Jüri «hayır» dediği zaman mahkeme başkanı suçluyu beraat ettirmeye mecburdur; «evet» dediği zaman mahkeme başkanının vazifesi suçun temas ettiği maddeye göre suçlunun cezasını tâyin etmektir
Jüri heyetine dâhil üyeye «Jüre» [aim. der Ge-schworene. ¦— fr. fare. — ing juriman. juror, — lât. iudex iuratıısfdenİT.
K
KAASIRLIK [aim, Mündelstand. — fr. puptllarite (etre pupil). — ing. wardship. — lât, pupiüatusj.
Medenî hakları kullanma ehliyetini haiz olmadıklarından dolayı bizzat hukuki muamele yapamıyan şahısların hali. Kaasırları, kanuni mümessilleri, yani velileri veya vasileri temsil ederler. Eski hukukta ve bugün doktrinde kullanılan kaasırlık tâbiri modern mevzuatta yalnız nadiren geçmektedir (misal : TK 6, 844). Onun yerine «medeni hakları kullanmağa ehliyetsizlik» terimi kaim olmuştur (MK. 14).
KAATI-I TARİK (kâti'-i tarîk) (Es. H.) Nâsın mallarını zorla ellerinden almak üzere yol kesen şahıstır. Cem'i «Kuttâ-ı tarik» tir. Bu veçhile yolları kesilen kimselerden her birine «maktu-un-aleyh» , alınan mala «maktu-un-leyh» , bu hâdisenin cereyan ettiği yere de « maktu-un-fih » denir.
Kat-ı tarik cinayetinin tahakkuku için buna cüret edenlerin müaaddit eşhastan müteşekkil bir güruh olması şart değildir. Yolcuları soymaya muktedir bir şahıs tarafından da bu cinayet işlenebilir.
KAAZİF Bir kimseye zina isnadeden şahıs bk.
Kazf.
KABAHAT [aim. Ubertretung. — fr. contravention. — ing. misdemeanours],
Ceza hukukumuzda hafif hapis, hafif para cezası ve muayyen bir meslek ve sanatın yapılmasının tatili cezalarını mucip suçlardır. Türk Ceza Kanununun üçüncü kitabı kabahat suçlarından bahseder (CK. 11. 526-584)
KABIZ bk. Ahzukabz, Kabz,
KASİL-İ KISMET (kâbil-i k,Smei) (Es. H.) Kendisinden maksut olan menfaat zail olmıyaeak veçhile takdime salih olan müşterek maldır.
KABİI.-İ TAKSİM ARAZİ (kâbü-i taksim arazî) (Es. H.) Müşteriklerden her birinin müfrez hissesiyle taksimden evvelki intifa mümkün olan yerdir.
KABİNE [aim. Kabinett, Ministerrat, Gesamtmi-nisterium. — fr. cabinet (conseil des ministres). — ine. Cabinet (council of the ministers of the Crown)].
Parlamento rejimlerinde, parlamentoya karşı siyaseten birlikte mesul olan vekillerin ve siyasi müsteşarların umumunu ifade eder. Bizde kabineye «Bakanlar Kurulu» denir.
KABL-EL-FETİH MAKNUZ (kabl al-fulh mak-nflz) (Es H ) Bir yere dâr-ı islâm olmadan konan define.
KABOTAJ [aim Küstenschiffahrt, Kabotage. — fr. cabotage. — ing. cabotage].
Bir devletin, kıyılarındaki deniz ticaretini kendi vatandaşlarına, hususiyle kendi bayrağını taşıyan gemilere saklı tutmak üzere oağışladığı imtiyaz. Kapitülâsyonlar neticesinde Türk sahillerinde kabotaj imtiyazı Türk gemilerine değil, ecnebi bandırasına bağışlanmıştı. Ancak 1923 yılında Lozan muahedesiyle yabancı gemilerin Türkiye'de kabotaj imtiyazı kaldırıl niştir. Ve 1 temmuz 1926 gününde başlıyarak yürürlüğe girmek üzere Türk kıyılarındaki kabotaj imtiyazı Türk vatandaşlarına hasredilerek yabancı gemi ve uyruklarının ticareti menedilmiştir. Kabotaj imtiyazı iki türlüdür :
1 — Türk bayrağını taşıyan gemilere bağışlanan imtiyaz hakkı (dar anlamdaki kabotaj hakkı): Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine emtia ve yolcu alıp nakletmak ve sahillerde, limanlar dahilinde veya arasında cer ve kılavuzluk veya herhangi mahiyette olursa olsun her türlü liman hizmetlerini ifa etmek yalnız Türk bayrağını taşıyan gemilere hasredilmiştir.
2 — Türk vatandaşlarına bağışlanan imtiyaz hakkı (geniş anlamdaki kabotaj hakkı): nehirler ve göller ve Marmara havzasiyle Boğazlarda, bütün kara suları ile kara sularına dâhil bulunan körfez, liman, koy ve sairede vapur, römorkör., istimbot, motorbot, mavna, salapurya, sandal, kayık velbası makine, yelken, kürekle hareket eden tarak, priseman, macuna, şat ve her nevi nakliye ve su dubaları, kurtarma gemileri ve benzerleriyle şamandıra, sal gibi duran ve yüzen vasıtalar bulundurmak ve bunlarla seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle t'caret hakkı Türk vatandaşlarına hasredilmiştir. Bundan başka kara suları içindeki balık, i:tiridye, midye, sünger, inci, mercan, sedef vesaire avı, kum ve çakıl vesire ile ihracı ve gerek sathi denizde ve gerek karibahride mevcut kazazede sefain ve mera-
JÜRİ — KABOTAJ
181
Bazı memleketlerde cinayet derecesindeki ceza dâvalarında hazır bulunan ve suçların yalnız maddi cihetlerini tetkik eden halk yargıçlarından mürekkep bir heyettir. Bu heyeti teşkil eden üyenin sayısı bazı memleketlerde on iki bazılarında daha fazladır. Bunlar muvakkat yargıçlardır. Yaoi yalnız bir dâva için başkan tarafından kura ile srçilirler ve dâvanın hitamı ile vazifeleri de biter. Onun için jüri: « bir ceza dâvasının yalnız maddi cihetine bakan muvakkat halk yargıçlarıdır» diye de tarif edilebilir. Jürinin vazifesi, maznunun suçlu olup olmadığını vesair maddi meselelere dair malıkeme
başkanı tarafından sorulan suallere «evet» veya «hayır» ile cevap vermekten ibarettir. Jüri «hayır» dediği zaman mahkeme başkanı suçluyu beraat ettirmeye mecburdur; «evet» dediği zaman mahkeme başkanının vazifesi suçun temas ettiği maddeye göre suçlunun cezasını tâyin etmektir
Jüri heyetine dâhil üyeye «Jüre» [aim. der Ge-schvjorehe. ¦— fr. jure. — ing juriman. juror. — lât. iudex iuratııs]'denir.
K
KAASIRLIK [aim, Mündelstand. — fr. puptllarite (etre pupil). — ing. wardship. — lât, pupillatusj.
Medeni hakları kullanma ehliyetini haiz olmadıklarından dolayı bizzat hukuki muamele yapamıyan şahısların hali. Kaasırları, kanuni mümessilleri, yani velileri veya vasileri temsil ederler. Eski hukukta ve bugün doktrinde kullanılan kaasırlık tâbiri modern mevzuatta yalnız nadiren geçmektedir (misal : TK 6, 844). Onun yerine «medeni hakları kullanmağa ehliyetsizlik» terimi kaim olmuştur (MK. 14).
KAATI-I TARİK (kâti'-i tarîk) (Es. H.) Nâsın mallarını zorla ellerinden almak üzere yol kesen şahıstır. Cem'i «Kuttâ-ı tarik» tir. Bu veçhile yolları kesilen kimselerden her birine «maktu-un-aleyh» , alınan mala «maktu-un-leyh» , bu hâdisenin cereyan ettiği yere de « maktu-un-fih » denir.
Kat-ı tarik cinayetinin tahakkuku için buna cüret edenlerin müaaddit eşhastan müteşekkil bir güruh olması şart değildir. Yolcuları soymaya muktedir bir şahıs tarafından da bu cinayet işlenebilir.
KÂÂZİF Bir kimseye zina isnadeden şahıs bk.
Kazf.
KABAHAT [aim. Ubertretung. — fr. contravention. — ing. misdemeanours],
Ceza hukukumuzda hafif hapis, hafif para cezası ve muayyen bir meslek ve sanatın yapılmasının tatili cezalarını mucip suçlardır. Türk Ceza Kanununun üçüncü kitabı kabahat suçlarından bahseder (CK. 11. 526-584)
KABIZ bk. Ahzukabz, Kabz,
KASİL-İ KISMET (kâbil-i k,Smei) (Es. H.) Kendisinden maksut olan menfaat zail olmıyaeak veçhile takdime salih olan müşterek maldır.
KABİL-t TAKSİM ARAZİ (kâbü-i taksim arazî) (Es. H.) Müşteriklerden her birinin müfrez hissesiyle taksimden evvelki intifa mümkün olan yerdir.
KABİNE [aim. Kabinett, Ministerrat, Gesamtmi-nisterium. — fr. cabinet (conseil des ministres). — ing. Cabinet (council of the ministers of the Crown)].
Parlamento rejimlerinde, parlamentoya karşı siyaseten birlikte mesul olan vekillerin ve siyasi müsteşarların umumunu ifade eder. Bizde kabineye «Bakanlar Kurulu» denir.
KABL-EL-FETİH MAKNUZ (kabl al-fulh mak-nflz) (Es H ) Bir yere dâr-ı islâm olmadan konan define.
KABOTAJ [aim Küstenschiffahrt, Kabotage. — fr. cabotage. — ing. cabotage].
Bir devletin, kıyılarındaki deniz ticaretini kendi vatandaşlarına, hususiyle kendi bayrağını taşıyan gemilere saklı tutmak üzere oağışladığı imtiyaz. Kapitülâsyonlar neticesinde Türk sahillerinde kabotaj imtiyazı Türk gemilerine değil, ecnebi bandırasına bağışlanmıştı. Ancak 1923 yılında Lozan muahedesiyle yabancı gemilerin Türkiye'de kabotaj imtiyazı kaldırıl niştir. Ve 1 temmuz 1926 gününde başlıyarak yürürlüğe girmek üzere Türk kıyılarındaki kabotaj imtiyazı Türk vatandaşlarına hasredilerek yabancı gemi ve uyruklarının ticareti menedilmiştir. Kabotaj imtiyazı iki türlüdür :
1 — Türk bayrağını taşıyan gemilere bağışlanan imtiyaz hakkı (dar anlamdaki kabotaj hakkı): Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine emtia ve yolcu alıp nakletmak ve sahillerde, limanlar dahilinde veya arasında cer ve kılavuzluk veya herhangi mahiyette olursa olsun her türlü liman hizmetlerini ifa etmek yalnız Türk bayrağını taşıyan gemilere hasredilmiştir.
2 — Türk vatandaşlarına bağışlanan imtiyaz hakkı (geniş anlamdaki kabotaj hakkı): nehirler ve göller ve Marmara havzasiyle Boğazlarda, bütün kara suları ile kara sularına dâhil bulunan körfez, liman, koy ve sairede vapur, römorkör., istimbot, motorbot, mavna, salapurya, sandal, kayık velbası makine, yelken, kürekle hareket eden tarak, priseman, macuna, şat ve her nevi nakliye ve su dubaları, kurtarma gemileri ve benzerleriyle şamandıra, sal gibi duran ve yüzen vasıtalar bulundurmak ve bunlarla seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle t'caret hakkı Türk vatandaşlarına hasredilmiştir. Bundan başka kara suları içindeki balık, i:tiridye, midye, sünger, inci, mercan, sedef vesaire avı, kum ve çakıl vesire ile ihracı ve gerek sathi denizde ve gerek karibahride mevcut kazazede sefain ve mera-
182 KABOTAJ
kiple enkazı metrukenin ihraç ve tahlisi, dalgıçlık, kılavuzluk, deniz bakallığı ve bilcümle Türk deniz vasıta ve merakibi derununda kaptanlık, çarkçılık, kâtiplik, tayfalık ve amelelik vesaire icrası ve iskele, rıhtım hamallığı ve bilumum deniz esnaflığı icrası Türk vatandaşlarına münhasırdır. (Lozan Ticaret Muahedesi 10; Kabotaj h. k.).
KABUL [aim. Annahme, Akzept. — fr acceptation. — ing. acceptance) .
1 — bk. İcap ve kabul
2 — Bir poliçenin vâdesi gelmezden önce, hâmili tarafından muhataba ibrazında, muhatapça o poliçe üzerine vâdesinde tediyeyi kabul ettiğine dair yazılan ve imza edilen beyandır.
Muhatabın poliçenin yüz tarafına yalnız imza etmesi dahi kabul hükmündedir. Kabul kayıtsız ve şartsız olur (TK. 546 vd. ).
3 — (kabul) (Es. H.) Tasarruf ve akdin inşası için saniyen söylenen sözdür ki onunla akit tamam olur. Meselâ: bayi «şu malı şu kadar kuruşa sana sattım» deyip müşteri de «aldım» dese, «sattım» sözü «icap», ve müşterinin «aldım» sözü de «kabul»dür.
K.ABZ (kabz) (Es. H.) Lügatte, dürmek manasınadır. H'îsap ıstılahında, kıymetine halel gelmemek üze?e bir adedi azaltmaktır. Meselâ, bir meselede iki oğlan dert kız olsa, hisse itibariyle iki kız bir oğlan hükmünde olduğundan dört kız iki oğlan farz edilir.
Bazı feraiz meselesinde bast ve kabze lüzum hasıl
olur.
KABZA (kabza) (Es.H.) Dört parmak miktarıdır. Cem'i «kabezat» tır.
KABZ-I MAL (kabz-i mâ!) Eskiden tahsildar kar. şılığı olarak kullanılır. Şimdi bilhassa İstanbul'da balıkçı veya bağ, bahçe sahibi gibi müstahsile, istihsal masraflarına karşılık olarak avans veıen, müstahsilin mallarını celp ve nezdinde muhafaza ederek satan ve satış bedelinden, verdiği avans ve komisyonunu ve satış masrailarını alarak geı isini müstahsile veren yaş meyva ve yaş sebze ve taze balık üzerine iş yapan komisyonculardır (Kazanç Vergisi K. 7.).
-KAÇAKÇILIK [aim. Schmu^elei, Schmuçroel, Zollhinterziehung, Steaerhinierziehung. — fr. contre-
bande. — ing. smuggling. — lât. fraus transferentis, trans] erensium].
Devlete vermekle mükellef olduğu vergi ve resmi vermemek için hile kullanmak, alım satımı yasak maddeleri gizlice alıp satmak ve bu suretle menfaat temin eylemektir.
Evvelce gümrük ve tütün kaçakçılığına münhasır bir ıstılah gibi idi. Şimdi hududu genişlemiştir (Kaçakçılığın Meni ve Takibine Dair K. 1.).
KAÇIRMA [aim. Entführung. — fr. rapt, rapt de seduction. — ing abduction. - lût. raptio, raptus].
Failin saikına göre isim alan bir suçtur. Şehvet hissi veya evlenmek mâksadiyle bir kimsenin kaçırılması umumi adaba karşı işlenmiş bir cürümdür. Maddi bir menfaat temini mâksadiyle bir kimsenin kaçırılması mal aleyhine işlenmiş bir cürüm sayılır. Şehvet hissi, evlenmek niyeti veya maddi menfaat temin etmek maksadı mevcut olmaksızın küçük bir çocuğun kaçırılması şahıs hürriye i aleyhine içlenmiş bir suçtur (CK. 182,
420, 430, 499).
- KADÎM
KAÇMA 6i:. Firar.
KAÇMA ŞÜPHESİ [aim. Fluchtverdacht. — fr. soupçon de fuite).
1 — Ceza muhakemeleri usulünde tevkif sebeplerinden birisidir. Bu şüphenin mevcut sayılabilmesi için sanığın uzak bir yere ve yabancı bir memlekete kaçma hazırlığında bulunması şarf. değildir. Yerini gizli tutmak, saklanmak için yer değiştirmek halleri de buraya dâhildir Kanunun tâyin ettiği bazı hallerde bu şüphe* mevcut sayılır (CMUK. 104).
2 — Eorçlunun taahhütlerinden kurtulmak mâksadiyle yerini değiştirmeye veya izini yok etmeye hazırlanmasıdır. Bu hal, vâdesi gelmemiş ve rehinle de temin edilmemiş borçtan dolayı borçlu aleyhine ihtiyatî haciz kararı alınmasına sebep teşkil eder. Bu suretle ihtiyatî haciz konursa borç, yalnız'borçlu hakkında, muaccel olur (İc.İf. K. 257 f. 2 bend 2).
KAD'.STRO /aim. Kataster. — fr. cadastre. — ing. cadastre. — lât. agrorum divisio et commentarii; tabulae publicae censoriae).
Gayrimenkullerin (akar ve arazinin) plân, vaziyet krokisi, kayıt, defterler ve kütükler gibi birtakım vesikalar sayesinde hüviyetlerini tesbite ve gayrimenkul mülkiyetinin taallûk ettiği şeyin arz üzerinde teşhisine yarayan teknik vasıtaların tamamıdır. Bu vasıtaların gayrimenkul hizmetine konulmuş olmasından dolayı, bizde kadastro müessesesi tapu sicilli müessesesiyle birleştirilerek Tapu ve Kadastro Umum Müdürlüğü idi altında merkezî bir idare kurulmuştur.
Kadastro müessesesinin bir idare uzvu olarak kurulması bizde 22 nisan 1341 tarihli ve 658 sayılı kanunla olmuştur.
KADASTRO MAHKEMELERİ Kadastro ve tapu tahrir kanununa göre hukuki ve hendesi vaziyetleri tesbit edilmek üzere kadastro postaları tarafından el konulan ve usulen ilân edilen mıntakalardaki gayrimen-kullere taallûk eden, kadastro ve tahriri alâkalandıran hukuki ihtilâlları halletmek için bu mıntakalarda tek hâkim ile kurulmuş istisnai mahkemedir.
Bu mahkemelerde kadastro ve tapu tahrir kanununda tasrih edilen muhakeme usulü cereyan eder. Sarahat olmıyan yerlerde umumi hükümler tatbik olunur. Tahıiri tebligat ı.sulü cereyan etmez. Dâvalar damga resmi ile sair haıç ve resimlerden muaftır. Temyiz mercii «Yargıtay» dır.
Kadastro yargıcı en az beş sene hukuk mahkemesi başkanlık veya üyeliğinde bulunmuş olanlardan Adalet Bakanlığınca seçilir (Kadastıo ve Tapu Tahrir Kanunu ve Nizamnamesi).
KADI (lâzit (Es.H.) Hüküm mânasına olan kaza maddesindendir ki dâva ve muhasamaları hal ve fasl için veliy - ül - emir tarafından nasp ve tâyin olunan zattır.
KADIN TİCARETİ bk. İDsan ticareti.
KADÎM (kadim) (Es. H.) O şeydir ki evvelini bilir kimse olmaya. Bir şeyin evvelini bilir kimse olmamak o şey ne halde ise onun hilafını bilir kimse olmamak demektir. Meselâ, şartları belli olmıyan bir vakfın gaile, sinin bir çeşmenin iamiıine sarfı müteamel olupda onun
KADÎM — KAMBİYO MURAKABESİ
183
evvelini, yani o vakfın gailesi o çeşmenin tamirine sarf olunmazken sarfı ihdas olunduğunu bilir kimse bulun-mazsa bu taamül «kadîm» sayılır.
KADÎM ÇAYIR (kadim çayır) (Es. H.) öteden beri otu biçilip mahsulünün öşrü alınagelen çayırdır ki arâzi-i mezrua hükmüne tabidir.
KADR-t MARUF (kadr-i ma'rüf) (Es H.) Vasat, ortalama demektir. Emsaline nazaran örf en ve âdeten kâfi ve yeter miktar demektir.
Meselâ, «koca, karısına kadr-i maruf nafaka vermesi icabeder» denir ki «mevki-i içtimaileri nazara alınarak geliriyle mütenasip nafaka vermesi icabeder» demektir.
KADRO Devletin muayyen hizmetlerinin ifası için ihtiyaç olan memur ve müstahdemlerin adet, derece ve sınıflarını çerçeveliyen hizmet cetvelidir.
KAFİZ (kafiz) (Es. H ) Mutlaka ölçü. On iki «sâsâ'» miktarı bir kile, yüz kırk dört zira miktarı yerdir.
Bir cebirin onda biri, yani 360/3600 zira nıürebbaı demek ki kafiz hem keyl (hacim, boşluk), hem de mesaha mikyası olmuş oluyor.
KÂGlT PARA [aim Papiergeld. — fr. papier monnaie. — ing. paper - money).
Umumiyetle kâğıttan yapılan ve doğrudan doğruya de-let tarafından veya devletin verdiği salâhiyetle bir mali müessese tarafından ihrucedilip madenî karşılığı olan veya olmıyan ve tedavülü mecburi bulunan paradır. Karşılığı olan bir kâğıt paranın mutlaka madenî para veya döviz ile tebdili icabetmez
KÂHÎN (kâhin) (Es. H.iGayba ait hâdiselerden haber vermeye yeltenen, birtakım esrara vukuf iddiasında bulunan şahıstır ki, hakkında tâzir lizım gelir. Cem'i «kehene» dir.
KAİDE 1 — [aim. Regel, Norm. — fr. regle, norme. — ing. rule, norme. — lât regula, norma]. Muhtelif sayıda muayyen olayların (hadiselerin) müşterek mahiyetini (nazari kaide), yahut müşterek mahiyet taşımaları lâzım geldiğini (ameli kaide) tesbit eden umumi ifade ve hükümdür.
2 — Hukuk kaidesi: [alın. Rechtsnorm. — fr. norme juridique. — ing. rule. — lât. lex] : kendisine hukukan riayet mecburiyeti bulunan kaidedir ki:
a) Bazılarınca idare, edilenlere yükletilen hukuki normları tavsif için;
b) Bazılarınca da teşrii tasarrufu anlatmak üzere kullanılan doktrin tâbiridir.
3 - (Kâ'ida) bk. Zabıta.
KAİME ! — Mecburi tedavüle tabi kâğıt paradır ki, Sultan Meeit, Sultan Aziz ve Sultan Hamit II. deviılerinde «kaime» adı ile tedavül etmiş idi. Bugünkü kâğıt para da kaimedir.
2 — Artırma ve eksiltmelere iştirak edenlerin sürdükleri fiyatları gösteren ve imzalariyle tevsik edilen resmi cetvellere denir.
KAİMEN* KIYMET bk. Kıymet.
KAÎMMEKAM-I MÜTEVELLİ (kâ'immakâm i ınııtavalli) (Es.H.) Mütevveli makamına kaim olmak ve ona ait vazifeleri ifa etmek üzere yargıç tarafından nasbolunan zattır.
KALEBENTLİK [aim. Festungshaft. - fr. detention (dans une enceinte fortifiee). — ing. confinement in a fortress],
Hapis ile sürgün cezasını birleştiren ve bazı siyasi cürümlerle devletin hak ve menfaatlerine ve devlet memurlarının vazifelerine temas eyliyen bir ceza olup mülga 1274 (1858) tarihli Ceza Kanununda müebbet ve muvakkat olmak üzere iki türlü idi. Müebbet kalebentlik, mahkûmun devletçe tâyin olunacak kalelerin birinde ölünceye kadar, muvakkat kalebentlik, yine devletçe tâyin olunacak kalelerin birinde üçten on beş seneye kadar, mahpus kalmasını tazammum ederdi.
KALPAZANLIK [aim. Münzfalschung, Falsch-münzerei, - fr. faux monnayage; delit de fausse monnaie. — ing. coinage offences, counterfeit currency. — lât. monetam adultrrinam exercere; nummos adulteri-nos (aes adulterinum) percutere].
Eski Ceza Kanunundan intikal eden bu terim, yürürlükte olan Ceza Kanununda âmmenin itimadı aleyhine işlenen cürümlerden sayılan para sahtekârlığı suçunu ifade eder.
20 nisan 1929 tarihinde Cenevre'de ılrtolunan Milletlerarası mukaveleye Türkiye de katılmış ve Ceza Kanunumuzda bu mukavele hükümlerine uymak maksadı ile değişiklik yapılmıştır (CK. 316 dv; Kalpazanlığın cezalandırılmasına dair 20 nisan \9l9 tarihinde Cenevre'de tanzim ve imza edilmiş olan beynelminel mukavelename ile merbutu protokol ve nihai senede iltihak edilmesi hakkında K.).
KAMBİYO HUKUKU [aim. Wechselrecht (im ob-jektiven Sinne). — fr. legislation cambiaire].
Ticari senetlere ait hukuka denir. Ticari senetler bizde poliçe, emre muharrer senet ve çekten ibarettir.
KAMBİYO MUAMELELERİ [aim. Wechselge-sehafte. — fr. operations de change. — ing. operations in foreign exchange].
Nakdin ve nakit yerine kullanılan maddeler ve senetlerin alım satımına veya bu maddeler ve senetlerin mübadele ve münakalesine müteallik muamelelerdir. Mübadele ve münakale memleket içine münhasır kalıyorsa muamele «dahili kambiyo muamelesi», memeleket dışına çıkıyorsa «harici kambiyo muamelesi» olur.
KAMBİYO MURAKABESİ lalm. Devisenüberma-chung, Devisenbewirtschaftung. — fr. contrâle des changes. — ing. foreign exchange control].
Geniş mânada; bir memlekette nakit işleriyle meşgul makamlar tarafından kambiyo rayicini şu veya bu istikamette yürütmeyi gözeten bütün müdahalelere denir.
Dar mânada; tediye vasıtalarının memlekete girmesini, memleketten çıkmasını ve memleket içinde kullanılmasını tanzim eden kaidelerdir.
184
KAMBİYO TAAHHÜDÜ — KANUN
KAMBİYO TAAHHÜDÜ [aim. Wechselverbind-lichkeit.— fr. engagement de change, — ing. signing of bills of exchange}.
Ticari bir senet üzerine imza koymak suretiyle doğan mücerret bir borç. Cirantanın, keşideeinin, kabul edenin, aval verenin taahhı.tleri gibi. Mevcut bir borç için kambiyo taahhüdünde bulunmak tecdidi tazammun etmez (BK. 114).
KAMU HAKLARI bk. Türklerin siyasi hakları.
KAMU HİZMETİ bk. Âmme hizmeti.
KAMU HUKUKU bk. Âmme hukuku.
KAMULAŞTIRMA bk. İstimlâk.
KAMUTAY bk. Umumi heyet.
KANAL [aim. Kanal. — fr. canal. — ing. channel. — lât. fretum].
İnsanlar tarafından açılmış olup seyrüsefere müsait olan su yollarına verilen isimdir. Milletlerarası ehemmiyeti haiz başlıca kanallar şunlardır:
1 — Süveyş kanalı: Ferdinand de Lesseps ismindeki Fransızın teşebbüsü ile, Akdenizle Kızıldeniz arasında doğrudan doğruya muvasala temini maksadiyle. Süveyş berzahında açılmıştır. Kanalı açmak için ilk müsaade 1854 senesinde alınmış ise de birçok güçlükler yüzünden kanal 17 kasım 1869 da işletmeye açılmıştır. Süveyş kanalının milletlerarası statüsü 29 Ekim 1888 tarihli istanbul Muahedesiyle tesbit edilmiştir. Bu statü mucibince kanaldan geçiş harb ve sulh zamanlarında serbesttir.
2 — Panama kanalı : Atlas okyanusu ile Pasifik okyanusunu birleştiren bu kanal orta Amerikada Panama berzahında açılmıştır. Böyle bir geçit tesisi fikri Amerikanın keşfinden itibaren daima beslenmişse de, ciddî teşebbüslere Amerika Birleşik Devletlerinin mesele ile alâkadar olması üzerine girişildi ve bu devletin birçok safhalardan geçen mütemadi gayretleri neticesinde Panama kanalı 16 Ağustos 1914 te işletmeye açıldı.
Panama kanalının milletlerarası statüsü şu iki muahede ile tesbit olunmuştur: İngiltere ile Birleşik Amerika arasında 18,kasım 1901 tarihli «Hay-Pauncefote» ve Panama Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında 18 kasım 1903 tarihli «Hay-Buenar Varilla» muahedeleri. Bu muahedeler mucibince, kanalı tesis, idare, işletme, muhafaza ve inzibatı temin hususlarında icabeden tedbirleri almak Amerika Birleşik Devletlerinin hakkıdır. Seyrüsefer hususunda Süveyş kanalında cari olan tam geçiş serbestisi burada da her devlete tanınmıştır. Fakat fiiliyatta kanaldan Birleşik Devletlerin bu hususta gösterdikleri müsaadekârlık nispetinde istifade edilmiştir.
3 — Kiel kanalı: Baltık Denizindeki Kiel koyu ile Şimal Denizini Elbe nehrinin denize döküldüğü noktada birleştiren takriben 98 km. uzunluktaki bu kanal 1896 senesinde ikmal olunmuştur. Kiel kanalı her bakımdan Almanya ya ait olduğu için bu su yolundan istifade ancak onun müsaadesiyle kabildir. Almanya 1871 Esas Teşkilât Kanunu ile (54 f. 4) kanalın açılma ve idame masraflarını karşılamak üzere muayyen bir resim ödemeleri şartiyle diğer mîlletlerin gemilerine de seyrüsefer serbestisi tanımıştır. 1914 - 1918 harbinden sonra Versay Muahedesi Almanyanın kanal üzerin-
deki hak ve hâkimiyetini tahdidetmiştir. Bu muahedenin 380-286 ncı maddeleri, bütün milletlerin ticaret ve harb gemilerinin Almanlarla ajnı hakları haiz olarak müsavat dairesinde Kiel kanalından istifade etmelerini âmirdir. Bu hükme dayanan Lahey'e Milletlerarası Adalet Divanı Kiel kanalının milletlerarası bir yol olduğunu kabul etmiştir (Wimbledon meselesi). Nasyonal Sosyalistler iktidar mevkiine geldikten sonra Almanya «Versay» in bu hükmünü de kaldırmıştır.
4 — Korent kanalı : Yunan topraklarında açılmış olan ve takriben altı km. uzunlukta olan bu kanal 1893 senesinde ikmal edilmiş olup Mora yarımadasın kıta ile birleştiği Korent berzahında açılmıştır. Korent kanalı hakkında milletlerarası hiçbir anlaşma mevcut değildir. Kanal tamamen Yunan hâkimiyetine tabidir. Maamafih fiilen bütün milletlerin gemileri serbestçe seyrüsefer etmektedir.
KANAT (kanal) (Es. H.) Yerde sü geçirilecek künk ve kâriz (lağam) dir. Cem'i «kanevât - Kanavât » gelir.
KANÇILARYA [aim. Konsulatskanzlei. — fr. chancel erie (dans un consulat). — ing. chancery (in a consulate) ].
Resmi senetler tanzimi, zabıt kâtipliği, noterlik, muhasiplik, kasadaılık, evrak muhafızlığı, kâtiplik gibi vazifelerin ifasında elçiye veya konsolosa yardım eden hariciye memurunun resmi hizmet gördüğü yerdir.
KAN ESASI (ius sanguinis) Bir şahıs, nerede dünyaya gelirse gelsin, ana ve babasının, yahut bunlardan yalnız babasının ve nâdir hallerde anasının haiz olduğu tabiiyette saymaktır. Bunun zıddı toprak esası «ius soli » dır. bk. Vatandaşlık.
KAN GÜTME [aim. Blutrache. -- fr. vendetta.— ing bloody strife. — lât. ultiof.
Bir kimsenin, hısımlarından birini öldüren bir şahsı veya o şahsın hısımlarından birini - öldürülenin kanına bedel olmak üzere - öldürmesi veya öldürtmesi âdetidir.
Bu âdetin devamına mâni olmak üzere 3236 No. kanunla bazı emniyet tedbirleri kabul olunmuştur.
Bu kanun yalnız Bakanlar Kurulunca tâyin olunacak yerlere münhasır olmak üzere tatbik olunur.
KAN HISIMLIĞI bk. Hısımlık.
KANUN (aim. Gesetz, Gesetzbuch.— fr. loi, code. — ing. statute, act, code. — lât. lex, codex].
Yasama uzvu tarafından, muayyen şekillere uyularak tanzim edilen ve yürürlüğe girmesinden itibaren cemiyet için riayeti mecburi olan umumi, mücerret ve daimi kaideleri ihtiva eden bir tasarruf [aim. Gesetz im materiellen Sinne. — fr. loi materielle].
Umumilik, mücerretlik, daim'ılik vasıflarını haiz olmadıkları halde yasama uzvu tarafından kanun vaz'ına mahsus şekiller dairesinde alınan kararlara da şeklî yahut uzvî bakımdan kanun denilmektedir. Bunlara hukuk dilimizde bazan «mahsus kanunlar» adı [aim. Gesetz im formellen Sinne; formelles Gesetz. — fr. loi formelle] verilmektedir: vatana hizmet tertibinden bir vatandaşa maaş bağlanması gibi.
Kanunlar taallûk ettiği işlerin mahiyetine göre muhtelif namlar alırlarsa da, burada yalnız ana hatlarına göre bir taksim yapılmıştır:
KANUN - KANUNDA BOŞLUK
185
1 — Esas teşkilât kanunları [aim. Verfassunqsge-setze, Staatsarundgesetze. — fr. lois fondamentelles ou constitutionelles — ing. constitutional laws]: bk. Teşkilâtı Esasiye Kanunu.
2 — Malî kanunlar [aim. Finanzgesetze, Budget-gesetze. — fr. lois de finances. — ing finance acts] : malî hukuka taallûk eden kanunların hepsine denir: vergi, barem, muhasebe-i umumiye, tekaüt kanunları gibi.
Bu kanunlar bütçeye taallûk ettiği zaman « muva-zene-i umumiye» veya «bütçe kanunu» adını alır. Bunların hükmü bir yıl sürer (Anayasa 95, 97).
3 — İdare kanunları [aim. Verwaltungsgesetze. — fr. lois administratives. — ing. administrative acts): kaza faaliyeti dışında kalan âmme hizmetlerini tanzim eden kanunlardır : Teşkilât kanunları, memurin, zabıta kanunları gibi.
4 — Medenî kanunlar [aim. Privatrechtsgesetzbü-eher, Zivilgesetze. — fr. codes civils. — ing. civil lav] şahıslar arasındaki karşılıklı hususi münasebetleri tanzim eden kanundur: Medeni Kanun, Ticaret Kanunu gibi.
5 — Umumi kanunlar [aim. allgemeine Gesetze. — /r. lois generales. — lât. leges generales]: geniş bir içtimaî münasebetler alanına dahil bütün hukuki vakıaları hükmü altına alan kanunlardır: Medenî Kanun, Ceza Kanunu gibi.
6 — Hususi kanunlar [aim. Sondergesetze, Spe-zialgesetze. — fr. lois speciales, — lât. leges speciales]: dar bir içtimaî münasebetler alanında kalan hukuki vakıaları hükmü altına alan kanunlardır: Belediye vergi resimleri hakkındaki K. ihtira beratı kanunu, Askerî ceza kanunu, Ziraat bankası K. gibi.
Bazı defa bir kanun kendi dairesine göre umumi ve fakat esas taksime göre hususi mahiyet alır. Ticaret Kanunu, kara ve deniz ticaretine teallûk eden işlerde umumi ve fakat Medeni Kanun yanında hususi mahiyettedir. Askerî ceza kanununun mahiyeti de umumi ceza kanununun yanında aynıdır.
7 — Harb kanunları [aim. Kriegsrecht. — fr. loi de la guerre.— ing. martial law.- lât. belli lex): husumetin devamı müddetince muhariplerin riayete mecbur oldukları kaideleri ihtiva eden kanunlar olup devletlerarası anlaşmalariyle tesbit edilmiştir : Lahay Konferanslarında kabul edilen mukaveleler gibi.
8— Emniyet ve asayiş kanunları [aim.Gesetze betr. die öffentliche Ordnung und Sicherheit. — fr. lois de surete et de police]: ırz, mal, can ve hürrüyetin muhafazasına ve ecnebilerin bir memlekette tabi tutuldukları idare şekillerine mütaallik olmak üzere konmuş olup idari kanunlar zümresine dahildir: Pasaport kanunu, ecnebilerin hukuk ve vezaifi hakkındaki kanunlar gibi.
9 — Mevkut (müddetli) kanunlar [fr. lois tempo, relies): Muayyen bir müddet tatbik edilmek ve bu müddet bitince yürürlükten kalkmak üzere yapılan kanunlardır.
10 — Fevkalâde (istisnai) haller kanunları [aim. Ausnahmegesetze — fr. lois de cireonstance; lois d'exception]: ancak fevkalâde hallerde tatbik edilmek ve o haller zail olunca tatbik olunmamak üzere konulan kanunlardır, İstiklâl mahkemeleri K.; örfi ida-e K.
11 — Muvakkat kanunlar bk. kanunu muvakkat. KANUNA KARŞI HİLE [aim. Gesetzesumaehung.
— fr- fraude â la loi. — ing. to evade the law. — lât. in fraudem legis agere].
Kanunun menettiği bir neticeyi, müsaade ettiği vasıtalarla elde etmekdir. Bununla kanunun koyduğu bir himaye, tedbir ve hükmünü tesirsiz kılmak maksadiyle hukukan caiz olan bir mukaveleye sığınarak kaçamaklı bir hukuki muamele yapılması mümkün olur. Kanun vazıı buna meydan vermiyecek hükümler koyar (MK 507, No 4, 690; Avukatlık Kanunu 50). Burada kanunun maksat ve fikrini bozacak fiil ve hareketler bahis mevzuudur. Hukuki ıstılah dilimizde bu mefhum «kanuna karşı hile»,, «kanuni hile» tâbirlerinde olduğu veçhile «hile» kelimesiyle ifade edilir. \bk. Hile i sariye.) Kanunun kabul ettiği bir netice memnu vasıtalarla elde edilebilirse muamelelerde butlan var denilir. Bu hal «kanuna karşı hile» değildir.
KANUNDA BOŞLUK /aim. Gesetzeslücke .—-fr lacune dansla loi].
Kanunda hayat hâdiselerini düzenlemeğe yetecek hükmün eksik olması veya hiç bulunmamasıdır. Eskiden kanunda boşluk bulunduğu kabul edilmiyerek ona gayet mutlak bir kuvvet ve ihata izafe edilirdi. Bu anlayışa göre yargıç, kanundan asla ayrılmiyarak türlü tefsir dolambaçlaıiyle onun içinde kalmak ve hükümlerinden asla dışarı çıkmamak mecburiyetinde idi. Hattâ modern tedvin hareketinin ilk eserleri sayılan bazı kanunlar bu esasın temini maksadiyle, kanunda bir meselenin halline yetecek hükmü bulamıyan yaryıcı kanun koyma komisyon ve heyetlerine müracaata bile zorlamışlardır (Prusya Devletleri Umumi Kanunu 46).
Fransız Medenî Kanunu da, kanunların ihata ve otoritesi bakımından aynı görüşe bağlanmakla, kanunun eksikliği veya müphemliği bahanesiyle kendisine arz olunan nizaı çözümlemekten çekinen yargıcı, ihkak-ı haktan imtina suçiyle suçlandırarak hakkında takibat yapılmasını emretmiştir(Fransız Medenî Kanunu 4).
Fakat, hayat, hâdise ve zaruretlerini kandıramıyan bu dar görüş daha yeni kanunlarda bırakılarak yargıca daha geniş bir hareket ve takdir serbestliği sağlamıştır.
Gerçekten, Alman ve bilhassa İsviçre ve Türk Medenî kanunlarına göre, kanun hayat hâdise ve münasebetlerini düzenleme bakımından sadece umumi ve objektif kaideler koyabilip teferruat meselelerinin çözümlenmesine asla yetemezler. Şu halde mütemadiyen değişen ve çoğalan hâdise ve nizaların sayısız teferruatının halinde hukuka ve yargıca geniş vazifeler düşer. Böylece modern kanunlar ve bunlar arasında İsviçre ve Türk Medenî kanunları kendilerinin eksik olduklarını ve yargıcın geniş ölçüde kendilerini tamamlayabileceğini itiraf etmişlerdir.
Bu eksiklikleri ise yargıç ya kendisine kanunun sarahaten verdiği taktir hakkını [aim. richterliches Er-messen. - fr. pouvoir d'apreciation du jugı) kullanmak suretiyle tamamlarki, bu taktirde hükümlerinde bir taraftan adalet, hakkaniyet esaslarına ve diğer taraftan da hukuk kaide ve esaslarına sadık kalmağa mecburdur (MK. 4).
Yahuf da yargıç kanunun yardımına, ondaki boşluğu doldurmak üzere yetişir ki, bu taktirde o, çözümlemeğe çağırıldığı mesele bakımından bir nevi kanun kuruculuk ödevini yapar. Yani yargıç kanunda hükmünü bulamadığı bir meseleyi, kendisi kanun kurucusu olsaydı nasıl halledecekse, öyle bir kaide koyarak ona
186 KANUNDA. BOŞLUK
- KANUNLARIN İKTİBASI
göre halleder. İşte yargıcın kanuna yaptığı bu şekildeki yardıma da (Yargıcın hukuk yapıcılığı, kanun kuruculuğu, kanun yaratıcılığı [aim. Richterliche RechtsfindungJ) denir. Bu suretle konulan kaide sadece kendisi için konulduğu hâdiseye mahsus ve maksurdur. Binaenaleyh her müşahhas hâdise zımnında yargıç bir kaide koymakla mükelleftir. Fakat yargıçların gerek taktir haklarını kullanma ve gerekse hukuk yapıcılık salâhiyetleri sayesinde mahkemeler içtihadını tesis veya onu yönelttikleri de bir hakikattir.
Yargıç, hukuk yaratıcılık ve kuruculuk salâhiyetini açıkça ilk olarak tanımak şerefi İsviçre ve Türk Medenî kanunlarına aittir (Medenî Kanun 1).
KANUNDAN DOfiAN BORÇLAR [aim. gesetzliche Schuldverhaltnisse, Legalobliçationen, gesetzliche Schuldverpflichtungen. — fr. obligations legales. ing. legal duties. — lât. obligatio ex lege].
Kanunun bir hükmü ile bir şahıs aleyhine ihdas edilen borç münasebetidir: nafaka borçları gibi (MK. 315, 626, 630, 723 vd., 858).
KANUNİ İHBAR MÜKELLEFİYETLERİ bk. İhbar.
KANUNİ İKAMETGÂH bk. İkametgâh.
KANUNİ MÜMESSİL [aim. gesetzlicher Vertreter. — fr. representant legal. — ing. legal representative, statutory agent/.
Tipik bir tarzda tanzim edilen muayyen işlerin yapılması için icap eden hukuki tasarrufları kanunun çizdiği tipik ve değişmez sınırlar içinde temsil edilenin namına ifa etmeğe kanunca salâhiyettar olan kimse. Türk mevzuatına göre aşağıda sayılan işleri yapan kimseler kanuni mümessildirler :
1 - Ana ve baba, velayeti icra hakkını haiz ol-dukhrı müddet ve nispette, çocuklarını temsil ederler (MK. 16, 268, 376).
2 — Vesayet makamlarının müdahale haklarına mütaallik hükümler baki kalmak şartiyle vasi bütün tasarruflarında vesayet altındaki kimseyi temsil eder (MK. 16. 376, 391).
3 — İflâs idaresi, masanın menfaatlerini gözetmek ve tasfiyeyi yapmak hususlarında masanın kanuni mümessilidir (İc. İf. K. 226).
4 — Bir terekenin resmi tasfiyesine memur edilen kimseler (l\ K. 572), vasiyeti tenfiz memuru (MK. 497), ticaret şirketleriyle diğer hükmi şahısların tasfiye memurları (TK. 228, 453, 482; MK. 51) ilgili mameleki temsil ederler.
5 — Ecnebi memleketlerde ve ecnebi kanunlara göre teşekkül etmiş olvp Türkiyede şube veya acenta-hane tesis ve kiişadiyle faaliyette bulunan her nevi anonim ve sermayesi e«hama münkasim şirketlerle ecnebi sigorta şirketleıinin umumi vekilleri sözü geçen ecnebi müesseseleri Tıırkiyedeki faaliyet sahasında temsil ederler (10- 10- 1330 tarihli kanunu muvakkat 1; Sigorta şirketlerinin teftiş ve murakabesi hakkındaki kanun 4 ).
6 — Bir ticaret gemisinin kaptanı bu sıfatla ge-
rek donatanın (TK. 1068- 1071. 1074, 1183, 1302) gerek yükte hak sahiplerinin (TK. 1076, 1079 - 1083; kanuni mümessilidir.
7 — Gemi müdürü donatma iştirakini temsil eder ' TK. 1034, 1035).
Buna mukabil dernek, ticaret -şirketleri, tesis gibi hükmi şahısları temsil eden heyet, meclis veya şahıslar Türk mevzuatına göre hükmi şahsın kanuni mümessili değil belki onun uzvudur.
Kanuni mümessiller hususi bir dâva vekâletine hacet olmaksızın bu sıfat dolayısiyle temsil ettikleri kimsenin dâvalarını bizzat ikame ve adlî muameleleri icra edebilirler (HMUK. 59).
Ceza Muhakemeleri usulünde kanuni mümessiller sanığa müşavir sıfatiyle yardım edebilirler (CMUK. 145).
KANUNİ ŞARTLAR [aim. gesetzliche Erforder. nisse, gesetzliche Voraussetzungen (des Rechtsgeschöfts ; Tatbestandsmerkmale. — fr. conditions ligales. — ing. legal requirements. — lât. conditiones iuris].
Bir hukuki muamelenin hüküm ifade etmesi için kanunun mevcudiyetine lüzum gösterdiği unsurlardır. Buna eski hukukumuzda «akdin rükünleri» denirdi. Bir veya iki taraflı her hukuki muamelenin en esaslı unsuru iradelerin izharıdır. Fakat çok defa tarafların irade beyanlarına diğer vakıaların inzimam etmeleri lâzımgelir: izin, icazet, intihap gibi. Bu vakıaların maddi olmaları da mümkündür: mülkiyetin intikalinde tescilin şart olması, ölüme bağlı tasarruflarda ölümün vukuu gibi.
KANUNİ TEFSİR bk. Tefsir.
KANUNİ TEMLİK [aim. Übergang kraft Ceset-zes; gesetzlicher Rechtsübergang. — fr. cession legale. — ing transfer by lam. — lât cessio legis].
Tarafların iradesine ihtiyaç göstermeksizin kanunda tasrih edilen hallerde meydana gelen temliktir (BK 147, 393, 496; TK. 965, 973; MK. 539 f 2).
KANUNLARIN İKTİBASI (kanunların al ııması) [aim. Rezeption. — fr. reception des lois. — ing. Reception. — lât. receptio].
Bir millete ait kanunların başka bir millet tarafından kendi kanunu olarak kabul ve tatbik edilmesidir. Her milletin kanunu kendi millî bünyesinin mahsı Ki i)e de büyük medeniyet hareketlerinin hukuk sahasında bir tezahürü olan ve milletlerin hukuk tarihlerinde sık sık görülen bu «reception» hâdisesi, bir millete ait mevzuatın diğer bir millet tarafından alınmasiyle, alan milletin hukuki tekâmülü üzerinde faydalı tesirler göstermektedir. Bu suretle başka bir millete ait mevzuatı alan bir millet kendi, görüş ve hayat telâkkilerine göre bu mevzuatı tatbik ederek millîleştirir. Tarihte görülen en meşhur iktibas (reception) hadiseleri Roma hukukunun Almanyada kabulü, Avrı pada hüküm sürmüş olan tabii hukukun Birleşik Amerika hükümetleri tara. fından alınması, Fransız ve Alman Medeni Kanunlarının muhtelif milletler tarafından aynen veya değiştirilerek alınması ve zamanımızda İsviçre Medeni, Borçlar, İcre
KANUNLARIN İKTİBASI - KANUN LÂYİHASI 187
ve İflas kanunlarının, İtalyan Ceza kanununun ve Alman Ceza muhakemeleri usulü kanunu ile Deniz Ticaret kanununu almamız gibi. Reception kelimesinin dilimize kanunların iktibası yerine kanunların alınması şeklinde tercümesi daha yerinde olur.
KANUNLARIN MÜLKİLİGİ /aim. Territoriali-tâtsprinz'p. — fr. territoriulite des loit. — ing. territoriality of the law].
Kanunlara mahsus bir vasıf olup delâlet ettiği mâna kanunların bir devletin ü'.ke dahilindeki şahıslara ve şeylere hâkim ve nafiz olmasıdır. Meselâ, gayrimen-kuller kimin olursa olsun bulundukları devlet kanunlarına, suçlar kim tarafından ika edilirse edilsin, ülkesinde, vukua geldikleri devlet kanunlarına tabidirler. Âmme hukukuna ait kanunlarla medeni kanunların âmme intizamına mütaallik hükümleri mülkî olmak vasfını haizdirler. Bu tâbirin zıddı «kanunların şahsîliği» dir.
KANUNLARIN NEŞİR VE İLÂM [aim. Veröf-fentlichung und Verkiındung der Gesttze. —fr. promulgation et publication des lois. — ing. publication (progation)mul of the acts of Parliament].
Kanunların halk tanfından bilinmelerini temin için a'ınan tedbirleri tazammum eder. Bu suretle herkesin kanunu öğrenmiş olduğu farz olunur ve bilmemek mazeret sayılmaz (CK. 44).
Bir kanun içinde ne vakitten itibaren mer'i olacağı ayrıca gösterilmemiş ise Resmi Gazete ile neşrinin ertesi gününden itibaren kırkbeş gün geçtikten sonra memleke.in her tarafında o kanunun hükümleri yürür.
Kanun ve nizamnamelerden bazısının neşrinden başka ayr'ca ilânları da mecburidir. Banlar cezaya vergiye, askerliğe, ve halkı doğrudan doğruya alâkadar eden diğer hususlara dair olanlardır. Bu gibi kanunlar ve nizamnameler cehillerde ve kasabalarda belediyeler tarafından ve köylerde muhtarlar vasıtash le ilân ettirilir ve keyfijet zabıt varakasij le tesbit olunur (Kanunların ve Nizamıamelerin Sureti Neşir ve İlânı ve Meriyet Tarihi Hakkında K.).
KANUNLARIN ŞAHSİLİĞİ [aim. Perso-alitats-prinzrp.—fr. personnalite des lois. — ing. legal entity of the lav/.
Kanunların cari oldukları memleket dışında da tesir icra etmeleridir.
Bu keide icabı olarak, bir memlekette yapılacak bir evlenme akdinin esasına ait şartlar, taraflar ecnebi iseler, mensıp oldukları devletin yani alâkadarların millî kanunlarına göre tâyin edilir
Bu tâbirin zıddı olan «kanuni rın mülkiliğ » esastır. Fakat teza ve vergi hukukumuzun eı nebi memleket'erde vâki suç ve muamelelere sari olan hükümleri de vardır (CK. 4-8).
KANUNLARI S TELÂHUKU bk. Hakların telâ. huku No. 2.
KANUNLARİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI [aim. Verfassungswidrigkeit der Gesetze. — fr. inconstituti-onnaliti des lois. — ing. unconstitutionnality of the laws].
Kanunların Anayasaya uygunluğu asıldır (Anayasa 103),
Bir kanunun Anayasaya aykırı olduğu iddiasını» tetkiki hususunda başlıca üç usul görülmektedir;
1 — Mahkemeler tarafından tetkik (Amerika Birleşik Devletleri);
2 — Yüksek mahsus bir mahkeme tarafından tetkik (Çekoslovakya ) ;
3 — Teşriî meclisler tarafından tetkik (Eskiden Fransada olduğu gibi).
Bizdeki kazai içtihada göre, her kanunun Anayasaya uygunluğu faraziyesine dayanılarak, aykırılık iddiasının mahkemelerce tetkiki cihetine gidilmemektedir.
K^NUMAR İHTİLÂFI [aim. Gesetzeskollision, Statutenkollision, Gesetzeskonflit. — fr. con flit des lois. — ing. conflict of laws. — lât. collisıo statutorum * ].
Tatbik edilecek kanunlar arasındaki farklardan doğan vaziyetleri ifade eder. İhtilâf ya aynı mahalde tatbik edilecek kanunlar arasında olur - buna kanunların zaman itibariyle çatışması denir - ya başka yerlerde tatbik edilen kanunlar arasında vukua gelir - buna kanunların saha cihetinden ihtilâfı derler - yahut aynı mahalde, başka başka insan grupları arasında tatbiki lâzım gelen kanunlar arasında vukubulur - buna da şahısların kanunlarındaki ihtilâflar ismi verilir :
1 — Kanunların zaman itibariyle ihtilâfı : bu bir devletin biri diğerinden sonra gelen kanunları arasındaki çatışmadır. Meselâ, mülga Mecelleje nazaran kefalet akdinin yazılı olması lâzım değilken Borçlar Kanununa göre kefalet akdinin sahih olması için yazılı yapılması şarttır.
2 — Kanunların saha itibariyle ihtilâfı: muhtelif mahallerde cari kanunlar arasındaki çatışmadır. Bu çatışma birçok şekillerde görünür:
a) Millî kanunlarla ecnebi kanunların çatışması şeklidir ki, buna milletlerarası kanunlar ihtilâfı denir. Bu şekildeki ihtilâl 1ar Devletler hususi hukukunun tam mânasında mevzuunu teşkil ellerler.
b) Bir devlete ilhak edilen yerlerde muhafaza olunan kanunlarla ilhak eden devletin kanunları arasındaki çatışmalardır: Versay muahedesiyle Fransa'ya ilhak edilen Alsas ve Loren vilâyetlerinde merî olmaları kabul olunan bazı Alman kanunlariyle Fransanın diğer vilâyetlerinde carî kanunlar arasındaki ihtilâflar gibi. Buna vilâyetler arası ihtilâfı denir.
c) Bir devlete ilhak olunan yerlerde carî kanunlarla ilhak eden devlet kanunları arasındaki ihtilâflardır. Buna «ilhaktan doğan çatışma» denir. İlhak eden devlet kendi kanunlarını ilhak edilen yerlerde ilhaktan evvel carî kanunlar yerine geçirince bu ihtilâlar hadis olur.
3 — Şahsi kanunların ihtilâfı : aynı devlet ahalisi hakkında, ahalinin başka başka camialara merbııtiyet-leri itibariyle, ayrı ayrı tatbik edilecek kanunlar arasındaki çatışmalardır : Osmanlı Devleti zamanında ah-kâm-ı şahsiye meseleleri için, müslumanlar, hıristiyanlar, ve musevîler arasında ayrı hukuki rejimlerin tatbiki bu kabildendir.
KANUN LÂYİHASI (Kanun Tasarısı) [aim. Ge. setzesentwurf. — fr. projet de loi — ing. bili — lât. seriptum legis].
188
KANUN LAYİHASI
- KANUN YOLLARI
Kanun halini iktisabetmek üzere hükümet tarafından mucip sebepleriyle birlikte hazırlanıp Büyük Millet Meclisine tevdi edilen, Bakanlar Kurulunun imzasını taşıyan kanun taslağıdır (Anayasa 15; İçtüzük 27, 30, 36 vd.).
KANUNNAME Bir taraftan islâmiyetin süratle inkişaf ederek eski bir medeniyet ve hukukî kaidelere malik muhtelif .kavimleri kendi içine alması, diğer taraftan muhtelif sahalarda kurulan islâm devletlerinin daima değişen içtimaî ve iktisadî hayat şartlarına göre yeni yeni siyasi, idari, mali müesseseler vücuda getirmek mecburiyetinde kalmaları daha ilk asırlardan baş-llyarak hükümdarları şeriat hükümlerinin dar çerçevesinden dışarı çıkmak ve yeni nizamlar koymak zaruretinde bıraktı. İslâm hukukunun nazarî bir surette tedvininden yani fıkhın ve muhtelif fıkıh mekteplerinin (mezhep) teşekkülünden sonra hükümdarların iradesinden doğan ve menşei itibariyle şer'î olmıyan bu nizamlara - Yunanc'adan alınıp ilim ve felsefe ıstılahı olarak kullanılan - «kanun» adı verilmeye başlandı. XI inci asırda daha Selçukîler zamanında artık bu mânada yapılmış olan kanun kelimesinin, bütün islâm ve türk devletlerinde, meselâ müslüman Moğollarda, Osmanlılarda, Sa-favîlerde mevcudiyeti görülmektedir, islâm hukukçuları, örf ve âdete ve maslahata (yani kamu faydasına) dayanan ve emirülmüminin (yani islâm ümmetinin başı, âmiri olan hükümdar) tarafından bu sıfatla vazedilen bu kanunları, içtimaî bir zaruretin ifadesi olmak bakımından caiz görmüşlerse de, onları şer'î hükümlerden daima ayırmışlardır, işte bu suretle islâm devletlerinde hukuk kaynağı olarak şer'î hükümlerin yanında kanuni hükümler de yer almıştır ki, buna «örfi hükümler» de denir. Sonraları «kanun» kelimesi bilhassa Osmanlılarda büyük bir ehemmiyet kazanarak mânasını, şümulünü artırmış, hattâ kavanin-i serîye, (şer'î kanunlar) ve kavanin i örfîye (örfî kanunlar) gibi tâbirler kullanılmıya başlanmıştır.
Bugün Şimali Afrikada «Berber» kabileleri kendilerine mahsus örfî statülerine ve bunları tesbit eden Mecellelere «kanun» adını verirler.
Osmanlı imparatorluğunda gerek âmme hukukuna, gerek hususi hukuka ait kanunları bir araya toplıyan mecellelere «kanunname» veya «kanunname-i Osmanî » adı verilir: Fatih kanunnamesi; Kanuni Sultan Süleyman kanunnamesi gibi.
KANUN TASARISI bk. Kanun lâyihası.
KANUN TEKLİFİ [aim. Gesetzesvorschlag.— fr. proposition de loi.— ing. bili.— lât. legislatio, rogatio].
Usulü dairesinde kanun halini iktisabetmek üzere, Milletvekilleri tarafından hazırlanıp Türkiye Büyük Millet Meclisine gerekçeleri ile birlikte verilen kanun taslağıdır (Anayasa 15; İçtüzük 27, 35 vd. ).
KANUN TEKLİFİ HAKKI' [aim. Initiativrecht, Vorschlagsrecht. — fr. droit d'initiative legislative. — ing. right of initiative for legislation].
Hükümetin ve Milletvekillerinin herhangi bir mesele hakkında kanun teklif etmek şeklinde tezahür eden salâhiyet ve iktidarlarıdır (Anayasa 15).
Bazı memleketlerde bu hakka muayyen nispette halkın iştiraki kabul edilmiştir (İsviçre Federal Devletinde olduğu gibi).
Bizde her ne kadar vatandaş doğrudan doğruya kanun teklifi hakkını haiz değilse de Büyük Millet Meclisince tetkik edilmekte olan bir kanun hakkında istida vermek suretiyle düşüncesini bildirebilir (içtüzük 50 f. 2).
KANUNU BİLMEMEK MAZERET SAYILMAZ [aim. Unkenntnis des Gesetzes schützt nicht vor Strafe. — fr. nal n'est cense ignorer la loi. — ing. « ignoratio iuris (legis ) neminem excusat ) (Ignorance of the law excuse no man). — lât. iuris ignoratio cui-que no cet].
Kanunların neşir ve ilânı neticesinde herkesin onları öğrenmiş olduğu faraziyesine dayanan bir düstur (CK. 44).
KANUN-U ESASI bk. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu.
KANUN-U MUVAKKAT [aim. Notverordnung. — fr. decret - loi ] .
Kanun-u muvakkat veya kararname, garp memleketlerinin bazısında hususiyle Fransada, fevkalâde zamanlara mahsus olmak üzere devlet reisleri tarafıtdan yapılan teşriî tasarruflara denir. Osmanlı kanun-u esasisine (36) göre fevkalâde hallerde hükümet tarafından kanun hüküm ve kuvvetinde kararlar ittihazı caizdir. Bugünkü Anayasa muvakkat kanun koyma usulünü kabul etmemiştir.
KANUN VAZT [aim. Gesetzgebung.— fr. legislation (action de legiferer,. — ing. legislation. — lât. legum datio].
Teşri uzvunun, umumi kaideler vazetmek için müracaat ettiği hukuki ameliyeye derler.
KANUN VÂZII [aim. Gesetzgeber. — fr. legisla-teur. — ing. legislator].
Hükmü umuma veya hususa şâmil kaideleri usulü dairesinde vaz ve tesise salahiyetli makamdır. Demokrasi ile idare olunan memleketlerde kanun vaz'ı halkın hakkı olarak tanınmış ancak bu hak halkın teşriî mec-lislerdeki mümessilleri tarafından kullanıldığı için bu meclisler kanun vâzn sayılmakta bulunmuştur. Türkiye-de kanun vâzıı Büyük Millet Meclisidir (Anayasa 5, 26).
KANUN YOLLARI [aim. Rechtsmittel. — fr. voies de recours. — ing. legal remedy. — lât. ius[.
Kaza mercilerinin henüz katîleşmemiş olan kararlarını tekrar tetkik ettirmek mâksadiyle daha yüksek derecedeki mercilere sevk eden hukuki vasıtalardır.
Kanun yolları şunlardır: itiraz, istinaf, temyiz. Bundan başka, icra hukukunda icra ve iflâs memurlarının yaptıkları muamelelere karşı «şikâyet» yolu vardır. Askerî disiplin ceza hukukunda da, disiplin cezalarına karşı cezalı ve cezayı veren tarafından müracaat için şikâyet yolu açılmıştır (HMUK. 427 - 454; As.MUK. 219-248; MK. 372, 404, 432; Devlet Şûrası K. 48-56; lc.lf. K. 16, 17, 18, 363-366).
lade-.i muhakeme, hukuk usulünde ve Devlet Şûrası kanununda bir kanun yolu olarak gösterilmiş ise de Ceza usulünde kanun yolu sayılmamıştır.
«istinaf» kanun yolu bizde istinaf mahkemelerinin kaldirılmasiyle kapanmıştır.
KAPALI CELSE - KARABET
189
KAPALI CELSE bk. Gizli celse.
KAPAN NAİBİ Vaktiyle Zahire Nezareti tarafın, dan Istanbulda toplanan zahireleri muayyen fiyatla ekmekçilere tevzi için tâyin olunan naib idi.
KAPARO bk. Pey akçesi.
KAPİTÜLÂSYON 1 - bk. Teslim mukavelesi.
2 — [aim. Fremdenprivilegien, Kapitutationen. — fr. capitulations. — ing. Capitulations]. Şark ve Yakın Şark memleketlerinin yalnız bir taraflı olarak Avrupa ve Amerika devletlerine tanıdıkları bir takım imtiyazlardır. Bu imtiyazlar, bir devletin istiklâlini ifade eden teşri, kaza ve icra kuvvetlerini takyit ettiğinden kapitülâsyon usulünü kabul eden devletler hukuki mânada tam müstakil devlet sayılamazlar.
Osmanlı Devletinde ilk kapitülâsyon, Kanunî Sultan Süleyman tarafından Fransaya verilmiş, diğer padişahlar tarafından bu kapitülâsyon yenilenmiş ve 1740 senesinde Sultan Mahmut ile Fransa kiralı XV. Lui arasında akdolunan bir muahede eski kapitülâsyon hükümlerini fazlasiyle içine almakla beraber, iki devlet arasında ebedi bir şekil almış ve diğer devletlerle akdedilen muahedelere esas olmuştur. Bu muahedenin bir fıkrası gelecek nesillere bir ibret levhası olmak için aynen alınmıştır: «françalılarm birbiri arasında kan veyahut ahar şenaat vaki olursa elçileri ve konsolosları âyinleri üzere görüp fasledip zabitlerden bir fert dahi ve taarruz etmiye».
Fransızlarla 1802 senesinde akdedilen bir kapitülâsyon ile Ogmanlı Devleti Fransaya ayrıca diğer devletlere verilen müsaadelerden istifade hakkını veriyordu ki, bu hükümle Fransa hem haiz olduğu kapitülâsyonları muhafaza ediyor, hem kendisinin haiz olmadığı bir imtiyaz diğer devletlere verilmiş ise bu imtiyazdan istifadeyi temin eyliyordu.
Tedricen Avrupacın diğer devletlerine de kapitülâsyonlar verildiği gibi istiklâl kazandıktan sonra Birleşik Amerika devleti ile Meksika, Brezilya devletlerine ve Osmanlı devletine tabi iken sonra ondan ayrılan Yunan ve Romanya devletlerine ve hattâ Iran devletine sarih veya zımnî kabullerle kapitülâsyon verilmiş veya fiilen tanınmıştır.
Kapitülâsyonları, adlî, malî ve idarî kısımlara ayırmak mümkündür:
Adlî imtiyazlar; aynı devlet tâbiiyetinde bulunan ecnebiler arasındaki hukuk ve ceza dâvalarının kendi konsoloshanelerinde görülmesini ifade eder. Ecnebi iki devlet tabaası arasındaki suçların muhakemesi de Osmanlı mahkemelerine ait değildi. Yalnız Osmalılarla ecnebiler arasındaki suçlara, muhakemede ecnebinin konsoloshanesinde bir tercüman hazır bulunmak şartiyle Osmanlı mahkemeleri bakabilirdi. Bir ecnebinin suçundan dolayı hapis ve tevkifi kabil olmaz ve meşhut suçlarda ecnebiler kendi konsoloshanelerine teslim edilmek şartiyle tevkif edilirdi. Osmanlı mahkemelerinin bakabileceği bu nevi dâvalarda tercümanın huzuru şart idi Osmanlı hukuk mahkemelerinden verilen ilânların icrasını bazı devletler kendi üzerlerine alm:ş, bazımı da Osmanlı devletine bırakmıştı. İlâmın icrası için ecnebiye ait eve, hattâ otel ve matbaa gibi umuma açık yerlere girmek tercümanın huzuruna bağlı idi.
tdarî imtiyazlar: Osmanlı karasularında ve hattâ limanlarında bulunan ticaret gemilerine içlerinde suç vâki olsa bile girememek, bunlara iltica eden suçluları alamamak, memleketteki ecnebileri idareten hudut haricine çıkaramıyarak bu salâhiyeti bile ecnebi sefir ve konsoloslarına bırakmak gibi muameleler idi.
Malî imtiyazlar: kapitülâsyona sahip devletlerin tebaası emlâk vergisinden ve değiştirilemiyen bir nispetteki gümrük vergilerinden ve köprü müruriyesi ile tanzifat resminden başka bir vergi ve resim vermezlerdi. Gümrük vergisinin artırılmasına, inhisarlar tesisine muhalefet eylerlerdi.
Kapitülâsyonların ilgası - 1856 Paris muahedesiyle Osmanlı devletinin Avrupa hukuk-u umumiyesi ve Cemiyeti menafimden hissedar olması kabul edildikten sonra Ali Paşa kapitülâsyonların ilgası için teşebbüsatta bulunmuş ise de muvaffak olamamıştır. İkinci meşrutiyetin ilânını müteakip Bosna-Hersekin ilhakı üzerine akdedilen muahede ile Avusturya devleti ve Uşi muahedesiyle- italya devleti diğer devletler razı oldukları halde kapitülâsyonların ilgasına muhalefet etmiyecekle-rini teahhüt etmişlerdi. Osmanlı devleti kapitülâsyonları 26 Ağustos 1914 (1330) tarihinde ilga etmiş ise de bana diğer devletler itiraz etmiş, İstanbul hükümetine kabul ettirilen Sevr muahedesinin 261 inci maddesinde ise kapitülâsyonları, onlardan doğrudan doğruya veya dolayısiyle istifade eden devletler menfaatına yeniden tesis edileceği ve 1 Ağustos 1914 tarihinden evvel istifade etmiyen müttefik devletlere de kapitülâsyonların teşmil edileceği hükmü konulmuştur.
Yeni Türk devleti kapitülâsyon rejimini kabul etmediğini Misakı Millî beyannamesiyle (6) ilân ettiğinden Rusya Şûralar Federatif Cumhuriyetleri Hükümeti yeni Türk devleti ile akdetmiş olduğu Moskova muahedesinin yedinci maddesinde kapitülâsyonların hükümsüz ve lağıv olduğunu kabul eylemiştir. Nihayet, Lozan sulh muahedesinin 25. maddesinde, kapitülâsyonların ilgasını her devletin kendisine taallûku cihetinden kabul ettiği beyan olunmuştur.
KAPTAN [aim. Schiffer, Kapitan. — fr. capitaine. — ing. captain, master (of the ship). — lât. magister navis, nauarchus].
Geminin sevk ve idaresinden kanunen mesul olan kimse. Eskiden patron, reis denirdi. Bugün süvari, kaptan" denir.
Kaptanlık şartları 1 Eylül 1945 tarih ve 6098 sayılı Resmî Gazete çıkmış ve 1 Temmuz 1945 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Gemi adamları ve deniz ehliyetleri yönetmeliğinde gösterilmiştir. ¦ Kaptanlık akti Ticaret Kanununun 1086 - 1096 ncı maddeleri hükmüne tabidir.
KAPTAN PAŞA Osmanlı imparatorluğunun eski teşkilâtında donanma kumandanlığı vazifesini gören, tersane işlerine bakan komutandır.
KAR (kar5) (Es. H.) Hayz demektir. Cemi «kuru' kürü'» dur.
KARABET 1 — bk. Hısımlık.
2 — ( Vakıfta ) ( karâbat ) (Es. H.) Bir kimsenin baba veya ana veya her ikisi tarafından islâmiyet devrini idıâk eden son babasına niçpeti bulunan kimseleri ifade eder. Gayri müslimler için de karabet tâbiri bu mânada imal olunur. Karabet tâbirinde örfen ana ve baba ve öz çocuklar dahil olmaz.
190
KARABETİ EB - KARAR
KARA BET-1 EB (karâbet-i abb) Baba ve dedeler tarafından olan karabettir. Baba ve ana bir, veya yalnız baba bir kardeşler ve ferileri, yakın ve uzak amcalar ve bunların ferileri gibi.
KARABET-İ GAYRİ VİLÂD (Feraizde) (karabet i Bayr-i vilâ 1) Usul ile füru hısımlığının dışında bulunan kan hısımlığıdır: kardeş, aınca, hala, dayı, teyze hısımlıkları gibi.
KARABETİ VİLÂD (karâbet-i vilâd) Usul ile füru arasındaki karabettir: baba ile çocuk, dede ile torun arasındaki karabet gibi.
KARA HAR8İ HUKUKU /aim. Landkriegsrecht. — fr. dispositions concernant le droit de la .guerre terrestre- — ing. law of land warfare ].
Denizler ve havalar dışındaki harb hareketlerinde muharip devletlerin, bir taraftan, biribirlerinin askerî kuvvetlerinin mukavemetini kırmak zoru altında yapabilecekleri fiillere ve kullanabilecekleri tahrip vasıtalarına ve diğer taraftan, insaniyet prensiplerine aykırı olarak karşılandığı için yapamıyacakları fiillere ve kul-lanamıyacakları tahrip vasıtalarına ait kaidelerdir.
Bilhassa tahrip vasıtalarının gittikçe inkişafı dolayısiyle müşterek mukaveleler, biribiri'ie zıt bu iki prensibin teliri yoliyle mubah ve memnu hareket vasıtalarını tâyin ve tasrih güçlüğü karşısında, ancak bazı umumi kaideler vaz'ı ile iktila etmişlerdir (1868 Petersburg Beyannamesi; 1874 Brüksel Beyannamesi; 1899 Lâhey Mukavelenamesi ve bu mukaveleye bağlı Nz. ).
KARAKOL [aim. Wache, Militarwache, Streif-wache, Wachtposten.— fr. poste militaire. — ing. sentry, guard. — lât, custodia, vigiliae, vigiles],
Hazar ve seferde emniyet, muhafaza, disiplin, tarassut maksatlariyle silâhlı olarak bir yere konulan ve muayyen bir talimatı haiz olarak bir âmirin emrinde bulunan silâhlı bir kısım askerdir (As. CK. 15 ; Ordu Dahilî Hizmet K. 74).
KARA LİSTE [aim. schwarze Liste, Cavete -Liste. — fr. liste noire. — ing. black list}.
Kendi menfaatlerini korumak maksadiyle muayyen bir teşekkül ( devlet, parti, ticari birlikler, karteller ) tarafından tanzim olunan ve aleyhlerinde bazı hususları bellenmesi istenen şahıs veya şaylerin (mejelâ kitap) isimlerini taşıyan liste hakkında kullanılan tâbir. İktisadi boykotun bir nevidir. Meselâ millî menfaatin korunması maksadı için kendileriyle ticari münasebette bulunulmaması kararlaştırılan tacir veya ticarethanelerin isimlerini taşıyan liste.
1 — Milli hukukta : harici ticarette tacirlerimizle yapılan anlaşmalara aykırı hareketle taahhütlerinden cayan veya hile yapan ecnebi tacirlerin isimleri ihracat birlikleri idare heyetleri tarafından kara listeye geçirilir (ihracat Birlikleri Statüsü 42). Bir şahıs veya şeyin kara listeye yazılması icabında adap ve ahlâka aykırı düşebilir ve bu itibarla zarar ve ziyan ve hattâ ceza verilmesini icab ettirebilir (8K. 41 f. 2 ; CK. 201).
2 — Milletlerarası hukukunda: 1914-1918 harbinde muhariplerin düşmanlariyle ticareti müessir ve fii'i surette menetmek için ittihaz ettikleri tedbirler cümledin-dendir. ingiltere, Fransa, Rusya, İtalya, Belçika, Japonya, Sırbistan ve Portekiz murahhaslarından Pariste 1916 da teşekkül eden iktisadi konferans, bu devletlerin kendi
tabaasının ve memleketlerinde oturan bütün şahısların: a) düşman memleketinde oturanların tâbiiyetleri ne olursa olsun, kâfiesiyle ; b) nenede oturuılarsa otursunlar düşman devlet tabaasının hepsijle; c) muamelelerinin tamaını veya bir kısmı düşman devlet tabaası tarafından murakabe edilen veya düşmanın hüküm ve nüfuzuna tabi bulunan şahıslar ve ticarethanelerle ticareti men etmiş olduğundan, bu memnuiyete muhalit hareket edenlerin isimlerini havi olarak Fransa, İngiltere devletleri tarafından neşredilen listelere bu nam verilmiştir.
Bugün Deuiz Müsadere hukukuna dayanarak dev. letlerce düşmana yardım etmesi melhuz şüpheli gemiler ve firmaların sigorta edilmemeleri ve bunlaıa kıedi verilmemesi ihtarı yapılmaktadır.
İkinci cihan harbinde de savaşan devletler böyl* kara listeler neşretmişlerdir.
KARANTİiNA [aim. Quarantine. — fr. quaran-taine. — ing. quarantine].
Umumiyetle bulaşık hastalıkların yayılmasını önlemek maksadiyle ihtilâfı menedici sıhhi bir tedbirdir.
Deniz hukukunda : milletlerarası karantina anlaşmaları hükümlerine göre limana her gelen gemide bir sıhhat patentası buluıımik lâzımdır. İçinde bulaşık hastalık bulunan veya bulaşık hastalıklı bir yet den gjen gemi karantina altına alınır, yani sahil ile ihtilâfına müsaade olunmaz.
Bizde bu işlere Hudutlar ve Sahiller Umum Sıhhat Müdürlüğü bakar. Buna gemiciler «karantina idaresi» de deıler (Umumi Hıtzıssıhha K. ).
KARAR [aim. Beschluss, Anordnung, Entschei-dung, Entscheid, Urteil, Verfügung. — fr. resolution (des assembles j; decision (administ ative, judiciaire; du Conseil des Ministres); vote. — ing. decision, sentence, judgment, writ. — lât. sententia, decretum].
Teşrii, kazai, idari müessese ve makamlar veya hükmi şahıslar topluluğundan sadır olup hukuki vaziyet ihdas veya izhar eden beyandır.
1 — Teşrii kararlar [alın. Beschlüsse der gesetz-gebenden Körperschaft. — fr. votes legislatifs] : ya bir kanunun emri yahut T. B. M. M. İçtüzüğünün gösterdiği lüzum ve mÜ3aade üzerine verilir. İstiklal madalyası verilmesi, istiklâl makkemeleri teşkiline mütaallik kararlar ile kanun tefsiri (yorumu), örfi idare (sıkıyönetim) ilânı gibi (Anayasa 26, 86; İstiklâl Madalyası, İstiklâl Mahkemeleri K ). İçtüzüğe göre verilen kaıarlar da kanun müzakeresini tamamlıyan kararlar veya milletvekilliğinin onanması veyahut Sayıştay Komisyonu ile dilekçe komisyonundan çıkan kararların tasdik veya reddi gibi kararlardır. Bunların mahiyeti kazai kararlara muhalif olmamak şartiyle" icraidir.
Bir de Büyük Millet Meclisinin yukarda bahsedilenler dışında ya resen yahut bir teklif üzerine ittihaz edilmiş kararları vardır ki, bunlar da mahiyetleri itibariyle ancak sâdır oldukları hususa münhasır olup umumi kaide mahiyetini alamaz.
2 — Kazai kararlar (Yargılama kararları) [aim, gerichtliche {richterhche) Entscheidungen t Urteil, Beschluss, Verfügung) — fr. decisions juridictionnelles]: Kaza salâhiyetini haiz olanlar tarafından verilen kararlardır. Şahit celbine, senet ibrazına, tevkile, hacze, mahkûmiyete ve beıaate, vergi tahsiline karar verilmesi gibi.
KARAR - KARI KOCA
3 — İdarî kararlar [aim. Verwaltangsentscheide. — fr. decisions administratives]: İdarî tasarrufa salahiyetli heyet ve makamlardan kanun ve nizamların ruhuna Uygun olarak sâdır olup emir ve nehyi tazammun eden yahut bir sıfat ve salâhiyeti tevdi ve nezeyliyen ve kendisinde icra edilmek kudreti bulunan kararlardır. Bunlardan Bıkanlar Kurulundan sâdır olanlarına «kararname» denir, ve bu kararnameler Cumhurbaşkanına tasdikine iktiran eder.
4 — Statü kararları [aim. Körperschaftsbeschliisse.
— fr. decisions socialesj: Hükmi şahsiyeti haiz mües-seselerce ittihaz edilen kararlardır. Cemiyetlerin, ticari şirketlerin, tesisi idare eden heyetlerin kararları gibi.
5—Ara kararı [aim. Zwischenentscheidung, Zwi-schenurteil. — fr, jugement d'incident, reponse provi-soirej: Ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen ve bir muhakemeyi nihayete erdirmiyerek dâvanın tahkikini kolaylaştıran veya neticeyi hazırlıyan, yahut muvakkat surette ittihaz olunması lâzımgelen bir tedbiri tazammun eden kararlardır ki, bunlar hakkında müstakillen kanun yollarına müracat olunamaz; ara kararları ancak esas hükümle birlikte temyiz olunabilirler. Meselâ, itiraz-ı iptidaiye üzerine verilen karaılar, işin e h 1 - i hibreye havale edilmesi, münazaalı gayrimenkulun keşif Ve muayenesi, çabuk bozulacak eşyanın vikayesi, bir kimseye yemin tevcih edilmesi, ölünün muayenesi, yargıcın reddi hakkındaki mütalebeler üzerine verilen karaılar ara kararıdır (HMUK. 213, 220, 222, 225; CMUK. 31, 34).
6 — Katı karar [aim. unanfechtbare Entscheidung.
— decision souveraine): Kanunda katiliği sarahaten gösterilmek suretiyle başka bir mercide tetkikine imkân bülunmıyan kararlardır (Devlet Şûrası K. 23,24; HMUK. 445; CMUK. 305; Köy K. 49).
7 — Katileşmiş karar [aim. rechtskraftige Entscheidung. — fr. decision passee en force de choae jugeej: Adlî ve idarî mahkemelerle idarî mercilerden nihai surette verilip Yargıtay ve Danıştayca tasdik edilen veyahut kazaî ve idarî mercilerden verilip de kanun yollarına müracaat imkânı bulunan ve fakat muayyen müddetler içinde itiraz, istinaf ve temyiz yollarına gidilmemek suretiyle katiyet iktisabetmiş olan kararlardır
(.HMUK. 445).
8 — Nihai karar [aim. Endurteil. — fr. decision definitive (rendue in terminis) ] ; Bir kaza merciinde ihtilâfa nihayet veren kararlardır, (bk. Hüküm). Bu kararlar hakkında ancak Yargıtay veya Danıştaya müracaat olunabilir. Ara kararının aksi mânada kullanılır (HMUK. 427; Devlet Şurası K. 24 f, d.)
9 — Eski Usulü Muhakematı Hukukiye kanununa göre dâvaların tetkiki sırasında Kararı idadi, Kararı muvakkat, Kararı karine ve Kararı kati adlarında dört nevi karar verilirdi.
Kararı idadi, dâvanın tahkikini kolaylaştıran ve hükmün neticesini hazırlayan karaıdır; mahkemenin bir alacak dâvasının mümeyyizlere havalesine, bir akarın keşline dair verdiği kararlar gibi.
Kararı muvakkat, dâvanın katî surette fasıl ve hükmünden evvel muvakkaten ittihazı icabeden tedbiri tazammun eyliyen karardır: münazaalı eşyanın mahzurdan veya tehlikeden korumak için muvakkaien muhafaza altına alınmaları hakkında verdiği karar gibi.
191
Kararı karine, dâvanın görülmesini kolaylaştırmak ve hüküm neticesini hazırlamakla beraber hükmün ne ol. duğunu hemen ihsas ettiren tedbiri tazammun eyleyen karardır;.meselâ alacak dâvasında yemin etmesine dair verilen karardır ki yemin etmezse mahkûm olacağından bu karar verilecek hükmü de anlatmış olur.
Kararı katî, , dâvayı fasleden yani dâva onunla mahkemede biten karardır. Dâvanın isbat edilemediğinden dolayı reddine dair verilen karar gibi.
KARARLARIN TASHİHİ bk. Tashihi karar.
KARARNAME [aim. Ministerratsbeschluss, Regie-rungsbeschluss, Verordnung, Dekret. — fr. decret, decret-loi. — ing. Government ord r, decree].
1 — Cumhurbaşkanının imzasiyle tamamlanan hükümet kararıdır.
2 — Fevkalâde hallerde devletin bünyesini iktisat ve milli müdafaa bakımlarından korumak ve kuvvetlendirmek maksadiyle Tüık Parasının Kıymetini Koruma ve Millî Korunma kanunu ile Bakanlar Kuruluna verilen salâhiyetlere dayanarak ittihaz edilen kararlara da «Kararname» denilmektedir.
KARASULARI [aim. Kustengewiisser, Territorial-gewasser, — fr. mer territorials. — ing. territorial waters. — lot. aquae territoriales].
Bir devletin sahilleri boyunca uzanıp, iahildar (kıyıdaki) devletin menfaati icabı olarak açık denizin serbest olması rejimine tabi tutulmıyan deniz sahasına denir.
Karasuları için ekseriyetle kabul edilen saha üç deniz mili (takriben 5500 metre) dir. Gümrük kanunumuz bakımından karasularımız sahilden denize doğru dört mil mesafe dahilinde bulunan sahadır.
Karasuları için alâkadar devlet, gümrük esasları ve yerli ve ecnebi gemilere tatbik edilecek zabıta kanun ve nizamları koymıya salâhiyettardır.
KARAYA OTURMA [aim. Strandung, Scheitern, Auflaufen. — fr. echouage, echouement. — ing. stranding. — lât. naufragiumj.
Umumi anlamda, bir geminin kasten veya kazaen herhangi bir kara parçası üzerine binerek orade hareketsiz kalmasıdır.
Büyük avaryada, yalnız batma veya zaptedilme tehlikesini önlemek için kaptanın gemisini bile bile sığ bir sahile saplamayıdır (TK. 1247 ).
Buna «karaya oturtma» denir. [aim. auf Strand setten, freiuillige Strandung. — fr. echouage volontai-re.— ing. voluntary stranding].
KÂRDAN MAHRUMİYET bk. Zarar ve ziyan.
KARI 1 — «Eş» [aim. Ehefrau, Ehegattin, Gattin. — fr. epouse. — ing' wif. — lât. uxor, coniunx] anlamında: evlilik bağı ile kocaya bağlı ve evlilik azasından olan kadın (MK. 151 vd.).
2 — «Evli kadın» [aln. verheiratete Frau, Ehefrau. — fr. fernme mariee; femme liee de mari; femme en puissance de mari. —¦ ing. married woman. — lât. mulier nupia] anlamında: evli olma hali yüzünden hareket ve tasarruf serbestisinde bazı taiıdidlerle bağlı olan kadın (MK. 155 vJ.; TK. 7).
KARI KOCA [aim. Ehegatten. — fr. epoux. — ing. husband and wife. — lâti. maritus et uxor (coniunx)].
192
KARI KOCA - KARZ
Evlenme merasiminin icrası ile evlilik birliğini teşkil eden erkek ve kadın. Bunlara «eşler» de denir. (MK. 151 vd.).
KARI - KOCA MALLARININ İDARESİ bk. Evlenme mukavelesi.
KARININ BİRLİĞİ TEMSİL SALÂHİYETİ /o/m. Schlusselgewo.lt. — fr. droit de representation de la femme mariie. — ing. agent of necessity (liabilitie of the husband for debts which the wife has incurred for necessaries) ].
Karının, evlilik birliğinin âzası sıfatiyle ve muayyen kayıtlar içerisinde bu birliği temsil etmek hususunda haiz bulunduğu salâhiyettir.
Karının bu sıfatla yaptığı hukuki muameleler kendisini değil kocayı bağlar. Bilhassa karının yaptığı borçlardan dolayı evlilik birliğinin reisi olarr koca mesuldür. Karı ise, bu borçlardan ancak ferî şekilde mesul olur. Karının evlenme birliğini temsilde salahiyetli bulunduğu haller ikidir:
1 — Karı evin mutat geçim ve idaresi için ica^e-den muameleleri yapabilmek hususumda evlilik birliğini temsil salâhiyetini haiz sayılır.
2 — Karıya koca tarafından yukarıkinden daha geniş temsil salâhiyeti verilmiş ise bu salâhiyete dayanarak da karı evlilik birliğini temsil salâhiyetini haiz olur (MK. 155, 158).
KARIŞMA VE BİRLEŞME bk. İktisap ve yolları. KARİNE [aim. Vermutung. — fr. presomption.— ing. presumption. — lât. praesumptio ].
Malûm olan bir vakadan malûm olmiyan diğer bir vakayı istidlaldir.
Kanuni karine [aim. gesetzliche Vermutung. — fr, presomption legale (simple). — ing. rebuttable presumption of law. — lât. praesumptio iuris tantum] : kanunun, bir vakayı diğer bir vakanın olduğuna veya olmadığına delil sayması, kanunun yaptığı istidlaldir, beraber ölenler için karine, hüsnüniyet karinesi, ölüm, babalık mirası red, mülkiyet, borcun sukutu karineleri
gibi (MK. 3, 30, 241, 301, 545, 898, 929, 930; BK. 88).
Maddi karirie [aim. tatsachliche Vermutung.— fr. presomption de l'homme (de fait). ~ ing. presumption of fact. — lât. praesumptio hominis et factij : hayat tecrübelerinden çıkan karinedir.
Katî karine [aim. Rechtsvermutung, unwiderleg-bare Vermutung. — fr. presomption absolue, irrefragable. — ing. irrebutable (conclusive; presumption, — lât. praesumptio iuris et de iurej: aksinin hiçbir suretle ispatı kabil olmiyan kanunî karine (istidlal dir.
KARİNE-1 KATI A (karîna-i kâji'a) (Es. H.) Had-di yakine baliğ olan emmaredir ki, esbab-ı hükümden birisidir.
KARİYE bk. Köy.
KARNA (karna') (Es. H.) Tenasül mevziinde mukarenete mâni gudde, yahut kemik bulunan kadındır.
KARŞILIK [aim. Deckung, Valuta. — fr. provision, couverture. — ing. founds, cover, provision/.
1 — Ticaret hukukunda : a) Bir poliçede veya çekte keşidecinin muhatapta olan alacağıdır, b) Tedavüle senet çıkarmış olan bir şahsın kuponlara ve itfaya uğramış senetlere ait tediyeleri temin etmek üzere o senetlerin malî hizmetini ifa ile mükellef bankaya ya-
tırmış olduğu meblâğdır, e) Bir borsa acentasına veya kulisiyeye nakit veya esham ve tahvilât ve mümasil senetler şeklinde teslim edilen kıymetlerdir./aim. Kau-tion. — fr. caution. — ing. security/.
2 — Tedavül bankalarında: tedavül bankasınca çıkarılmış banknotların temsil ettiği maden veya kıymetlerdir.
KARŞILIKLI AKİTLER bk. Akit.
KARŞILIKLI EDA MUKAVELELERİ bk. Mukavele.
KARŞILIKLI DÂVA bk Mütekabil dâva.
KARŞILIKLI SİGORTA [aim. Versicherung auf Gegenseitigkeit, Gegenseitigkeitsversicherung. — fr. assurance mutuelle. — ing. mutual insurance].
Birçok şahısların bir araya gelerek muayyen rizikolara karşı kendi kendilerini sigorta etmeleri halidir. Karşılıklı sigortaya dâhil bulunan şahısların her biri hem sigortalı, hem de sigortacı vaziyetindedir (TK. 932).
Karşılıklı sigorta yapan müesseseler hukukan bir dernek veya kooperatif mahiyetinde olup Sigorta Şirketlerinin Teftiş ve Murakabesi hakkındaki kanuna (20) tabidir. Buna: «mukabil sigorta» da denir.
KARŞILIKLI TAAHHÜTLERİ MUHTEVİ AKİTLER bk. Mukavele.
KARTEL /aim. Kartell. — fr. cartel. — ing. cartel, kartell].
1 — (DUH) Muharip devletler komutanlarının hükümetlerinin müsaadesine hacet kalmaksızın akdettikleri mukavelelerdir: esirlerin mübadelesi, ölülerin gömülmesi, yaralıların kaldırılması gibi sebeplerle muhasamatın muvakkat ve kısa bir zaman için tatili gibi. Kartel ile mütarekenin biribirine karıştırılmaması lâzımdır.
2 — (TH) Aralarında rekabeti kaldırmak veya tehdit etmek maksadiyle muayyen bir istihsal şubesine mensup teşebbüsler arasında yapılan anlaşmalardır. Kartel anlaşmasına giren müesseseler hukuki şahsiyet, lerini ve istiklâllerini muhafaza etmekle beraber ekonomik istiklâlleri anlaşma dairesinde tahdidedilmiş olur. İki türlüdür:
1 — Mecburi, yani devletin müdahelesi neticesinde husule gelen karteller [aim. Zwangskartelle. — fr. cartelsobligatoires]; 2 — Serbest, yani ilgililerin kendi arzulariyle teşkil ettikleri karteller [alnı. freiwillige Kartelle. — fr. cartels conventionnels], Kartellere «tüccar birlikleri» de denir.
KÂR VE ZARAR [aim. Gewinn und Verlust. — fr( profits et pertes. — ing. profit and loss. — lât. lucrum et damnum].
1 — (Muhasebele) Muayyen bir müddet içinde bir iktisadi teşebbüsüsün öz varlığında (yani aktifi ile pasifi arasındaki fark) husule gelen artış «kâr» , eksiliş «zarar» dır.
Bir teşebbüsün ticari muameleleri neticelerini gösteren hesaba «kâr ve zarar hesabı» [aim. Gewinn und Verlusirechnung. — fr. compte des profits et pertes.— ing. profit and loss account] denir (TK. 140, 143, 463; Kazanç vergisi K. 13, 14 ).
2 — (TH)Münferit ticari muameleye veya bir malî devre içinde yapılan muamelelere tahsis olunan para ile bu muamele veya muamelelerden elde edilen para arasındaki fark lehte ise « kâr» , aleyhte ise «zarar» dır.
KARZ 1 - bk. İkraz ve istikraz.
KARZ — KATİL
193
2 — kari (Es. H.) Sonradan alınmak üzere verilen misli maldır: ödünç verilen para ve buğday gibi.
KAS ABE (kasaba) (Es. H.) Altı zira miktarıdır. Cem'i «kasabat»tır-
KASÂME (kasama) (Es. H.) Kaatili meçhul olan ve üzerinde katil eseri bulunan bir maktulün bulunduğu mahal ahalisinden elli kimsenin veçh i mahsus üzere yemin etmeleridir. Şöyle ki: bir mahallede veya bir kariyede veya bir kimsenin mülkünde veya meskeninde yanut bir kariye veya kasabaya ses işitilecek derece yakın olup kimsenin mülki olmıyan hâli bir yerde bir maktul bulpnduğu ve kendisinde - dövülme, gözlerinden kan fışkırma gibi - katledildiğine delâlet eden bir eser görüldüğü halde kaatili bilinemez, veliy-yi kaatil ise o mahal sahibinin veya ahalisinin inkârlarına rağmen onların katletmiş olduklarını bilâbeyyine dâva ve yeminlerini talep ederse bunlardan veliy-yi kaatilin intihap edeceği elli erkeğe yargıç tarafından yemin tevcih edilir.
Onlardan her biri de «onu ben öldürmedim, ve öldüreni de ben bilmiyorum» diye yemin eder.
Bunun üzerine maktulün demini kederden siyanet, ve o mahal ahalisinin alâka ve dikkatsizliğine bir nevi ceza olmak için üzerlerine diyet ile hüküm olunur. Bunların adedi elliye baliğ olmadığı taktirde kendilerine elliye kadar tekrar yemin tevcih edilir.
KASEM (kasanı) (Es. H.) Yemin billâh manasınadır.
KASM (kasnı) (Es. H.) Müteaddit karısı olan kimsenin onlar arasında adil ve müsavata riayet etmesidir.
KASSAM DEFTERİ (kassam defteri) (Es. H.) Mu-cib-i tahrir olan terekenin tasfiye ve taksimi hakkında tutulan vesikadır.
KASSÂMLIK İstambulda yazılması lâzım tereke leri yazmak ve terekeye mütaallik dâvaları hal ve fasletmek üzere teşkil olunan seriye mahkemesi (Kassam mahkemesi) idi ki; seriye mahkemelerinin ilgasından sonra 1340 (1924) adliye teşkilâtında tesis olunan Asliye mahkemesi altıncı hukuk dairesi bu mahkeme makamına kaim olmuştur.
KAST [aim. Vorsatz, Absichi. — fr. intention (criminelle).— ing. (wrongful) intention.— lât. intentio).
1 — (CH) Suçun sübjektif unsurudur. Kast kanunda tarif edilmemiş, yalnız cürümlerde kasdın bulunmamasının cezayı kaldıracağı gösterilmekle iktifa olunmuştur. Doktrinde ihtilaflı olan bu mesele hakkında ekseriyetin kabul ettiği fikre göre kast, kanunun suç saydığı fiili işlemek iradesidir (CK. 45).
2 — (HH) bk. Kusur. KAST VE IS t YET bk. Sebep.
KAT-I TARİK (kat'., tarTk) (Es. H.^ Yol kesi-cilik, yani dâr-ı islâmda müslümanların veya zimmîlerin mallarını tegallüben almak için umuma ait, şehirlerden uzak bulunan sahralara çıkıp yolları tutmaktır. Kat-ı tarik ; dört nev'e ayrılır :
1 — Yolcuların yalnız mallarını almak suretiyle olur ki, bunu yapan mükelleflerin cezası her birine «nisab-ı sirkat» miktarı mal isabet etmişse sağ elleriyle sol ayaklarının kesilmesidir.
2 — Yolcuları yalnız öldürmek suretiyle olur ki, bunun cezası canilerin katledilmeğidir.
3 — Yolcuları hem öldürmek, hem de mallarını almak suretiyle olur ki, bunun cezası hususunda ülülemr muhayyerdir, dilerse canilerin el ve ayaklarını keser sonra da kendilerini kati veya salbeder, dilerse yalnız kati ile veya salb ile iktifa eyler.
4 — Yolcuların yalnız ihafe ve tedhiş suretiyle olur ki, bunun cezası canileri ölünceye veya islâh-ı hal edinceye kadar hapistir.
Kat-ı tarik'e cüret edip te bu maksatlarını- daha fiile getirmeden tutulan eşhas hakkında da hüküm böyledir. Şehirler dahilinde, veya köyler arasında, yahut biribirine yakın şehirler beyninde yol kesieilik edenler: İmam-ı Azam-a göre âdi sârikler mesabesindedir, aldıkları mallar ellerinden alınıp müstehiklerine verilir, kendileri de cinayetlerine göre tedip olunur. Fakat İmam Yusuf ile İmam Şafiî'ye göre bunlar hakkında da kuttâ-ı tarik ahkâmı cari olur. Müftâ-bih olan da budur.
KAT-I UZUV (ka»'-i 'uzv) (Es. H,) Bir kimsenin âzasından birini kesmek demektir. Kesen şahsa «kaâtı», kesilen uzva «maktu*» denir. Kat'ın aksam ve ahkâmı da cerhin aksam ve ahkâmı gibidir. Binaenaleyh amden vukubulan katı'larda mümaselete riayet kabil ise kısas, değilse diyet veya hükümet-i adi câri olur.
Amden olmıyan katı'larda da diyet veya hükümet-i adi lâzımgelir.
KAT'Î FERAĞ (kal'î farâg) (Es. H.) Mutasarrıfı tarafından vefa ve beslemek şartlarından âri olarak yapılan ferağdır.
KATIKSIZ HAPİS [aim. Arrest bei Wasser und Brot. — fr. mise au pain sec).
Askerî ceza hukukunda yalnız erler için vazedilmiş olan ve âzami haddi üç haftayı geçmiyen bir nevi askerî disiplin cezasıdır (As.CK. 24).
KÂTİB-İ ADİL bk. Noter.
KÂTİB-ÜD- DİVAN (kaiib-ud-dîvân) (Es. H.) Sicil ve defterlerin zapt ve hıfzına memur olan zattır ki, adalet ve kifayetle ittisafı şarttır.
KATİL 1 — bk. Adam öldürme.
II — (Kail) Cesetten ruhu izale eden müessir bir fiildir. Katleden şahsa «Kaatil», katlolunana «maktul-katil » denir.
Beş nevidir: amd, şibh-i amd, hata en katil, hata mecrasına carî katil, tesebbüben katil.
1 — KatJ-i amd: Katli meşru olmıyan bir insanı âlât-ı cârihadan biriyle kasten öldürmektir. Hükmü; kısas, mirastan mahrumiyet, ism-i azim (büyük günah) dir.
2 — Şibh-i amd: Katli meşru olmıyan bir adamın aleti cârihadan sayılmayan sopa, tokat gibi bir vasıta ile, cerh etmeksizin öldürülmesidir.
3 — Hataen katil: Bir insanı kasta makrun olmaksızın yanlışlıkla öldürmektir ki, iki nev'e ayrılır:
a) Failin zannında vuku bulan hatadır ; bir insanın av zanniyle atılan kurşunla öldürülmesi gibi.
194
KATİL — KAZA
b) Failin fiilinde vuku bulan hatadır; muayyen bir insana veya hedefe atılan kursun ile diğer bir insa* nin kazaen öldürülmesi gibi.
Hata ile katlin hükmü ; diyet, mirastan mahrumiyet kefaret, işm (günah) dir.
4 — Hata mecrasına carî katil: Gayri ihtiyari bir fiil ile vukua gelen katildir; uyumakta bulunan bir şahsın diğer kimse üzerine düşerek o kimseyi öldürmesi gibi.
Bir hammalın arkasındaki veya elindeki yükün kazaen düşerek bir insanı telef etmesi de bu kabilden, dir.' Bu nevi katlin hükmü; diyet, mirastan mahrumiyet ve kefarettir.
5 — Tesebbüben katil: Bir kimsenin katline sebep olmaktır. Tarik-i âmda izinsiz açılan bir kuyuya bir kimsenin düşüp ölmesi gibi.
KATÎ TEMİNAT Devlet dairelerinin arttırma ve eksiltmeye koydukları işlerden taliplerine ihale edilenler için taliplerle daireler arasında akdolunan mukavelelerin icralarının temini mâksadiyle, âkitlerden mahsus kanununun gösterdiği vasıf ve nispetler dahilinde alınan kıymetlerdir. Kati teminat akitlerin mukaveleye riayetsizlikleri hallerinde hasıl olan zararlarla mukaveleleri feshedilen işlerin dairelerce emaneten veyahut yine ihale ile mütaahhitlerce yapdmalarından doğan fiyat farkları bu teminattan tahsil olunur (Arttırma, Eksiltme ve İhale K. ).
KATİ YEMİN bk. Yemin.
KAVED (kavad) (Es. H.) Alelitlâk. kısas demektir. Maamafih çok kere «kısas - fin - nefs» te kullanılır.
KAVL-t NEBİ (kavl-i nabi/y) (Es. H.) Peygambere nispet olunan sözdür ki, buna «hadîs» denir. Hadîs lâfzı; suret-i mutlakada zikrolundukta «sÜDnet-i kavliye» murad olunur.
KAVM-1 GAYRİMAHSUR (kavm-i gayr i mahsur) (Es. H.) Yüz neferden ziyade olan ahalidir.
KAVM-1 MAHSUR (kam-i mahsur) (Es. H.) Yüz neferden az olan ahalidir.
KAYD-I HAYATLA İRAT AKDİ [aim. Leibren-tenvertrag. — fr. contrat de rente viagere. — ing. annuity agreements].
Bir kimsenin ölünceye .kadar bir diğerinden muayyen bir irat alabilmesini temin eden akittir. İrat ya alacaklının veya borçlunun yahut üçüncü bir şahsın hayatı müddetince takyit olunabilir. Bu bapta sarih bir şart olmadıkça akit, irat alacaklısının hayâtı müddetince hüküm ifade eder (BK. 507-510).
KAYDIN TERKİNİ [aim. Löschung (einer Ein. tragung). — fr. radiation. — ing. cancellation].
Hususi hukukta, doğumu ve üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmesi resmî bir sicile kaydedilmeye bağlı olan hakların bu sicillerden silinmesine denir. Aynî haklar tapu siciline tescil olunmadıkça başkalarına karşı dermeyan olunamad.kları gibi bu tescillerden evvel aynî hakların başkalarına devir ve ferağı da mümkün olmaz.
Bundan başka, evlenme sicili (kütüğü), evlenme malları sicili, mülkiyeti muhafaza kaydiyle satış sicili, hayvan rehni sicili, ticaret sicili gibi sicillerde kayıtlı hususların da bu sicillerden silinmesine «kaydın terkini» denir.
KAYIN HISIMLIĞI (Sıhriyet) bk. Hısımlık.
KAYMAKAM 1 — Ülkenin mülkî ve idarî taksimat dairelerinden «ilçe»nin idare âmiridir. Kaymakam merkez hiyerarşisine dahil ve valinin* madunu olan bir merkez memurudur.
2 — Osmanlı teşkilâtında sadaret vekâletinde bulunanlara «sadaret kaymakamı» denirdi.
3 — Eski askerî ıstılahlarımızda yarbay karşılığı olan rütbedir.
KAYNAKLAR [aim. Brunnen, Quellen. — fr. sources. — ing. spring (of water), source. — lât. fontes].
Bir araziden çıkan sulardır. Bunlar arazinin mütemmim cüzü sayılmakla hukukan çıktıkları gayrımen-kullere tabidirler. Fakat gayrın mülkündeki yeraltı, yerüstü sularından, onların kaynadıkları gayrımenkuller aleyhine irtifak hakkı tesis suretiyle, istifade olunabilir (MK. 679).
KAYYIM [aim. Pfleger (Al); Beistand (Is.), Ku-rator (İs.). — fr. curateur. — ing. trustee, administrator, guardian, curator. — lât. curator].
1 — Kanunla muayyen hallerde bir malı idare etmek veya bir işi görmek üzere tâyin olunan kimsedir ki; kanunî veya ihtiyarî olur (MK. 353, 376 vd. 401-403, 421, 422).
2 — (kayyım) (Es. H.) a) Vakfın mütevellisi demektir. Cemi «kuvvam» dır. Vakıf malın hıfzı, cemi, tefriki kendisine bırakılan kimse mânasını da ilade eder. Bu takdirde mütevellinin maiyetinde bir memur demek olur.
b) Mefkudun (gaibin) mallarını muhafaza, nâsın zimmetlerinde bulunan hukukunu kabz ve mefkudun mallarında usulü dairesinde bazı tasarruf için yargıç tarafından tâyin edilen kimsedir.
KAZA [aim. Rechtspflege. — fr. fonctionnement de la justice. — ing. administration of justice].
I — Geniş anlamda (yargı ) bizzat ihkakı hakka meydan vermemeye ve bu suretle hukuk nizamının bozul-mamasına ve o nizamı korumaya matuf devlet faaliyetidir.
Dar anlamda [aim. Gerichtsbarkeit. — fr. laridic-tion. — ing. jurisdiction. — lât. iurisdictio]': İddia üzerine ve hasım karşısında hukukî nizama tesir eden bir fiil, vaziyet veya terki fiilin vaki olup olmadığını ve hâdisede tatbik-olunacak hukuk kaidesini tesbit etmek ve bunun neticesi olarak kanuna, hakka riayeti temin için tedbir almaktır ki, kaza mercilerinin faaliyetini teşkil eder.
Kaza; adlî (cezaî, hukukî ve ticarî, nizasız ve ni-zalı) idari, hususi (askerî, örfî, malî, beledî) olur.
II — [aim. Unfall. — fr. accident. — ing. accident]: Bir irade neticesi olmaksızın veya umulmıyan bir hâdise dolayısiyle bir kimsenin veya bir şeyin arızaya veya zarara uğramasıdır. Bu suretle arızaya uğruyan kimse veya zarar gören şey mesuliyete ait umumi hükümlere göre tazmin edilir. (bk. Kazaya karşı sigorta).
KAZA - KAZANÇ VERGİSİ
195
İş akdi dolayısiyle işçinin iş yerinde çalıştığı esnada veya yapmakta olduğu işden mütevellit olarak hârici bir sebeple arızaya uğramasına iş kazası [aim. Arbeitsunfall, Betriebsunfall. — fr. accideni industriel (profess:onel, au travail). — ing. accident arising out of and in the course of the employment] denir. (Iş K. 25 b. 2, 54 vd.).
III — [aim. Verwaltungsbezirk Landkreis. — fr. arrondissement, sous-prefecture. — ing. administrative districst ]. Kaza ( İlçe ) ülkenin idari taksimat derecelerinin ikincisidir. Vilâyet (İl) ten sonra gelen başında kaymakam bulunan bu idarî taksimat dairesi sadece ülkenin merkeziyet bakımından idarî, taksimatının bir cüzünü teşkil eder. Binaenaleyh aynı zamanda mahalli idare teşkilâtına da malik olan vilâyetler veya belediyeler gibi hükmî bir şahsiyeti ve idarî muhtariyeti yoktur (Anayasa 89).
IV — (Es. H.) A — Vacip olan şeyin mislini teslim etmektir ki misl-i makûl-ü kâmil ile kaza, «misl-i kaasır ile kaza», «misl-i gayri makul ile kaza» kısımlarına ayrılır:
a) Misl-i kâmil ile kaza (miŞİ-i kâmil ile kaza') Memur-un-bihe (vâcibolan şey) tamamen mümasil olan şeyi teslimdir. Misliyattan olup telef olan mal-ı mağsu-ben mislini tazmin etmek gibi. Bu, misl-i kâmil ile kazadır. Çünkü hem suretten hem manen mağsuben mislidir.
b) Misl-i kaasır ile kaza (m şl-i kâsir ile kaza1) Memur-inbihi (vacibi) kısmen mümasili ile teslimdir. Kıyemiyattan olup telef olan mal-ı mağsubu kıymetiyle tazmin gibi. Bu, misl-i kaasır ile kazadır. Çünkü kıymet ile mağsub mal arasında manen mümasalet varsa da sureten mümaselet yoktur.
c) Misl-i gayrı mâkul ile kaza (mişl-i gayr-i mâkûl ile kaza') Vacip olan şeye mümaseleti akıl ile idrak olunmıyan bir şeyi teslimdir: Kısası mal ile kaza gibi.
B — Hüküm ve hâkimlik mânalarına gelir. Hüküm mânasına olan kaZa iki kısımdır:
a) Kaza-i ilzam (kaiâ'-i ilzam) Yargıcın «hükmettim, iddia olunan şeyi ver» demesi gibi sözlerle mahkûm-un-bihi mahkûm-un-aleyh ilzam etmesidir. Buna, «kaza-yı istihkak* da denir.
b) Kaza-i terk (kazâ'-i tark) Yargıcın «hakkın yoktur, münazaadan memnusun» gibi sözlerle davacıyı münazaadan menetmesidir.
KAZA-1 FİİLİ (kaiâ'-i fi'liyy) (Es. H.) Yargıcın yetimin malını satması gibi fiilen olan hükümdür.
KAZA-1 KAVLİ (kazâ'-i kavlivy) (Es. H.) «Hükmettim, ilzamettim», demek gibi söz ile olan hükümdür,
KAZAEN TAKDİR (kazâ'an takdir) (Es. H ) Yargıcın takdir ve hüküm etmesidir. Meselâ: koca karısına bakmaz, karı yargıca müracaatla nafaka takdirini talebeder ve haklı görülürse günlük veya aylık olarak tarafların halleriyle mütenasip yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçların temini için münasip bir miktar takdir ve hüküm eder.
KAZA HAKKI ( Yargı hakkı) [aim. Justiz. — fr. Justice. — ing. Justice].
Hâkimiyetin bir rüknü olup kaza kuvvetini kullanma iktidarıdır. Bizde bu hak millet namına usulü ve kanunu dairesinde umumî veya hususî mahkemeler tarafından kullanılır (Anayasa 8 ).
KAZAİ İÇTİHAT bk. İçtihat.
KAZAİ MUAMELE [aim. gerichtliche Handlung, Justizakt. — fr. acte juridictionnel],
Bir iddia üzerine, hasım karşısında, hukukî nizama tesir eden bir fiil ve vaziyet veya bir terk-i fiilin var olup olmadığını tâyin ve hâdisede tatbik olunacak hukuk kaidesini kati olarak tesbit etmek ve bunun neticesinde kanuna ve hakka riayeti temin etmek için tedbir almaktır ki, kanun ile memur edilmiş, bitaraf bir kimse veya heyet tarafından vaki olur; umumiyetle yargıcın ve mahkemelerin faaliyet sahasını teşkil eder (Anayasa 53 60).
KAZAİ RÜŞT [aim. Mündigkeit kraft Richter-psruch; Mündigerklarung; Volljâhrigkeitserkldrunğ. — fr. emancipation par decision fudiciaire. —. ing. declaration of majority. — lât. emancipatio].
Bir şahsın rüşt (erginlik) yaşına erişmesinden önee yargıcın hükmü ile reşit sayılmasıdır. On beş yaşını dolduran kişi, kendisinin ve ana ve babasının muvaffa-katı ve eğer vesayet alında ise vasisinin de mütalâası alındıktan sonra yargıcın hükmü ile reşit ilân olunabilir.
Buna medeni kanunda mezuniyet denilmektedir (MK. 12) .
KAZAİ SALÂHİYET bk. Vazife ve salâhiyet.
KAZAİ TEMLİK [aim. Forderungsübergang (Rechtsübergang) kraft Richterspruch. — fr. cession judiciaire. — ing. transfer (of choses in action) by judgment].
Alacaklının irade beyanında bulunmasına lüzum olmaksızın bir alacağın mahkeme karariyle diğerine intikal etmesidir. Müşterek bir mamelekin tasfiyesinde bu hâle tesadüf edilir (MK. 221 vd., 586 vd.; İc. If. K. 245).
KAZA KUVVETİ (Yargı erki) [aim. Richteıliche Gezvalt. — fr pouvoir juridictionnel. — ing. Juridical Power. — lât potestas iudiciaria].
Fertler veya devletle fert arasındaki hukukî nizâ ve ihtilâfları halletmek iktidarıdır ki, bu iktidarı adlî, askerî ve idarî mahkemeler millet namına kullanırlar. Yargıçlar, bütün dâvaların görülmesinde ve hükümde bağımsızdırlar ve bu işlerine hiç bir türlü karışılamaz. Ancak kanun hükmüne bağlıdırlar.
Mahkemelerin kararlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu hiç bir türlü değiştire-mzeler, başkalayamazlar, geciktiremezler ve hükümlerinin yerine getirilmesine engel olamazlar ( Anayasa 8, 54, 57).
KAZANÇ VERGİSİ [aim. Gewinnsteur (Einkom. mensteur). — fr. impât sur le profit (sur le revenu). — ing income tax].
Ticaret muamelelerine tahsis edilen sermaye ile sây ve amelin para ile ölçülebilen gelirlerini istihdaf eden ve zahiren kâr mevcut olmasa bile behemehal asgarî bir mükellefiyet tesisi sistemine dayanan vasıtasız bir vergidir. Memleketimizde:
196 KAZANÇ VERGİSİ - KAZİYYE-İ MUHKEME
1 — Ticari şirketlerle hususî kanunlarda sayılan bir kısım iş ve teşebbüs erbabından beyannamelerine;
2 — İştigal nevine göre kanunda yazılan bir kısım İŞ ve teşebbüs erbabının çalıştıkları yerin gayrisâfi iratlarına ;
3 — Memur; ücretli ve gündelikti, müstahdem ve işçilerin aldıkları aylık ve yevmiyelerine;
4 — Seyyar satıcılarla iradı az yerlerde çalışan bazı işçilerin küçük hacimde kara ve deniz nakil vasıtalarının gündelik gayrisâfi iratlarının muayyen misillerine göre alınır (2395 No. K.)
KAZASKER ( kSzi'l - 'askar ) ( Es. H.) I. Kaza yetgisinde husule gelen değişikliğe göre iki ayrı mâna ifade eder.
1 — Askerler arasında tahaddüs eden ve ordu mensupları aleyhine açılan dâvalara bakan Kadı demektir. Sonradan kazaskerlerin bu salâhiyetleri kaldırıldı.
2 — Kadil-kudât ( kâzi'I-kuzât ) Demektir ki mülhakat kadıları bunlar tarafından tayin olunurdu.
Osmanlılarda ilkönce kazaskerlik Sultan Murat hüdaventkâf zamanında Çandarlı Kara Halile tevcih olunmuştu. Kara Halil Ordu Kadısı idi.
Fatih zamanında bir kazaskerlik daha ihdas edildi. Rumeli kadıları Rumeli kazaskeri, Anadolu kadıları ise Anadolu kazaskeri tarafından tayin olunurdu.
II. Daha sonraları kazaskerlerin bu salâhiyetleri de kaldırıldı ve Cumhuriyetin ilânına kadar ilmî bir paye olarak kaldı.
KAZAYA KARŞI SİGORTA [aim. Unfallversi-cherung. — fr. assurance contre les accidents. — ing. accidtnt insurance].
1 — (HH) Sigorta ettirenin maruz olacağı lâalet-tayin her hangi bir kaza, hastalık, maddi menfaatlerini haleldar edecek herhangi bir hâdise, avarızı sây ve amel, yahut nevi ve mahiyeti muayyen bir kaza sebebiyle vefatı veyahut muvakkat veya daimî surette kudreti sâyden ve imkânı sâyden mahrumiyeti hâlinde gerek sigorta ettirene, gerek varislerine veya yerine kaim olanlara ve gerek muayyen veya müteaddit meşrutun lehe muayyen bir sermaye tediyesini veyahut irat tahsisini bir ücret mukabilinde sigortacıya tahmil eden mukavele. Kazaya karşı sigorta mukavelenamesi ferden bir veya müteaddit muayyen şahıslar üzerine olabileceği gibi bir heyet, bir cemiyet, bir grup üzerine dahi aktedilebilir. [aim. Gruppenunfallversicherung. — fr. assurance-accidents des controls de groupesf (TK. 1002).
Kaza sigortaları sigorta ettirenin duçar olduğu kazadan dolayı zararını tazmin etmek üzere aktolun-duğu gibi bir şahsa tesviyeye mecbur olacağı kaza tazminatını telâfi etmek maksadiyle dahi aktolunabilir (TK. 1003). Buna «Mesuliyet sigortası» [aim. Haft-pflichtversicherüng. ¦— fr. assurance de lâ responsabilite cilive. — ing. liability insurance] denir. Başkasını istihdam eden bir kimse çalıştırdığı ameleye karşı hukukî mesuliyetini temin için sigorta yapıpta amele, sigorta ücretinin en aşağı yansını tediyeye iştirak etmişse sigortadan mütevellit haklar münhasıran ameleye ait olur (BK. 112).
2 — (1§H) İş kazalarına karşı sigorta 4772 sayılı kanunun hükümleri dairesinde 4792 sayılı kanunla kurulmuş olan İşçi Sigortaları Kurumu tarafından yapılmaktadır, bk. Kaza II.
KAZA-YI KÂMİL DÂVASI bk. Tam kaza dâvaları. KAZF (kazf) (Es. H.) Bir kimseye zinâ isnat etmektir: «filân zânidir» «filân zina etti» demek gibi.
KAZF-1 MUALLÂK (kazf-i mu'allak) (Es. H.) Bir şarta talik suretiyle vukubulan kazftır, ki haddi ica-betmez, velevki şart bilâhara tahakkuk etsin: «Filân şu yere giderse zânidir» denilmesi gibi.
KAZF-1 MUZAF (kazf-i mı.zâf) (Es. H.) Bir vakta izafe suretiyle vukubulan kazftır, ki haddi mucip olmaz, velevki o vakit tahakkuk etsin: «filân şu haneye gireceği gün zânidir» denilmesi gibi.
KAZF-1 SARİH (kazf-i şarîh) (Es. H.) Sarahatten zinaya müş'ir bir lâfız ile vukubulan kazftır: «filân zânidir» denilmesi gibi.
Nesebi nefyetmek suretiyle olan kazif sarih bir kazif sayılır.
KAZF-BİTARİK-İL-KİNAYE ( kazf bi-tarîk il-kinâya) (Es. H.) Bir kimseye kinayî bir tâbir ile zina isnadetmektir ki, haddi icabetmez.
Tariz yoluyla olan kazfler de böyledir.
KAZIL MESCİT (kâzi 'I-mascid) (Es. H.) Muayyen bir camide oturup bazı mahdut dâvaları rüyet etmek üzere tâyin edilen yargıçtır.
Vaktiyle bir müddet Basrada iki yüz dirhem gümüş, veya yirmi miskal altın veya bunlardan daha az kıymetli envai ve eşya hakkında hükmetmek, nafakaları takdir eylemek üzere bu veçhile kadı tâyini âdet olmuştur. Bu günkü sulh yargıçları teşkilâtına benzer.
KAZİLKUZAT (kâzi T kuzât) (Es. H.) Velileri, vasileri nasb, evkaf umurunu rüyet, sair şerî ahkâmı hal ve fasl, kendi yerine naibler tâyin için ülülemr tarafından bâ-menşur haiz-i salâhiyet olan yargıçtır.
Evkaf mesailinde mevzubahs olan kadılardan murat bu salâhiyetleri haiz olan hükkâmdır. Binaenaleyh bunların naibleri vakıfların istibdali, istidanesi, iptali gibi işlerine bakamazlar, meğer ki kendilerine bu hususta bu mezuniyet verilmiş olsun.
KAZİYE-1 HÜKMİYE (kazivya-i hukmiyya) (Es. H.) Muhasamanın mevzuunu teşkil eden hâdisedir.
KAZİYYE-1 MUHKEME (Kesin hüküm) [aim. Rec-htskraft.— fr. chose jugee.— ing. «res judicata* (case disposed of by final judgment). — lât. res iudicataf:
Maddi kaziyye-i muhkeme [aim. materielle Recfits-kraft. — fr. autorite de la chose jugee/: kaza mercileriyle yargıçların nizâ üzerine verecekleri ve bu nizânın hallini tazammun eden kararlara münferit hâdiselerin hukukî neticeleri üzerindeki tesir noktasından kanunun atfettiği nüfuzu ifade eder ki, mevzuunu teşkil eden husus hakkında kati bir karine ve delil mahiyetini haizdir.
Sûri (şekli) kaziyye-i muhkeme [aim. formelle Rechtskraft. — fr. force de la chose jugee}: kararın artık o dâva esnasında değiştirilmemesini ve bilhassa hiçbir kanun yoluna tabi olmamasını ifade eder ki, hasmın itirazı üzerine yeniden dâva ikamesine ve mevzuunu teşkil eden hususun tekrar münakaşasına mâni olur. Nüfuz ve tesiri derecesinde kaziyye-i muhkemeye şahısların, adli ve idari makamların riayet etmesi lâzımdır. (Anayasa 54; MK. 360; HMUK. 237, 443 f. 4, 445, 537; CMUK. 395). bk. Kaza kuvveti.
KEENLEMYEKÜN — KEMALİZM
197
KEENLEMYEKÜN bk. Bâtıl.
KEFAET (kafâ'at) (Es. H.) Lügatte, benzeri manasınadır. Istılahta, nikâh yapıldığı zaman nesep, islâm diyanet, hürriyet, mal, hırfet hususlarında erkeğin kadına müsavi veya ondan daha şerefli olmasıdır.
KEFALET /aim. Bürgschajt. — jr. cautionnement. — ing. guaranty. — lât. fideiussioj.
1 — Bir borcun borçlu tarafından edasının üçüncü bir şahsın alacaklıya karşı temin etmesi akdidir. Kefaletin sahih olabilmesi için yazılı şekilde yapılması ve kefilin mesul tutulacağı miktarın tâyin edilmesi lâzımdır.
Ayni teminattan ayırmak için buna «şahsi teminat» dahi denir.
Bunun hususiyeti kefilin tâyin olunan miktar nispetinde bütün mameleki ile mesul tutulmasındadır (BK. 483 vd.) bk. Kefil.
2 — (kafâlet) (Es. H.) Bir şeyin mütalebesi hakkında zimmeti zimmete zam etmektir.
Meselâ, bir kimsenin diğeri zimmetinde olan bin kuruş alacağına başka birisi kefil olsa o deynin mütalebesi yani istenmesi hakkında kendi nefsini medyunun yani borçlunun nefsine zam ve onun hakkında lâzımgelen mütalebeyi kendi dahi taahhüt etmiş olur.
a) Kefalet bidderek (kafâlet bi-'d-dark) Mebi bilistihkak zaptolunduğu takdirde akçasını eda ve teslime yahut bayiin nefsine kefil olmaktır.
Meselâ: bir mal satıldığında birisi «eğer bu mala müstehik zuhur ederse bedeline yahut bayiin nefsine kefilim» dese kefalet bidderek olur.
b) Kefalet biddeyn (kafâlat bi-'d-dayn) Borca kefalettir.
c) Kefalet bil-ayn (kafâlat bi-'l-'ayn) Bir malın aynına kefalettir.
ç) Kefalet bil-mal (kafâ'at bi-'l-mâl) Bir malın edasına kefil olmaktır. Meselâ, bir kimse diğerinin yedinde bulunan mal-ı mağsubun alnına veya zimmetinde olan deynine kefil olsa bu iki nevi kefalet «kefalet bil-mal» dır.
d) Kefalet binnefs (kafâlat bi-'n-nafs) Bir adamın şahsına kefil olmaktır.
e) Kefalet bittenim (kafâlat bi-Vtaslim) Bir malın teslimine kefil olmaktır.
f) Kefalet-i muaccele ( kafâlal-i nm'avcala ) Tacil kaydiyle mukayyet olan kefalettir, hemen eda olunmak kaydiyle kefalet gibi.
g) Kefalet-i muallâka (kafâlat-i mu'allaka) Şarta talik olunan kefalettir, « filân adam senin alacağını vermezse edasına kefilim» demek gibi.
h) Kefalel-i ınnkayyede (kafâlat-i nıukayyada) Bir kayıt ile takyit olunan kefalettir; hemen eda ve teslim olunmak üzere tacil kaydiyle yahut filân vakitte ifa ve teslim olunmak üzere diye tecil kaydiyle mukayyet olan kefalet gibi.
i) Kefalel-i mutlaka (kafalat-i mutlaka) Bir kayıt ile mukayyet olmiyan kefalettir.
j) Kefalet-i nıuvakkata (kafâlal-i muvakkata) Bir vakte bağlanan kefalettir; «bugünden filân vakte kadar kefilim» demek gibi.
k) efalelK-i muzâfa (kafâlat-i muzu fa) Müstakbel zamana izafe edilen kefalettir; «gelen filân vakitten itibaren kefilim» demek gibi.
1) Kefalet-i müeccele (kafâlat-i nm accala ) Tecil kaydiyle mukayyet olan kefalettir; filân vakitte ifa olunmak üzere yapılan kefalet gibi.
m) Kefalet-i nıünecceze (kafâlat-i munaccaza) Şarta muallâk ve müstakbel zamana muzaf olmiyan kefalettir. Filânın borcuna veya nefsine ve filân malın teslimine filhal kefil olmak gibi.
KEFALETLE SALIVERME bk. Tahliye.
KEFİL [aim. Bürge. — fr. caution. — ing. guarantor, surety. — lât. fideiussor, sponsor, jidepro-missor/.
1 — Kefalet eden kimsedir. Kefalet aktinin (bk. Kefalet) hususiyetlerine göre aşağıda tefrikler yapılır:
a) Adi kefil [aim. einfacher Bürge.— fr. caution simple. — ing. ordinary surety/: Burada alacaklının kefile müracaat edebilmesi, borçlunun iflâs etmesine veya borçlu aleyhinde yapılan takibatın alacaklının hatası olmaksızın semeresiz kalmasına yah utta borçlu aleyhine Türkiyede takibat icrasının imkânsız hâle gelmesine bağlıdır (BK. 486).
b) Birlikte kefil [aim. Mitbürge. — fr. caution, conjointe. — ing. co-sureties, co-guaranties]: Birden ziyade kimsenin, parçalanması kabil olan bir borca, beraberce kefil olmalarıdır: İki kimsenin yüz liralık bir borca kefil olması gibi. Burada her kefil borcun elli lirasına âdi kefil gibi ve diğer elli lirasına da «kefile kefil» sıfatiyle mesul tutulur (BK. 488).
c) Kefile kefil [aim. Nachbürge. — fr. certificated de caution. — ing. secondary guaranty/: Alacaklıya karşı kefilin taahhüdünü temin eden kimsedir ki, mesuliyeti «âdi kefil» derecesindedir (BK. 469 f. 1)
ç) Müteselsil kefil [aim. Solidarbürge, selbstschuld-nerischer Bürge. — fr. ^aution solidaire. — ing. joint guaranties] : Borçlu ile birlikte müşterek müteselsil borçlu sıfatiyle borcun ifasını deruhte eden kimsedir. Burada alacaklı asıl borçluya müracaata mecbur kalmaksızın kefilden alacağının tamamını istiyebilir (BK. 487; TK. 642).
d) Rücua kefil [aim. Rückbürge.— jr. arriere-cau-tion. — ing. counter-guaranty/: Alacaklıya tediyede bulunup da borçludan hakkını istifa edemiyen kefile kefalet eden kimsedir.
2 — (kafil) (Es. H.) kendi zimmetini başkasının zimmetine zammeden, yani başkasının taahhüt eylediği şeyi kendi dahi taahhüt eden kimsedir.
Kefile kefil olan kimseye «Kefi-ül-Kefil» denir.
KEFİLE KEFİL bk. Kefil No. 1 c.
KELEMBE (kalamba) (Es. H.) Dinlendirilmek üzere terk ve tatil edilmiş olan yerdir.
KELLOG MİSAKI (Kelloğ Briand Misakı) [aim. Briand Kellog Pakt. — ing. PacteBriand-Kellog (Pacte de Paris 1928). — ing. Briand-Kellog pact]:
Milletlerarası ihtilâfları hal için harbe müracaatı red ve takbih ve harbin millî siyaset için âlet ittihazından feragat etmek maksadiyle 27 Ağustos 1928 tarihinde Pariste dokuz devlet arasında akdedilmiş olup Türkiye Cumhuriyeti tarafından 19 Ocak 1929 tarihinde iltihak olunan misaktır (1384 No. K.).
KEMALİZM Millî Şefin Türk Milletine hitabeden birinci beyannamesi ile ilân ettiği gibi Cumhuriyetin milliyetçi, halkçı, devletçi, lâyık ve devrimci vasıfları olup bize Atatürk'ün en kıymetli emanetidir.
198
KEMALİZM - KEYFİ MUAMELE
Kemalizim, milletin hayatından doğan realitelere istinad eden idaredir. Bu idare Ana Hukukun bütün prensiplerine tamamen riayet eder (Anayasa 2).
KENDİ - HAKKINI CEBREN VİKAYE [aim. Selbsthilfe. — fr. usage (autorise) de la force (Is.); droit de se faire justice â soi.mtme (Fr.). —- ing. trespass].
Fer d, hiçbir zaman hakkını elde etmek için kendi kuvvetini kullanamaz. Şukadar ki; zamanında hükümetin müdahelesi temin edilemezse ve aynı zamanda hakkının ziyağa uğraması yahut bu hakkın istimali hususunun pek çok müşkül olmasını men için başka vasıtalar bulmazsa fert kendi kuvvetini kullanırki, buna «kendi hakkını cebren vikaye» denir (BK. 52 f. 3).
Ceza hukukunda «Kendiliğinden ihkakı hak» terimi kullanılmaktadır. Bir kimsenin hükümete müracaata muktedir olduğu halde, eşya üzerinde kuvvet sarfederek iddia ettiği hakkı elde etmesi suçtur. Bu fiilin şahıslar üzerinde şiddet veya tehdit icrası suretiyle" işlenmesini kanun şiddet sebebi saymıştır (CK. 308).
KENDİLİ CİNDEN İHKAKI HAK bk. Kendi hakkını cebren vikaye.
KENDİSİNİ SAKATLAMA [aim. Selbstverstüm-melung. — fr. mutulation volontaire. — ing. self-mu-tilation].
1 — Firar suçuna benzeyen ve askerlik hizmetinden sıyrılmak kastiyle askerî sadakata karşı işlenen askerî bir suçtur (As. CK. 79, 80).
2 — Kazaya karşı sigortalarda sigortalının kendisini bilerek sakatlaması balinde sigortacı sigorta bedelini ödemeğe mecbur tutulamaz (TK. i006, 995 ; 4772 sayılı K. 35 vd.).
KENİSE (kanîsa) (Es. H.) Yahudiler ile hıristiyan-ların mabetlerine ıtlak olunur. Cem'i «kenâis (kanâ'is)» tir.
KENZ (kanz) (Es. H.) Define, yeraltında gömülü olup sahibi bilinmeyen altın ve gümüş meskukât ile silâhlar, âletler, ev eşyası gibi emval ve eşyadır ki, üç kısma ayrılır :
1 — Kenz-i islnnıî (kanz-i Islamiyy) üzerinde islâm alâmeti bulunan, yani üzerinde kelime-i şahadet yazılı veya müslümanlara aidiyeti malûm bir nakşı havi olan gömülü meskukât vesairedir.
Bunun hakkında lûkata ahkâmı cereyan eder.
2 — Kenz-i cahilî (kanz-i câhiliyy) üzerinde ca-hiliyet alâmeti bulunan yani üzerinde put resmi veya gayri müslim hükümdarlardan maruf birinin ismi gibi bir alâmet mevcut olan gömülü meskukât vesairedir.
Bu define, kimsenin mülkü olmıyan arazide bulunursa beşte biri beytülmale mütebakisi bulana ait olur.
Arâzi-i memlûkede bulunursa beşte biri beytülmale, mütebakisi de o arazi hini fetihte ülülemr canibinden kiıne tahsis edilmiş ise ona veya veresesine ait olur.
3 — Kenz-i muştebih (kanz-i müştabih) hususi alâmetten hali, veya darb ve nakşi karışık olup müslümanlara mı, gayri müslimlere mi aidiyeti anlaşılamıyan gömülü meskukât vesairedir.
Bu da zahir-i mezhebe nazaran kenz-i cahilî hükmündedir.
KERİ VE İSLAH (kary u İslah' (Es. H.) Nehir ve mecra gibi şeyleri ayıklamaktır.
KESİLME [aim. Abbruch. — fr. rupture. — ing. breaking off ].
1 — Diplomatik münasebetlerin kesilmesi: iki devletten birinin diğerinin haklarını ihlâl ettiği iddiası üzerine bu devletin diğer devletle her türlü diplomatik temas ve münasebete nihayet vermesidir. Birbir. leriyle diplomatik münasebetleri kesen devletlerin diplomasi memurları geri çağrılır.
Diplomatik münasebetlerin kesilmesi iki' devlet arasında mutlaka harb çıkacağına delâlet etmez.
2 — Müzakerelerin kesilmesi: bir kongre veya konferans esnasında, yahut doğrudan doğruya iki devlet arasında yapılmakta olan müzakerelerin bir çıkmaza girerek kesilmesidir. Böyle bir vaziyet hasıl olunca kongre veya konferans, ya büsbütün dağılır, yahut bir anlaşma zemini bulununcıya kadar muvakkaten tatil olunur. Misal: Lozan konferansı müzakereleri Müttefiklerin yersiz inat, ve İsrarları yüzünden kesilmiş, fakat diplomatik temaslar sayesinde bir anlaşma zemini bulunabildiği için tekrar toplanılarak müzakerelere devam edilmiştir.
KESİN HESAP bk. Hesabı kati kanunu. KESİN HÜKÜM bk. Kaziyye-yi Muhkeme.
KEŞİDE 1 — Maliye tâbiri: hisse senetlerinde imhası, tahvillerde resülmallarının iadesi lâzımgelen senetlerin veya piyango ikramiyelerinin kur'a usuliyle tâyinine «kur'a keşidesi» [aim. Auslosung, Ziehung.— fr. tirage. — ing. drawing by lot] denir.
2 — Bir poliça veya çekin tanzim veya imza edilerek tedavül mevkiine çıkarılması hâdisesine o senedin keşidesi [aim. Austellung, Ziehung (eines Wechsels). — fr. souscription (d'un effet de commerce). — ing. drawing! ve hu suretle poliçayı tanzim ve imza eden kimseye de «keşideci» [aim. Aussteller. — fr. tireur.— ing. drauer] denir (TK. 527, 608).
KEŞtF VE MUAYENE [aim. gerichtlicher Augen-schein, Augenscheinsaufnahme, Ortsbesichtigung. — fr. descente sur les lieux, transport sur les lieux, yisite des lieux. — ing. inspection (of property); discovery (of documents) ].
Hukuk Muhakemeleri Usulünde keşif ihtilaflı olan şeyin yargıç tarafından bizzat tetkik ve tesbitidir. Keşfe taraflardan birinin talebi ile veya resen karar verilir. Keşfi yargıç yapar. Pek mühim meselelerde heyetçe keşif yapılabilir (HMUK. 363 - 366).
Ceza Muhakemeleri Usulünde, keşif suç mevzuu veya delillerinin yargıç tarafından bizzat tetkikidir. Kaide keşfin yargıç tarafından yapılması ise de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Savcısına da keşif yapma salâhiyeti tanımıştır. (CMUK. 78).
KETİBE (kaJba) (Es. H.) Askerî bir kıta, düşmana baskın veren yüzden bine kadar süvari müfrezesi-dir. Cemi «ketâib» (kati'ib) tir.
KEYFÎ MUAMELE [aim. Willkurlichkeit, willkar-liche Handlung, Willkurakt. — fr. acte arbitraire. — ing. arbitrary treatment.— lât. ex libidine, ad libidinem].
KEYFİ MUAMELE - KISAS
199
Hukuk kaidelerine uymıyan, bu kaidelere aykırı bulunan veya bir idare uzuv yahut memurunun vazife ve salâhiyeti dışında yapılan fiil ve hareketlerdir. İdare memur ve müstahdemlerinin bu gibi fiil ve hareketleri idareye izafe edilmeyip tamamen şahsi bir kusur ve fiil mahiyetinde kalır, failinin Borçlar ve Ceza Kanunları hükümleri dairesinde hukuki ve cezai mesuliyetlerini intaceder.
KEYL (kayl) (Es. H.) ölçmek manasınadır, ölçeğe de ıtlak olunur.
KAYLÎ (kayliyy) (Es. H.) Kile ile ölçülen şeydir: buğday ve arpa gibi. Cemi «keyliyat» tır.
KIDEM [aim. Dienstalter..— fr. anciennite de service, — ing. seniority, time of service].
Memurluk hayatının umumunda veya bir derece-sinde geçirilen müddettir ki, terfide esastır.
Mücerret kıdem terfi sebebi olamaz, terfi müddetini doldurmuş olmakla beraber, üst dereceye terfi'e ehliyet kazanmış olmak ta lâzımdiT. Sicille geçirilen takdirnameye mazhar -olma, müsavi kıdemler arasında tercih sebebidir.
Kıdem, bazı defa bir heyete reislik hakkı temin eder (Memurin K. 25; Devlet memurları aylıklarının tevhit ve taadülüne dair K. 7; Devlet Şûrası K. 9; Ordu zabitan heyetine mahsus terfi K. 3).
KIDEM ZAMMI [aim. Alterszulage. — fr. supplement d'anciennite de service. — ing. increase of reg-lementary seniority].
Memurların hizmet müddetlerine, terfilerinde hüküm ifade etmek üzere, muayyen kanuni sebepler dola-yisiyle yapılan itibari lamlardır. Yabancı bir dil öğrenmek, fazla bir tahsile yahut fevkalâde bir hizmete karşılık olmak üzere bazı memurlarla, subayların hizmet müddetlerine muayyen nispetlerde zamlar yapılır (Askerî Terfi K. 16).
Memurlara verilen takdirnameler kıdeme ve fiilî hizmete müessir değilse de kıdemleri müsavi olanların terfiinde sicile geçen takdirnameler üstünlük hakkı verir (Memurin K. 25).
KILAVUZLUK [aim. Loisentuesen. — fr. pilotage. — ing. pilotage, piloting].
Mahallin nizamına göre mecburi veya geçilen yerlerin arızalı ve muhataralı olması dolayısiyle ihtiyari olarak bir geminin içine yerli ve tecrübeli bir rehber alması veya böyle bir idare altında bir gemiyi önüne katması halinde gemiye alınan şahsa veya öne düşen gemiye «kılavuz» [aim. Lotse. — fr. pilote. — ing. pi-lote. — lât. dux maris, amnis peritus] denir.
Istanbulda Galata limanına ve köprülere giriş ve çıkışta ve Millî Savunma Bakanlığının ilân.edeceği sair yerlerde kılavuz alınması mecburidir (13/1/1340 tarihli Talimatname).
Kılavuzluk işleri Devlet Deniz Yolları işletmesinin inhisarındadır (3633 No. K. ).
Kılavuz ehliyetleri «Liman kılavuzluğu» ve «Boğaz kılavuzluğu» olmak üzere iki dereceye ayrılmıştır (Gemi adamları ve Denizci Ehliyetleri Yönetmeliği 47 - 51).
KIN (kinn) (Es. H.) Rakiyk (köle) demektir. Mü-ennesi «kınne» dir.
Bazılarınca kın, kendisi de, ana ve babası da memlûk olan köledir.
Bazılarınca da kın, alınıp satılması caiz olmıyan köle demektir: müdebber gibi.
KIRALLIK [aim. Königreich. — fr. royaume. — ing. kingdom. — lât. regnumj.
Monarşi ( Hükümdarlık) idarelerine bazı memleketlerde verilen addır, İngiltere, Belçika, İtalya kıratlıkları gibi. Bü terimlere birtakım memleketlerde İmparatorluk denilmiştir. Kırallık ve imparatorluk terimleri memleketlerin büyüklüklerinden ziyade tarihi hâdiselerden gelmiştir, bk. İmparatorluk.
KIRAT-I ÖRFÎ (kirâj-i 'urfiyy) (Es. H.) Bazı fukahanın beyanına göre beş, bazılarının beyanına göre de dört mutavassıt arpa ağırlığından ibarettir. Bu fark beldelere veya örfün tebeddülüne müstenittir.
Daıphane-i âmire usulünce bir kırat, dört buğday itibar edilmiştir. Bu dört buğday ise fukahanın beş arpa itibar ettikleri kırat-ı seriye ağırlıkça müsavi görülmüştür.
KIRAT-I SERÎ (kirâl-i şar'iyy) (Es. H.) Beş adet mutavassıt arpa ağırlığından ibarettir. Hafif tartılar mikyasatından olup elmas ve cevahir gibi kıymetli eşya vezninde kullanılır.
KIRBA (kirba) (Es. H.) Süt veya su tuıumudur. Elli menn, yani on üç bin dirhemlik veya otuz iki kıye-lik bir kap.
KIR BEKÇİLERİ [aim. Feldhüter, Flurschatze. — fr. garde - champStre. — ing. field keeper, keeper]:
Kasabalar dışındaki binaları ve mezruatı muhafaza ve temin ile mükellef, jandarmanın nezareti altında çalışır bir nevi inzibat memurlarıdır (Kır Bekçileri Hakkında K. ).
KIRKANBAR bk. Navlun mukavelesi.
KIRTASİYECİLİK [aim. Bürakratismus, Amts-schimmel, Biîrokratie. — fr. bureaucratic — ing. red -tapery, red- tapism, bureaucratie].
Kalem muamelelerinin, işlerin görülmesine menfi surette ve onları geciktirecek mahiyette tesir ettiğini ifade eden rejime denir.
Hakkın meydana çıkmasını güçleştirmek bakımından zararlı bir usuldür.
KISA HAPİS [aim. Arrest. — fr. arrets].
Askerî disiplin cezaları hukukunda, disipline muhalif hareket sebebiyle, hürriyeti bağlayıcı bir cezadır. Göz hapsi, oda hapsi, katıksız hapis olmak üzere üç-kısımdır.
KISAS (kişâş) (Es. H.) Kaatili maktul mukabilinde öldürmek veya mecruh yahut maktu olan bir uzuv mukabilinde carih ile kaatıın ona mümasil olan uzvunu cerh veya kat'etmektir.
Kısas, esasen müsavat mânasına gelip bir şeyin izine tabi olmak, onun mislini yapmaktır.
Cürüm ile ceza arasında müsavat matlup olduğundan bu cihetle ceza-yi mahsusa kısas denilmiş oluyor.
200
KISASAN KATİL — KIYAS
KISASAN KATÎL (kişâsan kati) (Es. H.) Amden kaatil olan bir şahsın -şeraiti dairesinde- öldürülmesidir.
KISAS FÎL-ETRAF ( kişâş f i-'l atrâf) (Es H.) Mecruh ve maktu bir uzuv mukabilinde cârih ve kaatıın mümasil uzvunu cerh veya kat'etmektir.
KISAS FİN-NEFS ( kışşş f i-'n-nafs) (Es. H.) Kaatili maktulün nefsi mukabilinde katletmektir.
KISIRLAŞ riRMA [aim. Unfruchtbarmachung, Sterilisation.— fr, sterilisation. — ing. sterilization, dep-rival of fecundity].
Bir erkek veya bir kadının tenasül hücrelerinin mukabil cinsî hücreler ile birleşmesi imkânını ortadan kaldıran cerrahî bir ameliyedir. Çocuk yapmak kabiliyetini kaldıran bu ameliye müstakbel nesli irsi hastalıklardan koruma maksadiyle müracaat olunan sıhhi bir tedbirdir. Bu ameliyede tenasül guddelerine . dokunul-madığı için sıhhat ve cinsî faaliyet üzerinde bir değişiklik de vukubulmaz. Ceza değildir. Bazı memleketlerde emniyet tedbiri sayılmıştır. Bilhassa Almanyada kısırlaştırma için hususi mahkemeler teşkil ve hususi bir de muhakeme usulü tesis olunmuştur, bk. Hadımlaştırma.
KISIT bk. Hacir.
KISMET ( kisma* ) (Es. H.) Taksim demektir ki, şayi hisseleri tâyin etmektir. Kısmet, «kısmet.i cem» ve «kısmet-i tefrik» namlarîyle ikiye ayrıldığı gibi bunlardan her biri de «kısmet-i rıza» ve «kısmet-i kaza» nam-lariyle iki neve ayrılır.
KISMET-İ CEM (kismat-i cam') (Es. H.) Her birine şayi olan hisseler birer kısımda cem edilmek suretiyle âyan-ı müşterekeyi yani mütaaddit ve müşterek şeyleri kısımlara ayırmaktır: üç kişi beyninde müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe taksim gibi
KISMET-i FERD (kismat-i fard) (Es. H.) Kısmet i tefrik demektir.
KISMET-İ GANÂİM (kismat-i ganü'im) (Es. H.) Ganimet mallarını mücahitler arasında taksim etmektir ki, iki neve ayrılır :
1 — Kısmet-i hami ve nakil: dâr-ı harbde elde edilen ganimetleri nakledecek vasıtaların azlığına mebni hisseleri nispetinde askerlere muvakkaten tevzi ve tahmil etmekten ibarettir. Dâr-ı İslama avdet edince ellerinden alınarak aralarında kısmet-i mülk ile taksim olunur.
2 — Kısmet-i mülk : dâr-ı İslama getirilen ganimet mallarının beşte biri beytülmale alındıktan sonra mütebakisinin mücahitler arasında hisselerine göre tevzi edilmesidir.
KISMETİ KAZA (kismat-i kaza') (Es. H.) Müşterek mülk sahiplerinden bazısının talebi üzerine yargıcın cebren ve hükmen taksimidir.
KISMET-İ RIZA (kismat-i rizâ°) (Es. H.) Müşterek mülk sahiplerinin rızalariyle icra olunan kısmettir ki, karşılıklı rızalariyle kendi taratlarından veya rızalariyle yargıç tarafından yapılan kısmete şamildir.
KISMET-İ TEFRİK (kismat-i tafrTk) (Es. H.) Her cüzünde şayi olan hisseler birer kısmında tayin edilmek suretiyle müşterek bir aynı taksimidir: bir arsanın ikiye taksimi gibi.
KISMI SİGORTA [aim. Teilversicherung; mehr. fache Versicherung. — fr. assurance partielle; assurance successive de complement].
Aynı tehlikelere karşı aynı menfaatin kısım kısım ve .muhtelif tarihlerde birden çok sigortacılar nezdinde sigorta ettirilmesi. Bir zararın vukuunda sigorta ettiren zararın tamamının tazmini için mukaveledeki tarihlere jföre evvelâ mukaveleyi ilk önce aktetmiş olan sigortacıya ve zarar bu mukavelede tayin olunan sigorta bedelini aştığı takdirde geri kalan zararın tazmini için o menfaati sonradan sigorta etmiş olan sigortacılara müracaat eder (TK. 946). bk. Çifte sigorta, müşterek sigorta.
KITAL (kiıâl) (Es. H.) Muharebe ve muhasama demektir.
Kıtale mütehammil bünyesi olduğu halde mukate-leye mübaşir veya hazır olan kimseye «mukatil» denir. Kadınlar ile' çocuklar bilfiil mukateleye iştirak etseler bile - bünyelerindeki zaafa mebni - mukatil sayılmazlar.
«Mukatele» de aynı mânadadır.
KIYAS I — [aim. Analogie. — fr. analogie. — ing. analogy. — lât. analogia].
Muayyen bir hâdise için isdar edilen kanuni bir hükmün işbu hâdiseden yalnız cüzi bir tarzda inhiraf edererek içtimai bünyesi itibariyle aynı olan veya hukuki mahiyeti itibariyle benzeyen bir hâdiseye teşmili. İki türlüdür:
1 — Kanuni kıyas: münferit bir kanun hükmünün unsurlarından esaslı noktaları tali noktalardan ayırmak suretiyle işbu hükümde ifadesini bulmuş olan esas hukuk prensibinin kanunda bir hal sureti gösterilmemiş olmakla beraber kanunda hal sureti gösterilmiş olanlara benzeyen bir hâdiseye tatbik edilmesi. (Misal: Hazine tarafından ihraç edilen tahvillerin zıyaı halinde Ticaret Kanununun 434 - 440 ıncı maddeleri hükümlerinin kıyas yoliyle uygulanması: Yargıtay Tevhidi İçtihat Kurulu'-nun 6/6/1945 gün ve 6/40 E./İl K. sayılı karan).'
2 — Hukuki kıyas: biribirine benzeyen içtimai müesseselere mütaallik olan hususi hükümlerin birbiriyle mukayese ederek sözü geçen müesseselere müşterek olup ta istikra yolundan elde edilen umumi prensiplerin kanunda tanzim edilmemiş ve fakat kanunda tanzimi bulunmuş olan müesseselere benzeyen bir müesseseye tatbik edilmesi. (Misal: hususi şirkette şeriklerin yekdiğerine karşı haiz oldukları haklar ve borçlar işbu şirketin hususi mahiyetiyle kabili telif olmıyanlar müstesna olmak üzere sair ticaret şirketleri şerikleri arasındaki hakların ve borçların aynıdır (TK. 523)
özel hukuk alanında kıyas caizdir (MK 1; TK. 2). Şu kadar ki genel bir kaide veya prensibin istisnası olan hüküm kıyas tarikiyle tatbik edilemez. Bu hallerde mefhumu muhalifinden istidlal [«argumentum a contrario»] caizdir.
Ceza hukukunda kıyas caiz değildir. Çünkü kıyas yolu ile suç veya ceza ihdas etmek «kanunsuz suç ve ceza olmaz» kaidesine aykırı sayılmaktadır.
Ceza hukukunda cemiyeti koruma düşüncesinin ferd hürriyetinden üstün tutulması lâzım geleceğini ileri süren telâkkilerin tesiriyle, bazı memleketlerde Ceza Kanunlarının boşluklarını kıyas yolu ile doldurmak için yargıca salâhiyet verilmiş ve bu suretle kıyasa müracaat usulü Sovyet Rusya, Danimarka, Almanya Ceza Kanunlarına umumi kaide olarak ithal edilmiştir.
KIYAS - KİFAYETSİZLİK KARARI
201
Ü -i- (Kivas) (Es. H.) Lügatte bir Şeyi diğer şeyle ölçmek demektir.
Tesviye mânasında da istimal olunur, iki şeyin yekdiğerine müsavi olup olmadığını gösteren j âlete «mikyas» denir ki, kıyas âleti demektir.
Istılahta kıyas, bir meselenin hükmünü o meseleye mümasil ve müşabih olan diğer bir meselede izhar etmektir.
Birinci meseleye « makîs ün-aleyh » veya « asıl »., ikinci meseleye « makts » veya « feri » ve bu İki mesele arasında mevcut olan veçh.i müşabehet Ve mümaselete de «illet» veya « menat-ı hüküm» denir.
Kıyas; veçh'i kıyastaki zuhur (açıklık) veya hafa (kapalılık) ' itibariyle iki kısımdır : kıyas.ı celî, kryas-ı hafi.
Mutlak kıyas zikrolundukta kıyas-ı cell murat olunur.
KIYAS-1 CELÎ (kiyâs-i caliyy) (Es. H ) Asıldaki illetin ferde vücudu zahir ve zihne mütebadir olan kıyastır.
Meselâ : icare-i ademinin cevazı mahsustur. Fakat akar ve saire malların, icar ve isticarının cevazı hakkında bir nag yoktur. İcare-i ademiye kiyasen tecviz olunmuştur. İllet nasın ihtiyacıdır. Asıldaki bu illet fer'ide de yani menkul ve gayrimenkul icarında da zahirdir.
KIYAS-İ HAFİ (kijâs-i hafiyy) (Es.H.). Sebebi gizli olan ve zihne birden gelmiyen kıyastır.
KIYEMİ (kiyamiyy) (Es. H.) Çarşı ve# pazarda misli bulunmıyan yahut bulunursa da fiyatça mütefavit olan şeydir.
Hayvanat ile kavun karpuz gibi efradı beyninde kıymetçe tefavüt bulunan «adediyyat-ı mütefavite» kıyemiyatdandır Elişi olan evâni gibi ihtilâf-ı sanat hasebiyle muhtelif ve mütefavit olan mevzuat ve yazma kitaplar ve zeriyat. dahi kıyemîdir. Bir'de arpa ile karışık buğday, gibi cinsinin hilafı ile yekdiğerinden temyiz ve tefrik olunamıyacak surette mahlut olan misli şeyler, kıyemiyattandır.
KIYEMİYAT bk. Kıyemi.
KIYMET [aim. Wert, Tauschwert, Preis. — fr. valeur. — itıg. value. — lât. pretiumf.
1 — Mallar arasındaki mübadele nispeti, yani bir mal karşılığında alınan diğer mal miktarıdır. Bu mânada « mübadele kıymeti» tâbiri de kullanılır.'
2 — (Kiyma* ) (Es. H.) Bir malın hakiki bahasıdır.
a) Mebniyen kıymet (mabniyyan kiyma* ) Bir binanın kaimen yani bulunduğu y erdeki* kıymeti demektir,
Mebniyen kıymet tâbiri ebniyeye mahsus olup eş-carda istimal olunmaz.
Kaimen tâbiri ise hem ebniye hem de eşcarda kullanılır.
b) Kaimen kıymet ( ka iman kiyma*) Binaların veya ağaçların bulundukları yerde durmak üzere kıymetleridir ki, toprak bir kere bina Veya ağaçlariyle ve bir kere de bunlardan hâli olarak takvim olunup, yani kıymetlendirilip, iki kıymet beynindeki fark ne ise binaların veya ağaçların kaimen kıymeti demek olur.
e) Makluan kıymet (maklü'an kiyma4) Badel-kal' yani söküldükten, sonra ebniye enkazının ve ağaçların kıymetidir.
ç) Müstehık-kul-kâl' olarak kıymet (maklü'an (kal' olarak kiyma*) Makluan kıymetten kal ücreti indirildikten sonra geriye kalan kıymettir.
Meselâ, bir binanın sökülmüş farz edildiği haldeki kıymeti on bin ve o binayı sökmek için verilmesi lâzıma gelen ücret dahi iki bin kuruş olsa, iki bin kuruş 911 bin kuruştan tenzil edildiğinde kalan sekiz bin kuruş mezkûr binanln müstehik-kul-kal kıymetidir.
KIYMETLİ EVRAK ¦ bk Senet. KIYMETLİ EVRAKIN ZİYÂI bk. Ziyâ.
KİYMET ÜZERİNDEN GÜMRÜK RESMİ [aim. fr. ing. (*ad valorem»/.
Hariçten memlekete girecek maddelerin sıkletleri yerine kıymetleri üzerinden alınan gümrük resmidir.
KIZILAY CEMİYETİ (Derneği) [aim. Roter Halb-mond.— fr.Societe da Croissant - Rouge. — ing. Red-Crescent Society).
Her türlü vasıtalariyle harbde. milli, ve yabancı orduların basta ve yaralılarına bakmak, bunları tedavi etmek ve sulh zamanında diğer musibetlere uğrayan Türk ve yabancılara yardım etmek üzere teşekkül eden ye devletçe bazı imtiyazlara mazhar bulunan bir cemiyettir. 6 Temmuz 1906 tarihinde Cenevrede Türkiye -tarafından da kabul edilen 22 Ağustos 1864 tarihli mukavelename, 18 Ekim 1907 tarihli Lâhey'de münakit konferansının 18 Ekim 1907 tarihli mukarreratı ahkâmına .göre, Kızılay cemiyeti milletlerarası mahiyeti haizdir. (23 Şubat 1326 «1910» tarihli Nz.; 1 Eylül 1926 tarih ve 4093 No. kararname).
Bu cemiyete eskiden «Hilâl-i ahmer» cemiyeti denirdi.
Kızılay alâmeti beyaz zemin üzerine kırmızı aydır.
KIZIL HAÇ [aim. Rotes Kreuz. — fr. Croix-Rouge. — ing. Red - Cross/.
Harbde yaralananlar ve hastalananlar için koruma ve tedaviye ait birtakım hükümler koyan 22 Ağustos 1864 tarihli Cenevre sözleşmesinden sonra birçok memleketlerde kurulan hayır cemiyetlerine verilen addır.
Muhtelif memleketlerdeki Kızılhaç derneklerinin müşterek organı Cenevredeki «Milletlerarası Kızılhaç Komitesi» (Comite international de la,Croix-Rouge) Air.
Birinci dünya harbinden sonra (1919) Kızılhaç dernekleri birliği (federation des societes de la Croix-Rouge) kurulmuştur. Bunun gayesi umumi felâketler için bir metot dahilinde yardımlar hazırlamak, her yerde sağlık propagandasını ilerletmek, hasta bakıcıların vazifelerini, hizmetlerini genişletmek ve bir Kızılhaç gençliği yapmaktır. Kızılhaç alâmeti, beyaz zemin üzerine kırmızı haçtır.
KİZ KAÇIRMA bk. Kaçırma.
KİBS (kib») (Es. H.) Bir arazinin tarla haline getirilmesi için çukurlarına, yarık yerlerine doldurulan topraktır. Çukur yerleri toprak ile doldurup düzeltmiye de «kebs» denir.
KİFAYETSİZLİK KARARI 1 — Belediye başkanları tarafından, her,içtima devresinin başlangıcında belediye meclisi kararlarının tatbikine, belediyenin
202
KİFAYETSİZLİK KARARI — KİTAB-I HUKMl
malî vaziyetine ve taahhütlerinin ilasına dair verilen rapor hakkında belediye meclisinde yapılan müzakere neticesinde izahatın kâti görülmediği yolunda verilen karardır (Belediye K. 76).
2 — Türkiye Büyük Millet Meclisinde herhangi bir meselenin müzakeresinin kâü olmadığı yolunda ittihaz edilen kararlardır ( içtüzük 104).
KİRA 1 — bk. İcar.
2 — (Kiru) (Es. H.) Menfaatin ivaz ve bedelidir ki ücrettir.
KİRA 3 (kirâb) (Es. H.) Bir yeri sürüp aktararak ziraate elverişli bir hale getirmektir.
KİRACI bk. Kiralayan.
KİRACININ KİRALAMASI ( Müstecirin icarı) /aim. Untermiete — fr. sous - location. — ing. subte. nancy, subhire].
Kiralanmış olan bir gayrimenkulun kiracı tarafın, dan kısmen veya tamamen bir diğerine kiralanması halindeki durumdur. Bunun hususiyeti, mucirin ikinci müs-teciri [aim. Untermieter. — fr. sous - locataîre. — ing. subtenant, subhirer] akdin hükümlerine riayet ettirmiye salâhiyeti bulunmasıdır Burada birinci müstecirin haiz olduğu bir hak mucire de intikal eder (BK. 259).
KİRALANAN bk. Mecur.
KİRALAYAN [aim. Vermieter. — fr. bailleur. — owner, landlord, lawful possessor. — lât. locator/.
1 — Kira mukavelesinin taraflarından olup malını kiraya veren kimsedir. Kiraya alan kimseye de kiracı [aim. Mieter. — fr. preneur, locataire. — ing. tenant, hirer. — lât. conductor] denir (BK. 248 vd.).
2 — Deniz nakliyatında: kiralayan [aim. Verfrach-ter. — fr. freteur. — ing. carrier, ship-owner] navlun mukavelesinin taraflarından biri olup bir bedel (navlun) mukabilinde ve kendi namına bir deniz gemisiyle muayyen veya tayin edilecek bir yere kadar mal taşımağı kiracıya karşı taahhüt eden kimsedir. Navlun mukavelesinin diğer âkidine de kiracı [aim Befrachter. — fr. affreteur. — ing. charterer, freighter] denir.
KİRDAR (kır-dâr) (Es. H.) Bir kimsenin uhdesine ziraatte bulunması için ülülemrin müsaadesiyle tefviz edilmiş olan arazi üzerinde yaptığı binaya, diktiği ağaçlara ve kendi mülkünden naklederek tarla haline getirmek üzere o arazinin çukurlarına, yarık yerlerine doldurduğu topraklara denir.
Buna; bazı yerlerde: hakk-ı karar da denir. Bir kimse kirdar namiyle vücuda getirdiği şeyleri başkasına satabilir. Bazı vakıf arazide de bu muamele câridir.
KİSVE [aim. Robe, Talar, Amtstracht. — fr. habit sacerdotal, robe, toge. — ing. robe, official dress].
Yargıç, savcı ve zabıt kâtipleriyle avukatların ve dinî memurların vazife görürken giymiye mecbur oldukları veya giyebilecekleri hususi kıyafettir.
Askerlerin, emniyet memurlarının, bekçilerin ve saire kıyafetleri hususi hükümlere tabidir (461 No. K.; Avukatlık K.; 2596 No. K.; CK. 253).
KİŞİ DOKUNULMAZLIĞI bk. Masuniyeti şahsiye.
KİTABET (kitâbal) (Es. H.) Mevlâ ile memlûkü arasında muvazaa tarikiyle cari olan bir akittir. Buna, «mükâtebe» de denir.
Meselâ : mevlâ memlûküne «senin üzerine şu kadar kuruş takdir ediyorum, bunu müsavi üç taksitte tediye edersin, ilk taksiti şu tarihte, diğer iki taksiti de şu tarihlerde vereceksin, böylece tediye ettiğinde sen hürsün » deyip o da kabul etse aralarında kitabet münakit olmuş olur.
Bu akitten dolayı mevlâ ile memlûkü arasında tahriri bir vesika teatisi mutattır. Bu münasebetle bu akde kitabet ve mükâtebe denilmiştir.
KİTÂBET-1 BATILA (kiıâbat-i bâtila) (Es. H.) Şerait-i inikadı cami olmıyan mükâtebedir ki, bununla kitabet ahkâmı sabit olmaz.
Makdur-üt-teslim olmıyan veya meyyite gibi maldan sayılmıyan bir bedel mukabilinde yapılan kitabet bu kabildendir.
KİTABE Tİ FASİDE (kitâbat-i fâsida) (Es. H.) Şart-ı faside mukarin olan mükâtebedir di, fâsıden münakit olur. Meselâ : iki taksitte ellişer liradan yüz lira vermek ve bir taksit zamanında verilmediği takdirde on lira daha tediye edilmek şartiyle yapılan kitabet bu kabildendir. Bu bedeli tediye halinde ıtk tahakkuk eder. Bununla beraber bu kitabeti mevlâ ile memlûkten her biri diğerinin rızasına bakmaksızın feshedebilir.
KİTABETİ SAHİHA (kitübat-i fahiha) (Es. H.) Şeraitini cami olan mükâtebedir ki, cinsi malûm, miktarı muayyen ve kati bir bedel üzerine yapılmış olur.
Bu halde memlûk, bedel.i kitabeti tediyeden âciz olmadıkça mevlâ bunu feshedemez ; fakat memlûk dilerse, feshedebilir.
KİTABET-1 MÜŞTEREKE (kiıâbat-i muştaraka) (Es. H.) İki kimsenin müştereken malik oldukları bir köle veya cariye hakkında bir akit ile yaptıkları mükâtebedir ki, memlûk bu şeriklere ait bedel-i kitabeti tamamen tediye edince azad olur.
KİTABÎ (kilâbiyy) (Es. H.) Esas itibariyle semavi bir dine, münzel bir kitaba mutekit bulunan gayrimüslimlere denir. Müennesi « kitabiye » dir. Umumuna ehl i kitap denir.
KİTAB-ÜL-KAD1 İLEL KADİ bk. Kitap.
KİTAP (kitâb) (Es. H.) Lügatte mektup, yani yazılmış şey manasınadır. Kitap mektup mânasına olduğu için bütün müellefata kitap ıtlak olunur.
Sâk örfünde, kitap ilân ve hüccete denilir. Fukaha örfünde ise, kitap tabiri muhtelif bab ve fasılları cami bir mebhas-ı fıkhjnin heyet-i mecmuasına ıtlak olunur.
Kitab-ül.bey, kitab-ül-icare, kitab-ül-havale gibi. Usuliyun indinde kitap «Kur'anı kejim» dir.
Bütün Peygamberlere nazil olan kütüb-ü semâvi-yeye de kitap denir.
KİTABI HÜKMÎ (kitâb-i liukmiyy) (Es. H.) Bir şahsın vekili bulunmıyan gaip bir şahıs ile olan dâva ve beyymesini istima ile yargıcın bunu mübeyyin olarak kaybolan kimsenin bulunduğu mahal yargıcına gönderdiği yazıdır. Yazan yargıca «hâkim-i kâtip» ve kendisine hitap olunan yargıca «hâkim-i mektub-ün-ileyh » denir.
KİTABI HÜKMÎ — KOMŞU HAKKI
203
Buna «kitab.ül-kadı ilel-kadı» ve «nakl-i şahadet hücceti» dahi ıtlak olunur.
Hükmü İhtiva etmiyen bu varakaya kitabı hükmî denmesi atiyen hükme mesnet olması itibariyledir.
KİTAB-ÜN NAKZ (kilâb ünnakz ) (Es. H.) Mütareke ve müsalâhayı veya ahd ve emanı fesh ve izaleye dair düşman tarafından gönderilen mektuptur ki, düşman kumandanı tarafından gönderildiği sabit olmadıkça maaliyle amel ve düşman üzerine hücum olunamaz.
KLAN [aim. fr. ing. Clan].
Cemiyetin başka bir cemiyete ayrılmıyan ilk basit şekli, totem bağına dayanan cemiyet nüvesidir. Bu nüve din, aile birlikleriyle siyasi, hukuki birlik ve tekâmülün esasıdır.
KLERİNG bk. Takas.
KODEKS [aim. Arzneibuch. — fr. codex. — ing. codex].
Tababette ve baytarlıkta beşeri ve hayvani tababette kullanılan bütün tıbbi nebatlarla basit veya mürekkep, uzvi veya gayri uzvi kimyevi maddelerin Türkçe, Lâtince, Fransızca isimlerini ve müradiflerini, kimyevi terkiplerini, hassalarını ve sair mümeyyiz vasıflarını, sâfiliklerini tayin için tatbik edilecek muayyene usullerini, ilâçların eczahanelerde muhtelif şekillerde tertiplerini muhafaza ve tağyirden vikayeleri suretlerini ve saireyi göstermek üzere salahiyetli mütahassıslar tarafından tanzim ve hükümetçe meriyete vaz olunan kitaptır (Türk Kodeksi hakkında K.).
KOLLEKTİF EMNİYET [aim. kollektive Sicher-heit. — fr. securite collective.— ing. collective security].
Mümkün olduğu kadar çok devlet arasında tesis edilen karşılıklı yardım bağlariyle sulhun teminini gözeten milletlerarsı siyaset veya teşkilât sistemidir.
KOLLEKTİF MUKAVELELER bk. Umumi mukavele
KOLLEKTİF ŞİRKET [aim. Offene Handelsge-sellschaft (AL), Kollektifgesellschaft (Is.). — fr. sosiete en nom collectif. — ing. ordinary partnership].
İki veya daha ziyade kimsenin müşterek bir ticaret unvanı altında ticaret yapmak ve bundan doğan kâr ve zararı aralarında paylaşmak ve üçüncü şahıslara karşı şirket horçlarından müteselsil ve hudutsuz bir mesuliyet deruhte etmek üzere mukavelename ile kurulan ticari şirket. Kollektif şirket Ticaret Kanununa göre tüzel kişiliği haizdir (TK. 121, 146, vd. ).
KOLLUK bk. Zabıta.
KOMANDİTE bk. Komandit şirket.
KOMANDİTER bk. Komandit şirket.
KOMANDİT ŞİRKET [aim. Kommanditgesellschaft. — fr. societe en commandite (simple J. — ing. limited partnership].
Müşterek bir unvan altında ticaret yapmak mak-sadiyle iki veya daha xiyade kimse arasında kurulan ve içlerinden biri veya birkaçı şirket borçlarından dolayı üçüncü şahıslara karşı hudutsuz ve müteselsil mesuliyet deruhte ettikleri halde diğerleri için yalnız
şirkete koydukları sermaye miktariyle mahdut bir mesuliyet kabul eden şirkete denir.
Komandit şirketlerde hudutsuz mesuliyet deruhte eden ortaklara «komandite» [aim. Komplementdr, per-sönlich haftender Gesellschafter. — fr. commandite ] ve mahdut mesuliyet deruhte eden ortaklara da «komanditer» [aim. Kommanditist.— fr. commanditaire] denir.
Komanditer ortakların sermayeleri «hisse senetleri» ne yani aksiyonlara taksim edilmiş olursa bu nevi komandit şirketlere «sermayesi eshama münkasem komandit şirket» [aim. Kommanditgesellschaft auf Aktien, Aktienkommanditgesellschaft. — fr. societe en commandite par action] denir (TK. 121, 251 vd.; 467 vd.).
KOMİSER [aim. Kommissar, Regierungskommis-sar. — fr, çommissaire, — ing. commissary].
1 — Anonim şirketlerin umumi heyetlerinde içtimalara nezaret etmek ve müzakereler ile alınan kararlar hakkında merciine malûmat vermek üzere Ticaret Bakanlığı tarafından ve bayıudırlık işleriyle meşgul olan şirketlerde, aynı zamanda Bayındırlık Bakanlığı tarafından gönderilen memurlara denir.
Komiserler oya iştirak hakkına malik olmamakla beraber toplantı neticesinde tanzim edilen zabıt varakasını imza ederler (TK. 297, 377).
2 — Polis teşkilâtında bir memuriyet derecesidir (Polis Teşkilât K. 3 ).
KOMİSYONCU bk. Komisyonculuk.
KOMİSYONCULUK [aim. Kommission, Kommis-sionsgeschüfte. — fr. commission. — ing. commission (business) J.
Bir komisyoncunun sanat ve mesleği olup mutlak ticari muamelelerdendir. Kendi nalnına ve bir müvekkil hesabına ücret mukabilinde ticari muamelelerin ifasını deruhte etmeyi sanat ve-meslek edinen kimseye «komisyoncu» [aim. Kommissionür. — fr. commissionaire], bunlara iş veren kimseye «müvekkil» [aim. Kommittent. — fr. commettant], komisyoncu ile müvekkili arasındaki mukaveleye «komisyon mukavelesi» [aim. Kommissions-vertrag. — fr. contrat de commission] ve komisyoncunun aldığı ücrete de «komisyon» [aim. Kommission,
Provision.— fr. commission, provisionf denir (TK. 845; BK. 416)
KOMŞULUK HAKKI [aim. Nachbarrecht. — fr. droit de voisinage. — ing. vicinity rights].
Civar gayrimenkuller maliklerine bu gayrimenkul-lerden dolayı tasarruf ve müdahaleleri men salâhiyetini kendi aralarında tahdit eden haklar ve vecibelerdir. Komşuluk hakkından doğan vazifeler üç sınıftır :
1 — Malik sıfatiyle yapmiya mezun bulunduğu bazı şeyleri yapmamak vazifesidir. Meselâ, bir kimse kendi mülkünde komşusuna zarar verecek yapıları yapamaz ve) a bazı nebat ve ağaçları dikemez.
2 — Bir gayrimenkul malikinin bu sıfatla gayri-menkulünde yapılmasına müsaade etmeyeceği muamelelere müsaade etmesidir. Meselâ, bir kimse gayrimen-kulünden komşusunun borular ve kablolar geçirmesine müsaade etmek mecburiyetindedir.
3 — Bir gayrimenkul malikinin bu sıfatla komşusu lehinde bazı edalarda bulunmak vazifesiyle de mükellef olmasıdır. Meselâ bir hudut hendeğini veya çitini müştereken korumak ve devam ettirmek gibi (MK 661. 663. 674, 680, 6h3, 688).
204 KOMUTAN -
KOMUTAN [aim. Befehlshaber, Kommandant. — fr. commandant. — ing. commander. — lât. praepositus, dux].
Askerî bir birliğin sevk ve idaresine salahiyetli kılınan şahsa denir.
En ufak birlik olan «keşif kolları» ve «mangalar» dan itibaren başkomutana kadar olan birlikler için muayyen komutanlar vardır. Komutan silsilesinin takım, bölük, tabur, alay, tüğay, tümen, kolordu, ordu komu-tanlariyle başkomutan teşkil eder.
KONFEDERASYON bk. Devletler konfederasyonu.
KONFERANS [aim. Konferenz. — fr. conference.
— ing. conference].
Milletlerarası bir meseleyi tetkik veya bir muahedeyi müzakere için devletler mümessillerinin yaptıkları toplantılardır. Verdiği kararlar murahhasların mensup oldukları devletin tasdikiyle mecburi bir mahiyet alır. Fakat konferans hakemlik vazifesi ifa ettiği takdirde verdiği kararlar, tasdika ihtiyaç olmaksızın, alâkadar devletleri bağlar. Konferansın mahiyeti, meşgul olduğu mevzua tabidir. Mevzu siyasi ise konferans diplomatiktir (sulh konferansları, elçiler konferansları gibi). Mevzu teknik ise konferans da tekniktir (münakalât konferansları gibi ).
KONGRE [aim. Kongress. — fr. congres. — ing. congress].
Konferansın müteradifi olmakla beraber bazı müelliflere göre, konferanstan daha umumi ve daha resmî bir mahiyeti haizdir: 1815 tarihli Viyana kongresi gibi.
KONJONKTÜR [aim. Konjunktur. — fr. conjuncture. — ing. conjuncture ].
İşlerin gidişi, iktisadi hâdiselerin birleşme ve inkişaf tarzı, iktisadi hayatın tezahürleridir. İstihsalin artması veya eksilmesi, fiyatların inip çıkması, muayyen sabalarda istihlâkin çoğalıp azalması, işsizliğin artması veya eksilmesi, banka mevzuatının gösterdiği değişmeler gibi muhtelif iktisadi hâdiseler ve temayüllerin yekûnu konjonktürü, daha doğrusu konjonktür hareketlerini teşkil eder (Ticaret Vekâleti Teşkilât ve Vazifelerine dair K. 1, 11).
KONKORDA [aim. Konkordat (Abkommen mit dem Heiligen Stuhlj. — fr. concordat. — ing. concordat.
— lât. concordatum * /.
Bir devletle Papalık makamı arasında imza edilen ve bu devletin arazisi üzerinde, Katolik Kilise ve dininin hukukunu (dinî âyinlerin icrası, papazların hak ve vazifeleri, millî kilisenin Papalık ile münasebeti) tesbit ve tanzim eden muahededir.
KONKORDATO /a/m. Konkordat, Nachlassver. trag, Prüventivakkord, Zwangsvergleieh (innerhalb oder ausserhalb des Konkurses). — fr. concordat ]hors ou apres faillite).— ing. composition, bankrupt's certificat].
İcra tetkik mercii tarafından tayin edilen bir komiserin ve bu komiserin başkanlığı altında daveti ile toplanan alacaklıların adet ve alacak itibariyle üçte iki ekseriyetinin muvafakatini istihsal eden borçlunun bu suretle akdettiği uzlaşma (İe. İf. K. 285 - 309).
KONŞİMENTO
İflâsına hükmedilmiş olan bir borçlu da konkordato teklif edebilir (İflâstan sonra konkordato: İc.if. K. 309).
KONSOLİDASYON falm. Konsolidierung, Umwan-delung, Fundierung (der Staatsşchulden).— fr. consolidation (de la dette publique). — ing, consolidation (of securities) /.
Bir umumi istikrazı, ihtiyari veya mecburi şekilde uzun vadeliye kalbetmek veya daimi kılmak suretiyle resülmalinin tediyesini tehir etmeyi mutazammın bir malî muamele. Konsolidasyon ya ilk senetleri teslim ederek hâmillerin yazılacakları yeni bir istikraza ait senetleri tedavüle ihraç etmek suretiyle bilvasıta (ihtiyarî de olduğu gibi) veya ilk senetlerin değiştirilmesi suretiyle doğrudau doğruya ( mecburi de olduğu gibi ) icra edilir. Konsolidasyona «tahkim» de denir.
KONSOLOS [aim. Konsül. — fr, consul. — ing. consul. — lât. consul */.
Devletin ticari menfaatlerine nezaret, vatandaşlarına, tüccarlara ve seyyahlara yardım, ticaret gemilerinin inzibatına nezaret, ticaret ve seyrisefain muahede, lerinin tatbikatını murakabe etmek, vatandaşlarının idari veya bazı adlî muamelelerini yapmak, yabancı memleketlerin zirai ve sınai mahsulleri ve ticari muameleleri hakkında malûmat toplamak ve kendi memleket, lerinin mahsullerinin sürümünü sağlamak vazifesiyle, yabancı devlet liman ve şehirlerinde yerleşmiş olan res-mî memurdur. Devletler muayyen şehirlerine, muayyen bir devletin konsoloslarını kabul edip etmemekte serbesttir. Konsoloslar siyasî mümessil vasfını haiz değildirler. Onlara bahşedilecek imtiyaz ve muafiyetler her memleketin dahilî mevzuatiyle veya konsolosluk muka-veleleriyle tayin ve tesbit edilir.
Konsoloslar biri muvazzaf [aim. Berufskpnsul. — fr. consul de carriere ou envoye. — lât. consul missus/ diğeri fahrî [aim. Wahlkonsul. — fr. consul honoraire ou elu. — ing. trading consul- — lât. consul electus] olmak üzere iki nevidir (Şehbenderlik Nz. ).
KONSOLOSLARIN KAZA HAKKI bk. Kapitülâsyon.
KONSOLOS MAHKEMELERİ bk. Kapitülâsyon.
KONSORSİYUM [aim. Konsortium.— fr. consortium. — ing. consortium/.
Fransada konsorsiyom: devletle akdettiği idari bir mukaveleye göre emtia, teçhizat vesaire satın alınması, muhafazası ve devri muameleleriyle umumi hizmetlerin işlenmesine iştirak eden ve umumiyetle anonim şirket şeklinde vücuda getirilen hususi teşebbüse denilir.
Bizde 24 Mart 1930 dan 31 Aralık 1931 e kadar faaliyet göstermiş olan «Bankalar konsorsiyumu», hususi bir şirket idi ki, gayesi piyasada döviz arz ve talebini tanzim etmek, daha başka bir ifade ile müsait mevsimlerde hariçten gelen dövizleri satın alıp toplamak ve müsait olmiyan mevsimlerde eldeki dövizleri ihtiyaca göre sarf eylemek suretiyle paranın şiddetli dalgalanmalar göstermesine mâni olmak hülâsa paranın kıymetini fiilî bir istikrara tabi kılmaktı.
KONŞİMENTO [aim. Konnossement, Seefracht-brief. — fr. connaissement. — ing. bill of lading].
KONŞİMENTO — KORUCU
205
Donatan namına kaptan veya donatanın diğer mümessilleri tarafından yükletene verilen tek taraflı bir senettir ki, hem malın teslim alınmasına dair bir vesika, hem de bu malın varma limanında ancak konşimentonun hâmiline teslim edileceğine dair bir taahhüt beyanıdır. Hukukumuzda, donatanla gönderen arasında parça mal nakline dair navlun akdini ispat vasıtası olmaktan başka donatan ile gönderilen arasında da bir kıymetli evraktır. Nama, hâmiline ve bilhassa emre muharrer olarak tanzim olunur. Birden çok nüsha da olabilir. Konşimento yalnız denizde yapılan taşımalarda 10I oynar. Bununla beraber deniz nakliyatına bağlı olan kara nakliyatına da şamil olabilir ki bu taktirde malları taşıyacak olan bütün vasıtalar için bir konşimento tanzim edilir ve buna da «tek konşimento» [aim. Durchfracht-, Durchkon-nossement. — fr. connaissement direct. — ing, through bill of lading/ denir. Konşimento iki türlü olur:
1 — Tahmil veya yükleme konşimentosu /aim. Abladekonnossement. — fr. connaissement de charge-ment. — ing. shipped bill of lading ] : mallar gemiye yükletildikten sonra verilir.
2 — Tesellüm konşimentosu [aim. Übernahmekon-nossemeni. — fr. connaissement reçu pour etre charge. — ing. received for shipment]: malların yükletilmek üzere alınmış fakat henüz gemiye yükletilmemiş olması halinde verilir (TK. 722-746; 1183-1204 ).
KONTENJAN USULÜ [aim. Kontingentierungssys-tem. — fr. contingentement. — ing. quota system/.
Hariçten memlekete girecek malların miktarını muhtelif şekillerde tahdidetmek usulüne denir ki, baş. hca gayesi ithalâtı takyit suretiyle memleket sanayiini himaye eylemektir.
KONTROLÖR bk. Teftiş ve Murakaba; Murakip.
KONUT DOKUNULMAZLIĞI bk. Mesken masuniyeti.
KOOPERATİF (Kooperatif şirket) [aim. Cenos-senschaft. — fr. societe cooperative. — ing. cooperative society ].
Meslek, sanat veya maişetlerine ait ihtiyaç ve muamelelerini karşılıklı muavenet ve kefalet sayesinde tedarik ve ifa eylemek ' maksadiyle teşkil edilen ve sermayesi miktariyle ortaklarının sayısı muayyen olmıyan şirkete denir.
Türk Ticaret Kanunu kooperatif şirketleri ticari şirketler arasında sayarak hükmi şahsiyeti haiz okluklarını kabul ediyor. Kooperatifler, Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmakla beraber gayeleri ticaret yapmaktan ziyade ortakların bazı iktisadi ihtiyaçlarını tatmine çalışmaktır. Muhtelif nevileri olup başlıcaları şunlardır :
1 — İstihlâk kooperatifleri [aim. Konsumgenos-senschaften, Konsumvereine.— fr. societes cooperatives de consummation. — ing. cooperative stores society / : mutavassıt tüccarları ortadan kaldırarak ihtiyaçlarını bizzat müstahsillerden veya müstahsile en yakın kaynaklardan tedarik etmeye çalışan müstehlikler arasında kurulan kooperatiflerdir.
2 — İstihsal kooperatifleri [aim. Produktionsge-nossenschaften, Verkaufsgenossenschaften.— fr. societis cooperatives de production (de vente). — ing. cooperative society for production or distribution of goods] : müstahsiller arasında kurulan ve istihsal ettikleri maddeleri mümkün mertebe mutavassıtlara müracaat etmeden müstehliklere satmıya çalışan kooperatiflerdir.
3 — Kredi kooperatifleri [aim. Kreditgenossen-schaften. — fr. socitetes cooperatives de credit]: mutavassıt faizcileri ortadan kaldırarak ortaklarının muhtaç oldukları krediyi doğrudan doğruya büyük bankalardan tedarike çalışan kooperatiflerdir.
Kooperatif şirketler, ortakların deruhte edecekleri mesuliyet bakımından da ikiye ayrılır :
1 — Mahdut mesuliyetli kooperatiflerdir ki, ortaklar yalnız koydukları sermaye nispetinde mahdut bir mesuliyet deruhte ederler.
2 — Gayri mahdut mesuliyetli kooperatiflerdir ki, bunlarda bazan ortaklar aralarında müteselsil ve tahdit edilmemiş bazan da iştirak ettikleri sermaye nispetiyle mütenasiben, fakat tahdit edilmemiş bir mesuliyet deruhte ederler, bk. Küçük sanat kooperatifleri; tarım satış kooperatifleri; tarım kredi kooperatifleri.
KOORDİNASYON HEYETİ Millî Korunma Kanunu hükümlerine tevfikan Bakanlar Kurulunca ittihaz edilecek kararları hazırlamak ve bu işle alâkalı bakanlıklar arasında işbirliği temin etmek üzere teşkil olunan heyettir. Bu heyet Başbakanın teklifi üzerine alâkalı bakanlardan terekküp etmek üzere Bakanlar arasından ayrılır. Heyete Başbakan veya tevkil edeceği Bakan reislik eder. (Millî Korunma K. 4 ).
KOPYA DEFTERİ bk. Ticari defter.
KOR DİPLOMATİK [aim. diplomatisches Korps. — fr. corps diplomatique.— ing. Corps Diplomatique].
Aynı hükümet nezdine memur edilmiş her sınıftan diplomasi mümessil ve memurlarının heyet-i umumiyesi kor diplomatiği teşkil eder'. Kor diplomatik içerisinde en kademli Büyük Elçiye « Duvayyen » [aim. fr. ing. Doyen] denir. Bu sınıftan mümessil yoksa, sınıf ve kıdem sırasiyle diğer mümessillerden biri duvayyen olur. Kor diplomatik namına teşebbüsler yapmak, ziyaretlerde bulunmak ve merasimde nutuk söylemek duvayyen'in vazifesidir.
KORPORASYON bk. Esnaf cemiyetleri.
KORSANLIK [aim. Kaperei. — fr. course. — ing. cruise /.
Muharip devlet tarafından silâhlandırılarak düşman devlete, yahut tabasına ait malları zapteden ticaret gemilerinin fiil ve hareketlerine denir. Korsanlık vaktiyle meşru bir harb vasıtası idi. Korsanlık yapan kaptan ve tayfa ele geçince harb esiri muamelesi görürdü. Korsanlık 1856 Paris muahedesiyle ilga edilmiştir.
KORUCU [aim. Hüter.— fr. garde — ing. forest-keeper; gard of a wood or field].
İnsanları, mezruatı, ormanları ve hayvanları korumakla vazifeli ve intihap ve tâyinleri hususi hükümlere
206 KORUCU - KUMAR
tabi olmak üzere zabıta salâhiyetini haiz bir nevi memurdur. Bunlara iştigal mevzularına göre köy korucusu, orman korucusu denir. Orman korucuları şimdi yoktur. Bunlara ait vazife orman muhafaza kıtaları tarafından görülmektedir ( Köy K. 68 - 82).
KÖLE (köle) (Es.H.) Hürriyetten mahrum, başkasının mülküne dahil olan erkek insan ki hür mukabilidir. KÖy bk. Köy ve köy hukuku.
KÖY VE KÖY HUKUKU [aim. Landgemeinde und Landgemeindenrecht. — fr. village et legislation sur les villages. — ing. village and law on village administration].
En küçük âmme (kamu) idaresi, Türk komün idarelerinin küçük ve basit şeklidir. Kanuna göre belli bir sınır içinde yaşıyan, menkul ve gayrimenkul mallara sahip ve kanunların kendilerine verdiği işleri yapan iki binden aşağı nüfuslu ve hükmi şahsiyeti haiz topluluktur.
Hükmi şahsiyeti haiz olan köy uzuvları köy derneği, köy ihtiyar meclisi ve muhtardır. Köyün teşkilâtını, vazife ve salâhiyetlerini, münasebetlerini gösteren kaideler köy hukukunu teşkil eder (Koy K.).
KREDİ ( İtibar ) [aim. Kredit. — fr. credit. — ing. credit. — lât. credere].
Lâtince credere yani inanmak ve itimat etmek kelimesinden gelir.
I — İktisatta: a) Mevcut bir servetin müstakbel bir servetle mübadelesi veya nakden tediyenin geri bırakılmasıdır ; para, eşya, veya hizmet gibi bir şeyin istikbalde mukabilini ödemek istiyeceği veya ödemfye muktedir olacağı ümidiyle diğer bir kimseye devridir.
b) Bir kimsenin tediye kabiliyeti hakkında mevcut kanaat: kredisi olmak.
c) Bir şahsın umumiyetle bir bankerin başka bir şahsa olan itimadı neticesi bu şahsın emrine muayyen bir miktar parayı amade bulundurması için giriştiği taahhüttür : kredi açmak (Bankalar K. 19, 20).
ç) (Geniş mânada) bankaların yaptıkları ikraz ile müteradif olarak kullanılır : kredi müessesesi, uzun vadeli kredi, kısa vadeli kredi gibi.
II — Muhtelif kredi nevileri vardır :
a) Açık kredi [aim.of fener (ungedeckter) Kredit, Blankokredit. — fr. credit a decouvert, credit en blanc. — ing. open credit] : borçlunun şahsi imzasından başka teminat alınmadan yapılan ikraz veya açılan kredidir ( Bankalar K. 21 ; 3399 No. K. 1, 3 ).
b) Müekket (sağlamlaştırılmış) kredi bk. Akreditif.
c) Gayrimüekket (sağlamlaştırılmamış) kredi ( âdi kredi) bk. Akreditif.
ç) Şahsi kredi: fertlerin dostlarından veya malî müesseselerden istikrazda bulunmaları veya perakendeci tacirlerden veresiye mal almalarıdır.
d) Vesikalı kredi / aim. Rembourskredit. — fr. credit documentaire. — ing. documentary credit] : yola çıkarılmış mallara ait vesikaların (umumiyetle konşimento ve sigorta poliçesi) terhini mukabilinde açılan kredidir (MK. 871 ; TK. 760, 1114 -1116) . Buna ithalât üzerine kredi de denir.
e) Zirai kredi /aim. Agrarkredit. — fr. credit agricole. — ing. agricultural credit] : zirai istihsalde
veya ziraat tesisat ve âletlerinin temin, ikmal ve İslahında kullanılmak üzere para ikrazıdır. Zirai krediler umumiyetle şu maksatları güder:
1 — Çiftliğinin işletme sermayesi unsurlarını tamamlamak;
2 — Zirai istihsali verimlendirmek ve iyileştirmek;
3 — Çiftçiyi zirai işletmiye sahip kılmak veya kendisine bir zirai işletmeyi genişletecek arazi edindirmek;
4 — Zirai mahsullerin sürüm ve satışını kolaylaştırmak ve arttırmak (Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası K. 8-16;.
f ) Ticari kredi [aim. Handelskredit. — fr. credit commercial]: ticari işlerde sarf adilmek üzere yap lan istikrazlar veya açılan kredi (TK. 747; Bankalar K. 24).
g) Sınai kredi [aim. İndustriekredit. — fr. credit industriel ]: sınai tesisat ve teşebbüsler için açılan kredi ( ödünç para verme işleri K. 16 ).
KREDİ MÜESSESELERİ bk. Banka.
KRİMİNOLOJİ [aim. Kriminologie. — fr. crimi-nologie. — ing. criminology).
Suç ve suçluluğu gerek dış gösterileri, gerek iç sebepleri bakımından inceleyen ilme denir.
İstanbul ve Ankara üniversitelerine bağlı birer Kriminoloji enstitüsü kurulmuştur.
KUBBE ALTI VEZİRİ Osmanlı teşkilâtında: muayyen bir vazifesi olmakla beraber Divan ı Hümâyuna devam eden ve bu divanda hazır bulunan vezirlerdir.
Bunlar Divanda kendilerine havale olunan işleri görürler veya sorulan hususlarda reylerini beyan ederlerdi. Bunlardan bazısı seferlerde komutanlıklara veya Sadrazamın sefere çıkması halinde sadaret kaymakamlığına tâyin olunurlardı.
KUDRET-1 CÜZ'İYE (kı,drat-i cuz'iyya) (Es.H.) Kudret-i külliyenin muayyen bir fiile taallûkudur ki, fiil bununla hâsıl olur. Kudret-i cüz'iye fiil ile beraber vücut bulur. Fakat esbab ve alâtın selâmeti mânasına olan kudret fiilden evvel mevcuttur.
KUDRET-I KÜLLİYE (kudrat-i kulliyya) Esbab ve alâtın selâmeti manasınadır ki, bir şeye temekkün Ve iktidar demektir. İnsan bununla bir işi yapıp yap-mamıya mütemekkin ve muktedir olur. Meselâ: şuradan kalkıp gidebilmek iktidarı kudret i külliyedir..
Kudret 'iki kısımdır: biri kudret i mümekkine, diğepi kudret-i müyessiredir.
Kudret-i mümekkine : fiili ifaya kudretin aşağı mertebesidir ki, teklifin sıhhatinin şartıdır. Bu kudret olmazsa teklif sahih olmaz. Buna «kudret-i mutlaka » da denir.
Kudret-i müyessire: kudretin yüksek mertebesidir. Malî mükellefiyetlerden çoğunun mesnedi budur.
KUMAR [aim. Spiel. — fr. jeu. — ing. gaming. — lât. alea].
1 — (HH) Kumar, oynıyanların mahareti, tertibe veya baht ve talihe tabi muayyen bir kazancın ödenmesini yekdiğerine karşı temin eden bir mukavele olarak
KUMAR —
bir alacak hakkı doğurmaz. Piyango, müşterek bahis gibi hükümetçe müsaade edilmiş olan haller müstesnadır (BK; S04 - 507).
2 — (CH) Kumar, kazanç kasdiyle icra kılınan kâr ve zarar baht ve talihe bağlı bulunan oyunlardır. Umuma mahsus veya umuma açık olan yerlerde kumar oynamak veya oynatmak yasaktır. Kumar kabahat nevinden bir suçtur (CK. 567 - 570).
KUMPANYA bk, Şirket.
KUNDAKÇILIK [aim. Brandstiftung. — fr. incen-die volontaire. — ing. arson. — lât. vis incendii; incen-dium dolo factum] .
Meskûn ve gayrimeskûn bir bina, gemi, koru, orman ve biçilmiş mahsulât veya kesilmiş odun ve kereste gibi şeylere kasden ateş vermektir.
Ceza kanunumuzda bunun yerine daha umumi bir tâbir olmak üzere « yangın » tâbiri kullanılmıştır ( CK. 369 vd. ).
KUPON [aim Kupon, Zinsschein, Dividenden. schein, Gezuinnanteilschein.— fr. coupon.— ing. coupon].
Kıymetli bir evraka ekli olup vâdesi geldiğinde koparılarak ibraz edilmek suretiyle bedeli alınan faiz, temettü vesair mürettebat senedidir.
KUR'A (kur'a) (Es. H.) Bazı şeylerin tevzii veya bir şeye nail olacak kimsenin tâyini için iltizam edilen bir usuldür ki, bununla kalpleri tatyip, nizaı def gibi bir gaye gözetilir. Cemi «Akra' » dır.
KUR'A KEŞİDESİ bk. Keşide.
KUR'ÂN (kur'ân) Arapçada «okudu» mânasına gelen « Ka-Ra-'A » cevherinin masdarı olup « yüksek sesle okumak» (tilâvet etmek) ve «okumağa şayan olan» demektir. I£ur'ân, ehlisünnet i'tikadına göre Cibril vasıtasiyle, Allah tarafından son Peygamber Hazreti Muham-med'e, 23 yılda, kısmen Mekke'de ve kısmen Medine'de, Arap dilinde olarak, parça - parça, nazil olmuş ( dünya yüzüne indirilmiş, bildirilmiş) ve vahy (ilham) olunmuş Allah Kitabı'nın adıdır. Kur'an, nazmı ve mânası ezelî ve ebedî olan ve mahlûk olmiyan ve Peygamberden tevatürle nakledilegelen 114 sûreden ve bu sûreler emir, nehy, vaat, vait, kıssa, emsal, hudut (ceza) ve dua ve niyaz olmak ve aralarında Besmele de bulunmak üzere 6666 âyetten mürekkeptir. Bu âyetlerden hüküm ihtiva edenlerin, yani da'vet (cihad) ile meşrûât (münakâhât, müfarakaat, feraiz . . .), muamelât ve ukuubat gibi mükellefler arasındaki münasebetlere taalluk eyleyenlerin en çoğu Medine'de nazil olmuştur ve Mekke'de nazil olan âyetler daha ziyade İslâm akidesi esaslarını ihtiva etmeKtedir. Bu hükümlerden bazısı muayyen bir zaman için vahyolunduğundan sonradan başka hükümlerle «nesh» edilmiş (tatbiklerine nihayet verilmiş) tir.
İslâm Hukukunun İlmi olan « Fıkıh » İstılahında «Kitab» (Kitâb) (lügatte mânası « yazılı, şey» demektir). «Kur'an» ile müteradiftir ve Fıkh'ın dayandığı şer'î delillerin (kaynakların) birincisidir. (Bu delillerin ikincisi «Sünnet» (Sunna*), yani Kur'ân haricinde Peygamberin hadis (söz) leri ve ihtiyarîfiilleri, üçüncüsü «îcma» (îcmâ1), yani bir asırda, bilhassa Peygamberin irtihalinden sonra birinci, ikinci ve üçüncü yüzyıllarda gelen müctehitlerin
KURB-İ DERECE 207
şer'î bir mesele üzerinde ittifak etmeleridir. « Kıyas » (Kiyâs) ve diğer deliller Kur'an veya Sünnete râcidir.)
Kur'an'a «Zikr» (Zikr), «Hikma» (Hikma) ve «Für-kaan» (Furkân) da denir.
Kur'an nazil olmuş ve tilâvet edilen vahy demek olduğundan «münzel ve metlûv vahy» diye vasıflandın-larak, Kur'ari gibi «metlûv» olmiyan ve fakat mâna ve mefhum itibariyle «vahy» den ibaret bulunan « hadis » ten tefrik olunur.
Usul-i Fıkıh'ta şer'î hüküm, «Kitab», yani Kur', an'ın mânaya delâlet eden nazmından istidlal edilir.
Bir âyet vahyolunur olunmaz nazil olduğu lâf zile Peygamber tarafından muntazaman eshaba tebliğ edilir ve vahy kâtiplerine yazdırılırdı. Kur'an'ın âyetleri hıfzedilir (dikkatle ezberlenir) ve deri, hurma yaprağı, kemik ve taş üzerine yazılırdı. Ayetler ve âyetlerden terekküp eden sûreler, vahy sırasiyle değil, mevzulara göre bizzat Peygamberin işaretiyle, yine vahye müsteniden, tertibolunmuştur. Kur'an'ı tamamiyle ezberliyen-lere «kaa'ri'» (kâri') (cemi «kurrâ» kurrâ') denirdi ve bu tabir ilk zamanlarda «Fakih» (fakih)ler (Fıkıh âlimleri) mânasına da gelirdi. Kur'an'ın yazılıp hıfzedilmesine mukabil hadislerin yazılması Peygamber zamanında menedilmişti. Birinci Halife Ebubekir zamanında «Ye-mâme» vak'asmda pek çok kurrâ şehit olduğundan Kur', an'ın cem'ine lüzum görüldü. Her âyetin Peygamber huzurunda yazıldığı iki şahitle ispat edilmek ve kurrâ'. nın da hafızasına müracaat olunmak suretiyle âyetler, Peygamberin irtihalinden altı ay sonra, bu toplama işiyle vazifelendirilmiş olan, Zayd-ibni-Sâbit (Zayd İbna Şâbit) tarafından büyük ihtimamla toplandı. Peygamber zamanında, hicretten çok sonra ve Mekke'nin fethinden evvel, kolaylık olmak üzere, yedi «harf» (harf) (lehçe) de okunmasına muvakkaten ve nass' (naşş) ların değişmemesi şartiyle, müsaade edilen Kur'an'ın asıl Kureyş lehçesi üzerinden mazbut kalması ve lehçe ihtilâflarına mahal verilmemesi için üçüncü Halife Osman zamanında kıraati tesbit edilerek Ebubekir'in tertip ettirdiği «Mushaf» (Mushaf) tan nüshalar çıkartılıp her tarafa gönderildi ve başka kıraati ihtiva eden nüshalar yakıldı. Bu suretle yayınlanmış olan bugünkü Kur'ân, vahyolunân bütün âyetleri Peygamber tarafındau emrolunmuş tertipte ve tercih olunan Kureyş lehçesile aynen ve hiç bir tadile uğramaksızın ihtiva etmektedir.
Saygı ifade etmek üzere Kur âna «Kur'ân.ı Kerîm» «Kelâm-ı Kadîm» ve «Mushaf-ı Şerîf» denir.
KURA VE KASABAT ARAZİSİ (kura vc kaşabâl arazisi) (Es. H.) Kadim köy ve kasaba içindeki arsalar ve kenarlarında bulunup tetimme-i sükna itibar olunan, nihayet yarım dönüm miktarı yerlerdir.
KURBET (Vakıfta) (kurbıt) ( Es. H.} Hayırlı cihetlere malı vakf ile Cenab-ı hakka tekarrüptür.
KURBET-İ ÜM (kurbat-i umm) (Es. H.) Ana ve büyük anlar vasıtasiyle olan karabettir: ana bir kardeşler ve bunların ferleri yakın ve uzak dayılar, teyzeler ve bunların ferileri gibi.
KURB'İ DERECE (Feraizde) ( kurb-i daraca ) (Es. H.) Ölen kimseye derece -ve vasıta itibariyle yakınlık demektir.
Meselâ, ¦ mütevaffaya oğlu, torunundan daha yakındır.
208 KURTARMA VE YARDIM—KÜÇÜK SANAT KOOPERATİFLERİ
KURTARMA VE YARDIM [aim. Bergung and Hilfeleistung in Seenot. — fr. sauvetage et assistance maritime. — ing. salvage/.
Kurtarma ; bir deniz kazasında geminin veya gemide bulunan şeylerin o gemi adamlarının idaresinden çıktıktan sonra üçüncü şahıslar tarafından ele geçirilerek emniyet altına alınmasıdır.
Yardım ; bir geminin veya gemide bulunan şeylerin üçüncü şahısların yardımiyle deniz kazasından kurtarılmasıdır. Birinci halde kurtarma ücreti ve ikinci halde de yardım ücreti istenebilir (TK. 1281 vd.).
Kurtarma ve yardım esası Türkiyenin de iştirak ettiği milletlerarası anlaşmalarla teyit edilmiştir ( K No. 3226).
KUSUR [aim. Verschulden, schuldhaftes Verhal-ten, Schuld. — fr. faute. ~ ing. fault, faultfinding. — lât. culpa].
Tazmini mucip bir hareket tarzıdır. Bu hareket ya haksız bir fiil şeklinde veya mukaveleye muhalefet tarzında tecelli eder. Evvelkisinde kanun hükümlerine riayetsizlik, ikincisinde ise mukavele hükümlerine muhalefet vardır. Küsurun objektif unsuru «kanunun himaye ettiği bir hakka tecavüz» dür. «Mesuliyete ehliyet» kusurun sübjektif unsurunu teşkil eder.
Kusur; kasıt, ihmal veya tedbirsizlik neticesinde meydana gelir.
Kasıt [aim. Vorsatz. — fr. intention.— ing. intention. — lât. intentio], haksız bir neticenin istihsali için sarf olunan iradi faaliyettir (BK. 41 f. 2).
ihmal [aim. Fahrlâssigkeit. — fr. negligence. — ing..negligence. — lât. culpa], haksız bir neticeyi istihdaf etmemekle beraber kanunun emirlerini yerine getirmemektir. Bir kimse birtakım şahıslara veya mallara nezaret etmiye (BK. 55, 56; MK. 320), yahut bir tehlikeyi önlemek için harekete geçmiye kanunen mecbur tutulmuş ise o kimsenin bu vazifeleri ihmal etmesi bir kusurdur (MK. 256 ).
Tedbirsizlikte haksız bir netice istihdaf edilmez ; fakat halin icabettirdiği tedbirleri almamak yüzünden bir haksızlığa meydan verilmesi mümkündür. İhmalin derecesi fazla ise buna «ağır» kusur (ihmal) [aim. grobe Fahrlâssigkeit. — fr. negligence grave. — lât. culpa lata] denir (BK. 243).
Akdi kusura gelince: borçlu mukavelenin kendisine yüklediği mükellefiyetlerden herhangi birini yerine getirmezse akdî kusur işlemiş olur. Borçluya teveccüh eden mükellefiyetler mukavele hükümlerine ve mukavelede bir sarahat yoksa mümasil işlerde alınması mutat olan tedbirlere yani objektif hüsnüniyet kaidelerine göre takdir olunur.
Akdî kusurla haksız fiillerdeki kusur arasında şu fark vardır: halcsız fiillerde zarar gören kimse failin kusurlu olduğunu ispata mecburdur (BK. 42 f. 1). Akdî kusurda ise borçlu kendisine hiçbir kusurun isnadedile-miyeceğini ispat etmedikçe zarardan mesul olur (BK. 96).
2 — (KuŞür) bk. Ayıp.
KUSUR SİGORTASI bk. Kazaya karşı sigorta; mesuliyet sigortası.
KUVVET 1 KARABET Karabette kuvvet demek-
tir. Meselâ ana, baba bir kardeşin karabeti baba bîr kardeşten kuvvetlidir. Çünkü, ana baba bir kardeş iki karabet ve diğeri bir karabet sahibidir.
KUVVE-İ KAZAİ YE bk. Kaza kuvveti.
KUVVET 6*:. Kuvvetlerin ayrılığı.
KUVVETLERİN AYRILIĞI [aim. Gewaltenteilung. — fr. separation des pouvoirs. — ing. separation of powers].
Devlet idaresinde adalet ve muvazenenin tesisi maksadiyle yasama, yürütme ve yargılama iktidarlarının birbirinden tamamiyle ayrı olarak işlemeleri nazariyesidir
Bu nazariye hükümdarların mutlak ve bütün kuvvetleri şahsında, toplıyan kudretlerine karşı bir mücadele silâhı olarak ortaya atılmış,* İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesine ve ondan sonraki esas teşkilât kanunlarına prensip olarak girmiştir. Kuvvetlerin ayrılığı prensibinin en ileri gittiği memleket Şimalî Amerika Birleşik devletidir.
KUVVETLERİN BİRLEŞMESİ [aim. Gewalten-verbindung. — fr. confusion des pouvoirs. —¦ ing. concentration of powers].
Parlamento karşısında müstakil bir icra kuvveti bulunmıyarak icra vazifesini gören teşekkülün meclisin murahhas heyeti vaziyetinde olmasıdır. 1792 - 1795 se. nelerinde Fransada Konvansiyon bu hükümet şeklinin tam bir misalidir.
Anayasada kuvvetlerin birleşmesi prensibi Türk inkılâb'nın başından beri hâkim olmuştur. Bununla beraber, Anayasa hayat ihtiyaçlarını göz önünde tutarak devletin üç kuvvetine ait vazifelerini ayrı ayrı fasıllarda göstermiştir (Anayasa 5-8).
KÜÇÜK ( Sagir ) [aim. Minderfahriger. — fr, mi-neur — ing. infant. — lât minor].
Yaşının küçüklüğü dolayısiyle medeni haklarını kullanma ehliyetinden tamamen veya kısmen mahrum olan şahsa denir.
Küçük (sagir) reşit'in zıddıdır (MK. 11 vd.).
KÜÇÜK SANAT KOOPERATİFLERİ Millî Korunma Kanununa dayanılarak kararlaştırılmış «lan 513 ve 516 sayılı Koordinasyon Heyeti kararlarına göre kurulup ta Ticaret kanuniyle zikri geçen kararların hükümlerine tabi olan kooperatifler. Bunlar Ekonomi Bakanlığınca verilecek hususi bir müsaadeye istinaden ve bir tip statüye göre kooperatifin mevzuu olan küçük sanati kendisine bilfiil sanat ittihaz eden en az yedi kişi tarafından kurulur. Görülecek lüzum üzerine küçük sanat kooperatiflerinden iki veya daha fazlasının birleşmeleri veya bir kooperatifin muhtelif kooperatiflere ayrılması yakut kooperatifler arasında birlik kooperatifleri kurması mecburi kılınabilir. Ve yine görülecek lüzum üzerine küçük sanat kooperatifleri ile bunların birlik kooperatifleri idare meclisi azasından hepsi veya bir kısmı faaliyetten menedilebilir. Küçük sanat kooperatiflerinin .müdürleri ve murahhas azaları idare meclisinin teklifi ve Ekonomi Bakanlığının tasdiki ile tayin olunur. Kooperatifler ve birlik kooperatiflerinin ortak ve uzuvları gırek esas mukavelenameleri hükümlerine ve gerek bu mukavelenamelerin ve gerek 513 ve 516 sayılı kararların tatbikatiyle alâkalı olarak Ekonomi veya Ticaret
KÜQÜK SANAT KOOPERATİFLERİ — LAHEY MUKAVELELERİ 209
Bakanlığınca ittihaz edilecek kararlara riayet etmekle mükelleftirler.
KÜÇÜK SANATLAR [aim. Kleingewerbe, Hand-v erk. — fr. arts et metiers. — ing. arts and crafts].
Bir ustanın kendi nam ve hesabına ve başlı başına kendi mesuliyeti altında evinde veya muhassas bir yerde ailesi efradından olan veya olmıyan ve sayısı mahdut olan çırak ve kalfalarla birlikte el emeği ve ihtisas kullanarak iş yapması ve yaptığı eşyayı satılığa çıkarmayı meslek edinmesi 11/1/1943 gün ve 4355 sayılı kanuna göre küçük tacir sıfatını haiz olmamak şartiyle ister seyyar olsunlar ister bir dükkânda veya bir sokağın muayyen mahallerinde sabit bulunsunlar faaliyeti nakdi sermayesinden ziyade bedeni mesaisine istinat eden ve kazancı maişetini temine kâfi olacak derecede az olan kimselere küçük sanat sahipleri denir. Küçük sanat sahiplerinin gerek bizzat gerek amele istihdam veya makine istimal ederek sanat eserlerini vücude getirmesi ve bu mahsulleri satması ticari mahiyette olmıyan adi işlerdendir (TK. 19). Küçük sanat sahipleri, küçük ta-
cirlerle birlikte «esnaf» tabiriyle anılır (bk. Esnaf; Esnaf cemiyetleri).
KÜÇÜK TACİR bk. Esnaf ; Tacir.
KÜFR(kufr) (Es. H.) Lügatte, setr ve ihfa manasınadır. Istılahta «Cenabı hakkın varlığını veya birliğini, şerâyi-i ilâhiyeden veya enbiya ve mürselinden herhangi birisini inkâr » demektir. Bu suretle münkir olana «kâfir» derler.
KÜREK CEZASI [aim. Zwangsarbeit. — fr. travaux forces. — ing. punishment of the galleys; hard labour zvith transportation].
1274 tarihli eski Ceza Kanununun 19 • 21 nci maddelerinde yazılı olup devletçe, memleketin münasip yerlerinde tesis edilecek umumi hapishanelerde, ayaklarına demir vurularak hidemat-ı şakkada kullanılmak suretiyle infaz olunan bir ceza idi.
KÜSURATI MUNZAMMA bk. Munzam kesir.
KÜTÜK bk. Resmi sicil
L
LÂFZ [aim. Wortlaut. — fr. la lettre (d'une disposition legale). — ing. letter. — lât. verba ac Ut-terae, scriptum (legis) ].
1 — Yazılı bir hukuk kaidesinin veya hukukan önemli bir vesikanın, metninde kullanılan kelimeler bakımından anlamı (MK. 1). Lâfzın mukabili, metnin ruhu [aim. Sinn, Geist (des Gesetzes). — fr. l'esprit. — ing. spirit. — lât. sententia] dur.
2 — Lâfz (laf?) (Es. H.) Lügatte, yazılı ve yazsız söze denir. Vakıfta ise aşağıdaki anlamlarda kullanılır :
Lâfz'ı muhtemel (laf z-i muhtamal ) İki veya daha ziyade mânaya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangisinin kasdolunduğu mücerret rey ile değil deliller, karineler ile tayin olunur.
Lâfz-ı müfesser (lafz-i raufassar) Tahsis ve tevile ihtimal bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vacip olur.
Lâfz-ı müşterek (laf? i muştarak) Mütaaddit müsemması bulunan lâfızdır ki, hangi mâna kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânâsız addolunur, onunla amel olunmaz.
Lâfz-ı zahir ( laf z-i zahir ) Teemmül ve tefekküre muhtaç olmaksızın dinleyenin derhal mânasını anladığı sözdür ki bunun zıddına «hafi» denir.
LÂFZİ TEFSİR bk. Tefsir.
LAĞ7 (lağıv) (lagv) (Es.H.) Söylenip söylenmemesi itibara lâyık olmıyan sözdür.
LAHEY KAİDELERİ 1922 [aim Haager Regeln (1922). — fr. regies de la Hay e (1922). - ing. Hague rules (1922)].
1921 de toplanan Lahey konferansında ; deniz nakliyatında kiralıyanla kiracının karşılıklı mükellefiyetlerini konşimento olmadan belirlemek ve bilhassa nakliyecinin mesuliyetinin şümulünü tayin etmek hususunda kabul edilen kaideler. Bu kaidelerin metni 1924 de Brüksel'de toplanan milletlerarası komisyonla ingiliz ve Belçika kanunları tarafından hemen hemen aynen iktibas edilmiştir.
LAHEY MUKAVELELERİ [aim. Haager Abkom-men, Haager Konventionen. — fr. Conventions de la Haye. — ing. Hague Conventions].
1899 ve 1907 tarihli Lahey mukaveleleri milletlerarası hukukun inkişafında mühim bir merhale teşkil eder.
Birinci Lahey konferansı 18/5/1899 da toplanmış ve iki buçuk ay kadar devam etmiştir. Bu konferansta tetkik edilen mevzular şunlardır : 1 — Milletlerarası ihtilâfların sulh yoliyle halli, 2 — Kara harbleri kanun ve teamüllerine dair nizamname, 3 — 1864 tarihli Cenevre mukavelesinin deniz harbleri hakkında da tatbikine dair mukavelename.
İkinci Lahey konferansı 15/7/1907 de toplanmış ve üç ay kadar sürmüştür. Bu konferansta tetkik ve tesbit edilen mevzular şunlardır: 1 — Milletlerarası ihtilâfların sulhen halli, 2 — Hususi mukavelelerden doğan borçların tediyesini temin için kuvvet kullanılmaması, 3 — Kara harbleri kanun ve teamülleri, 4 — Bir kara harbi vukuunda bitaraf devletlerin hak ve vazifeleri, 5 — Muhasematın başlangıcında düşman ticaret gemileri hakkında tatbik olunacak rejim, 6 — Ticaret gemilerinin harb gemisi haline konması, 7 — Denizlerin altına kendi kendine müteharrik mayinler koymak, 8 — Harb zamanında deniz kuvvetleri tarafından bombardımanlar,
H. L. 14
KÜQÜK SANAT KOOPERATİFLERİ — LAHEY MUKAVELELERİ 209
Bakanlığınca ittihaz edilecek kararlara riayet etmekle mükelleftirler.
KÜÇÜK SANATLAR [aim. Kleingewerbe, Hand-v erk. — fr. arts et metiers. — ing. arts and crafts).
Bir ustanın kendi nam ve hesabına ve başlı başına kendi mesuliyeti altında evinde veya muhassast bir yerde ailesi efradından olan veya olmıyan ve sayısı mahdut olan çırak ve kalfalarla birlikte el emeği ve ihtisas kullanarak iş yapması ve yaptığı eşyayı satılığa çıkarmayı meslek edinmesi 11/1/1943 gün ve 4355 sayılı kanuna göre küçük tacir sıfatını haiz olmamak şartiyle ister seyyar olsunlar ister bir dükkânda veya bir sokağın muayyen mahallerinde sabit bulunsunlar faaliyeti nakdi sermayesinden ziyade bedeni mesaisine istinat eden ve kazancı maişetini temine kâfi olacak derecede az olan kimselere küçük sanat sahipleri denir. Küçük sanat sahiplerinin gerek bizzat gerek amele istihdam veya makine istimal ederek sanat eserlerini vücude getirmesi ve bu mahsulleri satması ticari mahiyette olmıyan adi işlerdendir (TK. 19). Küçük sanat sahipleri, küçük ta-
cirlerle birlikte «esnaf» tabiriyle anılır (bk. Esnaf; Esnaf cemiyetleri).
KÜÇÜK TACİR bk. Esnaf ; Tacir.
KÜFR(kufr) (Es. H.) Lügatte, setr ve ihfa manasınadır. Istılahta «Cenabı hakkın varlığını veya birliğini, şerâyi-i ilâhiyeden veya enbiya ve mürselinden herhangi birisini inkâr » demektir. Bu suretle münkir olana «kâfir» derler.
KÜREK CEZASI [aim. Zwangsarbeit. — fr. travaux forces. — ing. punishment of the galleys; hard labour zvith transportation).
1274 tarihli eski Ceza Kanununun 19 - 21 nci maddelerinde yazılı olup devletçe, memleketin münasip yerlerinde tesis edilecek umumi hapishanelerde, ayaklarına demir vurularak hidemat-ı şakkada kullanılmak suretiyle infaz olunan bir ceza idi.
KÜSURATI MUNZAMMA bk. Munzam kesir.
KÜTÜK bk. Resmi sicil