Türk Hukuk Sözlüğü (T-Z)

T
TAADDİ (Ta'addi) (Es.H.) 1 — Emanette: Vedia hakkında sahibinin razı olmadığı şeyi yapmaktır, Müstev-daın vedia olan nükudu kendi işlerinde sarf eylemesi gibi.
2 — icarda-' Müstecirin mecurda mezuniyet ve salâhiyeti olmadığı bir fiil ve harekette bulunması ve mezuniyetine muhalefeti ve hilafı mutat hareketi ve ecirin sarahaten veya delâleten müstecirin emrine muhalif hareketi ve bigayri hakkin müstecirunfihi hapis eyleme-sidir.
TAADDÜDÜ EZVAC bk. Çok kocalılık
TAADDÜD-Ü ZEVCAT bk. çok karılılık.
TAAHHÜT (yüklenme) [aim. V.rpflichtung, Ver-sprechen, Zusage. — fr. engagement. — ing. engagement, obligation, contract. — lât. stipulatio, obligatio].
1 — Kendi nam ve hesabına hakiki bir şahsa veya hususi yahut âmme hükmi şahsına karşı mukaveleli veya mukavelesiz bir işin yapılmasının veya bir malın tesliminin hakiki veya hükmi şahıslar tarafından deruhte edilmesidir.
2 — Bütçe ile kabul edilen tahsisat dâhilinde, bir hizmetin yapılmasına başlanması veya o hizmetin yapılması hakkında ihzari muamelenin ikmali ile üçüncü şahıslara karşı mukavele veya kararla devletin bağlanarak, üçüncü şahıslar lehine hak tesisini mutazammın ve masraf tediyatının Muhasebe-i Umumiye Kanunu ile müesses usullere göre ilk merhalesini teşkil eden tahsisatı o nispette bâğlıyan, ita âmirleri tarafından yürütülen malî bir muameledir. Her bakanlık nezdinde Maliye Bakanlığı tarafından mansup muhasebe müdürleri aynı zamanda taahhüt mürakibi vazifesini de görmektedirler.
3 — bk. Tasarruf.
TAAMMÜD [aim. Überlegung. — fr. premeditation. — ing. premeditation].
Adam öldürme suçunun cezasını artıran sebeplerden biridir. Taammüd kanunda tarif edilmemiştir. Doktirinde ise taammüdün mahiyeti üzerinde anlaşma mevcut değildir.
Taammüdün mahiyetini izaha çalışan nazariyeler şunlardır: 1) Taammüdden dolayı cezanın artırılması sebebi, suçu hazırlarken ve işlerken failde görülen soğukkanlılıktır. Bu hal aşırı derecede bir ahlâki redaete delalet ettiğinden failin cezasının artırılması icabeder. 2) Failin suçu işlemeğe karar vermesi ile bu kararı icra etmesi arasında uzunca bir zaman geçmiştir. Bu sebeple fail, hareketinin kötülüğünü idrak etmek ve suçtan vaz geçmek imkânına sahiptir. Bu imkândan faidelenmemiş olması cezanın artırılmasını icabettirir (CK 450 f. 4).
TAAZZÜR-Ü MÂNA Ga'azzur-i manâ) (Es.H.) Bir lâfızdan anlaşılan lûgavi mânanın kabil-i irade olmaması demektir, ki mütaaddit nevilere ayrılır.
1 — Taazzür-ü hakiki ki, iki türlüdür:
a) iradenin hakiki mânası, nefsülemir itibariyle mümkün olmamaktır. Meselâ, hayatta evlâdı olmıyan bir kimse, evlâdı namına bir şey vasiyet veya vakfetse bn, torunlarına hamlolunur.
b) İradenin hakiki mânası nefsülemre göre külfetle
mümkün olmaktır. Meselâ, bir ağaca işaretle «şu ağaçtan yemem» diye vaki olan yemin, o ağacın kendisine değil, semeresine, meyve ağacı değilse semenine hamlolunur.
2 — Taazzür-ü örfi: hakiki mâna, nâs arasında kullanılmadığından dolayı terk edilmiş olmaktır. Meselâ, «filânın evine ayak basmam» diye yemin edilse bununla mutlaka duhul kasdolunur.
3 — Taazzür - ü şer'î : Hakiki mânanın şer'an mecbur, yani kullanılmamakta olmasıdır ki, bu da âdeten mahcur gibidir: Husumete vekâlet gibi. Bundan yalnız husumet mânası murat olmayıp, belki muhakemenin iktiza ettiği bilcümle müdafaa ve mücavehe mânası maksuttur.
TABlB-İ ADLÎ [aim. Gerichtsarzt. — fr. midecin legiste].
Adli tıb işlerile resmen tavzif edilmiş tabib. bk. Adli tıb.
TABÎÎ BORÇLAR [aim. Naturalobligationen, na-tiirliche Verbindlichkeiten. — fr. obligations naturelles. — ing. natura! obligations. — lât. obligationes natu-rales].
Roma hukukunun nakıs vecibelere verdiği isimdir ki, bugün bu mefhumu anlatmak için kullanılır. Fakat, bugünkü nakıs vecibeler Roma telâkkisinden uzaklaşmış bulunmaktadır.
TABÎÎ HUKUK [aim. Naturrecht. — fr..droit naturel. — ing. natural lam. — lât. ius naturale].
Hukukun- insan mahiyetinden istidlal edilerek mâkul bir surette tedvin edilmesi ve bu hukukun, her zaman için değişmez bir surette mer'i ve muteber olması lâzım geldiği telâkkisine dayanan eski «tabiî hukuk» mefhumu, Yunan felsefesine kadar çıkar. Roma hukukunda insanlara ve hayvanlara teşmil edilen tabiî huku-mefhumu, Orta Çağın skolâstik telâkkisinden birinci derecede ilâhî emirlere icra edilmek suretiyle dinî bir mahiyet almıştır. On yedinci ve on sekizinci asırlarda bu hukuk telâkkisi tatbikat sahasına geçmiştir. Bu mânada olmak üzere «aklî hukuk» tâbiri de kullanılır. Bu telâkkinin neticesi olarak Fransada «ansiklopediciler » tarafından ve bilhassa on dokuzuncu asırda ferdin hürriyeti üzerinde İsrar edilmiş, her hakkın menşei, içtimai bir kategori olarak düşünülen «mukavele» ye irca olunmuş ve bu suretle «irade muhtariyeti» veya «mukavele serbestliği» ^esası kabul edilmiştir. Tabiî hukuk telâkkisi Tarihî Mektep, Pozitivizim ve sosyolojik telâkkilerle reddedildikten sonra, Adalet fikrine dayanan esasları değinmemek şartiyle diğer muhteviyatı değişen yeni bir tabiî hukuk telâkkisi zamanımızda kabule mazhar olmuştur. Hakikatte, tabiî hukuk telâkkisi, hukukun doğru olarak müşahede edilmiş, objektif sosyolojik mahiyetini ifadeden başka bir şey değildir.
TABİİ SEMERELER bk. Semere.
TABİİYET bk. Vatandaşlık,
TA BİİYETSİZLİK [aim. Staatenlosigkeit, Heimat-losigkeit. — fr. heimatlosat.— ing. stateless].
TABİİYETSİZLİK — TAHKİM
315
Hiçbir devletin tabiiyetinde bulunmamak halidir-Ekseriya, devletlerin vatandaşlık (tâbiiyet) kanunları arasında birlik ve ahenk bulunmamasından doğar. Türk vatandaşlığını terk etmiş veya bu sıfattan iskat edilmiş olan bir kimse diğer bir devletin tâbiiyetini iktişabet-memiş ise tâbiiyetsiz olup «vatansız» (haymatlos) kalır.
TABİİYETTEN İSKAT bk. Vatandaşlık.
TACİR (Tüccar) [aim. Kaufmann. — fr. com-merçant. — ing. merchant, mercantil trader].
Ticarî ehliyeti haiz olup da kendi namına ticarî muamelelerden biriyle iştigali mûtat sanat ittihaz eden kimsedir (TK 9 vd).
Ticaret şirketleri, mahiyetleri itibariyle «tüccar» sıfatını haiz olan hükmi şahıslardandır.
Devlet, vilâyet, belediye gibi âmme müesseseleri ticaret yapmış olsalar bile tacir sayılmazlar (TK 12).
TACİZİ MÜKÂTEP (Ta'dz-i luukâtab) (Es.H.)
Bedel-i kitabeti edadan âciz olduğunu mükatebİD iddia ve itiraf etmesidir.
TADİL (Ta'dîl) (Es. H.) Şahitlerin âdil ve mak-oulüşşahade olduklarını müvekkillerin beyan etmeleridir
TADİL, TADİLNAME (Değişiklik, Değiştirge) [aim, Ânderung, Abânderung, Revidierung, Zusatz. — fr, modification, amendement. — ing, modification, amendement, revision/.
Tadil bir lüzum üzerine mevzu bir kanunun hükmünün değiştirilmesidir. Bu hak Büyük Millet Meclisine aittir (Anayasa 26).
Tadilname, bir kanun lâyihasının veya bir kanun teklifinin değiştirilmesi hakkında bunların gerek komisyonlarda, gerek Mecliste birinci ve ikinci görüşmelerinin icrası sırasında Milletvekilleri tarafından verilen takrirdir. Bunlara «Tadil takrir » de denir, (İçtüzük 116 vd).
TAĞŞİŞ [aim, Verschlechterung, Verfâlschung, Warenf ülschung. — fr. alteration. —- ing, adulteration]
Bir şeye başka bir şey karıştırarak saflığını bozmak (CK 362, 394 vd; Umumi Hıfzıssıhha K 184 vd; As CK 141, 142; 1705 No. K).
TAĞRİB (Tağrîb) ,;Es H.) Bir kimseyi bulunduğu beldeden uzaklaştırmak, başka bir beldeye nefyetmek, sürmek demektir.
TAĞRİR (Tagrîr) (Es. H.) Aldatmak demektir.
TAÇYİR bk. İktisap ve yolları No. 1 d.
TAHCİR Araziye başka kimse Vaz-ı yed etmemek için etrafına taş vesair şey koymaktır.
TAHARRİYAT bk. Arama.
TAHDİDİ HÜKÜMLER [aim. einschrankende Vorschriften. — fr. dispositions restrictiııes. — ing. restrictive provisions/.
Hukukî hükümlerde, tanzim edilen hukukî durumlar veya hadiseler sayılır veya muayyen hallere inhisar ettirilirse bu sayılan veya belirtilenlerin dışına çıkıla-mıyacağını anlatmak için bu hükümlere «tahdidi» veya aynı mânada olarak «ta'dâdî» denir. Tahdidi hükümlerin kiyaseıı benzer hallere teşmili caiz değildir. Bazen muhtelif hükümlerden terekkübeden «hukukî müesseseler» bu mahiyette olur. Meselâ Aynî Hakların muayyen hukukî müesseseleri ve Ticaret Kanunundaki muayyen ortaklık şekilleri gibi.
TAHDİT [aim. Abgrenzung, Grenzfestsetzung. — fr. delimitation. — ıVı^. delimitation].
Bir gayrimenkulun sınırlarının mahsus işaretlerle belli edilmesidir. Bu vecibe mâlike düşer (MK 646).
TAHDİD-1 SİN bk. Tekaütlük, yaş haddi.
TAHKİKAT (Soruşturma) [aim. Untersuchung — fr. instruction. — ing. inquiry, trial, examination/.
Suç işlemiş olmak zannı altında bulunan bir kimsenin suçla mürasebeti derecesini meydana çıkarmak üzere zabıtaca takibine başlanmasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar geçireceği araştırma ve derinleştirme safhalarına şâmil bir tâbirdir, bk. Ceza Muhakemeleri Usulü.
TAHKİKAT HÂKİMİ [aim. Untersachungsrichter. — fr. juge d'instruction. — ing. examining judge/.
Toplu heyetli hukuk mahkemelerinde, lüzum görülen işlerde, bir dâvanın duruşmasına başlanmadan önce tarafların delillerini toplıyarak işi kolayca hallolu-nabilecek hale getirmek üzere reis tarafından tâyin olunan azaya denir. Eskiden sorgu hâkimlerine de tahkikat hâkimi denirdi. (HMUK 181)
TAHKİKATI EVVELİYE [aim. Vorverfahren (bei Strafverfahren gegen Beamte). — fry instruction preliminaire].
Memurlardan birinin vazife-i memuriyetten dolayı veya ifay-i vazife esnasında bir cürüm işlediği anlaşıldığı takdirde bu memur hakkında mensup olduğu bakan veya vali yahut merbut olduğu idare şubesi tarafından hakkında iptidaen açılan tahkikata denir (Memurin Muhakematı K),
TAHKİK t MENAT bk. Menat.
TAHKİM [aim Schiedsverfahren, Schiedsgerichts-barkeit. — fr. arbitrage, — ing. arbitration].
1 — (DUH): Herhangi bir ihtilâfın hallini hakeme havale etmektir. Devletler, aralarında çıkacak ihtilâfların ue suretle halledileceğini akdettikleri muahedelerde tâyin ve tesbit ve hakeme müracaat eylemeği önceden karşılıklı olarak taahhüd ederlerse, muahedenin bu hükmüne «Tahkim şartı» [aim. Schiedsgerichtsklau-sel, Schiedsklausel.— fr. clause compromissoire,— ing. arbitration clause] denir. Tahkim şartına 1914-1918 harbinden sonra akdedilen dostluk ve iyi komşuluk muahedelerinde sık sık Taşlanmaktadır.
2 - (HMU): bk. Hakem.
3 — (Tahkim) (Es.H.) Hasımların husumet ve dâvalarını faal için âhar kimseyi hâkim ittihaz etmeleridir.
a) Tuhkinı-i bil mekân (Tahkim bi-'I makSn) (Es.H.) Bazı hadiseler hakkında vukubulduğu mekânın medar-ı hüküm addedilmesi demektir. Bu, hukuk-u şe-riyece bir asıldır.
Kasâme meselesinde bu asıl caridir. Hukuku cihada mütaallik olan şu meselede buna bir misal teşkil eder. Şöyle ki:
Harbîler arasında bulunan, bununla beraber zimınî
olduklarını iddia eden gayr-i malûm eşhas hakkında
bulundukları mekâna nazaran harbî muamelesi tatbik olunur.
b) Tahkim i delâletil hal (Tahkîm-i dulâlat il-lıSi) (Es H.) Bazı hususlarda hal in hakem ittihaz edilmesi demektir, ki bu da hukuk-u islâmiyece muteber bir asıldır.
c) Tahkiaı-i lıâl (Tahkîm-i hâl) (Es. H.) Hâl-i hazırı hakem kılmak demektir ki, istishap kabîlindendir. Meselâ, bir değirmenin müddet-i icaresi bittik'en sonra müstecir müddet-i icare esnasında suyun inkıtaından dolayi o müddetin ücretten tenzilini talebederek mu-
316
TAHKİM — TAHSİLİ EMVAL KANUNU
cir ile beyinlerinde ihtilâf vaki olur. Beyyine dahi olmadığı ve ihtilâfları inkıta keyfiyetinde olduğu takdirde hâl-i hazır tahkim olunur. Yani hakem kılınır. Eğer vakt-ı dâva ve husumette su akıyorsa, söz yemin ile beraber müstecirin olur.
TAHKİM (HAKEM) MUAHEDESİ bk. Hakem, Muahede.
TAHKİMNAME bk. Hakem.
TAHLİF (Andiçirilmek) [aim. Vereidigung, Beeidi-gung, — fr, assermentation (İs.), assermenter (Fr.). — ing. to administer an oath).
1 — Yemin ettirmek, yemin ettirilmek, andiçirilmek.
2 — (Tablif) (Es.H.) Hasımlardan birine hâkimin yemin vermesidir. Meselâ müddei müddeaaleyhte şu kadar kuruş alacağı olduğunu iddia edip de müddeaaleyh inkâr etse müddei dâvasını ispat edemediği takdirde müddeinin talebiyle hâltim müddaaaleyhe yemin verir.
TAHLİSİYE bk. Kurtarma ve yardım.
TAHLİYE 1 — Kefaletle tahliye: (aim. vorldufige Entlassung (Freilassung) aus der Haft gegen Sicher-heitsleistung. —fr. mise en liberie sous caution]. Tevkif edilen maznunun teminat karşılığı serbest bırakılmasıdır. Devletin şahsiyetine karşı bir cürüm işliyenlerle mükerirrler bu müsaadeden istifad : edemezler.
Kefalet, para ve devlet eshamı ve tahvilleri tevdii yahut muteber kimselerin malî kefalet vermesi suretiyle olur. Kefaletin miktar ve nevini hâkim tâyin eder. Maz. nun tahkikattan, veya mahkûm olduğu cezanın infazından kaçarsa kefalet karşılığı hazineye irat kaydolunur. Askerî işlerde kefaletle tahliye müessesesi yoktur(CMUK 117-122).
2 — bk. Meşruten tahliye.
TAHLİYE DÂVASI [aim. Raumungsklage. — fr. action en evacuation].
Geniş anlamda; Sebebi ne olursa olsun bir gayri menkulün veya bir geminin haksız işgaline nihayet veril mesi için açılan dâvadır ki, müdahalenin meni, gayri menkul milkiyeti, fuzulî işgal, zilyetlik, akitten mütevellit tahliye dâvalarını ihtiva eder (Ic If K 26).
Dar anlamda: Müddetle mukayyet bir akdin müddetinin bitmesine rağmen işgal edilen bir gayri menkulün işgaline nihayet verilmesi için açıl-n dâvadır. Bu dâvada gayri menkulün aynı ve aidiyeti münazaalı değildir (HMUK 8 bent 4).
TAHRİC (Tabric) (Es.H.) Lügatte, alel-ıtlak çıkarmak demektir. Fıkıh ıstılahında, içtihat ve mezhep sahibinin nâs ve kaidelerinden ahkâm çıkarması demektir.
Tahriç edene «muharric» denir. Müçtehitle istihracı ahkâmda birleşirlerse de aralarında fark vardır. Müçtehit şâriin naslarından ve bunların illet ve sebep rinden hüküm çıkarır. Mııharric ise mensup olduğu mezheb-i fıkhi sahibinin rey ve kaidelerinden hakkında sarahat olmıyan hâdiselerin hükümlerini çıkarır.
TAHRİC-İ Ml;NAT (Tahrlc-i manât) bk. Menad.
TAHRİF bk. Sahtekârlık.
TAHRİK VE TEŞVİK [aim. Aufreizung, Anrei-zung. Aufhetzung und Anstiftung. — fr. provocation et instigation.— ing. provocation, abetment, instigation!.
Ceza Hukukunda muhtelif anlamlardı kullanılmaktadır:
1) Suç işlemeğe teşvik: Failde esasen mevcut olan suç işleme kararını tatbik ve icraya sevk etmektir. Evvelden mevaut ol Uyan suç imleme kararını failde uyandırmak, suç işlemeğe teşvik değil, suça azmettirmektir. Suç işlemeğe teşvik fer'i faillik, suça azmettirmek asli fail-Iık sayılır (CK 64, 65).
2) Haksız tahrik: Suçun, objektif hukuka göre haksız sayılan icabı veya selbi bir fiilden mütevellit gazep veya şiddetli bir elemin tesiri altında işlenmiş olması, cezayı azaltıcı kanuni sebeplerdendir (CK 51).
3) Muayyen bazı teşvik ve tabrik halleri müstakil suç sayılmıştır, isyana, halkı silâhlı mukateleye, askerleri kanunlara itaatsizliğe teşvik ve tahrik gibi (CK 145, 153).
Tatbikatta, teşvik eden hakkında «müşevvik» [aim. Provokatör, Aufhetzer. — fr. provocateur. — ing. provoker.], tahrik eden hakkında da «muharjik» [aim. Anstifter. — fr, instigateur. — ing. abettory instigator] terimleri kullanılmaktadır.
TAHRİRAT Resmî dairelerden bulundukları şehir haricindeki diğer resmî dairelere gönderilen muayyen hususlara taallûk eden yazıdır.
TAHRİRAT-I UMUMİYE Eski idare hukukunda «tamim» tâbirinin müteradifidir.
TAHRİRÎ BEYYİNE [aim. Urkundenbeweis. — fr. preuve litteralel — ing. documentary evidence. — lât. litterarum testimonia; litterae].
İhtilâf mevzuu olan hukukî hâdise veya vakıayı tesbit ve hasmı ilzam eden yazılı delildir. Şahsi beyyinenin aksi olarak kullanılır: Mahkeme ilâmları, resmî ve hususi senetler, siciüer, resmî zabıtlar, resmî kayıtlar, mahkeme ve iora zabıtnameleri, hususi mektuplar gibi.
TAHRİR-İ NÜFUS bk. Nüfus sayımı.
TAHRİR-İ RAKABE (Tahrîr-i rııkaba) (Es. H.)
Memlûkü azadetmektir. Mu-aasran rızay-ı hak için vukubulan ıtıklarda İstimali galiptir.
Tahrir, lügatte tahlis manasınadır. Memlûkü esaretten tahlis, kendisine hürriyeti ispit edeceği cihetle i'taka, tahrir denilmiştir.
TAHRİRİ ŞEKİL bk. Yazılı şekil.
TAHSİL MECBURİYETİ bk. İlk öğretim mecburiyeti.
TAHRİZAT (Tahrîzal) (Es. H.) Kandırmak demektir.
Askeri harbe tergip için ülülemıin t ki m ki düşman kalesini zabtederse orada bulunan mal onundur» demesi gibi kendisinde tergip mânası bulunan şeylerdir.
TAHSİL-İ EMVAL KANUNU [aim. Gesetz über die Einziehung von Steuern und Abgaben. — fr. Loi sur le recouvrement des impâts et creances publiques,— ing. Law on the recovery of revenues].
Esası bir katuna müstenit olup tahsil sureti ay-ıı bir kanunla gösterilmiycn veıgi ve resimlerle bina ve arazi vergileri, h zine namına tahsil olunan mukatta-yı zemin ve kazanç vergileri ve husu;i kanunlarında Tah-
TAHSİLİ EMVAL KANUNU — TAKAS
317
sil i Emval Kanununa göre tahsil edileceği bildirilen sair devlet alacaklarının tahsili hususunda umumi hükümler haricinde tatbik edilen hususî tahsil ve icra usullerini ve mütemerrit borçlular hakkında verilen haciz ve tazyik hükümlerini ihtiva eden ve idare mercileriyle komisyonların bu hususta vazife ve salahiyetlerini göste-ten b;r kanun olup 5 Ağustos 1325 tarihinden beri memleketimizde tatbik edilmektedir.
Devletin akitten veya haksız bir fiilden doğan alacakları hakkında îcıa ve İflâs Kanunu hükümleri cereyan eder ftc. İf. K. 47).
Tarım kredi kooperatifinin ortaklarındaki alacakları, hapis hali müstesna olmak üzere Tahsili Emval Kanununa göre tahsil edilebileceği gibi tahsil sureti gösterilmı-yen vergi, resim ve misil zamları hakkında Tahsili Emval Kanunu tatbik edilir. Tahsil süeti gösterilmemiş olan para cezaları hakkında hapis hükmü müstesna olmak üzere Tahsili Emval Kannnu hükümleri caridir (CK 19). Tapu vesaire gibi yerlerinde ödenen Devlet Harçları eksik alınır vc alâkalılar rızaları ile eksikliği tamamlamazlarsa (3911 no.lu K) ilâm ve celse harçları ve mahkeme masrafları iki ay içinde ödenemezse (2629 no. lu K 97) yiyecek bedelleri varlıklı mahkûmlar tarafından verilmezse (2548 ne. lu K) Tahsili Emval Kanunu tatbik edilir. Devlet mallarının fuzuli işgalinden doğan ecri misiller (2490 nı.lu K. 67), iskâna borç'u olanların borçları (2510 no.lu K 69), Belediye vergi ve resimleri ile İnhisar Kanunları gibi kanunlarda Tahsili Emval Kanununun tatbik edileceği yazılıdır.
Bakanlar Kurulu kararı ile anormal haller yüzünden taksitlendirilmiş zirai alacaklar Ziraat Bankasınca Tah-s'li Emval Kanununa göre tahsil olunur (2814 no lu K.).
TAHSİS 1 — Bir memura memuriyet veya tekaüt maaşı veya memurun ölümünde kanunî istihkak sahiplerine dul ve yetim maaşları bağlanmasıdır.
2 — (MH) Ayni haklarda akdin mevzuunu teşkil eden gayrı menkul taksim edilmeksizin temlik veya rehin edilemez. Bu suretle ifraz veya taksime gayrı menkulün tahsisen tayini derler (MK 769).
3 — (Tahşiş) (Es.H.) bk. İrsad.
TAHSİSAT (Ödenek) /aim. Budgetkredite, Aus-gaben, bemilligte Celder. — fr. credits budgetaires, allocations. — ing. supplies}.
1 — Görülmüş veya görülecek âmme hizmetleri için bütçeye konulan maaş, ücret ve her türlü masraf karşılığı paralardır.
2 — Bazı hususi âmme hizmetlerine göre makam ve şahıslara, maaş ve ücret mahiyetinde olmayıp, tazminat nevinden verilen paralardır: millet vekillerinin tahsisatı gibi.
3 — (Tahş'Şât) (Es. H) İrsadî vakıf tâbirinin müradifidir.
TAHSİSAT KABİLİMDEN OLAN EVKAF bk. Vakıf.
TAHSİS-İ GAYRİSAHİH bk. İrşadı gayrisahih.
TAHSİSİN KALDIRILMASI [aim. Widerruf der Widmung, Kassierung, Ausreihung. — fr. desaffecta-tionj'.
Bir âmme malı üzerindeki âmme emlâki mahiyeti, nin haldırılması ve o malın hususi emlâk haline konulmasına ait idarî muamele ve tasarruftur.
TAHVİLÂT [aim. Schuldverschreibungen, Obli-gationen. — fr. titreş de rente, obligations. — ing. debentures, bonds}.
Amme hükmi şahıslarının veya anonim şirketlerin akdedecekleri istikrazlar için çıkardıkları kıymetleri müsavi ve ibareleri aynı borç senetlerine denir. Tahvi ât menkul kıymetlerdendir. Nama veya hâmiline yazılı olur. Şu nevileri vardır:
a) ihraç kıymetiyle tediye kıymeti birbirine müsavi olanlara «alelade tahvilât» denir.
b) İhraç kıymetiyle tediye bedeli arasında alan lehine bir fark kabul ediliyorsa bu farka «prim» ve o nevi tahvillere de «primli tahviller» denir.
c) Bazan da tahviller, üzerindeki numaralara göre kur'a ile azar azar itfa edilir ve kur'a isabet edenlerden bir kısmına ikramiyeler verilir. Bunlara da «ikramiyeli tahviller» denir (TK 420 vd). bk. Devlet Tahvilâtı.
TAHSİS-İ SAHİH bk. İrsad-ı sahih.
TAHYİL-İ DÜYUN [aim. Umwandlung (Konver-sion, Konvertierung) von Staatspapieren. — fr. conver. sion des emprunts d'Etat. — ing. conversion of public loan).
Devlete veya başka bir âmme hükmi şahsına ait ulup muayyen faizli bir borç yerine daha az faizli bir borç ikame etmek muamelesidir. Bu muamele hâmillere ya mecburi olarak tahmil edilir, veya hâmiller resülmâli geri almak veya borcu tahvil ettirmek arasında muhayyer bırakılır.
TAHYİRİ VECİBE bk. Muhayyerlik, alternatif
borç.
TAKAS [aim. Aufrechnung (Al.) Verrechnung (Is.). — fr. compensation, — ing. set-off, — lât. compensate}.
Lügatte takas ve mahsup etmek, sayışmak, vereceğini alacağına tutmak suretiyle ödeşmek demektir.
1 — (BH) Aynı kimseler arasındaki karşılıklı para veya aynı cinsten mislî şeylere ait muaccel alacakların yekdiğerini ifna etmesi halidir. Fransız hukukundan farklı olarak bizde takas ancak borçlunun takas yapmak kastini alacaklıya bildirmesiy)e mümkün olur. Bu takdirde iki borç, takas edilebilecekleri andan itibaren, en az borcun miktarı nispetinde sakıt olmuş sayılır (bK 122) Takasın otomatik şekilde vukuu ancak Borçlar Kanununun 118 inci maddesinde gösterilen vaziyette mümkündür. «Mahsub» [aim. Anrechnung, Abzug, Abschrei-bung. — fr, imputation. — ing. deduction, set-off} İse bir alacak miktarının bazı sebepler dolayısiyle tenzile tâbi tutulmasıdır. Zararlı fiilin temin ettiği faydaların zarar gören kimseye verilecek tazminat miktarından indirilmesi sebebsiz iktisapta iade olunacak kıymetten masrafların tenzil olunması gibi. Görülüyor ki mahsup ancak bir alacak miktarının tenziline sebebolur. Bu iti. barla yalnız borçlu tarafından değil alacak miktarının indirilmesinde menfaati bulunan herhangi bir kimse ta-rafından (meselâ kefil) ileri sürülebilir (BK 252 f 2, 352). Fakat bazı yerlerde kanunumuz mahsup tâbirini takas mukabili olarak kullanmıştır (BK 84 ve devamı).
318
TAKAS - TAKDİRNAME
2 — Dış ticaret muamelelerinde takas; iki veya daha ziyade memleket arasında ' mal mübadelesinden doğan alacak ve vereceklerin para veya senet teatisine mahal bırakılmaksızın mecburi bir şekilde mahsup edilmesi usulüdür.
Muhtelif şekilleri vardır.-
a) Tek taraflı takas: Bir devletin, karşısındaki memleket veya memleketlerle anlaşma yapmaksızın doğrudan doğruya aldığı tedbirlerle takas usulünü tatbik etmesidir.
b) İki taraflı takas: Bir devletin, karşısındaki memleket ile yaptığı anlaşmada yazılı hükümlerle takas usulünü tatbik etmesidir.
c) Üç veya çok taraflı takas: İki taraf arasında yapılmış bir anlaşma, bir tarafın hesap neticesinde alacaklı o'acağı parayı, borçlu olan diğer tarafın üçüncü bir memlekette olan alacağından tesviye edilmesine müsaade ediyorsa bu şekil takasa" üç veya çok taraflı takas denir.
ç) Umumi takas, hususi takas: Takas anlaşması hükümlerine göre, âkit memleketlerden birinin herhangi nevi mallar ihracatına ait bedelleri diğer âkit memleketin herhangi nevi mallar ihracatına ait bedelleri toptan takasa tâbi tutulacaksa buna «umumi takas» denir. Anlaşmada âkit memleketlerden birinin muayyen «ihracat» ına ait bedel ¦Tahis suretiyle takas o'unabüecekse buna «hususi takas» denir. Tahsisten maksat, âkit memleketle ihracatçılarının alacaklarını almak için sıra beklemek mecburiyetinde olmalarıdır. Eğer anlaşma hususi takası tazammun ediyorsa Türkiyedeki bir lütün ihratçısi İngiltereye gönderdiği tütün bedelini İagilteredeki bir manifaturacının Türkiyeye volladığı mal bedelinden sıra beklemeksizin alır. Halbuki umumi kliringte tahsis olmadığından ihracatçı alacağını almak için karşılık toplanmasını beklemek mecburiyetindedir.
Bizdeki tatbikatta «kliring» tâbiri «umumî takasa» «takas» tâbiri ise «hususi takas» ile «tek taraflı takas»a karşı kullanılmaktadır. Gerek resmi dilde gerek alâkalılar dilinde «takas» denildiği zaman ya «tek taraflı takas» veya «hususi takas», «kliring» denildiği zaman da «umumi takas» anlaşılır.
d) Devletler takas anlaşmaları, müesseseler takas anlaşmaları: Takas anlaşmalarını bizzat devletin mümessilleri imzalamışlarsa bu anlaşmalara «devletler takas anlaşmaları», ve mensup oldukları devletlerden aldıkları salâhiyetlerle ya merkez bankaları veya hususi surette kurulmuş kliring müesseseleri mümessilleri imzalamışlarsa bu anlaşmalara da «müesseseler takas anlaşmaları» denir.
3 — (Takâş) (Es. H) Tarafların üzerlerindeki borçlarını karşılıklı sayışmalarıdır.
TAKAS ODASI /aim. Abrechnungsstelle. Ver-rechnungsstelle.— fr. chambre de compensation. — ing. clearing-house].
Bir şehirdeki başlıca bankaların birbirlerine ödeyecekleri çekleri veya benzeri senetleri aralarında takas yoliyle tesviye etmek üzere bankalar mümessillerinin toplanmalarına denir. Arada takas edilmiyerek kalan bakiyeler mutat olarak o bankaların muayyen bir müessese nezdinde bulunan hesapları ardında yapılan münakalelerle kapatılır. Istanbulda bir takas odası vardır. Bankalar arasında takas edilmiyen miktarlar, o
bankaların T. C. Merkez Bankası nezdinde bulunan hesapları arasında yapılan münakalelerle kapatılır (TK 563, 628).
TAKDİMEN MÜZAKERE (aim. Dringlichkeit. -fr. discussion par priorite].
Ruznameye giren ve sırası gelince müzakere edilmesi gereken herhangi bir maddenin diğerlerinden önce müzakere edilmesi yolunda hükümet veya encümen tarafından yazı ile ve mucip sebeplerle vukubulan istek üzerine Büyük Millet Meclisince yapılan muameledir (içtüzük 74, 75, 79).
TAKDİRE BAĞLI MUAMELE [aim. Ermessens-handlung, Ermessensakt. — fr. acte discretionnaire. — ing. discretionary act].
İdarenin takdir salâhiyetine dayanarak yaptığı hukuki muameleler, tasarruflardır.
TAKDİR HAKKI (aim. richterliches Ermessen,— fr. pouvoir d'appreciation du juge. — ing. judicial discretion].
1 — (MH) Kanunların; hayatın bütün hâdiselerini teferruatiyle ihata edememeleri yüzünden, bazı müşahhas hallerin icap'arını daha iyi ölçmeğe imkân bırakmak üzere, bazı ahvalde sadece ana hatları göstermek ve muayyen sınırlar koymak, yahut hakkaniyet ve dürüstlük kaideleri gibi umumi adalet ve ahlâk ölçüleri vermek suretleriyle hüküm ve kararlarında kanunların hakimlere verdiği serbestiye denir. (BK 161; MK 4, 143, 649, 273, 316, 319, 334, 389, 497, 537, 610, 649,695)!
2 — (UH) Hukuk ve ceza usullerine şâmil olmak üzere :
Tahkikatın başlamasından karar veya hüküm ile bitmesine kadar yapılan muamelelerin her safhasında maslahatın hal ve icabına göre ittihaz ve icrasını kanunun kendisine bırakmış olduğu yerlerde hâkimin a'acağı tedbirlere, vereceği kararlara saik olan fikrî intihalara veya vicdani kanaatlere dayanmak hakkıdır. Bilhassa, delillerin ikamesinde ve ikame olunan dellillerin iddia ve müdafaayı teyide olan kifay't mertebesini tâyinde çok önemlidir.
Cezada bunlara munzam olmak üzere: Sabit görülen bir suçun cezasını tâyinde o suçun bir yandan, işlenmesine sebebolan hallerin fail üzerinde yaptığı tesirlerin şiddeti, öte yandan suç'a meydana gelen neticenin âmme vicdanı ve izani, adap ve ahlâkı, emniyet ve asayişi üzerinde yaptığı tesirlerin fenalığı veya tehlikesi derecelerine göre cezayı azaltıp çoğaltmak ve her iki surette azaltıp çoğaltma miktarını tâyin etmek hususunda takdir hakkı en ehemmiyetli bir yer alır.
Bu hakka dayanan vicdani takdirler, hukuk ve cezada mucip sebeplere iktiran etmek ve bu sebepler tahkikat sonuçlarına veya kanuna aykırı olmamak şartiyle taarruzdan masundur.
(HUMK 231, 234, 240. 256, 285, 286, 306, 308, 309, 319, 330, 337, 356, 367, 378, 425 v.s.; CMUK 14 f: 1, 27, 29, 44, 126, 128 f: 2, 237, 238, 239 son fıkra, 254, 257, 260, 266 f: 2. v.s.).
TAKDİRNAME Vazifesinde yararlık gösteren memurlara verilen takdir kâğıdıdır ki, doğrudan doğruya veya inzibat komisyonlarının kararlariyle, merkez me. murlarına bakanlar, il memurlarına valiler tarafından verilir.
TAKDİRNAME — TAKVİM YILI
319
Bir takdirname bir tevbibi kaldırır, üç takdirname bir sene kıdem zammı gereklendirir (Memurin K 22, 25).
TAKDİR SALÂHİYETİ /aim. Ermessen (der Vertualtungsbehörden).— fr. pouvoir discretionnaire,— ing. discretionary power].
Kanun vâzıın n evvelce bir hareket tarzı tesbit etmemiş olduğu bazı muamele ve tasarruflarda idarenin, tasarrufun mevzuunu veya saikini, yahut icra zaman ve mekânını tâyin ve intihap hususunda haiz olduğu serbestidir. Bu serbesti idarenin bal ve iş icaplarına daha kolayca uymasını temin eder. Bir tasarrufun idarenin takdir salâhiyetine bırakılan unsurları kazai murakabeye tâbi değildir. Fakat tasarruf esas itibariyle, kazai murakabeye tâbidir. Kaza mercii tasarrufun diğer unsurlarının hukuk kaidelerine uygun o'up olmadığını tetkik ve takdireder,
TAKIM MUKAVELESİ [aim. Gruppenarbeitsver-frag. — fr. contrat de groupe].
işverenle, mütaaddit işçilerden mürekkep bir takım namına hareket eden «takım kı avuzu işçi» arasında yapılan, müddeti ne olursa olsun yazılı olması mecburi olan, iş verenle takıma mensup her işçi arasında doğ. rudan doğruya yspılmış sayılan ve bu işçilerden her-birine ait ücretin iş veren tarafından ayrı ayrı kendilerine verilmesini icabettiren mukaveledir (İş K 11).
TAKİBAT [aim. Straf verfolgung,— fr. poursuite. — ing. prosecution].
Bir kimse hakkında suçtan dolayı yapılan adlî kovuşturma.
TAKİP [aim. Betreibung, Zwangsbetreibung (İs); Vollstreckung, Zwangsvollstreckung (Al.). — fr. pour, suite pour dettes. — ing. (compulsory) execution).
Para veya teminat borcuna mütaallik bir ilâmın icrası, yahut ilamsız olarak bir para borcunun tesbit ve tahsili için icra dairelerinde yapılan muameleler takip cümlesindendir.
İlamsız takipler ya haciz, yahut rehnin paraya çevrilmesi, veya iflâs yollarından biriyle, yahut da po. üçe, çek ve emre muharrer senitlere mahsus yolla yapılır. Bu son takip yolunda, icra ve iflâs Kanunumuza göre, alacaklı isterse haciz, isterse iflâs talebeder (Ic İf K. 32, 42, 49, 58, 144, 145, 153 ve 154-166, 167-176).
TAKLİBİ HÜKÜMET bk. Darbe.i hükümet.
TAKLİD (Taklîd) (Es.H.) Lügatte, gerdanlık mânasına olan «Kılade» den alınmıştır. Gerdanlık takmak manasınadır. Taklid i Kazâ ve laklid i Seyf bu mânadan alnmıştır. Usuiiyun ıstılahında, delilini bilmeksi-zin başkasının reyi ile âmil olmak demektir. Mukabili «İçtihat» dır.
TAKLİDİ EMARET (TakÜd-i amârat) (Es H) Emaret, yani emirlik umurunu bir zata teffiz ve ihale etmektir.
TAKLİD-İ KAZÂ (TakÜd-i kazâ) (Es. H.) Bir kimseyi hâkimliğe nasp 've tâyin etmektir. Takallüd - ü kaza ise hâkimliği kabul demektir.
TAKLİT bk. Sahtekârlık.
TAKRİR (Önerge) [dm. (parlamentarischer) An. trag, Vorschlag, — fr. motion. — ing. motion/.
Meclis ve heyetlerde âza olanların mütalâa ve arzularını yazı ile ifade eden varakaya denir.
TAKRİR-1 INEBİY(TakrIr-i nabiyy) (Es H.) Peygamberin ümmetinden bir söz veya iş sudurunu görüpde nehyetmiyerek sükût etmesidir.
TAKSİM DÂVASI [aim. Teilungsklage. — fr. action en partage. — ing. action for partition. — lât. partitio ].
Birden ziyade kimselerin müşterek veya iştirak halinde mülkiyeti altında bulunan menkul ve gayri menkul malların hisselerine göre aynen paylaştırılması ve bu suretle müşterek veya iştirak halinde mülkiyete nihayet verilmesi için hisse sahiplerinden biri tar-ıfından diğerleri aleyhine açılan ve n-zasız kazava tâbi dâvadır. (MK 583, 586, 602, 627, 628, 631; HMUK 561, 568).
TAKSİM MÜZEKKERESİ (Es.H.) Hâkim tarafından alâkadarların veya memurun talebi üzerine tapu dairesi gibi deva're yazılan ve müşterek bir malın suret i taksimini gösleren tezkeredir.
TAKSİYR /Taksir) (Es.H.) 1 — Emanette: Elinde emanet olan malı muhafazada kusur demektir. Meselâ, vedia olan para ve mücevherleri raf ve dolap gibi açık yerlerde bırakmak gibi.
2 — İcarda: Müstecinn mecuru ve ecirin müste. cerrünfihi muhafazada kusur etmesidir.
TAKSİRATLI İFLÂS [aim. einfacher (leichtferti-ger) Bankrott. — fr, banqueroute simple. — ing. culpable bankruptcy).
İşinin ve mallarının idaresinde gösterdiği kusurlardan dolayi iflâs eden şahsın halidir (İc İf K 3l0; TK 507; CK 507).
TAKSİRLİ SUÇLAR [aim. Verbrechen aus Un-vorsichtigkeit, Fahrlâssigkeitsdelikte, fahrlâssige Straf-taten- — fr. delits d'imprudence].
İradi olarak işlenen icabi veya selbi bir fiilden, fail tarafından istenmemiş olmalarına rağmen kanunun cezalandırdığı neticelelerin husule gelmesi halindeki suçlara denir.
Doktrinde taksire dayanan sorumluluğu izah hususunda en eski ve en fazla rajbet gören nazariye «tahmin nazariyesi» dir Bu nazariyeye göre taksirin cezalandırılması sebebi, suçtan husule gelmiş olan neticenin evvelden tahmini ve bilnetice fiilden vazgeçilmesi mümkün iken neticenin tahmin edilmemiş olmasıdır.
Ceza Kanunu, kasıt gibi taksiri de tarif etmemiştir. Kanunumuza göre bir fiilin taksirli suç olarak cezalandırılabilmesi, o fiilin kanunun hususi hükümlerinde taksirli bir suç olarak gösterilmiş olması şartına bağlıdır. Ceza Kanunu ancak muayyen şekillerdeki kusuru kabul eder, Kanunun kabul ettiği şekiller, tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslekte, sanatta acemilik, emirlere, nizamlara riayetsizlik gibi hususlaıdır (CK 45).
TAKSİT (Takşşit) (Es. H) Borcun kısım kısım ve muayyen yakıtlarda tediye etmek üzere tecilidir.
TAKSİTLE SATIŞ bk. Satış. no. 14
TAKVİM (Takvim) (Es H) Kıymet takdir etmektir.
TAKVİM YILI bk. Yıl.
320
TÂLİA - TALİMATNAME
TÂLİ4 (Tali'a) (Cihattu) (Es.H.) Keşif kolları, düşmanın ahvalini anlıyarak mensup olduğa tarafa haber vermek üzere gönderilen şahıs.
Bu maksatla birlikte hareket eden eşhasa da tâlia denir. Cem'i «Talâyı» dır.
TALÂK (Talâk) (Es.H.) Lügatte boşamak, salı-vermek, bir şeyden el çekmek manasınadır. Istılahta nikâhı elfâz.ı mahsusadan biriyle halen veya mealen ref-fetmektir. Refi keyliyeti, talâk ı bâinde halen ve talâk ı rıc'ide de mealen, yani netice itibariledir.
a) Talâkı Bâin (Talsk-i bâ'in) Derhal zevciyeti izale eden talâktır.
b) Talâk-ı Bıd'ıy (Talâk-i bid'iyy) Karısını mukarenet zamanındaki tuhr'da veya hayız anında bo şamaktır.
c) Talâk-ı Far (Talâk-i /ârr) Karının talep ve muvafakati olmaksızın kocanın maraz-ı mevtinde bâinen .ika ettiği talâktır ki iddet içinde koca vefat edince mutlaka kendisine vâris olur.
ç) Talâk-i Muallâk (Talâk-i nıu'all.ık) Vukuu bir şartın husulüne talik olunan talâktır.
d) Talâ-i Müneccez (Talâk-i muncaz) Bir şeye muallâk ve bir zamana muzaf olmıyan talâktir.
e) Talâk-i Rıcî (Tafök'i ric'iyz) Karının iddeti içinde kocanın vazgeçmeğe hakkı olan tâtalâktır. Talâk'ı ric'î iddet bitmedikçe zevciyeti izale etmiven ve iddet içinde zevcin zevcesine müracaat hakkı olan talâktır.
i) Talâk-i Sünni (Talâk i sunniyy) Karısını mukarenet olmıyan tuhr'da boşamaktır.
TALEB-t HUSUMET (Şuf'ada) (Es. H.) Teleb-i takrir ve işhattan sonra şefinin huzur-u hâkimde dâva etmesidir.
TALEB-İ MÜVASEBE; (Es. H.) Şefiin akd-i bey'i duyduğu mecliste derhal «ben mebiin şefiiyim«. Yahut «biş-şüfa talep ederim», demek gibi taleb-i şüf'aya delâlet eder bir söz söylemesidir.
TALEBİ TAKRİR VE İŞHÂD: (Es, H.) Taleb-i müvasebeden sonra lâzım olan talebtir ki şefiin iki kişi huzurunda olarak mebiin yanında «bu akarı filân kimse iştira etmiş» yahut müşterinin yanında «sen filân akarı iştira etmişsin» yahut, henüz bayi yedinde iken onun yanında «sen filân akarını filâna satmışsın ben ise şu cihetle onun şefiiyim taleb-i şüf'a etmiştim, şimdi dahi talep ederim şahit olunuz» demesidir.
TALEPNAME: Ceza usulü hukukunda müddeiumumilerin ilk tahkikatın açılması hakkında yazılı şekilde tanzim ettikleri kâğıda denir (CUK 163).
TALİK I — /aim. Aushang, Anschlag. — fr. affichage. — ing. suspensiyon). Bir ilânın alâkalılar tarafından öğrenilmesini temin için bir mahalle asılması, yapıştırılmasıdır. Tebliğ edilecek varakanın mankene divanhanesine talik suretiyle ilânı gibi (HMUK 123, 142; CMUK 271).
II — /aim. Vertagung, Verschiebung, Aussetzung. — fr. ajournement, lemise. suspension.— ing. adjournment; stay of procedings/.
1 — Adlî bir muamelenin muayyen bir zamana bırakılmasıdır. Keşfin taliki gibi.
2 — Muhakemenin taliki (Huhuk muhakeme usulünde): tahkikat veya muhakeme cebesinde yapılacık muamelelerin tamamlanmaması, veya tahkikatın devamına mâni diğer sebepler zuhuru ile celsenin muayyen bir zamana bırakılmasıdır (HMUK 401, 484, 489).
3 — Duruşmanın taliki (ceza muhakemeleri usulünde) : Ara vermeksizin cereyanına mâni sebepler dolayısiyle, duruşmanın muayyen celsede yapılmıyarak başka bir zamana bırakılmasıdır (CMUK, 141, 210, 221).
4 — İcranın taliki (Tatil): İcra kanunu ile muayyen sebeplerden dolayı takip muamelelerinin muayyen bir zaman için durdurulmasıdır. Konkordato mühleti, fevkalâde mühlet, borçlunun karı veya kocası, kan veya sıhrî usul ve furugundan birisinin ölüm günü ile beraber üç gün, mirası red veya kabul müddeti, borçlunun hapis ve tevkifi halinde kendisine mehil tayini için lüzumlu müddetler, borçlunun ağır hastalımı halinde icra memuru tarafından tayin edilecek müddetler içinde takibin taliki gibi ('c İf, K. 51, 56).
5 — Bir şeyin husulünü diğer şeyin husulüne bırakmaktır.
TALİKİ ŞART bk. Şart
TALİK (Es. H.) Sebili tahliye edilmiş olan esirdir. Cem'i «Tulâka» dır.
TALİK - UT - TAKRİR (Es. H.) Vakfa ait vazife tevcihlerinin hâkim tarafından bir şarta talik edilmesi demektir ki sahihtir.
Hâkimin bir zata hitaben «şu vazifenin sahibi ölürse, veya şöyle bir vazife inhilâl ederse sana tevcih ettim» demesi gibi.
Buna; «Talik-ut-takrir filvazâif» denir.
TALİMAT [aim. Dienstanweisung, Wegleitung (Is) — fr instructions (de service).— ing. instructions, directions].
Amirlerin, meratibe salâhiyetine dayanarak maiyetindeki bir veya bir kaç memura veyahut hepsine takip edilecek hareket hattı hakkında verdikleri hizmet emirleridir.
Talimat ya munyyen memur ve memurlara verilir ve bu takdirde şahsi olur veya bir sınıf memura gönderilir. Bu halde «tamim, tahriratı umumiye, sirküler» gibi adlar alır. Talimatlar vatandaşlara mecburiyet yükletmezlerse de memurlar bunlara uymakla ödevlidirler. Kanun ve nizamlara aykırı olmayarak verilen bir emre (talimata) itaat etmemek suçdur (CK 526).
TALİMATNAME (yönetmelik) [aim. Verwaltungs-verordnung, Ausfiihrungsverordnung, Verordnung.—fr. reglement. — ing. regulations).
1 — Nizamnamelerin hükümlerini tavzih etmek veya kanun ve nizamnamelerin .tatbikatında memurlara rehber olmak ve kanun ve nizamnamelere mugayir hükümlerini ihtiva etmemek üzere bir Bakanlık tarafından münferiden veya alâkadar Bakanlara müştereken yahut Bakanlar Kurulunca yahut t belediyeler gibi mahallî idarelerce tanzim ve vazedilen objektif kaidelerdir.
TALİMATNAME -
TANZİFAT VERGİSİ 321
2 — Teknik mahiyette olan askeri talimatnameler Başkomutanlık ve idari mahiyette olanlar Millî Savunma Bakanlığı tarafından tanzim olunur. Teknik talimatnameler teknik işlerin tatbikatında alâkalılara rehber olarak tanzim olunur. Bu talimatnameler muhtelif isimler altında neşrolunur, piyade, süvari, topçu, nakliye talimatnameleri gibi,
TALVEG HATTI [aim. Talweg. — fr. thalveg.— ing. thalveg].
İki devlet ülkesini birbirinden bir nehir veya İrmak ayırdığı zaman, hudut hattı bu su akımının en derin noktalarını takip eder ve bu hatta talveg hattı denir.
Talveg hattını hudut olarak kabul etmek usulü ilk defa 1301 senesinde Fransa ile Almanya arasında akdedilen Luneville muahedesinde kabul ve tatbik edildi.
TAMAMİYETİ MÜLKİYE bk. Ülke bütünlüğüne riayet.
TAMAMLAYICI HÜKÜMLEll bk. ihtiyari hükümler.
TAM İLLİYET NAZARİYESİ bk. İlliyet.
TAMİM [aim. Riındschreiben, Erlass, Verwultungs-anweisung. — fr. circulaire. — ing. circular letter].
Üst bir makamın, idaresi altındaki memurlara verdiği emirlerdir. Bu emirler memurlara kanun ve nizamların tatbikinde yol göstermeğe yarıyacak hususları ihtiva edip idare edilenler hakkında yeni bir hüküm ve kararı tazammun etmezler.
TAMİRE DEĞMEZ GEMİ [aim. reparaturunwur. diges Schiff.— fr. innavigabilıte relative (d'un nuvirej. — ing. irreparability (of the ship)].
Esas itibariyle tamiri kabil olmakla beraber, tamir için zahmet ve masraflara girişmek iktisadi bakımdan büyük bir hata olan, yani yapılacak masraflarla kıymeti arasında aşırı derecede bir nispetsizlik bulunan gemidir. Kanuna göre bir geminin tamire değmez bir halde olduğunu kabul ancak geminin tamiri için yapılacak masrafların geminin ilk kıymetinin dörtte üçünden fazla olması ile kabildir (TK. 1020).
Geminin tamire değmez bir halde bulunması birçok hallerde hukukan geminin «tamir kabul etmez» bir halde bulunması gibi neticeler doğurur.
Tamire değmez bir halde bulunan bir gemi denize de elverişsiz demektir.
TAMİR KABUL ETMEZ GEMİ [aim. reparatur-unfahiges Schiff. — fr. innavigabilite absolue (d'un navire). — ing. irreparability (of the ship)].
Tamir kabul etmemezlik hali iki türlü olur:
1 — Geminin mutlak olarak tamir kabul etmez bir halde bulunması : bu halde imkânsızlık mutlaktır; geminin tamiri hiçbir suretle kabil değildir.
2 — Esas itibariyle geminin tamiri kabil olmakla beraber havuz, malzeme, işçi gibi tamir için zarurî vasıtaların mevcut olmamaları yüzünden geminin bulunduğu yerde tamiri mümkün olmaz ve tamiri kabil olabileceği başka yere gemiyi sevketmeğe de imkân bulunmazsa, bu takdirde imkânsızlık nispîdir (TK 1020).
Tamir kabul etmez halde bulunan bir gemi denize de elverişsiz demektir.
TAM KAZA DÂVALARI [aim. verwaltungsrecht-
liche Klagen, Verwaltungsklagen. — fr. recours de pleine jurisdiction. — ing. administrative actions].
Bir âmme hizmeti ifası münasebetiyle icra veya ittihaz edilen idarî fiil ve kararlardan dolayı hakları haleldar olan şahıslar tarafından âmme müesseseleri aleyhine ikame edilen dâvalarla, umumi hizmetlerden birini ifa maksadiyle akdedilen mukavelelerden dolayı akitler arasında çıkan ihtilâf dâvalarıdır. Bu dâvalar, tıpkı medenî hukuktan doğan ve umumi mahkemelerde ikamesi caiz olan tazminat, istirdat, men'i müdahale vesaire dâvaları gibidir. Bü dâvalar neticesinde verilen hükümler haleldar olan hakkın tazmini şeklinde tecelli eder: istimlâk kararına münafi hareketler, inşa ruhsatiyesini haiz iken inşaata müsaade olunmaması, bir memura maaşının verilmemesi veya istihkakının bir sebeple kesilmesi, barem mucibince terfii iktiza ederken terfi ettirilmemesi suretinde sayılabilecek dâvalarla mutlak surette vergi tahakkuk, tarh ve tahsilinden çıkan dâvalar ve imtiyazlı, şirketler ile âkit âmme müessesesi arasında zuhur edecek ihtilâftan doğan dâvalar tam kaza dâvalarından netice itibariyle farklıdır (Devlet Şûrası K 23 f: A. B.).
TAM SAYI bk. Mürettep Aded. TANIK bk. Şahit.
TANIMA [aim. Anerkennung, — fr. reconnaissance. — ing. acknowledgment, recognition].
1 — Devletler umumi hukukunda tanıma muhtelif mânalarda kullanılır:
a) Devletlerin tanınması : bir devletin, evvelce siyasi mahiyette teşkilâtlanmamış bulunan bir camiayı bir devlet telâkki eylemek ve onunla münasebetlere girişmek hususundaki, iradesini beyan eylemesidir.
b) Muharip tanıma: bir devletin artık âsileri muharip tanıyacağını ve bundan böyle harb hukukundan istifade eyliyeceklerini onlara beyan eylemesidir.
c) Millet olarak tanıma: bir devletin henüz istiklâline sahip bulunmıyan ve başka devlet, arazisinde ya-şıyan bir camiaya karşı, istiklâlini kazandığı takdirde, kendisini müstakil devlet olarak tanımak niyetinde olduğunu beyan etmesidir. Umumi Harb (1914-1918) sırasında müttefiklerin Polonyayı, Çekoslovakyayı tanımaları gibi.
2 — Hususi hukukta tanıma: evlenme dışında doğan çocuğun tabiî babası yahut babasının ölümü veya temyiz kudretini kaybetmesi halinde babasının babası tarafından kendisinden olduğunun, mahsus şekil ve merasim dairesinde, kabul edilmesine denir ki, bununla çocuğun ba'ası belli olur ve baba ile çocuk arasında, «sahih olmiyan nesep» münasebeti teessüs eder (MK 290 vd).
TATN (Ta'h) (Es. H.) Şahadetin kabulüne mâni olan bir şeyi, meşhud-ün aleyhin şahitlere isnat etmesidir. Meşhud-ün aleyhin şahidin, «müddeinin infakiyle taayyüş eden adamıdır, eeir-i hâsıdır, şerikidir, kefilidir.» demesi gibi.
TANSIS ALEL-ESAMİ (tanşTş (ala 1-AsâmT) (Vakıfta) (Es.H.) Bir zümreden isimleri sayılmak suretiyle-gösterilen meşrut - ün lehleri ifade etmek üzere kullanılan hususi bir ıstılahtır.
TANZİFAT VERGİSİ [aim. Strassenreinigungsab. gabe, Müllabgabe, — fr. taxe des ordures menageres].
H L 21
322
TANZİFAT VERGİSİ
— TARİHÇİ HUKUK MEKTEBİ
Belediye Vergisi ve Resimleri Hakkındaki 423 No. lu kanuna dayanarak alınan ve belediye gelirlerinden olan bir vergidir. Belediye sınırları içindeki evler meskûn olduğu müddetçe, yazılı kıymetleri üzerinden, sahiplerinden muayyen nispette belediyelerce alınan vergidir.
TANZİMAT bk. Gülhane Hattı Hümayunu.
TANZİMAT DAİRESİ Bugünkü Danıştayin, 3546 sayılı kanundan sonra, birinci daire adını alan dairesine bu kanunun yürülüğe girdiği tarihe kadar verilmiş olan isimdir. Tanzimat dairesi 1288 tarihli irade ile ihdas edilmiş olup asıl vazifesi kanun ve nizamları tetkik ve icabında tefsir etmek idi. Bugünkü Birinci Daire kanun ve tüzük tasarılarını ve tüzüklere ait yorum taleplerini, idari makamlar arasında vazife ve salâhiyetten doğan ihtilâfları ve Danıştayin diğer dairelerinin vazifeleri dışında kalan işleri tetkik eder (Devlet Şurası K 13).
TAPU (Es.H) Tapu türkçe olup lügatte itaat ve intikal manasınadır.
Arz-ı mirî mutasarrıfının iktisap ettiği tasarruf hakkına mukabil peşin olarak rakabe sahibine ödediği paradır.
Bu bakımdan «muaccele» denilen şu bedel ekseriya milk bir yerin değerine yakın bir meblağdır. Teffiz akdiyle rakabe mâliki tarafından elde edilen bazan «menafi-i hazine», bazan «menafii emirîye» denilen dört türlü menfaatten birini teşkil eder.
TAPU SENEDİ [aim. Grundbuchauszug. — fr. titre de propriete fonciere. — ing. deed of real estate, extract from land register].
1 — Gayrimenkulun tasarrufunda mülkiyetin delili olmak üzere ve talep halinde tapu idarelerince mâliklere verilip içerisinde mâlikin adı ve saniyle gayrimenkulun kadastro vaziyeti veya hudutları ve cins, miktar ve kıymeti tesbit edilmiş olan vesikadır (Tapu K; Tapu Sicilli Nz).
2 — (Es. H.). Tasarruf vesikasıdır. Buna eskiden «Sened i hakanî» de denirdi.
TAPU StCtLt [aim. Grundbuch. — fr. registre fonder. — ing. land register, official title register].
Gayrimenkuller üzerindeki aynî hakların hallerini göstermek üzere devletçe tutulan resmî sicile denir. Tapu sicilini tanzim eyliyen hukukun maddî ve şekli olmak üzere iki yönü vardır.
Şeklî tapu sicili hukuku: Tapu sicilinin nasıl kurulup yürütüleceğini tanzim eyliyen hukuk kaidelerini ihtiva eder. Maddi tapu sicili hukuku ise, tapu kütüklerine yapılan tescil, terkin ve değişikliklerin aynî hak üzerine vâki tesirlerini tanzim eyler.
Tapu sicilinde, âmme itimadı prensipi cereyan eder (MK 910, 937, 633; Tapu K; Tapu Sicili Nz.).
TAPU-YI MİSİL (tapu-yı mişl) (Es. H ) Bîgaraz ehl-i vukufun tâyin ve takdir eyledikleri tapudur.
TAPU-YI MİSİL İLE İNTİKAL (tapu-yı misi ile intikal) (Es. H.) Arazi-i emîriyenin intikal hakkına nail mirasçıya bîgaraz erbab-ı vukufun takdir edecekleri tapu mukabilinde halefiyet yolu ile geçmesi demektir. Hicrî 975 tarihli kanun mucibince erkek evlâdı bulunmiyan kimsenin mutasarrıf olduğu arazinin kız evlâdına tapu-yı misil ile intikali gibi,
TARAFEYN (tarafayn) (Es.H.) İki taraf demektir ki hâdiseye ve akde göre mahsus isimleri vardır.
Meselâ: Akd i bey'de tarafeyn «bayi» ile «müşteri» dâvada tarafeyn «müddei» ile «müddeaaleyh» tir.
TARAFLAR (İki taraf) [aim. Vertragsparteien, Prozesspa'rteien, Parteien. — fr. parties (d'un contrat, d'un proces).— ing. parties (of transaction or proceeding)].
1 — (M.H.) Bir akdi yapan veya namlarına tem-silen akit yapılan kimselerdir ( BK. 1 ).
2 — "Usul hukukunda: Dâva ikame eden veya aleyhine dâva ikame olunan şahıslardır. Hukuk dâvasında davacı ve dâvâlı ceza dâvasında maznun, şahsî davacı, müdahil davacı; icra takibinde alacaklı ve borçlu tarafları teşkil eder (HMUK. 38 vd; İc İf K. 18).
Taraflardan olmıyanlara üçüncü şahıs [aim. Drifter, Drittperson. — fr. tiers personne. — ing. third party. — lât. tertius]. denir.
TARAFLARIN TAADDÜDÜ bk. Birlikte dâva.
TARD [aim. Ausstossung (aus dem Heer). — fr. elimination de l'armee; demission de la qualite de mı-litairef.
(As. H.) Subaylarla gedikli erbaşlar hakkında mevzu fer'î bir cezadır. Bu ceza askerî rütbe ve unvan ve memuriyetlerin ve hizmet esnasında kazanılmış olan tekaüt vesair hakların kaybedilmesini, nişan ve madalyaların diploma ve şahadetnamelerin geri alınmasını ve orduya subay, memur, gedikli olarak tekrar kabul olunmamayı mucip olur (As CK. 30, 31).
TARIM KREDİ KOOPERATİFLERİ [aim. Land, wirtschaftliche Kreditgenossenschaften. — fr. societis cooperatives agricoles de credit].
Bilhassa küçük çiftçiye muhtaç oldukları işletme sermayesini müteselsil kefaletleriyle temin için kurulan kooperatif şirketlerdir. Ana mukaveleleri devletçe tek formüle göre tertiplenmiştir.
Bunlar T.C. Ziraat Bankasının ve Ticaret Bakanlığının murakabeleri alt ndadır. Tarım kredi kooperatiflerinin işlerini de münhasıran T.C. Ziraat Bankası yapar (Tarım kredi kooperatifleri K.).
TARIM SATIŞ KOOPERATİFİ [aim. Landwirt-schaftliche Absatzgenossenschaften.—fr. sociites cooperatives agricoles de vente].
En az on çifçi arasında, sermayesi ve ortakları değişebilmek ve mesuliyeti mahdut olmak üzere kurulan kooperatiftir.
Çifçi olmıyanlar, kooperatifin çalıştığı ürünler üzerinde ticaret veya komisyonculuk yapanlar bu kooperatife giremezler. En az üç tarım satış kooperatifi, Ticaret Bakanlığının müsaadesiyle, birlik kurabilir.
(Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında K.).
TARİHÇİ HUKUK MEKTEBİ [aim. Historische Rechtsschule. — fr. e cole historique du Droit. — ing. Historical Law School],
Âdap ve ahlâkta ve dilde olduğu gibi Hukukta da kaynak olarak «millî ruh», «halkın ruhu» (Volksgeist) mefhumunu esas olarak alır ve bunu, hukukun özlülüğünü ve canlılığını göstermeğe yarıyan bir kıymet ölçüsü olarak tanır. Bundan dolayı Tarihçi Hukuk Mektebi
TARİHÇİ HUKUK MEKTEBİ - TASARRUF SANDIKLARI 323
örf ve Âdet Hukukunu bir uzviyet gibi mütalâa eder, ona, az-çok keyfi bir surette vazedilmiş göziyle baktığı Müspet hukuka nispetle daha yüksek bir mevki verir. Bu Mektep, bu suretle münferit tarihi hâdiselerin müşahhas (konkret) fikrî ligini, ruhîliğini anlamak imkânlarını elde etmeğe azçok muvaffak olmuş sayılır. Mamafi bu mektep mensupları tarafından yazılmış tarihi tetkiklerde bir takım sosyolojik bilgiler toplanmışsa da bu bilgilerin bir terkibi yapılamamış, fazla bir bedbinlik ve umumîleştirmeden çekingenlikle Ferdi. Olan'da kalınmış ve bunun neticesi olarak Filolojisin, Historism ve metafiziksiz surî (formel) Rasyonalism çıkmazlarına düşürmüştür.
TARİKATLAR VE MEZHEPLER [aim. Orden und Konfessionen (Glaubensbekenntnisse).— fr. ordres et cultes. — ing, orders and confessions].
Mezhep de din gibi medenî hakların biridir. Hiçbir kimse mensup olduğu din ve mezhepten dolayı mu-ahaze edilemez.
Fert tarikata intisapta aynı surette serbest değildir. Tarikat âyinlerinin yapıldığı yerler kapatılmış, tarikatlara mahsus unvan ve sıfatlar, kıyafet ve kisveler menedilmiştir (Anayasa 75; 677 no.lu kanun).
TARİK BEDELİ bk. Yol mükellefiyeti.
TARÎK-t ÂM (tarlk-i 'âmm) (Es. H.) Herkesin geçebilmesi için terk olunan yoldur.
TARİK-I HÂS ( tarlk-i hâsş ) (Es. H.) Çıkmaz sokak, muayyen mülk sahiplerinin faydalandığı yol demektir. Tarik-ı âm mukabilidir.
TARRAR (tarrâr) (Es. H.) Yankesici, yani uyanık bir kimsenin üzerinde hıfzetmekte olduğu malını gafletinden bilistifade bir hile ile alan şahıstır ki «sârik» hükmündedir.
TASARI bk. Kanun lâyihası.
TASARRUF [aim. Verfügung. — fr. disposition. — ing. disposition, disposal. — lât. dispositio],
1 — Medeni hukukta tasarruf, mameleke dâhil bir hakkın doğrudan doğruya devrini, ilzamını, muhteviyatı itibariyle değişmesini veya ortadan kalkmasını husule getiren bir veya birçok taraflı hukuki muameledir. Buna mukabil bir hakkın ziyamı veya eksilmesini husule getirmeyip bu neticeyi hazlrlıyan, yani borçlunun ma-melikini bir borçla ilzam eyliyen bir veya çok taraflı hukuki muamelelere «taahhüt» (iltizamı muamele) denilir. Taahhütler tasarruflarla ifa edilir. Bir satış akdi «taahhüt» ve satılan şeyin alıcıya teslimi «tasarruf»tur. Bir hukuki muamele aynı zamanda tasarruf ve taahhüdü ihtiva edebilir. Aynı zamanda ibra ile beraber bir borcun deruhte olunması gibi (MK. 624, u25 626).
2 — Âmme hukukunda tasarruf, idare makamlarının âmme işlerinde salâhiyetlerine dayanarak yaptıkları muameleler ve aldıkları kararlardır.
3 — (Es. H.).
a) Bir mal veya hakkı, kavli yahut fiilî bir surette kullanmaktır : Satmak, kiralamak, ariyet, emanet vermek, hiyarla bir akdi feshetmek gibi tasarruflar kavlî; intifa, istihlâk, yapmak, yıkmak gibi tasarruflar fiilî tasarruftur.
b) Eski hukukumuz bu günkü zilyetlik mefhumunu tasarruf tâbiri ile ifade ederdi. Bundan dolayıdır ki
icareteynli vakıf sahiplerine «malik» değil «mutasarrıf» denirdi.
TASARRUF EHLlYETl [aim. Verfügungsbefug-nis, — fr, pouvoir de disposition, — ing. power of disposition].
Tasarruf eden kimse ile tasarruf olunan hak arasında hukuki bir alâkanın bulunduğunu anlatan bir tâbirdir.
Kaideten medeni ehliyeti haiz olan kimse tasarruf ehliyetini de haiz olur. Fakat, bazı hallerde, hak sahibi medeni ehliyete sahip olduğu halde, tasarruf salâhiyetinden tamamen veya kısmen mahrum kalır. Terekenin resmen idaresinde (MK. 533), resmi tasfiyede (MK. 572 vd.) mirasçının tereke malları üzerinde tasarruf hakkı yoktur. Kezalik müflis masaya giren mallarda tasarruf edemez (İc, İf. K. 191). Evli kadın birliğe dâhil kendi malları üzerine ancak birliği temsildeki salâhiyeti nispetinde tasarruf edebilir (MK. 199). Bir alacak üzerinde intifa' veya rehin hakkı bulunuyorsa alacaklı bazı tasarruf muamelelerini ancak kanunun koyduğu şartlar dairesinde yapabilir (MK. 745 f. 2,875 f. 2). Bu ve emsali mahiyeti haiz olan takyitlerin bazen âmme menfaatinin muhafazası (MK, 357; CK 33; Ceza Kanununun mer'iyete vaz'ına müteallik K. 10) bazan da alacaklının bir malı iktisap edebilme hakkının himayesi (istihkak dâvasının mevzuunu teşkil eden malların haczinde olduğu gibi) maksadı ile konulan kazai bir memnuiyetten tevellüd etmesi mümkündür. Ancak, fert kendi iradesile tasarruf salâhiyetini takyit edemez (MK. 784 f. 1). Bu bakımdan medeni ehliyetle tasarruf ehliyeti arasında bir fark yoktur. Fakat, medeni ehliyetin takyitleri hak sahibinin himayesine matuf olduğu halde tasarruf ehliyetinin tak. yidi üçüncü şahısların ve bilhassa alacaklıların himayesini istihdaf eder. Bu itibarla, menfaati himaye olunan üçüncü şahıs, yapılan muameleye rıza gösterirse tasarruf ehliyetsizliği ortadan kalkar. Kezalik karşı tarafın hüsnü niyeti medeni ehliyetsizlikten doğan eksikliği tamam-lıyamadığı halde tasarruf ehliyetsizliğinden mütevellid noksanı bazan tamamlar (MK. 901), bazan da tamamlı-yamaz (MK. 199; İc İf. K. 191, 192).
TASARRUF MUAMELELERİ [aim. Verfügungs. gesehafte. — fr. aetes de disposition. — ing. acts of disposal].
Mamelek yahut bir mal üzerinde ipotek gibi aynî bir hak tesis eden veya mamelekin aktif kısmında eksilme vücuda getiren muamelelerdir. Bu muameleleri ancak tasarruf ehliyetini haiz olanlar yapabilir.
TASARRUF NlSABI [aim. Verfügungsfreiheit (des Erblassers), verfügbare Quote. — fr. quantite dis-ponible. — ing. disposable portion of estate].
Mahfuz hisse sahibi mirasçısı olan bir şahsa ait malların, üzerinde ölüme bağlı tasarruflar yapılabilecek kısmına denir. Bu kısım dışında kalan mallar da mahfuz hisseyi teşkil eder (MK 452).
TASARRUF SANDIKLARI [aim. Sparkassen. — fr. caisses d'epargne. — ing. savings banks].
Hükümetçe mezun kılınan bir il ve belediye tarafından ihdas edilmiş olup halkın tasarruflarını kabul eden ve devletin himayesi ve kefaleti altında bulunan tüzel kişiliği haiz müesseselere denir.
324
TASARRUFU SERÎ - TASFİYE
TASARRUF-U ŞERÎ (taşarruf-i şar'iyy) (Es. H.) Satmak, bağışlamak, vekâlet, kefalet, havale, teslim gibi muamelelerdir ki fiilî ve kavlî olarak ikiye ayrılır:
a) Tasnrruf-ıı fiilî (taşarruf-i fi'liyy) Fiil ile olan tasarruftur. Cem'inde «tasarrufatı fiiliye» denilir. Bir malı istihlâk etmek gibi.
b) Tasarruf-u kavlî (taŞarruf-ı kavliyy) Beyi, icar, kefalet, havale, ikrar, hibe, nikâh, talâk gibi söz ile yapılan tasarrullardır. Cem'i «tasarrufatı kavliye» dir.
TASARRUF-U MÜLLÂK (lasarruf-i mullâk) (Es.H.) Bir milkte yalnız mal sahibinin yapması caiz ve sahih olan tasarruftur.
TASDİK (Onaına) [alın. behördliche Bestâtigung, Genehmigung, Beglaubigang, Ratifikation, Fertigung (is ). — fr. homologation, ratification, legalisation. — ing. ratification. — lât. ratihabitio].
Bir hukuki muamelenin, teşrii, kazai veya idari bir kararın doğruluğunu veya kanuna uygunluğunu beyan etmektir.
Aşağıdaki hukuki neticeleri doğurur.
1 — Anayasa ve idare hukukunda: teşrii veya idarî bir kararın şekil bakımından varlığ.nın bir şartıdır: Muahedelerin, inhisar ve malî taahhüdü mutazammın mukavelelerle imtiyazların Büyük Millet Meclisince tasdiki, kanunların devlet reisi tarafından tasdiki, bazı memuriyet tâyinlerinin ait olduğu Bakan ve Devlet Reisi tarafından tasdiki gibi.
Devlet Reisinin tasdikine «Yüksek tasdik, âli tasdik» denilmektedir.
Mülga Kanunu Esaside kanunun mer'iyeti hüküm darın tasdikine bağlı idi ! Anayasaya göre Cumhurbaşkanı kanunlaıı ilân eder (Anayasa 35).
2 — (MH) da : a) Bazı hukuki muamelenin muteber olmasının bir şartıdır: Boşanma veya ayrılığın fer'î hükümle;ine dair karı ve koca arasındaki mukavelenin yargıç tarafından, karının şahsi mâllarına veya mal ortaklığı usulüne tâbi mallara dair karı ve koca arasındaki hukuki tasarruflarla, koca menfaatine olarak karı tarafından üçüncü şahsa karşı iltizam olunan borçların sulh yargıçlığınca tasdiki gibi (MK. 150, 169).
b) Hukuki muameleye resmiyet vermek ve onu tevsik etmek için yapılır: Noterin bir mukaveleyi tasdik etmesi gibi.
c) Resmî bir makamda mevcut bir kayıt veya bir vesika suretinin aslına uygunluğunu beyan için yapılır: Dairede saklı asıl, örnek, kütüklerden veya alâkalıların getirdikleri kâğıtlardan noter tarafından çıkarılan suretlerin tasdiki, tapu memuru tarafından tapu kıymet örneklerinin tasdiki, yargıç tarafından mahkeme ilâmlarının dosyasındaki aslına uygunluğunu tasdik gibi.
3 — Usul hukukunda: a) Mahkeme kararının kat'-iyet iktisabetmesi için yüksek derece!i merci tarafından yapılır : Temyiz edilen bir hükmün veya resen temyize tâbi ceza hükmünün Yargıtayca tasdiki gibi.
b) Bazı ceza ilâmlarına infaz kabiliyeti vermek için yapılır : Askerî ceza usulünde seferber olan askerî mahkeme'er hükümlerinin infaz lüzumunu tazammun etmek üzere komutan tarafından tasdiki gibi (As MUK. 2*9-257).
4— Yazılı bir beyanın (ifadenin) beyanı yapan kimss tarafından imza ile tevsik edilmesine de tatbikatta (tas-
dik) denilmektedir: senedin borçlu tarafından tasdiki, tanığın ifadesini imzasiyle tasdik etmesi gibi,
TASDİKNAME /aim. Zertifikat, Bescheinigang, Attest. — fr. certificat, attestation. — ing. certificate, attestation ].
Resmî daire, hususi müessese veya şahıslar tarafından alâkalıların talebi üzerine verilen ve bir hizmetin, veya vazifenin, yahut bir muamelenin ifa edildiğini gösteren vesikadır.
TASFİYE /aim. Liquidation, Abrechnung, Aas-einandersetzung.— fr. liquidation. — ing. winding-up/.
I. Neticeleri henüz belli olmiyan hesap ve muameleleri tetkik ve tanzim ederek aktif ile pasif arasındaki farkı tâyine yarıyan ameliyelere denir.
Tasfiye, borsa tâbiri olarak kullanılınca vadeli muamelelerin tâyin edilen zamanlarda kesilmelerini ifade eyler.
Ticaret şirketlerinde tasfiye: Bir şirketin fesih veya infisahı üzerine şirket alacaklarının, mallarının ve borçlarının tâyin ve tesbitiyle alacaklar tahsil ve mallar nakde tahvil edilerek borçların ödenmesini ve geri kalanın şeriklere kanun ve esas nizamname hükümlerine göre verilmesini temin eden muamelelere denir. Tüzel kişiliği haiz şirketlerde bu muameleleri tasfiye memurları [aim. Liquidatoren. — fr. liquidateurs. — ing. liquidators/, yaparlar (TK. 210'vd; 272, 446 vd.)
İflâs sebebiyle infisah eden şirketin tasfiyesi İcra ve İflâs kanunu hükümlerine tâbidir.
II. İflâsta: Müflise ait ve haczi kabil malların, alacakların ve hakların tesbitini, borçların ödenmesini temin eden icra muamelelerinin tamamı dır. İki şekilde olur:
1 — Adi tasfiye ; İflâs dairesince iflâs kararının ilânı ve müflise ait malların tesbiti ve muhafazası için lazım gelen tedbirlerin alınmasiyle başlar. Masaya ait hiçbir malın bulunmaması halinde «tasfiyenin tatili» ile biter. Tasfiye masraflarını koruyacak kadar masaya ait malın bulunması takdirinde iflâs dairesinin ilân suretiyle daveti üzerine «ilk alacaklılar toplantısı» yapılır. Bu toplantıda «iflâs idaresi» seçilir.
Bu idare tasfiyeye taallûk eden işlerde iflâs masasının kanunî mümessili sıfatiyle hareket eder, bilhassa alacakları tahkik, sıralarını tâyin eyler. Bundan sonra alacakları tamamen veya kısmen idarece kabul edilen alacaklılar davet edilerek «ikinci alacaklılar toplantısı» yapılır. Bu toplantı iflâs idaresinin yaptığı tasfiye muamelelerini tetkik eder, iflâs idaresinin vazifelerinde devam edip etmemeleri hususunda ve tasfiyeye ait diğer hususlarda icap eden kararları alır. İflâs idaresi masaya giren malların, alacak ve hakların paraya çe/rilmesi ve paraların paylaştırılması suretiyle tasfiyeye devam eder. Tasfiye mahkemenin «iflâsın kaldırılması» veya «iflâsın kapanması» hakkındaki karariyle sona erer.
Illâs açıldıktan sonra altı ay içinde tasfiye edilmek lâzımdır.
Tetkik mercii icabına göre bu müddeti uzatabilir (İc. İf. K. 182, 208, 219-256).
2 — Basit tasfiye : Müflise ait malların, alacak ve hakların tespiti ve paraya çevrilmesi, alacakların tahkiki ve sıralarının tâyini ve paraların paylaştırılması muamelelerinin başka merasime mahal kalmaksızın iflâs dairesi tarafından yapılmasından ibarettir. Tasfiyenin
TASFİYE -
kapanmasiyle sona erer. Bu usul ancak: a — iflâs dai-iresince defteri tutulan mallar bedelinin âdi tasliye masraflarını korumayacağının anlaşılması ve alacaklılardan biri tarafından aksine bir talep yapılmaması halinde (Ic. If. K. 218). b— adî tasfiyenin altı ay içinde yapılamaması üzerine alacaklılar tarafından o yolda bir karar verilmesi halinde tatbik olunur (,'e If K 256). III — Mirasta bk. Resmi tasfiye
TASFİYE MEMURU bk. Tasfiye; Resmi Tasfiye.
TASHİH [aim. Berichtigung, Klagânderung. —-fr. reformation. — ing. rectification, adjustment].
Bir hukuki muamelede, bir kararda veya resmî sicil ve kayıtlarda vâki bir yanlışlığın alâkalı şahıs veya makam tarafından düzeltilmesidir (HMUK. 80, 459; CMUK. 402; BK. 24 sf).
TASHİH DÂVASI [alın. Berichtigungsklage. — fr, action en reformation].
Resmî sicillin, kaydın düzeltilmesini tazammun
eden dâvadır: Ahval-i şahsiye sicilinin tashihi (MK. 38;
Nüfus K. 11). tapu sicilinin tashihi (MK. 935; Tapa K. 33; Tapu Sicil Nz 109) gibi.
TASHİH-1 DÂVA (laşlılh-i da'vâ) (Es. H.) Fasit ve kabil-i tashih olan dâvayı müddeinin sahih bir hale getirmesidir.
TASHİH-İ KARAR lalm. Berichtigungsbeschluss. — fr. recours en reformation (en re forme) J.
Yargıtay hususi daireleri ve umumi heyetleri ile Yargıtay dâva daireleri veya umumi heyetinden ve Askerî Temyiz mahkemesinden verilmiş olan kararların muayyen ve mahdut sebeplerin mevcudiyeti halinde aynı mercide tekrar tetkikiyle değiştirilmesini, düzeltilmesini, tamamlanmasını temin eden ve tarafların müracaat edebilecekleri kanun yoludur. Ceza işlerinde tashih-i karan istiyebilmek yalnız Başsavcılığa aittir ( HMUK. 440 - 442 ; CMUK. 322; Devlet Şûrası K. 50; As MUK. 244).
TASHİH-1 SİN bk. Yaş tashihi.
TATBİK (uygulama) 1 — [alın. Schriftenverglti-chung. — fr. comparaison d'ecrifuresj. Yaz), imza tat. biki: münazaalı bir hususu ispat için mahkemeye ibraz edilip kendisine nispet olunan kimse tarafından inkâr edilen veya tanınmıyan yazı veya imzanın, ona ait olmadığı hakkında kanaat elde etmek için, kendisinin olduğunda şüphe edilmiyen yazı ve imza ile karşılaştırmak şeklinde yapılan tahkik muamelesidir. Hasma ait olduğunda şt"phe edilmiyen ve tatbike esas tutulan yazı ve imzaya «medar.ı tatbik» denir. Hukuk muhakeme usulünde medar-ı tatbik yazı ve imza mahdut ve muayyen dir. Yargıç tatbiki bizzat yapabileceği gibi bilir kişi marifetiyle de yapılmasına karar verebilir (HMUK. 309; İc İf. K. 68; CMUK. 85). bk. istiktâp.
2 — Tapu senetleriyle plânların mahalline tatbiki: aidiyeti veya hududu münazaalı olan gayrimenkul üzerindeki ihtilâfı hal için her ilci tarafın ibraz ettikleri tapu senetleriyle, tedavül kayıtlarının ve plânların, dâva mevzuu olan gayrimenkulun bulunduğu hâl ve vaziyet ile yerinde karşılaştııılması şeklinde bil tahkik muamelesidir.
Bu muamele yargıç tarafından bizzat yapılabileceği gibi bilir kişi marifetiyle yapılmasına veya muamele sırasında bilir kişi dinlenmesine karar verilebilir.
TAVASSUT 325
3 — Kanunun tatbiki: [aim. Rechtsanmendung. Anwendung des Gesetzes, Subsumption unter das Ge-setz. — fr. application de la loi. — ing. application of the lav].
Bu hususdaki ana prensip Medeni Kanunun birinci maddrsinde gösterilmiştir. Buna nazaran kanun lâfzı ile veya ruhu ile temas ettiği bütün meselelerde mer'idir. Kanunda sarahat olmıyan hususlarda örf ve âdete bakılmak ve örf ve adet dahi yok ise hakim kanun vazıı olsa idi ihtilaflı meseleye dair nasıl bir hüküm vazedecek idise ona göre hüküm verilmek icabeder. Ancak yarSPÇ, yalnız kanun vazıı sıfatiyle değil, kanunun lâfzını veya ruhunu tatbik ederken, örf ve âdeti nazara alırken dahi ilmi içtihatlardan, kazai kararlardan faydalanmalıdır. Kanunların tatbikına dair olan bu umumi kaide borç münasebetleri ihdas eden akitlerde de tatbik olunur Fakat bu surette mukavelelerin ikmali mevzuu bahistir. Bu bakımdan Ticaret Kanunu ile Borçlar Kanunu arasında fark vardır. Ticaret Kanununa göre ticari meselelerde evvelâ kanunen muteber mukaveleler, saniyen ticaret kanunlarının sarahat veya delâleti nazara alınmak lâzımdır. Bunlarla mesele halledilemediği takdirde ticari âdetler tatbik, mahallî ve hususi adetler umumi adetlere tercih olunur. Bu tertibe riayet mecburiyeti de vardır. Fakat kanun bunun hilafını da emredebilir (TK 3). Halbuki Borçlar Kanunuuda böyle bir sıra bahis m-.vzuu değildir. Filhakika, Borçlar Kanununun bir çok maddelerinde örf ve âdetin kanundan evvel geleceği tasrih edilmiştir (BK 80, 111 f. 2, 156 f. 2, 157 f. 1, 182 f. 2, 185, 186, 208 f. 2. 266 f. 1, 279).
Yargıç resen Türk kanunları mucibinre hükürn verir. Bir yabancı kanunun tatbiki lâzım gelen hallerde, buna istinadeden taraf, o kanun hükmünü ispat ile mükelleftir (HMUK. 76).
TATBİKAT KANUNLARI bk. İntikal devresi hukuku.
TATBİK-t HAT-TU HA'İEM İhtilaflı olan yazı veya mührün vüsukunu tesbit için yapılan tatbiktir.
TATİL GÜNLERİ bk. Ulusal bayram ve genel tatiller.
TATİL-İ İŞGAL bk. Grev ve lokavt.
TATİL-İ MUHASEMAT bk. Muhasematın tatili.
T VTİL-t TEDİY.4T bk Ödemel erin tatili.
TAVASSUT 1 — (DUH) [aim Intervention, Ver-mittlung, gute Dienste — fr. intervention, mediation ordinaire, bona offices. — ing. mediation, intervention, good offices!. İki veya daha ziyade devlet anlaşmazlık halinde bulunduklarında üçüncü bir veya birkaç dev. letin araya girerek bir hal sureti teklif etmesine denir. Dostane teşebbüsten farklı olarak, tavassutta bulunan devlet müzakerelere iştirak' eder. Bir de hususi tavassut vardır ki, bunda anlaşmazlık halinde bulunan devletlerden her biri kendisi adına müzakerderde bulunmak üzere birer üçüncü devlet seçerler ve görüşmeler bunlar arasında yapılır.
Anlaşmazlık halinde bulunan devletler, tavassut eden devletin gösterdiği hal tarzını kabul edip etmemekte serbesttir.
(30 Mart 1856 Paris Muahedesi 8, 1907 Lâhey Sulh Konferansının ihtilfâların sulh yoliyle halline ait birinci mukavelenamesi 2, 3, 8).
326 TAVASSUT
2 — (TH) [aim. Ehreneintritt, Wechselinterven-tion. — fr. intervention. — ing. intervention/. Bir poliçenin muhatap tarafından kabul veya tediye edilmemesi halinde diğer bir şahsın muhatap yerine o poliçe bedelinin vâdesinde tediyesini kabul etmesi (bittavassut kabul) [aim. Ehrenannahme.— fr. 'acceptation par intervention. — ing. acceptance for honour] veya vâde hulul etmiş ise tediye etmesidir (bittavassut tediye) [aim. Ehrenzahlung.— fr. paiement par intervention.— ing. payment for honour] (TK. 582 vd.).
TAYFA [aim. Schiffsmann, Matroıe, Schiffsmann-schaft. — fr. equipage d'un navire, matelot. — ing. crew].
Gemi kaptan ve subaylarından gayri gemi adamlarıdır (1.7.1945 tarihli Gemi Adamları ve Denizci Ehliyetleri Yönetmeliği).
TÂYlN [aim. Ernennung, Bestellung. — fr. nomination. — ing. appointment].
Devlet Reisi ve salahiyetli idari makamlar tarafından bir ferdi veya muayyen fertleri memur kadrosuna almak veya ona muayyen bir memuriyet makamının va. zife ve salâhiyetlerini tevcih etmek üzere yapılan idari muamele ve tasarruftur. (Anayasa 93; Memurin K.).
TÂYlN-I MERCİ bk. Merci ihtilâfı.
TAYYARE MEYDANI [aim. Flugplatz. - fr. aerodrome. — ing. aerodrome].
Yolcular ve eşya için hususi surette tesisatı ve teşkilâtı olmıyan ve hava gemilerine mahsus iniş ve havalanma yerleridir. Bunlar karada, deniz, göl, nehir gibi sularda olur. Bir çok memleketlerde deyletten müsaade almak şartiyle hususi şahıslar da tayyare meydanı tesis edebilirlerse de ecnebilerin tesis etmeleri yasaktır.
TAZÎR (ta'zîr) (Es. H.) Hakkında muayyen bir had-di şerî mevcut olmıyan cürümlerden dolayı ülülemir veya naibi tarafından takip ve tatbik edilecek cezadır.
Tazîrin mahiyeti; cürmün mahiyetine, ve mücrimin haline göre tebeddül eder. Cürüm gerek hakkullaha ve gerek hukuk-u ibâda müteveccih olsun.
Tazîr; düğmekle, hapisle, hattâ katil ile olabileceği gibi azarlama, sert lâkırdı veya bakış veya herhangi bir tavır ve vaziyet ile de olabilir.
Döğmek suretiyle olan tâzir, otuz a ok uz değnekten fazla olamaz.
Bir kavle nazaran para almak suretiyle de tâzir caizdir.
Tazir kelimesi esasen levm ve tevbih, men ve tedip mânalarını müfit olduğu gibi nusrat, iane, takviye, tevkir ve tazim mânalarını da müşirdir.
a) Tazir-i ahissâ (ta'zir-i ahişşâ) İçtimaî vaziyetleri düşkün, sefeleden mâdut kimseler hakkındaki tâzirdir ki, hem mahkemeye bilcelp ilâm suretiyle, hem de zarp ve hapis suretiyle yapılabilir.
b) Tazir-i eşraf (ta'zir-i asraf) Ümera, yüksek tüccar, köy ayanı gibi şerefli kimseler hakkındaki tâzirdir ki, ya bilvasıta ilâm suretiyle, veya mahkemeye celbedilerek bilmuvacehe ihtar suretiyle yapılır.
c) Tazir-i eşraf-ül eşraf (ta'zir-i agraf ul-aşrâf) Şürefa ve ulema gibi zevat hakkında yapılacak tâzirdir ki, bilvasıta ilâm suretiyle olur.
İlâm; kadının «sen şöyle şöyle yapmışsın, veya ya-pıyormuşsun» diye ihtar etmesidir. Kadı kendi eminini göndererek ocun vasıtasiyle de bu ilâmda bulunabilir.
— TEARUZ
Fakat kendilerinden zarp ve şetm gibi mürüvvete münafi, nâsın hukukuna râci bir kusur zuhuru takdirinde mahkemeye celbedilerek haklarında başka suretle de tâzir icra edilir.
ç) Tazir-i evsât (ta'zir-i avsât ) içtimaî mevkileri orta halde bulunan kimseler hakkındaki tâzirdir ki, hem mahkemeye bilcelp ilâm suretiyle, hem de hapis suretiyle yapılabilir.
d) Tazir-i tedib (ta'zir-i ta'dîb) Âkil baliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmıyan bir çocuğun yaptığı bir cürümden dolayı hakkında tedip ve tehzip mâksadiyle yapılan tâzirdir.
e) Taıir i ukubet (ta'zir-i 'ukübat) Mükellef bir şahıs tarafından irtikâp olunup da şer'an muayyen bir cezası bulunmıyan bir cürümden dolayı ukubeten yapılan tâzirdir. Mücrimin bu hususta Müslim ile gayrimüslim, hür ile abd, erkek ile kadın olması müsavidir.
TAZMİNAT [aim. Schadensersatz, Entschadigung, Ersatz. — fr. dommages - inter its, indemnite, reparation.
— ing. dammages, indemnity, compensation.— lât. damnum praestare].
Zarar ve ziyan borcunu meydana getiren muamelenin veya fiilin bütün zararlı neticelerini karşılamak üzere verilen bedeldir. Haksız fiil işliyen kimse zarara uğrıyan şahsın mamelekinde husule getirdiği eksikliği öder. Akitten doğan bir mükellefiyeti ihlâl eden kimse dahi akde muhalefeti neticesinde meydana gelen tekmil zararları tazmin ile mükelleftir.
Tazminat ya maddi veya mânevi olur:
a) Maddi tazminat [aim. Ersatz für Vermögens-schaden.—fr. reparation (indemite) pour un dommage materiel]: başkasının mamelekinde bir eksilmeyi veya bir kârdan mahrumiyeti intaceden fiillerde olur.
b) Mânevi tazminat [aim. Ersatz far Nichtvermö-gensschaden.— fr. reparation (indemnite) pour un dommage immateriel]: şahsi menfaatlere yapılan tecavüzün karşılığı olarak verilen tazminattır ki; bu bir tazmin vasıtasıdır (MK. 24 F 2; BK. 49).
TAZMİNAT DAVASI [aim. Schadensersatzklage.
— fr. action en dommages . interets, action en reparation d'un dommage. — ing. action for dammages].
Sebebi ne olursa olsun maddi veya mânevi zarar ve ziyanın ödenmesini tazammun eden şahsi dâvadır. TAZMlNAT-I HARBÎYE bk. Harb tazminat!.
TAZMİNAT KABİLİNDEN PARA CEZASİ bk. Para cezası.
TEAMÜL (ta'âmul) (Es.H.) 1 - Âdet manasınadır. Nâs arasında müteamil olan şeydir. Meselâ «şu nevi menkullerin vakfı müteameldir» denir ki nâs arasında bunları vakfetmek âdettir demektir.
2 — örf ve âdet.
TEAMÜL HUKUKU bk. örf ve âdet hukuku.
TEARUZ (ta'âruz) (Es. H.) Lügatte, muhtelif mânalara gelen tearuz usuliyyun yani usulü fıkıh âlimleri ıstılahında iki delilden biri bir emrin subutunu icap ettiği halde diğeri biaynihi o emrin intifasını yani nefyini icap etmektir.
Usulü fıkıhta muâraza ve tercih mühim bir bahis mevzuudur. Kanunların hükümleri arasında da tearuz olabilir.
TEBAA —
TEBAA (Vatandaş) bk- Vatandaşlık.
TEBAYÜN-Ü ÂDAD (tabâyun-i a'dâd) (Ffraizde) (Es.H.) İki aded arasında birden başka kasımı müşterek bulunmamasıdır, 5 ile 7,9 ile 11 gibi. bk. Tenasübü âdat.
TEBEAN TASARRUF (taba'an tasarruf) (Es.H.) Arz-ı mirinin, üzerinde bulunan milk ebniyeye ve ağaçlara tebean tasarrufu demektir.
TEBENNİ ( tabannî) (Es. H.) Nesebi malûm bir çocuğu evlât edinmektir.
TEBERRU /aim. unentgeltliche Zuwendung, Spen. de. — fr. liberalite. — ing. voluntary transference of property without consideration; gift].
1 — Bir mal veya bir hakkın hibe kastiyle ivazsız olarak temlikini tazammun eden tasarruf muameleleridir: hayatta olanlar arasında hibe, ölüme bağlı tasarruf vesaire gibi.
2 — (Es. H.) Bir kimsenin kendisine ait olan bir şeyi ahara meccanen terk ve temlik etmesidir. Hibe etmek, sadaka vermek gibi. Cem'i Teberruattır.
TEBLİGAT (TEBLİĞ) (Bildirme) falm. Zustel lung, Anzeige. — fr. notification, signification. — ing. to give notice, service, citation].
Hukuki bir muameleden alâkalı kimsenin haber almasını temin için salahiyetli makamın kanuni şekilde ve yazı veya ilân ile yapacağı tevsik muamelesidir: (MK. 927) gibi.
Adli tebliğ: Dâvada alâkalı olan b'r kimseye, dâvaya mütaallik bir muameleden haber almasını temin için, adliye mahkemelerinden yapılan tebliğdir ki muhtevasını karar, lâyiha, celpname, davetiye, ihbar ilâm, ilh... teşkil eder.
İdari dâvalarla ceza ve hukuk dâvalarında, icra ve iflâs ve noter işlerinde tebligat Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre yapılır (HMUK. 116 - 148; Devlet Şûrası K. 44; CMUK. 35; İc İf K. 21; Noter K. 32)
Kanuni şeklin yerine getirilmesi muhatabın tebliğ mevzuundan haber almış olduğunu kabule kâfi görülür. bk. İlân no. 3
TEBRİYF bk. Beraat.
TECAVÜZ bk. Suikast.
TECAVÜZ! HARB [aim. Angriffskrieg. — fr. guerre d'agression, guerre offensive. — ing. war of agression, offensive war/.
Tecavüz teşkil eden fiillerden birini yapmak suretiyle başlanan harbdir.
TECAVÜZÜN MEN'İ DÂVASI bk. Müdahalenin Men'i dâvası.
TECDİT [aim. Neuerung, Novation. — fr. novation, substitution. — lât. novatio].
Evvelki borcu yeni bir borç ihdas etmek suretiyle ortadan kaldırmaktır. Bu alacaklının veya borçlunun değişmesiyle olabileceği gibi eda mevzuunun değişmesiyle de yapılabilir (BK. 114).
TECEMMU, TECEMMUAT [aim. Zusammenrot-tung, Auflauf. — fr attroupement. — ing. riot].
Umuma ait yollarda evvelden kararlaştırılmış bir anlaşmaya müstenit olmıyarak arızî ve tesadüfi surette ve âmmenin istirahatini ihlâl^ eder mahiyette yapılan toplantıya denir. Tecemmu, arızî ve tesadüfi mahiyetiyle «içtima» dan ayrılır.
İsyan, devletin resmî memurlarına cebir ve şiddet
TEDAHÜL 327
kullanarak karşı gelmeyi tazammun ettiğinden tecemmu bu noktadan isyan sayılmaz.
Tecemmular, silâhlı ve silâhsız olarak ikiye ayrılır: Tecemmua dâhil olanların çoğu aşikâr veya gizli olarak silâh taşır veya tecemmua iştirak edenlerden yalnız birisi aşikâr surette silâhlı olur ve bu kimseyi tecemmua dâhil olanlar toplantıdan derhal uzaklaşt:r-mazlarsa bu tecemmular silâhlı sayılır.
Bir tecemmuun dağılması için salahiyetli memurlar tarafından lâzım gelen ihtarlar icra edilince o tecemmu artık bir suç mahiyetini alır (Tecemmuat Kanunu 3 Mart 1928).
TECEZZİ ETMEMEK [aim. Unteilbarkeit. — fr. indivisibility. — ing. joint nature, indivisibility].
1 — Borçların ifasında: mevzuu taksime müsait olan alacakların, alacaklının muvafakati olmadıkça kısmen tediye edilememesi halidir (BK. 68).
2 — İkrarda: ikrar tecezzi kabul etmez. Binaenaleyh müddeaaleyhin gerek mahkeme haricinde gerek yargıç huzurunda vukubulan ve ikrarı tazammun eden ifadesinin heyeti umumiyesi tamamen kabul veya reddedilmek lâzımdır (TK. 683).
TECEZZİ-1 İÇTİHAD (tacazzl-i iclihâd) (Es. H.) Müçtehidin bazı mesailde müçtehit olup bazılarında olmamasıdır. Ekseri ulema bunun cevazına ve bazıları ademi cevazına zahip olmuşlardır.
TECİL 1 — (CH) bk. Cezaların tecili.
2 — (Es. H.) Lügatte, bir vakte kadar mühlet tâyin eylemek manasınadır.
İstılahta, borcu bir vakta talik ve tehir etmektir.
TECİL-l DÜYUN bk. Moratorium.
TECRİS ( tacrîs ) (Es. H.) Sirkat ve yalan yere tanıklık gibi fâzihalarda bulunan kimseleri halka ilân ve teşhir etmektir.
Hâdiselerin bir adamı tecrübeli, oyu kuvvetli bir hale getirmesine de tecris denilir.
TECRÜBE VE MUAYENE ŞARTİYLE SATIŞ. bk. Satış.
TEÇHİZ bk. Donatma.
TEDAFÜİ HARB [aim. Verteidigungskrieg. — fr. guerre de defense, guerre defensive. — ing. defensive war].
Bir mütecaviz karşısında, ülkeyi müdafaa maksadiyle yapılan harbd.r.
TEDAHÜL ( tadâhul ) (Es. H.) Lügatte, birbiri içine girme demektir. Istılahta ise, ayrı ayrı hükmü bulunan hukuki hâdiselerin bir araya gelmesidir.
a) Tedahül -filhudut (tadâhul fi-'l-hudüd ) Bir cinsten olan mütaaddit esbab-ı huduttan dolayı yalnız bir had ile iktifa edilmesi halidir. Meselâ: bir şahıs birkaç defa zinada veya sirkatte bulunsa hakkında yalnız bir had ile iktifa edilir.
b) Tedahül-fil - kazf (tadâhul fi-'l-kazf ) Müteaddit kaziflerden dolayı yalnız bir had ile iktifa edilmesi halidir.
Şöyle ki: Bir şahıs bir veya daha ziyade kimselere bir lâfz ile veya başka başka lâfızlar ile zina isnadında bulunsa bunlardan dolayı hakkında yalnız bir «had-i kazf» icra edilir.
328 TEDAHÜL - TEDİYE
YERİNDE YAPILAN EDA
e) Tedahül-i âdat (tadâhul-i 'adat) (Feraizde) İki «ayıdan birinin diğeri ile temamen yani kesir bırakmaksızın taksimi kabil olmasıdır, üç ile dokuz gibi. bk. Tentsüb.ü Âdad.
ç) Tedahül-i cinayat (tadâhul-i cinâyât) (Es. H.) Müteaddit cinayetler, yalnız bir cinayet gibi addedilerek bunlardan birisinin kısas veya diyet gibi cezasiyle iktifa edilmesi halidir. Meselâ: bir kimse bir şahsın ha-taen bir elini kesse, sonra da henüz iyi olmadan o şahsı gene hataen öldürse yalnız katilden dolayı «diyet-i kâmile» itasiyle mahkûm olur, el kesmeden dolayi üzerine «nısf-ı diyet» lâzım gelmez.
Bu halde bu iki cinayet, bir cinayet sayılmış, iki diyet arasında tedahül bulunmuş, bu iki cezanın büyüğü ile iktifa olunmuş demektir.
d) Tedahül-i iddeteyn (tadâhul'i i'âdâtayn) (Es. H ) İki iddetin birbiri içine girmiş olmasıdır. Meselâ: Bir kimse Bâinen tatlik ettiği bir kadına esnayi iddette kendisine helâl olur zanniyle mukarenette. bulunsa bu mukarenet sebebiyle ikinci olarak lâzım gelen iddet; kadının beklemekte olduğu birinci iddete tedahül eder.
Bu suretle kadın; birinci ıddeti ikmal ettikten sonra ikinci iddetin sebebinden itibaren noksan kalan miktarı ikmal eder.
TEDAVÜL BANKASI falm. Emissionsbank. — fr. banque a"emission. — ing. Bank of issue].
Banknot ihracı imtiyaz veya inhisarına sahip olan bankaya denir, ihraç bankası aynı mânadadır.
TEDBİR ( tadbîr ) (Es. H.) Bir itaktır ki bunun vukuunu mevlâ, kendisinin vefatına talik etmiş" olur.
a) Tedbir-i muallâk ( ladbir-i mu'ullak ) Bir şarta talik olunan tedbirdir. «Sen şu işi yaparsan müdebbersin» denilmesi gibi. Bu halde memlûk o işi mevtasının hayatında yaparsa vefatında malının üçte birinden azat olur.
b) Tedbir-i mukayycd (tudbir-i mııkayyad ) Mevlânın bir kayıt ile mukayyet olarak vefatına muallâ-kan yaptığı tedbirdir. «Ben bu hastalığımdan ölürsem», yahut «Ben bu yolculuğum esnasında vefat edersem sen hürsün» denilmesi gibi.
Bu halde memlûk mevlâsının bu veçhile vefatı takdirinde malının üçte birinden azat olur. Kablelvefat satılması, başkasına bağışlanması caiz bulunur.
Mevlânın alel-itlak vefatiyle beraber vücut ve ademi daire-i ihtimalde bulunan bir şarta muallâk tedbirler de bu kabildendir- «Filân zat gurbetten avdet ederse vefatımda âzat olur» denilmesi gibi.
c) Tedbiri mutlak (tadbir-i mutlak) Mevlânın alel ıtlak mevtine ınuzaf olan tedbirdir : «Ben öldüğüm zaman sen hürsün» denilmesi gibi. «Ben seni müdebber kıldım.» denilmesi de bu kabildendir.
Bu halde memlûk mevtasının milkinden - ıtıktan başka - bir suretle çıkarılamaz. Mevlânın vefatında malının üçte birinden azat olur.
TEDBİRSİZLİK bk. K* sur.
TEDİB HAKKI [aim. Züchtigungsrechi. — fr. droit de correction. — ing. reproof right].
Velayet hakkının, ana ve babaya yüklediği, çocuklarını terbiye ve yetiştirme mükellefiyetinin istilzam
eylediği, tâli bir hak olup ana ve babanın çocukları üzerinde cebir, tazyik ve ceza yapabilmeleri mânasını tazammun eder (MK. 267)-
TEDİYE (ödeme) [aim. Zahlung, Erfüllung. — fr, paiement. — ing. payment. — lât. solutio].
Para borcunun ödenmesidir.
TEDİYE ANLAŞMALARI [aim. Zahlungsabkom. men. — fr. accords de paiement].
İki memleket arasında ticarî ve malî münasebetlerden doğan tediyelerin tanzimi için yapılan anlaşmalardır.
1931 den evvel muhtelif memleketler arasındaki tediyeler umumiyetle poliçe alım ve satımı ile yapılır ve bu karşılıklı alacaklar ve borçlar ekseriya Londra, Nevyork gibi malî bir merkezde takas olunurdu. Ancak tediye muvazenesinin devamlı bir surette aleyhte olduğu hallerde bir memleketten altın çıkar veya devamlı bir surette lehde olduğu haller de bu memlekete altın girerdi. 1931 iktisadî buhranından sonra her tarafta tatbika başlanan döviz kontrolünün neticesi olarak milletlerarası tediyelerin temini için yalnız iki memleket arasındaki karşılıklı alacakların karşılaştırılması esasına dayanan anlaşmalar meydana gelmiş, yani 1931 den evvel umumiyetle mütaaddit taraflı ve gayri resmî olarak karşılaştırılan alacaklar ve borçlar bundan sonra yalnız iki taraflı olmak üzere karşılaştırılmağa başlanmış ve bu suretle devletler arasında muhtelif şekilde tediye anlaşmaları yapılmıştır. Bu anlaşmalar iki esaslı tip gösterirler:
a) Takas veya hususî takas anlaşmalarında iki memleket, aralarındaki mal alım ve satımına ait her muamelenin münferiden ve karşılıklı olarak mal satım veya alımı ile, yani malın malla ödenmesi esasını kabul ederler.
b) Kliring anlaşmaları umumiyetle iki memleket arasındaki ticari mübadelelerin toptan takasını temin ederler. Yani bir memlekete diğer memleketten mal ithal edenlerin ödedikleri para ile o memleketten ihracat yapanların alacakları tediye olunur.
Son yıllarda yapılan tediye anlaşmaları ekseriya kliring ile birlikte hususî takas esasını da iht va etmekte ve yalnız ithalât ve ihracatı karşılaştırmayı değil belki iki memleket arasında her türlü münasebetlerden doğmuş bulunan veya doğacak olan alacakların ve borçların mütekabilen karşılaştırılmasını istihdaf eden lüzumlu hükümleri ihtiva etmektedir.
İlk iki taraflı kliring anlaşması 1931 kasımında İsviçre ile Avusturya arasında akdedilmişti. 1933 Temmuzundan itibaren de bizde kliring anlaşmaları yapılmağa başlanmış ve ilk anlaşma Fransa ile yapılmıştır. bk. Takas.
TEDİYE KABİLİYETİ bk. ödeme kabiliyeti.
TEDİYE (Ödeme) YERİNDE YAPILAN EDA [aim. Leistung erfüllungshalber. — fr. prestation en vue du paiement. — lât. datio solutionis causa/.
Borçlunun alacaklısına, satıp bedelinden alacağını istifa etmesi kaydile bir şeyi teslim etmesidir. İfa yerini tutan edadan farklı olarak burada eda ile borç sakit olmaz, yalnız alacaklı teslim edilen mal veya hakkı (alacak) paraya çevirmek imkânına malik bulundukça borçlusundan ınütalebede bulunamaz. Bu mahiyetteki
TEDİYE YERİNDE YAPILAN EDA — TEFSİR DÂVASI
329
bir eda alacaklı ile borçlu arasında teslim olunan şeyin paraya çevrilmesi bakımından vekâlet akdine benzeyen hukuki bir ittisal meydana gelir. Çünki alacaklı kendi, sine verilen şeyin paraya çevrilmesi için lüzumlu olan' teşebbüslerde bulunmağa mecburdur. Fakat borçlu bu şeyi istirdat edemez Çünki tediye yerine yapılan edada alacaklı için rehin hakkına yaklaşan bir teminat mahiyeti vardır ve bu bakımdan nevi edada vekâlet hükmü cari olmaz (BK. 396).
TEDRİCÎ SERBESTÎ SİSTEMİ [aim. Stufen. strafvollzug.— fr. systeme progressif. —'ing. progres-sif system].
Hürriyeti bağlıyan ceza mahkûmları hakkında tatbik olunan cezanın tesir ve tazyiklerini tedricî ve fakat daima artan bir tarzda hafifleten bir tedbirdir. Meselâ, mahkûmu tedricî surette hücresinden çıkarmak, göstereceği salâh haline göre hükmedilmiş olan cezayı kısaltmak, devlet işlerinde ^alıştırılarak bu çalışma günlerinden her bir günü asıl ceza müddetinden iki gün olarak indirmek, mahkûmun hususî bir iş adamı nezdinde çalışmasına müsaade olunmak gibi (CK. 14 bu tedbirin bir misalini teşkil eder.)
TEDRİS (ÖĞRETİM) HÜRRİYETİ [aim. Lehr-freiheit. — fr. liberie d'enseignement. — ing. freedom of teaching].
Ferdin başkalarına ücretli veya ücretsiz bildiğini öğretmesi ve her ferdin öğretmenini ser lest seçmesi hakkıdır. Bu hürriyet tefekkür hürriyetinin bir şeklidir. Demokratik bir rejimde vatandaş oy puslası ile milletin iradesine karışdığı cihetle cemiyete zararlı olacak bir terbiye almayıp siyasi ve içtimai vazifelerini başarmağa ehliyeti haiz olması icab ettiğinden medeni dev. letler vatandaşların tahsil ve terbiyesi ile iştigal ederler. Bizde ilk tahsilin bütün vatandaşlar için mecburi ve Devlet mekteplerinde parasız olması öğretim meselesine verilen ehemmiyetten ileri gelir (Anayasa 80, 87).
TEDVİN [aim. Kodifikation, Gesetzgeburig. — fr. codification. — ing. codification, consolidation].
Neşredilen kanun ve nizamların ve bu mahiyetteki mevzuatı bir araya toplıyarak tertiplemektir. Bu vazife ile Başbakanlık Neşriyat ve Müdevvenat Umum müdürlüğü meşgul olur.
TEFECİ bk. Ödüne para verme.
TEFEKKÜR (Düşünce) HÜRRİYETİ [aim. Ge-dankenfreiheit, Reeht auf freie Meinungsausserung. — fr. liberte de pensee. — ing. freedom of thought].
Tefekkür hürriyeti insanın hukuki şahsiyetindeki muhtariyetin doğrudan doğruya neticesi olup ferdin siyasi, felsefi, fenni ve dini fikirlerini kanunun tesis eylediği âmme niramı ve başkalarının hürriyetini ihlâl etmemek şartı ile söz veya yazı ile bildirmesi hakkını tazammun eder (Anayasa 68, 70, 75).
TEFERRUAT [aim. Zubehör, Zugehör, Neben-sache. — fr. accesioire. — ing. accessories. — lât. accessorium, pertinentia].
Mahallî örfe veya mâlikin sarih arzusuna göre bir şeyin işletilmesi veya muhafazası veya ondan istifade olunması için daimî bir tarzda tahsis olunan ve kullanmada o şeye tabi kılınan veya takılan veya onunla bir-
leştirilen menkul eşyaya denir. Teferruat sayılan şeyin menkul veya gayrimenkule irtibatı bulunmasının huku-kan farkı yoktur. Anahtar, pencere, cam ve çerçeveler evjn; kitap koruma kartonu kitabın teferruatındandır.
Hayvanlar çifliğin, bir tulumba dinamonun teferruatından sayılmaz (MK. 621, 622).
TEFFİZ bk. Tefviz.
TEFHİM [aim. Verkiindung. — fr. notification verbale. — ing. pronouncement ].
Verilmiş olan kararın veya hükmün taraflara yargıç veya mahkeme başkanı tarafından söz ile bildirilme-sidir (HMUK. 382; CMUK. 33, 261).
TEFLİS (tafHs) (Es.H.) Yargıç tarafından bir şahsın iflâsına hükmedilmesidir. Bu hüküm ilân ve işaa olunur. İflâsına hükmedilen şahsa «müfelles» denir.
TEFSİR (Yorum) [aim. Aüslegung, Interpretation; Deutung, Erklarung, Erlâuterung. — fr. interpretation.
— ing. interpretation, construction. — lât. interpretatio, explanatio].
Kanun, nizam, karar ve her türlü mukavelelerdeki ibarenin mânalarını izah ve tâyindir. Kanunların tefsiri teşriî, kazaî ve ilmî olarak üç kısımdır:
a) Teşriî tefsir [aim. Legalinterpretation, auihentis-Auslegung, amtliche Aüslegung. — fr. interpretation authentique, interpretation par voie d'autoriti. — ing. Parliament's explanatory decision (resolution)], ytekili makam tarafından objektif ve umumi olarak yapılan tefsirdir. Bizde bu yolda tefsir Kamutaya aittir.
b) Kazaî tefsir [aim. richterliche Aüslegung. — fr. interpretation doctrinaire] mahkemeler tarafından muayyen hâdisenin tetkiki esnasında, kanunun müphem
bir hükmüne verilen mânidir. Bu tefsir yaluız o hâdiseye mahsustur.
e) İlmi tefsir [aim, Wissenschaftliche Aüslegung,
— fr. interpretation doctrinaire, interpretation scienti-fique]. Yetkili hukuk bilginleri tarafından kanunların hükümleri hakkında dermeyan edilen fikir ve' mütalâalardır ki bunların kıymeti ve mahiyeti tamamen nazarîdir.
ç) Hukuki tefsir [aim. juristisehe Aüslegung.— fr. interpretation juridique. — ing. legal intepretation] : Bir hukuk hükmünün objektif bir surette ihtiva ettiği mânayı, kanun vâzunın düşündüğü ve mucip sebeplerde zikrettiği maksatla bağlı olmaksızın, zamanın içtimaî gayelerine göre bulup çıkarmaktır.
d) Teleolojik tefsir [aim. teleologisehe Aüslegung.— fr. interpretation teleologique] de denilen bu usulle kanun vâzıının maksadı zamanın ihtiyaçlarına göre imale edilir: Medenî kanunumuzun birinci maddesi gibi.
e) Buna mukabil kanun metninin kelimelerine bağlı olarak yapılan ve bugün terk edilmiş bulunan tefsir usulüne «lâfzî tefsir» (filolojik tefsir) [aim. wortliche (grâmmatikalisehe) Aüslegung. — fr. interpretation li-terale (grammaticale).] denir (Anayasa 26 ; MK. 1; TK. 675-679; BK. 18; Devlet Şûrası K 13).
TEFSİR DÂVASI (Tayin-i mâna dâvası) [aim. verwaltungsrechtliche interpretationsklage — fr. con-tentieux de Vinterpretation].
Bir hâkime arzedilen her hangi bir dâvanın rüyeti esnasında tetkik edilen idarî bir nizamname veya talimatname mânasının tâyini zımmında Danıştaya vâki olan müracaata denir. Bu müracaat neticesine ka-
330
TEFSİR DÂVASI — TEHİR
dar esas dâva görülmez. Bu hal idari muamelâta, adlî mercilerin asla müdahale edememesi zihniyetinden tevellüt ederek'Fransada kabul edilmiş ve bize de 669 nolu Şûrayı Devlet Kanununun 23 uncü maddesiyle geçmiş iken halen mer'i Devlet Şûrası Kanunundan çıkarılmıştır.
TEFSİR HÜKÜMLERİ [aim. Auslegungsvorschrif. ten. — fr. dispositions interpretatives. — ing. interpre-tarive provisions].
Tarafların izhar ettikleri iradelerin ne suretle tefsir edilmeleri lâzım geleceğini gösteren kanun hüküm, leridir (BK. 74 vd; 675 vd.)
TEFSİRİ HÜKÜMLER [alnı. dispositivts Recht, nachgiebige (nichtzwingende) Rechtsnormen. — fr, droit dispositif. — ing, variable rules, non compulsive (non- imperatif) provisions. — lât. ius dispositivum*].
Tarafların iradeleriyle değiştirilebilen kanun hükümleri. Bunlar zıddı âmir hükümlerdir.
TEFTİŞ (Denetleme) HEYETLERİ [alnı. Wahl-ausschuss, Wahlvorstand. — fr. comite electoral/.
Milletvekillerinin seçimlerinde, defterlerin yapılmasına, seçimlere hiyle ve fesad karıştırılmamasına bakmak, şikâyetleri incelemek, oy pusulalarını hazırlamak, oy. lan toplayıp neticeyi mazbata ile bildirmek gibi vazifeleri vardır. İl ve İlce merkezlerinde kurulur. Üyeleri dörtten ona kadardır. Üyeler il merkezlerinde il daimî encümeni âzasile, belediye meclisince kendi aralarından seçilecek azalardan ve ilçelerde yalnız belediye meclisince, aralarından seçilecek azalardan kurulur (Mebus seçimi K,),
TEFTİŞ (Denetleme) ve MURAKABE [aim. Auf. sichtt Beaufsichtigung, Inspektion, Kontrolle, Prüfung, Revision. — fr. contröle, surveillance, inspection. — ing. inspection, supervision, control/.
-Umumi mânada teftiş ve murakabe: gerek devlet daire ve teşkilâtının ve gerek hususî hukuk hükümlerine göre kurulmuş müesseselerin âmme menfaati noktasından kanun, nizamname ve statüleri hükümlerine göre çalışıp çalışmadıklarının tetkik edilmesidir.
1 : (AH) 1 — Bilumum devlet daireleri memur ve müstahdemlerinin kanun ve nizamname hükümlerine göre vazifelerini hakkiyle ifa edip etmediklerini, kanun ve nizamname hükümlerine aykırı hareket ederek memuriyet vazifelerini ifada ihmal ve terahi gösterip göstermediklerini ve sui istimal yapıp yapmadıklarını tesbit ederek haklarında icabeden kanunî muamelenin tatbiki için devlet dairelerinin teşkilât kanunlarına göre tâyin olunmuş müfettiş veya murakıplar, yahut tavzif edilmiş memurlar vasıtasiyle yapılan teftiş ve murakabedir.
2 — İktisadi devlet teşekkül ve müesseselerinin kendi kanunlariyle tavzif edildikleri işleri ifa edip etmediklerinin anlaşılması mâksadiyle gerek 3460 nolu kanun ve gerek mezkûr teşekkül ve müesseselerin merbut bulundukları Bakanlıkların veya devlet dairelerinin teşkilât kanunlarına göre salahiyetli müfettiş veya murakıplar, yahut tavzif edilen sair memurlar vasıtasiyle teftiş ve murakabe edilmesidir.
3 — Hususî hukuk hükümlerine göre kurulmuş olan bilumum yerli ve ecnebi anonim, limited, kooperatif
şirketleri, imtiyazlı şirketler vesair müessese ve cemiyetlerle tesisler de kanunlarında yazılı Bakanlıkların ve devlet dairelerinin teftiş ve murakabesine tabidir.
4 — Hususi ve resmî bankalar ayrıca 2999 no. lu Bankalar Kanununun hükümlerine göre teftiş ve murakabeye tabidir.
II (HH): Ticaret Kanununa göre kurulmuş anonim, kooperatif ve limited şirketler kendi statülerine tevfikan hususî murakıpları vasıtasiyle defterlerini, hesaplarını ve bilançolarını, kâr ve zarar hesaplarını murakab: ettirmeğe mecburdurlar.
TEFVİZ (tafvîz) (Es.H ) 1 — Tapu veya bedel-i müzayede namlariyle peşin para alınarak arz-ı mîrînin taraf-ı devletten ferde ihalesidir.
2 — Bir işi bir kimseye tevdi etmektir, «işlerimi filâna tefviz ettim» gibi.
TEFVİZ-1 TALÂK (tafvîz-i talâk) (Es.H.) Kocanın talâkı karısına veya üçüncü bir şahsa tevdi etmesidir. Meselâ: Evvelâ kadın erkeğe hitaben «İrade ettiğim vakit emr-i talâk kendi elimde olmak üzere nefsimi sana tezviç ettim» deyip erkek dahi bunu kabul etse ni; kâh sahih ve emr-i talâk kadına tefviz edilmiş olur; dilediği vakit kendisini tatlik edebilir. Fakat erkeğin boşama hakkı bakîdir.
TEFVİZİ CALÂHİYET bk. Salâhiyet tefvizi.
TEHÂLÜF (tahâluf) (Es.H.) Yargıcın hasımlardan her iki tarafa da yemin vermesidir. Meselâ: Bayi ve müşteri semenin miktarında ihtilâf ettikleri ve ikisi de ispattan âciz oldukları ve birisi diğerinin dâvasına razı olmadığı takdirde yargıç onların her birine diğerinin dâvası üzerine yemin verir.
TEHARUC (Feraizde) (tahâruc) (Es. H.) Vereseden bazısının terikeden muayyen bir şey veya hisse üzerine uzlaşarak terikeden çıkması demektir. Meselâ: vereseden dörtte bir hissesi olan kimse diğer verese ile bir mal veya beşte bir hisse üzerine sulh olsa buna te-haruç denir.
TEHDİT bk. İkrah ve tehdit.
TEHİR (Geciktirme) [aim. Vertagung, Verschie-bung, Hinausschiebung, Aufschub. — fr. ajournement, suspension. — ing. adjournment, postponement, arrest (of judgment) J.
Adlî bir muamelenin muayyen olmıyan bir zaman için geri bırakılmasıdır.
1 — Muhakemenin tehiri (Hukuk muhakeme usulünde): tahkikat veya muhakemenin muayyen olmıyan bir zamana bırakılması, kanunî sebepler dolayısiyle tahkikat ve muhakemeye devam edilmemesidir. Aynı an lamda «Talik, dosyanın muameleden kaldırılması» terimleri de kullanılmaktadır (HMUK. 39, 42, 409).
2 — Duruşmanın tehiri : (Ceza muhakeme usulünde) Muayyen muamelelerin tamamlanmaması yüzünden duruşmaya kısa bir zaman için ara verilmesidir ki, bu müddet zaruret olmadıkça sekiz günü geçemez (CMUK 221, 222; As MUK 154).
3 — İcranın tehiri (Geri bırakılması): İnfazı lâzım gelen hukuk dâvasına ait ilâm hükmünün icra ve infazını muvakkaten geri bırakmak, icra muamelesini muvakkat
TEHİR - TEKERRÜR
331
olarak durdurmaktır ki ancak bazı kayıt ve şart altında Yargıtayın karariyle kabildir (HMUK. 443; İc. İf. K. 33, 36, 364).
4 — Mahkûmiyet kararının infazını tehir: (Ceza muhakeme usulünde) Katileşmiş ceza hükümlerinin muayyen ve mahdut sebeplerden dolayı geri bırakılmasıdır. Gebe kadınlarla, akıl hastalarına ait idâm hükümlerinin tehiri (CK. 12; CMUK. 397); kanunî sebepler dolayısiyle resen veya talep üzerine hürriyeti bağlayıcı cezaların tehiri (CMUK. 399, 400) gibi.
TEHİRİ İCRA bk. Tehir. TEHLİKE bk. Riziko.
TEKABBUL (takabbul) (Es.H.) Bir işi taahhüt ve iltizam etmek, yani üzerine almaktır.
TEK ADAM ŞİRKETİ [aim. Einmanngesellschaft. — fr. societe â membre unique. — ing. one man company/.
İki veya daha ziyade şerikli ve mesuliyeti sermayesiyle mahdut bir şirkette şeriklerden birinin diğer şeriklere ait hisseleri almasiyle veya kendi hissesi dışında kalan hisselerin iptal yahut bütün hisselerin üçüncü bir şahsa devredilmesiyle husule gelen hukukî vaziyettir. Anonim şirketlerin mesuliyeti sermayesiyle tahdit edildikten sonra bu usulü limited şirket şeklinde şahsî ve ferdî mahiyette olan şirketlere de tatbik edilmesi üzerine mahdut mesuliyetin münferit tacirlere kadar şumullendirilmesi maksadiyle tek adam şirketi fiilî bir surette vücut bulmuş ve bazı memleketlerde kanunla tanınmış veya tanınması için lâyihalar hazırlanmıştır.
TEKAÜDÜM (takaddüm) (Es H.) Melhuz bir mazarratın def ve izalesi için evvelce tenbih ve ihtarda bulunmaktır.
TEKADDÜM-1 AHD (takâddum-1 ahd) (Es.H.) Bir hadisenin vukuundan itibaren bir müddetin mürur etmesidir ki bu, bazı hususlarda dâvanın rüyetine, şahadetin istimaına bir mâni teşkil eder. Buna «tekadüm-ü zaman» da decir. Meselâ: Sirkatten, gayrimeşru muka-renetten dolayı had icrası hesusunda tekadüm-ü zaman; kabul-ü şahadete mânidir. Bu müddetin miktarı hakkında muhtelif sözler vardır. Bunun en aşağı haddi altı ay veya bir ay, veya üç gündür.
Bir kavle göre bunun takdir ve tâyini veliyyülemre muhavveldir.
TEKÂLİF bk. Vergi.
TEKÂLİF T ÖRFİYE (Es.H.) Kanun ve nizama müstenit olmaksızın idareten görülen lüzuma mebni alınan akçe vesaireye ve halka yükletilen angaryeye denirdi.
Bu paraların tahsiline memur olanların isimleri şöyle idi:
Muhassıl, sipahî, mültezim, subaşı, koruağası. Bunlar arazi-i emiriyenin idaresi ve köy ve kasabalarda bulunan emlâk, mezari, mer'a, orman, koru, hizar mahalli, eğrek (sulak tarlaların suyunu akıtmak için açılan kanallar), bataklık, fundalık, yaylak ve kışlakların esha-bına tapu verirler idi.
Bu suretle verilen tapular «Maliye hazinesi mülga muhasebatı atika kalemi» nde mahfuzdur.
TEKAÜTLÜK [aim. Ruhestand, Pensionierang.— fr. retraite. — ing. retirement, superannuation].
Devlet veya bir âmme müessesesinde kanunun tâyin ettiği müddet hizmet görmenin bir memura veya müstahdeme temin ettiği haktır.
Bundan maada tekaütlük, maluliyet, yaş haddi, fena sicil, mahkeme kararı, disiplin cezası gibi haller sebebiyle tekaütlük zamanından evvel de olabilir (Askerî ve Mülkî Tekaüt K. Memurin K. 84, Tahdidi Sin K. Terfi K. 14).
TEKAÜT SANDIĞI [aim. Pensionkasse, Ruhege-haltskasse. — fr. caisse de retrait, caisse de pension.— ing. pension fund, superannuation fund].
Bazı âmme müesseseleri memurlarının aylıklarından kesilen para ile hususî kanunların tâyin ettiği diğer bir takım paraları cem ve idare etmek ve memurlarla yetimlerinin tekaüt ve eytam ve eramil maaşlarına ait muameleleri yapmakla mükellef ve hükmî şahsiyeti haiz olmak üzere teşkil edilen sandıklara verilen addır: Devlet Demiryolları Tekaüt Sandığı gibi.
TEKAVVÜM (lakavvum) (Es.H.) Bir maldan intifam mubah olmasıdır.
TEKAVVÜM-Ü ÖRFÎ (takavvıım-i 'ıırflyy) (Es. H.) Bir malın muhrez .olmasıdır.
TEKEL bk. İnhisar.
TEKERRÜR [aim. Rückfall. — fr. recidive. — ing. relapse, repetition of an offence].
Tekerrür, umumi olarak, bir kimsenin işlediği bir suçtan dolayı hüküm giymesinden sonra yeni bir veya daha fazla suç işlemesi halidir. Birinci cezanın kâfi gelmediğini, suçlunun fazla tehlikeli olduğunu göstermesi bakımından tekerrür, cezanın kanunî ve umumî ağırlatıcı sebeblerinden sayılmıştır. Kanunumuza göre tekerrürden dolayı yeni cezaya eklenecek miktar, evvelki suç için hükmedilmiş olan cezaların en ağırından fazla ol-mıyacaktır. Bazı memleketlerde mükerrirler hakkında cezalardan başkaca veya cezalar yerine emniyet tedbirleri alınmaktadır.
Tekerrürün nazariyatta ve kanunlarda muhtelif şekilleri vardır. Tekerrür için birinci cezanın kesinleşmesini kâfi görenler olduğu gibi birinci cezanın çekilmiş veya düşmüş olmasını şart koşanlar da vardır. Bizim ceza kanunumuz, mehazı gibi, birinci cezanın kesinleşmesini kâfi görmüştür. Fakat tatbikatta kanun, müstakar bir şekilde, cezanın çekilmesinin veya düşmesinin şart olduğu yolunda yorumlanmaktadır. Askeri Ceza Kanunu kısmen tenfizi kâfi saymaktadır.
İkinci suçun belli bir zaman içinde işlenmesi gerekip gerekmediğine göre de tekerrür müddetli ve müd-detsiz olarak ikiye ayrılır. Kanunumuz müddetli tekerrür şeklini kabul etmiştir.
İkinci suçun birinci suç cinsinden olup olmamasına göre de tekerrür mukayyet ve mutlak olarak ikiye ayrılır. Kanunumuz her ikisini de kabul etmiş, fakat mukayyet tekerrürde cezanın artırılması nisbetini daha yüksek tutmuştur.
Mevzuatımıza göre kabahatler, cürümler ve askeri cürümler ancak kendi aralarında tekerrüre esas olurlar.
332
TEKERRÜR — TELLÂL
Taksirli cürümler, aynı cinsten olmayan sırf askeri cü. rümler ve bazı istisnalar dışında yabancı memleket mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas olamazlar.
TEKLİFNAME (Sigorta teklif namesi) [aim. Ver-sicherungsantrag. — fr. proposition d'assurancej.
Bir sigorta yaptırmak isteyen kimseye sigortacı tarafından sunulan basılmış bir vesikadır. Sigorta yaptıracak şahıs bu vesikayı doldurup imzaladıktan sonra şirkete geri verir. Bu teklifnameyi sigorta yaptırmak isteyen kimseye vermekle şirket hiç bir taahhüde girmiş değildir. Teklifname ile sigorta yaptırmak isteyen şahıs şirkete karşı icapta bulunmuş olur
TEK MECLİSLİ HÜKÜMET SİSTEMİ [aim. Einkammersystem. — fr. monocameralisme.— ing. one chamber system].
Millî hâkimiyeti yalnız bir meclis vasıtasiyle temsil olunan siyasî rejimdir.
Türkiye Cumhuriyetinde tek meclis rejimi kabul edilmiştir.
TEKNİK İHTİYATLAR [aim. technische Reser-ven. — fr. reserves techniques. — ing. tecnical reserve funds].
Sigorta şirketlerinin esas mukavelename hükümlerine tevfikan ayırmağa mecbur oldukları kanuni ihtiyat akçesi haricinde ve sigorta muamelâtından doğan taahhütlerine karşılık olmak üzere ayırmakla mükellef bulun, dukları ihtiyatlardır. Ttknik ihtiyatlar üç kısma ayrılır '•
1 — Carî muhataralar ihtiyatı [aim. Prâmienüber-trâge. — fr. risques en cour, fraction des primes non acquises] hjyat sigo.tası hariç olmak üzere diğer sigorta nevileriııde bir hesap devresi zarfında akdolunan sigortalardan vâdeleri müteakip hesap devresi zarfında hitam bulacak olan kısımlara mütaallik ücretlerin mec-muudur.
2 — Riyazi ihtiyatlar [aim. mathematische Reser-ven. Pramienreservefonds, Deckungskapital. —fr. reserves mathematiques] : hayat sigortas nda sigortacının hesap devresi sonunda sigortalıya karşı ifasiyle mükellef bulunduğu taahhüt yekûnundan ibarettir. Diğer bir tâbirle uzun vâde i!e akdedilen bir hayat sigorta mukavelenamesinin muayyen bir tarihteki kıymeti haîirasıdır,
3 — Muallâk tazminat ihtiyatları: [aim. Schadens-reservcn. — fr sinistres en suspens] hesap devresi zarfında vâki hasarlardan her hangi bir sebep dolayısiyle tediye edilmemiş bulunan tazminatın hakikata mümkün olduğu kadar yakın tahminî tutarından ibarettir-
TEKRAR SİGORTA bk. Mükerrer sigorta.
TELCİE bk. Muvazaa.
TEK TARAFLI AKİTLER [aim. einseitige (ein-seitig - verpflichtende) Vertrâge. — fr. contrats unila-ieraux. — ing one-sided contracts, unilateral transac Hons. — lât. contractus unilaterales].
Bir veya daha ziyade kimselerin diğer bir veya bir kaç kişiye karşı taahhüt altına girmeleridir. Bu mahiyetteki akitlerin hususiyetleri alacaklı mevkiinde bulunanların mukabil bir ivaz vermek külfeti altına girmemiş olmalarında gözükür: Hibe vadinde olduğu gibi (BK. 38).
TELEOLOJİ [aim. Teleologie.— fr. ttUologie.— ing. teleology ]
Olgu ve olayların maksada elverişlilik ve gaye zaviyesinden mütalea edilmesidir.
Hukuk ilminde teleoloji tabirinin manası: Muayyen
bir hukuk nizamındaki müessese ve kaidelerin ilim bakımından tetkik ve takdirinde bu nizamın kaynağı olan millî ve içtimai şart ve vaziyetlerin nazara alınması, yani hukuk mefhumlarının ve bu mefhumlardan terekküp eden hukuk sisteminin yaratılmasında bu ölçünün esas tutulmasıdır. Böylece «teleolojik» bakımdan bir hukuki hükmün ruh ve mânası, ait olduğu hukuk sistemindeki mevkiine ve aynı sistemin diğer hukuki hükümleri ile olan münasebetlerine göre taayyün eder.
TFLFİK (talflk) (Es.H.) Lügatte, bir kumaş parçasını diğerine ekleyip dikmek manasınadır. Fıkıh ıstılahında, iki veya daha ziyade mezhebin birbirine zıd olan hükümlerini muayyen bir hâdisede cemetmek demektir. Mese'.â: Hanefî mezhebinde baliğ olan bir kadının nikâhında velisinin izni şart değildir. Diğer mezheplerde şarttır. Mâlikî mezhebiude nikâh akdinde şahitlerin huiuıu ve mezheb i gafiîde mehir tesmiyesi şart değildir. Mezheb-i mâlikîde şarttır. İzdivaç etmek isti-yen bir kadın ile bir erkek bu üç mezhebi cemederek veliden izinsiz, şahitsiz, ve mehirsiz nikâh akdedecek olsalar telfik olur.
TELHİS (talhîs) (Es.H ) Salahiyetli makamların müzakere ve tesbit ettikleri bir mütalâanın padişaha sunulması demektir Bunların en meşhuru Osmanlıların onuncu padişahı «Sultan Süleyman» a «kanunî» vasfını verdiren «Maruzat-ı Ebüssuut» namı altındaki külliyatıdır ki; 1608 den 1614 yılına kadar sâdır olan fermanlardan mürekkeptir.
TELİF HAKKI [aim. Urheberrecht. — fr. droit d'auteur. — ing. copyright].
Bir fikir eseri yaratan şahsın o eser dolayısiyle haiz olduğu haktır.
Burada bir çok haklar bir aradadır. Bunlar başlıca üç grupta topl nır:
a) Eserin âmmeye arzına mütallik muameleleri yapmak, yani eseri tab, ses, renk, ışık, dalga, madde vesair bir vasıta ile çoğaltmak veya temsil ettirmek;
b) Eserden elde edilebilecek malî menfaatleri istihsal etmek.
c) Esere vaki olacak tekmil tecavüzlere mâni olmak, yani eserin başkaları tarafından iktibası intihali veya eser üzerinde her hangi bir değişiklik yapılması halinde mütecavizi hukukan ve malen mesul etmek (Hakkı Telif Kanunu), bk. Fikri haklar.
TELKİN-İ RÜCU' (talkTn-i rııcu ) (Es.H,) Zina gibi, haddi mucip bir cürmü irtikâp ettiğini hakimin huzurunda ikrar eden şahsa bu ikrarıodan nükûl etmesini hâkimin işrab ve ihsas eylemesi demektir. Meselâ: Gayrimeşru münasebette bulunduğunu ikrar eden şahsa hâkimin; «Zina mı yaptın? ben zannetmem ki sen böyle bir şey yap.ııiş olasın» demesi ikrarından dönmek için bir telkindir. «Sen yoks ı rüyamı gördün?» veya «aranızda bir akd-i nikâ buhlunmnş olmasın?» denilmesi de birer telkindir.
TELLÂL [aim. Makler, — fr. courtier. — ing. broker]
Taraflardan hiç birine mümessil, vekil, memur, müstahdem yahut aeente gibi bir sıfatla sürekli bir surette bağlı olmaksızın ücret karşılığında sözleşmelerin akti hususunda taraflar arasında aracılık yapmağı meslek edinen kimse. Ticari işlere müteallik sözleşmelerin akdi hususunda aracılıkla meşgul olanlara «ticaret tellalı» [aim. Handelsmakler. — fr. courtier de commerce.
TELLÂL — TEMİNAT
333
— ing. mercantile broker], borsa aracılarına «borsa tellalı» [aim. BSrsenmakler. — fr. agent de change. — ing. broker] denir. (BK. 404 vd; TK. lOl vd; 4355 No. K. 16). Tellallık mutlak ticari muamelelerdendir.
TELSİK (Vatandaşlığa geçme) bk. Vatandaşlık.
TEMÂSÜL-Ü ÂDAD (Ferâizde) (tamâŞuH adâd) (Es.H.) Biri mirasçı adedini diğeri de mirasdaki hisseyi ifade eden iki sayının yekdiğerine müsavi olması halidir, islâm hukukçuları feraize müteallik meselelerin tashihinde sayıların mukayesesinden husule gelen nisbetleri dörde ayırmışlardır, işte bunlardan biri temasülü âdad'-dır.
TEMDİT (Uzatma) [aim. Fristverlângerung, — fr. prorogation (prolongation) de delai. — ing. extension of time, prorogation. — lât. prorogatio].
1 — Bir taahhüdün yerine getirilebilmesi veya bir muamelenin yapılması için kanun, yargıç veya alâkalı şahıs tarafından verilmiş olan müddet - mehil, ecel, vâde, mühlete- yeni bir müddetin (zamanın) ilavesidir.
Temdit; bazen kanun icabı olur: Son günü genel tatile tesadüf eden müddet (vâde) nin tatili takip eden ilk iş gününe kadar uzaması, ikametgahı muamele yapacağı mahalden uzak olan kimseye verilen usule mütaallik müddet (mehil) in her altı saat ve küsuru için bir gün uzatılması, son günü mahkemelerin yaz tatiline tesadüf eden müddetlere tatilin bittiği günden itibaren hukuk muhakeme usulünde yedi gün, ceza muhakeme usulünde üç gün ilâve edilmesi gibi (BK. 77; HMUK. 159- 165, 177; CMUK. 39, 40, 423; İc. İf. K. 19).
Temdit; bazen yargıç tarafından yapılır: Hâkimin kat'î olmayarak tâyin ettiği usule mütaallik müddeti geçirmiş olan kimseye talebiyle yeni bir müddetin verilmesi gibi (HMUK. 163- 197).
Temdit; bazen müddetin bitmesinden istifade eden şahsın beyaniyle olur: Borcun ifası için tâyin edilmiş olan müddet (ecel)in alacaklı tarafından uzatılması gibi.
Borçlar hukukunda aksi şart edilmedikçe borcun ifası için tâyin edilen müddet (ecel)in uzatılması halinde yeni mühlet evvelki müddetin hitamını takip eden birinci günden başlar (BK. 79).
2 — Teşriî, idarî ve kazaî bir meclisin veya hususî hukuka ait bir heyetin içtimai için tâyin edilmiş olan müddete muayyen bir zamanın ilâvesi, içtima müddetinin muayyen bir zaman için uzatılmasıdır: Devte sistemine tabi teşriî meclislerde meclisin veya devlet reisinin karariyle yıllık içtima müddetinin uzatılması gibi. Anayasada ; Kamutayın müstemirren faaliyet göstermesi kabul edilmiş olduğundan içtima müddetinin temdidi mevzubahs olmaz. Yalnız; yeni intihabatın icrasına imkân görülememesi halinde müddeti biten meclise ait içtima devresinin bir sene temdidi caizdir (Anayasa 13, 14, 19).
TEMERRÜT [aim. Verzug. — fr. demeure. — ing. default. — lât. mora].
1 — Alacaklının temerrüdü [aim. Glâubigerver-zug, Annahmeverıug. — fr. demeure du creancier. — ing. default of creditor. — lât. mora creditoris] : Yapılacak veya verilecek şey usulü dairesinde kendisine arzolunduğu halde haklı bir sebep olmaksızın edayı red etmesi veya borçlu tarafından edanın yerine getirilebilmesi için kendisinin önceden yapması lâzım gelen muameleleri yapmaktan imtina etmesi halidir ki, diğer tara-
fa (borçluya) taahhüt mevzuu olan şeyi hâkim tarafından tâyin edilecek yere, ve ticarî eşya hakkında bir ardiyeye tevdi ederek borcundan kurtulmak ve bazı kayıt ve şart altında sattırmak veya akdi feshetmek salâhiyetini verir (BK. 90, 94; TK. 711, 712, 919).
2 — Borçlunun temerrüdü [aim. Schuldnerverzug.
— fr. demeure du dehiteur. — ing, default of debtor.
— lât. mora debitoris]: Muaccel bir borç borçlusunun vâdesinde ve böyle bir vâde tâyin edilmemiş ise alacaklı tarafından vaki ihtara rağmen borcunu ödememesi halidir ki; borçlu için borcuı geç yerine getirilmesinden mütevellit veya kaza ile vukua gelen zararı ve para borçlarında geçmiş günler faizini ödemek mükellefiyetini doğurur, karşılıklı taahhütlerde diğer tarafa akdi feshetmek salâhiyetini verir (BK. 101, 102, 108; TK. 662).
TEMETTÜ (Kâr) bk. Kâr ve zarar.
TEMETTÜ HİSSESİ [aim. Dividende, Gewinnan-teil. — fr. dividende. — ing. dividend].
— 1 Bir şirket tarafından fiilen tahakkuk ettiri. len kârdan, bu kârın devre devre dağıtılması sırasında her şerike kendi hissesi nispetinde ayrılan kazanç payına denir. Bu tâbir bilhassa hisse senetleriyle kurulmuş şirketlerde kullanılır. Bu şirketlerde müessis hisseleri varsa bunların hâmillerine ayrılan temettülere de «temettü hissesi» denir. Temettü hissesine dilimizde kısaca «temettü» denildiği de vardır.
2 — İlk temettü [aim. Vorzugsdividende, erste Dividende. — fr. premier dividende. — ing. preferential dividend] : şirket ana mukavelenamesiyle muayyen kâr dağıtılması usulüne göre şerikler lehine bir kaç temettü gözetilmiş ise şeriklere veya bunlar arasından bazılarına ayrılan ilk temettü payına denir. Bu ilk temettü mutat olarak kâr üzerinden hak sahibi şeriklerce ortaya konulan paralardan yüzde şu kadar faiz karşılığı olarak tercihan ayrılan bir hissedir. Bahis mevzuu pay ayrılması diğer hak sahipleriyle paylaşılacak fazla kârın taksiminden evvel yapılır. Diğer hak sahipleriyle birlikte alınan temettüe de «ikinci temettü» falm. Su-perdividende. — fr super dividende, second dividende. — ing. super dividend] denir.
3 — İlk toplu temettü falm. Kumulativdividende. fr. dividende cıımulatif]: Bir hesap devresinin kârı ilk rüchanlı temettü hissesini tamamen karşılayamadığı takdirde ödenemiyen miktarı tamam olarak ödeninceye kadar gelecek hesap devrelerine nakledilmesi lâzimgelen ilk rüchanlı temettü hissesine denir.
4 — Ga/ri hakiki temettü [aim. fiktive (fingierte) Dividende. — fr. dividende fictif. — ing. fictitious dividend]: Bilfiil tahakkuk etmiş kâra dayanmıyan temettü hissesine denir. Gayri hakikî temettü dağıtılmasını kanun meueder (TK. 332 b. 2, 463, 464).
TEMHİR USULÜ bk. Mühürlemek.
TEMİNAT [aim Sicherheiten, Gewa.hr, Garantie. — fr' garantie, süretes. — ing. guarantee, security, warrant, surety],
1 (MH) Bir boıcun vaktinde ve mahallinde ödeneceğini temine yarayan muamelelerdir.
Bu ya şahsi veya ayni olur. Kefalet birincisine, menkul veya gayri menkul rehni ikincisine misaldir. (BK. 483 vd; MK. 765 vd, 853 vd.).
334
TEMİNAT - TEMŞİYET TASARRUFLARI
2 — (DUH) Muayyen bir hukukî vaziyeti bir devlete temin için diğer bir devletin giriştiği taahhüde denir. Bu hukukî vaziyet üçüncü bir devletin taahhüdünü icra etmesi (bir borcun tediyesi), bir devletin mülkî ta-mamiyetinin, siyasî istiklâl ve daimî bitaraflığının korunması olabilir.
Teminat ya karşılıklı ve kollektif olur: Milletler Cemiyeti Azasının birbirlerinin istiklâl ve mülkî tamam-lığını garanti etmesi gibi (eski Milletler Cemiyeti Misa-kı 10); veya kollektif ve bir taraflı olur: İtalya ve İn-gilterenin Lokarno misakındaki vaziyetleri, Paris Muahedesinde Avrupa konserine dahil olan devletlerin Os manii devletioin mülkî tamamlığını teminat altına alması gibi. Veyahut kollektif olmayıp karşılıklı olabilir: Klasik ittifak muahedelerinde olduğu gibi.
TEMİNAT AKÇESİ [alm.Kaution,Haftgeld,Sicher-heit, Depot. — fr. caution. — ing. guarantee fund].
loşa, tamir, imal, nakil ve kira işleriyle alım satımlara gireceklerin verdiği para teminatına denir.
Arttırma ve eksiltmeler için alınan teminat muvakkat veya kat'î olur. Muvakkat teminat [aim. vorlau-fige Sicherheit. — fr. caution provisoire] arttırma veya eksiltmeye girmenin şartı olup miktarı keşif ve tahmin bedelinin yüzde yedi buçuğu ile üçü arasında değişir.
Kat'î teminat [aim. endgVltige Sicherheit. — fr. caution definitive], üzerin? ihale yapılan kimselerin vermekle mükellef oldukları teminattır ki, hesap ve tâyin edilen muvakkat teminat miktarının iki mislidir (Arttırma ve Eksiltme K. 16 vd.).
TEMİNAT MEKTUBU [aim. Garantiebrief. — fr. lettre de garantie. — ing. letter of guarantee].
Devlet arttırma ve eksiltmelerinde dairelere karşı gerek kat'î ve gerek muvakkat teminat olarak göstermek ve vermek üzere muayyen bankalar tarafından mahsus kanunda yazılı sermaye hadleri dairesinde talip veya mütaahhide verilen ve şekli bu husustaki mahsus kanuna istinaden tesbit edilmiş olan kefalet mektubu mahiyetinde bir teminat nevidir.
TEMİNATI NAKDİYE bk. Nakdi teminat.
TEMLİK bk. 1 — Alacağın temliki.
2 — (tamük) (Es.H.) Bir maldan mülkiyet hakkını iskat ile başka birine inşa etmektir. Deyinden ibra minveçhin temlik olduğuna göre bu cümleden sayılır. Cem'i temlikât'tır.
TEMLlK EDİLMEMEK ŞARTI [aim. Verâusse-rungsverbot. — fr. defense d'aliener. — ing. restraint on alienation. — lât. pactum de non cedendo*}.
Borçlunun rızasını almaksızın, alacaklının alacağını başka birine devir edemenu'si şartıdır. Bu şart senette yazılı olmadıkça alacağı temellük eden üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez (BK. 162).
TEMLlK EDİLEMİYEN HAKLAR [aim. unabtret-bare, unverüusserliche, höchstpersönliche Rechte. — fr. droits incessibles, inalienables, strictement personnel-les.— ing. unassignable rights].
Kanunun âhara temlikine müsaade etmediği haklardır. Şahsa bağlı olan haklar bu kabildendir : tsiın, hürriyet ve manevî tazminat talebi hakkı gibi.
TEMLlKÎ MUAMFLELER [aim. Zuwendungen, Zuwcndungsgeschafte. — fr. actes a'attribution; attributions. — ing. conveyances].
Bir kimsenin diğerine mameleki bir menfaat temin etmesidir. Bu menfaat iki suretle tezahür edebilir: diğer tarafın ya servetinde bir fazlalık husule getirir veya servetinin eksilmesine mâni olur. Şu halde, temlik ya tasarrufu tazammun eden hukukî bir muamele ile (alacaklının borçluyu ibra etmesi gibi ), veya bir kimsenin kendisini diğerinin borçlusu mevkiine koyması suretiyle (illetten mücerret bir borç altına girmek gibi), meydana gelir. Temlikî muamelelerin illeti Roma hukukundan beri üçe inhisar etmektedir.
1) Temlik, evelce girişilmiş olan bir vecibe hükmünün yerine getirilmesi için yapılır; (Causa solvendi).
2) İleride mukabil ivaz alınmak şartiyle yapılabilir, bunun illeti (Causa credendi) dir.
3) Teberru kasdiyle yapılması mümkündür ki buna da (Causa donandı) derler.
Bir borcun ifası işbu illetlerden birincisine, yapılacak masraflar için avans vermek ikincisine, hibe ise üçüncüsüne misâl teşkil eder.
TEMLİKİ SAHİH İLE TEMLİK OLUNAN ARAZİ (Es. H.) Arazi-i memleketten ifraz olunup mesağ-ı serîye binaen enva-ı vücuh-ü milkiyet ile tasarruf olunmak üzere şeraitine uygun surette ferde temlik olunan arazi dir ki, mülga Arazi Kanununun dört neve ayırdığı arazi-i memlûkenin ikinci nevini teşkil eder.
TEMLİKİ TASARRUFLAR bk. Tasarruf.
TEMLlK\AME (tamlik-name) (Es.H ) Arâzi-i emiriye menfaatlerinin bir cihete tahsisi veya muktazi şartlarına mukarin olarak rakabenin temlikini tazammun eden vesikadır.
TEMSİL [aim. Stellvertretung. — fr. representation. — ing. agency].
Bir başkası namına bir hukuki muamele yapmak vakıasını ifade eden bir terimdir. Başkası namına muamele yapan kimseye mümessil [aim. Stellvertreter, Ver-treter. — fr. representant. — ing. agent] ve namına muamele yapılan kimseye de temsil olunan [aim. der Vertretene. — 'fr. represents — ing. principal] derler. Bu suretle mümessilin haiz olduğu salâhiyet: vekâlet, şirket, hizmet gibi bir akitten tevellüt etmekte ise temsil kudretinin şümulü bu akitle tahdit edilir. Eğer temsil kudreti bir kanun hükmü icabından ise mümessilin salâhiyet derecesini tayin kanuna aittir. Mümessilin yaptığı muamelelerden meydana gelen haklar ve borçlar temsil olunan kimseye intikal eder (MK. 262 vd, 439 vd; BK. 32 vd, TK. 87 vd.).
TEMSİLCİ bk. Mümessil.
TEMSİL KUDRETİ [aim. Vertretungsmacht. — fr. pouvoir de representation. — ing. authority}.
Bir âmme idare veya müessesesi namına ve hükümleri ona muzaf olmak üzere hukukî tasarruflar yapmak salâhiyetidir. Bu bakımdan devlet idaresi namına Cumhurbaşkanı ve her hizmet sahasında o hizmetin başında bulunan bakan illerde vali, belediye namına belediye reisi, köyler namına muhtar ve âmme müesseseleri namına da müdürler gibi icra uzuvları temsil kudretini haizdir.
TEMŞİYET MUAMELELERİ (TEMŞlYET TASARRUFLARI) [aim. Verwaltungsakte, Verzualtungs-verfügungen. — fr. actes de gestion. — ing. acts of management}'
Devletin ve diğer âmme idare ve müesseselerinin alelade bir hükmî şahıs sıfatiyle, hâkimiyet sıfat ve sa-iâhiyetletlerinden sıyrılarak ftrtler gibi ve hususî hukuk kaidelerine tabi olarak yaptıkları muameleler, tasarruflardır.
TEMŞİYET TASARRUFLARI bk. Temşiyet muameleleri.
TEMYİZ -
TEMYİZ [alm. Revision (AIJ, Berufung (Is.). — fr. cassation. — ing. reversal).
Hüküm ile hükmün müstenit olduğu muhakemenin, hukuki cihetten, bir defa daha tetkikini mümkün kılan kanun yoludur.
Umumî mahkemelerin hükümleri ve kararları Yar-g.tayda askeri mahkemelerin hükümleri Askeri Yargı-tayda ve idari heyetlerden verilen kazai kararlar Danış-tayda temyiz yolu ile tetkik olunur ve bir karara bağlanır.
1 — Ceza işlerinde : on beş sene ve daha yukarı hürriyeti bağlayıcı cezalar ile ölüm cezalarına ait hükümler hiç bir harç ve masrafa tabi olmaksızın resen temyiz mahkemesince tetkik olunur. Diğer hükümler ancak tarafların kanuni süre içinde talepleri ile temyi-zen tetkik edilir. Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine istinat eder. Temyiz tetkikleri neticesinde hüküm ya tasdik edilir veya bozularak yeniden muhakeme edilmek üzere hükmü veren mahkemeye iade olunur. Hükmün düzeltilmesi de mümkündür.
2 — Hukuk işlerinde: Asliye mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile 2500 kuruşa kadar olan alacak dâvaları müstesna olmak üzere sulh mahkemelerinden verilen nihai kararlar temyiz olunabilir. Yargıtay, kanunun veya bir mukavelenamenin yanlış tatbik olunması, mahkemenin vazifeli olmaması, bir dâva hakkında mütenakıs kararlar verilmiş olması, muhakeme usulüne muhalefet edilmesi, maddî meselenin takdirinde hata edilmiş olması, bir delilin sebepsiz kabul edilmemesi sebeplerinden birile temyiz olunan hükmü bozar. Aksi halde temyiz sebepleri red ederek hüküm ka'ti-leşir.
TEMYİZ KOMİSYONU /a/m. Kassationsausschuss, — fr. commission de cassation).
Vergi itiraz komisyonlarının kararlarını tetkik etmek üzere merkezi Ankarada olarak teşkil edilmiştir. Komisyon bir birinci reis ile iki daire reisi ve dokuz azadan terekküp eder ve üç daireye ayrılır. Birinci reis ayni zamanda dairelerden birinin reisidir. Her dairede bir reis ile iki âza bulunur.
Daireler haricindeki âza evrakın tetkik ve ihzarında yardım etmek üzere birinci reis tarafından bir daireye memur edilir. Temyiz komisyonu reis ve âzası, itiraz komisyonu reis ve âzası gibi hariçte muallimlik dahi eiemezler.
Üç dairenin birleşmesinden temyiz komisyonunun umumi heyeti teşekkül eder. Umumi heyet: birinci reisin tetkikine lüzum gördüğü bir hususu, dairelerin yekdiğerine mübayin olarak verdikleri kararların birleştirilmesini ve tenakusun kaldırılmasını, bozma kararı üzerine mahalli itiraz komisyonunun İsrar suretile verdiği kararı inceler (3692 No. K.).
TEMYİZ KUDRETİ [aim. Urteilsfâhigkeit. — fr. capacite de discernement. — ing. power of judgement; power of discernement}.
Bir kimsenin, yaşının küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk veya uyuşturucu maddeler almış olmak gibi sebeplerle makul Surette hareket etmek
TENAZUR 335
imkânından mahrum olması halidir. Temyiz kudretine sahip olmak medenî hakları kullanmak için gereken kanunî şartlardan birisidi (MK. 10, 11, 13).
TEMYİZ MAHKEMESİ (Yargıtay) [aim. Kassa-tionsgerichtshof, Revisionsgericht (Almanı/ada: Reichs-gericht). — fr, cour de cassation. — ing. court of cassation (Ingilterede: Supreme Court of Appeal)].
Asliye (hukuk, ceza, ticaret, ağır ceza) mahkemeleriyle, sulh mahkemeleri, icra tetkik mercileri, kadastro mahkemelerinden verilmiş olan kararlın ve hakem kararlarını nihai olarak tetkik eder. Bu mahkemenin esas vazifesi kanunların tatbik ve tefsirinde birlik temin etmektir. Yargıtay bir kararı ya nakız veya tasdik
eder. Kararı düzeltmek salâhiyeti de vardır. Fakat dâvayı yeniden tetkik edemez.
Hususî daireler: Yargıtay sıra numarasiyle ad alan beş Hukuk, dört ceza, bir ticaret, bir icra ve iflâs dairesinden ibarettir. Her daire bir reis dört azadan terekküp eder. Her dairede birer yedek âza bulunur. Vazife ve salâhiyetleri 1221 ve 2020 No. lu kanunla tâyin edilmiştir. Bu daireler ilk temyiz merciidir. Nakız kararlarına karşı asliye ve sulh mahkemelerinin İsrar salâhiyetleri vardır.
Hukuk Heyeti Umumiyesi : [aim. Vereinigte Zi-vilsenate. — fr. chambres civiles reunnies] Hukuk daireleriyle icra ve iflâs dairesinin birletmesinden teşekkül eder. Hukuk, ticaret ve icra iflâs dairelerinin bozma kararlarına karşı israren verilen hükümlerin temyiz merciidir. Kararlarına karşı İsrar edilemez.
Ceza Heyeti Umumiyesi [aim. Vereinigte Strafse-nate. — fr. chambres criminelles reunnies) : Ceza dairelerinin birleşmesiyle teşekkül eder. Bu dairelerin bozma kararlarına karşı israren verilen hükümlerin temyiz merciidir. Kararlarına karşı İsrar edilemez.
Tevhidi Içtibad Heyeti [aim. Plenum. — fr. chambres reunnies. — ing. joint chambres) : Yargıtay bütün dairelerinin birleşmesiyle teşekkül ve tevhidi içtihad kararları ittihaz eder (469 No. lu kanunun 825 no. lu kanunla tadil edilen 1 inci maddesi ve 1221 ve 2020 no. lu kanunlar).
TENAKUZ (tanâkui) (Es.H.) İki sözden biri diğerine zıt olmak yani biri diğerini bozacak surette bulunmaktır. Tenakuz halinde bulunan sözlerin hiç biri bükme esas olamaz. Meselâ; şahitler şahitlik ettikten sonra şahitliklerinden dönseler bu suretle tenakuza düştüklerinden evelki şahadetleri üzerine hüküm verilmez.
TENAZÜ' BİL-EYDİ (tarıâzu' bil-'l-aydî) (Es.H.) Mütaaddit kimselerin bir mala zilyet oldukları hakkındaki münazaalardır.
TENAZUR (tanâzur) (Es.H.) Lügatte, birbirine yakışmak manasınadır. İki şey birbirine mukabil olmak mânasında da müstameldir. Bu münasebetle bir mesele hakkında mevzu hükümler arasındaki tevafuk ve tetabukta da kullanılır.
«Şu hüküm ile bunun arasında tenazur yoktur» denir ki muvafakat ve mutabakat yoktur demektir.
Keza «şu hüküm ile tenazuru temin için bu hüküm şöyle olmalıdır» denir ki o hükmün muktezasına muvafık olmak için demektir.
336
TEMBİH - TERÎKE
TEMBİH (tanblh) (Es.H.) Uyandırmak ve anlatmak mânalarınadır.
Lisanımızda tembih emir ve nehi mânalarını tazammun eder. Sâkte tembih; beyyine ile sabit olan hükümleri beyanda kullanılır ve emir mânasını tazammun eder.
TENFİL (taııNl) (Es.H.) Ülülemir tarafından harbe tergip ve teşvik için bir kısım guzzata fazla sehim veya bazı şeyler tahsis ve ita edilmesidir. Bu bir «ten-fil—i has» demektir.
TENFİL-1 ÂM (tanfll-i 'âmin) (Es.H.) Bütün gazilere karşı vukubulan tenfildirki iki suretle olur:
1 — Ülülemr canibinden guzzata hitaben «her kim ne elde ederse kendisinin olsun» diye tahsis suretiyle olur. Bu halde her gazi elde ettiği mala temellük eder.
2 — Ülülemr tarafından «her ne e'de ederseniz sizin olsun» diye teşrik suretiyle olur. Bu caiz değildir. Çünkü, taksim meselesi nizaı mucip ve n aksada münafi olabilir.
TENFİZ (tanfîş) (Es.H.) Bir hâkimin hükmü diğer hâkime arz ve bu hâkim huzurunda dahi bir murafaa icra olunarak tetkik olundukta birinci hâkimin hükmü muvafık olduğu zahir olmakla ikinci hâkimin o bükmü tasdik etmesidir.
TEİNFİZ KARARLARI [aim. Vollstreckbarkeits-erklarûng. — fr. decisions d'exequatur, exequatur. — ing. to declare executory; award of an order for execution ].
Ecnebi mahkemeler tarafından verilmiş olup hukuk ve ticaret dâvalarına dair nihaî hükümleri tamumun eden ve kaziyei muhkeme halini almış olan ilâmların millî icra dairelerince icrasını temin için millî mahkemelerce ittihaz olunan ve ilâmlara icra kabiliyeti veren kararlardır (HMUK. 537 - 545).
TENKlS [aim. Herabsetzung. — fr. reduction. — ing. reduction].
Kanuna veya hakkaniyete uygun olmıyan tasarruf, mükellefiyet ve borçların kanunî veya makul hadde indirilmesi demektir. Hususî hukukumuzda tenkisin bahis mevzuu olduğu haller için bk : (MK. 466, BK. 44, 161, 249, 409; TK. 395, 397, 398).
TENVİRAT RESMİ [aim. Strassenbeleuchtungsab-gabe. — fr. taxe d'eclairage].
Belediye Vergi ve Resimleri Hakkındaki 423 No.lu kaouna dayanan ve belediye gelirlerinden olan bir resimdir ki, aydınlatılan yerlerdeki meskenlerden, tatzi-fat resminin yarısını geçmemek üz^re alınır.
TERBİYE (Meslekî ve dinî) [aim. Erziehung. — fr. education. — ing. education].
Korunmaya muhtaç küçük'erin kaasırların umumi, dinî ve meslekî bakımdan, tahsil ettirilmeleri, yetiştiril, meleri, hayata hazırlanmaları, ve korunmaları demektir.
Velayet alt.nda bulunmaları itibariyle çocu'-.ların terbiyeleri velayet hakkının sahipleri olan baba ve anaya aittir. Mahcurların terbiyeleri ise vesayet makam ve dairelerinin müdahale ve murakabesi altında vasiye aittir. Çocuk reşit olunca dinini serbestçe seçebilir (MK. 261, 263, 267, 389).
TERBİYE VE İNZİBAT VASITALARINI SUİ İSTİMAL Veli, vasi, m'irebbi, usta ve öğretmen gibi kimselerin idareleri altında bulunan veya büyütmek, okutmak, bakmak, muhafaza etmek yahut bir meslek ve sanat öğretmek için kendilerioe levli olunan şahıs üzerinde haiz oldukları terbiye haklarını ve itaat ettirmek salâhiyetlerini sui istimal ile o şahsın sıhhatinin bozulmasına sebep olmak veya bir tehlikeye maruz bırakmak suretiyle işledikleri cürümdür (CK. 477).
TERCİH-1 BEYYİNE (tarcîh-i bayyina) (Es.H.) İki tarafın bir cihetten müddei ve bir cihetten münkir olduğu dâvalarda birinin beyyinesini diğerinin beyyine-sine üstün tutmaktır. Meselâ : Bir kimse diğeriain malını satmağa vekil olupta veresiye sattığında müvekkil «ben seni peşin satmağa tevkil etmiştim,» diye dâva ve vekil de «sen beni mutlak surette takyit etmiyerek tevkil etmiştin» diye iddia eylese vekâlette takyit asıl, ıtlak hilafı asıl olduğundan vekilin beyyinesi tercih ve evvelâ ondan beyyine talep olunur.
TERCÜMAN (TERCEMAN) [aim. Dolmetscher, Dragoman. — fr. interprete, dragoman. — ing. dragoman].
1 — Mahkemelerde vesair kaza mercileri önünde ve noterlerde bir dili diğer di'e çevirmek için kullanılmasına kanunun lüzum gösterdiği kimsedir (HMUK. 270; CMUK. 252).
2 — (larcamSn) (Es.H.) Şifahen terceme edici yani bir dildeki sözleri diğer dile nakledici demektir. «Tercüman» ve «Türcüman» da aynı mânalardadır.
TEREKE bk. Miras, Terike.
TEREKENİN TAHRİRİ (Terekenin mühürlenmesi ve defterinin tutulması) [aim. Nachlassinventar (Al) Erbschaftsinventar ( Is. ). — fr inventaire apres d ece s].
Mirasçıların menfaatlerini korumak maksadiyle kanun il; muayyen bazı hallerde tereke mevcudu defterinin tutulmasına ve onu ziyadan korumak için mühürlenmesine denirki ihtiyatî, koruyucu ve muvakkat bir tedbirdir.
TERFİ VE TERAKKİ (yükselme ve ilerleme) [aim. Beförderung, Aufstieg (eines Beamten). — fr. avancement (d'un fonetionnaire). — ing. promotion, advancement].
Bir memurun maaşına zammedilmek veya merati-beler silsilesi içinde daha yüksek dereceye çıkmak suretiyle yükselmesidir.
TERHİBLİ CEZALAR bk. Mücazat-ı terhibiye.
TERHİS [aim. Demobilisierung, Entlassung. — fr. demobilisation, demobiliser. — ing. demobilisation].
Muvazzaflık müddetlerini bitirenler ile silâh altına alınıp hizmetlerine lüzum kalmıyan ihtiyatların ordudan bırakılmalarıdır.
Seferberlikte bu muameleler seferberliğin sonuna bırakılır (Askerlik K. 52ı.
TERİKE (tarikatun) (Es. H.) Metruke manasınadır, Müteveffanın terkeylediği ayın, deyin, menkul ve gayrimenkul mallarıdır. Tereke galattır.
TERK —
TERK falm. bösliche (boswillige) Verlasmng, — jr. abandon malicieux, abandon da domicile conjugal.— ing. wilful desertion].
1 — (Boşanma sebebi) Eşlerden birinin aile birliğinin yeri olan ikametgâhı kasden ve hukuka mugayir bir surette devamlı olarak bırakmasıdır. Buna göre: eşlerden birinin ikametgâhı bırakmak niyetiyle uzaklaşması veya bu niyetle diğer eşi evden çıkarması, koğması yahut eşlerden birinin haklı olarak evi terketmesinden veya diğerince yollanmasından sonra tekrar eve dönmemesi ve nihayet eşlerden birinin haklı olarak evinden yolladığı eşini tekrar evine almaması gibi haller hep terk mefhumuna girer. Terk, eşlerden buna maruz kalan için boşanma sebebi teşkil eder (MK. 132).
2 — (Çocukların terki) [aim. Aussetzung hilfloser Personen, von Kindern. — fr. exposition d'enfants, de personnes sans defense. — ing- expose a child] Muhafazası kendine ait olan on iki yaşından aşağı bir çocuğu kasden kendi başına bırakmaktan ibaret bir suçtur
Türk Ceza Kanunu bu suçu yalnız çocuklara has-retmiyerek kendilerini idareye muktedir olamıyanlara ve tehlikede hulunanlara da teşmil ve bir kül halinde hükmünü tertip eylemiştir (CK. 473 - 476).
3 — bk. Bırakma.
TERKİN [aim LSschung. — fr. radiation.— ing. cancellation/.
Resmi sicil, defter ve kütüklerdeki kayıt ve.şerhlerin silinmesi ve çizilmesi, yani o kayıt ve şerhlerle iktisabedilen hukuki hükümlerin kaldırılmasıdır (MK. 798, 833, 923, 933).
TERKİ SALTANAT [aim. Abdankung, Thronver-zicht, Thronentsagung. — fr. abdication. — ing. abdication. — lât. abdicatio; imperio cedere^ imperium de-ponere].
Bir hükümdarın haiz olduğu hükümdarlık sıfatını terk ettiğini beyan ve ilân etmesidir. Buna «saltanattan feragat» de denir.
Cumhurbaşkanlarının resmî sıfatlarını terk etmeleri «istifa» ile ifade olunur.
TESADDUK (taşadduk) (Es.H.) Sadaka vermektir
TESADÜFİ AKİTLFR bk. Baht veya tesadüfe bağlı mukavele.
TESADÜFİ ŞART bk. Şart.
TESANÜT [aim. Solidaritat, — jr. solidariie. -ing. solidarity].
İnsanlar arasındaki karşılıklı menfaat ve duygu bağlılığına denir. Bu bağlılık; bir kısım insanların huzura kavuşmaları diğerlerinin huzurlariyle kabil olduğu lüzumunu ifade eder ve bundan insanların biribirine yard mları borcu doğar.
Tesanüt devletler arasında iyi münasebet ve barış temin ettiğinden bunun devletler arası hukuku alanında yerleşmesine de son asırlarda çok ehemmiyet verilmiştir.
İş birliği, fertler, fertlerle devletler ve devletler arasındaki tesnnütcülüğün en kuvvetli tecellisidir.
Harb zararlarını, yalnız bu zararlara uğrayanlara hasretmiyerek bütün vatandaşlara teşmil eylemek, vatandaşların harb tehlikeleri karşısında müsavi bir mükellefiyete tabi olmalarından doğan tesanüt fikrine dayanan bir mesuliyeti tatbik etmek demektir.
TESCİL 337
TESBlL (tasbil) (Es. H.) «Vakıf» kelimesinin müradifidir.
TESBİT (belirtme) DÂVASI [aim. Feststellungs. klage. — jr. action en constatation. — ing. declaratory action].
Bir hukukî münasebetin veya ondan doğan bir salâhiyetin mevcut olup olmadığının veya bir vesikanın sahte bulunup bulunmadığının tesbiti hususunda, ve bir hukukî menfaatin bulunması şartiyle, açılan ve neticesinde her hangi bir mahkûmiyet talebini ihtiva etmeyip mevzuunu teşkil eden hususun bir hüküm ile tesbitini ta-zammun eden dâva lir. Bu hüküm kaziyei muhkeme halini alınca mevzuu olan hukuki münasehetin mevcudiyet veya ademi mevcudiyeti, yahut vesikanın sahte olup olmadığı herkese karşı hüküm ifade eder. Usul hukukunun bir müessesesi olan tesbit dâvası kanunda sarih bir surette kabul edilmiş olmak lâzım gelir. Bu müesseseyi Alman Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (M. 256) kabul etmiştir. Tesbit dâvası yukarıda zikredilen mevzua göre «müspet» ve «menfi tesbit» dâvası olmak üzere ikiye ayrılır. Bu dâvanın açılabilmesi için aranılan «hukukî menfaat»in mevcut olup olmadığı mahkemece resen tetkik edilir.
TESCİL [aim. Eintragung, Registrierung. Uber-schreibung. — jr. inscription, transcription, immatricu-lation. — ing. registration],
1 — Hususî hukukta muayyen hakların veya hukukî imkân ve vaziyetlerin husule gelmesi için kanunda yazılı sicillere kayıt geçirilmesine denir.
Derneklerin, tesislerin, tacirlerin ve ticaret şirketlerinin kendi sicillerine kaydedilmesi gibi.
Tescil bilhassa gayri menkuller üzerindeki aynî haklarda ehemmiyetlidir. Zira a) ya hakkın doğması şartıdır: mülkiyetin iktisabı, irtifak haklarının ve rehin hakkının tesisi için lâzım olduğu gibi. Buna «dar mânada tescil» veya «kayıt» adı verilir, b) veya aynî haklardan olmiyan diğer hakların himayesine, c) yahut gayri menkullerin temlik hakkının tahdidine yarar : mukaveleden doğan şuf'a, iştira, ve vefa haklarında ve kira, hasılat icarı mukavelelerinde olduğu gibi. Buna «şerh» [aim. Vormerkung. — jr. annotation. — ing. caution/ denir.
Aynî bir hak iddiası veya hakkı müsbit vesikaların noksanları sonradan tamamlanmasına müsaide edilmesi hallerinde tapu sicilline yapılan kayıtlara «muvakkat tescil» veya «muvakkat kayıt» [aim. vorlâujiger Eintrag. — jr. inscription provisoireJ denir (MK 54, 7J, 237, 635, 642, 658, 672, 704, 919 vd, 925, 929 vd.; BK. 242, 255, 277;).
2 — (tascil) (Es.H.) Bir ilâm veya hüccetin mahkeme sicil defterine ve resmiyet verilmek istenilen bir şeyin defter i mahsuıuna kaydına tescil denir, «imtiyazını tescil ettirdi» deuirki imtiyazların kaydına mahsus resmî sicille kaydettirdi demektir.
Hâkimin müdafaadan sonra vakfın lüzumu ile hükmetmesine «tescil-i vakf» denir.
a) Tcscil-i istibdâl (tascil-i istibdâl) Kabili nakz olmamak için istibdâlin sıhhat ve lüzumu ile hâkimin hükmetmesidir.
b) Tescil i vakıf (tascil-i v«kf) Salâhiyeti haiz hâkimin bir vakfın lüzumuna hükmetmesidir.
H L. 22
338 TESEBBÜBIN CERH — TEŞKİLÂT-I ESASİYE KANUNU
TESEBBÜBEN CERH (tasabbuban carh) (Es.H.) Bir kimsenin mecruhiyetine sebep olmaktır : Bir şahsın - müsaade almaksızın - tarik -ı âmda kazdığı kuyuya birisinin düşüp yaralanması gibi.
Bu cerhin hükmü do cerh-i hatanın hükmü gibidir. Şukadar varki cerhe müeddi olan fiîl haklı olarak işlenmiş, yahut mütesebbibin fiiliyle cerh hâdisesi arasında başka bir fiil-i ihtiyarî haylûlet eylemiş olursa o zaman mütesebbibe bir şey lâzımgelmez.
TESEBBÜBEN KATİL (tasabbuban kati) (Es.H.) Bir insanın ölmesine sebebiyet vermek, yani hâdiselerin tabiî cereyanlarına göre bir adamın ölümünü intaç edecek bir fiili ihdas etmektir: Bir şahsın tarik-ı âmda ve-liyyülemrin müsaadesi olmaksızın kazdığı kuyuya veya y!ğdığı taşların üzerine bir kimsenin düşüp ölmesi gibi.
Tesebbüben katlin hükmü, yalnız diyettir. Fakat bu katle müeddi olan fiil, haklı olarak işlenmiş ise veya araya başkasının fiili haylûlet etmiş ise o zaman mütesebbibe diyet de lâzımgelmez: Bir kimsenin kendi hanesinde kazdığı kuyuya bir şahsın gelip düşmesi yahut tarik-ı âmda kazdığı kuyuya birinin diğerini tutup atması suretiyle olan katiller gibi.
TESEBBÜBEN - SİRKAT (iasabbubaıı sirkat) (Es. H.) Bir kaç şahsın birden mahfuz yere gizlice girip aldıkları malları içlerinden birine yükleterek harice çıkarmalarıdır ki şeraiti mevcut olunca cümlesi hakkında had icra edilir.
TESELLÜM /a/m. Abrtahme, Übernahme, Emp-fangnahme. — fr. prendre livraison. — ing. taking-over, receipt].
Bir malın zilyetliğini ele geçirmektir. Alacaklı eda mevzuunu teşkil eden şeyi teslim almazsa mütemerrit olur.
TESELSÜL /aim. gesamtschuldnerische Haftung (Al.), Solidaritat (İs.). — fr. solidarite. — ing. joint liability. — lât. in solidam (creditores vel debitores) ].
Birden ziyade kimselerin alacaklıya karşı aynı borcun tamamını iltizam etmelerini veya birden ziyade alacaklıların tek bir borcu mutalebeye hakkı olmasını tazammun eden bir haldir (BK 141, 148). Borçlular arasındaki teselsül ya bir mukaveleden yahut kanun hükmünden çıkar. Kanunun vücut verdiği teselsül şunlardır: (BK. 179, 302, 395 i 2, 496; TK. 642; CK. 39).
TESEYYÜB bk. Kusur.
TES'İR (tas'îr) (Es.H,) Narh koymaktır. Şöyleki: halkın iıavayici zaruriyesinden olan eşyayı sahipleri ta-addi ve haddi marufu tecavüz ederek galî fiatla satmakta İsrar eyledikleri takdirde bu gibi eşyaya narh konulabilir. Yani ehli hibre ile istişare edilip bir fiyat takdir olunarak andan ziyadeye satış menedilebilir.
TESİS [alnı. Stiftung. — fr. fondaüon. — ing. foundation, founding].
Lügat bakımından tesis, bir şey kurmak demektir.
Fakat kanuaumuzda irtifak hakkıaın (MK 704 vd.), gayri menkul mükellefiyetinin (MK 754 vd.), gayri menkul rehninio (MK. 765 vd.) tesisinden bahsolunmaktadır ki; burada tesis akdin meydana gelmesi mânasını anlatır. Tesis; bir malın daiınî ve muayyen bir maksada tahsis edilmesi ve bu maksadın husulü için muayyen bir hükmî
şahsın yaratılması demektir. Ancak gayenin daimî olması, ebedî olması, mânasına gelmez (MK. 76 SI.) Tesis şekle bağlı bir muameledir (MK. 74) ve tescili lâzımdır. (MK. 81 f 2 74 f 2).
TESİS UMUMÎ HEYETİ bk. Umumi Heyet.
TESLİM [aim. Ûbergabe. — fr. tradition, livrai-son. — ing. delivery, handing - over. — lût traditio].
Bir vecibe hükmünün yerine getirilmesi, veya mülkiyetin devri için menkul bir malın bir diğerine maddeten verilmesi demektir'. Menkul mülkiyet:n intikali için teslim şarttır.
TESLİMİ MEŞRUT ŞEKİLDE REHİN (aim. Faustpfand. — fr. nantissement. — ing. dead pledge — lût. pignus].
Borçlunun teminat olarak alacaklısına bir mal teslim etmesidir. Fakat rehnediien malın üçüncü bir şahsa tevdii de mümkündür. Rehnin tesisi için malın borçlu elinden çıkması kâfi gelir.
TEŞEBBÜS (Kalkışma) [aim. Versuch — fr. tentative. — ing. attempt].
Bir kimsenin, bir cürüm işlemeyi kasdederek elverişli vasıtalarla icraya başlaması ve fakat elinde olmayan mâni sebepler doUyisiyle icra hareketlerini bitirememesi (nakıs teşebbüs [aim. nichtvollendeter Versuch;
— fr. tentative inachevie ] CK 61) yahut bu hareketleri bitirmekle beraber aynı sebeplerden dolayı neticenin husule gelmemiş olmasıdır [aim. vollendeter Versuch.— fr. tentative achevee] (CK. 62).
TEŞHİR [aim. an den Pranger stellen. — fr. mist au pilori. — ing, exposing (an off ender) ].
Hükmü kalkan 1274/1858 tarihli Cera Kanununun 19 uncu maddesinde kürek cezasının çektirme başlangıcı olmak üzere yapı ması emi olunan bir muamele idi. Kürek cezasına mahkûm olan kimsenin şehrin bir meydanında, veya geçit yerinde iki saat herkesin göz,ü önünde tutulması ve ondan sonra ayağına demir vurularak ceza evine getirilmesi şeklinde tatbik edilirdi.
TEŞHİRİ SİLÂH (tashJr-i silâh) (Es.H.) Bir şahsa karşı katil veya cerh kasdiyle silâh çekmek demektir.
Üzerine bu veçhile silâh çekilen kimseye «müşeh-herün - aleyh» denildiği gibi «meşhurun - aleyh» de denir.
Üzerine katil kasdiyle teşhir.i silâh eden şahsı öldüren kimse, eğer başka suretle nefsini kuıtarmağa muktedir bulunmamış ise kısastan, diyetten, tazirden kurtulur. Bu, bir müdafaa-i meşrua halidir.
TEŞKİLÂT-1 ESASİYE KANUNU (Anayasa) [aim Verfassung, Staatsgrundgesttz, Verfassungsgesetz.
— fr. constitution, loi constitutionnelle, loi organique. — ing. Constitution].
Tarihî tekâmülüne göre devletin hükümet rejimini, bu rejimin gerektirdiği hukukî esaslara uygun olarak âmme hürriyetlerini tesbit eden, âmme kudreti yüksek uzuvlarının ve bu uzuvlara bağlı memurların salâhiyetleri sahasını tâyin yolu ile devletin vecibelerini ve iktidarlarını hukukî tahdide tabi tutan kaideler mecmuudur.
Bu kaidelerin tadili veya ilgası İngiltere, Macaristan gibi bazı memleketlerde alelade kanunlardan farklı bir usule tâbi değil ise de, bizde ve diğer bir çok memleketlerde mahsus kayıtlar ve şekillerle bağlıdır.
TESKÎLÂT-I MEHAKİM
— TEVHİD-t İÇTÎHAD 339
TEŞKİLÂTI MEHAKÎM bk. Mahkemeler teşkilâtı.
TEŞRİFAT bk. Protokol.
TEŞRİÎ DEVRE bk. İçtima devresi.
TEŞRÎÎ KUVVET (Yasama erki) /aim. gesetzge. bende G e wait, Legitlative. — fr. pouvoir ligislatif. — ing., legislative power].
Kanunları tanzim eden ve bir çok memleketlerde hükümeti denetleyen uzuvdur.
TEŞVÎK-I SANAYİ [aim. Industrieförderung. — fr. encouragement â Vindustrie. — ing. stimulation of industries].
Memlekette sanayii teşvik ve mamulât ve masnuatı himaye için sanayi erbabına gerek inşaat ve tesisatta ve gerek işletmede devletçe gösterilen kolaylıkları ve muafiyetleri ihtiva eden tedbir ve hükümlerdir (Teşviki Sanayi K. ve bü kanuna ek 1319. 1320, 1543, 2261, 3220 3537, 3696 No.lu kanunlar).
TETKÎK ENCÜMENİ (Tutanakları inceleme komisyonu) [aim. Wahlprufungsausschuss. — fr. commission pour la virification des pouvoirs].
Seçimlerine karşı şikâyet ve itiraz vukubulan millet vekilleri hakkındaki şikâyet ve itirazları ve numunesine muvafık olmıyarak tanzim edilen tutanakları incelemeğe memur komisyon.
Büyük Millet Moclisi üyesi arasından kur'a ile ayrılan otuz kişiden ibaret olan bu komisyonun süresi bir dönem içindir. Komisyon kararlarını Kamutaya bildirir (İçtüzük 14).
TETKÎK (İnceleme) MERCİİ [aim Aufsichtsbe-hörde (Beschwsrde - lnstanz für Bstreibungs - und Kon-kurssachen) (is.) . — fr. autoriti competente pour l'»x-amen des plaintet st oppositions en matiere de I'exicu-Hon et faillite (is.)].
İcra ve İflâs dairelerinin muamelelerine karşı yapılan itiraz ve şikâyetlere bakan yargıçlıktır. Bu mercie ait vazifeler, bağımsız icra yargıçlariyle yardımcıları bulunan yerlerde bunlar ve bulunmıyan yerlerde asliye mahkemesi başkan veya yargıcı ve yetki verilen işlerde, sulh yargıcı tarafından görülür (İc. İf. K. 4, 172).
TEVÂ (tava) (Es. H.) Havaleden sonra muhâlün -bihi muhâlün-aleyhten istifanın mümkün olamamasıdır.
TEVÂFUK-U ÂDAD (Fersizde) (tavafuk-i a'dad) (Es. H.) İki sayıdan birinin diğeri ile tamamen taksimi kabil olmamakla beraber her iki sayının üçüncü bir aded ile - ki bu adede kasımı müşterek denir - taksimi mümkün olmasıdır. Eğer kasımı müşterek, 2 ise bu iki sayı arasında muvafakat-bil-nısıf bulunur, 4 ile 10 gibi. Kasımı müşterek 3 ise sayılar arasında muvafakat - bil -sülüs vardır, 6 ile 9 gibi.
Kasım-ı müşterekin müteaddit olması mümkündür, meselâ 12 ile 36 adetleri, 2, 3, 4, 6, ve l2 ile taksim edilebilir. Bu gibi hallerde en yüksek kasım-ı müşterek nazars alınır.
TEVARÜS [aim. Erbgang, Erbanfall.— fr. devo. lutien suceessorale, transmission par hlrediti. — ing. devolution, inheritance. — lât. acquisitio fsuccessio) ],
1 — Murisin terikesinin mirasçılara intikal eylemeğidir. Tevarüsün husulü için üç şart lâzımdır :
a) Mirasçılara mirasın düşmesi veya mirasın açılmasıdır ki bu şart murisin ölümü ile tahakkuk eder ;
b) Mirasın iktisabı;
c) Mirasın taksimi.
2 — (TavSrus) (Es. H.) Müteveffamın malına vâris olmaktır.
TEVATÜR (tavitıır) (Es. H.) Kizb üzere ittifakları aklen caiz olmıyan cemaatın haberidir ki ilm - i yakin ifade eder.
TEVBİH [aim. Verwsis, Tadel, Rüge. — fr. blame. — ing. reprimand, censure/.
Esas itibariyle inzibatî cezalardan olan ve sicile geçirilen bir cezadır. Memurlar hakkında inzibat meclisleri, valiler veya vekiller, yargıçlar hakkında inzibat komisyonları ve askerler hakkında yüksek rütbedeki subaylar tarafından verilir (Memurin K. 24, 26, 27 ; Yargıçlar K. 89, 94, 95, 101; As. CK. 165, 185).
TEVBİH-1 ADLÎ [aim. gerichtlicher Verweis. — fr. reprimands judiciaire].
Suçlunun hususi hallerine ve suçun işlenmesindeki şekil, suret ve hususiyete göre yapılan ve ihlâl olunan kanun maddesinin ahlâki ciheti ve işlenilen fiilin neticeleri anlatılmak suretiyle ve suça terettüp eden cezaya bedel olmak üzere yargıç tarafından mahkemede «uçluya tevcih olunan bir tekdirdir ki cezası muayyen hadden aşağı suçlarda tatbik olunur (CK. 26, 27, 29).
TEVCÎH-1 CİHAT bk. Cihat ve tevcihi.
TEVDl [aim. Hinterlegung.— fr. consignation.— ing. deposit, lodgmsnt. — lât. depositum].
1 — Emaneten tevdi mânasına gelir.
2 — Satılmak üzere bir komisyoncuya mal bırakmak demektir.
3 — Teminat mukabili olarak üçüncü bir şahsa para veya sair kıymetli evrak bırakmaktır.
4 — Alacaklının temerrüdü halinde borçlunun borcunu yargıcın tâyin edeceği mahalle veya ticarî eşya hakkında, ardiyeye bırakmasıdır ki, borçtan kurtarır (BK. 91).
5 — Temlik dolayısiyle aidiyeti münazaalı bulunan bir alacak borçlusunun borcunu, borçtan beri olmak için mahkemeye veya emrine yatırmasıdır (BK. 166).
TEVEHHÜM (tavahhum) (Es. H.) Hiçbir delil ve senede müstenit olmıyan ihtimal.i mücerrettir: bir dükkândan satın alınan malın çalınmış olması ihtimalinin tahayyül edilmesi gibi. İslâm hukukunda tevehhüme itibar edilmeyeceği kaide şeklinde kabul edilmiştir.
TEVELLİYAT (tavalliyât) bk. Vilâyet.
TEVHİD-t İÇTİHAT [aim. Pltnarentscheidung, Entscheidung der Vereinigten Senate. — fr. decision des chambres riuniee],
Yargıtayın iki dairesi veya bir dairenin iki kararı arasında aynı meselede- tezat ve mübayenet mevcut olması, veya takarrür etmiş bir içtihadın değiştirilmesine ihtiyaç görülmesi halinde mümasil hâdiselerde tatbik edilmek, adlî kanunların tefsirini tazammun
340
TEVHİD-t İÇTİHAD — TİCARET BORSALARİ
etmek üzere verilen karardır. Yargıtayın bütün dairelerinin iştirakiyle teşkil olunan heyetin üçte ikisinin ittifakiyle ittihaz olunur. Temyiz dairelerince aynı hâdiselerde misal teşkil eder; taraflara tesir etmez.
tevIl-I akd İle İstimal (ta'vTı-i 'aka iie
isti'mâl) (Es. H) Mal veya milki bir akd e binaen kullanmaktır.
Meselâ : bir kimse bir değirmeni milki olmak üzere birine beyi' ve teslim ite müşteri bir müddet zabt ve tasarruf ettikten sonra başka bir kimse o değirmene müstahik çıkıp ispat ve hükümden sonra müşteriden alsa müşterinin bu tasarrufunda tevil-i akid bulunmuş olur.
TEVlL-I milk İLE istimal (ta'vil-i milk ile isti'mâl) (Es. H.) Bir kimsenin bir milki «malımdır» diye kullanmış olmasıdır. Meselâ : müşterek bir malı şeriklerden birisi diğer şerikinin izni olmaksızın hissesinin her cüzüde şayi' olması dolayısiyle bir müddet müsta-kilen tasarruf ve istimal eylese tevil-i milk ile kullan, mış olur.
tevkif (tutma) [aim. Verhaftung, Haft, Unter-suchungshaft.— fr. arrestation.— ing. arrest, detention].
Ceza işlerine ait tahkikat safhalarında maznunun geçici olarak hürriyetinin tahdit edilmesi ve tevkifhaneye konulmasıdır Maznun beraet ederse mevkufiyet hali kendiliğinden kalkar. Mahkûm olursa tevkilinde geçen müddet mahkûmiyetine "mahsup olunur. Maznuna yargıç veya âmir tarafından verilen tevkif müzekkeresi ile ve kanunda yazılı sebeplere dayanarak icra olunur (CMUK. 104- 126, 200; As. CMUK. 100- 108, 1609 No. lı K. 3).
tevkifhane [aim. Haftlokal. — fr. maison d'arret. — ing. house of detention!.
Ceza evlerinde mahkûmlardan ayrı mevkuflara mahsus olmak üzere tahsis olunan hususi yerlerdir.
tevkif müzekkeresi [aim. Haftbefehl— fr. mandat d'arret. — ing. warrant of arrest].
Yargıç tarafından verilen «tevkif müzekkeresi » mevcut olmadıkça kimse tevkif edilemez. Tevkif müzekkeresinde maznunun mümkün olduğu kadar açıkça kim olduğu, şekli, isnadedilen suç ve tevkifin sebebi yazılır.
Tevkif müzekkeresinin, maznununun yakalanması anında, bu mümkün olamazsa hangi suç için tevkif edildiği kendisine bildirilmekle beraber tevkif evine konulduğunun en nihayet ertesi günü, tebliği lâzımdır, bk. Tevkif.
tevkil (tavkîl) bk. Vekâlet.
TEVKİ (tavki') TEVKİÎ (tavkTTyy) (Es.H) Tevki' bir şeyi vukua getirmek manasınadır Bu münasebetle tesir mânasında müstameldir. Bu alâka ile berat, menşur ve mektup gibi şeylere mahsus alâmete ıtlak olunur.
Beratlar ve evâınir-i sultaniyeye vaz' ve keşide kılınan padişah nişanelerine de ıtlak olunmuştur. Medar-ı tesir olduğu için hat-tı hümayun ve Tuğra ve sah-hı vüzerâ ve hüccette yazılan imza.i hükkâm gibi.
Ferman ve beratlırı tevki' denilen nişane-i padişa-hiyi çeken memura «Tevkiî» denir.
tevliyet 1 — (Es. H ) Velayet maddesindendir. Vakfın işlerini idare etmek manasınadır. Bu mânada «nezaret» de kullanılmıştır.
2 — [aim. Fideikommiss, Erbgut, Stammgut. — fr. fideicommis/.
Bir malın veya bir hakkın devir ve ferağ edilememek üzere bir aileye tahsisine ve aile efradı arasında intikal tarzına dair tasarruf. Bu tarzda tasarruf, tesisat ihdası fikriyle dahi mezcolunamaz (MK. 322).
TEVLİYE TARİKİYLE BEYİ (tavliya tarikiyle bay') (Es.H.) Bir şeyi mal olduğu fiyata satmaktır.
TEVRİS (tavriş) (Es. H.) Müteveffanın malını bir kimseye terkle onu vâris kılmasıdır «iras» da bu mânayadır. Müteveffaya ( müverris » ve « muris » , terk olunan mala «mevrus» ve müteveffaya halef olana «vâris» denir.
TEVSİK bk. Beyyine, delil, karine.
TEYİDÎ MUAMELELER [aim. bestötigende Hand-lungen. — fr. aetes confirmatifs. — ing. confirmatory acts].
Taraflardan birinin irade fesadı gibi bir sebebe istinaden bozmakta haklı olduğu bir muameleyi muteber bir hale koymasıdır: icazet vermek veya akdi icra etmek gibi.
TEZEVVÜC (tazavvuc) (Es. H.) Lügatte eş olmak manasınadır. Istılahta, bir kadını nikâhla alarak onunla çift teşkil etmek demektir.
TEZKERE-I SÂMİYE (tazkira-i sâmiya) (Es. H.) Sadaret makamından resmi olarak yazılan varakanın adıdır, bk. Emr-i sami, Sadrazam.
TEZKİYE (tazkiya) (Es. H.) Şahadetten sonra şahitlerin âdil olup olmadıklarının yargıç tarafından tahkik edilmesi, yani mensup oldukları mahalle veya mahalden-ve mutemet kimselerden sorulmağıdır.
Tezkiye iki türlüdür: sırr&n ve alenendir.
Sırran (gizli) tezkiye yargıcın müzekkilere gönderdiği varaka ile, alenen tezkiye yargıcın mahkeme huzurunda müzekkilere sorması ile olur.
TEZVİC (tazvîc) (Es. H.) Lügatte, biribirine eş kılmak manasınadır. Istılahta, kadın veya erkeğin kendisini nikâhla eş yapmasıdır.
TIRAMPA (trampa) [aim. Tausch. — fr. eehange. — ing. exchange — lât. permutatio].
Bir hak veya bir malın başka bir hak veya mal ile değiştirmelerini istihdaf eden bir akiddir. Bü akdin satıştan farkı, satışta mukabil ivaz para olduğu halde trampada mal veya haktır. BK. nın 232 inci maddesine göre satış hakkındaki hükümler trampada caridir.
TIRAMPA AKİTLERİ bk. Mukavele. TIB-BI ADLÎ bk. Adlî tıb.
TlBR (tibr) (Es. H.) Sikke haline sokulmayan altın ve gümüş demektir. Altında istimali daha şayi'dir. Maamafih sair madeniyata da ıtlak olunur.
TİCARET BORSALARI [aim Handelsbörsen. fr bourses de commerce. — ing. Exchange ].
Ticaret Borsaları, 14 Ocak 1943 tarihli ve 4355 numaralı kanunda ve 10 Mayıs 1943 tarihli ve 2 - 19900 numaralı kararnameye müstenit nizamnamede yazılı esaslar dairesinde meslek hizmetlerini görmek ve meslekî ahlâk ve tesanüdü halkın ihtiyaç ve menfaatleriyle ahenkli olarak muhafaza ve inkişaf ettirmek ve hükmi şahsiyeti haiz olmak üzere, iktisadî ihtiyaçların lüzumlu kıldığı yerlerde Ticaret Bakanlığı tarafından kurulan âmme müesseseleri olup vazifeleri:
TİCARET BORSALARI — TİCARET VE SANAYİ ODALARI 341
a) Borsaya dahil maddelerin alım ve satımını tanzim ve tescil etmek, b) alıcı ve satıcının teslim ve tesellüm ve tediye bakımından vecibelerini, her tipin asgari vasıflarını ve muamelelerin tasfiye şartları ile mal fiyatları üzerine müessir şartları, ihtilâf husulünde ihtiyari tahkim usullerini gösteren örnek mukaveleler vücude getirmek, c) fiyat istihbaratı hizmeti kurmak, ç) lâboratuvar ve teknik bürolar vücude getirmek, d) mevzuat dahilinde Ticaıet Bakanlığınca verilecek diğer işleri görmektir.
Ticaret Borsalarına dahil maddelerin alım ve satımı ile iştigal edenler bulundukları yerin Ticaret ve Sanayi Odalarından başkaca Ticaret Borsalarına da kaydolun, maya mecburdurlar. Ticaret Borsalarının uzuvlarını meslek heyetleri, borsa meclisleri ve idare heyetleri vücude getirirler. Borsalar nezdinde Ticaret Bakanlığınca tâyin edilen bir umumi kâtip bulunur.
Ticaret Borsalarını idare heyetleri başkanı temsil
eder.
Yukarıda mevzuubahis 4355 numaralı kanunun tatbik edildiği yerlerde 3 Nisan 1302 tarihli umumi borsalar nizamnamesinin Ticaret ve Zahire Borsalarına ait hükümleri tatbik edilmez.
TİCARET BAKANLIĞI /aim. Handelsministeri-um. — fr. ministere de commerce.— ing. Ministry of Commerce ( îngilterede : Board of Trade)].
İç ve dış ticaret işleriyle bunlara müteferri meseleleri tanzim, idare ve murakabe ile mükellef olmak üzere teşkil edilmiş bakanlıktır (3614, 3837, 4442 No. K.).
TİCARET DEFTERLERİ bk. Ticarî defterler.
TİCARET HUKUKU [aim. Handelsncht. — fr. Droit commercial. — ing. Commercial Law].
Tacirlere, ticarî müesseselere ve muamelelere taallûk eyleyen hususi kaideleri ihtiva eden hukukun bir şubesidir.
TİCARET MAHKEMELERİ [aim. Handelsge-richte. — fr. tribunaux de commerce. — ing commercial courts].
İşleri müsait olan mahallerdeki, asliye hukuk mahkemelerinden Adalet Bakanlığınca tefrik edilmiş, ticarî muamele veya ticarî akitten doğan dâvalarla ticaret ve icra ve iflâs ve diğer hususi kanunların tasrih ettiği ihtilâfları tetkik ve hal vazifesiyle mükellef mah-kemeleıdir. Meslekten yetişmiş olan bir başkan ve iki üyeden mürekkeptir.
TİCARET MUAHEDELERİ bk. Muahede.
TİCARET SİCİLİ [aim. Handelsregister. — fr. registre de commerce. — ing. trade register].
Ticaret mahkemelerine bağlı olup bu mahkemelerin kaza dairesindeki tacirlerle ticaret şirketlerine ve bunlara taallûk eden (ticaret unvanı, sermaye, merkez gibi) ehemmiyetli bazı hususların kayıt ve tesciline mahsus ve herkese açık resmî kütüktür (TK. 26 vd).
TİCARET ŞİRKETLERİ bk. Şirketler.
TİCARET UNVANİ (Firma) [aim. Firma, Han-delsfirma, Geschâftsfirma. — fr. raison de commerce, raison sociale. — ing. trade name).
Her tacirin ticaretine ait işlerinde kullanmıya mecbur olduğu addır.
Tek başına çalışan bir tacirin «ticaret unvanı » kendi öz ve soy adından ibarettir.
Ticaret şirketlerinde;
a) Kollektif şirketlerde ortaklardan her birisinin öz ve soy adı veya yalnız birisicin öz ve soy adı ile şirketin mevcudiyetine delâlet edecek bir kayıt,
b) Komandit şirketlerde komandite ortaklardan bir veya birkaçının öz ve soyadlariyle şirketin komandit -veya eshamlı komandit- olduğunu gösteren bir kayıt,
c) Anonim şirketlerde şirketin iştigal mevzuu ile ilgili her hangi bir kelime veya cümle ile « anonim şirket » eki,
ç) Limitet şirketlerde keza şirketin iştigal mevzuu ile « limitet şirket » eki,
d) Kooperatiflerde, şirketin mevzuu ile ilgili bir cümle ile «mahdut mesuliyetli veya gayri mahdut mesuliyetli kooperatif şirketi» ekinden ibarettir.
Hususi şirketlerin unvanı yoktur.
Ticaret unvanı, ticaret siciline kaydettirilir, bundan sonra başkası ayrı unvanı kullanamaz ve tescil ettiremez (TK 41 vd. , 500).
TİCARET VE SANAYİ HÜRRİYETİ [aim. Han-dels - und Gewerbefreiheit, — fr. liberie de commerce et de l'industrie.— ing, freedom of trade and industry].
Ferdin dilediği bir ticaret ve sanatı seçmek ve yapmakta şerbet olmasıdır. Bu hürriyet devletin emniyet ve asayişini, âmmenin menfaatlerini muhafazaya matuf birtakım mülâhazalarla tahdit veya menedilebilir (Anayasa 70, 79) .
TİCARET VE SANAYİ ODALARI [aim. Handels-und tndustriekammern. — fr. chambres de commerce et d'industrie. — ing. chambers of commerce and industry).
Ticaret ve Sanayi Odaları, 14 Ocak 1943 tarihli ve 4355 numaralı kanunda 10 Mayıs 1943 tarihli ve 2/1Q900 numaralı kararnameye müstenit rizamnamede yazılı esaslar dairesinde meslek hizmetlerini görmek ve meslekî ahlâk ve tesanüdü halkın ihtiyaç ve menfaatle-rile ahenkli olarak muhafaza ve inkişaf ettirmek ve hükmi şahsiyeti haiz olmak üzere iktisadi ihtiyaçların lüzumlu kıldığı yerlerde Ticaret Bakanlığı tarafından kurulan âmme müesseseleri olup vazifeleri :
a) Tacirlerin ve sanayicilerin mesleki faaliyetlerine ait mevzular hakkında alâkadar mercilere karşı teklif ve temennilerde bulunmak, b) Ticaret ve Sanayie ait tetkikler yapmak, resmi makamlarca istenilen malûmatı vermek ve kanuna müsteniden kendilerine verilecek vazifeleri görmek, c) Vasıfların ve tiplerin kontrolüne müteallik talimatları yerine getirmek, ç) Ticaret eşyasının vasıf, keyfiyet ve kemmiyetlerinin tâyin ve tesbiti için lâboratuvar ve bürolar tesis ve idare etmek veya millî ve milletlerarası teşekküller kurmak veya bunlara iştirak eylemek, d) İstatistikler toplamak ve fiyatlar kaydetmek, e) Dış memleketlerle münasebetlere girişerek icap eden malûmatı alıp vermek ve millî ve milletlerarası teşekküller kurmak veya bunlara üye olmak, f) Sergiler, panayırlar, fuarlar, umumî mağazalar, de.
342 TİCARET VE SANAYİ ODALARI — TİCARİ REHİN
polar, kulüpler, müzeler, kütüphaneler karmak ve millî ve milletlerarası sergiler ve panayırlara iştirak etmek ve bunların vekâlet, mümessillik ve muhabirliğini yapmak, g) Ticaret ve sanat kursları açmak, mevzuları dahilinde talebe okutmak ve neşriyatta bulunmaktır.
Tacir sıfatını haiz bilcümle hakikî ve hükmî şahıslar ile Devletin, hususi idarelerin ve belediyeleıin sermayesiyle kurulmuş veya bunların iştirakleri olan hükmî şahsiyeti haiz müesseseler ve şubeleri bulundukları yerin Ticaret ve Sanayi Odalarına kaydolunmaya mecburdurlar. Ticaret ve Sanayi Odalarının uzuvlarını meslek heyetleri, oda meclisleri ve idare heyetleri vücuda getirirler- Odalar nezdinde Ticaret Bakanlığınca tayin edilen bir umumi kâtip bulunur.
Ticaret ve Sanayi Odalarını idare heyetleri başkanı temsil eder. Yukarıda mevzuubahis 4355 numaralı kanunun tatbik edildiği yerlerde 655 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları kanunu ile bu kanunun 8 inci maddesinin 5 inci fıkrasını değiştiren 916 numaralı kanun tatbik edilmez.
TİCARET VE ZİRAAT NEZARETİ Osmanlı İmparatorluğunda ticaret ve ziraat ve maadin işlerine bakan ve tek bir nazırın idaresine tabi olan nezaretti.
Bu nezaretin geçirdiği istihaleler bir hususiyet arzetmektedir: İkinci Sultan Mahmut devrinde mahalli ticaretin ecnebilerin inhisarına geçmekte olduğu görüldüğünden, ticaret ve tüccar işleriyle '.uğraşmağa lüzum görülmüş ve ticaret iki kısma ayrılarak islâmlara «Hayriye tüccarı» , gayri müslimlere (Avrupa tüccarı» denilerek hayriye tüccarlarına bazı imtiyazlar verilmişti. Hayriye tüccarlarının ileri gelenleri arasından bir memur intihap edilerek buna «şehbender» unvanı verilmiş ve bu zat tüccara nezaret ve bunlar arasındaki ticarî ihtilâfları halletmekle mükellef tutulmuştu. 1254 de bir «Meclisi Ziraat ve Sanayi» teşkil edilmiş bir kaç gün sonra buna «Meclisi Umuru Nafia» adı verilmiş ve nihayet 1255 tarihinde « Ticaret Nezareti » ihdas edilerek bu meclis de oraya ilhak olunmuştu. Bu «Ticaret Nezareti» hayriye ve Avrupa tüccarlariyle, kambiyo işleriyle uğraşanlara nezaret ediyor ve tacirler arasındaki ihtilâflara bakıyordu ki bu kazaî vazife 1256 tarihinde bu nezarete bağlı olan «Mahkemei Ticaret» e verilmiştir. Şu suretle Ticaret Nezaretinin adlî tarihte de bir izi vardır.
TİCARETHANE falm. Handelsgeschaft, kaufmön-nischeı Unternehmen, Handelsunternehmen, Geschöft.
— fr. fonds de commerce ; etablissement commercial-
— ing, commerce - house, business].
Bir tacirin sanatını icra etmesine yarıyan tesisat, ad ve unvan, ihtira beratları, alâmet.i farika, müşteriler gibi maddi ve gayri maddi unsurlardan terekküp eden hukuki bir bütündür. Ticarethane ticaret unvaniyle birlikte veya unvansız olarak temlik olunabilir (TK. 46 . 49, 126; BK. 179).
TİCARÎ AKİTLER falm. handelsrechtliche Ver. trage, Vertrage des Handelsrechts.— fr. contrats com-merciaux. — ing. commercial contracts).
Mahiyetleri, yani ticaret kasdını açık olarak göstermeleri itibariyle, Ticaret Hukuku sahasına giren hukuki muamelelere denir : Ticaret şirketleri teşkiline, kambiyoya, ticarî satışa ( Cif - Fob vesaire dâhil), ticari
karza, ticari rehne, ticari bir alacağın devrine, cari hesaba, ticari vekâlete, komisyona, nakliyata, sigortalara ve deniz ticaretine ait akitler gibi.
TİCARÎ DEFTERLER (ticaret defterleri) {aim. Handelsbücher. — fr. livres de commerce. — ing. books of account).
Bir tacirin hesap vaziyetini göstermek için kanunen tutmağa mecbur olduğu defterlerdir.
Bunlar üç türlüdür :
1 — Gündelik işlerin günü gününe ve kalem kalem yazılmasına mahsus * yevmiye defteri» falm. Tagebuch, Journal, Strazze, Memorial. — fr. livre journal. — ing. Journal, day book].
2 — Mevcudat ve muvazene defteri [aim. Inventor - und Bilanzbuch. — fr. livre des inventaires et des bilans).
3 — Tacirin ticari muamelelerine dair yaptığı muhaberelerin kopyalarını dercetmeğe mahsus « kopya defteri» [aim. Kopierbuch. — fr. livre des copies de lettresj.
Kanuni defterler, ihtilâf halinde tacirin lehinde de aleyhinde de ispat vasıtası olarak kullanılır (TK. 66 vd.).
TİCARÎ İŞLER [aim. Handelssachen. — fr. ma-tieres commerciales. — ing. mercantile matters, commercial affairs).
«Mesail-i ticariye» , «mevaddı ticariye» , «umuru ticariye» kelimeleriyle de ifade edilen «ticari iş» mefhumu Ticaret Kanununda veya diğer kanunlarda hususi bir surette tanzim edilen ve ticari bir işletme ile ilgili bütün hukuki hâdiseleri içine alan genel bir mefhumdur. Ticari muamele mefhumundan geniştir.
TİCARİ İŞLETME bk. işletme.
TlCARl MUAMELELER [aim. Handelsgeschâfte. — fr. acres de commerce. — ing. commercial transactions).
Yapanların niyet ve sıfatına bakılmaksızın mahiyetleri itibariyle «mutlak» olarak yahut yapanların niyet veya sıfatları bakımından « nisbî » olarak ticari sayılan muamelelere denir. Her iki itibarla ticari sayılan bu muameleler Ticaret Kanununun 15 - 25 inci maddelerinde gösterilmiştir. Bu maddelere göre bir tacirin adi muamelelere taallûk ettiği sabit olmıyan borçları ile Ticaret Kanununun ticari saydığı muamelelere mı-hiyeten benzeyen bütün akitler ve bunların icrasını kolaylaştıran (yani «fer'i») bütün muameleler ticari sayılırlar.
TlCARl MÜMESSİL [aim. Prokurist. — fr. fon. de de procuration; r.epresentant de commerce, — ing, agent with power of procuration ].
Ticari bir işletmenin unvanını kullanarak işletme adına bilvekâle imza etmek ve işletme ile ilgili işleri, idare etmek selâhiyetini haiz olan kimse. Bu selâhiyet sarih veya zımni bir şekilde verilir (BK. 449 vd. ).
TlCARl ÖRF VE ÂDETLER bk. örf ve âdet.
TİCARİ REHİN [aim. HandeUpfand. — fr. gage commercial- — ing. commercial pledge].
Ticari bir muameleden doğan borçların temini için menkul malların ve kıymetlerin rehnedilmesidir.
TİCARÎ REHİN - TOPRAK ESASI
343
RehnİB temin ettiği borç elli liradan fazla ise, rehnin üçüncü şahıslar hakkında muteber olması için yazılı bir mukaveleye istinat etmesi ve mukavelenin noter tarafından tasdik edilmesi icap eder (TK. 757 vd.).
TİCARİ SENETLER [aim Handelspapiere, han-delsrechtliche Wertpapiere, Wechselpapiere.— fr. effets de commerce. — ing. negotiable instruments}.
Ticaret Kanunumuza göre, poliçe, emre muharrer senet ve çekten ibaret üç kıymetli evraka verilen isimdir (TK. 527 ed.).
TİCARİ SENETLERİN ZİYAI bk. Ziya'
TİCARİ VEKÂLET [aim. Handelsauftrag, Agen-tur.— fr. mandat commercial.— ing. mercantile agency].
Ticari mümessil veya müstahdem sıfatını haiz olmaksızın bir ticarethane veya fabrika veya ticari şekilde işletilen diğer bir müessese sahibinin nam ve hesabına ticari muameleleri icra etmektir (TK. 822 vd.).
TİCARİ VEKİL [aim. Handlungsbevollmâchtigter. — fr. mandataire commercial, — ing. mercantil power of agency].
Ticari mümessil sıfatını haiz olmaksızın bir ticarethane veya fabrika veya ticari şekilde işletilen diğer bir müessese sahibi tarafından müessesenin bütün işleri veya muayyen bazı muameleleri için temsile memur •dilen kimsedir (BK. 453).
TİMAR, ZAAMAT, HAS. YURTLUK, OCAKLIK Osmanlı imparatorluğunun eski teşkilâtında mîri mahiyetteki arazinin öşür, haraç, ferağ ve intikal harçları gibi mîri menfaatler denilen hasılatının düşmanla har-betmek ve buna hazır bulunmak mukabilinde ehil ve lâyik olanlara tahsisi dolayısiyle meydana çıkmış olan müesseselerdir.
Timar, zaamet ve saire sahipleri bunların alındığı mirî toprak sahasında bulunur, hem oranın idare ve in-zıbatiyle meşgui olur, hem de harbler için hazırlanır ve asker hazırlar, bu mîri menfaatleri tahsil ederlerdi. Bunlar arasındaki fark arzın temin ettiği mîri menfaatlerin miktarına dayanırdı.
Has: mukayyet hasılatı yüz bin akçadan fazla olanlardır. Bunlar esas itibariyle padişaha ve saltanat hanedanına tahsis olunur, bundan maada vezirlere, beylerbeylerine ve sancak beyleriyie sair büyük devlet ricaline vazifelerinin devamınca tahsis olunabilirdi.
Zaamet: mukayyet hasılatı yirmi bin akçadan yüz bin akçaya kadar olanlardı.
Timar: mukayyet hasılatı üç bin akçadan yirmi bin akçaya kadar olanlardır.
Timarlar da üç kısma ayrılırdı;
1 — Eşkinci tımarı: bulundukları yerin sancak beyinin emri altında sefere iştirak edeceklerin timarları.
2 — Müstahfız timarı: Kalelerde bulunup bunları muhafaza ile mükellef olanların timarları,
3 — Hizmet timarı: Hudutlarda bulunan bazı camilerin imam ve hatiplerine ve saray hizmetlerine tahsis edilen timarlar.
Yurtluk ve ocaklık: Birinci Sultan Selim Çaldıran'-da Şah İsmail'e galip geldikten sonra hudut üzerindeki kürt beylerini de imparatorluğa ilhak etmiş ancak bunların oturdukları yerler kendilerine timar ve zaamet olarak değil yurtluk ve ocaklık namı altında verilmişti.
Yurtluk ve ocaklığın ihtiva ettiği arazinin devlete ait olan varidat hasılatı, bu yerlerin idaresi buralardaki kürt beylerine bırakılmıştı. Bu beyler de diğer timar ve zaamet sahipleri gibi hududu muhafaza etmek ve şayet oralara ordu sevkedilirse o ordunun komutanına iltihak etmekle mükelleftiler. Bü beylerin diğer timar ve zaamet sahiplerinden farkı azledilmemden ve öldükleri zaman yurtluk ve ocaklarının oğullarına, yoksa hanedanlarından münasip görülenlere teffiz edilmesi idi.
TİME CHARTER bk. Carter mukavelesi.
TOBAR PRENSİBİ Avrupa devletlerinin ve Amerika Birleşik devletlerinin Lâtin Amerikası memleketlerinin işlerine müdahale vesilesi yaptıkları, sık sık tekerrür eden dahili harblerin önüne geçmek maksadiyle, Ekvator devleti eski hariciye vekili Dr. Tobar, 15 Mart 1907 tarihinde şlı prensibi ortaya attı : bir hükümet darbesi veya ihtilâl veya Anayasaya aykırı her hangi bir yolla iktidarı ele geçiren bir hükümet, millet tara-fındau kendisinin mümessili olarak kabul edilmedikçe tanınmayacaktır. Tobar prensibi adiyle milletlerarası hukuka dahil olan bu prensip 20 Aralık 1907 tarihinde Vaşington'da birçok Lâtin Amerikası devletleri arasında akdolunan bir muahedede yer bulmakla tatbikat sahasına girmiş oldu.
TOPLU REHİN [aim. Gesamtgrundpfandrecht, Gesamthypothek. — fr. dette fonciere (hypotheque) solidaire; gage immobilier solidaire. — ing. collective charge, collective mortgage].
Birden ziyade gayri menkullerin aynı alacağın temini için rehnedilmesidir ki burada alacaklı teminat gösterilen gayri menkullerden dilediğini sattırarak alacağının tamamını ifade hakkına sahip olur. Böyle bir rehnin tesis edilebilmesi için rehnolunan gayri menkullerin ya aynı malike veyahut da müteselsil borçlulara (BK. 141 vd.) ait bulunması lâzım gelir. Maliklerden bazılarının borçlu olmaması birden ziyade kimselerin yalnız kendi borçlarından mesul olmaları (BK. 69) takdirinde toplu rehin yapılamaz (MK. 770).
TOPLU SİGORTA [aim. Gruppenversicherung -fr. assurance de groupe].
Buna «grup üzerine sigorta» veya «grup sigortası» da denir. Bu nevi sigortalarda, iş veren, çalıştırmakta olduğu işlerin veya müstahdemlerin heyeti umumiyesi lehine ve menfaatine kazaya karşı bir sigorta mukavelesi yapar. Sigortadan faydalanacak olanlar ismen gösterilmiş değillerdir. Tazminat işçinin kendisine, mirasçılarına veya yerine kaim olan kimselere ödenir (TK. 1002 vd.),
TOPRAK ESAlI [aim. Bodenprinzip; ius soli. — fr. jus soli — ing. jus soli].
Vatandaşlık sıfatının tâyininde toprağında doğulan devletin tamamiyle veyahut bir derece tesiri olmasıdır.
Bir devlet, toprağında, yabancılardan doğan çocukları kendi vatandaşı sayar yahut vatandaşlığını onlara pek kolay verirse toprak esasını kabul etmiş demektir. Bizde kan esası kabul edilerek Türk ana ve babadan veya türk babadan veya türk anadan doğan çocuklar, neıede doğarlarsa doğsunlar, türk sayılmakla beraber toprak esasına da önem verildiğinden 1 Ocak 1929 tarihinden sonra Türkiyede doğan yabancının Türkiyede doğan çocuğu Türk sayıldığı gibi, anaları ve babaları
344
TOPRAK ESASI - TUTUK YARGİ
belli olmıyarak Türkiyede doğan çocuklar, yine türki-yede doğup anaları ve babaları yahut bunlardan biri vatansız olan çocuklar türk sayılırlar (1312 sayılı Türk Vatandaşlığı K.) bk. Kan esası.
TOPRAK HUKUKU {aim. Bodenrecht. — fr. legislation fonciere].
Bir memlekette arazinin mülkiyet bakımından genişlik ve çeşitlilik hususiyetlerini, arazi mülkiyeti rejimini ve bu rejimin dayandığı mülkiyet bünyesini, arazinin tabi tutulması gerekli işletme rejim ve esaslarını (ortakçılık, yarıcılık, kiracılık usulleri ile işletme) gösteren hukuk kaidelerinin bütünüdür. Bu mânada eski arazi kanunumuzla yeni medeni kanunumuzun aynî haklar kısmı, evkaf, ahkâm ve mevzuatı, Toprak ve Orman Kanunları araziyi ilgilendirmek üzere çıkar lan diğer bütün kanun ve nizamlar toprak hukukumuzun esaslı kaynaklarını teşkil eder.
TOPRAK KADISI Eski hukukta arazi hudutlarını sınırlayan naiptir.
TOPRAK MAHSULLERİ OFİSl Buğday ve diğer hububat ile her nevi un mamulleri ve uyuştuıucu maddelerle iştigal etmek üzere kurulan ve 3460 sayılı kanuna tabi olan bir İktisadi Devlet Teşekkülüdür (3491 numaralı K.).
TOPRAK NAİBİ Eski hukukta toprağa yani gayri menkule mütaallik dâvaları mahallerinde hal ve fasletmek üzere nasbolunan naiptir.
TONTİN {aim. Tontinenversicherung. — fr. ion-tines. — ing. tontine policy of insurance/.
Napolili Lorenzo Tonti'nin ismine izafetle kullanılan bir tâbirdir. Tontin öyle bir mukaveledir ki aj nı yaşta yahut da başka yaşlarda bir çok kimseler bir araya gelirler, her biri ortaya bir miktar sermaye koyar, bu sermayelerin yekûnu alâkadarlardan en faz'a yaşiyana veya muayyen bir müddet sonunda hayatta kalanlara verilir. Bu neviden bir mukavele yapmak Tica ret Kanununa göre (1001) yasaktır, Zira, Tontin'de alâkadarlardan her biri diğerlerinin ölümünü temenni ede. bilir. Bu ise ahlâka uygun bulunmamaktadır.
TÖHMET (tuhnıa*um ) (E*. H.) Zan ve tevelılıüm olunan, subutu halinde ceza veya muahezeyi müstelzim bulunan haldir. Cem'i ¦itühem» dir.
Bir kimseye töhmet ilka ve isnat etmeğe «itham» ve «ittiham» denildiği gibi töhmetli kimseye «nıüthem» ve «müttehem» denîr.
Töhmet; müttehemin haline veya bazı karineler ve delillerin mevcudiyetine göre zaaf veya kuvvet kesbeder.
Isnadedilen töhmet sabit olmadıkça müttehem hakkında kazaen bir muamele yapılmazsa da hapis, kefalete rapt gibi bazı idari, ihtiyati tedbirler alınabilir.
TÖHMET-İ ZİNA (lıılımat-i zina) (Es. H.) Zina şüphesini uyandıran vaziyettir.
TRAMPA bk. Tırampa.
TRANSİT {aim. Transit, Durchfuhr, Durchfahrt, Durchreise. — fr. transit. — ing. transit. — lât. res in transitu].
Dışarıdan gelerek bir memleketin içinden başka bir memlekete giden malların ithalât resmi ödenmeden geçirilmesi ve bu suretle geçirilen mallara denir.
Bir memleketin kara sularından hiç bir limanla temas etmeden geçmesine de denir. Transit eşyadan bazı memleketlerde az bir resim alınır. Umumiyetle bu
eşya memlekette kaldığı müddetçe devletin murakabesi altında transit depolarında bulundurulur ( Millî Korunma K. 28 f. 2).
TRİPTİK [aim. fr. ing. Triptiçue].
Turistler için kolaylık olmak üzere otomobiller hakkında verilen gümrük vesikasıdır. Bu vesikayı havi olan turist otomobilleri bu rejimi kabul eden devletin arazisine gümrüklerden otomobil için hiç bir resim verilmiyerek geçebilir.
TRÖST [aim. fr. ing. Trust].
ingilizce «Trust Company» tâbirinin kısaltılmasiyle vücuda getirilmiş olan bu mefhum zahiren hukuki istiklâllerini muhafaza eden müesseselerin bir elden idare ve murakabe edilmesi suretiyle muayyen bir piyasaya tamamiyle hâkim olması şeklidir.
Tröste dahil müesseselerin kârları bir araya getirilerek tevzi edilir. Bunları idare eden müesseselere «Holding şirketi» denilir.
TUHR (fuhr) (Es. H.) İki hayz müddeti arasında geçen zamandır ki en azı on beş gündür. En çoğu için müddet yoktur. «Temizlik» tâbir olunnr.
TULÛ-U GALLE (tulu-i ğalla) (Es. H.) Vakıf varidatının husule gelmesi demektir, ki vakfına göre değişir. Şöyle ki: mezruattan olan gailenin tulûu zerin yetişip tane bağlaması veya mütekavvim bir hale gelmesiyle olur.
Semerelerden ibaret olan bir gailenin tulûu meyvelerin afetten emin bir hale gelmesiyle olur.
Bedelât-ı icareden ibaret bir gailenin tulûu da bedelâta ait taksit zamanlarının hulul etmesiyle olur.
TUNA [aim. die Donau. — fr. le Danube. — ing. the Danube],
Kaynağından denize döküldüğü noktaya kadar bir çok devletin ülkesinden geçen ve uzunluğu iki bin sekiz yüz elli beş km. olan Tuna nehri, orta Avrupa -hattâ batı Avrupa - ile güney doğu Avrupası arasında mühim bir münakale ve temas vasıtasıdır. Bu ehemmiyeti dolayisiyle Tuna nehri üzerinde seyrü sefer meselesi on yedinci asırdan itibaren muhtelif andlaşma-larda bahis mevzuu olmuştur. Nihayet 1856 Paris kongresinde Tunanın, bütün devletlerin ticaret gemilerine açık olması esası kabul edilerek bu nehirdeki seyrü seferi tanzim ve kolaylaştırmak maksadiyle iki komisyon ihdas edildi : Kiyılı devletler komisyonu, Avrupa komisyonu.
1914-1918 harbinden sonra Versay ve Senjermen anılaşmaları Tuna nehrinin eski rejimine nihayet verdi. 23 temmuz 1921 tarihinde Pariste imzalanan bir anlaşma ile Tunanın seyrü sefer işlerine taallûk eden kaideler teferruatiy le tesbit olundu. Bu anlaşma mucibince, Tuna Avrupa komisyonu ve Tuna Milletlerarası komis)onu adlarını taşıyan iki komisyon nehirde seyrü sefer ve bundan doğacak meselelerle meşgul olacaktır.
İkinci Dünya Harbinden sonraki durum henüz tesbit edilmemiştir.
TUTANAK bk. Zabıtname.
TUTANAK DERGİSİ bk. Zabıt ceridesi.
TUTMA bk. Tevkif.
TUTUK YARGI [aim. vorbehaltene Gerichtsbar-keit; Kabinettsjustiz. — fr. justice retenue].
TUTUK YARGI — TÜZÜK
345
Bir makkeme tarafından verilen kararların üatün bir makamın onamına bağlı tutulması usulüdür ki eskiden buna «adaleti mevkufe » denirdi. Türkiyede Cumhuriyetten önce Danıştay ( Şûrayı Devlet ) hakkında tutuk yargı usulü uygulanırdı. 1284 tarihli Şûraı Devlet nizamnamesinin 8 inci maddesinde « umuru idareye dair olan kararlar katî olmadığı misillu muhakemat dairesinde deavi üzerine lâhik olan hükmün ve kararların icrası dahi makamı sadaretin tasdikine ve irade sudu-runa menuttur» denilmektedir. Tutuk yargı'nın aksi murahkas adalet ~ ruhsatlı yargı [fr. justice deleguee) dir. Bir mahkemenin bağımsızlığı ancak ruhsatlı yargı usulü ile sağlanabilir. Birleşik Amerika'da (Court of Claims) adı verilen mahkeme 17 - 3 - 1866 tarihli kanunla, Fransa'da Danıştay 24-5-1872 tarihli kanunla tutuk yargı usulünden kurtarılmış ve ruhsatlı yargı usulüne geçirilmiştir. Türkiye'de 23 -11 -1341 tarih ve 669 numaralı kamunla yeniden kurulan ve 6 -7- 1927 de işe başlıyan Danıştay hakkımda başlangıçtan beri ruhsatlı yargı usulü uygulanmaktadadır.
TÜCCAR bk. Tacir.
TÜCCAR MEMURU [aim. Handlungsgehilfe. — fr. commis. — ing. mercantile employee].
Bir tacirin, ticari işlerle meşgul olduğu yerde yahut diğer bir mahalde, ona ait ticareti icra ile mükellef olen kimseye denir ( TK. 82; BK. 449 vd.).
TÜCCAR MÜMESSİLLERİ bk. Ticari mümessil.
TÜMEN MAHKEMELERİ bk. Askerî mahkemeler.
TÜRK HUKUK KURUMU 9/4/1934 tarihinde «Hukukçular Cemiyeti» adı ile teşkil edilip 23/11/1935 tarihinde «Hukuk İlmini Yuyma kurumu» adını alan ve 5 Nisan 1941 tarihinden beri «Türk Hukuk Kurumu» denilen müessese, tüzüğünün ikinci maddesinde gösterilen ülküye ulaşmağa ve Türk hukuk ideolojisini ger-çekleştirmiye çt.lışan bir cemiyettir. Merke'/i An-karadır.
Bu kurum 20 Mart 1939 ta inli kararname ile umumi menfaatlere hadim cemiyetler arasına girmiştir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ MERKEZ BANKASI [aim. Zentralbank der Tarkischen Republik — fr. Banque centrale de la Republique de Turquie. — ing Central Bank of the Turkish Republic).
Anonim bir ortaklık şeklinde otuz yıl müddet ve on beş milyon lira sermaye ile ve banknot çıkarma imtiyazını da haiz olarak tesis edilmiştir. Başlıca vazifeleri, iskonto fiyatını tesbit, para piyasasını ve tedavülünü tanzim etmek, hazine muamelelerini ifa eylemek, hükümetle müştereken Türk evrakı nakdiyesinin istikrarına matuf tedbirleri almaktır.
Bankanın merkezi Ankaradadır. Hisse senetleri nama yazılıdır. Hükümet Banka, sermayesinin yüzde yirmi beşine kadar bir miktara iştirak edebilir. Sermayenin yüzde on beşine hükümetin iştiraki mecburidir. Hazineye ait nakitler Merkez Bankasına tevdi olunur. Maliye Bakanlığının Banka üzerinde tetkik ve murakabe hakkı vardır (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası K. ve tadilleri ).
TÜRKLERİN HUKUKU ÂMMESİ bk. Türklerin kamu hakları.
TÜRKLERİN KAMU HAKLARI [aim. Grand-rechte der Türken. — fr. droits des citoyens tures).
Türklerin kamu hakları başlığı altında Anayasanın beşinci bölümünde sayılan hakların bir kısmı siyasi, bir kısmı medenî haklardır.
Milletvekili, il ve belediye meclislerine üye seçmek ve seçilmek, devlet memuru tâyin olunmak gibi haklar siyasidir. Bunları her vatandaş haiz olamaz, muayyen şartları vardır. Yabancılar bu haklara sahip değildirler.
Medenî hakları, siyasi hakların aksine olarak, yaş, milliyet ayırd edilmiyerek her fert haizdir. Bu haklar hayat, hürriyet,, eşitlik hakları gibi insanın içtimai hayata karışabilmesi iç)n haiz olması zaruri bulunan haklardır. Bunları yabancılar da haizdirler.
Sübjektif medenî haklar yahut hukuku medeniye ıstılahı bizde siyasi haklar yerinde kullanılmıştır. Bu, (Civique - siyasi) kelimesiyle (civil - medenî) kelimesinin karıştırılmasından ileri gelmiştir. Eski Ceza ve Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzda (m. 12) «hukuku medeniye» tâbiri «siyasi haklar» makamında kullanılmıştır. Siyasi hakları ve kamu haklarmı birden ifade için mer'î Ceza Kanunumuzda «hidematı âmme» denilmiştir ( CK.. 11). Aynı hata «Medenî Kanunumuz» da da yapılmıştır (M. 366, 368).
«Hukuku âmme» yahut «kamu hakları» tâbiri da ha umumidir Bütan siyasi hakları ihtiva eylediği gibi medeni haklardan bir kısmına da şamildir. Anayasanın beşinci bölümündeki hükümlere göre hürriyet, eşitlik, dokunulmazlık, vicdan, düşünce, kalem, neşir, seyahat, muhabere, akit, say-u amel. temellük, tasarruf, içtima, dernek, ortaklık, şikâyet hakları, şahıs, can, mal, ırz ve konut dokunulmazlığı Türklerin başlıca kamu haklarındandır.
TÜRK PARASINI KORUMA MEVZUATI [aim. Türkische Wahrungsschuzgesetze. — fr. legislation pour la protection de la monnaie turquej.
Türk patasının yabancı paralara nisbetle o!an kıymetini korumak, müstakar tutmak ve bu parayı her hangi bir spekülâsyon hareketine maruz bırakmamak hükümetçe alınan kararlar ve hazırlanan ihtiyaç liste, leridir.
Türk parasını korumaya matuf hükümleri ilk defa olmak üzere 1447 No. lu Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanununda bulmak mümkündür. Fakat asıl kambiyo murakabesi 25 Şubat 1930 tarihli ve 1567 No. lu kanunla ve buna dayanarak neşrolunan kararna-mtlerle başlamıştır Diğer kanunlar şunlardır :
Mevsuu K. No.
Türk paras nin kıymetini koruma kanununu
tadil eden kanun 3070
Türk parasının kıymetini koruma kanununun
müddetini temdit eden kanun 2l00
» » » » 2686
» » » » 3336
» » » 3974
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ RİYASET DİVANI bk. Riyaset divanı.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ bk. Büyük Millet Meclisi.
TÜZEL KİŞİLER bk. Hükmi Şahıslar.
TÜZÜK bk. Nizamname.
UHUDU ATÎKA bk. Kapitülasyonlar.
UKR Cukr) (Es. H.) 1 — Arazi i ukri:;ede arazi sahibine verilen hissedir.
2 — Kendisine şüphe veya nikâh-ı fasit ile mukarenet vukubulan kadına - tnehr-i müsemmasır.daıı zait olmamak üzere - verilen mehir-i misildir.
Cariyenin ukru, güzellikte muadili olan bir kadının mehri miktarıdır. Diğer bir kavle nazaran bikr iae kıymetinin onda biridir, dul ise yirmide biri miktarıdır.
UKUBET Cukübat) (Es. H.) Ceza ve azap demektir, ki darp ile, hapis ile, katı uzuv île veya recm ve katil ile icra edilebilir. Cemi «ukubat» tır, Ukubatta niyabet caiz değildir.
UKUD-U TİCARÎ VE bk. Ticari akitler.
ULAŞTIRMA BAKANLIĞI bk. Münakalât Vekâleti.
ULEMA Alimin cemidir. Âlim ilim maddesinden müştak olup bir şeyi olduğu gibi bilen kimse demektir.
örfte â|im bir ilim ve fenni incelikl.rine nüfuz
ederek bilen zata denir. Din âlimi, fizik âlimi, riyaziye
âlimi denince bu mâna anlaşılır.
Osmanlılarda din ilimlerini bilenlere ulema deni yordu.
ULUSAL BAYRAM VE GENEL TATÎLLER Ulu sal bayram falm. Nationalfeiertag, Nationalfest. — fr. fite nationale. — ing. national holiday]: yurt içinde ve dışında devlet adına tören ve kabul resmi yapılan Cumhuriyetin ilân edildiği Ekim ayının 29 uncu günüdür. Bayram ; bu ayın 28 inci günü öğleden sonra başlar, 29 uncu ve 30 uncu günleri devam eder. Resmi çalışmalar bu günlerde ve hususi çalışmalar da yalnız 29 uncn günü terk edilir.
Genel tatiller falm. Sonn • und Feiertagc; gesetz-lich (staatlich) anerkannte Feiertage. — fr. dimanehes et jours feries; fites ligales. — ing. holidays. — lât dies festus, dies sacer] : resmi ve hususi çalışmaların terk edildiği, yıl ve haftanın muayyen günleridir ki şunlardır :
a) Ulusal bayram günleri.
b) Zafer bayramı: İstiklâl savaşında son zaferin kazanıldığı 30 Ağustos günü (o gün askerî tören yapılır).
c) Ulusal egemenlik bayramı : 22 Nisan öğleden sonra ve 23 nisan günü.
ç) Bahar bayramı : Mayısın birinci günü.
d) Şeker bayramı: Şevval ayının 1, 2,3üncü günleri.
e) Kurban bayramı : Zilhicce ayının 10, 11, 12, 13 üncü günleri.
f) Yılbaşı günü falm. Neujahr, Neujahrstag. — fr. jour de Van. — ing. New Year's Day. — lât. inni-tium (principium) anni] : Aralık ayının 31 inci günü öğleden sonra ve Ocak ayının birinci günü.
g) Gençlik ve Spor bayramı : Mayısın 19 uneu
günü.
h) Hafta tatili (aim. Sonntagsruhe. — fr. repos dominical; repoa hebdomadaire. — ing. week - end} : Cumartesi günü saat 13 de başlamak, 35 saatten eksik olmamak şartiyle pazar günü.
Genel tatil günlerinin sonu cuma gününe tesadüf ettiği takdirde müteakip cumartesi günü bütün gün tatil yapılır (2739 ve 3466 No. K.).
UMMÂL Cununâl) (Es. H.) Devletin ümî, adlî, askerî, idarî, malî bilcümle umurunu tevelli eden zevat, yani devlet memur ve müstahdemleridir. Müfredi: «âmil» dir.
UMRÂ('umrS') (Es. H.) Mevhubünleh vefat edince vâhibe veya veresine avdet etmek şartiyle ömrü müddetince bir şey hibe etmektir.
Vahibin vefatı halinde vâhibin veresesine reddedil, mek şartiyle hibeye de «umrâ» denir.
UMULMIYAN HAL falm. Zufall. - fr. cas for-tuit. — ing. accident. — lût. casus].
Berçluya tamamen yabancı olan ve harici bir se. bepten ileri gelen ve borçlu için önüne geçmek imkânı olan hâdisedir. Borçlu için bu imkân yoksa hâdise «mücbir sebep» olur. Şu halde her mücbir sebep bir «umulmivan hal» dir. Fakat her «umulmıyan hal» mücbir sebep sayılmaz. Meselâ; amelenin grev yapması caiz olan bir memlekette grev keyfiyeti umulmıyan bir haldir. Çünkü işçilerin gündeliklerini artırmak veya çalışma şartlarını hafifletmek suretiyle fabrika sahibi bunun önüne geçebilirdi.
Fakat, eğer grev umumi bir mahiyet almış, yani fabrika sahibinin yapacağı her hangi bir fedakârlıkla önüne geçilmesi imkânsız bulunmuş ise, «mücbir sebep» husule gelmiş olur. bk. Mücbir sebep.
UMUMA AÇIK YER [aim. öffentlicher Ort, Öf.
fentlichkeit, öffentliches Lokal......- fr. lien public.— ing.
open to the public; public place.— lât. publicis usibus destinatus locus].
Halkın ücretli veya ücretsiz girebileceği örtülü veya çevrili yerlerdir: kahve, otel, İ9ta»y0n, tiyatro, sinema vesaire gibi.
UMUMA AÇIK YER — UMUMİ HUKUK
347
Kanunlarımız aynı mefhumu ifade için bazan «umumî», « umuma mahsus» ve «umumun girebileceği» tâbirlerini de kullanmıştır (CK. 153, 540, 568, 570, 57i, 574, 575; Umumi Hıhıssıhha K. 261).
UMUMÎ ADABA MUGAYİR FİİLLER [aim. Sitt-lichkeitsdelikte; Verstösse gegen die Sittlichkeit — fr. outrage aux bonnes moeurs; outrage public â la padeur. — ing. indicent assault; immoral offense.— lât. delicto contra bono s mores (contra pudorem)].
Cebren ırza geçmek, ırza tasaddi, alenen hayasızca vaz' ve hareketlerde bulunmak veya o suretle cinsi münasebette bulunmaktır (CK. 414 - 419 ). bk. Adab-ı umumiye aleyhine suçlar.
UMUMİ AF bk Af.
UMUMİ EMNİYET [alnı. öffentliche Sicherheii — fr. securite publique. — ing. public security].
Fertlerin hayat, çalışma, mülkiyet vesaire gibi bütün âmme hüriyetlerinin ve haklarının her türlü tecavüzlerden masun bulunması, maddi âmme intizamının kurulmuş ve her türlü tecavüzlerden muhafazesınin temin edilmiş olmasıdır,
UMUMİ HARP (Birinci Dünya Harbi) [aim Weli-krieg.— fr. guerre mondiale. — ing. World War].
İktisadi, siyasi ve içtimai neticelerden ve hemen bütün dünya milletlerinin iştirakinden dolayı dünya veya eihan harbi de denilen bu harD, 2 Ağustos 1914 de başlamış ve 11 Kasım 1918 de bitmiştir (Sulh muahedeleri 1919 - 1920 haziranı arasında imzalanmıştır).
UMUMİ HEYET (aim. Gentralversammlun. g, Haupt-versammlung, Mitgliederversammlung, Geseüschajter. versammlung. — fr, assemblie generale. — ing. general assembly /.
I — Dernek ve şirketlerde:
1 — Umumi heyet dernek ve şirketlerde kanun ve esas mukavelenameleri mucibince oy hakkını haiz üyelerden teşekkül eden heyettir.
Umumi heyet, dernek veya şirketin en yetkili jir uzvu olup kanun veya esas mukavelenamesine göre diğer bir uzva tevdi edilıniyen bütün hususlar hakkında karar verir. «İdare meclisi » üyelerini ve «mürakipler» i seçer.
2 — Anonim şirketlerde üç türlü umumi heyet vardır:
a) Tesis umumi heyeti (aim. Griindungsgeneral-v rsammlung, Versammlung der Aktienzeichner. — fr. assemblie des souscripteurs] : bu heyet, tedricen teşekkül eden anonim şirketlerde, hisselerin tamamı taahhüt ve en az dörtte biri tediye edildikten sonra bütün hisse sahiplerinin iştirak edebileceği bir heyettir (TK. 289).
b) Adi umumi heyet [aim. ordentliche General-versammlung. — fr. assemblie generale ordinaire] ; bu heyet, anonim şirketlerin yıllık hesaplarını ve vapı-lan işleri tetkik »e tasdik için, her hesap devresinin sonundan itibaren en çok üç ay içinde idare meclisinin daveti üzerine toplanır. Adi umumi heyet, idare meclisi ve mürakip raporlarını ve bilârço ile kâr ve zarar he saplarını tetkik ve tasdik ile idare meclisi üyelerinin ve mürakiplerin ibrasına karar verir (TK. 361),
c) Fevkalâde umumi heyet [aim. ausserordentltche Generalversammlung.— fr. assemblie generale extraordinaire] : her hangi bir zamanda görülecek lüzum üzerine ve idare meclisinin veya mürakiplerin daveti ile toplanan umumi heyetlere denir.
Umumi heyetlerde Ticaret Bakanlığı namına komiser hazır bulunur (TK. 361- 398, 468, 481; TK. Tatbik K. 13).
II — İktisadî Devlet Teşekküllerinde : 1460 sayılı kanuna tabi olan iktisadî Devlet Teşekküllerinin başında bulunan tek heyet. Bu Umumi Hu-yet, Başbakanın veya Bakanlardan tevkil edeceği bir zatın başkanlığı altında Maliye, Ekonomi, Ziraat ve Ticaret Bakanlariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Bütçe, Adalet, Sayıştay, Maliye, Ekonomi, Ziraat ve Ticaret komisyonları reis ve reis vekilleri, mazbata muharrirleri ve kâtiplerinden, bu komisyonların her teşriî yıl için kendi üyesi arasından seçecekleri beşer zattan, Sayıştay birinci reisi ile Umumi Murakabe Heyeti reisi ve bu kanun hükümlerine tabi teşekküllerle sermayeleri bir mi iyon Türk lirasından fazla olan millî bankaların idare meclisi reis ve umum müdürlerinden terekküb eder. Başbakanın davetiyle toplanan ve toplantı günü bir ha ita evvel ilân olunan bu Umumi Heyetin toplantı nisabı mürettep adedin mutlak ekseriyetidir vb kararlar mevcudun ekseriyetiyle verilir. Bu Umumi Heyetin vazife ve salâhiyeti, teşekküllerin umumi faaliyetini tertip ve tanzim ve uınumi murakabe heyetinin çalışmalarını ve her teşekkülün bilançosiyle kâr ve zarar hesaplarını tetkik etmek ve gerek bu hususlarda ve gerek teşekküller tarafından kurulmuş müesseselerin Hükümetçe vukubulacak tekli; üzerine şirket haline getirilmesinde kararlar vermektir. Bu kararlar mucip sebepleriyle birlikte bastırılarak B. M. Meclisi üyesine dağıtılır.
UMUMİ HIFZISSIHA HUKUKU [aim. Sozial-gcsandheitrecht. — fr. legislation sur l'hygiene publique. — ing. public health legislation/.
Şehiı, kasaba ve köylerle buralarda yaşıyanların sağlığını ve bu bakımdan selâmetini göz önünde tutan hukuk kaideleridir (Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Sureti İcrasına Dair K. ; Etıbba Odaları Nz.; Hususi Hastahaneler K.; Kodeks K.; Eczacılar ve Eczahaneler Hakkında K.; Umumi Hıfzıssıha K. ).
UMUMİ HUKUK [aim. Allgemeines, Recht; Gemeines Recht. — fr. Droit Commun. — ing. Common Law J.
« Umumi hukuk » müteaddit memleketler arasında aynı metinde olmak üzere müştereken ayrı ayrı kabul edilmiş hukuka denir: Alman devletinin 1870 tarihinde teessüsünden evvel Alınan hükümetleri tarafından umumi hukuk olarak Ticaret Kanununun kabul edilmesi gibi,
Almanya'da Alman medenî kanununun 1900 tarihinde meriyete girmesinden evvel mahallî kanunları tamamlayıcı mahiyette tatbik edilen Roma hukukuna «Gemeines Recht» yani müşterek hukuk veya pandekt hukuku denilirdi.
lngilterede meri objektif medenî hukuka «Common Law» yani «umumi hukuk» denilir. Bu üç «umumi hukuk» mefhumu ayrı ayrı mahiyettedir.
348
UMUMİ İDARE — USUL
umumi İdare bk. İllerin umumi idaresi. I
UMUMİ İSTİFADE HAKKI [aim. Gemeinge-brauchsrecht, öffentliches Gebrauchsrecht. — fr. droit d'usage public; droit banalf.
Kamu tüzelkişilerine ait umumi malların, tahsis şekli ve cihetine göre, fertler tarafından kullanılması yetkisidir. Yollardan geçmek, meydanlarda durmak, parklarda gezmek ve oturmak gibi istifade hakkı kamu hukukundan doğan ve kamu hürriyetleri mahiyetinde bulunan bir yetki olduğu için idare tarafından zabıta tedbirlerinden başka ve bilhassa muayyen fertleri istihdaf suretiyle takyit edilemez.
UMUMİ MAĞAZALAR [aim Lagerhaus. — fr. magasins generaux. — ing. bonded warehouses].
Ekseriya gümrük resmi henüz verilmemiş malları muhafaza etmek üzere alan ve bunlar mukabilinde rehin senedi (varant) [aim. Lagerpfandschein, Warrant. — fr. varant — ing. warrant] ve makbuz ( depo ) senedi (resepise) [aim, Lagerschein. — fr. recepisse. — ing. warehouse - receipt) denilen vesikaları vermiye mezun bulunan müessesedir.
Bu senetler emre muharrer olup birlikte veya ayrı ayrı ciro ve teslim suretiyle devredilebilir.
Makbuz senedinin eirosu temsil ettiği mallar üzerindeki mülkiyetin naklini ve varantın cirosu sadece inallar üzerinde rehin hakkı tesisini ifade eder.
Makbuz senedi varanttan ayrı olarak ciro edilmiş ise varant hâmilinin rehin hakları mahfuz kalmak şartiyle mülkiyet intikal etmiş olur (TK. 797 vd.).
UMUMİ m VKKEMELER bk. Adliye makkemeleri.
UMUMİ MENFAATLERE HADiM CEMİYETLER
[aim. gemeinnützige Vereine.— fr. associations de l'uti-lite publique. — ing. associations of public utility].
Devlete ait vazifelerin itasına yardım etmek ve hiç bir hususi maksat takip etmiyerek hizmetlerini kamu menfaatlerine hasreylemek üzere kurulan cemiyetlerdir. Diğer cemiyetlerden farklı imtiyaz ve muafiyetleri haizdirler. Bunların bu suretle teşekkülleri Danıştayin kararı üzerine Bakanlar Kurulunea tasdik edilmek şarttır (Kızılay, Türk Hava, Çocuk Esirgeme, Türk Hukuk Kurumları) gibi (Cemiyetler K. 37).
UMUMl MUKAVELE [aim. Tarifvertrag, Gesamt. arbeitsvertrag, Kollektivvertrag. — fr. contrat colleetif de travail].
Muayyen işlerde, iş sahibi kimseler veya cemiyetlerle, yani «iş verenler topluluğu» ile işçiler veya cemiyetleri, yani « işçiler topluluğu » arasında umumi iş şartlarını tâyin etmek ve akit taraflara mensup iş verenler ve işçilerin aralarında yapacakları hususi iş mukavelelerine mecburi esas teşkil etmek üzere akdedilen anlaşmadır (BK. 316 ve 317).
UMUMl MUTABAKAT BEYANNAMESİ bk. Mutabakat beyannamesi.
UMUMl MÜFETTİŞLİK (aim. Generalinspektıon.
— fr. inspectorat general (pour certains departements).
— ing. Inspector - Generalship].
Müteaddit illeri alâkalandıran ve illerin müşterek faaliyeti ile izalesi kabil olan ihtiyaçlar çıktığı zaman hu iller mıntakasında Hükümetçe ihdas ve bu ihtiyaçlar zail olduktan sonra ilga edilen muvakkat ve arızi teşkilâttır.
Umumi müfettişlikleri ihdas ve ilga yetkisi hükümete 15 Haziran 1927 tarih ve 1164 No. lı kanunla verilmiştir; bu teşkilât devletin normal ve idari teşkilâtına dahil değildir. Umumi Müfettişlik ihdas edilen yerlerde valilerin bir kısım vazife vs yetkileri Umumi Müfettişe intikal eder ve bu bölge valileri Umumi Müfettişin emir ve nezareti altında bu vazifeleri görürler.
UMUR-U NAFİA bk. Nafia İşleri.
UMUR-U TEVLİYET ( umür-i tavlivat) (Es. H.) Mütevelli tarafından yapılması lâzım gelen işlerdir.
UNSUR [aim. Element, Merkmal, Voraussetzung, Begriffsmerkmal, Tatbestandsmerkmal, Tatbestand. — fr. element. —ing. element].
Gonel olarak : bir şeyin teşekkülü için lâzım olan şart veya parçal&ra denir. Buna göre unsur, eşyanın esasını teşkil eder ve bu esas olmaksızın o şey mevcut olmaz.
Hukukta: her hangi bir hukuki hâdisenin vücut bulması için zaruri sayılan şartlardır. Meselâ, hâkimiyet, devletin bir unsurudur. Çünkü hâkimiyeti tamamen veya kısmen haiz olmıyan siyasi bir topluluk devlet sayılamaz.
Hususi hukukta : bir şey telef veya tahrip yahut tağyir edilmedikçe kendisinden ayrılması mümkün olmıyan mütemmim cüzüler o şeyin unsurlarıdır (MK. 619).
Ceza hukukunda : iki kısımdır :
a) Maddi uusur ; suçu teşkil eden maddi fiil, hareket veya ihmallerdir.
b) Manevi unsur : fiili işliyen veya ihmali yapanın kast, taammüt gibi iç hallerine taallûk eden şartlardır.
UNVAN-I TİCARET bk. Ticaret unvanı.
URUZ (cıırüz)(Es. H.) «Arz» ın cemi olup nukut ve hayvanattan ve mekilât ve mevzuattan ve akardan başka olan meta' ve kumaş ve emsali şeylerdir.
Masa, sandalya, kitap, elbise, yorgan, yatak uruz kabilindendir.
«Arz» bazen yalnız hayvan ve akara mukabil olarak istimal olunur ki bu suretle arz mekilât ve mevzuata dahi şamil olur.
USUBET-I MÜŞTEREKE (Feraizde) ('uşübat-i mıışlaraka) (.Es. H.) Muayyen sehim sahipleri hisselerini aldıktan sonra iki veya daha ziyade kimse birlikte asabe olup kalanı almalarıdır. Meselâ: aşağıda görüldüğü üzere müteveffanın bir karısı ve bir anası ve bir kızı ve bir oğlu kalsa sehimleri muayyen olan karı ile ana hisselerini aldıktan sonra geri kalan sehimler oğul ile kıza ikili birli taksim olunur.
3 (1) 4 (1) 17
Sümün 8 Südüs 6 1--2
Mes ı--------------ele
51
Karı Ana Kız Oğul 24
9 12 17 34 x 3
72
USUL I — [aim. Vorfahren. Aszendenten, Ver-wandte aufsteigender Linie. — fr, ascendants. — ing. ancestors. — lât. ascendentes) : bir kimsenin ana ve babası istikametinde ve hat-tı müstakim üzere yukarıya doğru olan bütün kan hısımlarını ifade eder. Meselâ, baba ve ana ile onların anaları ve babaları gibi.
II — ( usûl ) ( Es. H.) «Asb ın cemidir. Asıl, lügatte bir şeyin varlığının dayand ğı temeldir :
usul — ücret
349
1 — İptina hissî veya aklî olur. Meselâ ağacın dallarının köküne ve binanın temeline iptinası iptina-yı hıssî ; medlulün delile ve malûlün illete iptinaları iptina-yı aklîdir.
2 — Hasep ve nesep mânasına gelir ki, soy tâbir olunur. Bu mânaca bir adamın asılları ana, baba ve bunların ana ve babaları., ilh. dir.
3 — Fukahâ ve usuliyûn ıstılahında birçok mânalara ıtlak olunur :
a) Delil manasınadır. * Bu meselede asıl örftür » denir ki « delil örftür » demektir.
b) Kaide-i külliye manasınadır. Kaide-i külliye mevZuunun bütün cüzülerine muntabık olan küllî kaziyedir. Ahkâm-ı cüziyeye füru' ve bu hükümlerin istihracına tefri' denir.
c) Râcih ve evlâ manasınadır: « Beraat-ı zimmet asıldır, sıfat-ı arızada aslolan ademdir, emri i hadisin akrep.i evkafına izafesi asıldır, kelâmda aslolan mâna-yi hakikîdir » cümlelerinde olduğu gibi.
USUL HUKUKU /aim. Verfahrensrecht, Prozess-recht. — fr. Droit de procedure. — ing. Law of procedure).
Genel mânasiyle bir hakkın kazai kuvvet önünde ne suretle talep, müdafaa, istihsal ve temin olunacağını tâyin eden usul ve şekillere ait kaidelerdir. Ceza ve hukuk işlerinde her birisi için ajrı usul tanzim ve kanunlarla tâyin ve tespit edilmiş olduğu gibi hususi kaza mercileri için de ayrıca hususi usul vazedilmiştir.
Ceza muhakeme usulleri [alın. Strafprozess.— fr. procedure penale], maddi ceza hukukunun prensip'erini bozanlara karşı uygulanacak cezayı tâyin ve aynı zamanda haksız mahkûmiyetlere meydan vermemek için Devlet tarafından ihdas edilmiş muhakeme usulüdür. Binaenalevh Ceza muhakemeleri usulü şekle ait bir ceza hukuku ve bu itibarlı şekle ait bir kamu hukukudur. Bununla devlet maddî ceza hukukunu ihlâl edenlere karşı tatbik edeceği cezayı tâyin ederek kamu menfaatleri temin eder.
Hukuk Muhakeme Usulü [aim. Zivilprozess. — fr. procedure civile.— ing. civil procedure/ ise, sırf hususi menfaatleri nazara aldığından, devlet bu menfaatlerin muhafaza ve vikayesini taraflara terk etmiştir. Hukuk Muhakeme Usulünde şekle ait meseleleri dâvada taraflar beyan ve iddialarında izhar ederler. Binaenaleyh hukuk muhakeme usulü hususi hukuka taallûk eden bir hukuk şubesidir.
Her iki usul hukuku, mahkemelerin t şkilâtmı, vazife ve yetkilerini, tahkikatın şekil ve safahatını ve tarafların hak ve mükellefiyetlerini, delil ve subut vası-
talarını ve hükümlerin infaz usullerini ihtiva eder (CMUK.; Askerî Ceza Muhakemeleri Usulü K. ; Hukuk Muhakeme Usulü K. ).
USULSÜZ TEVDİ [aim. Summendepot, irregula-res Depot, unregelmassiger Verwahrungsvertrag. — fr. depot irregulier. — lât. depositum irregulare].
Muhafaza edilmek üzere verilen şeyin mislen geri verilmesi hususunun sarahaten veya zımnen kararlaştırılmış bulunması halindeki tevdidir : bir miktar paranın açık olarak verilmesi gibi. Burada hususiyet vedia olarak bırakılan mala ait nefi ve hasarın müstevda'a ait olmasıdır (BK. 472).
UYRUKLUK bk. Vatandaşlık.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ bk. İhtilâf mahkemeleri.
UYUŞTURUCU MADDELER /aim. Betaubungsmit. tel. — fr. stupefiants. — ing, narcotic substances; narcotics].
Morfin, kokain, ekgonin, topokokain, dikodit, dilodit, asedikon, afyon ve esrar gibi maddelerdir. Bunların bazısının ithal veya ihraçları ve memleket içinde satışları Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının murakabesine tabi ve bazısının da memnudur (CK. 403 -408; U,uşturucu Maddeler Murakabesi Hakkında Kanun No. 1933).
Devletlerin esaslı haklarından biri olan ticaretin serbestisi kaidesine muhalif olarak afyon, kokain, vesaire gibi maddelerin yalnız tıbbî ve fennî ihtiyaçlar için devletlerce ötedeDberi alınıp satılması terviç edilmiş ve bü maddeler için yapılan mücadeleler neticesinde 23 Aralık 1912 tarihli Lahey mukavelenamesi ve Milletler Cemiyetinin teşekkülünden sonra onun himayesi altında Cenevre'de muhtelif mukaveleler akdedilmiştir.
UZLAŞMA [aim. Aussöhnung, Versöhnung, Schlichtung, Vermittlung. — fr conciliation. — ing, reconciliation].
Devletler arasında zuhur eden ihtilâfların sulh yolu ile hallini kolaylaştırmak için, ilgililerin, bir milletlerarası mahkemeye veya hakeme tevdi etmek istemedikleri ihtdâfları daha ziyade siyasi mülâhazalarla uzlaştırıcı bir hal suretine varteak olan, bir «uzlaşma komisyonu »na havale ederek anlaşmaya varmalarıdır.
UZUV [aim. Organ,— fr. organe.— ing. organ/.
Tüzel kişilerin kanun ve statülerine göre iradelerini izhara yetkili bir veya mütaaddit şahıslardır. Bunlar tek bir şahıs veya bir meclis olabilirler : vali, belediye reisi, bir şirketin idare meclisi, tesisin idare heyeti gibi.
u
ÜCRET [aim. Gehalt, Lohn, Honorar, Gage. — fr. salaire, honoraire, gages de Vequipage. — ing. salary, fee, pay, wages, remuneration. — lât. pretium, honos, praemiumj.
1 — (AH) Devletin tâli ve muvakkat hizmetlerin-
de çalışan ve devlet sicilinde mukayyet olması mecburi olmamakla beraber Memurin Kanununun yalnız mezuniyet mevzularında mahdut istifadelere mazhar kılınan müstahdemlere verilen aylık paradır.
2 — (HH) Bir hizmet veya vekâlet akdi dolayı-
350 ÜCRET
siyle ila edilen hizmet veya yapılan fikrî mesai mukabilinde hizmeti veyn fikri mesaiyi yapan şahsa verilen bedel, yahut tazminattır ; müstahdemlere verilen aylıklar ve serbest sanat mensuplarına mesaileri mukabilinde tevdi edilen paralar gibi.
3 — (Ucrat) (Es. H.) Kira, yani menfaat bedeli demektir. Bir evin kirası, bir amelenin yevmiyesi gibi.
ÜCRETİ MÜECCELE (ucrat-i mu'aceala) (Es H.) Icare-i müeceele tâbirinin müradifidir.
ÜÇÜNCÜ ŞAHIS [alm.dritte Person, Drittperson, Dritter. — fr. tierce personne. — ing. third person (party). — lât. tertius).
Bir akitte, veya dâvada, yahut icra takibinde taraflardan olmıyan şahıstır (BK. 109-112; HMUK. 49. 58 ; İc. İf. K. 99 -102).
ÜÇÜNCÜ ŞAHIS LEHİNE ŞART falm. Vertrag zu. Gunsten Dritter. — fr. stipulation pour autrui. — ing. contract for benefit of third person].
İki kimse arasında yapılan bir mukaveleye konulan bir şarttır ki, buna nazaran borçlu taahhüdünü akde iştirak etmiyen üçüncü bir şahsın menfaatine icra etmeyi kabul eder. Bunun hususiyeti mütalebe hakkının, asıl olarak, âkide ve edayı kabul hakkının da üçüncü şahsa ait olmasında gözükmektedir (BK. İli; TK. 997).
ÜÇÜRDÜM Üçer tümden bozmadır. Deniz ticaretinde masraf çıktıktan sonra temettüün sermaye ve tayfa arasında üçe taksimi demektir.
ÜLKE {aim. Staatsaebiet, Territorium. — fr. ter-riioire, — ing. territory].
Devleti teşkil eden unsurlardan biri oiup muayyen olan hudutları içinde yalnız ona sahip olan devletin hâkimiyeti câridir; Ülke kara, deniz, su ve havadan mürekkeptir.
a) Kara ülkesi: toprağın üstünü ve altını, vatandaşlara ait olan hususi mülklerin hepsini ve âmme emlâkini ihtiva eder.
b) Deniz ülkesi: denizin, ülkenin sahibi olan devlet hâkimiyetine mutlak bir surette tabi bulunan kısımlarını ihtiva eder. Ezcümle, kapalı iç denizler ( etrafındaki topraklar bir tek devlete ait olmak şartiyle), limanlar, koylar, kanallar deniz ülkesinin birer cüzüdür. Kara suları üzerinde devletin hâkimiyetini tanı ve mutlak olarak kabul etmiyenler de vardır. Her devletin muhakkak surette bir dtniz ülkesine malik olması ieab-etmez, İsviçre gibi.
c) Su ülkesi: gölleri, nehirleri ve her türlü su birikinti ve akıntılarını ihtiva eder. Göl veya nehir birden ziyade devletin toprakları üzerinde bulunuyor veya iki devleti yekdiğerinden ayırıyorsa, bu devletten her birine kendi toprakları üzerinde bulunan kısım ait olur.
ç) Hava ülkesi: toprağın üzerinde yükselen hava sahasının devletin ülkeleri arasına dahil edilip edilmi-yeceği hususunda iki zıt görüş vardır: bunlardan birincisi havayı aynen toprak gibi devletin mutl-îk hakîrni-vetine tabi addtdiyor ve hava ülkesinin mevcut olduğunu söylüyor. İkincisi, havanın açık dftuiz gibi tamamen serbest olduğunu iddia ediyor ve hava ülkesinin mevcudiyetini inkâr eyliyor. Umumi temayül bu iki ifratkâr
- ÜNİVERSİTE
fikrin telifi yolundadır: toprağa sahip olan devletin hava üzerine de yalnız kendisine mahsus bazı haklara malikiyeti lüzumu inkâr edilmemekle beraber milletlerarası münakalenin kolaylığı ve selâmeti bakımından, devletin emniyetini tehlikeye koymamak şartiyle havalarda seyr ii seferin serbestisi prensibi esas kaide olarak kabul olunuyor.
ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜNE RİAYET Bir devlet ülkesinin sınırlarını değiştirerek hâkimiyeti altındaki yerlerden bir kısmını cebren e'e geçirmiye teşebbüs edilmiyeceğini taahhüt ve bu taahhüde sadakat, o devletin ülke bütünlüğüne riayet etmektir.
1856 tarihli Paris Muahedesiyle, Avrupa devletleri manzumesine dahil devletler Osmanlı İmparatorluğunun ülke bütünlüğünü teminat altına almışlardı. Eski Milletler Cemiyeti Misakının onuncu maddesinde de, âza devletlerin hal i hazırdaki (1919) ülke bütünlüklerine ve siyasi istiklâllerine bütün cemiyet azaları tarafından riayet edileceği ve dışardan gelecek her tecavüz karşısında da bunlar tarafından korunacağı tasrih olunmuştur.
ÜLTİMATOM [aim. fr. ing. Ultimatum].
Bir devletin, diğer bir devlete, isteklerini kabul etmediği takdirde cebri vasıtalara (silâh kuvveti, iktisadi tazyik..) tevessül edeceğini bildirmesidir.
ÜLÜL-EMR (ulııl-anır) (Es. H.) Emir sahipleri demektir. İstılahta, müslümanların salâhiyettar olan ümerasına ıtlak olunur. Halifelere, kadılara, kumandanlara şamildir.
ÜMMEHAT-ÜLELVAT (ummahât-ul.avlad) (Es. H.) Müstevledeler demektir. Yani mevtalarının lirasından ikrarlarına mukarin olarak çocuk doğurmuş olan cariyelerdir. Müfrcdi «üm-mül-veled» tir.
Üm-mul-veled, mevtasının milkinden ıtaktaa başka bir veçhile çıkarılamaz ve mevlâsı ölünce vereseye bir bedel vermek için siayete muhtaç olmaksızın derhal azat olur.
ÜMMİYYAT (ummîyyât) (Es.H.) Ana tarafında» olan sahih ceddelerdir: ananın anası, ananın anasının anası gibi.
ÜM-MÜ VELED (umm-i valad) (Es. H.) bk. Üm-mehat-üj-evlât,
ÜNİVERSİTE [aim Universitat.— fr. üniversite.— ing. University ]
Yüksek ilmî tetkik ve araştırmalar yapan ve bu ilimleri tedris eden fakültelerle bunlara bağlı enstitülerin vesair müesseselerden aynı mıntakada bulunanların müşterek bir idare altıuda toplanmaları;/le meydana gelen yüksek ilim müessesesidir. Bizde Üniversiteler; fakültelerden, enstitü okul ve bilimsel kurumlardan oluşmuş özerkliği ve tüzelkişiliği olan yüksek bilim, araştırma ve öğretim birlikleridir. Her üniversitenin genel özerkliği ve tüzelkişiliği içinde, o üniversiteyi oluşturan fakülteler de bilim ve yönetim özerkliğine ve tüzelkişiliğe sahiptirler. Üniversite organları Senato, Üniversite Yönetim Kurulu ve Rektör ; fakültelerin organları ise, genel Kurul, Profesörler Kurulu, Yönetim Kurulu ve Dekandır. Üniversiteler arasında koordinasyonu sağlamak mâksadiyle bir Üniversitelerarası Kurul da vardır. Millî Eğitim Bakanı, üniversitelerin başı sıfatile
ÜNİVERSİTE - VA'T
üniversiteleri, fakülteleri ve bunlara bağlı kurumları Hükümet adına denetler. Üniversiteler birer katma büt çe ile yöneltilir (Üniversiteler K.).
ÜS [aim. Stützpunkt. — fr. base.— ing. base].
Kara, deniz ve hava orduları hareket ve faaliyetlerinin dayandığı ve ikmallerinin, yapıldığı yerlerdir. Buna «Üs-sül'hareke» , «Üs-sü bahri», (deniz üssü) «Üs-sü havai» (Hava üssü) de denir.
ÜST HAKKI [aim. Baurecht (Is.), Oberbaurecht, Erbbaurecht {Al.). — fr. droit de superficie. — ing. right to build over another's property. — lât. superficies ].
Başkasının arsasının altında veya üstünde inşaat ve imalât yapmak veya ona bir şeyi devamlı bir surette birleştirme veya onun üzerine bir şey dikmek hakkını veren bir aynî haktır.
ÜVEYLİK [aim. Stiefverwandtschaft. — ing. step-relationship].
Kan ve sıhriyet hısımlığının yanı başında bir de üvey hısımlık veya üveylik mevcuttur ki, kanunlarımız bunu şimdiye kadar bir terime bağlamamıştır.
Meselâ, eşlerden her birinin daha evvelki evlenmelerden sahip olduğn çocuklar diğerine ve onun kan hısımlarına nazaran bu mahiyette üvey hısım olup bu, yukarıki iki türlü hısımlıktan tamamen ayrıdır.
Üvey kardeşler birbirleriyle evlenebildikleri halde ana baba üvey evlâtlariyle evlenemezler.
Ana veya baba bir kardeşler hısımlık münasebetine üvey kardeş denmekte ise de bu kardeşler arasında kan hısımlığı bulunduğu için bu kullanış doğru değildir.
ÜYE bk Âza.
V
VÂDE bk. Ecel.
VADELİ ALIŞ VERİŞ [aim. Zeitgeschaft, Ter-mingeschâft, Differenzgeschâft. — fr. marcht â terme, march e differentiel. — ing. time bargain].
Satış akdinin hususi bir nevidir ki, burada satan ve müşteri gerek semeni ve gerek satılanı tâyin etmekle beraber taahhütlerini hemen değil, kararlaştırdıkları bir müddetin geçmesinden sonra yerine getirmeyi taahhüt ederler. Bu gibi satışlar muteberdir. Fakat tarafların maksadına göre, mevzuunun münhasıran fiyat farkından ibaret olduğu anlaşılırsa kanun, bu satışta kumar ve bahis vasfını gördüğü cihetle, akde lüzum izafe etmez (BK. 504).
VAHİD-I FİYAT / fr. prix d'unite].
İmalât ve inşaat gibi vahid-i kıyasîlere irca ve taksimi kabil işler için tanzim edilen keşif cetvellerinde birbirinin aynı olan işlerin uzunluk, satıh, hacım ve sayı itibariyle her birinin vah id i kıyasîsiae tekabül eden iş hakkında tâyin edilen fiyattır. Bu fiyat her bir vahid-i kıyasîye tekabül eden işin yapılmasına muktazi malzeme fi)atı, amele ücreti, nakil masrafı ve müteahhit kârı gibi masraflar gözönünde tutularak tespit olunur. Vahid-i fiyatın tespitine âmil olan bu unsurların müfredatını gösteren cetvele «tahlil-i fiyat cetveli» denir.
İmalât ve inşaat taahhütlerinde taahhüt bedeli ekseriyetle vahid-i fiyat esası üzerinden tâyin olunur. Her bir işin vahid-i fiyatı akitler arasında kararlaş. tırılır. İşin icrasında her cins iş ölçülür. Vahid i fiyatlar bu ölçülere göre çoğaltılarak müteahhide ödenecek para miktarı bulunur. Bu gibi mukavelelere «vahid-i fiyat üzerine mukavele» denir ki aksi «götürü pazarlık» dır. Birincilerde vahid-i fiyat akdin esaslı unsurunu teşkil, ettiği halde götürü pazarlıkta taraflardan biri taahhüt bedeli tespit için böyle bir cetvel yapmış ise bu cetvel bedel tâyininde «saik» mahiyetini arz eder.
VÂHİP (Es. H.) Hibe eden kimsedir.
VAİT [aim. Versprechen, Schuldversprechen.— fr. promesse. — ing. promise. — lât. promissio].
Akit yapma vadi bir şahsın ilerde bir mukavele yapmak taahhüdünde bulunmasıdır. Akitlere ait olan hükümler, akit vaitlerine de tatbik olunur. Bu halde bir kimsenin ilerde kefalette bulunacağına dair olan vadide kefalet akdi gibi yazılı olmak lâzımdır. Bir gayrimenkulu satmak vadi de tıpkı gayrimenkulun satışı gibi resmi senetle yapılmak gerektir. Gayrimekulün satışı vadi noter tarafından tanzim edilen senede dayanıyorsa bu senet do resmi sayıldığından, vait muteberdir. Alacağın temliki ancak yazı ile yapıldığı halde muteber iken alacağın temliki vadi umumi kaideye istisna teşkil etmek üzere, şifahi olarak da yapılabilir. Bağışlama vadi de yazılı olmadıkça muteber sayılmaz, halbuki bağışlamanın yazılı olması şart değildir.
İlân suretiyle bir iş veya şey mukabilinde bir bedel ödemeyi vadetmek aleni bir taahhüt olup taahhüdün yerine getirilmesi icap eder. İş veya şey yapılmadan vaitten cayılırsa cayan vadettiği bedeli aşmamak üzere diğer tarafın iyi niyetle yaptığı masrafları ödemeğe mecburdur.
Evlenme vadi bir şahsın diğerine kendisi ile evleneceğini taahhüt etmesidir. Bu taahhüt vadedeni bağlamaz, yani vadeden mutlaka evlenme akdini yapmağa mecbur değildir, ve yapmadığı halde evlenme memuru, evlenme vadine dayanarak evlenme akdini yapamaz (BK. 8, 22, 163, 213, 238; MK. 97 vd.).
VAT (va'd) (Es. H.) Bir kimsenin bir şeyi müstakbel zamanda yapacağını beyan etmesidir ki söz ver. mek demektir ve iki kısımdır:
a) Va't-i muallak (va'd-i mu'allak) «Filân adam senin alacağını vermezse ben veririm» demek gibi sözdür ki «kefalet» olur.
b) Va't-i mücerret (va'd-i tnucarrad) «Filân kimsenin borcunu öderim» demek gibi sözdür.
ÜNİVERSİTE - VA'T
üniversiteleri, fakülteleri ve bunlara bağlı kurumları Hükümet adına denetler. Üniversiteler birer katma büt çe ile yöneltilir (Üniversiteler K.).
ÜS [aim. Stützpunkt. — fr. base.— ing. base].
Kara, deniz ve hava orduları hareket ve faaliyetlerinin dayandığı ve ikmallerinin, yapıldığı yerlerdir. Buna «Üs-sül'hareke» , «Üs-sü bahri», (deniz üssü) «Os-sü havai» (Hava üssü) de denir.
ÜST HAKKI [aim. Baurecht (İs.), Oberbaurecht, Erbbaurecht (Al.). — fr. droit de superficie. — ing. right to build over another's property. — lât. superficies ].
Başkasının arsasının altında veya üstünde inşaat ve imalât yapmak veya ona bir şeyi devamlı bir surette birleştirme veya onun üzerine bir şey dikmek hakkını veren bir aynî haktır.
ÜVEYLİK [aim. Stiefverwandtschaft. — ing. step-relationship].
Kan ve sıhriyet hısımlığının yanı başında bir de üvey hısımlık veya üveylik mevcuttur ki, kanunlarımız bunu şimdiye kadar bir terime bağlamamıştır.
Meselâ, eşlerden her birinin daha evvelki evlenmelerden sahip olduğn çocuklar diğerine ve onun kan hısımlarına nazaran bu mahiyette üvey hısım olup bu, yukarıki iki türlü hısımlıktan tamamen ayrıdır.
Üvey kardeşler birbirleriyle evlenebildikleri halde ana baba üvey evlâtlariyle evlenemezler.
Ana veya baba bir kardeşler hısımlık münasebetine üvey kardeş denmekte ise de bu kardeşler arasında kan hısımlığı bulunduğu için bu kullanış doğru değildir.
ÜYE bk Âza.
V
VÂDE bk. Ecel.
VADELİ ALIŞ VERİŞ [aim. Zeitgeschaft, Ter-mingeschâft, Differenzgeschâft. — fr. marcht â terme, march e differentiel. — ing. time bargain].
Satış akdinin hususi bir nevidir ki, burada satan ve müşteri gerek semeni ve gerek satılanı tâyin etmekle beraber taahhütlerini hemen değil, kararlaştırdıkları bir müddetin geçmesinden sonra yerine getirmeyi taahhüt ederler. Bu gibi satışlar muteberdir. Fakat tarafların maksadına göre, mevzuunun münhasıran fiyat farkından ibaret olduğu anlaşılırsa kanun, bu satışta kumar ve bahis vasfını gördüğü cihetle, akde lüzum izafe etmez (BK. 504).
VAHİD-1 FİYAT / fr. prix d'unite].
İmalât ve inşaat gibi vahid-i kıyasîlere irca ve taksimi kabil işler için tanzim edilen keşif cetvellerinde birbirinin aynı olan işlerin uzunluk, satıh, hacım ve sayı itibariyle her birinin vah id i kıyasîsine tekabül eden iş hakkında tâyin edilen fiyattır. Bu fiyat her bir vahid-i kıyasîye tekabül eden işin yapılmasına muktazi malzeme fi)atı, amele ücreti, nakil masrafı ve müteahhit kârı gibi masraflar gözönünde tutularak tespit olunur. Vahid-i fiyatın tespitine âmil olan bu unsurların müfredatını gösteren cetvele «tahlil-i fiyat cetveli» denir.
İmalât ve inşaat taahhütlerinde taahhüt bedeli ekseriyetle vahid-i fiyat esası üzerinden tâyin olunur. Her bir işin vahid-i fiyatı akitler arasında kararlaş. tırılır. İşin icrasında her cins iş ölçülür. Vahid i fiyatlar bu ölçülere göre çoğaltılarak müteahhide ödenecek para miktarı bulunur. Bu gibi mukavelelere «vahid-i fiyat üzerine mukavele» denir ki aksi «götürü pazarlık» dır. Birincilerde vahid-i fiyat akdin esaslı unsurunu teşkil, ettiği halde götürü pazarlıkta taraflardan biri taahhüt bedeli tespit için böyle bir cetvel yapmış ise bu cetval bedel tâyininde «saik» mahiyetini arz eder.
VÂHİP (Es. H.) Hibe eden kimsedir.
VAİT [aim. Versprechen, Schuldversprechen.— fr. promesse. — ing. promise. — lât. promissiof.
Akit yapma vadi bir şahsın ilerde bir mukavele yapmak taahhüdünde bulunmasıdır. Akitlere ait olan hükümler, akit vaitlerine de tatbik olunur. Bu halde bir kimsenin ilerde kefalette bulunacağına dair olan vadide kefalet akdi gibi yazılı olmak lâzımdır. Bir gayrimenkulu satmak vadi de tıpkı gayrimenkulun satışı gibi resmi senetle yapılmak gerektir. Gayrimekulün satışı vadi noter tarafından tanzim edilen senede dayanıyorsa bu senet do resmi sayıldığından, vait muteberdir. Alacağın temliki ancak yazı ile yapıldığı halde muteber ik£n alacağın temliki vadi umumi kaideye istisna teşkil etmek üzere, şifahi olarak da yapılabilir. Bağışlama vadi de yazılı olmadıkça muteber sayılmaz, halbuki bağışlamanın yazılı olması şart değildir.
İlân suretiyle bir iş veya şey mukabilinde bir bedel ödemeyi vadetmek aleni bir taahhüt olup taahhüdün yerine getirilmesi icap eder. İş veya şey yapılmadan vaitten cayılırsa cayan vadettiği bedeli aşmamak üzere diğer tarafın iyi niyetle yaptığı masrafları ödemeğe mecburdur.
Evlenme vadi bir şahsın diğerine kendisi ile evleneceğini taahhüt etmesidir. Bu taahhüt vadedeni bağlamaz, yani vadeden mutlaka evlenme akdini yapmağa mecbur değildir, ve yapmadığı halde evlenme memura, evlenme vadine dayanarak evlenme akdini yapamaz (BK. 8, 22, 163, 213, 238; MK. 97 vd.).
VAT (va'd) (Es. H.) Bir kimsenin bir şeyi müstakbel zamanda yapacağını beyan etmesidir ki söz ver. mek demektir ve iki kısımdır:
a) Va't-i muallak (va'd-i mu'allak) «Filân adam senin alacağını vermezse ben veririm» demek gibi (özdür ki «kefalet» olur.
b) Va't-i mücerret (va'd-i tnucarrad) «Filân kimsenin borcunu öderim» demek gibi sözdür.
352
VAKF - VAKF-I MUALLAK
VAKF (vakf) (Es. H.) Bir milki âmmenin menfaatine ebedî olarak tahsistir. Vakfın Hanefi fıkhında iki türlü tarifi vardır. Bu tasarrufta iare mahiyetini bulan İmam-ı Azam'a göre «vakf ayn-ı memlûkü vakıfın mil-kinde hapis ve menfaatlerini fıkaraya veya vücuh-u birre tasadduktur.» Vakfı itaka benzeten İmam-ı Ebu Yusuf'a ve sadaka gibi talakki eden İmam-ı Muhammed'e göre ise vakf «ayn-ı memlûkü menfaatleri insanlara ait olmak ve Cenab.ı Hakkın milki hükmünde bulunmak üzere temlik ve temellükten te'biden men, ve menfaatlerini insanlara tasadduktur. » Bu son tarif hükmi şahsiyeti remzetmektedir. Vakf «ayn-ı mevkuf» mânasına da gelir.
Medeni kanun sureti meriyet ve şekli tatbiki hakkındaki kanunun 8 inci maddesinde Kanunu Medeninin meriyetinden mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur demişti. Şimdiye kadar böyle bir kanun neşredilmemiş yalnız 10 haziran 1935 tarih ve 2762 numaralı «Vakıflar Kanunu» neşrolunmuştur.
Bu kanun sabık esaslara muhalif olmıyarak bazı hükümleri ihtiva etmektedir.
Ezcümle mütevellilikleri bir makama şart olmıyan ve kanunen ve filen hayırı ve hizmeti kalmamış bulunan vakıflarla mütevelliliği vakfedenlerin fürularından başkalarına şart olunan vakıflar mazbut vakıflar meyanma alınmış ve bir idare meclisi teşkili ile diğer vazifeler meyanında öteden beri mahkemeler tarafından bakılan bazı işler bu meclise tevdi ve müstağnii an bazı vakıflarla vazife ve şartların değiştirilmesi ve tevliyet tevcihi ve mütevellilerin vazife ve azilleri hakkında yeni hükümler ilâve edilmemiş ve mukataalı icareteyinli vakıflar tavize rapt edilerek tasfiyeye tâbi tutulmuştur.
Daha bazı yeni müteferrik ve muvakkat hükümleri ihtiva eden ve 46 maddeden ibaret olan bu kanun ilmî olmaktan ziyade idari bir manzara taşımaktadır. Bir de nizamnamesi vardır.
VAKF-I ALEL-ÂMME (vakf" 'ala-l-'âmma) (Es. H.) «Vakf lis-sebil» in müradifidir.
VAKF-I BİSSÜKNÂ (vakf" bi-'s-sukna (Es. H.) Süknâsı mejrut olan vakıftır.
VAKF-I BİZZARURE (bi-'z-zarüra vakf) (Es. H.) Vakfı caiz olmıyan bir şeyin vakfedilmcsinden diğer şeyin mevkuf addolunmağıdır.
Meselâ, bir kimse «şu evimin gailesini müebbeden fukaraya vakfettim ) dese iktizaen ev de vakfedilmiş olur. Çünkü gailenin vakfı caiz olmadığından bunu imâl için mahallin vakliyetini kabul zaruridir.
VAKFI EBNÂİYYE ( abnâ'ivya vakf ) (E. H ) Meşrut-un lehi erkek çocuklarla erkek çocukların erkek çocukları olan vakıftır.
VAKF-I EHLİ Kavm-i mahsura ait vakıftır.
VAKF-I EVLÂDİYE ( avlâdiyya vakf ) (Es. H.) Meşrut-un lehi evlât olan vakıftır.
Evlât tâbiri bir defa zikrolunmuş ise kadın erkek sulbî evlâda mahmul olur da ahfada (torunlara ) şâmil olmaz.
Fakat evlât lâfzı «evlâd-ı evlâd » gibi iki defa zikrolunmuş ise yakın uzak bütün batınlara şâmil olur.
Evlâd ı evlât lâfzı erkek evlâdın çocuklarına mahsus olmayıp kız evlâdın çocuklarını da ihtiva eder ve meşrut un lehi bu suretle gösterilen vakıflara «evlâdiye vakıf » denir.
VAKFI FARİZA-1 SERİYE ÜZERE (vakf 'fariza-i şar'iyya üzere) (Es H.) Bir kimsenin hâl-i sıhhatinde bir malının gailesini « fariza-i seriye üzere » diye evlâdına vakf etmesidir, ki bu gaile - hilâfına bir karine veya örf mevcut olmadığı takdirde - vakıfın erkek ve kız evi idi arasında müsavat üzere taksim olunur.
Çünkü bir hâdis-i şerifte « atiyye hususunda çocuklarınız arasında müsavata riayet ediniz, eğer ben birini tercih edecek olsaydım kadınları erkeklere tercih ederdim» denilmiştir.
Bu veçhile olan bir vakıf ise bir atiyyeden başka bir şey değildir.
VAKF-I FÂSİD (vukf-i fâsid) (Es. H ) Aslen sahih olup ta bazı harici vasıfları itibariyle meşru olmıyan vakıftır.
VAKFI FUZULİ (vakf-i fuzülîyy) (Es. H.) Bir kimsenin malik olmadığı bir şeyi sahibinin iznini almaksızın bir cihete vakf etmesidir ki, sahibinin icazetine mevkuf olur. Meselâ, bir kimse karısı ile müştereken malik olduğu bir akarın tamamını kendi kendine bir cihete vakfetse karısının hissesine ait vakıf, karısının icazetine mevkuf bulunur. Binaenaleyh icazet vermediği takdirde bu hisse hakkındaki vakıf nafiz olmaz.
VAKF-I GAYRI LÂZIM (vakf.j g„yr-i lâzim) (Es. H.) Feshi kabil olan vakıftır.
VAKF-I GAYRI SAHİH (vakf-i gayri sahih) (Es. H.) Aslen sahih olup vasfen sahih olmıyan, yani zaten münakit olup bazı harici vasıfları itibariyle meşru olmıyan vakıftır. Fâsid tâbirinin müradifidir.
VAKF-I LÂZIM (vakf-i lâzim) (Es. H.) Feshi kabil olmıyan vakıftır.
VAKF-I LİS-SEBİL (vakf" li-'s-sabîl) Menfaati umuma ait olmak üzere yapılan vakıftır; mescit, makbere, mektep, medrese gibi.
VAKF-I MARİZ (vakf-i mariz) (Es. H.) Bir kimsenin maraz-ı mevtinde yapmış olduğu vakıftır, ki vasiyet hükmünde olup sü1üe-ü maldan muteber olur.
Şu kadar var ki vereseye vasiyet, muteber olmadığı halde vereseden birine bu veçhile vakıf, aslı itibariyle muteber olur.
Şöyle ki, sair verese icazet vermedikleri takdirde vakıf, bozulmaz. Ancak gailesi aralarında hisseleri nispetinde taksim edilir. Mevkuf-ün aleyh olan vâris ölünce gaile ondan sonra itası meşrut olan mahalle sarfolunur.
VAKF-I MEVKUT (vakf-i mavküt) (Es. H.) Bir vakit ile takyit edilen vakıftır, ki sahih olmaz. Çünkü vakıflarda te'bid - ebedîlik - şarttır.
VAKF-I MUALLAK (vakf-i mıı'ullak) (Es. H ) Bir şarta talik suretiyle yapılan vakıftır, ki sahih olmaz: «Filân işim görülürse şu milkim vakıF olsun» denilmesi gibi.
Şu kadar varki mevcut, muhakkak bir şeye muallak olan vakıf, sahihtir ; «Şu hane benim milkim ise şu cihete vakıf olsun» denilmesi gibi.
VAKFI MUZAF -
VARMA LİMANI
353
VAKF-I MUZAF (vakf-i muiâf) (Es.H.) Gelecek bir zamana izafe suretiyle yapılan vakıftır, ki sahih değildir.
Fakat ölümden sonraya muzaf olarak yapılan vakıf, vasiyet mahiyetinde olup öldükten sonra sülüs-ü maldan muteber olur ; « Şu hanem ben öldükten sonra şu cihete vakıf olsun » denilmesi gibi.
VAKFI MÜNECCEZ (vakf-i muncaz) (Es H.) Bir şarta muallak ve istikbale muzaf bulunmlyan vakıftır ; «Bu akarımı filân cihete vakfettim» denilmesi gibi.
VAKF-I MÜSTESNA (muştaşnâ avkâf) (Es. H.) Vakıflar idaresinin müdahale ve murakabesi olmaksızın doğrudan doğruya mütevellileri tarafından idare olunan vakıf dır.
VAKF-l MUŞA' (vakf-i muşa') (Es. H ) Bir kimsenin başkasiyle müştereken malik olduğu bir yerdeki hisse i şayiasını bir cihete vakfetmesidir.
VAKFI MÜŞTEREK (vakf-i muştarak) (Es H.) İki veya daha ziyade kimsenin müştereken malik oldukları bir yeri bir cihete vakfetmeleridir. Şeriklerden biri bir cihete, diğeri de başka bir cihete vakfederek bir veya iki mütevelliye teslim etmeleri de bu kabildendir.
VAKF-I MÜTEAREF (mulâ'âraf vakf) (Es. H.) Menkulün asaleten vakfı sahih değildir. Lâkin bir menkulün vakfolunması hakkında bir beldede örf ve âdet cereyan etmiş ise o beldede o gibi menkulün vakfı sahih olur. Meselâ : okutmak üzere kitap, düğünlerde gelinlere iare olunmak üzere hulliyat vakfedilmek âdet olan beldelerde o nevi menkullerin vakfı sahihtir. İşte buna « mütearef vakf » denir.
VAKF-I SAHİH (vakf-i şahîh) (Es H.) Zaten ve vasfen meşru' olan vakıftır.
VAKIF (İdaresi mazbut evkaf) (idaresi mazbut vakf ) Mazbut vakıfların bir kısmıdır. Tevliyetleri meşrut-un lehleri uhdesinde olduğu halde mütevellilerine maaş tahsis olunarak umur-u vakfa mudaheleleri tahdit edilen ve evkaf teşkilâtı tarafından idare olunan vakıflardır.
VAKIF (Mukataa-i kadimeli) (mukâta'a-i kadi-mali vakf) Mukataa yolu ile icar olunan müstagallât-ı mevkutedir. Üzerinde vücuda getirilecek binanın ve ağaçların mülkiyeti arsanın maliki olan vakfın değil, sahibinin olur.
VAKIF (Tahsisat kabilinden olan evkaf) (tahsisat kabilinden olan vakf) Arazi-i memleketten iken irsadî tarzda vakfı gayri sahih ile vakfedilmiş olan yerlerdir ki, üç kısımdır :
1 — Rakabesive hukuk-u tasarrufiyesi beyt-ülmalde kalarak yalnız menafii emiriyesi (aşar ve rüsumu) ülül-emr tarafından bir cihete vakf ve tahsis olunan yerler,
2 — Rakabesi ve menafi i emiriyesi beyt-ül-malde kalarak yalnız hukuk-u tasarrufiyesi ülül-emr canibinden bir cihete vakf ve tahsis olunan yerler.
3 — Rakabesi beyt-ülmalde kalarak hem hukuk-u tasarrufiyesi ve hem menafi-i emiriyesi ülül-emr tarafından bir cihete vakf ve tahsis olunan yerlerdir.
VAKFİYVE (vakfiyya) Vakfa dair vakıfın takrir ve yargıcın tescilini havi tanzim olunan hüccettir.
VAKFİYYET (vakflyyat) Bir aynın vakfedilmek suretiyle tedavülden kaldırılmasıdır.
VAKIFTA KİNAYE (vakfta kinâya) Meşrut-un lehi zamir ile beyan etmektir. Kaideten, zamir en yakın mercie sarfolunur.
VAKIA bk. Hukuki vakıa.
VAKIÂT (vâkl'ât) (Es. H.) Fil-asıl hükümleri mezhepte musarrah olmayıp sonra fukaha yı hanefiye tarafından içtihat veya tahriç tariki ile istihraç ve iftâ olunan mesaildir.
Vakıata « fetavâ » ve « nevazil » dahi denir.
VAKIF (vâkif)( Es H.) Vakfeden kimsedir.
VAKIFLAR ( EVKAF ) UMUM MÜDÜRLÜĞÜ Hususi kanun ve nizamlar dairesinde vakıfları idare ve mütevellileri murakabe etmek üzere teşkil olunan müdürlük olup Başbakanlığa bağlıdır (5 mart 1340 tarih ve 432 No. K.).
VAKTİ ZARURET (vaŞu-i zarürat) (Es1. H) Arazi i emîriyenin ferde semen-i misli ile temlikine cevaz eden ve hazinenin müzayaka halini ifade eyliyen « müsevviğ » dir.
VALİ falm. Oberprüsident, Gouverneur, Prâfekt. — fr. Prefet. — ing. governor, Governor - General/.
Ülkenin idarî taksimat dairelerinin en büyüğü olan İlin idare reisidir.
Vali, İlde devletin ve her Bakanlığın mümessili, merkezin en büyük idare âmiri ve icra memuru, il tüzel kişisinin icra uzvu ve mümessilidir. Bu muhtelif sıfatlan dolayısiyle çeşitli vazifelerle mükellef ve yetkilere sahiptir.
Vali. devletin ve her bakanlığın mümessili olmak itibariyle muhtelif hizmet sahalarına ait icrai kararlar alabilir. Valilerin bu sıfat ve yetkisi il idaresinde kabul edilen tevsi-i mezuniyet prensipinin bir neticesidir. Vali, merkezin en büyük idare âmiri ve icra memuru olmak itibariyle muhtelif Bakanlıkların o bölgeye ait olmak üzere almış oldukları kararların tatbik ve icrasını teminle mükelleftir. İl tüzel kişisinin, icra uzvu ve mümessili olmak itibariyle de ilin mahalli uzvu olan il umumi meclisinin aldığı icrai kararları tatbik ve icra ve il tüzel kişisini temsil eder (Vilâyet İdaresi K. )
VARANT bk. Umumi mağazalar.
VARİDAT (Gelirler) falm. Einkünfte, Staatsein-künfte. —fr. recettes, — ing. revenues, income /.
Devlet varidatı: Kamu hizmetlerinden doğan masrafları karşılamak için devlet tarafından konan vergiler, devlet emval ve emlâki gelirleri, istikrazlardan elde edilen gelirlerdir.
VÂRİS 1 — bk. Mirasçı.
2 ( Vâris ) ( Es. H. ) bk. Tevris.
VARMA LİMANI falm. Bestimmungshafen. — fr. port de destination. — ing. port of destination].
Bir navlun mukavelesine göre yolculuğun sona ereceği yani taşınan yükün gideceği ve boşaltılacağı limandır.
Bir yolculukta birden fazla varma limanı olabilir ( TK. 1063, 1268, 1364, 1365 ).
H. L. 23
354 VASF-I MUTAVASSIT — VASİYET-1 BİS-SEMERE
VASFI MUTAVASSIT (Vakıfta) (vaşf-i mutavassıt) (Es. H ) Sayılan meşrut-un lehlerin arasında söylenen vasıftır ki, kendisinden evvelkilere ihtisas ifade eder, sonrakilere şamil olmaz.
«Çocuklarımın muhtaçlarına ve onların çocuklarına vakfettim» şartında ihtiyaç vasfı arada söylendiği için yalnız çocuklar hakkında nazara alınır, çocukların çocukları muhtaç olmasalar bile vakfın meşrut-un lehi olurlar.
VASIFLANDIRMA /o/m. Qualification. — fr. qua-lification. — ing. qualification].
Kanunlar ihtilâfını halletmek ve muhtelif devlet hukukunun çatıştığı meselelerde tatbik olunacak hukuku tâyin eylemek için o meselelerin hukuki mahiyetini yani taallûk ettiği hukuki müessesenin mahiyetini tespit et mek demektir. Vasıflandırmada devletlerin hukuki nizamı ve görüş tarzı değişik olabilir. Bazı devlet mevzuatının ahkâmı şahsiyeden saydığı bir müesset ey i diğer bir devlet hukuku mamelek hukukundan sayabilir. Bu takdirde ekseriyetin kabul ettiği noktai nazara göre hâdiseye vaziyet eden yargıcın millî kanunu (Lex fori) tatbik edilir. Meselâ kaide olarak Türk mahkemeleri yabancılar arasında çıkan ahvali şahsiye meselelerini tetkike yetkili değildir; müstesna olarak tetkik edilen meselelerde de yabancının millî kanunları tatbik olunur. Bu itibarla Türkiyede yabancılar arasında çıkan bir ihtilâfın ahvali şahsiye mi yoksa mamelek hukukuna mı taallûk ettiğinin tâyini gerek mahkemenin yetkisi ve gerek tatbik edilecek kanun bakımından ehemmiyeti haiz bulunmak1 dır. Tarafların millî kanunları o meseleyi ahvali şahsiyeden saymış olsa dahi eğer Türk nizamı bunu mamelek hukukundan addetmişse Türk yargıcı Türk hukuk sistemini tatbik eder. Bu meseleyi mamelek hukukundan sayar ve ona göre tatbik edilecek kanunu tâyin eyler.
VASITA /o/m. Mittel. — fr. moyen. — ing. means, instrument. — l&t. instrumentum].
Bizatihi tesiri olsun veya olmasın, fiilin eserinin husulünde dahil olan şeydir.
VASÎ [aim. Vormund.— fr. tuteur. — ing. guar, dian {of a minor). — lât. tutor].
1 — Velayet altında bulunmıyan kaasırlarıu (yani küçüklerin ve mahcurların) menfaatlerini korumak üzere sulh mahkemesi tarafından tâyin edilen kanuni mümessildir (MK. 346 vd.).
2 — (Vaş yy) (Es. H.) Terike veya kaasırlar veya her ikisi üzerinde kendisine tasarruf teffiz olunan kimsedir. Bu, ya mütevaffa tarafından teffiz edilir ki, buna vasi-i meyyit, veya yargıç tarafından teffiz edilir ki buna da vasi-i kazi denir; Buna «Musaileyh» dahi denir.
a) Vasi-yi muhtar (vafiyy-i muhtar) Mûsî tarafından vefatından sonra malında veya çocuklarının işlerinde tasarruf etmek üzere tâyin olunan vasidir.
b) Vasi-yi mansııb (vaşiyy-i manşfib) Yargıç tarafından tâyin olunan vasidir.
c) Vasi-yi gurema1 (vaşiyy-i guraraâ') Borçları terikesinden ezyet (fazla) olduğu halde vefat eden borçlunun terikesine yargıç tarafından tâyin olunan vasidir.
VASİYET [aim. letztwillige Verfügung, Testament. — fr. testament. — ing. will, last will, testament, tes. tamtntary disposition. — lât. testamentum]\
1 — Tek taraflı hukuki muamele olup iki nevi ölüme bağlı tasarruf şeklinden birisidir ki, bununla bir kimse hukuki hüküm ve tesiri ölümünden sonraya muzaf olmak üzere mallarında kanunun koyduğu sınırlar içerisinde ivazsız tasarrufta bulunur.
Vasiyet, vasiyetname ile yapılır. Vasiyetname: vasiyet tasarruflarını ihtiva eyliyen ve kanunda göste-len şekillere uyulmak suretiyle yapılan ve vasiyetçi tarafından ölünciye kadar rücuu mümkün olan yazılı irade beyanıdır.
Vasiyetnameler resmî, el yazısı ile ve şifahi olmak üzere üç şekilde yapılırlar (MK. 449, 478, 479, 485, 486).
2 — ( Vaşiyya* ) (Es H ) Isâ* ve tavsiye mânasına olup cemi «vesâya» dır. fsâ' ve tavsiye; lügatte bir işin işlenmesini bir adama tevdi eylemektir. Istılahta, iki mânada kullanılır :
a) Bir kimsenin ayın ve deyin ve menfaat kabilinden olan bir şeyini vefatından sonraya muzaf kılarak teberruan bir zata veya cihete temlik etmesidir. Buna «vasiyet bil-mal denir. Şöyleki, bir kimse «malımın üçte birini filân cihete vasiyet ettim veya filân zata hibe eyledim vefatımdan sonra verilsin » deyip vasiyetinde musir olarak vefat ettikten sonra musâ - leh sarahaten reddetmiyerek delâleten kabul etse musâ - bihe malik olur.
b) Bir kimsenin vefatından sonra emvalinde ve küçük çocuklarının umurunu tesviye hususunda tasarruf hakkını bir şahsa teffiz etmesidir. Buna da «vasiyet -bittasarruf » veya « Isâ » denir.
VASİYE T-! BlL-GALLE (vaşiyya'"0 bi-'l-galla) (Es.H.) Bir kimsenin birine bir milkinin, mes' 'â akarının galles ni vasiyet etmesidir ki, bu vasiyet, hem musî-nin hini vefatındaki mevcut gaileye, hem de musaleh sağ oldukça tahaddüs edecek gailelere masruf olur.
VASİYETİ BİL-HAC (vaşiyya*"" bi-'l hacc) (Es. H ) Bir kimsenin vefatından sonra namına haccedilmesi için yaptığı vasiyettir, ki sülüs-ü malinden muteber olur.
Musînin bu hususa tahsis ettiği meblağ, bulunduğu yerden hac yapılmasına kâfi olmadığı takdirde müsait olan mahalden yaptırılır.
VASİYETİ BİL-MAL (yaşivya'"" bi-4-roâl) (Es. H ) bk. Vasiyet.
VASTYFT-1 BİL-MUHÂBAT (vaşiyya»»- bi-'i-mu-hâbat) (Es. H.) Bir malı değer fiyatından noksan île satılmak üzere yapılan vasiyettir; Dört yüz lira kıymetinde olan bir evin muayyen bir şahsa üç yüz liraya satılmasını vasiyet gibi.
VASİYET-1 BİS-SEHM (vnşiyyatu" bi-'s-sahın) (Es.H ) Bir kimsenin bir şahsa veya bir cihete terikesinden lâalet-tayin bir sehim vasiyet etmesidir, ki vereseden hiç birinin seliminden zait olmamak üzere terikenin altıda biri musalehe ait olur.
VASİYET-I BİS-SEMERE (vaşiyya^bi-'ş şamara) (Es.H.) Bir kimsenin birine bağ ve bahçe gibi bir milkinin semeresini vasiyet etmesidir, ki bu vasiyet musînin yalnız hini vefatında mevcut olan semereye, vefatında semere mevcut olmadığı takdirde, hakiki mânada imali mümkün olmadığından musaleh sağ oldukça gaile yani tahaddüs edecek semerelere masruf olur.
VASİYETİ BİS-SÜKNÂ
- VAZ-1-YED
355
VASÎYET-1 BİS SÜKNÂ (vaşiyyatun bi-'s-suknâ) j (Es H.) Bir akarın süknanını muayyen bir kimseye vasiyet etmektir ki terekenin'üçte birinden muteber olur.
VASİYET-t BİSÜLÜSİL-MÂL (vasiyya*-1 bi-şu-lus il-mâl) (Es.H.) Bir kimse tarafından : «malımın üçte birini fi ân kimseye veya filân cihete vasiyet ettim» diye yapılan vasiyettir.
Bu halde musaleh, terikede mevcut malın sülüsünü alır, deyin kabilinden olan terikeden bir şey talep edemez. Şu kadar var ki, deyin, tahsil edildikçe ondan da sülüs nispetinde hissesini istifa eder.
VASİYET-t BİŞ-ŞART (vasiyya*"" bi-'ş-şart) (Es. H.) Bir şart ile mukayyet olan vasiyettir. Meselâ, bir kimsenin, «ailemin nezdinde ikamet etmek üzere filân kadına yüz lira vet iniz» diye vasiyet etmesi gibi.
Bu halde o kadın musînin vefatından sonra ailesi nezdinde velevki pek az ikamet etse müşabihe müstehik olur. Fakat devam-1 ikamete delâlet eden bir kayıt bulunursa o zaman bu kayde riayet lâzımdır.
VASİYETİ BİT-TASARRUF (vaşiyya*"" bi-'c-ıa Şarruf ) (Es. H.) bk. Vasiyet.
VASİYET-İ GAYRI MÜRSELE (vafiyval-i gayr-i mursala) (Es.H.) Nısıf ve sülüs gibi bir kesir ile mukayyet olarak vukubulan vasiyettir: terikenin dörtte birini vasiyet gibi.
VASİYET-I MUALLÂKA (vaşiyyal-i mü'allaka) (Es. H.) Şarta talik olunan vasiyet demektir. Meselâ, hasta olan bir kimse «eğer ben bu hastalıktan ölürsem filân zata şu kadar lira veriniz» diye vasiyet ettikte eğer o hastalıktan vefat vukubulursa vasiyet tenfiz olunur.
VASİYET-I MÜRSELE (va?iyyat-i mursala) (Es. H.) Müşabihin miktarı muayyen olan yani sülüs ve rubu' gibi bir kesirle mukayyet olmıyan vasiyettir: Muayyen bir evi vasiyet gibi.
VASİYET-I LİL-ECNEBİ (vaşiyyatun li-'l-acna-biyy) (Es. H.) Bir kimsenin varisinden gayri bir şahsa yaptığı vasiyettir. Bu vasiyet musînin varisleri bulunduğu takdirde terikenin sülüsünden, bulunmadığı takdirde tamamından muteber olur.
VASİYET-İ LİL-VÂRİS (vasiyya*"1 li-T-vâriş ) (Es. H.) Bir kimsenin kendi varislerinden birine yaptığı vasiyettir ki, diğer veresenin icazetine mevkuf bulunur.
VASİYETİ TENFİZ MEMURU [aim. Testsments-vollstrecker, Willensvollstrecktr. — fr. executeur testa-mentaire. — ing. executorJ
Murisin, son arzularının yerine getirilmesi, miras taksiminin iradesine ve kanuna uygun olarak yapılması ve bu vesile ile çıkacak şüphe ve müşkillerio halledilmesi gibi vazifeleri yapmak üzere, vasiyetname ile tâyin ve tesbit eylediği kimse veya kimselerdir (MK. 497 vd.).
VASSALLIK [aim. Vasallenschaft, Vasallitütsver-haltnis.— fr. vassalite.— ing. vassalage f.
Devletler arasında orta çağdan kalma . bir siyasi tabiiyet şeklidir. Vassal devletlerin müşterek vasıfları şunlardır:
Harici hâkimiyetten mahrumiyet, haraç verme. Bulgaristan 1878 den 1908 e kadar Osmanlı devletinin bir vassal! idi.
VATANA HİYANET bk. Hıyanet. VATANDAŞ bk. Vatandaşlık.
VATANDAŞLIK (Tabiiyet) [aim. Staataangehörig. keit, StaatsıugehSrigkeit.— fr. nationalite.— ing.na-tonality, allegiance.— lat. statu* civitati*].
1 — Gerçek kişileri bir devlete bağlıyan rabıtaya denir.
Türk vatandaşlığı 1) nesil, 2) doğum yeri, 3) telsik, 4 ) evlenme yollariyle iktisabolunur.
1 — Türk ana ve babadan, yahut yalnız türk babadan veya yalnız türk anadan her hangi bir yerde doğan çocuklar nesil itibariyle türktürler.
2 — Türkiyede doğan çocukların ana ve babaları b(Tli değilse veya ana ve babaları, yahut ana ve babadan yalnz biri tabiiyetiz iıe türktürler. 1 Ocak 1929 tar hinden sonra Türkiyede doğan bir yabancının Türkiyede doğmuş çocuğu da türktür.
3 — Türkiyede fasılasız bej yıl oturan yabancı müracaatı halinde memleketi kanununa göre reşit olmak şartiyle hükümetçe Türk vatandaşlığına kabul edilebilir. Yabancının bir devlet tabiiyetine bu suretle alınmasına «telsik» denir. Telsik ile türk olan şahsın küçük okn çocukları da türk olur. Türkiyede beş yıl oturmıyan yabancıları da hükümet istisnaen türk vatandaşlığına alabilir.
4 — Türk ile evlenen yabancı kadını türk olur. Yabancı ile evlenen türk kadını türk vatandaşlığını muhafaza eder.
Türk vatandaşlığı hükümetin müsaadesiyle terk edilebilir. Türk vatandaşı kanunun tâyin ettiği hallerde türk vatandaşlığından ceza olarak çıkarılır. Türk vatandaşlığını terk edenler veya bu vatandaşlıktan çıkarılanlar hakkında bazı mahrumiyetler vardır.
Vatandaşlık haklarını haiz olanlara «vatandaş» veya «tebaa» [aim. Staatsangehöriger, Untertan.— fr. sujet. — ing. national, subject. — lât. civis ] denir (Anayasa 88; Vatandaşlık K.).
II — Deniz ve hava nakil vasıtalarına da tabiiyet izafe edilir. Ticaret Kanununa göre türk gemisi türk bayrağını çeker, türk vatandaşına ait gemi türk gemi sidir. Yabancılar türk gemisinin tamamına, yahut payını sahip olamazlar ( TK. 1459 ).
III — Türkiyede tıirk kanunlarına göre teşekkül eden dernek ve şirketler üyelerinin haiz o'dukları vatandaşlıklara bakılmaksızın kaideten, bütün muamelelerinde türk tabiiyetinde sayılırlar \ İstisna : Kabotaj Kanunu).
VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILMA VE ÇIKMA bk. Vatandaşlık.
VATANSIZ bk. Tabiiyetsizlik.
VATI' (va|') (Es. H.) Kadına mukarenet etmektir.
VAZİA' TARİKİYLE BEYİ (vaiî'a tarikiyle bay') (Es.H.) Bir şeyi kaça mal olduğunu söyliyerek ondan noksana satmaktır.
VAZ-I KADİM (vaz'-i kadîm) (Es. H.) Bir yerin eskiden beri bulunduğu hal demektir.
VAZ-I-YED [aim. Beschlagnahme, Requisition. — fr. requisition, sequestre. — ing. seizurej.
1 — Bir şeye veya işe el koyma demektir. El koyana eski ifade ile «Vâziülyed» denir.
356
VAZ-I-YED — VEKALET
2 — Eskiden harb zamanlarında «tekâlifi harbiye» suretiyle el koymalara da denirdi. Bu ıstılah bugün kalkmış, yerine «milli müdafaa mükellefiyeti» adı verilen yeni rejim konmuştur.
VAZİFE (vazîfa) (Es.H.) Vakfın gailesinden verilen maaş ve tâyindir. Cemi «vezâif » tir.
VAZİFE VE SALÂHİYET (görev ve yetki) Bir kaza merciinin bir dâvayı halletmek için haiz olduğu kanuni iktidar ve mükellefiyettir.
Vazife /aim. sachliche Zustandigkeit. — fr. competence d'attribution, competence quant au fond (â la matiire), competence ratione materiae.— ing. jurisdic. tion.— lât. legitimus iudexj: dâvanın nevi ve mahiyetine veya mahkemenin derecesine göre, bir kaza merciinin haiz olduğu iktidar ve mükellefiyettir.
Salâhiyet [aim. örtliche Zustandigkeit, Gerichts-stand, Forum, — fr. competence en raison du lieu, competence locale (territoriale), competence ratione personae vel loci, for. — ing. jurisdiction, forum] : aynı nevi ve mahiyetteki dâvaları hal ile mükellef kasa mercilerinden yer itibariyle (kaza dairesi) dâvayı tetkik ve halle memur olan merciin haiz olduğu iktidar ve mükellefiyettir.
Salâhiyet, geniş anlamda vazifeyi de şamil olmak üzere kullanılmakladır (HMUK. 1, 27; CMUK. 1, 20; As. CMUK. 1 vd.).
VAZİFE VE SALÂHİYET İHTİLÂFI (uyuşmaz lığı) [aha. Kompetenzkonflikt. — fr. conflit de competence].
En aşağı iki mahkemenin dâvayı görmeye kendini salahiyetli veya salâhiyetsiz saymasıdır.
VAZİFESİZLİK bk. Vazife ve salâhiyet ihtilâfı.
VAZİFEYİ SUİİSTİMAL (Memuriyet vazifesini kötüye kullanmak) bk. Memuriyet ve mevki nüfuzunu suiistimal.
VAZI-I KANUN bk. Kanun vazu.
VAZİÜLYED [aim. tatsâchlicher Besitzer, Deten-tor, İnhaber, İnnehaber. — fr. detenteur. — ing physical possessor. — lât. detentor].
Bir şeyi maddeten elinde bulundurandır. Meselâ, mecura kiracı vaziülyed'tir. Fakat mecurun mâliki aynı vaziyette değildir.
VECİBE bk. Borç.
VEDANAME [aim Abberufungsschreiben. — fr. lettres de rappel. — ing. letter of farewell ].
Kendisinin veya selefinin vazifesinin sona erdiğini bildirmek için devlet başkanına elçi tarafından sunulan mektuba denir. Vazife, gayri tabii şartlar içinde sona ererse (harb vs ) vedaname verilmez.
VEDİ' (vadi') (Es. H.) Kendisine hıfz için bırakı lan malı kabul eden kimsedir. Bu kimseye «müstevda' » dahi denilir.
VEDİA 1 — [aim. Depositum, Depot, hinterlegtes (anvertrautes ) Gut. — fr. depot. — ing. bailed goods. — lât. depositum/. Bir kimseye emin bir mahalde saklanmak için bırakılan mal demektir. Kanunumuz bu tâbiri «idâ» makamında kullanmıştır.
2 — a) [aim. Verwahrungsvertrag. — fr. depot.— ing. bailment, deposition. — lât. depositum ]. İdâ veya vedia bir akittir ki onunla müstevda, mudî tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeyi deruhte eder. Bankaların çıkın içinde mühürlü olarak kabul ettikleri mevduat alelade vediadır (BK. 472 ).
b) bk. Usulsüz tevdi,
3 — (Vadi'a ) (Es. H.) Hıfz için bir kimseye bırakılan maldır.
VEFA HAKKI ( istimlâk mukavelesi ) / alın. Rückkaufsrecht.— fr. droit de rimiri. — ing. right to repurchase. — lât. redemptioj.
Gayri menkulünü diğerine devretmiş olan kimseye o gayri menkulü tekrar satın almak salâhiyetini veren bir haktır ki tapu siciline şerh ile aynî hak maliyetini alır (MK. 660; BK. 213).
VEFAT İLMÜHABERİ [aim. Sterbeurkunde, To-tensehein. — fr. acte de dices.— ing. certificat of death].
ölüm vakasının nüfus siciline kayıt ve tesciline esas olmak üzere mahalli idare makamları (köylerde ihtiyar heyeti, şehirde belediyeler) tarafından, numunesine göre, tanzim edilip nüfus memuruna gönderilen vesikadır.
VEKÂLET 1 — (AH) (Bakanlık) [aim. Ministe-rium. — fr. ministire. — ing. Ministry, Office, Department]: aralarında alâka bulunan bir kısım kamu hizmetlerini işleten ve bir Bakanın otoritesi altında bulunan teşkilâttır.
Vekâletlerin teşkilâtı, faaliyet sahalarının mahiyetine göre değişmekle beraber umumi bünyeleri, yapıları itibariyle her vekâlet bir vekil, bir veya mütaaddit müsteşarla, umum müdürlükler, müdürlükler, hususi kalem müdürü, teftiş heyeti ve bazı istişari ve teknik heyetlerden mürekkeptir. Aynı zamanda bazı vekâletlerin ülkenin idari taksimat dairelerinde de birer teşkilâtı vardır.
2 — (HH) [aim. Auftrag. — fr. mandat. — ing. agency, proxy, mandat. — lât. mandatum, procuratio ] Vekâlet bir akittir ki, bununla, vekil [aim. Beauftragter. — fr. mandataire. — ing. agent, proxy, mandatory. — lât. mandatarius, procurator] mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan, veya kanunda zikredilen mukavele tiplerinden hiç birine girmiyen her hangi bir hizmetin ifasını iltizam eder. Diğer tarafa müvekkil [aim. Auf-traggeber. — fr. mandant. — ing. principal. — lât. mandator ] denir.
Vekilin ücrete müstehak olması mukavele veya teamülün bulunmasına bağlıdır (BK. 386 ). Vekâletin şümulü muhtelif bakımlardan takyide tâbi tutulur:
a) Vekâlet müddetle takyit olunabilir. Bu müddet dışında vekilin yaptığı işler müvekkili iham etmez.
b) Vekil muayyen kimselerle muameleye mezun kılınabilir.
c) Vekâlet, ya bir muamele için veya müvekkilin bütün işleri için verilebilir. Evvelkisine «hususî» ; ikincisine « umumi » vekâlet derler.
ç) Müvekkil, vekilinin mutlaka muayyen bir şekil dairesinde mukavele ' yapmasını istiyebilir. Bu yoldaki takyitler muteberdir.
VEKÂLET - VELA-1 MÜVÂLÂT
357
d) Vekâlet, kaideten aktif ve pasif temsil kudretini tazammun eder. Fakat, aktif temsil kudretine malik olmiyan bir vekilin, pasif temsil kudretini haiz olması mümkündür. Meselâ, bir acentenin satılan malın ayıplarına dair yapılacak ihbara - bu acente satış salâhiyetine malik bulunmasa dahi - muhatap olabileceği kabul edilir (BK. 386 - 398; TK. 822 - 824). bk. Ticari vekil.
3 — ( Vakâla* ) (Es. H.) Bir kimsenin işini başkasına teffiz etmesi ve o işte onu kendi yerine ikame eylemesidir.
a) Vekâlet-i fid-dem (vakâlatun fi-'d-naral Nefis hakkında vukubulan bir cinayeti ispat için müddei ve müddeaaleyh canibinden bir kimseye verilmiş olan vekâlettir.
Şu kadar var ki istifâ-yı kısas için vekil olan kiınse, müvekkili hazır bulunmadıkça kısası icra ettiremez.
b) Vekâlet-i âmme (vakaları 'amma) Umumiyet ifade eden vekâlettir.
c) Vekâlet-i devriye (vakâlat i davriyya) «Her ne zaman azledersem yine vekilim olmak üzere seni şu hususa tevkil ettim» dernek suretiyle olan vekâlettir.
ç) Vekâlet-i hassa (vakâlat-i haşşa) Hususiyeti ifade eden vekâlettir.
d) Vekâlet-i ınıı.ıllâka (vakâlat-i mu'allaka) Şarta muallak olan vekâlettir. Meselâ, «filân tacir buraya gelirse benim şu atımı satmak üzere seni vekil ettim » deyip te o da kabul etse vekâlet o tacirin gelmesine muallak olarak münakit olur.
e) Vekâlet-i mukayyede (vakâlat-ı mukayyada) Bir kayıt ile mukayyet olan vekâlettir. Meselâ, «şu saatimi bin kuruşa satmıya seni vekil ettim» dese vekilin vekâleti onu bin kuruştan aşağı satmamak ile mukayyettir.
f) Vekâlet-i mutlaka Ivakâlat-i mutlaka) Bir kayıt ile mukayyet olmiyan vekâlettir. Meselâ, bir kimse bir malını satmıya diğerini tevkil edip te «şu kadar kuruşa sat» demek gibi bir kayıt ile takyit etmezse vekil alelıtlak o malı bey'e vekil ve vekâlet de vekâlet-i mutlaka olur.
g) Vekâlet-i muzafe (vakâlet-i m uza ta) Bir vakte ınuzaf olan vekâlettir. Meselâ «nisan ayında benim hay vanlarımı satmıya seni vekil ettim » deyip te o kabul etse nisan ayının hululünde vekil olur.
VEKÂLET EMRİNE ALINMA [aim. Zar-Disposition - Stellung; Stellung eines Beamten zur Disposition, — fr. mise â la disposition da minister e, — ing. to be temporarily removed from office].
Memurun sabit olan bir lüzum üzerine mensup olduğu Bakanlık veya umum müdürlükçe vazifesini terke mecbur edilmesidir. Bu muamele memurun tâyinindeki usule göre yapılır (Memurin K. 60).
VEKÂLETİ OLMADAN BAŞKASI HESABINA TASARRUF [aim. Geschâftsführung ohne Aaftrag. — fr. gestion d'affaires. — ing. negotiorum gestio. — lât. negotiorum gestio ].
Bir kimsenin, kanuni veya akdi hiç bir salâhiyeti bulunmadığı halde, diğer bir şahsın işlerine ya o şjhsın (BK. 4l3) veya kendL-inin (BK. 414) menfaati için müdahale etmesi halidir (BK. 410 vd. ).
Vekâletsiz tasarruf bir hukuki muamele olmadığı cihetle, tasarrufta bulunan kimsenin medenî haklarını kullanmıya ehil olup olmamasında fark yoktur. Esasen bir şibih akit olan bu tasarruf, iradeden değil, tasarruf vakıasından doğar.
VEKÂLET-t TİCARİYE bk. Ticari vekâlet.
VEKÂLETNAME [aim. Vollmachtsarkande. — fr. aete de procuration. — ing. proxy].
Bir diğerine verilen temsil (vekâlet) salâhiyetini ve bunun şümulünü tespit eden yazılı vesikadır.
VEKİL 1 - (AH) (Sakan) [aim. Minister, Staats-minister. — fr. Ministre. — ing. Minister, Secretary of State] : her vekâletin (bakanlığın) başında olan ve vekâletin faaliyet mevzuuna giren hizmet sahasında icrai kararlar almak ve kamu kudretini kullanmak salâhiyetini haiz bulunan ve hizmetin en yüksek şefi vc son mercii sayılan ve Başbakanın Milletvekilleri arasından seçtiği siyaset adamıdır.
Vekil kendi hizmet sahasında devleti temsil eder.
2 - (HH) bk. Vekâlet No. 2.
3 — 'Vakil) (Es.H,) Tevkil olunan kimsedir.
VEKİLİ MUSEHHAR (vakil i musahhar) (Es.H.) Mahkemeye gelmiyen ve getirilemiyen müddeaaleyhe hâkim tarafından nasboluuan vekildir.
VEKİLLERtN MESULİYETİ bk. Mesuliyet. VELÂ' (valâ') (Es.H.) Bir karabeti hükmiyedir ki, irse sebep olmıya salih bulunur.
Velâ-i atâka ( valâ'-i 'atâka ) Mevlâ ile mem-lûkü arasında azat neticesi olarak vücuda gelen bir vela'dan. bir tenâsurdan ibarettir ki, azadedilen bir cinayet ika ettiği takdirde diyetini mevlâsı verir. Vefat edip te derecesi mukaddem vâris bırakmadığı takdirde mirasını mevlâsı nail olur. Azadedene; «mevlel-atâka, mevlel-atik» denir.
Velâ-i mevkuf ( valâ'-i ınavkûf) Mutıkı taayyün etmiyen memlûk hakkındaki velâ'dır. Meselâ bir kimse satın aldığı bir köleni a evvelki mevlâsı tarafından azadedilmiş olduğunu iddia ve ikrar, mevlâ ise inkâr eylese vaki olan ikrara binaen köle azad olursa da velâ'sı bu iki mevlâdan hiç birine ait olmayıp mevkuf bulunur.
Velâ-i müvâlât (valâ'-i muvâlât) Nesebi meç hul olan bir şahsın şeraiti dahilinde başkasiyle akdetmiş olduğu bir velâ'dan. bir tenasur rabıtasından ibarettir.
Şöyle ki: nesebi malûm olmiyan bir şahıs bir kimseye «sen benim velâ'msın, ben bir cinayet işlersem diyetini sen verirsin, vefat ettiğimde de vârisim olursun» deyip o kimse de bunu kabul etse aralarında müvâlât münakit olur.
Binaenaleyh o şahsın bir cinayet yapsa diyetini o kimse verir. Vefatında da mirası - derecesi mukaddem varisi bulunmazsa - o kimseye kalır.
Bu akdi kabul eden kimseye «mevlel-müvâlât» denir. Mamafih her ikisi de meçhul-ün-nesep bulundukları takdirde mütekabilen birbirinin diyetini ödemek, mirasını almak üzere müvâlât akdedebilirler. Bu halde her biri diğerinin rnevlel-müvâlâtı olmuş olur.
Müvâlât; esasen velayetten alınmış olup muvasala, ınüsadaka, tenasur mânalarını ifade eder.
358 VELA-1 NAFİZ - VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ
Velâ-i nafiz (vâla'-i nafiz) Mutıkı malûm olan memlûk hakkındaki Velâ'dır.
Velâ-i nimet (valâ'-i ni'mat) Ve!â-i atâka demektir.
Bu velâ'; memlûkün hürriyet nimetine nailiyeti dolayısiyle tahaddüs ettiğinden bu namı almıştır.
VELAYET [aim. elterliche Gewalt. — fr. puissance paternelle. — ing. parentel power; guardianship (of a minor). — lât. patria potestas]
1 — Küçük veya hacredilen çocuklarının şahısları ve malları üzerinde, kanunî bakım ve terbiye vazifelerini kolaylaştırmak mâksadiyle, kanunun ana ve babaya tanıdığı hak ve salâhiyetlerdir (MK. 262, 277).
2 — (valâyat) (Es. H.) (Vilâyet de okunur). Başkası üzerine tasarrufa nafiz olmak demektir ki
evvelâ : hususi ve umumi olmak üzere iki kısma ayrılır:
a) Velâyet-i hassa: hususi mahiyeti haiz olan velayettir: Babanın çocukları ve vasinin kaasırlar ve mütevellinin vakıf malları üzerindeki velayeti gibi.
b) Velâyet-i âmme: umum emval ve efrada şamil olan velayettir: yargıç ve vali misillû devlet uzuvlarının velayetleri gibi.
Velayet diğer bir itibarla zatî ve gayrı zatî kısımlarına ayrılır.
a) Velâyet-i zatiye: velinin zatından neşet eden velayettir: babasının evlât üzerindeki velayeti gibi
b) Velâyet-i gayri zatiye: velinin zatından neşet etmeyip harici bir muamele ile vücuda gelen velayettir: vekil, vasi, mütevelli, yargıç ve valinin velayetleri bu kebildendir.
Bu nevi velayete velâyet-i teffiz denir. Ası.l velayet hakkı tasarrufa mâlik olan zata ait olup veliler o zat tarafından sureti mahsusada vaki' teffiz ile velayet sıfatını haiz olurlar.
Velâyet-i ceraim (valâyat-i cara im ) ( Es. H.) Halk arasında tahaddüs eden cürümler, cinayetler hakkında idari, siyasi bazı zecri tedbirler ittihazına mezuniyet ve salâhiyettir, ki buna «velâyet-i mezalim» de denir. Bu vazifeyi deruhte eden zata « vali-i cerfiim » , «vali i mezalim s unvanı verilmiştir.
Velâyet-i kaza' ( valâyat-i kaza') (Es. H. ) Davacılar arasında usul-ü şeriyesi dairesinde hüküm ve te fize mezuniyet ve salâhiyettir.
Velâyet-i kısas (valâyat-i kişâş) (Es.H.) Kısas ettirmek hakkına mâlikiyet demektir. Bu hakka malik olana « veliy-ül-kısas, menleh-ül-kısas, veliy-ül cinaye, veliy-ül-katil» denir; maktulün vârisi gibi.
Velâyet-i tedib (valâyat-i tâ'dı'b ) (Es H. ) Bir kimsenin ahar b'r kimseye karşı haiz olduğu tedip salâhiyetidir.
İTELET (valatl) (Es.H.) Doğan çocuktur.
«) Velet-i sulbî (valad-i fulbiyy) Bir adamın öz çocuğudur, bk. Sadriye.
b) Velet-i benat (valad-i banât) Kız çocukların erkek ve kız çocuklarıdır.
c) Velet-i benin (valâd-i banin) Erkek çocukların kız ve erkek çocuklarıdır.
ç) Velet-i hadis (Vakıfta) (valad-i hadis) Vakfın vukuundan sonra meşrut-un-leh olarak doğan çocuktur.
d) Velet-i mülâana (valad-i mulâ'ana) Mülâana-dan sonra nesebinin babasından nefine hüküm olunan çocuktur, bk. Lian.
e) Velet-i zina (valad-i zina) Beyinlerinde asla nikâh olmıyan erkek ve kadının münasebetlerinden hasıl olan çocuktur.
VELİ [aim. İnhaber der elterlichen Gewalt, Ge-waltinhaber. — fr. detenteur de la puissance paternelle. — ing. parental guardian. — lât pater familias}.
1 — Velayet hakkına sahip olanlardan her birine denir, bunlar baba ile ana veya bunlardan biridir (MK. 262).
2 - (Valiyy) (Es. H.) Velayet hakkını haiz olan kimsedir.
Veliy-i akreb (valiyy-i akrab) Velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakın olan kimsedir.
Veliy-i eb ad (valiyy-i ab'ad) Velayet altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en uzak olan kimsedir.
VERASET [aim. Erbschaft, Erbanfall, das Erbe. —fr. succession.— ing. inheritance.- lât. hereditasj.
Bir kimsenin ölümü ile mamelekine mirasçıların iktisap ettiği hukuki vaziyettir.
VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ [aim. Erbschaft»- (Erbanfall»-) und Schenkungusteuer. — fr. impöt »ur Us successions et »ur les mutations â titre gratuit. — ing. death duties. — lât. hereditatum, vicesimaj.
Veraset veya vasiyet yoliyle veya ivazsız herhangi bir suretle hakiki veya hükmi bir şahsa geçen bütün mallar ile yine bu suretle geçen intifa haklarından ve kanunlarına göre tescile tabi hak ve menfaatlerden alı nan vergidir. Bu verginin istisnaları şunlardır: genel, katma ve özel bütçelerle idare edilen devlet müesese-lerine ve belediyelerle köylere yapılan intikaller, umumun menfaatine hadim cemiyetlere, darülaceze ve yetimhanelere, umumi ibadethanelere ve meccani haataha-nelere vâki menkul intikallere, veraset yoliyle geçen bütün ev eşyası, füruga, karı ve kocaya, ana ve babaya intikal eden menkullerden her biri üçyüz lirayı geçmeyen miras hisseleri, yakınlar ve ahbaplar arasındaki menkul hediyeler, elçiye, elçilik memurlarına ve bunların aileleri fertlerine vâki intikaller ( karşılık şartı ile) savaşda ve eşkiya ile ça'pışmada, manevra ve talimler esnasında veyahut bunlarda alınan yaralar neticesinde ölen asker ve jandarma erlerinin ve vazife esnasında ölen polislerin furug ve karılarına ve ana ve babalarına intikal eden mallar, Türk Hava Kurumunun piyango ik. ramiyeleri, umum sadakalar.
Verginin matrahı, intikal eden menkul ve gayri-menkuller ile hak ve menfaatlerin veraset ve intikal vergisi kanununa göre tâyin edilen kıymetleridir. Vergi, mükellefin verdiği beyanname üzerine tarh edilir. Vergi nispeti gerek veraset tariki ile intikal halinde, gerek vasiyet, bağışlama veya her hangi bir yol ile ivazsız iktisaplarda hısımlık derecesinin uzaklığına göre tedricen yükseldiği gibi vergiye mevzu teşkil eden servetin miktarı arttıkça yükselir.
VERASET VE İNTİKAL VERGİSİ — VETO HAKKI
359
Menkul malların vergisi mükellefin onları tesahup ettiği tarihten üç yıl geçtikten sonra tarh edilmez Vergi kati olarak tahakkuk ettikten sonra beş yıl içinde tahsil edilmezse müruruzamana uğrar. Bankalar, bankerler, şirketler ve emanet kabul eden bütün şahıslar ve diğer borçlular ellerindeki nakit, senet ve emanetlerin sahiplerinin öldüklerini öğrenince idarehane ve ikametgâhlarının bulunduğu yerin vergi idaresine bildirmeğe mecburdurlar ( Veraset ve İntikal Vergisi K. ).
VERASETTEN MAHRUMİYET 1 - bk. Mirastan mahrumiyet.
2 — (Varâşattan mahrûmiyyet ) (Es. H.) Asla veraset sıfatı olmıyan kimsedir. Meselâ: kaatil öldürdüğü murisinin mirasından, gayri müslim, müslim olan akribasının verasetinden, bir gayrı müslim yabancı türk tebaasının mirasından mahrumdur.
VERESİYE SATIŞ bk. Satış
VERGİ /a/m. Steuer, Abgabe. — fr. impât. — ing. tax, duty, contribution.— lât. tributum, vectigal ].
Kamu giderlerine halkın katılmasıdır. Vergil -r ancak bir kanunla tarh ve cibayet olunur (Anayasa 84, 85).
VERGİ HUKUKU [aim. Steuerrecht. — fr. Droit fiscal. — ing. legislation on tax and duties].
Vergilerin tahakkukuna, tarh ve tahsiline ve bu muameleler dolayısiyle mükelleflerle hazinenin hak ve vecibelerine ve vergilere taallûk eden hukuki esaslara ait kaidelerin hepsidir.
VERGİ İTİRAZ KOMİSYONLARI Kazanç, hayvanlar, veraset ve intikal, iktisadi buhran, muvazene, hava kuvvetlerine yardım, muamele, muhtelif maddelerden alınan istihlâk, arazi ve bina vergilerine yapılan ititazları tetkik ile ödevlidirler. Bu komisyonlar iki kısımdır: Biri yalnız bina ve arazi vergilerine, diğeri bun lar haricinde kalıp yukarda sayılan vergilere vaki itirazları inceler. Komisyonlar bina ve arazi vergileri için istanbul ile Maliye Bakanlığının lüzum göreceği İl merkezlerinde ve diğer vergiler için Ankara, İstanbul ve İzmir şehirleri ile Maliye Bakanlığının tensip edeceği diğer il merkezlerinde bir başkan ile iki üyeden mürekkep olarak teşkil olunur. Komisyonların kararları kabili temyizdir (3692 No K. ) bk. Temyiz komisyonu.
VERGİ MATRAHI [aim. Steuerbemessungsgrund-lage, Steuerveranlagung. — fr. assiette de l'impöt. — ing. assessment].
Fikrî ve bedenî bir hizmet mukabili alınan ücret veya kazanç maksadiyle konan sermayenin iradı, gayrimenkullerin yıllık hasılatı, kazanılmış irat ve servetlerin istimal ve istihlâklerinden doğan muameleler, veraset veya ölüme bağlı tasarruflarla ivazsız olarak ileti -sabedilen kıymetler gibi, mahsûs kanunlarında ayrı ayrı şekil ve nispetler dairesinde konan vergilere esas olan ve para ile ifadesi kabil bulunan kıymetlerin hepsidir.
VESAK (vaşak) (Es. H.) Altmış sâ' miktarıdır. Bir sâ' ( şâ') dört menn (nıann) dir. Bu halde bir vesak iki yüz kırk menn', yani altmış iki bin dört yüz dirhem miktarıdır.
VESÂYÂ-YI MÜCTEMİA ( vaşâyâyi muctami'a) (Es. H.) Bir zat tarafından yapılmış olan mütaaddit vasiyetlerdir ki, üç kısma ayrılır:
1 — Hukukullaha mütaallik müetemi vesâyâ : hacca, zekâta, sadakata dair yapılan vasiyetler gibi.
2 — Hukuk-u ibâda mütaallik müetemi vesâyâ : Zeyde, Amra, Bekire yapılan vasiyetler gibi.
3 — Hukukullah ile hukuk u ibâda mütaallik müetemi vesâyâ : hem zekât gibi vacibata, hem Zeyd gibi eşhasa yapılan vasiyetler gibi.
VESAYET /aim. Vormundschaft. — fr. tutelle. — ing. tutelage, tutorship, guardianship.— lât. tutela, cura].
1 — Kaasırlarıo (küçüklerin, mahcurların) himayesi maksadiyle, hususi hukukta tanzim edilmiş olmasına rağmen, bir nevi kamu hizmeti mahiyetinde bir müessesedir.
Bu himaye vazifesi ya Vı-sâyet uzuvları vasıtasiyle, yani devletin müessir müdahalesiyle veya bu müdahaleye mahal kalmadan aile vesayeti şeklinde yapılır. Vesayet uzuvları: vesayet daireleri, vasiler ve kayyımlar olmak üzere üç dereceli ve kısmen müratebelidir.
Vesayet daireleri: sulh ve asliye mahkemeleri olup vasileri murakabe eder.
Medenî hukukumuzun müşavirlik müessesesi de geniş mânada vesayet mefhumunun içerisine girer (MK. 347 vd.).
2 — (Vaşâyat) (vişâyat de okunur) (Es. H ) Bir şahsın vasi olmasıdır. Şöyle ki: bir kimse bir şahsa hitaben «s»ni vasi tâyin ettim, veya vefatımdan sonra küçük çocuklarımın umurunu sana terkeyledim, yahut vasiyetlerimin tenfizine seni vekil ettim» gibi teffize delâlet eden sözlerle icapta, o şahıs dahi derhal veya mûsioin vefatından sonra kavlen veya fiilen kabulde bulunsa vesayet tamam ve o şahıs vasi olmuş olur.
VESAYET ALTİNDA BULUNAN KİMSE bk. Kaasırlık, vesayet.
VESİKA (vaŞİka) (Es. H.) İtimat edilen yazı manasınadır. Vusuka şayan olan her nevi evraka ve bu me-yanda ilâm ve hüccetlere vesika denir. Cemi «vesaik» tir.
VESİKALI POLİÇE [aim. Dokumententratte. — fr. traite documentaire. — ing. documental draft, draft- with documents attached].
Taallûk ettiği mallar üzerinde intifa edene, bir mülkiyet veya rehin hakkı temin eden vesikalarla bir. likte tedavül eyliyen poliçedir.
VETO HAKKI [aim. Vetorecht Einspruchsrecht, Ablehnungsrecht. — fr. droit de veio — ing. veto right]
1 — Devlet reisinin bir kanunu tasdik etmemesi salâhiyetidir. İki türlü veto hakkı vardır:
1 — Mutlak veto hakkıdır ki, bir kanunu hükümdarın mutlak, yani onu yapan heyet tarafından itiraz edilmemek üzere reddetmesidir.
2 — Taliki veto hakkıdır ki, Devlet reisinin bir kanunun tekrar müzakere edilmek üzere yapan heyete iade eylemesidir.
Osmanlı Kanunu Esasiyesine göre, mebusan ve ayan meclislerince kabul edilip tasdik için padişaha arz olunan kanunları padişah iki ay zarfında ya tasdik etmek, yahut teki ar tetkik edilmek üzere bir kere iade eylemek hakkını haiz ve iade edilen kanunun tekrar müzakeresinde üçte iki ekseriyetle kabulü şart idi (Kanunu Esasi madde 54 ),
360
VETO HAKKİ - VİZE
Anayasaya göre (m 35). Anayasa ile bütçe kanunları müstesna olmak üzere Cumhurbaşkanı ilânını muvafık görmediği kanunları bir daha müzakere edilmek üzere gerekçesiyle birlikte on gün zarfında Büyük M. Meclisine iade edebilir ki, bu taliki bir veto hakkı sayılabilir. Meclis iade edilen kanunu yine kabul ederse bu kanunu ilânı Cumhurbaşkanı için mecburidir.
II — 26 haziran 1945 tarihinde San FransUko'da imzalanan (ve 15/8/1945 tarihli ve 4801 No lu kanunla Türkiye B. M. Meclisince onanan) Birleşmiş Milletler Andlaşması gereğince (M 27). Güvenlik Meclisi (usul meseleleriyle Andljşmanın 6 ıncı bölümü vr 52 inci maddesinin 3 üncü fıkrasına temas eden hususlar dış nda kalan) bütün meselelerde süreli üyelerin hepsiniu (Birleşik Amerika, İngiltere, Sovyet Rusya, Fransa ve Çin Devletlerinin) oyları dahil olmak üzere yedi üyenin müspet oyu ile bir karar alabilir. Bu hüküm, adı geçen devletlere mutlak bir veto hakkı tanımaktadır. Yani, yukarıda bahis mevzuu ed len istisnalardan başka hususlarda, bir karar alınabilmesi, ancak, işbu devletlerden hepsinin müspet oyu ile kabildir.
VEZÂİF-1 SÂCIRE (taiâ'il-i ,ağira) (Es H) Boş kalan, inhilâl eden, veya muattal bırakılan vazifeler demektir.
VEZARET Osmanlı İmparatorluğunda en büyük rütbedir. Bu rütbe ilk zamanlarda hem mülki ve hem askerî bir rütbe idi. Bu rütbeyi haiz olanların kendilerine has sıfat ve salahiyetleri vardı. Meselâ, vezaret rütbesini haiz bulunan beylerbeyleri diğerlerinden farklı salâhiyetlere sahip bulunurlardı. Sonraları Müşirlik askerî rütbelerin en yüksek derecesi sayılmış ve vezirlik yalnız mülkiye ricaline l.asredilmiştir. Ancak Sâdra, zam olanlara aynı zamanda vezirlik rütbesi de verilirdi.
VEZİR-İ ÂZAM (sadrâzam) Osmaulı imparatorluğunda padişahtan sonra en yüksek devlet makamını işgal ve vezirliğin en yüksek derecesini ihraz eden zat idi. Veziri âzam padişahın mutlak ekili olup padişaha ait tekmil kudret ve salâhiyetleri onun namına kullanırdı. Meşrutiyetten evvel padişahtan başka kimseye hesap vermek mecburiyetinde olmayıp yalnız padişaha karşı mesul sayılırdı. Meşrutiyet devirlerinde sadrıâzam veya veziri âzam kabine Reisi ve Başvekil vaziyetinde bulunuyor ve bu sıfatla mebusan meclisine karşı da mesul oluyordu.
VEZN (vazıı) (Es. H.) Tartmak mânasına geldiği gibi tartacak şeye de denir. Çemi «evzan» dır.
VEZNÎ (vazniyy) (Es. H ) Tartılan şey : yağ ve bal gibi misli mallar. Cemi «Vezniyat» tır.
VİCAHÎ HÜKÜM bk. Hüküm.
VİCDAN HÜRRİYETİ bk. Din hürriyeti.
VİLÂYET ( İl ) [aim. Provinz, Regierungsbezirk. —fr. departement. — ing. province/.
Ülkenin idari taksimatının en geniş dairesi ve birinci derecesi, devletten sonra en büyük kamu idaresidir.
Türkiye, coğrafi vaziyet ve iktisadi münasebetlere göre illere taksim olunur ve bu iller tevsi-i mezuniyet ve vazifelerin ayrılması esasları dairesinde idare edilirler. Bu itibarla il teşkilâtı iki muhtelif mahiyet ve cephe arz eder :
1 — Ülkenin bir idari taksimat dairesi ve bu itibarla merkez teşkilâtının muhite doğru gelişmiş bir cüzüdür.
2 — Mahalli teşkilâta ve uzuvlara malik ve mahalli kamu hizmetleriyle mükellef hükmi şahsiyeti haiz bir kamu idaresidir (Anayasa 89; Vilîyet İdaresi K.; İdare-i Uınumiye-i Vilâyet K. 75 vd.).
VİLÂYET BÜTÇESİ [aim. Provinzetat. — fr. budget departemental. — ing. provincial bud getJ.
İl mahalli ve hususi idaresine ait bütçedir. İl tüzelkişisine mahsus gelir ve giderleri ihtiva eden bu bütçe adi ve fevkalâde olmak üzere iki nevidir. II bütçesi 11 umumi meclisleri tarafından tetkik ,ve kabul edildikten sonra Bakaular Kurulunun kararı ve Cumhurbaşkanının tasdiki ile katileşir (İdare i Umumiye-i Vilâyet K. 75 vd.).
VİLÂYET DAİMÎ ENCÜMENİ [aim. Provinzial-aussehuss, — fr. commission departementalej.
II tüzelkişisine mahalli idaresinin müzakere ve icrai kararlar almakla mükellef ikinci uzvudur. Encümen, il umumi meclisinin tatil devresinde bir dereceye kadar onun yerine kaim olmak ve ona ait vazifeleri görmek üzere ihdas edilmiştir.
Umumi meclis tarafından her yıllık toplantı sonunda kendi üyesi arasından seçilmiş dört zattan mürekkeptir (İdare-i Umumiye-i Vilâyet K. 36 vd. ).
VİLÂYET HUSUSİ İDARESİ [aim. Provinzial-verzvaliung.— fr administration locale dans les depar-tements. — ing. local government/.
İlin, özerk ve tüzelkişiliği haiz bir kaınu idaresi sıfatiyle haiz olduğu mahalli teşkilâttır.
Bu ttşkilât, umumi meclis, vilâyet daimi encümeni, icra uzvu sıiatiyle vali ve hususi muhasebeden mürekkeptir ve hususi bütçeye maliktir ( Idare-i Umumiye-i Vilâyet K. 75 vd. ).
VİLAYET İDARİ ŞUBESİ İlde valinin emri altında çalışan çeşitli bakanlıklara ait merkezî teşkilâtın her biridir (Vilâyetler İdaresi K. ).
VİLÂYET MECLİS-İ İDARESİ bk. İdare heyeti.
VİLÂYET UMUMİ MECLİSİ [aim. Provinzial-\ersammlung. — fr. conseil general du departement. — irı^. provincial council].
Tüzelkişiliği haiz ve özerk bir kamu idaresi sıfatiyle ilin malik olduğu mahalli teşkilâtın idari kararlar vermeye yetkili en büyük uzvudur.
İle tanınan vazifelerin her biri hakkında icrai kararlar vermek yetkisini haiz olan bu meclis İlçeler tarafından ve nüfus sayısı nispetlerine göre seçilen üyelerden terekküp eder ve belirli zamanlarda adiyen ve usulü dairesinde vâki davetler üzerine fevkalâde olarak toplanır ( İdare-i Umumiye-i Vilâyet K. 103 vd ).
VİLÂYETLERİN UMUMÎ İDARESİ [fr. administration centrale dans le departement].
İl mıntakası dahilinde merkeze mensup teşkilâttır. Bu teşkilât başta vali olmak üzere merkezin memurları olan vilâyet idare şubeleri reisleri ve maiyet-lerindeki memurlarla heyetlerden mürekkeptir ( Vilâyet İdaresi K. ).
VİZE [aim. Visum, Sichtvermerk. — fr. visa; vise. — ing. visa].
VİZE - YAKALAMA
361
Bir muameleyi tasdik etmek veya o muameleye kıymet vermek ( bir pasaportun vizesi ) , veya bir sarf muamelesi yapan memurun bu muamelesinin kanuna ve bütçeye uygunluğunu temin etmek (Sayıştay vizesi) için yetkili makamı işgal eden şahıs tarafından mühür, imza veya paraf konmasıdır,
VOYVODA [aim fr. ing. Voivodej.
1 — Aslı İslavca olan bu kelime Ordu komutanı mânasına gelir. Evvelce lslavlarda yalnız askeri reislere verilen bu unvan daha sonraları Karadağ ve Sırbistan gibi yerlerde mareşal karşılığı olarak kullanılmıştır. Doğu Avrupada da bu unvan bazı prenslere ve büyük idare âmirlerine verilmiştir.
2 — Osmanlı İmparatorluğunda, bugünkü Roman-yanın bulunduğu Eflak ve Buğdan ayaletleri valilerine de bu unvan verilirdi. Bu eyalttlere Voyvodalık denilirdi.
3 — Tanzimattan evvel vali veya mutasarrıf tarafından tabaası islav ırkından olan bir kazanın idaresine tâyin edilen ve bugünkü kaymakamlar vaziyetinde bulunan memurlara da bu ad verilirdi.
VUKUF 1 — (aim. Wissen, Kenntnis. — fr. con-naissance. — ing. knowledge / .
Lügat bakımından bir şeyi bilmek demektir. Hukukta alâkalı olan bir kimsenin muayyen zamanda mevcut bir durumu bilmesi veya bilmemesi vakıasını anlatan bir terimdir. BK. nun 176 nci maddesi ilk, sebepsiz iktisapta bulunan kimsenin iktisap anında malın başkasına ait olduğunu bilmemesi ikinci ihtimale misaldir. Fakat bazan ihmal neticesinde husule gelen bilgisizlik hüsnü niyet iddiasının kabulünü imkânsız kılar (MK. 3 f. 2).
Vukuf ya şahsi müşahedeye veya her hangi bir kimse tarafından yapılan bir ihbara istinat edebilir. Kanun, bazı hallerde, yalnız ihbara kıymet verir; netekim MK. nun 855 inci maddesi, muahher bir rehnin tesis edilebilmesi için rehne ıttılaın minhasıran ihbara müstenit olması lüzumunu tasrih etmektedir. Diğer bazı hallerde ise bilginin hangi kaynaktan geldiği aranmaksızın sadece vakaya vukuf nazara alınır : müşteri satın aldığı maldaki ayba vakıf bulunursa bayi mesul olmaz ( BK. 197). Ve nihayet bir kısım haller daha vardır ki vakanın ihbarı veya muhatabın vakaya her hangi bir suretle ıttılaı arasında fark gözetilmez (BK. 167 ).
Vukufu temin için bazı vakıaların umumi sicillere kaydı kanunun kabul ettiği bir esastır : Tapu sicilleri (MK. 901 vd.), Ticaret sicilleri (TK. 26 vd.), Karı koca malları hakkındaki usule dair sicil (MK. 237 vd.), Mülkiyeti muhafaza mukavelelerinin kaydına mahsus siciller (MK. 688) gibi. Bu sicillerin şümulleri her vakit aynı derecede değildir. MK. nun 928 inci maddesinin 3 üncü fıkrası hükmünce hiç kimse tapu siciline yazılı olan bir keyfi-
yetin kendisince meçhul olduğunu iddia edemez. Karı koca mallarının idaresi hakkındaki mukavelelerin tescil ve ilân edilmesi keyfiyeti de bilgisizlik iddiasua mani olur (MK. 237 ). Ancak tescili lâzım gelen bir hususun tescil edilmemiş olması halinde üçüncü şahsın ıttılaı iddia ve ispat olunabilir (TK. 39 son fıkra). Mülkiyeti muhafaza kaydiyle yapılan mukaveleler yalnız ma ik, zilyet ve onun alacaklıları hakkında hüküm ifade eder.
2 (Vukuf ) (Es. H ) Vakfolunan şey mânasını ifade eden vakfın cemidir.
VUSUL NAZARİYESİ /aim Zugangstheorie. — theorie de la reception /.
Kabulü tazammun eden bir irade beyanının muhataba eriştiği anda akdin hükümlerini meydana getirdiğini kabul eden hukuki içtihada verilen isimdir. Medenî Kanunumuz bu nazariyeye taraftar görünmektedir.
VUSULÜ MUKTAZİ İRADE BEYANLARI bk. İrade izharı.
VÜCUB (vucüb) (Es. H.) Bir kimsenin zimmetinin bir borç ile meşgul olmasıdır. Meselâ, müşteri yüz kuruşa bir mal satın alsa beyi ile müşterinin zimmetinde yüz kuruş vacip olur.
VÜCUB-1 EDÂ (vucûb-i ada') (Es. H.) Sebebin vücudundan sonra muayyen bir zamanda bir fiili işlemenin veya bir malı edanın lâzım olmasıdır. Bazan nefsi vücub bulunur da vücub-u edâ bulunmaz. Meselâ, semeni bir ay sonra verilmek üzere bir mal satıldıkta akit ile nefs-i vücub tahakkuk ve borç sabit olur. Fakat vücub-u eda yani semeni ödemenin vücub ve lüzumu bir ay sonra tahakkuk eyler.
VÜCUH-U VAKF (vucüh-i vakf) (Es. H.) Vakfın meşrut-un lehi olan cihetlerdir ki üç kısma ayrılır:
1 — Yalnız fakirlerden ibaret olur,
2 — Evvelâ zenginler, sonra fakirlerden ibaret olur.
3 — Fakirler ile zenginlerden ibaret olur. Mescitler, kütüphaneler, köprüler gibi vakıflar bu üçüncü kısma dahildir.
Bir vakfın yalnız zenginlere vakfı caiz değildir. Çünkü, bu halde vakıftan bekleni en Tanrıya yakınlık gayesi tahakkuk etmez ve bu yüzden tedavülden kalkan malların muhtaç olmıyan kimselere inhisarı mahzuru husule gelir.
VÜSUK [aim. Authentizitât, Echtheit. — authen-ticite. — ing. authenticity/
Bir yazı veya imzan n, kendisine nispet olunan kimseden veya makamdan sâdır olduğuna muhakkak nazariyle bakılmasını icabettirecek derecede, haiz olduğu kıymet ve kuvvettir (HMUK 309).
Bir yazı veya imzaya bu kıymet ve kuvveti verdirmek için yapılan muameleye «tevsik» denir.
VÜSUK-U TARİH (mevsuk tarih) bk. Tarih.
Y
YABANCİ bk. Ecnebi, Misafir.
YAKALAMA [aim. Festnahme, vorlaufige Fest-nahme. —fr. detention preventive.— ing. arrest].
1 — Hakkında tevkif müzekkeresi olmaksızın bir maznunun hürriyetinin muvakkaten tahdit edilmesidir. Eski hukukta buna «derdest» etmek denirdi (CMUK 109, 127).
VİZE - YAKALAMA
361
Bir muameleyi tasdik etmek veya o muameleye kıymet vermek ( bir pasaportun vizesi ) , veya bir sarf muamelesi yapan memurun bu muamelesinin kanuna ve bütçeye uygunluğunu temin etmek (Sayıştay vizesi) için yetkili makamı işgal eden şahıs tarafından mühür, imza veya paraf konmasıdır,
VOYVODA [aim fr. ing. Voivode/.
1 — Aslı İslavca olan bu kelime Ordu komutanı mânasına gelir. Evvelce lslavlarda yalnız askerî reislere verilen bu unvan daha sonraları Karadağ ve Sırbistan gibi yerlerde mareşal karşdığı olarak kullanılmıştır. Doğu Avrupada da bu unvan bazı prenslere ve büyük idare âmirlerine verilmiştir.
2 — Osmanlı imparatorluğunda, bugünkü Roman-yanın bulunduğu Eflak ve Buğdan ayaletleri valilerine de bu unvan verilirdi. Bu eyalttlere Voyvodalık denilirdi.
3 — Tanzimattan evvel vali veya mutasarrıf tarafından tabaası İslav ırkından olan bir kazanın idaresine tâyin edilen ve bugünkü kaymakamlar vaziyetinde bulunan memurlara da bu ad verilirdi.
VUKUF 1 — (aim. Wissen, Kenntnis. — fr. con-naissance. — ing. knowledge / .
Lügat bakımından bir şeyi bilmek demektir. Hukukta alâkalı olan bir kimsenin muayyen zamanda mevcut bir durumu bilmesi veya bilmemesi vakıasını anlatan bir terimdir. BK. nun 176 ncı maddesi ilk, sebepsiz iktisapta bulunan kimsenin iktisap anında malın başkasına ait olduğunu bilmemesi ikinci ihtimale misaldir. Fakat bazan ihmal neticesinde husule gelen bilgisizlik hüsnü niyet iddiasının kabulünü imkânsız kılar (MK. 3 f. 2).
Vukuf ya şahsi müşahedeye veya her hangi bir kimse tarafından yapılan bir ihbara istinat edebilir. Kanun, bazı hallerde, yalnız ihbara kıymet verir; netekim MK. nun 855 inci maddesi, muahher bir rehnin tesis edilebilmesi için rehne ıttılaın minhasıran ihbara müstenit olması lüzumunu tasrih etmektedir. Diğer bazı hallerde ise bilginin hangi kaynaktan geldiği aranmaksızın sadece vakaya vukuf nazara alınır : müşteri satın aldığı maldaki ayba vakıf bulunursa bayi mesul olmaz ( BK. 197). Ve nihayet bir kısım haller daha vardır ki vakanın ihbarı veya muhatabın vakaya her hangi bir suretle ıttılaı arasında fark gözetilmez (BK. 167 ).
Vukufu temin için bazı vakıaların umumi sicillere kaydı kanunun kabul ettiği bir esastır : Tapu sicilleri (MK. 901 vd.), Ticaret sicilleri (TK. 26 vd.), Karı koca malları hakkındaki usule dair sicil (MK. 237 vd.), Mülkiyeti muhafaza mukavelelerinin kaydına mahsus siciller (MK. 688) gibi. Bu sicillerin şümulleri her vakit aynı derecede değildir. MK. nun 928 inci maddesinin 3 üncü fıkrası hükmünce hiç kimse tapu siciline yazılı olan bir keyfi-
yetin kendisince meçhul olduğunu iddia edemez. Karı koca mallarının idaresi hakkındaki mukavelelerin tescil ve ilân edilmesi keyfiyeti de bilgisizlik iddiasua mani olur (MK. 237 ). Ancak tescili lâzım gelen bir hususun tescil edilmemiş olması halinde üçüncü şahsın ıttılaı iddia ve ispat olunabilir (TK. 39 son fıkra). Mülkiyeti muhafaza kaydiyle yapılan mukaveleler yalnız ma ik, zilyet ve onun alacaklıları hakkında hüküm ifade eder.
2 (Vukuf ) (Es. H ) Vakfolunan şey mânasını ifade eden vakfın cemidir.
VUSUL NAZARİYESİ /aim Zugangstheorie. — theorie de la reception ].
Kabulü tazammun eden bir irade beyanının muhataba eriştiği anda akdin hükümlerini meydana getirdiğini kabul eden hukuki içtihada verilen isimdir. Medenî Kanunumuz bu nazariyeye taraftar görünmektedir.
VUSULÜ MUKTAZİ İRADE BEYANLARI bk. irade izharı.
VÜCUB (vucüb) (Es. H.) Bir kimsenin zimmetinin bir borç ile meşgul olmasıdır. Meselâ, müşteri yüz kuruşa bir mal satın alsa beyi ile müşterinin zimmetinde yüz kuruş vacip olur.
VÜCUB-İ EDÂ (vucûb-i ada') (Es. H.) Sebebin vücudundan sonra muayyen bir zamanda bir fiili işlemenin veya bir malı edanın lâzım olmasıdır. Bazan nefsi vücub bulunur da vücub-u edâ bulunmaz. Meselâ, semeni bir ay sonra verilmek üzere bir mal satıldıkta akit ile nefs-i vücub tahakkuk ve borç sabit olur. Fakat vücub-u eda yani semeni ödemenin vücub ve lüzumu bir ay sonra tahakkuk eyler.
VÜCUH-U VAKF (vucîih-i vakf) (Es. H.) Vakfın meşrut-un lehi olan cihetlerdir ki üç kısma ayrılır:
1 — Yalnız fakirlerden ibaret olur,
2 — Evvelâ zenginler, sonra fakirlerden ibaret olur.
3 — Fakirler ile zenginlerden ibaret olur. Mescitler, kütüphaneler, köprüler gibi vakıflar bu üçüncü kısma dahildir.
Bir vakfın yalnız zengiulere vakfı caiz değildir. Çünkü, bu halde vakıftan bekleni en Tanrıya yakınlık gayesi tahakkuk etmez ve bu yüzden tedavülden kalkan malların muhtaç olmıyan kimselere inhisarı mahzuru husule gelir.
VÜSUK [aim. Authentizitât, Echtheit. — authen-ticite. — ing. authenticity/
Bir yazı veya imzan n, kendisine nispet olunan kimseden veya makamdan sâdır olduğuna muhakkak nazariyle bakılmasını icabettirecek derecede, haiz olduğu kıymet ve kuvvettir (HMUK 309).
Bir yazı veya imzaya bu kıymet ve kuvveti verdirmek için yapılan muameleye «tevsik» denir.
VÜSUK-U TARİH (mevsuk tarih) bk. Tarih.
Y
YABANCİ bk. Ecnebi, Misafir.
YAKALAMA [aim. Festnahme, vorlaufige Fest-nahme. —fr. detention preventive.— ing. arrest].
1 — Hakkında tevkif müzekkeresi olmaksızın bir maznunun hürriyetinin muvakkaten tahdit edilmesidir. Eski hukukta buna «derdest» etmek denirdi (CMUK 109, 127).
362
YAKALAMA — YAŞ TASHİHİ
2 — Karakol hizmetlerinde bulunan subaylarla erler raıntakaları dahilinde adlî takibat, muhafaza, emniyet ve disiplin maksatlariyle asker ve sivil her şahsı yakalamaya yetkilidirler ( Ordu Dahilî Hizmet K. 76, 77, 78).
YAKİN (yakin) Bir şeyin vuku veya ademi vukuunu eezmetmek, yani kanaat getirmek veya zan-nı galip ile zannetmektir.
YAĞMACILIK [aim. Plünderung. - Jr. pillage.
— ing. pillage, pillaging, plundering].
Harb sahnelerinde, korku ve heyecan içinde kalan sivil ahalinin bu hallerinden istifade ederek, veya böyle bir sırada askerî kuvvet ve nüfuzunu kötüye kullanarak bir veya mütaaddit askerlerin bu ahaliden birinin malını haksız olarak zapt veya malını vermeye icbar etmeleri, yahut para, eşya toplamaları, veya yetkili olmadıkları halde harb mükellefiyeti tatbik eylemeleri suretlerinden birisiyle işlenilen ve her devletin askerî ceza kanunlarında hususî surette cezalandırılmış olan askerî bir cürümdür.
Türk Ceza Kanununun onuncu babının ikinci faslında bir kimsenin menkul malını cebir, şiddet veya tehdit ile zaptetmek veya böyle bir malı teslime icbar eylemek fiili «yağmacılık» suretiyle tavsif olunmuştur. Bu suç evvelce gasp, nehip, garet kelimeleri ile ifade edil. mekte ve «yağma» mefhumundan, her hangi bir kargaşalıktan istifade edilmek suretiyle birçok şahısların bir kimsenin malını cebren almaları fiili anlaşılmakta idi (As CK. 123, 124; CK. 495),
YALAN YERE ŞAHADET (tanıklık) [aim. fahch.es Zeugnis.— fr. faux temoignage. — ing. false evidence].
Tanık, veya bilirkişi dinlemeye yetkili olan bir memur, bir heyet huzurunda tanıklık ederken veya bilirkişi sıfatiyle rey ve malûmat verirken yalan söylemek, yahut hakikati inkâr etmek, yahut malûmatını az veya çok gizlemek veya hakikate muhalif rey ve mütalea beyan eylemektir. Adliye aleyhinde işlenmiş bir cürüm teşkil eder (CK. 286 - 293 ).
YALAN YERE YEMlN [aim. Meiaeid, Falscheid.
— fr. faux sermeni, par jure. — ing. perjury. — lât. periurium]'.
Hukuk dâvalarında bir kimsenin davacı veya dâva olunan sıfatiyle kendisine usulüne göre tevcih edilen yemio altında yalan yere beyanda bulunmasıdır. Adliye aleyhinde bir cürüm teşkil eder (CK. 286 - 293).
YANGIN SİGORTASI [aim. Feuerversicherung, Hrandschadenversicherung. — fr. assurance contre l'\n-cendie, assurance-incendie. — ing.fire insurance].
Doğrudan doğruya ateş yüzünden husule gelen zararları karşılamak gayesiyle akdolunan sigortadır (TK, 976 - 982).
Yangın sigortası, sigortalıya hasarın vukuundan evvelki vaziyeti aynen temicden ziyade uğradığı zararı tazmin etmeye matuftur. Gerek gayrimenkul mallar, gerek menkul eşya hakkında tatbik olunan pek çok çeşitleri vardır.
YARDIM bk. Kurtarma ve yardım.
YARDIM VAZİFESİ (Velayette) [aim. Fürsor. gepflicht. —fr. devoir d' aide et de secours].
1 - bk. Nafaka.
2 — Devlet aşağıdaki iki halde hısımlara terettüp eyliyen yardım mükellefiyetini üzerine almak mecburiyetindedir.
a) Velayet altındaki çocuğun manevî, fikrî tekâmül ve menfaati icabı olarak, veya çocuğun serkeşliği ve sertliği ve velinin talebi ile, Yargıç tarafından bir müesseseye yerleştirilmesi kararı verildiği takdirde, velî veya velîlerin âciz olmaları hali (MK. 272)
b) Velayetin nez'i halinde baba ve anının çocuğun bakım ve terbiye masraflarını vermekten âciz olmaları hali (MK. 277ı
YARGIÇ 6*. Hâkim.
YARGI ERKİ bk. Kuvve-i kazaiye.
YARGI HAKKI bk. Kaza hakkı.
YARGI İŞLEMLERİ bk. Kazai muamele.
YARGILAMA MASRAFLARI bk. Muhakeme masrafları.
YARGILAMANIN AÇIKLIĞI bk. Muhakemelerin aleniyeti.
YARGITAY bk. Temyiz Mahkemesi.
YARICILIK MUKAVELESİ [aim. Teilpacht.
— fr. contrat de metayage. — ing. metayage, usufructuary tenancy. — lât. colonia partiaria].
Bir nevi zirai kira mukavelesidir ki; burada kiracı icar bedeli yerine çalıştığı topraklarda yetiştirdiği mahsullerin bir kısmını toprak sahibine vermeyi taahhüt eder.
YASALI bk. Meşru. YASAMA bk. Teşri.
YAŞ HADDİ [aim. Altersgrenze. fr. limite d'âge.
— ing. limit of age].
Memurların ve askerlerin (subayların ve askeri memurların) devlet hizmetlerinde çalışabilecekleri en son yaş sınırı olup bu hadde erişen memurlar ve askerler hususi hükümlerine göre emekliye sevkolunurlar (Askerî, Mülki Tekaüt K.; Dahiliye Memurlarından Bir Kısmının Tahdidi Sinlerine Dair K.; Zabıta ve Askerî Memurların Tekaüdü için Rütbe ve Sınıflarına Göre Tayin olunan yaşlarını bildiren K. ; Polis Mensuplarının Tekaüdü için yaş hadlerine dair K.).
YAŞ TASHİHİ Yaş canlı varlıkların yaşayış süresini tesbite yarayan zaman ölçüsü olmak itibariyle topluluğun ekonomik ve hukuki hayatında büyük önemi haizdir. Yalnız insanların değil aynı zamanda hayvanların ve nebatların yaşayışı da yaş ile ölçülür.
Yaş, hukukta, hukuk süjelerinin sahip bulundukları gerek kamu hukukuna ve gerek hususi hukuka ait her türlü sübjektif hakların doğumunda, hüküm ifade etmesinde ve kullanılmasında veya hukuk süjelerine vazife ve mükellefiyet yüklenilmesinde esaslı unsurlardan biridir. Böylece doğmuş olmak yani yaş yaşamıya başlamış bulunmak medenî haklardan istifadenin ve erginlik yani 18 yaşın ikmali (veyahut evlenme rüştü veya mezuniyet) medeni hakları kullanmanın, 22 ve 30 yaşlarını ikmal eylemek seçmek ve seçilmek haklarının kullanılmasının, 18 yaşın ikmali memur olabilmek siyasi hakkının kazanılmasının, 20 yaşını doldurmak askerlik şeref ve
YAŞ TASHİHİ
mükellefiyetini haiz olmanın şartlarındandır (MK. 8, 27 vrj.; Anayasa 10, 11 ; 4320 sayılı Mebus seçimi K. mad. 7, 10; Memurlar K.; Askeılik mükellefiyeti K m. 2 ).
Hukukta haiz olduğu bu önemden dolayı şahsi hallerin baş unsuru sayılan yaşın ve yaşı ilgilendiren vukuatın devletçe itimada lâyık ve karine değerinde beyyine kudretini hair -e(.mi sicillerle tesbwi esası kabul edilmiş ve devletimiz de bu esası geniş mevzuat ile sağlamıştır ( MK. 35 ve 14 ağustos 1330 tarihli Nüfus K.; 2 nisan 1331 tarihli sicilli nüfus nizamnamesi; Evlenme talimatnamesi... ilh.) .
Bu suretle devletçe resmen tespit ve tevsik olunan yaşın nüfus sicillerinde kayıtlı bulunduğu üzere doğurduğu karine ile kabul olunup hilafı muhakeme yoliyle sabit olmadıkça bunun düzeltilmesi cihetine gidilemez, yani yaş tashihi ancak yargıcın hükmü ile olur (MK. 38). Yaşı tashih edecek yargıcın mutlaka hukuk yargıcı olması lâzım gelmez; bir ceza dâvasının görülmesi sırasında ceza yargıcı da elde inandırıcı delillerin varlığı halinde, sanığın, ceza yi ehliyetinin tespiti bakımından, yaş tashihi hakkında karar verebilir ( bk. Medenî haklardan istifade, medenî hakları kullanma ehliyetleri, mükellefiyet).
YATAKLIK [aim. Hehlerei. — fr. reçel, reçele, recelement. — ing. receiving and concaling. — lûi. oc-culiator et receptor/.
İşlenmiş suça iştirak mahiyetinde sayılacak bir fiil ika etmeksizin bir suçu işlemiş bulunan şahıslara bilerek barınacak yer göstermek, yahut bir cürüm neticesinde elde olunan şeyleri bilerek kabul etmek, saklamak, satın almak veya bu işlere tavassut eylemek cürmüdür ( CK. 169, 314, 500, 512).
YAYIM SÖZLEŞMESİ bk. Neşir mukavelesi.
YAYLAK VE KIŞLAK RESMİ (Es. H.) Bir köy ahalisine müstakillen, yahut mütaaddit köy ahalisine müştereken kadimden beri mahsus olan yaylak ve kışlağın otundan ve suyundan intifa eden ahaliden tahammüllerine göre devlet için alınan resimlerdir. Bu kabil yaylak ve kışlaklar arazi-i metrukeden madut oldukları halde istisnaen resme tabi tutulmuşlardır.
YAZI TATBÎKİ bk. Tatbik.
YAZILI EMİR {aim. ministerielle Anıveısung. — fr. ordre minister iel. — ing. ministerial order].
Ceza işlerinde yargıç ve mahkemeler tarafından verilen ve Yargıtayca tetkik edilmeksizin katîleşen karar ve hükümlerde kanuna muhalefet edildiğini haber alan Adalet Bakanının o karar veya hükmün bozulması için Yargıtaya müracaat zımnında Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak verdiği emirdir (CMUK. 343 ; As. U. M. 272).
YAZILI HUKUK /aim. geschriebenes(kodifiziertes) Recht, — fr. Droit ecrit. — ing. Statute Law. — lât. iu» »criptumj.
Kanun vazıı tarafından konulup neşir ve ilân edilen kanunlarda ifade edilen kaidelerdir. Zıddı örf ve âdet hukukudur,
YAZILI ŞEKİL 6*. Şekil.
YEDEK AKÇESİ bk. İhtiyat akçesi.
YED (yad) Kudret, kuvvet, el manasınadır.
- YEMİN 363
YED-1 ADİL /aim. Sequester, Treahânder. — fr. sequestra, contignataire. — ing. depotitary, contlgnee, sequester/.
Münazaalı şeyin saklanması ve idaresi kendisine tevdi edilen kimsedir. Aynı anlamda «yed-i emin» , «emin, adil» terimleri de kullanılır (HMUK. 101, bent 1: İc. If. K. 88 ; C 'UK. 72 ).
YED 1 EMİN bk. Yed-i adil.
YED-1 HUSUMET (yad-i huşümat) (Es H.) Bir malı milki olarak elinde bulunduran kimsenin yedidir. Meselâ: bir kimse diğer kimsenin elinde bulunan bir malın kendisine ait olduğunu iddia eder ve müddeaaleyh de o malın kendi milki olduğunu dermeyen eylerse bu müd-deaaleyhin yedi, yed-i husumet olmuş olur.
YED-1 MÜRTEHİN bk. Yed-i adil.
YED-1 NİYABET ( yad-i niyâbat) (Es. H.) Başkasının malını ona niyabeten elinde bulunduran kimsedir: bir kimseye sahibi tarafından vedia olarak bırakılan mal üzerinde o kimsenin yedi gibi.
YEDlN İADESİ DÂVASI 6*. Zilyetlik dâvası.
YEMİN [aim. Eid. — fr. serment. — ing. oath.— lât. iure iurandum],
1 — Bir kimsenin verdiği sözü temin veya sözünün doğruluğunu tasdik için kanun ile muayyen sözleri söylemesi veya hareketleri yapmasıdır.
Bu sözleri söylemiye, hareketleri yapmıya «yemin etmek» (andiçmek) ve bir kimseyi yemin ettirmiye «tahlif» denir.
Anayasa hukukunda ; Cumhurbaşkanı ve milllet-vekilleri «Namusum üzerine söz veririm» diye yemin ederler ( Anayasa 16, 38) .
Hukuk muhakeme usulünde: taraflar ve tanıklar «Allahım ve namusum üzerine yemin ediyorum» diye yemin ederler (HMUK. , 339).
Ceza muhakeme usulünde : şahitler « namusum ve vicdanım üzerine dosdoğru söylediğime yemin ederim » yolunda, bilirkişiler « vicdanım üzerine yemin ederim » diye yemin ederler (CMUK. 57, 72).
Kat'î yemin [aim. Löuterungseid. — fr. serment decisoire. — ing. decisive oath] ; Hukuk dâvasında, bir kimsenin esas dâvasının halline müessir olan bir fiilin ispatı için diğerine teklif ettiği yemindir (HMUK. 344-354).
Resen teklif olunan yemin [aim. richterlicher Eid.
— fr. serment d'office.— ing. oath by order of Court]: hukuk dâvasında, iddia olunan hususun kat'î deliller ile ispat edilememiş olması veya iddia olunan hususu ispat için gösterilen delillerin hüküm verilecek derecede ka. naat husule getirmemesi halinde, yargıcın kanaatini celp için, kendisinden taraflardan birine verdiği yemindir (HMUK. 355 - 362).
Mütemmim yemin [aim. Ergânzungseid— fr. ser. ment suppletoire] : ( Ticaret hukukunda) kanuna muvafık olarak tutulan mecburi ticaret defterleri münderecatının sahibi lehine delil olarak kabulü halinde, mahkemenin kanaatini ikmal ve vicdanını temin için o kaydın doğruluğuna ve müddeabihin halen müddeaaleyh zimmetin-
364
YEMİN — YENİLEME DÂVASI
de ifası lâzım hakkı bulunduğuna dair defter sahibine yaptırmıya mecbur olduğu yemindir (TK. 86 ).
Yemin tevcihi (teklifi) [aim. Eideszuschiebung.— fr. def erer le serment] : Hukuk dâvasında taraflardan birine yemin etmesi lâzım geldiğinin bildirilmesidir.
Yeminden imtina [aim. Eidesverweigerung. — fr. refas de serment]: kendisine yemin teklif edilen tarafın yemin etmekten çekinmesidir ki, yemin mevzuunu teşkil eden vakıanın sabit olmuş sayılmasını icabettirir ( HMUK. 339).
Yemini ret [aim. Zarückschiebang des Eides. — fr. referer le serment] : kendisine yemin teklif edilen tarafın, yeminin hasım tarafından icrasını istemesidir (HMUK. 347).
2 — ( Yanı in ) (Es. H.) Asıl lügatte yeaarın mukabili olan sağ cihet ve sağ el demek olup sağ el sol elden daha kuvvetli olması dolayısiyle kudret ve şiddet mânasına da gelir. Eskiden araplar ahit ve misak hususunda sağ ellerini yekdiğeri ile darb ve mesheyledikleri cihetle «kasem»e de yemin ıtlak olunmuştur.
Istılahta, yemin iki türlüdür: biri «kasem» dir ki haberin iki canibinden birini Cenabı Hakkın ism-i şeri-fiyle takviye eylemekten ibarettir. İkincisi «talik» tir: « filân şeyi yaparsam şu kadar sadaka borcum olsun » demek gibi.
Müddeaaleyh üzerine lâzım olan yemin, «yeminî kasemi » dir ki esbab-ı hükümden birisidir.
Yemin, betate ve ademi ilme olmak üzere ikiye ayrıldığı gibi sebebe ve hasıla olmak itibariyle de iki kısma ayrılır.
Betate yemin: bir kimseye kendi fiili hakkında «bu şey böyle değildi» diye kat'î olarak verilen yemindir. Meselâ: müddei müddeaaleyhten «sende şu kadar alacağım vardır onu isterim» diye dâva vc ledeluticvap müddeaaleyh inkâr edip te müddei ispattan izhar-ı ac-ziyle ona yemin ettirmek istedikte yargıç ona « vallahi benim bu adama o kadar kuruş borcum yoktur » diye yemin ettirir.
Ademi ilme yemin: diğer kimsenin fiili hakkında o şeyi bilmediğine dair verilen yemindir. Meselâ : müddei «fiiân kimse hayatta iken filân tarihte benden şu kadar kuruş istikraz ile umuruna sarfedip halâ hakkım olmakla terekesinden isterim» diye dâva ve ledelinkâr ispattan izhar-ı aczedip mütevaffanın vârisine yemin ettirmek istedikte vâris eğer murisinin ona borcu olduğunu inkâr ederse yargıç ona «vallahi murisimin o adama o kadar borcu olduğunu bilmem» diye yemin ettirir.
Eğer istikrazı inkâr ederse yargıç ona «vallahi murisimin bu adamdan o kadar kuruş istikraz ettiğini bilmem» diye yemin ettirir.
Sebebe yemin : bir hususun vâki olmadığına yemin etmektir. Meselâ: müddei «cihet-i karzdan senden şu kadar kuruş alacağım var onu isterim » diye dâva ve müddeaaleyh « ben ondan o kadar kuruş istikraz etmedim » diye ciheti inkâr ederse yargıç ona «vallahi ben bu adamdan o kadar kuruş istikraz etmedim » diye sebebe yemin ettirir.
Hasıla yemin: müddeinin hasıl-ı dâvası üzerine olan yemindir. Meselâ : müddei « sende şu kadar kuruş alacağım vardır » diye dâva ve müddeaaleyh inkâr edip
te müddei ispattan izhar-ı aczile ona yemin ettirmek isterse yargıç ona «vallahi benim bu adama o kadar kuruş borcum yoktur» diye yemin ettirir.
a) Yemin-i billah (yamin-i bi-'llâh) Cenab-ı hakkın kutsî namına olan yemindir ki buna «kasem billah» da denir ve iki ne.e ayrılır:
1 — Yemin fil-isbat : bir şey yapmak için vukubulan yemindir.
2 — Yemin fin nefy : bir şeyi yapmamak için vâki olan yemindir.
b) Yemin-i tacire (yamin-i fâcira) Yemin-i kâzi-be, yani yalan yere yapılan yemin demektir.
c) Yenıiıı-i münakide (yamin-i mun'akida) Mür-sel, muvakkat, fevr namlariyle üç kısımdır.
ç) Yemin-i mürsel (yamin-i nıursal) Bir vakit ile mukayyet olmıyan yemindir: «filân işi yaparım» diye yemin etmek gibi.
d) Yemin i fevr (yamin-i favr) Bir kelâma cevap olmak gibi bir sebebe bina olunan yemindir. Meselâ : sokağa çıkmak üzere bulunan bir kimseye hitaben «eğer sokağa çıkarsan» diye yapılan yemin gibi ki yalnız o delaki sokağa çıkmıya münhasır olur.
e) Ye.nin-i muvakkat (yamin-i muvakkat) Bir vakit ile mukayyet veya tevkiyet ifade eden bir lâfza mukarin olan yemindir. Tariften de anlaşıldıği veçhile bu yemin iki kısma ayrılır :
1 — Bir vakit ile mukayyet o'an yemindir ki ya kasem veya talik suretiyle olur :
« Ben vallahi bir seneye kadar borcumu veririni » , «ben bir seneye kadar borcumu vermezsem kölem hürdür» demek gibi.
2 — Tevkiyt ifade eden bir lâfza mukarin yemindir, ki bu da ya kasem veya talik suretiyle olur.
« Filân kimse sağ oldukça ben vallahi bu haneye girmem», «filân kimse sağ oldukça ben bu haneye girersem kölem azat olsun» demek gibi.
f) Yemin-i istizhar (yamin-i istihbar) Bir kimseye dâvasını ispat ettikten sonra bi â talep yargıç tarafından ihtiyat ve tevsik için tevcih edilen yemindir. Meselâ : kaybolan kocasının malından kendisine nafaka takdir edilmesini istiyen bir kadına « kocasından nafakasını almış olmadığına ve kendisinin nâşize ve iddeti geçmiş mutallaka bulunmadığına» dair yemin tevcih edilir ki bu bir yemin i istizhardır.
g) Yemin-i gayrı muvakkat ( yamin-i gayri muvakkat ) Bir vakit ile mukayyet ve tevkiyt ifade eden bir lâfza mukarin olmıyan yemindir ki, ya kasem veya talik suretiyle olur. Buna ; «yemin-i mutlak» da denir.
h) Yemin-i gamûs (yamin-i gamûs) Yalan yere âmden edilen yemindir.
i) Yemin-i lağıv (yamin-i lağv) Zanna mebni, vâki olana muhalif yapılan yemindir.
YEMİNDEN NÜKÜL bk. Nükûl YEMİN-1 MÜTEMMİM bk. Yemin. YENİLEME bk. Tecdit.
YENİLEME DÂVASI 1 — [aim. Antrag auf Aufnnhme eines ruhenden Verfahrens. —- fr. demand* de reprise]. Hukuk muhakemeleri usulünde: celseye
YENİLEME DÂVASI — YOLCULUĞA ELVERİŞLİLİK 365
çağırılmış olan taraflardan hiç birinin gelmemesi üzerine muameleden kaldırılan dosyan n tekrar muameleye konulması için taraflardan birinin yaptığı müracaattır
(HMUK. 409).
2 — Ceza ve hukuk muhakeme usulünde : yangın veya diğer bir suretle zayi olan dâva dosyasının hususi bir kanuna müsteniden yeniden teşkili için açılan dâvadır (İstanbul Adliye Yangını dolayisiyle kabul edilen 2367 No. K.).
YERLİ [aim. der Einheimische, Eingeborene — jr. indigene. — ing. a native, on indigenous].
Memleketin bir yerindeki asıl ahaliye veya sonradan gelip orada yerleşmiş olanlara denir (Nüfus K. m. 7).
YESAR (yasar) (Es. H.) İstiğna ve zenginlik demektir. «Sol» mânasına da gelir ki «yemin» in zıddıdır.
YETERLİK bk. Ehliyet.
YETİM 1 — bk. Eytam ve eramil.
2 — (Yatim) (Es.H.) Henüz bulûğ çağına yetişmemiş olan babasız erkek çocuğa denir. Müennesi « yetime» dir. Cemilerinde «eytam» ve «yetâmâ» olur.
YETKİ bk. Salâhiyet.
YEVMİYE DEFTERİ bk. Ticari defterler.
YIL [aim. Jahr. — jr. annee. — ing. year. — lât. annus] .
Oniki ay bir yılı ifade eder.
Adlî yıl [aim. Justizjahr. — jr. annee judiciaire]: Hukuk Muhakeme Usulü Kanununun 175 İdcİ maddesi mucibince 5 eylülde başlar 20 temmuzda nihayet bulur.
İş yılı [aim. Geschciftsjahr.— fr. annee comptable.
— ing. business year]: ticari işletmelerin kâr ve zarar hesaplarına esas olan devre olup kaideten takvim yılı ile birdir.
Malî yıl [aim. Finanzjahr.— fr. annee financiaire.
— 'nS- fiscal year] : bütçeyi tatbikat devresine yakın bir zamanda hazırlıyabilmek ve teşriî meclise onu muayyen ve münasip bir zamana kadar tetkik ve tasdik imkânı bırakmak üzere kabul edilen bir müddettir. 26 mayıs 1927 tarihinden evvel malî sene, Gregorien takvimini takiben marttan başlar şubat sonunda nihayet bu'urdu Mezkûr tarihten sonra hazirandan başlamakta ve mayıs sonunda bitmekte idi. Halen bütçe yılı takvim yılı ile birdir
Meclis toplantı yılı [aim. Parlamentsjahr, Sitzungs. jahr. — fr. annee parlementaire. — ing. parliamentary year}: Anayasamıza göre Büyük Millet Meclisi her yılın kasım ayının ilk gününde toplanır.
Takvim yılı [aim. Kalender jahr.— fr. annee civile]: her yılın ocak ayının birinci gününden başlar, aralık ayının bitmesiyle sona erer. Kazanç vergisine, askerî mükellefiyete esas olan ticari faaliyet, takvim yılına göre hesap olunur. Müstesna hallerde Maliye Bakanlığı bazı müesseseler için husu9İ bir takvim yılı tespit edebilir.
Tedris yılı [aim. Schuljahr. — fr. annee scolaire.
— ing. scholar year]: alelumum ekim ayından başlar ve haziran ayında nihayet bulur.
Üniversite yılı [aim. Studienjahr. — fr. annee universitaire] : ise, Senato karariyle tespit olunur.
YİYİCİLİK 6i;. İrtikâp.
YOKLAMA Gayrimenkulleıde : İstanbul ve mülha-katiyle taşralarda emval-i gayrimenkuleye ait icra kılı. nan umumi tahrire «yoklama» denir. Taşrada 1288 yılından itibaren muhtelif tarihlerde emlâk, emlâk ve arazi ile müsakkafat ve müştemilât-i vakfiyeye dair yoklamalar yapılmış ve bu bupta tanzim olunan cetvellerin idare meclislerince tasdik ettirilmesi emr-i samî iktizasından bulunmuştu. Meclis i idarelerce tasdik olunan yoklamalara musaddak yoklama defterleri ve tasdiksizlere gayri «musaddak yoklama defteri» denir. Meclis i idarelerce tasdik kılınmış olan yoklama defterlerinin mündericatı ile amel olunamaylp bu defterlere istinaden muamele icrası talep olunduğu takdirde senetsiz tasarruflara kıyasen muamele ifa olunur.
Askerlikte de terim halinde mânası vardır : Askerî mükellefiyete tabi olan kimselerin bu ödevi yerine getirmeden önce mensup oldukları askerlik şubelerince ilk ve son yoklamaları yapılır. Yedek subay olarak terhis edilmiş vatandaşlar askeri mükellefiyet yaşını ikmal edinceye kadar yılda bir defa haziran ayı içinde askerlik şubelerine müracaatla yoklamalarını yaptırmak zorundadırlar (As. Mükel. K.).
YOL [aim. Weg. — fr. voirie. — ing. road, way. — lât. via, iter],
1 — Kamu «mlâkinden seyr-ü sefere tahsis edilen kısım;
2 — Şehir, kasaba, köy ve sair noktaları birbirine bağlıyan seyr-ü sefere müsait hatlar;
Yollar umumi, hususi ve mahallî olabilir.
Umumi y )llar: ülkenin muhtelif noktalarını biri-birine bağlıyan ve devletçe inşa edilen yollardır. Bunlara «millî şosalar» da denilir,
Mahallî yollar : bir il bölgesi dahilinde muhtelif noktaları birbirine bağlıyan ve hususi idarelerce inşa edilen yollardır.
Hususi yollar: bir mülkün içinde bulunan veya birkaç mülk arasında müşterek olan yollardır. Bunlar medeni hukuk hükümlerine tabidir.
3 -— Bir şehir veya kasaba veya köy gibi komün içinde, diğer tabirle, belediye veya köy hudutları içinde bulunan yollar «cadde» ve «9okak» adını taşır.
YOLA HAZİR (Gemi) [aim segelfertig. — fr. pret â fairs voile. — ing. ready to sail].
Yola hazır gemi, her an hareket edebilmesine yalnız fiilen değil (meselâ gemi adamlarının, kumanyanın ve sair malzemenin gemide bulunması, yüklemenin bitirilmiş olması), aynı zamanda hukukan da (meselâ hareket gününün ilân edilmiş bulunması, gemi vesikalarının tamam, gümrük ve liman zabıtasına ait muamelelerin bitirilmiş olması gibi) bir engel bulunmıyan gemidir.
Yola hazır gemi cebri icra yolu ile satılamıyacağı gibi haciz de edilemez.
YOLCLLLĞA ELVERİŞLİLİK [aim. Reisetiich-tigkeit. — fr. aptitude au voyage ].
Bir geminin, hem teknesinin denize elverişli, hem de her türlü tesisatı ve teçhizatı yerinde, gemi adamları, kumanya ve mahrukatı tam, yükü usulüne göre istif edilmiş, lüzumlu safranın mevcut olması demektir.
366
YOLCULUĞA ELVERİŞLİLİK - ZABITA
Denize elverişsiz bir gemi daima yolculuğa da elverişsizdir. Fakat, yolculuğa elverişsiz bir geminin behemehal denize de elverişsiz olması lâzım gelmez.
Gemi yola çıkmadan önce donatan, veya kiralıyan, veya kaptan gemiyi yolculuğa elverişli bir halde bulundurmak mecburiyetindedir.
YOLCULUKLA ALÂKALILAR [aim. Reitebetei-ligte, Reiseinteressenten. — fr. inter etti» aa voyage].
Yolculukta alâkası olanlar, umumi olarak geminin, yolculuğu emniyet ve selâmet içinde bitirmesinde bir menfaati olanlardır ki, bunlar yükle alâkalılar, yani geminin kiracısı, yükleten ve malların gönderileni ile yolcular, gemi adamları ve alacakları bir kredi muamelesinden doğmuş olan gemi alacaklıları ve deniz ödüncü verendir. Kaptan, işlediği kusurdan ve kanunen kendisine düşen vazifelerin yapılmamasından doğacak zararlardan donatana ve yolculukla alâkası olanlara karşı mesul olur (TK. 1052, 1053).
YOL KESME [aim. Strassenraub. fr. brigandage. — ing higway robbery, brigandage].
1 — Umumi yollarda gizlenerek veya bekleyerek gelen, geçenleri bir malı teslim yahut o malın kendi tarafından zaptına karşı sükût etmeye mecbur kılmaktır ki, mal aleyhine işlenen bir cürümdür (CK. 497).
2 — bk. Kat.ı tarik.
YOL MÜKELLEFİYETİ [aim. Wegebaulast, We. gelast. — fr. prestation de voirie].
Yolların inşa ve tamiri için bedenen çalışmak veya bunun bedeli olmak üzere muayyen bir miktar para vermek üzere ferde yüklenen kamu müktllef i yetidir (1525 No. K. 9 vd.).
YORUM bk Tefsir.
YURTLUK bk. Timar.
YÜCE DİVAN bk. Divan.ı âli.
YÜK [aim. Ladang. — fr. cargaison — ing. cargo]. İki mânası vardır: 1) Geniş mânada «yük», taşınacak veya taşınmakta olan yahut taşınması bitmiş bulunan mallara denir. 2) Dar mânasiyle «yük», mala, nakil vasıtasına (meselâ : gemi, tren, tayyare) yükletil-diği andan itibaren verilen isimdir. Deniz hukukunda bu tabire navlun mukavelesi akdedilmiş olup olmadığına bakılmaksızın taşımak üzere gemide bulunan tekmil eşya dahildir. Parasız nakledilecek olan mallar, bizzat kiralı yana ait olan veya kaptandan gizli olarak gemiye yükletilmiş bulunanlar gibi. Bununla beraber safra,
mahrukat gibi yolculuğun başarılması için zaruri olan şeyler yükten sayılmaz.
YÜK ALACAKLILARI [aim Ladungsglâubiger].
Yük üzerinde kanuni rehin hakkı olan alacaklılardır. Bunlar donatanın değil, yükte alâkalıların alacaklılarıdır.
YÜKE ELVERİŞLİLİK [aim. Ladungstüchtigkeit. fr. aptitude au chargement.— ing. fitness].
Bir geminin yüke elverişli olması demek, o geminin taşıyacağı muayyen yükü deniz tehlikelerinden gayri tehlikelerden masun bir halde muhafaza etmiye elverişli olması, yani o geminin soğuk odalariyle frigorifik daireleri de dahil olduğu halde anbarlarının malların kabulüne, taşınmasına ve bakımına elverişli bir halde bulunması demektir. Gemi yola çıkmadan önce donatan veya kiralıyan ve kaptan gemiyi yüke elverişli bir halde bulundurmakla mükelleftir.
YÜKLE ALÂKALIAR [aim. Ladungsbeteiligte, Ladan gıin teresten ten. — fr, inter e »sis a la cargaison].
1 — Geniş mânada : yükle alâkalı, malın taşınmasında veya muhafazasında menfaati olan kimselerdir
2 — Dar mânada ; yükle alâkalılar, yükü kendi namlarına denizde taşınmak üzere teslim etmiş veya edecek olan kimselerle, bir kere kaptanın tasarrufu altına girmiş olan yükü kaptandan teslim almış veya alacak olan kimselerdir ki, bunlar da kiracı, yükleten ve gönderilendir.
YÜKLEME MÜDDETİ [aim. Ladezeit — fr. temps de charge, jours de planehe, staries. — ing. lay - days, loading - days ].
Yükleme müddeti (starya, yükleme staryasi) kira-lıyanın malın yükletilmesi için, ayrıca bir tazminat is-temiye hakkı olmaksızın beklemeye mecbur olduğu müddettir. Bunun ücreti esasen navluna dahil sayılır. Yükleme müddetinin devamı mukavele ile tespit edilme, misse, bu müddet, yükleme limanının mahallî nizamlarına, böyle nizamlar da yoksa orada cari olan mahallî örf ve âdete göre tâyin olunur. Böyle mahallî örf ve âdet de yoksa, halin icaplarına uygun bir mehil yükleme müddeti sayılır (TK. 1108, 1109).
YÜKLETEN [aim. Ablader. — fr. chargeur. — ing. shipper].
Malları taşınmak üzere gemiye teslim eden kimse
YÜRÜRLÜK bk. Kanunların neşir ve ilânı.
YÜRÜTME ERKİ bk. İcra kuvveti
z
ZABITA (Kolluk) [aim. Polizei. — fr. police. — ing. police].
1 — Yurt içinde umumi nizam ve emniyeti korumakla mükellef devlet kuvvetidir.
Bu kuvvet jandarma, polis, kw bekçileri, belediye ve sıhhiye zabıtaları gibi muhtelif namlar altında vazifelendirilmiş memurlar marifetiyle temsil olunur.
2 — Hükümet kudretinin dahili idare sahasında, icabında cebir kullanmak suretiyle, şahıslara karşı yap-mıya yetkili olduğu faaliyetlerdir.
Zabıta muhtelif maksatlara hizmet eder ve bu itibarla muhtelif nevilere ayrılır:
a) Umumi emniyet zabıtası (polis): asayişi, kamu,
366
YOLCULUĞA ELVERİŞLİLİK - ZABITA
Denize elverişsiz bir gemi daima yolculuğa da elverişsizdir. Fakat, yolculuğa elverişsiz bir geminin behemehal denize de elverişsiz olması lâzım gelmez.
Gemi yola çıkmadan önce donatan, veya kiralıyan, veya kaptan gemiyi yolculuğa elverişli bir halde bulundurmak mecburiyetindedir.
YOLCULUKLA ALÂKALILAR [aim. Reisebetei-ligte, Reiseinteressenten. — fr. inter etti» aa voyage].
Yolculukta alâkası olanlar, umumi olarak geminin, yolculuğu emniyet ve selâmet içinde bitirmesinde bir menfaati olanlardır ki, bunlar yükle alâkalılar, yani geminin kiracısı, yükleten ve malların gönderileni ile yol-cular, gemi adamları ve alacakları bir kredi muamelesinden doğmuş olan gemi alacaklıları ve deniz ödüncü verendir. Kaptan, işlediği kusurdan ve kanunen kendisine düşen vazifelerin yapılmamasından doğacak zararlardan donatana ve yolculukla alâkası olanlara karşı mesul olur (TK. 1052, 1053).
YOL KESME [aim. Strassenraub. fr. brigandage. — ing higway robbery, brigandage].
1 — Umumi yollarda gizlenerek veya bekleyerek gelen, geçenleri bir malı teslim yahut o malın kendi tarafından zaptına karşı sükût etmeye mecbur kılmaktır ki, mal aleyhine işlenen bir cürümdür (CK. 497).
2 — bk. Kat.ı tarik.
YOL MÜKELLEFİYETİ [aim. Wegebaulast, We. gelast. — fr. prestation de voirie].
Yolların inşa ve tamiri için bedenen çalışmak veya bunun bedeli olmak üzere muayyen bir miktar para vermek üzere ferde yüklenen kamu mükellefiyetidir (1525 No. K. 9 vd.).
YORUM bk Tefsir.
YURTLUK bk. Timar.
YÜCE DİVAN bk. Divan.ı âli.
YÜK [aim. Ladang. — fr. cargaison — ing. cargo]. İki mânası vardır: 1) Geniş mânada «yük», taşınacak veya taşınmakta olan yahut taşınması bitmiş bulunan mallara denir. 2) Dar mânasiyle «yük», mala, nakil vasıtasına (meselâ : gemi, tren, tayyare) yükletil-diği andan itibaren verilen isimdir. Deniz hukukunda bu tabire navlun mukavelesi akdedilmiş olup olmadığına bakılmaksızın taşımak üzere gemide bulunan tekmil eşya dahildir. Parasız nakledilecek olan mallar, bizzat kiralıyana ait olan veya kaptandan gizli olarak gemiye yükletilmiş bulunanlar gibi. Bununla beraber safra,
mahrukat gibi yolculuğun başarılması için zaruri olan şeyler yükten sayılmaz.
YÜK ALACAKLILARI [aim Ladungsglâubiger].
Yük üzerinde kanuni rehin hakkı olan alacaklılardır. Bunlar donatanın değil, yükte alâkalıların alacaklılarıdır.
YÜKE ELVERİŞLİLİK [aim. Ladungstüchtigkeit. fr. aptitude au chargemeni.— ing. fitness].
Bir geminin yüke elverişli olması demek, o geminin taşıyacağı muayyen yükü deniz tehlikelerinden gayri tehlikelerden masun bir halde muhafaza etmiye elverişli olması, yani o geminin soğuk odalariyle frigorifik daireleri de dahil olduğu halde anbarlarının malların kabulüne, taşınmasına ve bakımına elverişli bir halde bulunması demektir. Gemi yola çıkmadan önce donatan veya kiralıyan ve kaptan gemiyi yüke elverişli bir halde bulundurmakla mükelleftir.
YÜKLE ALÂKALIAR [aim. Ladungsbeteiligte, Ladan gsin teresten ten. — fr. inter esse s a la cargaison].
1 — Geniş mânada : yükle alâkalı, malın taşınmasında veya muhafazasında menfaati olan kimselerdir
2 — Dar mânada ; yükle alâkalılar, yükü kendi namlarına denizde taşınmak üzere teslim etmiş veya edecek olan kimselerle, bir kere kaptanın tasarrufu altına girmiş olan yükü kaptandan teslim almış veya alacak olan kimselerdir ki, bunlar da kiracı, yükleten ve gönderilendir.
YÜKLEME MÜDDETİ [aim. Ladezeit — fr. temps de charge, jours de planche, staries. — ing. lay - days, loading - days ].
Yükleme müddeti (starya, yükleme staryasi) kira-lıyanın malın yükletilmesi için, ayrıca bir tazminat is-temiye hakkı olmaksızın beklemeye mecbur olduğu müddettir. Bunun ücreti esasen navluna dahil sayılır. Yükleme müddetinin devamı mukavele ile tespit edilme, misse, bu müddet, yükleme limanının mahallî nizamlarına, böyle nizamlar da yoksa orada cari olan mahallî örf ve âdete göre tâyin olunur. Böyle mahallî örf ve âdet de yoksa, halin icaplarına uygun bir mehil yükleme müddeti sayılır (TK. 1108, 1109).
YÜKLETEN [aim. Ablader. — fr. chargeur. — ing. shipper].
Malları taşınmak üzere gemiye teslim eden kimse
YÜRÜRLÜK bk. Kanunların neşir ve ilânı.
YÜRÜTME ERKİ bk. İcra kuvveti
z
ZABITA (Kolluk) [aim. Polizei. — fr. police. — ing. police].
1 — Yurt içinde umumi nizam ve emniyeti korumakla mükellef devlet kuvvetidir.
Bu kuvvet jandarma, polis, kw bekçileri, belediye ve sıhhiye zabıtaları gibi muhtelif namlar altında vazifelendirilmiş memurlar marifetiyle temsil olunur.
2 — Hükümet kudretinin dahili idare sahasında, icabında cebir kullanmak suretiyle, şahıslara karşı yap-mıya yetkili olduğu faaliyetlerdir.
Zabıta muhtelif maksatlara hizmet eder ve bu itibarla muhtelif nevilere ayrılır:
a) Umumi emniyet zabıtası (polis): asayişi, kamu,
ZABITA
şahıs tasarruf emniyeti ve mesken masuniyetini koru- 1 mak maksadına taallûk eden faaliyetlerdir.
b) idarî zabıta: muayyen bazı idare işlerinde ve umumi ahlâka ve umumi servete taallûk eden hususlarda hukuki nizamı korumaya matuf tasarruflardır ki, başlı-caları belediye, sıhhiye, av, gümrük, orman, ahlâk, deniz, liman, demiryolları zabıtalarıdır.
e) Adlî zabıta: suçları men veya tesbit etmek, suçları aramak, yakalamak, delilleri tesbit ve muhafaza etmek, tahkikat ve icra iş'erinde müddeiumumilere yardım suretiyle yapılan hizmetlerdir. Suçların önünü almak sure'indeki faaliyetlere men edici zabıta ( zabıta-i mania) dahi denir (1580, 2559 No. K. ).
Zabıta hizmetleriyle tavzif olunan memurlara polis, belediye, sıhhiye, av zabıta memurları, gümrük, orman korucuları ve bekçiler gibi muhtelif adlar da verilmiştir.
3 — (Zâb.fa) (Es.H.) Mahkemece hıfzetmek mânasına olan zapt maddesindendir.
Istılahta, cüziyata muntabık olan hükmü küllîdir. Kaide ile aralarında fark vardır. Kaide, muhtelif mevzulara dair meseleleri, zabıta ise yalnız bir mevzua ait meseleleri toplar. Meselâ, « bir şeyden maksat ne ise hüküm ona göredir» bir kaidedir. Beyi, hibe, havale, kefalet gibi bütün muamelelerde tatbik edilir. «İcarede makud-ün-aleyh menfaattir» ibaresi bir zabıtadır. Bu icare meselelerine münhasırdır.
Buna binaen Mecellede kavaid-i külliye en başta yer almış ve kitapların mevzuuna mütaallik esaslar o kitapta zavabıt-ı umumiye unvanı ile beyan kılınmıştır.
ZABIT CERİDESİ Türkiye B. M. Meclisinde cere yan eden müzakereleri harfiyen ihtiva eden ve icabında resmi gazete ile ilân olunan vesikadır ( Meclis Dahi;i Nz 147, 148).
ZABITA CEZALARI (İdarî cezalar) [aim. Polizei-strafen. — fr. contraventions de simple police/.
Muayyen bazı idare işlerinde hukuki nizamı muhafazaya matuf faaliyetlere taallûk eden kararlara ve emirlere karşı hareket edenler hakkında muayyen şart-ljr dahilinde idarenin tertip etmeye yetkili olduğu cezalardır ( Umuru Belediyeye Mütaallik Ahkâın-ı cezaiye K.; As. K. 83 vd.; Nüfus K. 13, 14, 26, 29, 31, 40; Vilâyet idaresi K. 68; Tedrisatı İptidaiye K. Muvakkati 83 vd.).
ZABITA-t ADLİYE bk. Zabıta.
ZAB1TA-İ AHLÂKİYE bk. Zabıta
ZABÎTA-İ BELEDİYE bk. Belediye zabıtası
ZABITA-t İDARE bk İdarî zabıta
ZABITA-l MANİA bk. Zabıta
ZABITA 1 SIHHİYE 6*. Zabıta.
ZABITA MEMURU bk. Zabıta.
ZABIT KÂTİBİ 1 — [aim. Protokollführer, Schreiber, Gerichtsschreiber.—fr. greffier.— ing. clerk of the Court; recording elere]. Tahkikat, muhakeme ve duruşma esnasında huzuru şart bir mahkeme yardımcı uzvu olup vazifeleri Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Usulleri Kanununda, vesair mevzuatta gösterilen, yargıç sınıfı dışında bulunan ve vazifelerinden dolayı Memurin
— ZAM 367
Kanununa tabi olan adliye memurudur (HMUK. 37, 151, 152 vd.; CMUK. 30, 219, 264 vd.).
2 — Büyük Millet Meclisinde cereyan eden müzakere safhalarının reisin nezaret ve emri altında zabıt ve tesbit eden memur.
3 — Cemiyetlerin, şirketlerin umumi heyetlerinde vesair heyetlerde cereyan eden müzakere safhalarının zabıt ve ittihaz edilen kararları tesbit etmek için nizamnameye göre veya umumi heyetin karariyle seçilen kimsedir.
ZABITNAME [aim. N,ederschrift, Protokoll — fr. proces verbal. — ing. records, protokol].
1 — Siyasi, idari heyet, meclis ve encümenlerde, şirket ve cemiyetlerin umumi heyetleriyle, idare heyetlerinde ve diğer heyetlerde geçen müzakere safhalarını ve kararları, mahkemelerin duruşma celselerinde geçen muamele ve münakaşaları, ifadeleri; verilen ara kararlarını tesbite yarıyan ve bu müzakere ve muamelelerin cereyanı sırasında bu hususa memur kimseler tarafından tutulan vesikadır. B M. Meclisi zabıtnamesi, mahkeme zabıtnamesi gibi. Kısaltılmış olarak «zabıt» dahi denir.
2 — Resmi memur huzurunda cereyan eden bir muameleyi tespit ve tevsik etmek üzere tutulan vesikadır : İcra zabıtnameleri, gayrimenkul intikı 1 zabıtnamesi gibi. Aynı mânada daha ziyade «zabıt», «zabıt varakası» tâbiri kullanılmaktadır. Yargıç huzurunda, fakat mahkeme haricinde, geçen adlî muameleleri tespit ve tevsik eden vesikaları f zabıt vesikası» denir: «keşif zabıt varakası, arama zabıt varakası» gibi
ZABIT VARAK ASI bk. Z bıtname.
ZAPTA KARSI TEMİNAT (aim. Rechtsmângel-haftung, (wegen Eviction) ; GewShrleistung des verâus-serten Rechts (İs.). — fr. garantie en cas d'eviction.— ing. warranty of title. — löt. rem habere licere].
Müşterinin satın aldığı bir mala karşı, satış zamanında mevcut bir hak sebebiyle yap labilecek her hangi bir müdahaleyi önlemek ve malın kısmen veya tamamen zaptı halinde, müşterinin uğradığı zararı tazmin etmek borcunu satana yükliyen kanuni bir esastır (BK. 189 ).
ZAHİRE NEZARETİ Vaktiyle İstanbul ahalisine ve resmi dairelere her yıl lâzım olan zahire tedarikine memur resmi daireler ki, icabtden zahireyi bu daiıe Akdeniz ve Karadeniz iskelelerinden mubayaacı memurlar vasıtasiyle tedarik ve cemederdi.
ZAHİRİ MEZHEB ( zâlıir-i mazhab ) (Es.H) Hanefi imamlarından Muhammed'in, El-mebsut, El cami us sagir, El-câmi-ul kebir, Ez-ziâdât, Ez - siyer - üssagir, Ez-siyer-ül-kebir namlariyle maruf olan altı kitabında münderiç bulunan meselelere denir. Buna «Zâhir-ür Ri-vayât mesaili» dahi ıtlak olunur.
İmam, bu eserlerde kendi ahval-i fıkhiyyesini değil, üstadları lmam-ı Azam ve tmam-ı Ebu-Yusufnn ahval-i fıkhiyyesioi zikreylemistir.
ZÂHİR-ÜR-RİVAYE (zahir ur-rivâya)
(Es.H.) bk.
Zahir-i mezhep.
ZÂİM (za'Tm) (Es. H.) Kefil demektir.
ZAM (zamm) (Es.H ) Mevcuda bir şeyin katılmasıdır.
368
ZAM — ZARAR VE ZİYAN
Zamm-ı mütelli (zamm-i mııtavalli ) (Es. H.) Lüzumunda yargıcın mevcut mütevelliye diğer ehil bir zatı terfik etmesidir.
Zammı vasî (zamm-i vaşi ) (Es.H.) Vasiye başka bir vasinin ilâve olunması demektir. Şöyle ki, vasi müstakil olup ta ancak iktidarı vasilik vazifesini ifaya kâfi olmazsa diğer bir vasi kendisine terfik olunur.
ZAMAN 1 — bk. Tazminat.
2 — (Zaman) (Es.H.) Bir şeyin, misliyyattan ise mislinin ve kıyemiyyattan ise kıymetinin verilmesidir.
a) Zaman-ı amel (zamân-i 'amal) Amelî zâmın ve mütaahhit olmık yani, işi üzerine almak demektir.
b) Zaman-ı derek (zamân-i darak) Bi-listihkak zsptedilen mebiin semenini - kefil bid-derek olan kimsenin müşteriye reddetmesidir, bk. «Kefalet bid-derek»
c) Zaman ı gurur (zamân-i ğurür) Muvazaa akdi zımnında bir kimsenin birini aldatmış olmasiyle zararını zâmin olmasıdır. Meselâ, bir kimse bir arsa iştira edip te üzerine bina yaptıktan sonra arsaya miistehik çıkarak zaptolunsa bayi, beyi akdi zımnında müşteriyi aldatmış olduğundan müşteri bayiden arsanın kıymetini aldıktan başka binanın hin-i tcslimindeki kıymetini dahi alır.
ç) Zaman-ı ınebi" (zamân-i mabi') Henüz teslim edilmeden zayi olan mebiin semeni ile mazmun olmasıdır.
Şöyleki; satılan bir şey; henüz müşteriye teslim •dilmeden satanın elinde telef olsa, satan semeni (kab-zetmiş ise) müşteriye iade eder ki zaman-ı mebi budur. Kabzetmemiş ise bir şey lâzım gelmez.
d) Zamanı menfaat (zamân-i manfa'at) Gasp yolu ile, yani sahibinin izni olmaksızın kullanılan malın menfaatini ödemek, yani o mal ile intifa mukabilinde ecr-i misil vermektir.
e) Zaman-ül mükâteb (zaman ul-muk&tab) Kitabete kesilmiş olan memlûkün (kölenin) birisi hakkında «kefil bil-mal» veya «kefil bin-nefs» olması demektir ki, caiz değildir, gerek velisinin izni, ve mekfûl-ün anhın emriyle olsun ve gerek olmasın.
Zaman-ı rucu bk. Cayma tazminatı.
ZAMANAŞIMI bk. Mürur-u zaman.
ZAMANLA MUKAYYET AKİT (aim. Fixgeschaft. —fr. contrat â terme fixe.— ing. transaction on account].
Taraflar arasındaki anlaşmaya göre, akit hükümlerinin tâyin ve tespit edilen bir. zamanda, veya muayyen bir mehil içinde, icra olunması lâzım geleceği demektir. Bir borcun, zamanla mukayyet sayılabilmesi için, alacaklının geç bir edayı kabul edemiyeceği mukavele hükümlerinden kolayca anlaşılması veya hayattan alınan tecrübelerin böyle bir netice meydana getirmesi lâzım gelir (BK. 107 f 1; TK. 715).
ZÂMÎN (zâmin) (Es, H.) Bir şeyi tazmin eden kimse demektir.
ZAMİN (zamin ) (Es. H.) Kefil demektir.
ZAPT I — Usul hukukunda [aim. Beschlagnahme. — fr. saisie, arret, saisie - arret.— ing. seizure]: sübut vasıtası olarak kullanılacak olan, yahut müsadereye tabi bulunan maddeler ve eşyanın, emniyet ve muhafaza altına alınması için kullanılan cebri bir vasıtadır. Ceza
Muhakemeleri Usulü ve As, MU. Kanunlarımızda yalnız Ceza Muhakemelerinin cereyanını temine yarıyan maddelerin ve eşyaların zaptına taallûk eden hükümler konmuştur Bir adlî takibatı aydınlatmak gayesinden başka maksatlarla da bir kimsenin malik olduğu eşya ve maddelerin tamamı veya bir kısmı zaptolunabilir. Meselâ, yabancı memlekete kaçan asker kaçaklarını memlekete avdete icbar (As. CK ), polis memurları tarafından bazı maddelerin emniyet ve muhafaza altına alınması mâksadiyle yapılan tedbirler usul hukukundaki zapt muamelesine temas etmez.
Zapt muamelesi hakkındaki usulün tatbiki için evvelce ittihaz edilmiş bir kararın mevcudiyeti ve bir ceza talebinin mesbuk olması iktiza eder ( CMUK 86 vd.; As MUK. 119 vd.).
2 — Denizlerde zapt ve müsadere [aim Aufbrin. gung, Kondemnierung. — fr. saisie. — ing. capture] .-bir harb esnasında düşman deniz nakil vasıtaları ve bu vasıtalardaki bir düşman malı ve muayyen hareketlerle düşmana müzaharet eden bitaraf nakil vasıtaları muha-rib hükümetler tarafından zspt muamelesine tabi tutulabilir.
Bu suretle yapılan zapt muameleleri bilâhare deniz müsadere mahkemelerinde tetkik olunarak ya zapt olunan nakil vasıtası ve malın müsaderesine, yahut serbest bırakılmasına hükmolunur (3894 No. K. ). bk. Müsadere.
ZARAR 1 — bk. Tazminat, zarar ve ziyan.
2 — (Zarar) (Es. H.) Ziyan, kötü bir hale maruz kalma, nefse, mala, fezl-u şerefe arız olan noksandır. Mukabili «nef'» (kâr, menfaat ) tır.
a) Zarar-ı âm (zara.--i 'ânım) Umuma mütaailik, yani umumi bir camiaya veya bir köy veya bir kasaba veya bir mahalle, yahut bir sokak ahalisine şümulü olan zarardır.
b) Zarar-r bâs (iarar-i haşş) Bir veya bir kaç şahsa münhasır bulunan zarardır.
ZARARA KARŞI SİGORTA [aim. Schadensversi-cherung. — fr. assurance contre les dommages. assurance - dommage. — ing. damages insurance].
Sigorta hukukunda bu sigortaya «eşya sigortası» da denir. Zarara karşı «sigorta» uin veya « zarar sigortasın» ın, gayesi sigortalıyı vukua gelecek hasarın kendisine verebileceği maddî kayıplara karşı temin etmektir. Sigortalı, rizikonun tahakkuk etmesi neticesinde uğrıya-cağı zararı bu sigorta sayesinde karşılamış olur.
ZARAR-I MANEVÎ ( Manevî zarar) bk. Tazminat.
ZARARLA MUKABELE [aim. Retorsion. — fr. retorsion. — ing. retorsion ].
Devletlerarası hukukunu ihlâl etmiş olan bir devleti doğru yola getirmek için bu ihlâlden zarar gören devletin devletlerarası hukukunu ihlâl etmek suretiyle muka-belesidir. (A) devleti, (B) devletinin tabaasına fena muamele yaptığından, bu muameleye nihayet verdirmek ve zararları tazmin ettirebilmek için (B) devletinin (A) devletine ait ticari gemileri zaptetmesi gibi. Zararla mukabele, devletler hukukunun müeyyidelerinden biridir,
ZARAR VE ZİYAN [aim Schaden — fr. dommages - interets. — ing. damages. — lât. damnum],
ZARAR VE ZİYAN — ZECİR
369
Esas itibariyle zarar, mamelekte husule gelen bir eksilmedir. Fakat bu eksilme, mamelek sahibinin iradesi hilâfına, veya hiç olmazsa rızası bulunmaksızın husule gelmiş olmadıkça, zarar sayılmaz. Bununla beraber bazı istisnaî hallerde, mamelek sahibinin rızasiyle vukubulan bir eksilmenin zarar mefhumuna girdiği görülür :
a) Mamelek sahibinin yaptığı muameleler, kendi
iradesi hilâfına doğmuş birtakım zaruretlerin tatmini
için yapılmış ise (haksız bir fiil neticesinde cismanî
zarara uğrıyan bir adamın tedavi masraflarını yapması gibi ).
b) Mamelek sahibinin yaptığı muameleler, iradesi üzerine icra edilen haksız bir tazyikin neticesi olur ve bu tazyik yapılmadığı takdirde mamelekten bir eksilme husule gelmiyeceği anlaşılırsa ( hile ve ikrah ile zararlı bir muameleye mecbur bırakılmak gibi ).
c) Mamelekte husule gelen eksilme muayyen bir gayeye varmak için yapılmış olur ve fakat işbu gaye bir diğerinin kusuru ile elde edilemezse ( seyahat için biletini alan adamın maruz kaldığı haksız bir fiil neticesi olarak seyahat yapmaması gibi).
Zararın mikdarı, zarara uğrıyan kimsenin halen mevcut mameleki ile, zararlı hadise vukubulmadığı takdirde bu mamelekin bulunacağı vaziyet arasındaki farkla ölçülür (bir malın ziyaı veya bir kârdan mahrumiyet gibi ).
Diğer bir bakımdan, zarar mamelekin aktif kısmından bir eksilmiye meydan vermek suretiyle tahakkuk edebileceği gibi, pasif kısmının çoğaltılması suretiyle de meydana gelebilir ( istihdam olunan kimsenin iş sahibine tazmin mükellefiyeti yükliyecek bir harekette bulunması halinde olduğu gibi ) (BK. 55, 100).
Mukaveleden doğan zararlar ikiye ayrılır :
1 — Borçlu, mukavele hükümlerini hiç yerine getirmemek veya vaktinde ifa etmemek suretiyle alacaklıyı zarara uğratabilir (BK. 96, 102) ; buna « müspet zarar, ziyan » [aim. positives Interesse, Leistungsintsresse, Erfüllungsinteresse, Nichterfüllungsschaden. — fr. interet positif, interet â l'execution, dommages - interets compensatoires et moratoires. — lât. quod interest ] derler.
2 — Bir mukavelenin, yapılmış olmasından bir zarar doğabilir. Mukavelenin sakat olmasından ve bu sebeple lüzum ifade etmemesinden doğan bu gibi zararlara « menfî zarar, ziyan » [aim. negatives Interesse, Vertrauensschaden. — fr. interet negatif ] derler ( BK. 62 ) menfî ziyan, müspet ziyan mikdarını geçemez.
ZARÎBE (zariba) (Es. H.) Bir kimsenin üzerine tarh ve tahmil edilen haraç, cizye, gümrük rüsumu gibi muayyen bir vazifedir.
Bir kölenin çalışıp efendisine vermesi meşrut olan kazancına da « zarîbe » denir.
ZARURET (zarürat) (Es.H.) Memnu olan bir şeyin işlenmesini mubah kılan özürdür. Buna usul ü fıkıh ıstılahında «ruhsat» denir. Meselâ, başkasının malına taarruz memnudur. Fakat bir kimse ölüm tehlikesi karşısında bundan kurtulmak için, badehu bedelini vermek üzere, diğer bir kimsenin malını cebren ahz ve istihlâk edebilir.
Açlıkla ölüm karşısında başkasının ekmeğini alıp yemek gibi, keza bir kimse kendisine hücum eden diğer birinin hayvanını, kıymetini vermek üzere, itlaf edebilir.
ZARURET HALİ bk. Iztırar hali.
ZARURİ MASRAFLAR bk. Masraflar.
Z4TÎ EŞYA [aim. persönliche Effekten. — fr. objets personnels. — ing. personal effects].
Ticari, yani mübadeleye mahsus, eşyanın tersine ; bir kimsenin, üzerinde taşımak veya elinde bulundurmak gibi bir suretle kullanmasına mahsus olan eşyasıdır.
Bu gibi eşya memlekete sokulurken gümrük ve ardiye resimlerine tabi değildir. Fakat, memnu silâh yahut memleket haricine çıkarılması yasak edilmiş altın, gümüş masnua veya memlekete sokulması yasak edilmiş, veya inhisar kanunlarına göre ka^ak sayılan eşya gibi kanunda taşınması veya nakli veya kullanılması mene-dilmiş olan zatî eşyadan dahi olsa, zatî eşya muamelesi görmezler. Borçlunun zatı ve mesleki için lüzumlu elbise ve eşyası borç için haczedilemez Meğer ki borç haczi istenen eşya bedelinden doğmuş olsun (Gümrük Tarifesi K. 4 ; Ardiye Resmi Muamelâtına dair Talimatname 4 ; Gümrük Kanunu 57; Kaçakçılık Kanunu, Demiryolları İşletme Nz. 27 ; İc. İf. K. 82 f. 2, 3 ).
ZÂT-1 HAYZ (zât-i hayz) (Es H.) Hayz gören kadındır.
ZÂT-1 LEBEN (zât-i laban) (Es. H.) Memesinde süt olan kadındır.
ZAY'A (zay'a) (Es. H.) Ebniyesiz arsaya bazan, akara da ıtlak olunur.
ZAAMET bk. Timar.
ZAÂMET (za'fimat) (Es. H.) Halka tevzi edilmek üzere sipahilerin büyüklerine verilen arazinin beyt-ül male ait menfaatleridir.
ZECİR [aim. Zwang. — fr. contrainte. — ing. compulsion. — lât, vis compulsiva].
I — Meşru bir surette zorlamak, cebir ve kuvvet kullanılarak bir hukukî netice elde etmek manasında zecir, Hukuk mefhumunun müeyvide unsurunu ifade eder. Cemiyet hayatının Din, Ahlâk, Muaşeret gibi diğer Nizamlarında da herbirinin kendine mahsus maddî veya manevî müeyyidesi vardır. Hukuk Nizamı, Hak ve Adalet Fikrinin gerçekleşmesi maksadile cemiyet hayatındaki zahirî fiil ve hareketleri tanzim etmesi ve bu çerçeve içinde hukuk süjeleriniu kast, saik ve iradelerini göz önünde tutması itibarile, koyduğu hükümlere riayet edilmesi için, çok kere, maddî müeyyide olan zecre dayanmaktadır. Fakat bu müeyyidenin tatbikine imkân olmıyan hallerde de Hak mefhumu bakî kaldığından, icra kuvvetinin olmadığı veya işlemediği yerde Hakkın mevcut olmadığını kabul ve iddia etmek doğru olmaz. Devletler Hukukuna, Kamu Hukukuna ve Hususî. Hukuka ait ve cebren icra kabiliyetinden mahrum bir takım vazife ve mükellefiyetler, hukukî durumlar ve meselâ nakıs ve tabiî borçlar bu kabildendir. Bir de, meselâ borçlunun kendi arzusu ile yapacağı «edâ» ile, borcun bu suretle ifa edilmemesi takdirinde, cebrî icra ile elde edilecek «netice» nin ve hatta borçlu yerine «üçüncü bir şahıs tarafından, rizasile, borcun ifa edilmesi» nin, hu-kukan aynı mahiyette olmadığı ileri sürülmüş, yani İslâm Hukukunda olduğu gibi, (edâ ile «kuza» arasında tefrik yapılmak istenilmiştir. Mütalebe hakkının « Maddî Hukuk» hükümlerine ve dâva ve icranın «Sûrî Hukuk) yani usul hukuku hükümlerine ircaı suretile «sübjektif hak»
H. L. 24
370
ZECİR - ZEYİLNAME
ile « müeyyidesi » tefrik edilmek istenilmigse de, Maddî Hukuk hükümleri, sübjektif hakkı meydana getirdiği gibi, onun müeyyidesi olan dâva ve icraya da mesnet teşkil eder.
Zecrî müeyyide olarak birinci derecede dâva, karar ve cebrî icra gelir. Bunlardan başka hapis hakkı, takas defi, zarar ve ziyan mütalebeleri ve kanunun müsait olduğu yerde bizzat ihkakı hak da, dolayisile, ayni mahiyette müeyyidelerdir.
II — (CH) Gerek ses ile, gerek sadasız olarak yapılan işaretle men ve nehyetmek, edilmek; bir şeyi yaptırmamak, bir şey yaptırılmamak. (Hâkimler ve âmirler tecâvüz erbabını zecir ile memurdurlar, bu gibi mütecavizinin derhal zecri icabeder) .
ZEHİRLEME [aim. Giftmord. — fr. empoisonne-ment. — ing. poisoning}.
Yenmek ve içilmek veya aşılanmak suretiyle, adam öldüren bir şeyi bir kimseyi öldürmek maksadiyle yedirmek, içirmek veya aşılamaktır ki, ceza hukukumuzda şahıslara karşı işlenen bir cürüm teşkil eder.
Halkın içeceği suya ve mutlak surette yiyecek ve içeceği şeylere zehir katmak kamunun selâmeti aleyhine bir cürüm olur (CK. 394- 400, 449).
ZEMÂNET (zamânaı) (Es. H.) Lügatte kötürüm olmaktır.
Istılahta, âfet ve belâdan ibarettir : gözsüz, el ve ayaksız olmak, dilsizlik, felç gibi.
ZEM VE KADİH (Es.H.) Zem, bir kimsenin diğer kimse aleyhinde mahsus bir cürüm tâyin ederek veyahut cürüm teşkil etmiyecek mahsus bir madde beyan eyliyerek halkın hakaret ve husumetine maruz kılması veya namus ve itibarını kıracak isnatlarda bulunmasıdır. Cezası iki aydan bir yıla kadar hapis idi. Zem ile tecavüze uğrayan şahıs aleyhinde zemmin mevzuu olan maddeden dolayı kanunî takibat yapılır ve tecavüz eden şahsın tecavüz edilenin suçsuz olduğunu bilerek istinadatta bulunduğu tahakkuk eylerse zem iftiraya inkılâp ederek iftira hakkındaki hüküm tatbik olunurdu.
Kadih, bir kimsenin mahsus madde beyan etmeksizin, her ne suretle olursa olsun, diğer bir kimsenin namus veya şöhret veyahut haysiyetine taarruz eylemesidir. Cezası on beş günden altı aya kadar hap's veya beş liradan elli liraya kadar para cezası idi. Zem ve kadih suçlarından dolayı takibat icrası tecavüze uğrayanın şahsî dâva açmasına bağlı olup ancak iftiradan maada hallerde davacının açtığı dâvadan feragati ile hukuku umumiye dâvası sakıt olurdu. Şikâyetçi dâva açmakla beraber aleyhindeki suçtan ötürü uğradığı maddî zararın tazminini istedikten başka kendisine irâs edildiğini zanneylediği manevî zarar mukabilinde dahi dilediği kadar para tazminatı iddia edebilirdi. Cürmün ehemmiyet ve şiddetine, tecavüze uğrayanın içtimai vaziyetine göre bu tazminatın mikdari mahkemec takdir ve hükmolunur ve cürmün sübutiyle beraber cezanın sakıt olduğu htl'erde tazminat iddiası ret edilirdi (Eski Ceza Kanunu Madde 214).
ZERÂRİ (Cihadda) (zaıâri) (Es. H.) Zevceler ile çocuklardan ibarettir. Müfredi, «zürriyyet» tir.
Zürriyet lâfzı lügatte; nesle, oğul ile kıza ve mecazen babaya itlak olunur. Bir cemi de: «zürriyyât» tır.
ZER'Î (zar'iyy) (Es. H.) Arşın ile ölçülen şey demektir: kumaş ve arazi gibi. Cemi «zeriyat» tır.
ZEVAİD (Vakıfta) (zavâ'id) (Es.H.) Mürettep tâbirinin müradifidir. Yani hizmet mukabili olmaksızın bir adama salâh, ilm, fakr gibi bir sebeple meccanen verilen şey.
ZEVAL (Arazide) (zavâl) (Es. H.) Tapu ile tefev-vuz edilmiyen bir arz-ı mirî üzerinde memuru izniyle mukataası takdir o'.unarak ihdas olunan ebniyenin, eş-carını, hiç bir eser kalmaksızın zail olması halidir.
ZEVÇ (zavc) (Es. H.) Karının kocasıdır. Cemi, * ezvac » tır.
ZEVCE (zavca) (Es. H.) Bir kimsenin karışıdır. Cemi «zavcat»tır.
ZEVCEYN (zavcayn) (Es.H.) Bir çift teşkil eden erkekle kadındır. Her birine zevç denilir ki, eş demektir. İstimalde fark için erkeğe «zevç» kadına da «zevce» denilmektedir.
ZEVÇİ MÜTEVÂRİ ( zavc-i mutavâai ) (Es. H.) Gizlenip saklanmış olan kocadır.
ZEVİL-ENSAB (.Vakıfta) (zavi'l-ansâb) (Es. H.) Karabet sahipleri manasınadır.
ZEVİL-ERHAM (zavi'larlıöm) (Es. H.) Feraizde, zevil - erham meyyite (ölüye) karabeti olan ve muayyen sehmi olmiyan ve asabeden bulunmıyan kimselerdir.
Zevil-erham döıt sınıftır:
1 — ölüye intisabeden kimselerdir: kızların oğul ve kızı ve oğlunun kızının kız ve oğulları,
2 — Ölünün kendilerine intisabettiği kimselerdir : gayrı sahih dedeler ve nineler,
3 — ölünün ana ve babasına in t isa b edenler ki, kız kardeşlerinin kız ve erkek çocukları, oğlan kardeşlerinin kızları ile onların oğul ve kız çocukları ve ferileri ve ana bir kardeşlerinin erkek ve kız çocukları ve bunların ferileri,
4 — ölünün dedelerine intisabedenlerdir : Yukarıda zikri geçenlerden maada zevil - erhamdır ki, dört sınıftır: birinci sınıf; ölünün baba tarafından ced ve ceddelerine intisab edenlerdir ki, şunlardır : hala, yani babasının ana baba bir veya baba bir yahut ana bir kardeşleri. Ana bir amuca, yani babasının ana bir oğlan kardeşleri; ikinci sınıf : ölünün ana tarafından ccd veya ceddelerine intisab edenlerdir ki, şunlardır : dayı. yani anasının ana baba bir veya baba bir yahut ana bir erkek kardeşleri. Teyze, yani anasının ana baba bir veya baba bir yahut ana bir kız kardeşleri. Üçüncü sınıf : ölünün yakın ve uzak dede ve ninelerine intisabeden ve asabe olmiyan kimseler. Dördüncüsü de ; zevil - erhamdan olan amuca ve halaların erkek ve kadın ferilerine asabe olan amucaların kızları ve onların erkek ve kız çocukları ve bunların ferileridir.
ZEYİLNAME [aim. Versicherungsnachtrag. — fr. avenant.— ing. supplement, annex; additional policy].
Bir s'gorta mukavelesinde veya mukavelenin şartları üzerinde bazı değişiklikler yapılmak lâzımgeldiği takdirde, asıl ve ilk sigorta poliçesine ek olarak tanzim edilen yeni bir vesikadır.
ZİFAF
ZİFAF (zifaf) Karıyı kocasına teslimdir. ZİHNİ TAKYİT bk. Muvazaa.
ZIHAR ( zihâr ) (Es. H.) Kocanın karısını müeb-beden mahremi olan bir kadının bakmak cıiz olmıyan bir uzvuna teşbih eylemesidir. [Zıhar; zaman-ı cahiliy-yette arablar arasında cari ve talâk envaından ma'dud idi. Şeriat-i islâmiyye tarafından bu nevi talâk menedilmiş ve zecr için zıhar eden k'mseye kefaret vazolun-muştur. ]
ZİLYED (zi'l-yad) (Es. H.) Bir ayna bil-fiil vaz ı yed eden yahut tasarrufu müllâk ile yani, mâlik sıfatiyle tasarrufu sabit olan kimsedir. Meselâ; bir kimse cebindeki saate, giydiği elbiseye ve bindiği hayvana zilyed olacağı gibi hayvana binmek, bir milkte ebniye yapmak, yıkmak, ağaç dikmek gibi fiillerle tasarruf-u müllâk ile tasarruftur.
ZİLYETLİK /aim. Besliz. — fr. possession.— ing. possession. — lot possessio ] .
Maddi bir şey üzerinde bir şahsın haiz bulunduğu fiilî hâkimiyet ve kudreti ifade eyliyen vaziyettir.
Mülkiyet, şahıs ile şey arasında şeyi hukukan maliki hâkimiyetine teslim ve tevdi edici bir hukuki münasebet ve alâkayı meşrut kıldığı halde, zilyetlik, hak veya haksızlık cihetlerine bakmaksızın şahsa sadece şey üzerinde fiilî bir hâkimiyet, kuvvet ve tesir imkânı temin eder.
Zilyetlik, aslî /a/m. Eigenbezitz (Al.), selbstandiger Besitz (Is.). — fr. possession originaire.— ing. proprie. tary possession] ve ferî [aim. Fremdbesitz (Al.), unselb. stândiger Besitz (Is.). —fr. possession derivee] olmak üzere iki kısma ayrılır: bir şeyde malik sıfatiyle zilyet olmak aslî zilyetlik, bir şeyde bir irtifak veya rehin hakkı gibi bir hakla zilyet bulunmak feri zilyetliğin misalidirler (MK. 887 vd.).
Doğrudan doğruya zilyetlik [aim unmittelbarer besitz. — fr. possession immediate. — ing. immediate possession], asli veya feri olduğuna bakılmaksızın şey üzerinde zilyet sıfatiyle doğrudan doğruya fiili hâkimi, yeti haiz olan kimsenin durumu (misal : kiracı).
Dolayısiyle zilyetlik [aim. mittelbarer Besitz. — fr. possession mediate (indirecte). — ing. mediate pos. session ] , asli veya feri olsun, şey üzerinde zilyet sıfatiyle ve fakat doğrudan doğruya değil, ancak bir başka zilyedin vesatetiyle hâkimiyet sahibi olan kimsenin durumu (misal: gemi yükünün sahibi).
ZİLYETLİK DÂVASI (Yedin ladesi Dâvası) [aim. Besitzschatzklage, Besitzstörangsklage, Possesso. ram, Klage aus dem Besitz. — fr. action possessoire, reintegrande.— ing. possessory action.— lât. interdicta retinendae et recaperandae possessionis; interdictvm und e vi ; interdictum de precario].
Zilyetliğin iadesini veya zilyetliğe vâki tecavüz ve zilyetliğin ihlâlinin bertaraf edilmesini istihdaf eyliyen dâvadır (MK. 895, 896 ).
Vali, kaymakam, nahiye müdürleri gayrimenkule vâki tecavüzü kaldırmağa ve yed.i iadeye yetkilidirler (2311 No. K. ve buna ait Nz. ). bk. İstihkak dâvası.
ZI1VIAR ( zimür ) (E. H.) Kendisinden intifa olun-nıiyan mala denir : mal-i mağsııb gibi ; tahsili umulmı-
— ZİNA 371
yau borç, sahibine avdeti umulmıyan mal, yeri bilinmi-yen gömülü para ve eşyadır.
ZİMMET ( zimmat ) (Es. H.) Lügatte, ahid ve eman manasınadır. Usul-ü fıkıh ıstılahında, bir vasıftır ki, onunla insan, menfaat ve mazarratına da ehil olur. Meselâ, bir kimse bir mal satın alsa, o mala malik olmakla menfaatine ehil olduğu gibi semeni bayie vermek mecburiyetinde kalarak mazarratına da ehil olur. Zimmet aklın aynı değildir. Akıl ehliyetin şartı, zimmet sebebidir.
Hayvanatta zimmet yoktur. Bunlar menfaat ve mazarrata ehil sayılmazlar.
ZİMMETE PARA GEÇİRMEK [aim. Unterschla-gang im Amt, Amtsunterschlagung. — fr. detournement.
— ing. embezzlement].
Bir memurun kendisine tevdi edilmiş o'an, yahut vazifesi dolayısiyle muhafazası altında bulunan para hükmündeki kâğıtları ve senetleri ve sair malları sarf ve istihlâk ederek zimmetine geçirmesi yahut kendisine maletmesidir ki, devlet idaresi aleyhine işlenmiş bir cürüm teşkil eder (CK. 202 ).
ZİMMÎ (zimmiyy) (Es. H ) Müslüman ahid ve emanına girmiş, yani islâm hükümetinin alelusul tâbiiyetini kabul etmiş olan gayri müslim demektir. Müen-nesi «zimmlye) dir.
ZIMNÎ İRADE İZHARI [aim. stillschwei gende (konkludente) Willensausserang (Willenserklarung). — fr. manifestation implicite de la volonte. — ing. implied (implicit) declaration of will (intention) ].
Beyanın ne gibi haller ve şartlar dairesinde vııku-bulduğunu tetkik ederek ona, hal icaplarının istilzam ettirdiği mânayı ve şümulü vermek demektir Bu, bazan iradeyi (bilhassa başkasına zarar vermesi ihtimali olan hallerde), bazan icazeti (BK. 31) ifade edebilir.
Kanun, bazı hareketleri muhtevaları muayyen bir irade beyanı olarak kabul eder (BK. 198, 314 f. 2, TK. 684).
ZİNA [aim. Ehebruch. — fr. adultere. — ing. adultery — lât. adulterium ].
I — Evli bir şahsın, eşinden başkasiyle cinsî münasebetlerde bulunmasıdır.
Cezada : karının kocasından başka bir erkekle cinsî münasebette bulunması zina cürmünü vücuda getirir (CK. 440) . Koca ise, ancak karısiyle birlikte ikamet etmekte olduğu evde yahut herkesçe bilinecek surette başka yerde karı koca gibi geçinmek için evli olmıyan bir kadını tutmakta olması halinde zina cürmünü işlemiş olur (CK. 441).
Hukukta : Boşanmı ve ayrılık dâvası sebebidir (MK. 129) .
II — (Zina) (Es. H.) Bir akd-i şer'ı olmaksızın yapılan haram mücameattır ki, bunu yapan erkeğe «zâni», buna nefsini teslim ve temkiu eden kadına da «zâniye» denir.
Bu fiili kendi ihtiyariyle yapmıyan erkeğe, « mez-niyün-bih», kadına da «mezniye» veya «mezniyün-biha» denilmesi şayidir. Zina, iki kısımdır:
1 — Haddi icabetmiyen zinadır: gayri mükellef veya rnükreh bir şahsın gayri meşru mücameatı gibi.
372 ZİNA
Milk veya nikâh şüphesine müstenit olan mücameat da bu hükümdedir Bu mukarenet, bir mâsiyyettir ve taziri müstelzimdir, fakat haddi müstelzim değildir.
2 — Haddi mucip olan zinadır. Bu, mükellef bir şahsın ; halen veya sabıkan müştehat bulunan berhayat bir kadınla milk ve nikâhtan ve milk ve nikâh şüphe, lerinden hali olarak ihtiyarı ile darı islâmda mücameat etmesidir ki, bu faziha, o şahıs hakkında muhsan ise recmi, değilse çeldi müstelzim olur.
Âkil ve baliğ olan ve bu veçhil* bir mukarenete rıza ile nefsini temkin eyliyen kadın hakkında da aynı hüküm caridir.
ZİRA ( zira'-) (Es. H ) Lügatte, bilek, kol manasınadır ki, dirsek ucundan orta parmağın ucuna kadar olan kısımdır. Istılahta, bu miktara müsavi olan tül mikyası demektir : buna lisanımızda «arşın» denir. Cemi; «ezru» ve «ziraat» tır.
a) Zira-ı âmme (zirâ'-i (âmma) Altı kabza, yani yirmi dört parmak miktarı olan arşındır.
Bunun murabbaı ; 576 parmaktır. Türkiyede bu arşına «zirai mimari» denir.
b) Zira i kirbâ.si, Yedi kabza, yani yirmi sekiz parmak miktarı olan arşındır ki bezlerde, kumaşla da müstameldir.
(Türkiyede buna mukabil çarşı arşını denir ki zirai mimarîden bir parmak, on had, altı nokta noksandır.
Bir de endaze vardır'ki çarşı arşınından sekiz had, sekiz nokta, ve zirai mimarîden iki parmak, yedi hsd, iki nokta noksandır. )
c) Zıra"ı kisrâ Yedi kabza, yani yirmi sekiz par mak miktarı olan arşındır. Buna «zira ı melik» de denir.
ç) Zıra-ı mesaha Yedi kabza ile bir dikili parmak miktau olan arşındır ki arazide kullanılır.
(Bu zira : bizdeki zira-ı mimarîden bir kabza, bir parmak büyüktür. )
ZİRAAT BANKASI /aim. Agrarbank, Landwirt-schaftsbank. — fr. Banque Agricole. Banque d'Agriculture.— ing. The Agricultural Bank],
3202 No h kanunla «T. C. Ziraat Bankası» adını alan 3460 No. lı kanunla iktisadî Devlet Teşekkülleri arasına konulan bu malî ve itibar müessesemizin ilk kurucusu merhum Mithat Paşadır (1863).
Banka, mezkûr kanuna ve hususi hukuk hükümlerine tabi, her türlü taahhüt ve tasarruflara ehil, hükmi şahsiyeti haiz, muhtar bir devlet müessesesidir.
Bankanın merkezi Ankaradadır. Türkiyenin içinde ve d şında gereği kadar şube ve ajans açabilir.
Banka, türk çiftçilerinin ziraî istihsallerine, ziraî mahsullerin sürüm ve satışına, ziraatın, ziraî sanayiin ve bunlarla ilgili her türlü teşebbüslerin millî ekonomi prensiplerine göre yürümesine ve ilerlemesine lüzumlu ve elverişli kredileri tanzim, tedvir ve tevzi etmek ve bu gayelerin elde edilmesini güden teşekkülleri kurmak ve bu hususlar için kurulmuş ve kurulacak teşekkül ve yapılmış ve yapılacak teşebbüslere lüzumu halinde iştirak ve faaliyetini ziraî sahada teksif etmekle beraber nizamname ile tâyin edilen diğer banka muamelelerini de yapabilmek maksadiyle tesis olunmuştur. Bankanın sermayesi yüz milyon liradır.
- ZIYA
ZİRAATE MÜTEALLİK EBNİYE (zirâata muta-'allik abm'ya) (Es. H.) Arz ı memlekette süknâya mukabil olarak çiftlik ve evlerini dahi ihtiva etmek üzere
pek geniş mânada kullanılan ve ıstılah halini alan bir tabirdir.
ZİRAAT VEKÂLETİ (Tarım Bakanlığı) /aim. Landwirtschaftsministerium. — fr. ministere de l'agri. culture. — ing. Ministry of Agriculture].
Devlet teşkilâtı içerisinde ve memleketin ziraat, hayvan ve orman siyasetinin tatbikine ve bu mevzulara giren işlerin iktisadî vaziyetlere göre tanzimine, İslahına, teşkilâtlandırılmasına, inkişafına mütaallik hizmetleri ve umumi kanunların tahmil eylediği vazifeleri yapmakla mükellef bir vekilliktir (Ziraat Vekâleti Vazife ve Teş. kil ît Kanunu).
ZİRAİ İŞLETME [aim. Landgut, landvirschaftli-cher Beirieb, landwirtschaftliches Gewerbe; Agrarun-ternehmen. — fr. exploitation agricole. — ing. agricultural enterprise. — lot. praedium, rusticum].
İktisadi bir birlik halinde işletilmeleri icabeden zirai mallara denir.
Miras hukukunda bu suretle iktisadi birlik teşkil eyliyen mallar mirasçılardan işletmiye muktedir olduğu anlaşılan isteklisine tahsis olunmak şarttır.
İstekliler arasında oğullar varsa onların tercihi icabeder (MK. 325, 597, 74 4).
ZlRAl KREDİ [aim. Agrarkredit. — fr credit agricol. — ing. agricultural credit ].
Çiftçilere, topraklarını işletmek için muhtaç oldukları sermayeyi temine yarıyan kredidir.
Bu maksatla Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım Satış Kooperatifleri kanunları tanzim edilmiştir ( 2834, 2836, 3202 No. lı kanunlar).
ZlRAl SİGORTALAR [aim. Agrar-versicherung, landwirtschaftliche Versicherung. — fr assurance agricole. — ing. agricultural insurance].
Ziraatta kullanılan aletleri, hayvanları ve vasıtaları ve ziraat mahsullerini temin eden sigorta çeşididir. Bir çok memleketlerde devletin veya diğer kamu hükmi şahıslarının müdahalesiyle yapılmaktadır. Mevzuatımıza göre, bu çeşit sigortalar ne müddet için akdolunmuşlarsa o kadar zaman muteber kalırlar. Yani müddet bitmeden tehlike vukua gelse dahi, sigortacı borçlarından kurtulmuş olmaz (TK. 1007, 1010).
ZIRAB (zirâr) (Es. H.) İki kişinin biribirine mü-tekabilen zarar vermesi, görülen zarara »arar ile mukabele edilmesi demektir.
ZÎ-RAHM-I MAHREM (zî rahm'i mahrem) (Es. H.) Nikâhları haram olan nesebî akrabadır : usul, füru', oğlan ve kız kardeş ve bunlaun evlâdı, amuca, hala, dayı, teyze gibi. Amca, dayı ve teyzenin evlâdı zî-rahm ise «mahrem» değildir.
ZİYÂ /aim. Verlust. — fr. perte. — ing. loss. — lât. amissio],
1 — Menkul bir şeyi kaybetmektir. Bir gayrimenkulun tamamiyle ziyâı halinde üzerindeki mülkiyet zail olur. Menkulün mülkiyeti, sahibi tarafından terk edilmedikçe veya başkası tarafından iktisap olunmadıkça
2İYÂ — ZÜRRİYET
373
yalnız yedin inkitaı, yani zilyetliğin zevali ile ziyaa Uğramaz (MK. 643, 702).
2 — Alacaklı senedi zayi ettiğini iddia ederse, borcunu ödeyen borçlu kendisine senedin iptalini ve borcun sukutunu beyan eden bir ilmühaber vermeğe alacaklıyı mecbur edebilir (BK. 89).
3 — Satılan şeyin ziyaı, kayıptan dolay fesih talebi hakkını ihlâl etmez (BK. 204).
4 — Yapılan şeyin teslimden evvel kaza ile ziyaı halinde iş sahibi taahhütten yaptığı iş için ücret ve masraf isteyemez (BK. 376).
5 — Eser, naşire tevdi edildikten sonra kaza ile zayi olsa naşir bedeli tediyeye mecburdur. Tab olunan eser satışa çıkarılmazdan evvel tamamen veya kısmen kazara zayi olduğu taktirde naşir müellif veya halefine ayrıca bedel vermeğe mecbur olmıyarak zayi olan nüshayı kendi masrafiyle tekrar basabilir (BK. 382, 383) .
6 — Nama yazılı hisse senetlerinin ve tahvillerin ziyaı halinde bunları ihraç eden müessese, hakiki sahiplerine ikinci nüsha verir (TK. 440, 441).
7 — Hâmile yazılı hisse senet ve tahvillerdeki zilyetlik bunların çalınmaları veya ziyaa uğramaları gibi bir sebeple kalkarsa zilyetler sulh mahkemelerinden evvelâ men'i tediye, sonra faiz ve temettülerin kendilerine ödenmesi kararlarını alırlar. Zayi olan senet ve tahvillere kanunda gösterilen müddetler zarfında müstahak çıkmadığı taktirde sulh mahkemesi senet ve tahvilin ikinci nüshasının verilmesine hükmeyler (TK. 434 - 441).
8 — Ticari bir senedi zayi eden hâmil veya bu senetle bir hak ispat edecek kimse senedin iptalini ticaret mahkemesinden isteyebilir (TK. 638 -641 ).
9 — Umumi mağazaların verdiği makbuz senedini
veya varanı zayi eden hâmil mahkemenin vereceği mezuniyet üzerine ikinci nüsha alabilir ( TK. 820 ) .
10 — Nakliyeciye verilen eşyanın ziyaı, onun her halde mesuliyetini muciptir (TK. 904 vd. ).
11 — Senet, beklenmedik bir hâdise veya mücber bir sebep ile sahibi elinde veyahut, her ne suretle olursa olsun, tevdi edildiği resmi memur nezdinde ziyaa uğradığı hakkında kanaat verici delil ve emareler varsa şahadetle dâva ispat edilebilir ( HUMK. 294).
ZİYADE (ziyada) (Es.H.) Bir şeyde husule gelen fazlalıktır ki, muttasıla veya munfasıla ve bunlardan her biri de mütevellide vaya gayri mütevellide olur.
a) Ziyade-i muttasıla i mütevellide ( zijâıla-i muttaşila-i mulavallida) Bir şeyden doğan ve o şeyden ayrılması kabil olmayan ziyadedir : hayvanın semizliği gibi.
b) Ziyade-i multasıla-i gayrı mütevellide (ziyâda-i muttasıla i gayr i mulavallida) Bir şeye bitişik olup ondan doğmayan ziyadedir: arsadaki ağaç ve bina, bezdeki boya ve dikiş gibi.
c) Ziyade-i münfasıla-i mütevellide (zijâda-i munfaşila-i mulavallida ) Bir şeyden doğan ve ondan ayrılan ve ayrılması kabil olan ziyadedir : hayvanın yavrusu, ağacın meyvası gibi.
ç) Ziyade-i munfasıla i garı mütevellide (ziyâda-i munfaşila-i gayr'i mutvallida) Bir şeyde husule gel. mekle beraber ondan tevellüt etmeyip ayrı olan ziya-dtdir: hane veya hayvanın kirası gibi.
ZORALIMI bk. Müsadere.
ZORLA İCRA bk. Cebri icra.
ZÜRRİYET (zurriyyat) (Es.H.) Nesil demektir.
SÖZLÜKLER
NOT:
1) Önsözde belirtildiği gibi «almanca • türk-çe», «fransızca - türkçe», «ingilizce • türkçe», «lâtince - türkçe» hukuk sözlükleri, herhangi bir Türk veya ecnebinin yabancı dil ile bildiği bir ıstılahın türkçesini bulabilmesini Cemin için hazırlanmıştır. Bu maksatla, Türk hukuk sisteminde mevcut olmamaları veya başka bir sebep yüzünden asıl lügatte yer almamış olan bazı yabancı terimlerin türkçe karşılıklarını sözlüklere derce-dilmesi münasip görülmüştür. Bununla beraber bütün terimlerin karşılandığı, karşılanmış olanların da eksiksiz ve noksansız olduğu iddia edilemez.
2) Anayasa'nın dil bakımından değiştiril-
mesile bunun sonucu olan hukuk terim dilinin türkçeleştirilmesi hususları lûgat'in basılması sırasında vukubulduğu için yeni terimler ancak «H» harfinden sonra kısmen metinde nazara alınabilmiş, bundan başka da sözlüklerde mümkün olduğu kadar geniş surette eklenmiştir.
3) Her hukuk terimi bir ne i kalıp olduğundan karşılıkları da tam bir tercümeden ziyade yine bir kalıp mahiyetinde olduğu cihetle lûgat'-teki tariflere müracaat etmek elzemdir. Bir terim birden çok anlama geldiği veya diğer bir terim altında tarif edildiği hallerde lûgat'teki ilgili tarife atfedilmişıir.
SON SÖZ
1. "Türk Hukuk Lügati», çok şükür, sona erdi. Bu suretle onbir yıl gibi insan ömrü için hiç de kısa sayılmıyacak kadar sürmüş bir çalışma meyvelerini vermiş oldu. Lügatin hazırlanmasının evvelâ fikirlerde ve gönüllerde yer etmesi 1937 yılından daha önce Türk Hukuk Kurumu hukukçular muhitlerinde başlamış ve 11 - 2 -1937 gününde de fiilen ve büyük bir şevk ile işe koyulunmuş idi. Her imanlı ve metotlu ilim çalışmasının mutlaka başarıyla sona ermesi lâzım geldiği gibi Kurumumuzun idare ve ilim uzuvlarının ve, hasbî, fedakârca çalışmayı usul ittihaz eylemiş olan birçok değerli hukuk ve ilim adamlarının, hemen hemen duraksız işbirliği ile bizler için bir nevi "hayatın en önemli eseri = Lebenswerk„ sayılan bu lügat meydana geldi. Eser, işin başında tasarlanan programa da esas itibariyle uygun olarak başarıldı. Bunu. sonsuz bir haz ve zevk ile belirtirken iş arkadaşlarımın hislerine de terceman olduğuma şüphe etmiyorum. Zira, böylece, hem, bazı hukuk ve ilim muhitlerinde, eserin tamalanamıyacağı yolunda, çalışmaların devam eylediği uzun yıllar boyunca, vakit vakit, doğan ümitsizlik ve endişe havasının, Kurumun bıkmaz ve usanmaz çahşmalariyle ve tutumiyle bertaraf edilebileceği tahakkuk eyledi; hem de sebatlı ve iyi niyetli ilim adamlarının ahenkli işbirliği ile neler elde edilebileceğinin, Türkiye ilim tarihinde belki de en önemli örneklerinden birisi verilmiş oldu. Gerçekten, insaf erbabı okuyucularım, bu eserin önsözünde eski Başkan Bay Refik Ince'nin duygulu kalemiyle ancak pek az kısmı aksettirilebilen sürekli çalışma ve çabalamalar ve bilhassa eserin muhtevası, metodu ve hattâ basım tekniğindeki ilerilik üzerine eğilecek olurlarsa, işin azametini daha iyi takdir buyuracaklar ve yukanki sözlerde, umarım ki, objektif bir tespit mahiyeti görmekte tereddüt etmiyeceklerdir.
2. Türk Hukuk Lügatinin hazırlanmasına başlanırken tasarlanan program esas itibariyle sadık kalınarak başarıldığını söyledim. Bununla, bir işe başlarken çizilen çalışma programının, hele onbir yıl gibi uzun müddet devam edecek bir faaliyet boyunca metod ve muhteva bakımından, amelî zaruretlere ve gelişen ihtiyaçlara uygun bazı değişmelere maruz kalmak zorunda olduğuna işaret etmek istiyorum. Hattâ bu suretle vaki olacak değişmeleri bir nevi tekâmül, terakki ve ilerilik icabı olan bir gelişme (= evolution), ve oluş vetiresinin zarurî bir neticesi saymak yerinde olur. Zira hadiselerin münasebetlerinin yarattığı kuvvetin bütün kudretlerin üstünde bulunduğuna şüphe yoktur.
Mamafih, yayım çalışmaları boyunca vukua gelen gelişmelerin teferruatı üzerinde durmaksızın, yalnız birkaç önemli noktaya temas etmek istiyorum:
a) Sözlükler kısmı t
Kurum, eserin hazırlanmasına başlanırken kendisine çizdiği çalışma programında bu bakımda şu esasları tespit etmişti: "Türk milletinin medeniyet âlemi hukukiyle münasebetlerini muhafazaya ve devam ettirmeğe medar olan Almanca, Fransızca, ingilizce ve Lâtince ile-mümkün olduğu kadar - her hukuk ıstılahının karşılığını göstermek,,.
Gerçekten lügate giren terimlerin karşılarına bu suretle, birisi ölü fakat hukuk bakımından pek mühim ve diğer üçü yaşıyan, dört kültür diline ait olmak üzere karşılıklar konulmasına en titiz bir itina ile çalışıldı. Bu suretle, asıl ıstılah lügati kısmı sonuna ilâvesi düşünülen sözlükler kısmının da temeli, organik bir surette, atılmış oldu. Zira lügatçe kısmının tertibinde yapılacak işin ana hatları zaten böylece belirmiş oluyordu, işte bu suretle elde edilen terimlerin karşısında mevcut muhtelif yabancı dillerden olan mukabilleri fişleyip dil dil gruplandırarak Y6 İcabında eksiklerini tamamlıyarak eserin sonundaki "Almanca - Türkçe,,, "Fransızca - Türkçe»
580
ve "ingilizce - Türkçe» ıstılah sözlüklerinin doğması sağlanmış bulundu. Turk Hukuk Lügatinde mevcut olan lûgatçeler kısmının önemini ve hazırlanmasında harcanan emeklerin değerini belirmek üzere birkaç rakam vermeği faydalı sayıvorum: bu Jûgatçede, üç dil üzerine ve Türkçe mukabillerini arı yanlara göre tertiplenmiş 4784 Almanca, 7135 Fransızca ve 7224 Ingi lizce hukuk ıstılahı mevcuttur. Roma hukuku sözlüğüne aşağıdaki b) bendinde temas edeceğim. Böylece Türk Hukuk Lügati yalnız Türk hukuk ilminin ve hukuk düzeninin vasıtaları olan terimleri ve kavramları izah etmekle yetinme arzu ve vazifesinin yanı başında aynı zamanda yaşıyan üç büyük kültür diline ait 19 binden ziyade ıstılahın Türkçe karşılıklarını da tespit eylemek imkân ve şerefini kazanmıştır. Netice itibariyle; Türk Hukuk Lügatinin bu kısmının Aimanca, Fransızca ve ingilizce ile Türkçe bakımlarından milletlerarası ölçü ve değerde bir terim lügati vazifesini de görebilecek bir eser olduğunu söylemekte hiçbir mübalâğa ve övünme payı olmasa gerektir. Bunun yerli ve yabancı hukuk mensuplarına ve hele hukuku öğrenen ve inceliyenlere sağlıyabileceği büyük faydalan burada sayıp dökmeğe lüzum görmüyorum.
b) Roma haknkn sözlüğü kısmı:
Roma hukukunun milletlerarası hukuk tarihi bakımından önemli ve bilhassa Orta Avrupa hususi hukuku dolayısiyle bugünkü Türk hukukunun da temel taşı olması gerçeğinin, Türk Hukuk Lûgatininh azırlanmasında gözden kaçırılmaması tabii idi. Böylece ilk çalışma programlarında tespit edilen esasa göre Türk Hukuk Lügatinin, az çok sözlük karakterli, geniş bir Roma hukuku kısmı bulunacak ve bu kısım Roma hukukunun ıstılahlarını oldukça etraflı bir surette izah eyliyecekti. Hattâ bu husus eserin önsözünde şöyle ifade ediliyordu :,r.. Roma hukukunun hazırlanması vazifesi ilim heyetine verilmeyip münhasıran bu heyetin azasından Dr. Ferit Ayiter'e havale edildi... Ferit Ayiter'in hazırladığı bu lügatler, Roma hukukundaki ihtisası malûm olan, istanbul avukatlarından Dr. Şemsettin Talip DilerMn tetkikinden geçirildi ve bu kısım lügate müstakil bir halde ilâve olundu».
Halbuki bundan onbir yıl önce tespit edilen bu programda, çalışmaların devamı sırasında, türlü sebeplerden, değişme ve gelişmeler hasıl oldu. Ve, hemen itiraf etmemiz lâzımdır ki, bu değişme ve gelişmeler bizi daha-az mesut neticelere götürmedi. Bu suretle, Türk Hukuk Lügatine, daha ziyade modern hukuk eserlerinde anılan 2620 adet Lâtince terimi ihtiva eyliyen önemli ayrı bir kısım eklenmiş bulundu. Burada mevcut terimlerin şüphesiz hepsi de modern hukuk ıstılahlarını tamamen karşılıyamazlarsa da bunlar, kaynakların izahında, ilim tarihi bakımından, baha biçilmez hizmetler sağlıyabilecek Latince terim, tâbir ve bazı Roma hukuku adajlarını "= hukuki vecizelerini,, ve formüllerini düzgün, etraflı olarak ve kendi sistemleri içerisindeki mâna ve mahiyetlerine göre izah eylemek maksadiyle tertip ve tanzim edilmişlerdir. Bu münasebetle şunu da belirtmek isterim ki: lügatin hazırlanmasına başlandığı tarihte Roma hukuku bakımından tespit edilmiş olan programı tahakkuk ettirmek yani ayrıca Roma hukuku üzerine sözlük karakterli ve biraz daha geniş bir eser yayımlamak hususundaki kararında Kurumumuz hâlâ durmaktadır. Kurum ilim heyeti üyelerinden değerli meslek-daşım Dr. Ferit Ayiter'in, ilk çalışma programı gereğince, yazmayı vâdettiği Roma hukuku terimleri lûgatçesi de ayrıca basıma hazırlanmış bulunmaktadır, ilerde böyle bir eseri yayımlamakla Kurum hukuk ilmine hizmet ölçüsüne biraz daha yaklaşacağı inancını taşımaktadır.
Gerek bu kısmın ve gerekse bundan evvelki bend te üzerinde durulan "Almanca - Türkçe,,, "Fransızca - Türkçe,, ve "ingilizce - Türkçe,, lûgatçeler kısmının tertip, tanzim, tamamlama, tashih ve basımı işleri Ankara Hukuk Fakültesinin değerli Ord Profesörlerinden Dr. E»nset Hirş tarafından sağlanmıştır. Bu vesile ile, Prof. Hirş'in Türk Hukuk Lügatine yaptığı yardımların bunlardan ibaret kalmadığına da işaret etmek isterim. Şöyle ki lügatin birinci fasikülünden sonraki kısmının her türlü tertip, tanzim ve tashih işleri kendi mesliyetine tevdi edilmiş olduğundan onun, yayımın devam eylediği uzun yıllar boyunca, bize yaptığı ikazlar sayesinde
birçok eksiklikler tamamlanmış, bazan terimler gerek ilim heyeti azası ve gerekse dışardan
tedarik edilen yazıcılar tarafından ıslâh ve ikmâl olunmuş, veya yeniden yazılmış ve F harfin-
581
den sonraki terimler, basım sırasında, bir kere daha iJim he}'etince gözden geçirilmek suretiyle gayeye daha fazla yaklaşmağa uğraşılmıştır.
3. Fânilerin her eserinde olduğu gibi bu ilim eserinde de, hiç şüphesiz artıklar, eksikler ve yanlışlar vardır. Türk Hukuk Lügatinin de, gösterilen her türlü dikkat ve itinaya rağmen, fikir, tertip, şekil, ifade vesaire bakımlarından kusursuz olamıyacağı tabiidir. Fakat Kurumumuzun kurucularından eski başkan Refik Ince'nin de, onbir yıl önce, söylediği gibi: "bunlar bizim için bir servet sayılacak ; bize hatalarımızı bildirenler minnetlerimizi kazanacaktır. Zira her kusur üzerine durarak tetkikatımızı genişletmek ve ilim âlemine daha iyi eserler vermek bizlerin saadeti, böyle saadete vesile olmak da bilginlerin ve ilim severlerin vicdan borcu olduğu kanaatini taşıyoruz,,.
4. Eserde birçok fikir, tertip şekil ve ifade yanlışlıklarının bulunduğunu itiraf etmemize rağmen eserde niçin bir düzeltme cetveli ilâve eylememiş olduğumuzun sebeplerini de açıklamak isterim.
Lügat, kamus veya buna benzer ansiklopedik eserlerin yayımı, mahiyetleri icabı, her yerde, uzun yıllar almaktadır. Bu hususta basit bir misal verelim: isviçre'nin Zürih şehrinde Piccard - Thilo ¦ Stein r adlı seçkin hukukçular tarafından Almanca ve Fransızca olarak yayımlanan (Dictionnaire juridique = Rechtsworterbuch) adlı eser 1939 yılında başlamıştır ve bugüne kadar ancak P harfinin ortalarına gelmiş olan beş fasikülünü çıkarabilmiştir. Bizim lügatimiz için de keyfiyet başka türlü olamazdı. Halbuki böyle yayımı uzun süren eserlerde arada geçen zaman zarfında, ister istemez, birçok yenilikler, ilâveler ve değiştirmeler yapmak zaruri görünür Böylece Türk Hukuk Lügatinin yayımı süresi olan onbir yıllık müddet içindeki yenilikleri ve değiştirmeleri yapmak mecburiyetini tasarlamış bulunuyoruz. Şu kadar ki bü işin öyle acele ile ve derhal yapılabileck kadar kolay ve küçük bir iş olmadığını hukukçularımız takdir buyururlar. Zira bütün yeni mevzuat fihristlerinin taranması ve bilhassa yeniliklerin tespiti ve bunların yazılması epeyce bir zaman alacaktır. Bu kadar uzun bir zaman, lügatin yayımını geciktirmeği uygun bulmıyan Kurumumuz bu işi şu şekilde halletmeyi düşünmektedir. Bu maksatla şimdiden yöneltilen çalışmalarımızın 1948 - 49 öğretim yılı zarfında sona ereceğini umuyoruz. Aym yılın kış mevsiminde bütün yenilikleri ihtiva eylemek üzere Türk Hukuk Lügatine ek bir fasikül daha neşrini kararlaştırmış bulunuyoruz. Bu ilâve fasikül hem, mevzuatın yeni hukuki ve ilmî durumuna lügatin uydurulması (=mi«eâjour) vazifesini görecek ve hem de, aynı zamanda, Türk Hukuk Lügatinde mevcut yanlışları, artıkları, eksikleri düzeltme rolünü oynıyacaktır. Bu vesile ile de tekrarı faydalı buluyorz ki lügatteki hatalarımızı ve eksikleri veya ıslâhı lüzumlu görülen cihetleri bize bildiren hukuk ve fikir adamlarımız hem sonsuz şükran ve minnetlerimizi kazanacaklar ve hem de bundan böyle çıkacak ilâve fasikülde veya lügatin yeni baskılarında, ikazlarının nazara alınmasına imkân vermiş olmak yoliyle, Türk Hukuk Lügatinin kemaline hizmet etmiş olacaklardır.
5. Bu sözleri bitirmeden önce Türk Hukuk Lügatinin şekli ve basım tekniği bakımlarından elde edilen bazı güzel neticelere de temas etmeden geçemiyeceğim.
Türk Hukuk Lügati kendi kabilinden lügat, kamus ve ansiklopedi eserleri için en uygun sayılan şekil ve formayı bulabilmiştir. Hele basım tekniği yönünden böyle eserlerde, Türkiye'de erişilmesi bugüne kadar imkânsız gibi görünen bir yüksekliğe erişmiştir ki bunu erbabı takdirde gecikmeyecektir. Bundan başka, lügatte geçen eski hukuka ve Jslâm hukukuna dair terimler kendi harflerimizle yazıldıktan maada bir de, parantez içerisinde, islâm ansiklopedisi için istanbul'da yetkili bir Him heyeti tarafından kararlaştırılan transkripsiyon alfabesiyle ayrıca gösterilmiştir. Bu suretle yeni yetişen hukuk nesillerine, eski hukukun ıstılahlarını en doğru talâffuz eylemek ve öğretmek imkânları sağlanmıştır.
Lügatte, belirtilen teknik ve şekil ilerliklerini ve başarılarını sağlamakta himmet ve hizmeti geçen Miliî Eğitim Bakanlığı basımevi unsurlarına ve bilhassa gayretli müdürü Cemal Belgin'e
582
ve, eski terimlerin transkripsiyonunu yapan Dil ve Tarih • Coğrafya Fakültesi Kitaplık Müdürü B. Kemal Edip Onsal'a teşekkürü borç sayıyorum.
6. Sözü bitirirken Türk Hukuk Lügatinin telifinde, basılmasında, tashihlerinde hizmeti geçenlere ve bilhassa adları önsözde anılan türlü komisyon, komite ve heyetlerin üyelerine ve yardımcılarına lügat yazıcılarına, lügatin yayım devrinde gelip geçen bütün ilim ve idare heyeti üyelerine ve ilim heyetine Prof. Etem Menemenci'nin yerine sonradan katılarak burada değerli çalışmaları geçen Bayındırlık Bakanı Prof. Nihat Erim'e, Lügatimizin bazı maddelerini yazmak suretiyle yardımını esirgemiyen Prof. Fuat Köprülü'ye, ve nihayet bu işin başarı ile sona ermesi hususunda devamlı takip ve hassasiyetini gevşetmiyen bugünkü Kurum ilim ve idare heyetlerine ve kurumun eski ve değerli başkanları Refik İnce, Kemal Turan, Süreyya Anamur ve Atıf Akgüç'e sonsuz minnet ve şükranlarımızı ifade etmeği ve bugünkü ilim ve idare kurulları üyelerinin adlarını, hizmetlerine şükran nişanesi olarak, burada kaydetmeği vazife biliyorum:
tüm heyeti üyeleri :
Ord. Prof. Esat Arsebük Rifat Taşkın
Osman Nuri Uman
Dr. Ferit Ayiter
Prof. Dr. Hüseyin Avni Göktürk Prof. Dr. Nihat Erim Prof. Dr. Faruk Erem
Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü Askerî Temyiz Başsavcılığından emekli general, Avukat.
Cumhuriyet Merkez Bankası Hukuk Müşaviri ve İller Bankası idare kurulu üyesi Ticaret Bakanlığı Baş Hukuk Müşaviri Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü Bayındırlık Bakanı Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü
İdare Kurulu üyeleri t
1. Prof. Dr. Hüseyin Avni Göktürk (Başkan):
2. Rifat Alabay (İkinci başkan)
3. Kemal Turan
4. Nejat Özoğuz (Umumî Kâtip)
5. Sezai Erkut (Muhasip aza)
6 Zühtü Veli Beşe
7. Prof. Dr. Faruk Erem
Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü.
Yargıtay üyesi
İsparta Milletvekili
Yargıtay Savcı yardımcılarından
Çalışma Bakanlığı Çalışma Umum Müdürü
ve İşçi Sigortalan Genel Müdür Vekili
Avukat
Ankara Hukuk Fakültesi Profesörü
Nihayet koruyucu ilgileriyle Kurumumuzun bütün çalışmalarında olduğu gibi bu ilmî başarısında da maddi ve manevî büyük yardımları geçmiş olan Kurumun hâmi başkanı, Cumhuriyet hükümetinin eski ve yeni başbakanlarına ve Kurumumuzun tabii başkanı olan Adalet Bakanlarına en derin şükranlarınızı ifade eyleriz. 30 haziran 1948
Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Avni Göktürk
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...